Cantekin Yılmaz

 

Hatay başta olmak üzere on kentte büyük yıkıma yol açan ve resmi açıklamalara göre 45 bin civarında ölü (bu rakamın birkaç katı olabileceği yönünde bilim insanlarıyla bir iktidar valisinin açıklaması bulunuyor),100 binin üzerinde yaralı (onuncu gün sonrasında yaralı sayısı verilmemeye başlandığı için tam rakam bilinmiyor) ve yüzbinlerce kişinin evsiz kalışına yol açan deprem dolayısıyla yaşanan gelişmelerden biri de, burjuva iktidar gücünün eğitim gören milyonlarca genç insana yaklaşımının bir kez daha açıklık kazanması oldu.

Ölü-yaralı ve göç edenlerin yaş gruplarına göre ayrıntılı bilgisi henüz olmadığından yıkım altında can veren ve yaralanan genç nüfusun sayısı bilinmiyor. Ancak depremin yol açtığı yıkım nedeniyle tek adam yönetiminin izlediği politikalar kapsamında genç kuşakların özellikle de eğitim görmekte olan gençlik kitlelerinin ‘payına düşen’in ne olduğu, devlet yönetimince ilan edilmiş bulunuyor. Erdoğan iktidarının olağanüstü hal ilanından en çok zarar görecek toplumsal kesimler içinde işçi ve emekçilerin yanı sıra, ya da hatta bazı bakımlardan onlardan da önce gençlik ve kadınların ilk sıralarda yer alacağı, önceki uygulamalardan biliniyor. Nitekim depremin meydana geldiği iller dışındaki illerde de öğrenime ara verilmesi ve depremzedelerin yerleştirileceği kredi yurtlar kurumu yurtlarının boşaltılması üniversiteli öğrenci gençliğe yönelik iktidar politikasının yeni bir adımı oldu. Alelacele eşyalarını toplayıp yurtlardan ayrılmaları istenen öğrenciler ek taşınma sorunlarıyla yüz yüze geldiler. Öğrenim döneminin akıbeti ise belirsizliğini koruyor.

Bu durumun, ülkedeki büyük yıkım karşısında genç dinamizminin depremde arama-kurtarma ve yardım faaliyeti için seferber olması ya da edilmesiyle bağlı olmadığı çok açıktır.  Aksine devlet yöneticileri, kendiliğinden harekete geçerek deprem bölgesindekilere yardım seferberliği ilan eden işçi-emekçi ve gençlere karşı polisiye tedbirleri uygulamaya koydu. Yardım ekipleri engellendi, toplanan barınma ve yeme-içme-giyim eşyalarının iletilmesine engeller çıkarıldı. Devrimci demokrat ve sosyalist parti ve örgütlerin, yöre derneklerinin, TMMOB ve TTB gibi meslek ve sağlık örgütlerinin ve muhalif belediyelerin yardıma koşmaları, bu engeller aşılarak gerçekleşebildi.

Erdoğan yönetiminin sadece bir depremin yol açacağı yıkımların etkisini azaltıcı önlemler almayıp deprem için toplanan 37 milyar doları başka işler için harcaması, gerekli teknik denetimlerin yapılmasını sağlamaması ve ikide bir imar affı ilan ederek çürük ve denetimsiz evlerin-katların inşa edilmesine olanak tanıması nedeniyle değil deprem sonrasındaki uygulamalarıyla da toplumun çok geniş kesimleri tarafından büyük tepki gördü. Bu tepki şurada burada, ancak düne dek iktidar yöneticilerinin her dediğine dini buyruk muamelesiyle biat eden insanların bir kısmı da dahil açıkça ortaya kondu. Gençlerin en duyarlı olanları hem yardıma koştular hem de devlet gücünün yurttaşlara baskı için değil enkazdan canlı insan çıkarılması için seferber edilmesini istediler.

***

Sadece deprem bölgesinde yıkıntılar içinde ve hatta enkaz altından yardım çığlıklarıyla gösterilen tepki değil ülke düzeyinde ortaya konan tepkiler de işaret edilerek yaşananların “toplumsal fay hatlarını daha fazla yardığı” yönünde çeşitli açıklamalar yapıldı/yapılıyor. Erdoğan ve Bahçeli’nin “Kader Planı” söylemine onların ideolojik-siyasi etkisi altındaki kesimlerden de itirazların yükselmesi ve “önce tedbir!” diye haykıranların çoğalması bu yöndeki değişimin işaretlerinden biri. Kuşkusuz yaşananların tekyönlü etkisinden söz etmek toplumsal gerçekliğe aykırı düşer. Rant ve yağma sistemi ve düzeninin devamını yaşamsal önemde görenlerin çabaları bir yana, yanıltılmış ve iktidar yandaşlığını hala sürdüren emekçi kesimleri de vardır. Ancak gerek yaşanan sorun ve yıkımların eskisi denli kolayca gizlenememesi hem de tüm engellemelere karşın iletişim-haberleşme araçların yaygın kullanımı, sosyal-iktisadi ve diğer sorunların daha geniş kesimlerce öğrenilmesi-tartışılmasını olanaklı hale getirmekte; bu da emekçi karşıtı ve düşmanı politika ve uygulayıcılarının teşhirini ve suçlarının açığa çıkarılmasını kolaylaştırmaktadır.

***

Deprem toplumsal gerçeklerin ayırdına varan, sınıf ilişkileri/çelişkileri ve çatışmalarının neden ve etkenlerine bilimsel bir bakış açısıyla yaklaşan ileri gençlik kesimlerini günümüz ülke ve dünya toplum gerçekliğinden hareketle hem kendi gençlik kuşaklarının hem de geniş işçi-emekçi kesimlerinin sermaye ve burjuva devlet iktidarı karşıtı mücadele cephesinde birleşmesine hizmet edecek bir tutumla hareket etme sorumluluğunu çok daha çarpıcı şekilde koymuş oldu.

