| Çetin Akdeniz

Seçim kararı, işçi ve emekçilerin, küçük üretici ve esnafın izlenen ekonomik-sosyal politikalara duydukları tepkileri çeşitli yöntemlerle dışa vurmakta oldukları bir dönemde, depremin yol açtığı yıkım nedeniyle yaşanan “infial” koşullarında ilan edildi. Düşük ücret, işsizlik, yoksulluk ve hayat pahalılığı, grev yasakları ve siyasal baskı; muhalif gazeteci ve politikacıların saldırıya uğraması ve gözaltına alınması, İstanbul Sözleşmesinin iptali ve 6284 sayılı yasanın kaldırılması, HDP’li belediye yönetimlerinin görevden alınması ve yerlerine kayyım atanması, partinin çeşitli düzeylerdeki yöneticilerinin tutuklanması, muhaliflere karşı provokasyon tertipçiliği, deprem-su baskını gibi doğa olaylarının yıkıcı etkilerine karşı zamanında ve yeterli önlem alınmaması vb. sorunlar tepki nedeniydi. Bu tepkiler giderek artıyor; değişim istemi ve ihtiyacı dile getiriliyordu. 6-7 Şubat depremleri bu tepki birikiminin “Hükümet İstifa!” sloganlarıyla stadyumlara da yansımasına yol açtı.

Kuşkusuz bu henüz bir kopuş durumu değildi: İşçi sınıfı başta olmak üzere halk hareketinin sermaye güçlerine karşı örgütlü birleşik bir güç oluşturamamış olması, burjuva iktidarının ve burjuva partilerinin manipülatif açıklamalarla durumu idare etmesini; kitleleri “ölçülü vaatler”le yedekleme politikasında görece başarılı olmasını ve sorunların çözüm bulacağı beklentisinin emekçilerin saflarında kabul görmesini olanaklı kılıyordu. Milyonlarcası sendikal örgütlenmeden dahi yoksun olan işçilerin sendikal örgütlenme içinde yer alanlarının büyük çoğunluğu HAK-İŞ, TÜRK-İŞ gibi sendikal konfederasyon merkezlerinin işbirlikçi yönetimleri tarafından devlet iktidarı ve burjuvazi yararına politikalar çizgisinde tutulmaktaydı.

Gelgelelim yaşam için zorunlu temel ihtiyaç maddelerinin fiyatları giderek artıyor, ekonomik büyümeye rağmen emekçilerin yaşam ve çalışma koşulları kötüleşiyor, yoksulluk artarak sürüyor, bu da tepkilerin artmasına ve yayılmasına yol açıyordu. Erdoğan birçok iktisatçının ortak fikri olarak işaret edilen ekonomideki kötüleşmenin sonraki süreçte daha büyük tepkilere yol açacağını hesaplamış olmalı, ki böylesi koşullarda seçim kararını ilan etti.

 

Seçim ortamı ve artan baskılar

2023 seçimleri ağır baskı koşullarında gerçekleşti. Erdoğan yönetimi, devrimci ve burjuva muhalefet partilerine karşı bir tür savaş karargâhı gibi çalıştı. Devletin tüm kurumları ve yukarıdan aşağıya bürokratik kademeler muhalefete karşı harekete geçirildi. İşçi sınıfı başta olmak üzere emekçilerin talepleri ve çıkarları için mücadele eden devrimci ve sosyalist muhalefete yönelik baskı, yasak ve saldırılar bir yana, burjuva sistem partilerinin seçim çalışmaları da her tür araç ve yöntemle etkisiz kılınmaya çalışıldı. Parmağa boya şartı kaldırıldı, sandık kurulları ve seçmen bölgeleri AKP-MHP lehine sonuçların elde edilmesine hizmet edecek şekilde düzenlendi. Kürt nüfus yoğunluklu kent ve kırsal bölgelerde jandarma kuşatmasıyla seçmenler üzerinde baskı oluşturuldu. Buna sandık hileleri eşlik etti. Yeşil Sol Parti’ye verilmiş ve toplamında büyükçe bir miktar oluşturan oylar MHP ya da AKP’ne kaydırıldı. Muhalefeti sindirme operasyonlarının başındaki bakan, muhalif gazetecileri, yazarları, belediye başkanlarını, politikacıları, avukatları, yaşam alanlarının korunmasını savunanları polis-jandarma zoruyla toplayıp zindanlara yollayarak iktidar sultasını baskı, hile ve entrikalar eşliğinde sürdürmeye soyunmuşken, muhalefetin kazanmasıyla sonuçlanması durumunda, bunun bir siyasi darbe olacağını ileri sürdü.[1] Kaybetme riski provokasyon ve çatışma politikasıyla aşılmaya ve muhalif seçmenin yoğun olduğu yerlerde oy kullanma oranı düşürülmeye çalışıldı.

Devlet gücünü ve olanaklarını hiçbir kural ve sınır tanımaksızın kullanan Erdoğan yönetimi, yanına MHP, YRP ve HÜDA PAR’ı da alarak muhalefetin her türüne karşı yalana ve karalamaya dayanan saldırgan bir propaganda yürüttü.[2] AKP’nin hazineden aldığı seçim harcamalarına, Fahrettin Altun’un başında bulunduğu propaganda-iletişim başkanlığının parti propagandası için harcadığı para eklendi. Bu kaynak sadece Nisan 2023 için 282 milyon 963 bin TL’dir.[3] AKP’nin seçim rüşvetleri faturası 149.3 milyar lira oldu.[4] Deprem bölgesinde yıkılan bina, yol, köprü, tünel vb. yapımı için ayrılan ya da halihazırda harcanan para buna dahil değil.

