Uğur Zengin
“Ve sömürü, başkalarının karşılığı ödenmeyen emeğine el koyma, çoğu kez, sermaye sahibine bu emeği için haklı olarak verilmesi gerekli bir ödül gibi gösterilmiştir, ama bunu hiç kimse, Birleşik Devletler’de köle düzeninin savunuculuğunu yapan, O’Connor adlı avukatın, 19 Aralık 1859 tarihinde New-York’ta yapılan bir mitingde, ‘Güneye Adalet’ sloganı altında yaptığından daha iyi becerememiştir. Büyük bir alkış tufanı arasında, ‘şimdi baylar,’ diyor, ‘zenciyi bu köle durumuna koyan şey, doğanın kendisidir. O kuvvetlidir ve çalışma gücüne sahiptir, ama, bu gücü yaratan doğa, ondan, hem yönetme yeteneğini ve hem de çalışma isteğini esirgemiştir.’ (alkışlar.) ‘Bunların her ikisi de ondan esirgenmiştir. Ve ondan bu çalışma isteğini esirgeyen doğa, bu isteği zorla yaratacak, hem kendisi ve hem de onu yönetecek efendisi için yararlı bir yaşam sürebileceği bir ortamda hizmet etmesini sağlayacak bir efendi ihsan etmiştir. İnanıyorum ki, zenciyi doğanın uygun gördüğü durumda bırakmak, kendisini yönetecek bir efendi vermek asla adaletsizlik değildir. Karşılık olarak onu çalışmaya zorlamak ve onu yönetmek, hem kendisi ve hem de toplum için yararlı duruma getirmek yolunda emek ve yeteneğini harcayan efendisine hakkı olan bir karşılık vermeye zorlamak, haklarından herhangi birisini elinden almak demek değildir.’”[1]
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, düşük faiz-yüksek kur politikası ile ekonomik büyümenin devamını içeren “Türkiye Modeli”nin bittiğini, “Türkiye’nin rasyonel bir zemine dönme dışında bir seçeneği kalmamıştır” ifadeleriyle ilan etmişti.[2]
Makalede önce terk edilen ve yerli-milli etiketiyle halkın önüne konmuş “Türkiye Modeli”nin başat ekonomik gösterge ve sonuçlarını kısaca özetleyecek ve ardından “Türkiye Modeli”nden kopuşu simgeleyen ve bu kez “rasyonel” etiketiyle halkın önüne konan, hükümetin 2024-2026 yıllarına ilişkin çizdiği ekonomik perspektifi içeren Orta Vadeli Programı inceleyeceğiz.
2018 döviz krizinden ‘yeni ekonomi programı’na…
Kamuoyunda “Rahip Brunson krizi” olarak hatırlanan “döviz krizi”ni içeren 2018, simgesel bir yıl oldu. Döviz krizinin ardından “Yeni Ekonomi Programı” yayımlandı. 1 Haziran 2018’de %8 olan politika faizi %16,5’e çekildi. 14 Eylül’e kadar politika faiz artışı sürdü ve politika faizi %24’e kadar yükseltildi. Bu süreçte 2 milyondan fazla işçi işsiz kalırken, 2019 yerel seçimlerinde iktidar için ciddi olumsuz etkileri görüldü.
Yılın son iki çeyreğinde ekonomi üst üste iki çeyrek daraldı ve Türkiye ekonomisi 2009 yılından bu yana ilk kez teknik manada resesyona girdi. Yıllık bazda %2,6 olan büyüme, 2018 yılını içeren Orta Vadeli Program’da yer alan %5,5’lik büyüme hedefinin yarısı dahi yakalayamadı.
Yaşanan ekonomik daralmanın ardından göreli toparlanma ayları 2020 yılında başlayan pandemi ile kesintiye uğradı. 2020 yılında yıllık %14,6 olan tüketici enflasyonu, 2021’de yüzde 36,08’e kadar çıktı. 2021 yılı sonunda hükümetin başlattığı “yerli-milli ekonomi” modeli ile enflasyon “düşük faiz” ile dizginlenecek, süren yatırımlara bağlı olarak istihdam ve büyüme artacaktı. Türkiye’nin kronik cari açık sorunu ise TL’deki değer kaybına bağlı olarak artan ihracat ile kapatılacak, cari fazla verilecekti.
Programa bağlı olarak gelen faiz indirimleri ile yeni bir süreç başladı. Mart 2021’de %19 olan politika faizi 2021-2022’de dört kez indirildi ve Şubat 2022’de yüzde %8,5’e çekildi.
CARİ AÇIK SORUNU
Bir ekonominin döviz girdi ve çıktı faaliyetleri yıllık bazda ödemeler dengesi olarak anılan istatistiki tablo ile kayıt altına alınmaktadır. Bu sayede, yurt dışı piyasalarla olan iktisadi ilişkiler izlenebilir. Ödemeler dengesi istatistikleri ise dört ana kalemden oluşmaktadır.
- Cari işlemler dengesi
- Sermaye hareketleri dengesi
- Net hata ve noksan
- Rezerv hareketleri
Bu dört hesabın net bakiyesi toplam tanım gereği sıfırdır. Cari işlemler dengesi, ekonomide reel kesimin mal ticareti ile üretici faktörlerinin döviz gelir ve giderlerinin dengesini vermektedir.[3]
Cari işlemler açığının olduğu durumda, sermaye hareketleri fazla vermelidir. Cari açık doğrudan yatırımlar olarak adlandırılan ve uzun vadeli döviz girişleri yoluyla ya da sıcak para olarak kavramsallaştırılan, ‘kısa vadeli, borç artırıcı nitelikte, spekülatif” kaynak ile finanse edilebilir. Sıcak para ekonomiler için oldukça tehlike arz eder.
Cari işlemler dengesi içinde izlenen dış ticaret dengesi (ihracat-ithalat) üç yılda artmıştır. Dış ticaret açığı 2020’de bir önceki yıla göre yüzde 69 artışla 49,9 milyar dolar, 2021’de bir önceki yıla göre yüzde 7,5 gerileyerek 46,13 milyar dolar artmıştır. 2022 yılında ise dış ticarette son 27 yılın en yüksek açığı görülmüştür. Hem ihracatın hem ithalatın rekor kırdığı bu yılda dış ticaret açığı yüzde 138,9 artışla 110,2 milyar dolar olmuştur.
