Ela Ava
Mihri Roodi
Eylül 2022’de Mahsa (Jina) Amini’nin ahlak polisi tarafından öldürülmesi ile başlayan halk hareketi, İran’da uzun yıllardır süren mücadelenin yeni bir evresi olarak görülebilir. Ahlak polisinin Amini’yi öldürme gerekçesi baş örtüsünü “gerektiği gibi” takmaması idi ve binlerce kadın, baş örtülerini çıkartarak İran rejiminin kadınlar üzerindeki baskı ve dayatmalarını protesto etti. Ancak, hareket bununla kalmadı ve hızla işçi, öğrenci ve ezilen ulusların ortak bir isyanına dönüştü.
İsyanı hazırlayan koşullar, güncel nedenlerin yanı sıra, İran rejiminin kuruluşundan başlayarak kazandığı temel nitelikleriyle de ilgiliydi.
Kadınlar ve İran’da teokratik rejimin ideolojik inşası
1979 yılı İran halkı için oldukça önemli bir siyasi olayı hatırlatmaktadır. 40 yılı aşkın bir süreçte dört neslin kaderini belirleyen, umuttan çok umutsuzluğu ve öfkeyi getiren İslam Devrimi yeni bir İran’ı ortaya çıkardı. Monarşiyi ortadan kaldırmak için uzun süre direnen halk yığınları yeni bir diktatörlükle karşı karşıya kaldı. Yeni tek adam, teokratik hükümetin rehberi Hümeyni’ydi.
Monarşi ve emperyalist güçlere karşı mücadele ile gerçekleşen 1979 Devrimi, hızla bir karşı devrime dönüştü. İşçiler, kadınlar ve ezilen halklar nezdinde büyük bir yıkıma yol açtı. Yıkımın boyutlarını gösteren önemli göstergelerden biri de kadınların ağır bir baskı altına alınması ve toplumdan izole edilmeye çalışılmasıdır.
İran devrimi sürecinde toplumun en ileri unsurlarından biri haline gelen kadınlar, bulundukları her alanda mücadele ediyorlardı. Kimi örgüt kurucusu olarak önderlik eden, kimi sosyalist, özgürlükçü örgütlerin merkez komitelerinde yer alan çok sayıda kadın mücadeleye yön veriyordu. İslam devrimiyle birlikte birçok sol-sosyalist örgütün de sonradan özeleştiri verdiği süreçte en önemli meselelerden biri, kadınların en insani meseleleri, yani yaşam ve özgürlük haklarının “Şimdi sırası değil, daha önemli meseleler var” argümanına sıkıştırılarak arka plana atılmasıydı.[1] Halbuki İran rejiminin ideolojik çerçevesini oluşturan İslami köktendinciliğin (fundamentalizm) esas hedeflerinden birisi kadınlardı.
Bugün, çağdaş İslami köktendinciliği Hümeyni’nin İran’da kurduğu rejim temelinde ele almak yanlış olmaz. Rejimin ideolojisi sadece bir din üzerinden kurulan baskıcı bir yapıdan ibaret değildir. Bu ideoloji “İslam dünyasının liderliğini” elde etme arzusu, gerici kalkınmacılık ve Ortaçağın hilafet düşüncesinin bir çatı altında toplanmasıdır.
Çağdaş İslami Köktendincilik, Hümeyni’nin “İslami Hükümet” kitabında yazdığı Vilayet-i Fakih teorisine dayanıyor.[2] Bu teori dini baskı, tüm politik ve ekonomik yapılarda tekelleşme, İslami terör ihracı ve kadının bütün alanlarda bastırılmasını dünyaya yaymayı içinde barındırıyor.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, İslami köktendinciliğin bu formu, kapitalist sömürü ve baskı rejimi temelinde hayata geçirildi. Ayrıca, İran rejimi her ne kadar bağımsızlık temelli propagandayı sürdürse de Rusya ve Çin emperyalizmiyle bağımlılık ilişkileri giderek güçlenmekte.