Erdoğan-Bahçeli cephesinin propagandacıları muhalefeti “terör” suçlamasıyla vurmaya çalıştılar ve teröristlerle işbirliği yalanını inandırıcı kılmak için montajlanmış sahte görüntülerle Kılıçdaroğlu’na ve “Millet İttifakı” partilerine karşı sabotaj politikası izlediler. “Kandil’dekilerle ve FTÖ ile işbirliği” yalanı son ana dek servis edildi. Onlara göre HDP -sonrasında Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi- “zaten teröristlerin meclisteki uzantısı”ydı! Kapatılma baskısı altında kendi adıyla seçime katılması engellenen HDP’nin çeşitli kademelerden çok sayıdaki yöneticisi gözaltına alındı ve siyasi yasak tehdidi altında tutulan etkin politikacılarının aday olmamaları için entrikacı bir yargı süreci yürütüldü. Sandık başında görevli bulunduramayacağı kararı verildi ve böylece sandıkların çoğu yerde sadece iktidar yandaşlarının kontrolünde kalması sağlanarak, oy kaydırmalarla muhalefetin alacağı oyların düşürülmesi hedeflendi.

Erdoğan yönetimi batılı ve doğulu emperyalistlerle sarmaş dolaş olmasına rağmen, burjuva muhalefetin NATO’cu-Batıcı çıkışları, ona sahte anti-emperyalist söylem olanağı sağladı. Erdoğan, Kılıçdaroğlu ve “altılı masa” ekibini ABD ve İngiliz emperyalistleriyle işbirliği yapmakla suçlayarak emperyalizm karşıtı hassasiyetleri istismar olanağı buldu. “Yeni yüzyıl Hans’ın, Coni’nin değil Türk’ün yüzyılı olacak” söylemiyle kitleler iktidar politikaları yönünde davranışa çağrıldılar.

Din kitleleri yönlendirici gerici politikanın kullanışlı malzemesi olarak kullanıldı. Seçim kampanyası kapsamında diyanet ordusu ve tarikat-cemaat örgütleri seferber edildi. Camide içki içme iddiası -ki defalarca yalanlanmıştı- yeniden gündeme getirildi. Erdoğan İsmailağa Cemaati’yle, çeşitli tarikat ve cemaatlerle, Hizbullahçı ve kontra para-militer güçlerle işbirliği yapıldı. Ayasofya’da, Sultan Ahmet ve Çamlıca Camilerinde düzenlenen toplu namazlarda fetih çağrısı yaptı. Kılıçdaroğlu’nu zora düşürmek için seccade provokasyonu düzenlendi. Kılıçdaroğlu’nu, Alevi inancı nedeniyle seçim meydanlarında yuhalatanlar onu mezhepçilik ve etnik kimlikçilik yapmakla suçladılar.

Tüm bu baskı ve saldırı kampanyasına, kitlelerin işsizlik, pahalılık ve yoksulluk nedeniyle içinde oldukları huzursuzluk ve tepkileri düşürmek için uygulamaya geçirilen geçici seçim tavizleri, Erdoğan ve partisinin çok daha büyük oranda destek kaybına uğramasını engelleyici işlev görmekle kalmadı, ikinci turda yeniden oyunu artırmasının da etkeni oldu.

 

Seçim sonuçları: Etkenler ve değişimin boyutları

Seçim sürecine girilirken iktidar cephesi başından itibaren ayrıcalıklı baskın güç konumundaydı. Erdoğan yönetiminin dayandığı sermaye gücü 21 yıllık süreçte giderek artan şekilde palazlanmış, sadece müteahhit şirketler değil silah üretiminden enerji ve gıda şirketlerine ekonominin temel öneme sahip bazı sektörleriyle ulaşım ve iletişim tekele alınırken, sağlık ve eğitim hükümet mensupları ya da işbirlikçisi şirketlerle holdingleşen tarikatların eline geçmiş ve sosyal-ekonomik hayatın hemen tüm alanlarında parti-devleti etkinliği tesis edilmişti.

Oluşturulan sömürü ve rant zinciriyle servetlerini büyüten sermaye sahipleriyle oligarşik yönetim için ayrıcalıklı durumun sürdürülmesi başlıca öncelikti ve tüm diğer unsurlar bu öncelik tarafından belirlenmekteydi. Nazi propaganda-iletişim pratiğinden kopyalanmış ve teknolojik gelişmelerin etkin kullanımıyla güçlendirilen kara propaganda aracılığıyla devrimci ve burjuva muhalefet düşman olarak gösterildi. İktidar kaynaklarınca beslenen medya tabyaları aracılığıyla olay ve gelişmeler ters yüz edilerek kitleler iktidar politikaları doğrultusunda yönlendirilmeye çalışıldı. İşçi ve emekçiler, Togg, Altay Tankı, Yavuz Sultan Selim Köprüsü, Avrasya Tüneli, İHA/SİHA’lar, Hürkuş gibi araçlarla avunmaya çağrıldılar. Her yıl Eylül ayında yapılan TEKNOFEST güç gösterimi seansları seçim öncesine alınarak Erdoğan’ın başkanlık yelkenleri şişirildi. Erdoğan şoven milliyetçi ve siyasal İslamcı söylem eşliğinde çok geniş olanakları ve güçleri seferber etti. Bütçe kaynaklarını, devlet araçlarını, bürokrasiyi, para-militer güçleri kendisi, partisi ve ittifak ettiği partiler için kullandı.