Cari açığın finansmanında önemli gelir kaynaklarından olan turizm gelirleri de pandemi yılı olan 2020’de 14,8 milyar dolar (2019’da 38,9 milyar dolar) olmuştur. 2021 yılında turizm gelirleri 24,4 milyar dolara, 2022’de 30,2 milyar dolara, 2023 yılının ilk 9 ayında ise 41,9 milyar dolara yükselmiştir. Pandemi öncesi yıl olan 2019 ile 2023 yılının ilk 9 aylık döneminde elde edilen turizm gelirleri karşılaştırıldığında gelirler yıllık bazda nominal olarak yüzde 40 artış göstermiştir.[4] Dolayısıyla turizm gelirleri dış ticaret açığını kapatmaya yetmemektedir.
Bu nedenle Türkiye’nin yabancı sermaye girişine olan bağımlılığı artmış olmasına rağmen, yabancı sermaye girişleri 2014 yılından bu yana kademeli olarak azalmıştır (Bkz. Tablo 1). 2015 yılında ülkeye 11 milyar 817 milyon dolarlık doğrudan yabancı yatırım girişi gerçekleşmişken, 2022 yılının tamamında doğrudan yabancı sermaye yatırımı 6 milyar 209 milyon dolar seviyesine kadar geriledi. Bu oransal olarak %47,45 gerilemeye tekabül etmektedir.
Dolar 2014 ocak-2023 ağustos ayları arasında enflasyon karşısında reel olarak %31,25 değer kaybetti. 2015 yılında Türkiye’ye giren 11 milyar 817 milyon doların 2022 yılı için parasal değeri 15 milyar dolardır. Doların yaşadığı değer kaybı da göz önüne alındığında söz konusu iki yıl arasında gerçekleşen sermaye girişinde reel olarak %58,6 oranında bir gerileme gerçekleşti. Bu kritik fark Türkiye’nin çekebildiği uluslararası sermaye girişlerinin yaşadığı dramatik düşüşü daha net ortaya koymaktadır.
Tablo 1. Türkiye’ye sermaye girişleri
(Milyon ABD Dolar) | 2014 | 2015 | 2016 | 2017 | 2018 | 2019 | 2020 | 2021 | 2022 | 2022 | 2023 | 2022-2023/Ağustos |
Ocak-Ağustos | Değ.(%) | |||||||||||
Uluslararası Doğrudan Yatırım Girişi (Net Yükümlülük Oluşumu)* | 13.337 | 19.263 | 13.835 | 11.190 | 12.450 | 9.549 | 7.700 | 13.325 | 13.374 | 8.671 | 6.286 | -27,51% |
Sermaye | 8.371 | 11.817 | 6.958 | 5.532 | 6.229 | 5.512 | 4.401 | 6.873 | 6.209 | 3.860 | 3.121 | -19,15% |
Diğer Sermaye (Net)[5] | 645 | 3.290 | 2.987 | 1.015 | 306 | -942 | -655 | 818 | 892 | 490 | 527 | 7,55% |
Gayrimenkul (Net) | 4.321 | 4.156 | 3.890 | 4.643 | 5.915 | 4.979 | 3.954 | 5.634 | 6.273 | 4.321 | 2.638 | -38,95% |
Kaynak: Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası[6]
İktidar 2020-2023 yıllarında cari açığı finanse etmek için kısa vadeli borçlanma, net hata ve noksan kalemi (kayıt dışı döviz giriş çıkışı) ve Merkez Bankası rezervlerini kullandı. Merkez Bankası brüt rezervleri artan ihracata rağmen 2018’de 72,9 milyar dolar iken 2022’ye gelindiğinde 68 milyar düzeyine geriledi. Rusya-Ukrayna savaşı ile Türkiye’ye giriş yaptığı düşünülen -net hata ve noksan kalemi ile izlenen- kaynağı belirsiz para girişi 2022’de 25,5 milyar dolara ulaştı. Ancak söz konusu sermaye girişi 2023 yılı ocak-ağustos döneminde 3 milyar dolara kadar geriledi (Bkz. Tablo 2).
2020’de 113 milyar dolar olan kısa vadeli dış borç 2021’de %10.2 artarak 125,6 milyar dolara, 2022’de ise %22.1 artarak 145.6 milyar dolara yükseldi. 2023’ün ağustos sonu itibarıyla kısa vadeli dış borç 211 milyar dolara ulaşarak rekor kırdı. Sıcak para yoluyla cari açığın finansmanı spekülatif ve borç artırıcı niteliktedir.
Tablo 2. Net hata ve noksan kalemi (Kaynağı belirsiz kaynak)
Milyon dolar | |
2023 (Ocak-ağustos) | 3.09 |
2022 | 25.96 |
2021 | 1.6 |
2020 | -7.5 |
2019 | -5.679 |
2018 | 21.319 |
2017 | -9.725 |
2016 | 9.922 |
2015 | 8.520 |
2014 | -1.449 |
2013 | 204 |
2012 | -66 |
Kaynak: Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Ödemeler Dengesi İstatistikleri (Eylül 2023)
2018’de %66 olan “merkez bankası brüt rezervlerinin kısa vadeli dış borç stokuna oranı”, 2022’de %46’ya geriledi ve 2001 krizi öncesindeki değerlerin de altına düştü.[7]
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası verilerine göre 2016 Eylül’de Devlet İç Borçlanma Senetlerini (DİBS) elinde tutanların %22,44’ü yabancı sermaye iken, bu oran ağustos 2021’de %6,97’ye kadar geriledi. Yine 2016 eylülde Devlet İç Borçlanma Senetlerinin (DİBS) elinde tutanların %32,8’i banka dışı sermaye grupları iken bu oran 2021 yılı ağustos ayında %20,90’a kadar geriledi. Buna karşılık Merkez Bankasının payı aynı dönemde %2,38’den 6,39’a, bankaların payı %42,39’dan 65,74’e çıktı.[8]
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının (TCMB) net rezervleri Temmuz 2022’de 20 yılın en düşük seviyesine geriledi. TCMB verilerine göre, temmuzda net rezervler 6,1 milyar dolar olarak kaydedildi. [9]
Enflasyon ise bu dönemde patladı. 2020 yılında yıllık %14,6 olan resmi tüketici enflasyonu, 2021’de yüzde 36.08, 2022’de yıllık yüzde 64.27’ye, 2023’ün henüz ekim ayında yüzde 61.36’ya fırladı.