Köktendincilikte günlük hayatın düzenlenmesinde aile ve bu bağlamda kadının konumu temel bir gündemdir. Kadının tüm toplumsal/kamusal alanlardan koparılması ve eve hapsedilmesi İran rejiminin en önemli yaptırımlarından biriydi. Hümeyni, devrimden sonraki ilk konuşmalarında defalarca “Kadının en büyük cihadı doğurmaktır” demişti. Hümeyni ve onu takip edenler cinsiyeti tüm ekonomik ve politik bağlamlarda bir sınır olarak kabul etmişti. Böylece, kadını ve kadın bedenini baskı altına alarak her türlü ayrımcılığı sistematik hale getirdi. Bu nedenle, İran rejiminin, son gününe kadar kadınlar üzerinde kurduğu dini baskı ve hegemonyadan vazgeçmeyeceği açıktır.
Köktendinciliğin kadınlar üzerindeki bu sistematik baskı politikası, kadınları toplumsal yaşamdan dışlayıp eve hapseden ideolojik yaklaşımı, İran’da rejim karşı mücadelede kadınların bu kadar öne çıkmasının temel nedenidir. Bununla birlikte, İran’daki mücadele kadınların mücadelesiyle sınırlı değildir. Son isyanı doğru bir biçimde analiz edebilmek için İslam Devrimi’nin ardından gelişen hareketin üç temel bileşenine daha yakından bakmak gerekir.
Birinci dönem: İran rejiminin ideolojik inşa süreci, muhaliflerin tasfiyesi (1979-1996)
a. Kadın hareketi: İdeolojik dayatma olarak zorunlu başörtüsü
İran’da zorunlu başörtüsü sadece ülkenin din temelli bir hukuki sorunu değil yapısal olarak hükümetin kadınların ülkede var olmaları için koştuğu şarttır. İslam Cumhuriyeti, zorunlu başörtüsü ile kadın bedenini, kimliğini ve cinselliğini kontrol ederek ve baskı altına alarak konumunu güçlendirmeye çalıştı. Bu yüzden kadınlar açısından zorunlu başörtüsüne karşı mücadele her zaman rejime meydan okuma anlamına geldi.
İran’da 1979 devriminden sonraki ilk günlerden itibaren Hümeyni ve takipçileri “kadınlara başörtü takmanın ve örtünmenin zorunlu kılınması” talebini yükseltilmişti. Kadınların devrim sonrası toplumdaki konumuyla ilgili İran rejiminin ilk hamleleri, rejim tarafından kurulan “İslamcı Devrimci Komiteler”in örtünmemiş kadınlara şiddet uygulaması oldu.
Bu süreç Tahran’da devrimden sonraki ilk büyük hükümet karşıtı gösterilerin düzenlenmesine yol açtı. Hümeyni’nin işyerlerinde zorunlu kıldığı örtünme kuralı 1979 yılının 8 Mart’ında, Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde başkent Tahran’da düzenlenen yürüyüşle protesto edildi. Protestolar 8 Mart’tan 14 Mart’a kadar farklı illerde altı gün sürdü ve binlerce kadın bu yürüyüşlere katıldı.
İran rejimi de tüm diktatörlük rejimleri gibi, hükümetinin ilk günlerinden itibaren muhaliflerini tasfiye etmeye yönelik hamleler yaptı. 1981 yılının Haziran’ından sonra yaşanan siyasi tutuklamalarla katliamlar ve ardından gelen şiddetli siyasi baskı, zorunlu örtünme tartışmasını yeni bir aşamaya getirdi. Bu dönemde İran rejimi tarafından “Erdem Teşviki ve Ahlaksızlığın Önlenmesi Bakanlığı” oluşturuldu ve kadınlara yönelik şiddet içeren muameleler, tutuklama, kırbaç cezası, cinsel şiddet, kezzap ile vücudu ve yüzü yakma yaygınlaştı. Kadınların hakları gün geçtikçe ellerinden alındı ve mücadele edenler baskılandı, tutuklandı, işkence gördü.
Tüm bu baskı sürecinde bağımsız kadın hareketinin zayıflığı ve “kadın mücadelesinin” öncelikleri konusunda siyasi gruplar arasındaki birçok farklılık, kadın hakları ekseninde süren mücadeleyi etkiledi.
İran-Irak savaşının başlamasıyla geçen 8 yıl içinde sözde “ulusal güvenlik ve bağımsızlık” sorununun asli mesele haline getirilmesi; toprak bütünlüğü ve bağımsızlık dışındaki diğer tüm konuların göz ardı edilmesi de bunda büyük rol oynadı. Bu süreçte İran rejimi yine muhaliflerini en sert biçimlerle tasfiye etmeye devam ediyordu.