Muhalif burjuva ittifakın gücü ise aynı zamanda güçsüzlüğü de barındırıyordu. Birkaç partinin bir araya gelmesi, iktidarın izlediği politikaların arayışa sürüklediği kitlelerin bir kesimi için sonuç alıcı olma beklentisini güçlendirici rol oynamaktaydı. Ancak yeni kurulmuş olan ve Babacan-Davutoğlu gibi eski AKP’li bakanların başında oldukları partilerin %1-2 gibi oldukça düşük bir oy potansiyeli vardı. Saadet Partisi’ni destekleyenlerin bir kısmının Kılıçdaroğlu’na destek vermeyebileceği öngörülüyordu. DP’nin oy tabanı küçüktü. İyi Parti’de yaşanan iç çekişme ve Kılıçdaroğlu’na mesafeli duruş, bu partinin hem kendi oyunu düşürme hem de Kılıçdaroğlu’na desteği azaltma işlevi gördü.

Bütün bunlara rağmen, 2018 seçimleriyle kıyaslandığında 2023 14 Mayıs seçimlerinde Erdoğan %2,5, AKP %7,1, MHP %1 civarında oy kaybetti. Erdoğan’ın oyu %52’den %49.5’e geriledi.[5] Oy kaybı sadece İstanbul, Bursa, İzmir gibi büyük sanayi kentlerinde (işçi ve eğitimli genç nüfusun yoğunluk oluşturduğu merkezler) yaşanmadı. Konya, Kayseri, Erzurum, Rize, Maraş, Trabzon, Antep ve Sivas gibi kentlerde de AKP’nin oylarında düşüş görüldü. AKP Adana’da 4,7; Ankara’da 8,13; Aydın’da 4,50; Bursa’da 8,06; Balıkesir’de 7,40; Elazığ’da 9,54; Erzurum’da 10,81; Gaziantep’te 7,45; Kayseri’de 9,63; Konya’da 11,41; İstanbul’da 7,69; İzmir’de 4,69; Trabzon’da 7,68 ve Zonguldak’ta 6,97 oranında oy kaybetti.

Bu sonuçlar, Erdoğan yönetimi ve AKP’nin 21 yıllık iktidarı döneminde halk kitlelerine yönelik baskı ve saldırılar sonucu ortaya çıkan tepkilere rağmen, beklenenden daha az oranda destek kaybına uğradığını gösteriyor. İktidarı döneminde, halk kitlelerini artan şekilde işsizlik ve yoksulluğa mahkum eden ekonomi politikaları izleyen, kadın kitlelerine yönelik cinsiyetçi politikalarda ısrar eden, işçi-emekçi eylemlerini şiddetle bastıran, grev yasaklarında tüm cumhuriyet döneminin bütün yönetimlerini geride bırakma ününe sahip olan, barıştan söz edenleri “terörist” olmakla, politikalarına muhalefeti “vatana ihanet”le suçlayan Erdoğan yönetimi, müttefiki faşist ve şeriatçılarla birlikte, halkın önemli bir kesimini “milli ve yerli” söylemiyle politikaları doğrultusunda yönlendirmeyi başardı ve partisi 14 Mayıs seçimlerinde %35,5 oranıyla en çok oy alan parti oldu.

Ancak cumhurbaşkanlığının ilk turda kazanılamamış olması iktidar cephesi için karargahın asıl kaybıydı. 14 Mayıs seçimlerinde oyu %2,5 oranında düşen Erdoğan, ikinci tur kampanyasını “ne pahasına olursa olsun kazanma” anlayışıyla sürdürdü. 28 Mayıs kampanyasının merkezi söylemi, Kılıçdaroğlu’nu “Kandil ile işbirliği yaptığı” yalanı üzerine oturtuldu. Erdoğan büyük kentlerin camilerinde topladığı kalabalıkları fetih ruhuyla hareket etmeye çağırdı ve yeni fetih hedefleri gösterdi. Devletin tüm kurumları ve olanakları (resmi ve sivil yönetici bürokrasi ve mali-ekonomik kaynaklar) yasal gereklilik gösteren hiçbir kural tanınmaksızın Erdoğan için seferber edildi. Askeri bölgelerin girişleriyle camilere Erdoğan afişleri asıldı. Sahte seçmen sayısına yenileri eklendi. Yurtdışında oy kullandığı belirtilen ve Sudanlı, Katarlı, Hintli, Pakistanlı, Afgan “seçmen”lerin varlığı basın yayın organlarına yansıdı. Yurtdışında yaşayan ve Erdoğan ve partisi tarafından organize edilen tarikat-cemaat potansiyeli (yurtdışı oylarının bir milyona yakın olduğu açıklandı) ikinci tur oylamasında oldukça önemli ölçüde rol oynadı. Sonuç olarak %52 oy oranıyla ikinci turu önde bitirerek saltanat koltuğuna oturmasını sürdürmeyi garantiledi.

Burjuva muhalefeti ise, ikinci tur kampanyasını şoven milliyetçilikte Erdoğan-Bahçeli ekibiyle yarışa girerek başlattı. Sığınmacıları sınır dışı etme söylemiyle birlikte şoven milliyetçi söylem ve siyasal varlıklarını Türkçü-Turancı hat üzerinden inşaya çalışan küçük partileri de yanına alarak oylarını %3 oranında artıran Kılıçdaroğlu, diğer yandan Kürt nüfus yoğunluklu kentlerde ilk turdakine kıyasla ortalama olarak %4 civarında destek kaybına uğradı. İkinci tur oylamaya on milyon civarında seçmenin katılmaması, muhalefet adayının %48’lik oranda kalmasının etkenlerinden bir diğeriydi.