Nadir görülmüş büyüklükte servet transferi
Kısa vadede kredi genişlemesine bağlı büyüme modeli kırılganlıkları ve artan enflasyon, ekonomiyi spekülasyona daha açık hale getirdi.[10] ISO 500’de yer alan Türkiye’nin en büyük 500 şirketinin faaliyet kârı 2018 yılında 108 milyar lira, 2019 yılında 92 milyar lira, 2020 yılında 143 milyar lira, 2021’de 342 milyar lira, 2022’de 671 milyar lira oldu.
Diğer yandan enflasyonun altında gerçekleşen faiz oranları, sermaye için ucuz krediye ulaşma imkanını artırdı. Faaliyet kârının 2021’e göre %96,3 arttığı 2022 yılında Türkiye’nin en büyük 500 şirketinin finansman giderlerindeki artış sadece %32,6 oldu.[11] Örneğin Koç Holding resmi enflasyonun %64,27 olduğu 2022 yılında %29,4 faiz ile 13,7 milyar liralık ucuz krediye ulaştı.
Ucuz finansman ile sermaye yeniden ihya edilirken makro ekonomik göstergeler de ekonominin büyüdüğünü, istihdamın artış gösterdiğini ortaya koydu.
2020’yi takip eden üç yıl içinde kredi büyümesine ve kaynağı belirsiz sermaye girişine bağlı olarak gerçekleşen iktisadi büyüme sonucu sermaye gelirlerindeki artış %80’i aştı. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre kâr, faiz ve kira gelirlerinin milli gelirden aldığı pay 2020’de %53, 2021’de %56,6, 2022’de %59 olurken, ücretlerin milli gelirden aldığı pay 2020’de %35,3, 2021’de %32,4, 2022’de %29,1 oldu.
2020, 2021 ve 2023 yıllarında ücretlilerin milli gelirden aldığı pay 7,5 puan geriledi. Sermaye hiper büyüdü, emek küçüldü. İktisatçı Prof. Korkut Boratav söz konusu yılları Türkiye iktisat tarihinde benzeri pek olmayan bir bölüşüm şoku olarak nitelemektedir.[12]
Kopuşa apolitik kılıf
Şimdi, çok değil birkaç aydır “kemer sıkacağını” ilan eden, TÜSİAD fetvalarına uygun “rasyonaliteye” eriştiklerini kaydeden, uluslararası sermaye akışını sağlamayı hedefleyen, Bakanıyla, Merkez Bankası Başkanıyla uluslararası sermayenin peşinde ülke ülke gezen bir ekonomi yönetimi var.
Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı tarafından eylül ayında yayımlanan ve 2024-2026 yıllarını kapsayan Orta Vadeli Program (OVP) kopuşun somut bir programı.
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek programın hedefini şöyle özetliyordu:
“İç talebin yeniden dengelenmesi ihtiyacı çok net; iç talep yavaşlayacak, yatırımcılara ihracata çok güçlü destek vereceğiz. Dar kesimlerinin alım gücünün kalıcı bir şekilde artırılmasında tek yol enflasyonu tek hanelere düşürmektir. Programın da ana hedefi, enflasyonu düşük tek haneye zamanla çekmek ve orada tutmaktır.”[13]
Bakan Şimşek göreve başlayalı beş aydan fazla süre geçti. Dört aylık resmi enflasyon %30’a yaklaştı ve emeklilerin ve dar gelirlilerin gıda enflasyonu %88-113’e çıktı.[14] Gerçek enflasyon daha da yüksek. Şimşek’e göre alım gücünün artırılmasının tek yolu olan enflasyon düşmedi.[15]
“Rasyonel” fetvalar alım gücünü artırmak bir yana dursun, alım gücünün gerilemesine neden oldu. Faiz de, işsizlik de, sıkı para politikası da… “Ekonomi kurallar bilimidir” ve başınıza gelecekler doğaldır! Peter Burnham’ın “apolitikleştirme” analizi bu “doğal olmayan doğal”a işaret ediyor. Alınan ekonomik kararların politik yönünü korunaklı bir alana hapsederek hem devlete güvenirliği artıran hem de kitlelere yeni rıza üretmeye dönük bir çerçeve sunulmaya çalışılıyor. Ancak bu tamamen politik bir süreç.[16] Esas olan bu ‘nötrlük’ ile uluslararası sermayeye güven vermek ve rıza üretmektir.
Sıkı para politikası ve OVP uzun zamandır teslim alınmış olsalar da sadece sendikaları değil, işçi sınıfının siyasal gücünü de hedef alıyor.[17] Yaratılmak istenen meşru zemin sermaye programının uygulanabilirliğini artırdığı gibi programa karşı durmanın imkanlarını da olabildiğince daraltmayı hedefliyor.
Kemer sıkma programı
Orta Vadeli Program (2024-2026) üç ana temelden oluşuyor: 1- Sıkı para politikası 2- Mali disiplin ve 3- Yapısal dönüşüm (Özelleştirme, tarıma yönelik hamleler vb.)
OVP, sermaye birikim sürecinin önünü açmaya yönelik sıkı para politikasına ve ücretlerin bastırılarak iç talebin daraltılmasına dayanıyor. Bir yandan ekonominin soğutulması (büyümede yavaşlama) diğer yandan yüksek faiz ile yeni finans kaynaklarına erişim hedefleniyor. Ancak OVP, yalnızca “enflasyonu düşürme” hedefi gütmüyor. İktidarın geleceğe dair izleyeceğini taahhüt ettiği politikalar paketi enflasyonu şu ya da bu şekilde düşürmeyi sağlayacaksa da sonuçları bakımından işçi sınıfının iktisadi ve sosyal koşullarında oldukça olumsuz etki yaratacak politikalar barındırıyor. Uluslararası sermayenin öncelenen talepleri ücretler, emeklilik, sermayeye teşvik, tarımsal yapı vb. alanlara yayılırken, söz konusu politikalar bölüşümde daha sert ve yeni bir model yaratmayı hedefliyor.
Bir kemer sıkma programı olan OVP’de yer alan para politikasına bakmak gerekiyor. OVP’de, “Enflasyonla mücadelede Merkez Bankası tüm politika araçlarını etkin bir biçimde kullanırken, maliye ve gelirler politikalarının para politikası ile eşgüdümü sağlanacaktır” denilmektedir.[18]
OVP’de yer alan bu ifadeler (Merkez Bankası ve hükümet cenahından gelen sinyaller) politika faiz artışlarının süreceğini (1 Mayıs 2023’te %8,5 olan politika faizi %35’e kadar çıkarıldı) göstermektedir.