Toplumsal gelişmelere etkisi ya da toplumsal gelişmelerdeki rolü nedeniyle genç dinamik kesimlerin belirli dönem ve koşullarda ön cephede yer aldıkları pek çok mücadele, olay ve durumdan söz etmek mümkündür. Örneğin hala etkisinden şu ya da bu biçimde söz edilebilir olan 68 hareketinde gençliğin etkin rol oynadığı biliniyor. Marksizm-Leninizm’in dünya ölçeğinde yaygın etki gösterdiği bir dönemin genç kuşakları Avrupa’da, Latin Amerika’da, Güneydoğu Asya ülkeleriyle Türkiye’de burjuva devlet ve hükümetlerinin halk karşıtı politikalarına yönelik muhalefet ve mücadele hattında en ön sıralarda yer aldılar. Günümüz gençliğini “Z Kuşağı”, bir önceki dönem gençliğini “Y Kuşağı” olarak niteleyen, son birkaç on yılın genç kuşaklarını “sadece kendilerini düşünen, bencil, sürekli fikir değiştiren, sanal alemin klavye kahramanları” olarak niteleyen sosyolog, yazar ve politikacılar vardır. Bu türden genelleştirilmiş olumsuzlayıcı nitelemelerin yanı sıra burjuva düzen partilerinin yeni oy deposu anlayışıyla övgüye boğarak “kazanma” kurnazlıkları da teşhiri hak eder. Ancak bu yüzeysel kaba yaklaşımlara ve pragmatist kapitalist tutuma rağmen gençlik kuşakları açısından her durumda önemini koruyan asıl sorun, gençlik kitlelerinin doğrudan doğruya kendi bugünleri ve yarınlarıyla toplumsal sınıflar arası mücadele arasındaki dolaysız bağı görerek hareket etmesidir.

Kuşkusuz her kuşak, içinde bulunduğu toplumsal koşullarda, bu koşulların etkisi altında belirli ideolojik siyasal-kültürel eğilimlere yönelir. Her kuşak deyiş yerinde ise kendi döneminin, kendi çağının ve bu dönem ve çağın toplumsal ilişkilerinin etkisi altında şekillenir. Geçmiş kuşaklardan devralınanları da dahil kültürel ideolojik ve siyasal görüşlerin, eskisi denli rol oynamamakla birlikte aile ortamının, okulun ve günümüz gerçekliklerinden biri olarak sözü edilmeye değer olan “internet dünyası”nın etkisi, günümüz gençliğinin yöneliş ve seçişlerinde rol oynamaktadır. Bu çevrelenme ve etkenler ülkeden ülkeye belirli farklılıklar göstermekte ve bu da genel olarak insan davranışlarını koşullamaktadır. Gelgelelim günümüz gençlik kuşaklarının iletişim teknolojisindeki gelişme dolayısıyla dünya üzerindeki gelişmelerin bilgisine ulaşması ve bu gelişmelere ilişkin yaklaşımlarını birbirlerine ve diğer toplum kesimlerine iletme olanakları da vardır. Onlar, genelleştirilmeden söylenirse her ne kadar sınıf mücadelesinin keskinleştiği bir dönemin “çatışmalı zor koşulları”nın sınavından henüz geçmedilerse de, bizim devrimci, bazı başkalarının “muhalif toplumcu” olarak nitelediği bir damarın filiz bulduğu bir “gövde”yi oluşturuyorlar. Dünyadaki ve ülkedeki gelişmelerin farkında olmadıkları, sadece bencil çıkarlarınca yönlendirildikleri, çıkarları için her yol ve yöntemi geçerli saydıkları söylenemez. Bu tür tümel mahkumiyet anlayışının hayatın akışı ve toplumsal gelişmelerin ‘ruhu’na aykırı düştüğü besbellidir. Aksine birçok başka gelişme dolayısıyla görüldüğü üzere depremin yol açtığı yıkım karşısında harekete geçerek yardıma koşan, ihtiyaç maddeleri temini için çaba gösteren yardımsever, insancıl ve militan mücadeleci çok sayıda “Y ve Z kuşağı”ndan genç oldu. Yanı sıra, devlet yönetiminin üniversiteleri kapatıp öğrenci yurtlarını depremzedelere açmaları politikasına yönelik ilk tepkiler de açığa vuruldu. ODTÜ’lü gençler bu “zapturapt politikası”nı protesto ettiler ve eğitimin uzun süre ertelenmesi kararının geri alınması genel bir istem durumunda.

Geniş gençlik kitleleri giderek ağırlaşan iktisadi-sosyal koşullarla yüz yüze bulunuyorlar. Dünya ve ülke toplum gerçekliği “sanal evrendeki ağ yolculuğu”nu değil karşıt sosyal güçlerin apaçık çatışmalarını yeniden ve yeniden doğuruyor. Giderek popüler hale gelen bir kavramla küreselleşme olarak nitelenen emperyalist kapitalist dünya sistemi, dünya işçi ve emekçileriyle gençlik ve kadın emekçi kitlelerini ulusal-etnik ve cinsiyetçi kimlikler ve mezhepsel-dini aidiyetler üzerinden bir kurtuluşun mümkün olmadığı ve olamayacağını gösterir gelişmelerle karşı karşıya bırakmış durumda.  Bu dünya ve ülke gerçekliğinde, bu gerçekliğin emekçiler yararına değişimi için genç devrimci kuşakların ve gençlik kitlelerinin enerjik mücadelesine büyük ihtiyaç var.