14 ve 28 Mayıs seçimlerinin Erdoğan’ın ve AKP başta olmak üzere Cumhur İttifakı partilerinin daha fazla oy kaybına uğramamasının ekonomik sosyal, politik ve kültürel çeşitli etkenleri bulunuyor. Şöyle ki;

  1. a) İşçi ve emekçilerin yararına sonuçlar doğurmamasına rağmen %5’in biraz üstündeki ekonomik büyüme ve istihdamdaki nispi artış, Erdoğan başta olmak üzere iktidarının sözcüleri tarafından yaşam koşullarının iyileştirilmesinin göstergesi olarak propaganda edildi. Bu propaganda, kitlelerin bir kesimini, eldekileri kaybetmemenin ancak bu iktidarın devamı durumunda mümkün olabileceği beklentisine sürükledi.
  2. b) Seçim rüşvetleri kapsamında yürürlüğe konan kısmi iyileştirme politikaları bu beklentiyi güçlendirici işlev gördü. 21 yılda halk kitlelerini patates-soğan alamaz duruma getiren ekonomi-politikaların uygulayıcıları meydan meydan dolaşarak birbiri ardına seçim rüşvetlerini sıralamaya ihtiyaç duydular. Emeklilikte yaşa takılanlara (EYT) -sınırlı da kalsa- emeklilik hakkı tanındı, sözleşmeli çalışmakta olanlar kadroya alındı, kredi kullanımı kolaylaştırıldı, memur maaşları artırıldı, devlet işletmelerinde çalışan işçilerin ücretlerinin brüt olarak 20 bin TL’nin üzerine çıkarılacağı açıklandı. Yeni doğal gaz rezervlerinin keşfedildiği propagandasıyla birlikte doğal gazın belirli sürelerle bedava verileceği ilan edildi.
  3. c) Kara propaganda denebilir ki en çok bu seçim döneminde işlevli oldu. İşçi ve emekçi kitlelerin büyük çoğunluğu, çeşitli burjuva partilerinin halk kitlelerini sömürü düzenine bağlı tutma politikasının etkisi altındadır ve bu etki, çalışma ve yaşam koşullarının giderek kötüleşmesi nedeniyle oluşan tepkilere rağmen, kültürel ideolojik nedenlerle yakınlık hissettikleri ya da vaatlerine inandıkları sermaye partilerini desteklemeyi sürdürmelerine yol açmaktadır.[6] Propaganda-iletişim başkanlığı ve bağlı trol ordusunun cephe savaşçılığı yaptığı şoven milliyetçi söylem ve terör istismarı-şantajıyla kitleler yönlendirilmeye çalışıldı. Terör ve dış düşman karşıtlığı sistematik propaganda malzemesine dönüştürülerek, “yerli ve milli” söylemi eşliğinde savaş sanayi alanındaki gelişmeler görsel propaganda aygıtları aracıyla reklam edilirken, muhalefet bu gelişmelerin önünü kesmeye çalışan “ihanet bloku” olarak resmedildi. Devletin savaşma gücünün artırılmasına kanıt gösterilen savaş araçları seçim propaganda malzemesine eklenip damadın başında bulunduğu savaş sanayi sektörü yeni ürünleriyle seçim meydanlarında reklâm edilerek kitlelerin dikkati kendi yoksunlukları ve yoksulluklarından uzaklaştırılıp “savaşan araçlar”a yönlendirildi.
  4. d) Halk kitlelerini çok ağır sonuçlarla yüz yüze getiren ekonomi-politikaların yarattığı tepkilerin daha da artması ve bunun da iktidar aleyhine olacak şekilde seçmen davranışına yansıması böylece bir miktar önlenmiş oldu. Ancak baskı yoğunluğu ve yasak kararlarına, para-militer güçler aracıyla korku ortamı yaratılmasına, savaş araçları üzerinden güç gösterilerine ve geçici bazı ekonomik tavizlere rağmen Erdoğan ve AKP’nin kitle desteğinde düşüş engellenemedi. Erdoğan’ın ikinci turda oyunu artırması ise, yukarıda da işaret edildiği üzere baskı, iftira, beka iddialı terör şantajının yanı sıra meclis aritmetiğinin “istikrar etkeni” gösterilmesi gibi çeşitli etkenler sonucu gerçekleştirilmiş oldu.

 

14-28 Mayıs Seçimleri ve işçi-emekçi hareketi

2023 Cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri işçi-emekçi kitleleriyle sermaye partileri ve burjuva devlet iktidarı arasındaki ilişkilerin seyri açısından bazı verileri yeniden gösterdi. İşçi ve emekçilerin büyük çoğunluğuyla siyaseti, hala burjuva partilerinin seçim matematiği çerçevesinde ve vaatleriyle de bağlı olarak görüp önemsediği -veya sorun edindiği- bu seçimler vesilesiyle yeniden görüldü.