Hükümet ve sermaye uluslararası finansman kaynaklarına muhtaç iken, uluslararası sermaye daha çok faiz geliri elde etmek istemektedir.
2 milyar avroya yakın parayı yöneten ve Avrupa’nın en büyük para yönetim şirketi Amundi, Türkiye’yi hâlâ pahalı bulduğunu açıklarken, faiz oranlarının en az %40-45’e çıkarılması gerektiğini kaydetmekte, dolar/TL kurunun ise 30-33 bandına kadar çıkmasını beklediklerini belirtmektedirler. Londra merkezli yatırım şirketi Abrdn da benzer şekilde hem faiz oranlarının artmasını hem de Türk Lirasının değersizleşmesini gözlemektedir. Avro bölgesinin en büyük üçüncü büyük finans şirketi Societe Generale Stratejisti Marek Drimal, “Yeni ekonomi ekibi Türkiye ekonomisini doğru yola sokmayı başarırsa, gelecek yıl önemli yatırım akışları gerçekleşebilir” demiştir. ABD’li yatırım bankası J.P. Morgan da benzer şekilde “daha fazla faiz” istemektedir.[19]
Özetle Avrupa ya da ABD’li, uluslararası sermayenin Türkiye’ye ilişkin yaklaşımı ortaklaşmaktadır: Türkiye bugün hâlâ pahalı, bize mahkum ve aceleye gerek yok!
‘Faiz lobisi’ ya da para sermaye… Borçlanma yoluyla peşine düşülen bu araç, patronlar için sermaye birikiminin en büyük araçlarından. Hızlı birikimin anahtarı finans sermayeye (bankalar ve öteki finans kuruşları vs.) erişimin elinde bulunmaktadır. Finans sermaye, “işsiz kalan” sermayenin (el konan toplumsal birikim), gelecekteki emek sömürüsü üzerine oynadığı kumar ile elde ettiği birikimdir.[20]
Para kapitalistlerinin elinde bulunan para, üretim sürecinde kullanılmakta ve artı-değerin bir kısmı faiz olarak ele geçirilmektedir. Dolayısıyla para kapitalistleri kârdan alabileceği en yüksek faizi almak ister.
OVP’de yer alan seçici kredi politikası, faizin artırılmasına olanak sağlayan “üretim, rekabet ve verimlilik” artışının hedeflendiğini ifade etmektedir:
“Yatırım Taahhütlü Avans Kredisi (YTAK) programı gözden geçirilerek kredi politikası parasal sıkılaştırma sürecini gözetecek şekilde, üretken sektörlerde ihracatı destekleyici ve yüksek katma değerli ürün gruplarına yönelik mevcut yatırım teşvik sistemiyle entegre bir biçimde seçici ve odaklı olarak daha etkin uygulanacaktır.”[21]
Bu hedefe yönelik olarak 2024 yılında uygulanması planlanan karar şu ifadelerle belirtilmektedir: “Yatırım-istihdam-üretim ve ihracata dayalı büyüme politikalarıyla fiyat istikrarı odaklı olarak reel sektörü destekleyen finansman imkânı sağlanacaktır.”[22]
Bu finansman ile yaratılan borçlu-alacaklı ilişkisi iki hizbe ve rekabete işaret etmektedir. Para sermaye ile sanayi sermayesi arasında gerçekleşen artı-değer bölünmesi, para sermayeye faiz olarak dönerken, sanayi patronlarının kârında baskıyı artırmaktadır. Artık değerden ayrılan faiz arttıkça, kapitalistler tarafından işçi sınıfının daha fazla tahakküm altına alınacağının taahhüt edilmesi gerekmektedir.[23]
Daha çok üret, daha çok rekabet et, daha çok sömür!
Bu sürecin ağır sınıfsal sonuçları bulunmaktadır. Türkiye’de sanayi patronlarının bu finansmana mutlak bağımlılığı mevcuttur ve zımnen, “İşçilerin sömürüsünden kâr etme koşullarım giderek dağılıyor. Gerekirse bazı işçileri işten atacak, daha az işçiyle daha çok üretim yapacağım. İşçileri daha çok sömürecek ve bu borcu faiziyle geri ödeyeceğim. Bunu yapamazsam üretimi kısacağım, işçilere yol vereceğim” demektedirler.
Reel ücretlere saldırı
Yılmaz Akyüz tarafından yapılan ve fiyat artışları sürerken uygulanan “sıkı para politikası”nın ücretler üzerindeki etkisini ele alan çalışması, kâr ve faiz arasındaki çekişmenin şirketler tarafından uygulanacak fiyatlama politikası ile tamamen ücretliler aleyhine sonuçlanabileceğini ortaya koymaktadır. Bu çekişmeden sanayi patronlarının zararsız çıkmasının yegane yolu, reel ücretlerin düşürülmesi yoluyla “nezaretçinin” payını ücretlerden kompanse etmesinden geçer.[24] Dolayısıyla sanayi patronları gözlerini ücretlere çevirecek ve ücretleri reel olarak eritmenin yollarını arayacaktır.
OVP ve iktidar cenahından gelen açıklamalar da bu yola işaret etmektedir. Ücret ve maaş zamlarının hedef enflasyona göre yapılmak istendiği anlaşılmaktadır. OVP’de yer alan, “Yönetilen/yönlendirilen fiyatlar geçmiş enflasyona endeksleme davranışının azaltılmasına yardımcı olacak şekilde belirlenecektir” ifadeleri ile Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in “Bundan sonra ücret düzenlemeleri hedef enflasyona göre yapılacak” ifadeleri birbirine paraleldir. Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan resmi enflasyon ile kamu ve özel sektör toplu iş sözleşmelerinde (TİS) ücret ve maaşlara yapılan enflasyon farkı artışı, 2024-2026 döneminde rafa kaldırılmak istenmektedir.
Bu, Türkiye işçi sınıfına karşı büyük bir saldırı planıdır.