Yine aynı ideolojinin ürünü olan siyasi kadın mahkumlara tecavüz ile “ders vermek” sistematik bir işkenceye dönüştü. Ayetullah Misbah Yezdi İran rejiminin tanınan müçtehidi, Hümeyni Eğitim ve Araştırma Enstitüsünün kurucusu ve yöneticisi, Kültür Devrimi Yüksek Konseyi üyesi, Kum Ruhban Okulunun öğretmenler topluluğunun üyesi ve Rejim Bekası Cephesinin ruhani lideri olarak biliniyordu. Yani hükümetin içindeki gücü, sözü, rolü ve konumu ona rejim tarafından atfedilen unvanlardan bile belli oluyordu.
İran rejimine bağlı Keyhan gazetesinin yıllar önce siyasi erkek ve kadın mahkûmların tecavüzüne ilişkin Yezdi ile yaptığı röportajda, “İdam edilecek olan kadına sorgucun tecavüz etmesi, sorguç için Hac Temettü kadar sevaptır, ama idam edilmeyecekse Kerbela ziyareti kadar sevabı var” demişti. Yayımlanan röportajdaki bu cümle sistematikleşmiş ve din adı altında meşrulaştırılmaya çalışan vahşeti gözler önüne seriyordu.
İran rejiminin bekası için kadınların bedenleri üzerindeki tahakkümün önemini biraz daha ilerledikçe göreceğiz. Yıllardır İran rejiminin kritik anlarda, toplumsal muhalefetin sokağa döküldüğü zamanlarda kadınların örtünme meselesini esneterek kendine alan ve zaman kazandığına şahit olduk.
b. İşçi hareketi: Örgütlerin ve ‘şuraların’ bastırılması
İran’da işçi sınıfı hareketi 1979 Devrimi’nden sonra büyük bir darbe aldı. İktidara gelen Molla rejimi işçilerin örgütsel imkanlarını ortadan kaldırdı. 1979 Devrimi’ne giden süreçte fabrikalardaki grev komiteleri çok sayıda grev ve genel grev örgütlemişti. Petrol işçilerinin genel greve katılmaları Şah rejimine son darbeyi vurmuştu. Gizli grev komitelerin içinden özellikle ağır sanayi sektöründe farklı fabrikalarda işçi şuraları oluşmuştu. İran’da İşçiler ve Devrim (1987) adlı eserinde Asef Bayat ‘işçi şuraları’ (konseyleri) deneyimine odaklanarak onları bir işçi denetimi biçimi olarak değerlendirmiştir. Bayat’a göre, işçi şuraları veya fabrika komiteleri (konseyler) 1979’da Şah’ın diktatörlüğünün devrilmesinin ardından ortaya çıkan örgütlerdi. Şuralardaki mücadeleci işçi denetimi mekanizmaları, onun işyeri temsilcileri hareketinden farklılaşmasını sağladı.
Devrimin hemen ardından kimi sendikalar işten atılmış sözleşmeli işçileri örgütleyerek dönemin geçici hükümetinden işçi haklarını talep etti ve işçiler nezdinde büyük itibar kazandı. Ancak 1980’lerin başında kurumsallaşmakta büyük yol kateden İslam Cumhuriyeti bütün muhaliflere yönelik bir tasfiye sürecini başlattı. İşçi sınıfı hareketi de bu dönemde tamamen bastırıldı. Sendikalar, örgütler, şuralar ve işçi dergileri yasaklandı, binlerce işçi aktivisti işten atıldı, haklarında kovuşturma açıldı ve 500’den fazla işçi de idam edildi. İşçi şuraları deneyimi İran işçi sınıfı açısından büyük bir kazanımdı, ancak İslamcıların iktidarıyla birlikte gittikçe bastırıldı ve yerini İslami İşçi Şuralarına bıraktı. 1980’lerden itibaren devlet eliyle kurulan bu İslami Şuralar ve ‘İşçi Evi’ gibi oluşumlar fabrikalar ve işyerlerindeki bağımsız örgütlenmelerin önünü keserek işçilerin birliğini sağlamaktan ziyade işçiler arasındaki birliği bölmeye çalıştı. Buna ilaveten, yabancı işçi düşmanlığı kampanyaları düzenleyerek sürekli İranlı ve yabancı işçiler arasında, özellikle Afgan işçileri hedef alarak bu kampanyaları yürüttüler.