İşçi ve emekçilerin önemli çoğunluğu için düşük ücretler, kötü çalışma koşullarında 10-12 saat çalışma, yüksek oranlı işsizlik, temel ihtiyaç maddelerinin yüksek fiyatları ve halkın on milyonlarcasının yoksulluk sınırı altında yaşama mahkum edilmesi gibi dolaysızca kendisini ve ailesinin bireylerini ilgilendiren sorunlar, günlük yaşamda boğuşmak zorunda kaldığı sorunlar olmasına; bu durum bir tepkiyle birlikte farklı arayışları da gündeme getirmesine rağmen, bu tepki ve arayış, çeşitli diğer etkenlerin de devreye girmesiyle birlikte mevcut düzen partileri arasında birinden ötekine verilen destek şeklinde bir değişim sınırlarında kalmakta; bunu aşan tutum ise ancak belirli bir azınlığın dolaysız sınıf karşıtlığı olarak şekillenebilmektedir.

Bir diğer veri, işçi yoğun büyük kentlerle bu kentlere kıyasla daha geriden gelen ve bir kısmı da “taşra kentleri” olan kent ve alanlardaki emekçilerin sadece seçim bazlı olmakla sınırlı görülemeyecek olan politikayla ilişkilerinin farklılaşmasına dairdir. Artan fiyatlar, yüksek kira giderleri, düşük ücret ve uzun çalışma süresi gibi ücretli emekçilerin daha dolaysız yüz yüze olduğu sorunlar, tepki birikiminin büyük kentlerde daha belirgin biçimde görünür olmasını sağlamakta; iç bölgelerde ise, milliyetçi ve siyasal İslamcı söylem “sorun çözücü” vaatlerle birlikte daha fazla etkili olmaktadır. Seçim öncesi saha gözlemleri örneğin İstanbul’da, özellikle düşük ücretli işlerde çalışan emekçilerin (ulusal köken ve inanç biçimleri de etken olmak üzere) çoğunluğuyla burjuva ve devrimci muhalefet partilerinin çağrıları yönünde tutum aldığını; Kayseri’de ise, kendilerini “milliyetçi muhafazakâr” olarak tanımlayan emekçi çoğunluğunun AKP-MHP-YRP ve ZP’nin politikaları yönünde davranış gösterdiğini işaret ediyor. “Büyük ve güçlü Türkiye” söylemi ve bu söylemi güçlü kılmak üzere piyasaya sürülen silah sanayi ürünleri, kendilerini “muhafazakâr milliyetçi” olarak tanımlayan işçi ve emekçiler tarafından daha fazla önemsenmekte, Togg, TCG Anadolu Gemisi, SİHA, İHA gibi araçlar, “yerli ve milli” gelişme ve kalkınmanın araçları sayılarak sahiplenilmekte, çalışma ve yaşam koşullarının artan kötüleşmesine karşı belirli bir huzursuzluk duyulmasına rağmen bu emekçi kesiminde, AKP-MHP gibi partilerin aktüel politikaları doğrultusunda davranış gösterme eğilim ve tutumu devam etmektedirler.[7] Büyük ketlerdeki işçi ve emekçilerin kırsal bölgelerdeki emekçilere kıyasla yüksek kira ve ulaşım giderleri, kent alt yapı giderlerinin vergiler ve ekleriyle emekçilere ödettirilmesi gibi bazı ek etmenler nedeniyle pahalılık, işsizlik, ücretlerin düşüklüğü ve yüksek oranlı enflasyondan daha fazla etkilenmeleri, seçimlerde muhalif tutum almalarının etkenleri arasındadır.

Bir diğer etken, kentlileşmenin kırsal alanda yaşayanlara kıyasla sosyo kültürel alandaki değişimi hızlandırıcı rol oynaması ve sosyal iktisadi sorunlara tepkilerin farklılaşmasına yol açmasıdır. İşçilerin ve ücretli çalışan emekçilerin büyük kentlerde yoğun olarak bulunmaları nedeniyle de bu kentlerde iktidar muhalifi seçmen nüfusu daha yüksek oranda olabilmektedir. İstanbul, İzmir, Adana gibi işçi yoğun kentlerdeki seçim sonuçları, buna işaret ediyor.

Bu tutum, kuşkusuz ülkenin tüm kıyı kentleriyle tüm iç bölgelerindeki kentlerin emekçileri açısından birebir genelleştirilerek aynı derece ve düzeyde geçerli gösterilemez. Bir diğer önemli ayraç, emekçi nüfusun genç ve orta yaş guruplarındaki kesimlerinin farklı politik davranış gösterme olasılığıdır.

 