Türkiye’de kamu sektöründe TİS kapsamında bulunan kamu emekçisi oranı yüzde 9.5, özel sektörde TİS kapsamında bulunan işçi oranı yüzde 5.5’tir.[25] Türkiye’de asgari ücret dışında bağıtlanan en büyük iki toplu sözleşme olan kamu toplu iş sözleşmesi ile 155 bin işçiyi doğrudan ilgilendiren Metal Sanayicileri Sendikası (MESS) grup toplu iş sözleşmesi başta olmak üzere, sözleşmelerin hemen hepsi 2 yıllıktır. Hem kamu sözleşmesi, hem de MESS sözleşmesi kapsamında çalışan emekçiler sözleşme dönemlerinin en az yarısında enflasyon farkı almak durumunda kalmışlardır. Dolayısıyla sözleşme dönemlerinin yarısında ücret ve maaş zamları fiilen resmi enflasyon oranında kalmış, ücret ve maaş zamları adeta Türkiye İstatistik Kurumu tarafından belirlenir hale gelmiştir. Bu, emekçilerin gelirlerinin reel olarak eriten önemli yöntemlerden biridir. Ancak ‘enflasyon hedeflemesi oranında zam’ ile toplu pazarlıklarda işçiler aleyhine yeni bir gedik açılmak istenmektedir.
İşçi sınıfının öyle ya da böyle bir kazanımı denilebilecek, tartışmasız biçimde toplu sözleşmelere yansıtılan “enflasyon farkı” zammı patronlarca artık tartışmaya açılabilecek ve pazarlık konusu haline getirilebilecektir.
Bu hamlenin gerekçesi OVP’de açıkça belirtilmiştir. OVP’ye göre enflasyonun temel sebebi “özel tüketim harcamalarında” yaşanan artıştır:[26]
“2023 yılının ilk yarısında yurtiçi nihai talep, özel tüketim öncülüğünde büyümenin sürükleyicisi olmuştur. Bu dönemde enflasyon beklentilerindeki bozulmanın da etkisiyle öne çekilen tüketimin sonucu olarak özel tüketim harcamaları %16,4 oranı ile kuvvetli bir artış kaydetmiştir.”[27]
2022 yılında %17,8 artan özel tüketim harcamalarının 2023 yılında %10,9 artacağı tahmin edilmektedir. Planlanan program hayata geçirilirse, 2024 yılında özel tüketim harcamaları 2024 yılında %3,5, 2025 yılında %4,3, 2026’da %4,4 artacaktır. Bu oran hane halkı tüketiminin sadece bir yılda üçte bire düşeceği anlamına gelmektedir. Kamu harcamalarının ise yıldan yıla düşürülmesi hedeflenmektedir. Kamu harcamaları 2022’de %5 büyümüşken, 2023’te %6 büyüyeceği tahmin edilmektedir. Kamu tarafından yapılacak harcamaların 2024’te %4,3, 2025’te %3,8 ve 2026’da %3,6 büyüyeceği öngörülmektedir.[28]
Hane tüketimine ilişkin projeksiyon gösteriyor ki 2024 yılı talebin en çok baskılanacağı, ücretlilerin iyice sıkıştırılacağı bir yıl olacaktır.
Türkiye’de 2022 yurttaşların tüketim harcamalarının yüzde 22,8’ini gıda, yüzde 22,4’ünü konut/kira, yüzde 21,3’ünü ulaştırma giderleri oluşturmaktadır. Bu üç kalem gelirin yüzde 66,5’ine ayrılmaktadır. Harcama payında en düşük pay %1,4 ile eğitim ayrılmaktadır. Sağlığa ayrılan pay %2,2’dir.
En düşük gelire sahip yüzde 20’lik dilim gelirinin %35,8’ini gıdaya, %29,3’ünü konut/kiraya, %8,3’ünü ulaştırmaya ayırmaktadır.
En düşük ikinci yüzde 20’lik dilimin gelirinin %29,8’ini gıdaya, %25,6’sını konut/kiraya, %14,1’ini ulaştırmaya ayırmaktadır.
Talebin kısılacak olması gıda, kira ve ulaşıma erişim imkanlarının sert biçimde daralacağını göstermektedir.
Toplumsal birikimin sermayeye transferi
Kamu yatırımları ve halk tasarruflarına ayrı bir parantez açmak gerekir. Halkın tasarruflarının devlet yatırımına dönüştüğü sıkça söylense de esasen bu tasarruflar para kapitalistlerinin kaynağını oluşturma yöntemlerinden biridir. OVP’de buna dair küçük bir izlek görülmektedir.
“Toplumsal birikim” faiz ödemeleri yoluyla para sermayeye akıtılır. Bu mekanizmaya dair bir ipucu devletin faiz ödemeleri izlenerek görülebilir. Bunu kamu yatırım harcamalarıyla[29] karşılaştırmak çarpıcı bulguları önümüze koymaktadır.
2022 yılında devletin faiz harcaması 327,7 milyar liradır. Buna karşılık yatırım harcaması ise 430,8 milyar düzeyinde gerçekleşmiştir. Bir kıyaslama ile, faiz harcamalarının yatırım harcamalarına oranı 2022’de %75,37 seviyesindedir.
2023 yılında faiz harcamalarının 663,6 milyar liraya çıkacağı öngörülürken yatırım harcamalarının 789,8 milyar lira olacağı tahmin edilmektedir. Böylece yine faiz harcamalarının yatırım harcamalarına oranı 2022’ye göre artarak %84,02’ye çıkacaktır.
OVP’ye göre ise 2024 yılında faiz harcamaları yatırım harcamalarını aşacaktır. Faiz harcamaları 1 trilyon 276 milyar liraya; yatırım harcamaları 1 trilyon 108 milyar liraya çıkacaktır. Böylece faiz harcamalarının yatırım harcamalarına oranı %115 olacaktır.
2025 yılında da söz konusu ivme sürecektir. Faiz harcamaları 1 trilyon 833 milyar liraya, yatırım harcamaları 1 trilyon 350 milyar liraya çıkacaktır. Faiz harcamalarının yatırım harcamalarına oranı %135’e çıkacak. 2026 yılında ise faiz harcamaları 2 trilyon 321 milyar liraya, yatırım harcamaları 1 trilyon 582 milyar liraya çıkacak. Faiz harcamalarının yatırım harcamalarına oranı yüzde 146 olacak. Dolayısıyla devlet yatırımlarının neredeyse 1,5 katı faize ayrılacaktır.
Başka bir karşılaştırma ile 2022 yılında GSYH’nin %2,2’si faize ayrılırken, 2023’te %2,6’sı 2024’te %3.1’i, 2025’te %3,5’i, 2026’da %3,7’si faize ayrılmaktadır.[30]
2024 yılında devlet gelirlerinin 8,4 trilyon lira olması beklenmektedir. Bu tutarın %14.28’i faiz ödemelerine ayrılacaktır.