c. Öğrenci hareketi: Kültür Devrimi adı altında hareketin bastırılması
İran’da öğrenci hareketinin kökeni birinci Pehlevi dönemine yani 1940’lara uzanıyor. O yıllardan itibaren kurulan öğrenci konseyleri, şuraları ve federasyonları hep mücadelenin ana gövdesini taşıyan sütunlardan biri olmuştur ve 1979 Devriminde de etkin bir rol oynamıştır. Ancak 1979 Devrimi bağımsız öğrenci hareketine de büyük darbeler indirdi. Gittikçe kurumsallaşan İslam Cumhuriyeti 1980-1983 yıllarında Kültür Devrimi adı altında üniversiteleri üç yıl süreyle kapattı, kitapları yasakladı ve binlerce öğrenci ve öğretim görevlisini okullardan ihraç etti. Üniversiteleri İslamileştirme Komitesi, mühendislikten beşerî bilimlere kadar her konuda İslami bir atmosfer sağlayarak görevini yerine getirdi. İslami Öğrenci Encümenleri bu dönemde güçlenerek öğrenciler arasında örgütlenme faaliyetlerini ilerletti. 4 Kasım 1979’da İran Devrimi’ni destekleyen İmam Çizgisinde Müslüman Öğrenci Müritlerine mensup İranlı üniversite öğrencisi militan bir grup, Tahran’daki ABD Büyükelçiliğini ele geçirmelerinin ardından 52 ABD diplomatı ve vatandaşını rehin aldı. Rehineler 444 gün tutuldu ve 20 Ocak 1981’de serbest bırakıldı. Bu olay hem İran-ABD ilişkilerini kopma aşamasına götürdü hem de öğrenci hareketi açısından İslamcı öğrencilerin mutlak hegemonyasını beraberinde getirdi.
Bu süreçte hareketlerin birbiriyle olan bağı oldukça zayıftı. Baskı ve idamlar silsilesi muhalif örgütleri neredeyse tasfiye etmişti, rejime karşı mücadele birbirinden kopuk hareketlerin kalıntılarıyla devam ediyordu.
İkinci dönem: Reform maskesiyle teokrasinin devamı (1997-2016)
a. Kadın hareketi: İslami feminizmin budanması, reform hayalleri
İran-Irak savaşı sonrası ve siyasi idamların yarattığı politik buhran, rejim için riskli koşullar ortaya çıkardı. İran rejimi bekasını korumak için sözde bir “esneklik” dönemini gerekli gördü.
1997’den önceki hükümetin yüksek enflasyon nedeniyle halkın omuzlarına bindirdiği yük halkın öfkesine sebep olmuştu. Tam da o dönem “reform” bayrağıyla ülkeyi kurtarma iddiasında olan Seyyid Muhammed Hatemi cumhurbaşkanı seçildi. Ufak tefek reform sloganlarıyla hükümetin cumhurbaşkanı olan Hatemi rejimin o dönemki emniyet supabıydı. Bu dönem, kadınlar açısından bazı tartışma alanları açmaya neden oldu, ancak bu tartışmalar sadece “dini değerlere” dokunmadığı sürece sürdürebilir oluyordu.
Bu dönem “örtünmeye teşvik etme” propagandası devletin “mülayim” bir yöntemi olarak ortaya çıktı. Bir sürü sokak, cadde, meydan, AVM, zincir mağazalarının ismi İran’ın tüm illerinde “Hijab” yani örtünme olarak değiştirildi. İllerde boydan boya “Hijab korunmaktır, kısıtlama değil”, “Kız kardeşim senin en güzel süsün çarşafındır” sloganları billboardlara basıldı. Kafe ve restoranlara, kamu binalarına, bankalara, okullara, eğitim merkezlerine “İslami örtünme kurallarına uyulması gereklidir”, “İslami örtünme kurallarına uymayanları içeri alamayız” tabelalarının asılması zorunlu kılındı. İran rejimi tonlarca parayı toplumun her alanında örtünmeyle ilgili propagandasını yaymak için harcadı.