Seçim ve devrimci ittifakların durumu

Bu seçimlerde büyük oranda öne çıkan ayırıcı siyasetin Erdoğan iktidarında temsil olunan faşizan-şovenist tek adam yönetiminin devamı ya da sona erdirilmesi olması, bazı kesimler açısından tercihi kolaylaştırıcı işlev görürken, bazı diğerleri açısından da iki burjuva “kamp”tan birinin tarafında görünmeme adına, sonuçları Erdoğan yönetimi yararına olacak tutumları bir kez daha gündeme getirdi. Sınıflar arası ilişki ve çelişkilerin boyutları ve karşıt güçlerin mücadele alanındaki saflaşması söz konusu olduğunda kendi dar kabuğu içindeki saflığını koruyarak canavarları boynuzlarından tutup cehenneme yolladığını zanneden kimi varı-yoğu belirsiz “siyaset erbabı” bir yana bırakılırsa, bu seçimler, bilinen ve görünen bir eksiklik ya da zayıflığı -mücadele ve örgütlenmenin geri düzeyi ile bağlı sorunları- daha aleni şekilde görünür hale getirdi. Uzun süre devrimci demokratik ve sosyalist potansiyelin birleşik bir mücadele ittifakı etrafında seferber edilmesi üzerine yürütülen tartışmalara rağmen, işçi ve emekçilerin, Kürt halkının, kadın ve gençlik kitlelerinin daha geniş bir kesimi için çekim merkezi oluşturacak bir eylem ve güç birliği oluşturulamadı ve seçime ön gelen süreçte iki farklı ittifak şekillendi. Üçüncü ve tek ittifak olması durumunda, alınacak sonuçların sadece oy ve milletvekili sayılarıyla ölçülemeyecek manevi-moral güce sahip birleşik mücadeleye katkısının daha ileri düzeyde olacağı apaçık olan bu ittifak gerçekleştirilemedi. Sosyalist Güç Birliği “ittifakı”nı oluşturan partilerin seçime ayrı listelerle girmeleri her birine oy kaybettirmekle kalmadı; Emek ve Özgürlük İttifakı’yla birlikte seçime katılmaktan kaçınmaları nedeniyle de bu iki ittifakın bir aradalığı durumunda sağlanabilecek daha yüksek oranlı kitle desteği sağlanamadı. Bu ittifakın partileri de bekledikleri oranda destek görmediler. TKH 17.864 oy (%0,03) aldı. Sol Parti’nin aldığı 78.032 oyun (%0,14) 25 bin kadarının Kürt kentlerinde yanlışlıkla kullanılan oylar olması güçlü bir olasılıktır.[8] TKP ise %0,12 oranıyla 63.509 oy aldı.

Kürt halkının etkin gücü ve büyük potansiyelini oluşturduğu Emek ve Özgürlük İttifakı ise, gerici kuşatmaya ve terörle suçlanarak etkisiz kılma operasyonlarına rağmen %10,53 oy oranıyla toplam olarak 65 milletvekili çıkardı.[9] Yeşil ve Sol Gelecek Partisi (YSP) %8,82 oy oranıyla ikisi EMEP’ten 61 milletvekili, TİP %1,73 oy oranıyla 4 milletvekili çıkardı. Bu sonuç(lar), HDP’nin 2018 yılı seçimlerindeki oy oranından bir miktar düşük. Etkenlerden biri, önceki seçimlerde HDP’nin baraj altında kalması tehlikesini bertaraf etmek üzere verilen “tercih oyları”nın bu seçimde “asıl adresleri”ne yönelmesidir. TİP’e, Sol Parti’ye, CHP’ye verilen oyların bir bölümü bu türdendir. CHP, örneğin Diyarbakır’da çıkardığı milletvekiliyle az miktarda da olsa HDP’nin seçmeninden destek görmüş; ya da farklı ifadeyle, eskiden HDP’ye oy veren bir kısım seçmen bu kez CHP’ye oy vermiştir.

 

Seçim sonrası muhtemel gelişmeler ve mücadele

İktisadi koşullar, önümüzdeki dönemde uluslararası ölçekte ve ülkede ücretli emekçilerin ve genel olarak çalışan halkın yaşamını daha fazla zorlaştıracak uygulamaların gündeme geleceğini işaret ediyor. Türkiye, dünyada, enflasyonun ve temel gereksinim maddeleri fiyatlarının en yüksek olduğu ülkelerin ilk sıralarında yer alıyor. Halk kitlelerinin önemli bir kesimi mutlak yoksulluk sınırı altındaki koşullarda yaşıyor. Türk-İş, dört kişilik ailenin açlık sınırının 10 bin 135 lira, yoksulluk sınırının 33 bin 15 lira düzeyine çıktığını açıkladı. Asgari ücret ise 8.506 lira ve on milyonlarca emekçi yoksulluk sınırı altında yaşam savaşı veriyor. Emekçilerin “milli gelirden aldığı pay” 2022 yılı son çeyreğinde %26,5’e gerilerken, sermaye payı yüzde altmışın üstüne çıktı. Bekâr bir emekçinin asgari geçim gideri aylık 13 bin 165 lira. Emeklilerin büyük çoğunluğu ise 7 bin 500 lira emekli aylığı ile geçinmeye çalışıyor. 3,5 milyon kişi işsizdir ve “geniş tanımlı işsizlik” %23,4’e çıkmıştır. Üniversite mezunu gençlerin %23’ü işsiz, 18-29 yaş grubu gençlerin %70’i yurt dışına çıkma eğilimi içinde. Hazine’nin borç stoku 4,2 trilyon TL olup 3,6 trilyon TL’lik faiziyle birlikte 7,8 trilyon TL, yani 209 milyar dolardır ve borç miktarı Erdoğan iktidarı döneminde 17 kat artmıştır. 2023 Mayıs-Eylül döneminde ödenmesi gereken iç borç ana para ve faiz toplamı 466 milyar TL’dir. Aynı dönemde ödenmesi gereken dış borç miktarıysa 3,2 milyar dolardır, fakat Merkez Bankası’nın Mayıs 2023 itibarıyla mevcut kaynağı yalnızca 4 milyar dolar civarındadır.

Burjuva yönetim ağır ekonomik sosyal programa mahkumdur ve sermaye çıkarlarınca belirlenen ekonomi-politikaların yükü işçi ve emekçilere yıkılacaktır. Temel ihtiyaç maddelerinin pahalanması, düşük ücret ve maaşlar, çalışma koşullarının ağırlığı ve uzun çalışma süreleri, bu ekonomi-politikaların yalnızca birkaç unsurudur. Seçim vaatleriyle bağlı beklentici tutumun uzun süre devam etmesini olanaksız kılan bu ekonomi-politikaların sermaye partileriyle halk kitleleri arasındaki ilişkileri sarsıp emekçilerin saflarındaki huzursuzluk ve güvensizliği artırması kaçınılmazlıklar arasındadır. Erdoğan’ın, işçi ve emekçi muhalefeti başta olmak üzere muhaliflerine karşı sürdürmekte olduğu şoven milliyetçi faşizan politikaları daha yoğun şekilde uygulamaktan kaçınmayacağı, baskı ve zor aracıyla kitleleri zapt-u rapt altına almaya daha güçlü şekilde yöneleceği bugünden bellidir.