Dolayısıyla devlet bütçesinin işçi sınıfını destekleyebilecek (barınma, eğitim, sağlık, emeklilik sistemi vb.) kamu harcamaları için değil, işçi sınıfı aleyhine bir gelir transfer aracı olarak kullanılması yeniden planlanmıştır.
Böylece toplumsal tasarruf eğitim, sağlık, belediye hizmetleri gibi kamu yatırımları için kullanılmayacak, devlet kurumlarında merkezileşecek ve sanayi sermayesinin kullanacağı bir potansiyel para sermayeye dönüşecektir.[31] OVP, devletin bu işlevine de işaret etmektedir.
Bir yandan toplumsal tasarrufun servet sahiplerine transferi planlanırken, diğer yandan bu tasarrufun sahibi işçi sınıfı ve çocukları için ‘çalış ve öl’ ‘kaderi’ çizilmek istenmektedir. Hükümetin 5 yıllık plan ve hedeflerini ortaya koyan On İkinci Kalkınma Planında sosyal güvenlik sistemine ilişkin önemli vurgular, kadınlarda 58, erkeklerde 60 olan emeklilik yaşının 65’te eşitlenmek; aylık bağlama sisteminin yeniden düzenlenerek emekli aylıklarının reel olarak düşürülmek istendiğini ortaya koymaktadır. Programda, “Sosyal güvenlik sisteminin mali sürdürülebilirliğinin sağlanması amacıyla emeklilik kriterlerinin belirlenmesinde doğuşta beklenen yaşam süresi artışı[32] ile uyumlu otomatik ayarlama mekanizmalarına ilişkin çalışmalar yapılacak”[33] denilmektedir.
“Emekli aylıkları düşürülecek, daha uzun yıllar çalışılacaksa primler düşecek, ücretler artacak” şeklinde oluşabilecek ‘iyimser’ tahminlerin önünü yine söz konusu 5 yıllık program kapatmaktadır. Programa göre sosyal güvenlik sisteminde prim tahsilatları artırılacaktır. Yani devlet işçilerin 65 yaşına kadar emeklilik hakkı olmaksızın çalışmasının önünü açacak; çalışan işçiden alabileceği en yüksek primi alacak, emekliye ise emeklinin rıza göstereceği en düşük faydayı sağlamayı hedef edinecek.
Çalış, daha çok çalış!
İç talebin kısılacağı, faiz ödemelerinin artacağı bu yıllar, işçi sınıfının çalışma koşullarının da ağırlaşacağına ve işsizliğin artacağına ilişkin projeksiyon ortaya koyar.
2023 yılında işsizlik oranının %10,1 olarak gerçekleşeceği tahmin edilirken, OVP’ye göre işsizlik oranı 2024 yılında %10,3’e çıkacaktır.
Dolayısıyla OVP hedefleriyle Türkiye’de “her zaman sömürülmeye hazır” insan kitlesi artacaktır.
“Tümüyle sermayeye ait” bu orduyu hükümetin nicel olarak iki ana yöntem ile büyütmek istediği görülmektedir: 1- Var olanı daha çok sömür, 2- Sömürüye tabi kılacağın göçmeni getir!
OVP’de, “Yurtiçinden temininde zorluk yaşanan hallerde işgücü piyasasının farklı vasıflarda ihtiyaçlarını karşılamak üzere göç ve istihdam politikalarının dengeli bir şekilde uyumlaştırılması sağlanacaktır” denilmektedir. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’ın aşağıdaki çarpıcı ifadeleri ile OVP’nin resmi dilinin arkasındaki gerçeği göstermektedir:
“Geçenlerde Ankara Sanayi Odası Başkanımız (Seyit Ardıç) bana geldi, ‘100 işçi arıyoruz, 70’ini buluyoruz, 30’unu bulamıyoruz’ dedi. Kırsal alanda çoban bulamadığımız herkesin malumu… Petrol Ürünleri İşveren Sendikası yöneticileri geldi, benzin istasyonlarında araçlara gaz dolduracak pompacı arıyorlar. ’10 bin kişiyi yarın gönderin, işe başlatalım, bulamıyoruz’ dediler.
“Vatandaşlarımızın inşaat, imalat madencilik gibi daha zorlu ortamlarla ilgili çalışma arzusunun düştüğünü görüyoruz. Bu gerçeğe gözümüzü kapatamayız.
“Türkiye’nin düzenli göçe ihtiyacı var. Önümüzdeki dönemde ihtiyaç duyduğumuz nitelikleri iyi tespit ederek, ülkeleri daha bilinci seçerek, nereden ne kadar göç alacağımıza iyi karar vererek, planlayarak belli oranda düzenli göç yapmak durumundayız.”[34]
Yılmaz’ın eksik bıraktığını tamamlamak gerekir. Göçmen işçi emeği, sömürü oranını artırmak için emeğin “esnekliğini” artırmaya yönelik neoliberal program ile doğrudan bağlantılıdır. Sermaye, göçmen işçilerin istihdamı ile bir yandan ücretleri düşürme gayreti gösterirken, diğer yandan işçi sınıfı üzerindeki tahakkümü artırmak, sınıf-içi rekabeti yükseltmek ister. Irksal-etnik ayrım ya da yerli-yabancı işçi ayrımı ile düşmanlaşma körüklenir. Formel istihdamda yer alan işçiler ile enformel istihdamda yer alan işçiler arasında hiyerarşi oluşturulurken, işçiler arası rekabet artar.
Yılmaz’ın kendisine yakındığını söylediği Ankara Sanayi Odası Başkanı Seyit Ardıç, işçi aramak için ilçedeki camilerin hoparlörlerinde anons yaptırmak zorunda kaldığını söylemiştir.[35] 1990’lı yıllar ile birlikte başlayan ve son yıllarda patronların göçmen emeğine artan talebi esasında emek maliyetlerini düşürme arayışıdır. Mülteci işçi anlatımları, bunu desteklemektedir:
“Bizler de ucuza çalışmak istemeyiz, suç bizim mi? Yoksa bizi kayıt dışı, güvencesiz çalıştıran patronun ve patronu denetlemeyen devletin mi?” (Iraklı Mülteci işçi)
“1 gün işe gelmeyen işçinin 2 günü, 2 gün işe gelmeyenin 4 günü kesiliyor. Mültecilerin hastalanma hakkı, dinlenme hakkı yok. Maaşını ve yevmiyesini, fazla mesaisini hesaplaması yasak” (Bir mülteci cam işçisi)[36]
“Sigorta yapar mısınız dediğimde, yapmazlarsa da çalışıyorum. Yeğenim 15 yaşında, haftalık 800 lira alıyor. Biri işten çıkarıldığında mesela, bizi suçlayan oluyor ‘onu aldılar’ diye ama öyle bir şey yok. Hepimizin iki eli, iki bacağı var, aynı işi yapıyoruz. Geçinemiyoruz ama ekmeğimizin başındayız”[37]
Yeni vergiler geliyor
Programın mali ayağı yeni vergilerin yolda olduğuna işaret etmektedir. OVP’ye göre, vergi yükü (sosyal güvenlik primleri dahil) gayrisafi yurt içi hasılanın (GSYH) 2022’de %20,8’i olmuştur. Söz konusu vergi yükünün 2023’te %22,9’a çıkarılması hedeflenmektedir. Söz konusu oranın 2024-2026 döneminde sırasıyla %24,5, %24,3 ve %24,4 olması hedeflenmektedir. Bu rakamlar, program boyunca vergi yükünün yaklaşık 1,5 puan artacağı anlamına gelmektedir.
Program sürpriz yapmıyor, artan kârların vergilendirilmesine dair herhangi bir emare bulunmamaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan kararıyla %18’den %20’ye çıkarılan KDV oranında indirim söz konusu değil. OVP, yine bilindik ezberi tekrarlıyor ve “Vergiyi tabana yayacağım” diyor:
“Kamu mali yönetiminde sürdürülebilir ve sağlıklı gelir kaynaklarının artırılması için vergi tabanının genişletilmesi ve vergilemede gönüllü uyumun artırılmasına yönelik çalışmalar sürdürülecektir.”[38]
Söz konusu maddenin hemen ardından gelen madde ise bize ipucu veriyor:
“Vergi politikalarında büyüme ve sosyal adalet ilkeleri ekseninde yatırımı, istihdamı, üretimi, ihracatı ve rekabet ortamını destekleyen gelir politikalarının önceliklendirilmesine devam edilecektir.”[39]
Aynı programın hazırlayıcıları, sermayeden 2024’te 2,2 trilyon, 2025’te 2,7 trilyon, 2026’da alması gereken 2,6 trilyon liralık vergiyi tahsil etmekten vazgeçmiştir.[40] Hedef açıktır: Vergi yükü işçi sınıfının üzerine yıkmak, şirketlerin artan kârına (yatırımına, üretimine, ihracatına ve rekabetine) halel getirmemek.
Sonuç
Geçmiş son birkaç yıllık bölüşüm şoku üzerine hazırlanan OVP açıkça vahşi bir sermaye programıdır. Geleceğe ilişkin oynanan ‘kumar’ ile sermaye birikimini artırmak hedeflenirken, ekonomik büyüme daha fazla sermaye girişine bağımlı kılınacak. Borç artırıcı, uluslararası sermaye girişine daha çok bağımlı model Türkiye işçi sınıfının sorunlarını çözmek bir yana, sorunların derinleşmesine neden olacaktır.
Ücretlerin düşürüleceği, düşük gelirli gruplardan servet sahiplerine kaynak transferi yapılacağı ilan edilmektedir.
Elde ettiği her 3 liradan en az 2 lirasını gıda, kira ve ulaşıma ayırmak zorunda kalan emekçilerin üzerindeki tahakküm artırılmak istenmekte, daha ağır, daha esnek, daha güvencesiz çalışma koşulları dayatılmaktadır.
Girişte bulunan alıntıda yer verdiğimiz O’Connor isimli avukat gibi zımnen, “Bu doğaldır, bilimseldir. Rasyonel olan bu köle-efendi ilişkisinde kölenin efendisine boyun eğmesi şarttır. Beklenmeli ve sabredilmelidir. Başkaca yol yoktur” diyorlar.
“Başkaca yol” vardır. Türkiye işçi sınıfına karşı ağır bir saldırı paketi olan bu politikaların hangi ölçüde uygulanacağı ya da çöpe atılıp atılmayacağını sınıflar mücadelesinin seyri belirleyecektir.
[1] Karl Marx, Kapital’in üçüncü cildinde New-York Daily Tribune isimli gazetenin 20 Kasım 1859 sayılı nüshasında bulunan bu haberden alıntı yaparak denetim ve yönetim işinin, sermaye ile emek arasındaki zıtlıktan, sermayenin emek üzerindeki egemenliğinden doğduğuna işaret eder. Marx, K. (2017) Kapital: 3. Cilt, çev. A. Bilgi, Sol Yayınları, Ankara, sf. 341.
[2] Euronews (2023) “Mehmet Şimşek’ten ilk açıklama: Rasyonel bir zemine dönme dışında seçenek kalmamıştır”, https://tr.euronews.com/2023/06/04/mehmet-simsekten-ilk-aciklama-rasyonel-bir-zemine-donme-disinda-secenek-kalmamistir
[3] Yeldan, E. (2005) “Türkiye Ekonomisi’nde Dış Açık Sorunu ve Yapısal Nedenleri”, Çalışma ve Toplum, https://www.acarindex.com/dosyalar/makale/acarindex-1423874179.pdf
[4] Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ve Merkez Bankası verilerinden derlenmiştir. Veriler TÜİK verileri ile birebir aynı olmayabilir.
[5] Uluslararası Sermayeli Firmaların Yabancı Ortaklarından Aldıkları Kredi
[6] Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası tarafından uluslararası doğrudan yatırım verilerinin Sanayi Bakanlığı tarafından IMF normlarına uygun olarak hazırlanmış versiyonundan alınmıştır.
[7] Orhangazi, Ö. ve A. E. Yeldan (2023) “‘Türkiye Modeli’-2021 ve Sonrası: Rastgele Hedefler, Gerçekleşmeler ve Bir Bilanço”, ODTÜ Gelişme Dergisi, 50, 171-194.
[8] Merkez Bankası Devlet İç Borçlanma Senetlerinin (DİBS) Elinde Tutanlara Göre Sektör Dağılımı verileri.
[9] Bloomberg HT (2022) “TCMB’nin net rezervi 20 yılın en düşük seviyesinde” https://www.bloomberght.com/tcmb-nin-net-rezervi-20-yilin-en-dusuk-seviyesinde-2311060
[10] Cari açığın finansmanında kullanılan Merkez Bankası rezervleri net olarak -Swap anlaşmaları hariç- uzun süredir eksidedir. Söz konusu durum kısa vadede vurgun yapmak isteyen uluslararası sermaye için geniş bir spekülatif alan yaratmıştır. Örneğin, Türkiye piyasasına giren bir sermayedar, parasını Türk lirasına çevirerek yüksek faiz geliri elde ettikten sonra parasını tekrar dövize çevirir ve ülkeden birikim yaparak kısa vadede çıkar. Bu tip spekülatif ataklar ülke ekonomisinde kırılganlığı artırır.