Mevcut durum ve koşullar, sömürülen sınıf ve ezilen toplumsal kesimlere yönelik sosyal ekonomik baskı politikalarına karşı mücadelenin daha ileri düzeyde ve daha etkin şekilde sürdürülmesini zorunlu kılıyor. Sermaye çıkarlarını esas alan ekonomik sosyal politikaların uygulayıcısı cumhurbaşkanı ve hangi burjuva partiler ittifakı olursa olsun, sömürülen ve ezilen kitlelerin daha etkin bir mücadelesi olmaksızın çalışma koşullarının iyileştirilmesi beklenemez. İşçi sınıfı ve kent-kır yoksullarının geniş kitlesi örgütlü politik mücadelede birleşmeksizin giderek yoğunlaşacağı bugünden öngörülebilir olan saldırıları püskürtemez. Aktüel acil taleplerin elde edilmesi için olduğu kadar, sömürüden kurtuluş mücadelesinde daha ileri mevziler edinmek için de daha etkin bir mücadeleye ve bunun gereği olan örgütlü birleşik harekete ihtiyaç var.

Siyasal pratik, sömürülen sınıf ve baskı altındaki toplumsal kesimlerin fabrika-alan mücadelesi ve bu mücadelenin oluşturduğu baskı olmaksızın burjuva parlamentosunda halk yararına iyileştirici yasaların çıkarılmadığını ve çıkarılsa dahi yürürlüğe konmadığını tanıtlamaktadır.

Burjuva parlamenter sistemin işlerlik göstermediği günümüz Türkiye’si koşullarında ise bu durum çok daha belirgin bir özgünlük göstermektedir. 14 Mayıs seçimleri dolayısıyla burjuva ittifak partilerinin her iki kanadınca da sürdürülen propagandanın içeriği ve seçimler sonucu oluşan parlamento aritmetiği, bu kurumun çoğunluğuyla halk kitlelerine yönelik ekonomik sosyal saldırı politikalarına ve İslamist milliyetçi politikanın daha güçlü şekilde sürdürülmesine “payanda” olmayı sürdüreceğini gösteriyor. Şoven milliyetçiliğin seçim propagandasının güçlü bir argümanına dönüştürülmesi, burjuva partilerinin halk kitlelerini “kimlik”leri aracıyla bölünmüş durumda tutmayı sömürü sisteminin çıkarına gördüğünün ve bunu sürdüreceklerinin göstergelerinden biridir. Türk milliyetçiliği, sermaye partilerinin iki cephesi açısından da başlıca motivasyon malzemesi, birbirlerine karşı kullandıkları terbiye sopası oldu. Erdoğan-Bahçeli yönetiminin iktidar tutamacına dönüştürdüğü şoven milliyetçilik burjuva muhalefetçe de benimsendi ve sığınmacılar sorunu eklenmiş olarak daha gerici bir hat üzerinden yığınsal tepki körüklendi.

Birbirleriyle dalaşa ve dağılmaya da teşne ve mahkum iki burjuva partiler bloku ya da ittifakının her birinin ayrı ayrı ya da ittifak halinde, halk kitlelerinin sermaye politikalarına yönelik tepkilerinin grev, gösteri gibi eylemlere dönüşme eğilimi gösterdiği her durumda, sükûnet çağrısı ve “provokasyonlara gelmeme” uyarısıyla sokak ve alan mücadelesinin önünü kesmeye çalıştığı ve çalışacağının onlarca örneği var. Sonuçta, işçi ve emekçi halk kitlelerinin kendi talepleri için protesto, grev, gösteri gibi eylemlere girişmeleri, hem kendi pratiklerinde eğitim görmeleri ve sonuç çıkarmaları hem de sermaye ve partilerinden uzaklaşma zorunluluğunu hissederek hareket etmeleri gibi burjuvazinin çıkarına olmayan tutumun güç kazanmasına yol açabilecektir ki, bu da burjuva partilerin istemeyecekleri bir durumdur.

Bütün bunlar, işçi sınıfı ve emekçilerin ekonomik sosyal ve politik talepleri etrafında birleşik bir mücadelenin örülmesinin önemi ve gereğini işaret ediyor. Halk kitlelerini mücadele birliğine cesaretlendirici işlevi açık olan demokratik devrimci ve sosyalist parti ve örgütlerin eylem birliği şimdi daha da önemli hale gelmiştir. Kürt, Türk, Arap ve diğer emekçilerin böylesi bir güç birliğiyle sermaye ve gericiliğe karşı mücadelede daha ileri adımlar atılmadıkça, saldırı ve kuşatmanın yarılması başarılamaz.