[11] İstanbul Sanayi Odası tarafından yayımlanan “ISO 500 Türkiye’nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu” verilerinden derlenmiştir.
[12] Sol (2023) “Millî gelir büyüyor; ücretliler kaybediyor”, https://haber.sol.org.tr/yazar/milli-gelir-buyuyor-ucretliler-kaybediyor-338102
[13] Hürriyet (2023) “Şimşek’ten OVP değerlendirmesi: Ücret düzenlemeleri hedef enflasyona göre yapılacak” https://bigpara.hurriyet.com.tr/haberler/ekonomi-haberleri/simsekten-ovp-degerlendirmesi-ucret-duzenlemeleri-hedef-enflasyona-gore-yapilacak
[14] DİSKAR (2023) “Dört aylık resmi enflasyon yüzde 30’a yaklaştı!”, https://arastirma.disk.org.tr/?p=10542
[15] Sermayeye destek sürdü. Şimşek Koç Holding’e ait Arçelik’in uluslararası piyasadan sağladığı 400 milyon dolarlık kredi ile Rönesans Holding’in uluslararası piyasadan sağladığı 781 milyon euro’luk krediyi 19 Eylül’de duyurdu.
[16] Burnham, P. (2003) “Küreselleşme, Apolitikleştirme ve ‘Modern’ Ekonomi Yönetimi”,
Praksis, 9, 163-182, sf. 177.
[17] Bonefeld, W. ve J. Holloway (2007) Küreselleşme Çağında Para ve Sınıf Mücadelesi, Otonom Yayıncılık, İstanbul, sf. 83.
[18] Orta Vadeli Program (2024-2026), https://www.sbb.gov.tr/wp-content/uploads/2023/09/Orta-Vadeli-Program_2024-2026.pdf, s.21
[19] Bloomberg (2023) “The Bond Trade of 2024 in Emerging Markets May Beckon in Turkey”, https://www.bloomberg.com/news/articles/2023-11-06/the-bond-trade-of-2024-in-emerging-markets-may-beckon-in-turkey
[20] Bonefeld ve Holloway, age, sf. 18.
[21] Orta Vadeli Program, sf. 23.
[22] Orta Vadeli Program, sf. 66.
[23] Fine, B. ve A. Saad-Filho (2010) Marx’ın Kapitali, çev. N. Satlıgan, Yordam Kitap, İstanbul, sf. 113.
[24] Akyüz, Y. (1984) “Faiz ve Enflasyon Üzerine”, Yapıt, 6, 17–43, sf. 33.
[25] DİSKAR (2022) “Salgın döneminde toplu iş sözleşmesi kapsamı geriledi!”, https://arastirma.disk.org.tr/?p=8614
[26] Merkez Bankası tarafından yayımlanan Enflasyon Raporuna göre (2023-3, sf. 31-50) raporuna göre asgari ücrete yapılan yüzde 34 zammın tüketici enflasyonuna olası etkisi 2,7-4,1 puan arasındadır. Aynı raporda aynı yıl gerçekleşen vergi zamlarının (KDV oranı yüzde 18’den yüzde 20’ye yükseltilmiştir) tüketici fiyatlarına etkisinin yüzde 5,51 olduğu saptanmıştır. Çalışmada şirketlerin artan kârlarının enflasyona etkisi yer almamaktadır. IMF tarafından yapılan araştırma Avrupa’da şirket kârlarının enflasyonun itici gücü olduğunu ortaya koymuştur. IMF raporuna göre enflasyonun yüzde 45’i yükselen şirket kârları nedeniyle gerçekleşirken, enflasyonun yüzde 40’ı artan ithalat fiyatları nedeniyle oluşmuştur. İşçi ücretlerinin enflasyondaki payı ise sadece yüzde 15.
[27] Orta Vadeli Program, sf. 7.
[28] Orta Vadeli Program, sf. 41.
[29] Kamu Yatırım Harcamaları kalemi bütçede izlenir ve bu yatırımlar devletin üretim kapasitesini artırır.
[30] Orta Vadeli Program, sf. 45.
[31] Fine ve Saad-Filho, age, sf. 110.
[32] “Beklenen yaşam süresinde artış” neoliberal saldırı programı kapsamında yer alan emeklilik yaşının yükseltilmesine ilişkin küresel anlamda bir dayanak noktası olmuştur. TÜİK verilerine göre Türkiye’de beklenen yaşam süresi erkeklerde ortalama 74,8 yıl, kadınlarda ortalama 80,3 yıldır.
[33] 12. Kalkınma Planı (2024-2028) https://onikinciplan.sbb.gov.tr/wp-content/uploads/2023/11/On-Ikinci-Kalkinma-Plani_2024-2028.pdf, sf. 76.
[34] Sözcü (2023) “Cevdet Yılmaz: Türkiye’nin düzenli göçe ihtiyacı var”, https://www.sozcu.com.tr/2023/ekonomi/cevdet-yilmaz-turkiyenin-duzenli-goce-ihtiyaci-var-7841342/
[35] Habertürk (2023) “Fabrikada çalıştırmak için camiden eleman anonsu”, https://www.haberturk.com/cami-hoparlorunden-eleman-anonsu-3606223-ekonomi
[36] Evrensel (2022) “Kayıt dışı, güvencesiz çalışma ve sömürü kıskacında mülteci işçiler”, https://www.evrensel.net/haber/477195/kayit-disi-guvencesiz-calisma-ve-somuru-kiskacinda-multeci-isciler
[37] Evrensel (2022) “Ankara’daki mülteci işçiler: Nerede karnın doyarsa orası senin vatanın oluyor”, https://www.evrensel.net/haber/460394/ankaradaki-multeci-isciler-nerede-karnin-doyarsa-orasi-senin-vatanin-oluyor
[38] Orta Vadeli Program, sf. 28.
[39] Orta Vadeli Program, sf. 28.
[40] Evrensel (2023) “Sermayeye 8 trilyon liralık vergi ‘affı’”, https://www.evrensel.net/haber/502450/sermayeye-8-trilyon-liralik-vergi-affi