Şu ya da bu sayıdaki devrimci demokrat ya da sosyalist milletvekilinin burjuva parlamentosundaki varlığı ise, ancak ve ancak bu mücadele ile birleşip ondan güç aldığı ve tersinden onlar parlamento kürsüsünü mücadeleyi güçlendirmek için kullanabildikleri; farklı bir ifadeyle o kürsüler sermaye düzeni ve burjuva bürokratik aygıtın “pislikleri”nin sergilenmesinde kullanılabildiği oranda, işçi ve emekçilerin mücadelesini geliştirmeye hizmet edebilir. Emekçilerin yaşam ve çalışma alanlarındaki örgütlü mücadelesinden güç ve destek almayan, bu mücadeleye dayanmayan veya ondan kopuk “parlamenter mücadele biçimleri” ise, eninde-sonunda burjuva platforma kaymaya mahkumdur.

 

[1] İçişleri Bakanı, seçimlerin 14 Mayıs’ta yapılması kararını veren Erdoğan olmasına rağmen, 14 Mayıs’ı “siyasi darbe günü” olarak niteledi ve seçimleri ABD’nin politikalarıyla ilişkilendirdi. Provokasyon üretme kapasitesini en çok açığa vuran saray bakanı, bu açıklamasıyla Erdoğan’ı da Amerikan darbesinin ortağı ya da figüranı konumunda gösteriyordu. Bu öylesine bir “darbe” ki, AKP-Hüda Par-MHP-YRP ittifakı bu darbeye bile-oynaya alet oluyordu ve hiçbiri bakanın söylediğine itiraz da etmiyordu.

[2] HÜDA PAR, geçmişte Diyarbakır Emniyet Müdürü Ali Gaffar Okkan ile 5 koruma polisini öldürmek, Diyarbakır ve Batman’da 84 cinayet işlemek, insanları kaçırıp domuz bağı denen yöntemlerle boğarak öldürmek gibi çok çeşitli suçlarla ilişkili olan Hizbullah tarafından kurulan bir örgüttür. Bu suçları işledikleri gerekçesiyle müebbet hapse mahkum edilen 20 tetikçi Erdoğan tarafından imzalanan bir kararnameyle serbest kaldı. Bir kontrgerilla örgütlenmesinin sözcülüğünü yapan ve “güçlü devlet” savunucusu olan Perinçek gibileri de Erdoğan iktidarının yanında MHP-HÜDA-PAR ve YRP ile safa durdu.

[3] Evrensel (2024) “İletişim Başkanlığı’ndan seçim döneminde 282,9 milyon liralık harcama”, https://www.evrensel.net/haber/490194/iletisim-baskanligindan-secim-doneminde-282-9-milyon-liralik-harcama

[4] Süzer, E. (2023) “İktidar seçime günler kala para dağıtıyor! 150 milyar TL’ye yaklaştı”, Sözcü, https://www.sozcu.com.tr/2023/gundem/iktidar-secime-gunler-kala-para-dagitiyor-150-milyar-tlye-yaklasti-7634568/

[5] Ancak AKP’ni desteklemekten vazgeçen seçmenler muhalif partilere değil AKP’nin ittifak yaptığı partilere yöneldiler. Bir kısmı Yeniden Refah Partisi’ne, bir bölümü Zafer Partisi’ne ve bir bölümü de MHP’ye oy verdi.

[6] Ağır ekonomik sosyal durum ve politik saldırılar emekçilerin daha geniş kesimlerini iktidar politikalarına karşı konumlanmasını olanaklı kılmasına, yüksek enflasyon ve hayat pahalılığına karşı tepki içindeki halk kitleleri büyük çoğunluğuyla daha iyi koşullarda yaşama beklentisiyle değişimden yana tutum almasına rağmen, dağınıklık ve örgütsüzlük gibi emekçiler açısından belirleyici önemdeki bir sonuçla birlikte burjuva muhalefetin halk kitlelerinin açık muhalefet içindeki kesimlerini de “sükûnete” çağırması, iktidar lehine sonuçların ortaya çıkmasına hizmet etti.

[7] Milliyetçi hassasiyetler, Erdoğan, “Biz Türkiye’yiz. Biz Türk milletiyiz. Bizi gerçeklikten kopmakla itham edenleri, umutlarını bağladıkları hayallerden uyandırmaya tek başına KAAN ve Hürjet bile yeter” şeklinde milliyetçi nutuklar attığında, işçilerin bir kesiminin sermaye sahipleriyle aynı ya da benzer doğrultuda tutum almalarını sağlamakta; Erdoğan “Sizler ne soğana ne patatese liderinizi kurban etmezsiniz” dediğinde de, işçi ve emekçilerin bu bölümü, onu, ülkenin güçlenmesi ve kalkınması için teknolojik hamlelere imza atan, “dış güçler” olarak nitelediği Batılı emperyalistlere karşı tutum alan bir “milli-muhafazakâr lider” olarak alkışlayabilmektedirler. Yerli ve milli olarak reklam edilen otomobilin, tank ve diğer savaş araçlarının çeşitli parçalarının şu ya da bu dış gücün (ülke ve tekel) malı/ imalatı olması bu bakımdan dikkate alınır önem göstermemektedir.

[8] Bu oyların 27 bin civarındaki kısmının Kürt nüfus yoğunluklu bölgelerde yanlışlıkla kullanıldığı; aslında Yeşil Sol Parti’ye verilen oylar olduğu belirtilmektedir ki, bu durumda da Sol Parti 50 bin civarında oy almış demektir.

[9] Savunduğu sosyalizmin “nasıl bir sosyalizm olduğu” konusunda açık bir fikre sahip olmamakla birlikte üniversiteli gençlik ve genç işçilerin bir bölümü TİP’e oy vermiştir. TİP’in aldığı 970 bin oyun 420 bin gibi yarısına yakınının İstanbul’da olması dikkat çekicidir.