Bu dönem ülkede kendine yer bulan İslami Feminizm kadın hareketine yeni dinamikler kazandırmaktaydı. İslami paradigma içinde dile getirilen İslami feminizm, sözde geleneksel inanış ve dini inanca dayalı kadın-erkek eşitsizliğine karşı İslam düşüncesiyle harmanlanan bir kadın hareketiydi. Bu hareket, mevcut sistemin içerisinde çeşitli “hukuki” ve “yasa” değişiklikleri yaparak kadınların toplumda özgürce yaşayabileceğini savunuyordu. Bu hareketin esasta unuttuğu en önemli şey, İran rejiminin ideolojik yapısının kanuna dayalı reformlarla değişmesinin mümkün olmadığıydı.[3]
Muhammed Hatemi döneminin son günlerinde Yüksek Devrim Konseyi’nde onaylanan ve Ahmedinejad yönetiminin başlarında uygulanan “Gaşte Erşad” veya ahlak polisi devriyelerinin oluşumu karara bağlanmıştı. Yapılan açıklama, İran rejimi tarihinin sözde “en rahat dönemi”, yani Hatemi döneminde bile bu meselenin hükümet için esas meselelerden biri olduğunu gösterir.
Hatemi sonrasındaki Mahmud Ahmedi Nejad döneminde, radikal İslamcıların etkisinin arttığı, özellikle kadınlara yönelik baskıların tırmandığı bu süreçte de toplumda reformcuların etkisi hissediliyordu. Özellikle İslami feministlerin ve reformcuların başlattığı “1 Milyon İmza” kampanyası kadınlara yönelik eşitsiz yasaların kanun nezdinde yeniden düzenlenmesini talep ediyordu. Ancak kadınların giyinme özgürlüğü talebi reformcu kadınlar tarafından “bedeli ağır olur” denilerek gündeme getirilmiyordu.
2009’da usulcü cenahtan Ahmedi Nejad’ın ve reform cenahından Musevi’nin adaylığı ve tekrar Ahmedi Nejad’ın cumhurbaşkanı olmasıyla sonuçlanan seçimlerin halk nezdinde meşru görülmemesi toplu bir harekete neden oldu. Ama pasifist açıklamalarla reformcular bu ateşi söndürmeye yönelik adımlar attılar ve kazanan cephe kadın karşıtı önlemlerini artırdı. Ana sebeplerden biri ise, sokak protestolarında kadınların kitlesel varlığıydı.
b. İşçi hareketi: Savaş yılları sonrası işçi sınıfı hareketinin canlanması
İran işçi sınıfı hareketi, devrimden sonraki süreçte 1990’lara dek İran-Irak savaşından etkilenmişti. Bunun yanı sıra, ağır sanayi fabrikalarının savaşın ihtiyaçlarını üretmek üzere yön değiştirmesine, örneğin beyaz eşya yerine mermi üretmesine karşı işçiler o yıllar boyunca sürekli protesto eylemleri gerçekleştirdi.
1990’larda İran ekonomisinin dışa açılması ve neoliberal politikaların uygulanmasıyla birlikte 2000’li yıllardan itibaren işçi sınıfı hareketi açısından yeniden bir canlanma süreci yaşandı. Toplumsal ve ekonomik eşitsizliğin derinleşmeye başladığı yıllarda işçiler haklarını talep etmek için örgütlü şekilde devreye girdi. Devrimden sonra illegal ilan edilen ve yarı-gizli örgütlenme faaliyetlerine itilen bağımsız işçi sendikaları, 2004’ten sonra yeniden örgütlenerek kamusal alana çıkabildi.
Örneğin, Tahran Otobüs Şoförleri Sendikası (Vahed Sendikası) 1958’de kurulan ve devrimle birlikte yasaklanan bir yapı olmasına rağmen 2004’de seçim yaparak yeniden kuruldu. 1974 yılında kurulan ve devrimden sonra yasaklanan Haft-Tappeh Şeker Kamışı İşçileri Sendikası 2004’te “biz Haft-Tappeh işçileriyiz, açız aç” sloganıyla yeniden örgütlenme sürecini başlattı. Diğer örnek ise, İran Özgür İşçiler Sendikası’dır. Aralık 2006’da kurulan bu sendika, resmi ve sözleşmeli işçiler ile işten atılmış işçilerden oluşmuştu. 2009’da dört işçi sendikası İran İşçilerinin Asgari Talepleri Beyannamesi başlıklı bir metin yayınlayarak daha radikal bir dönemin habercisi oldular. Bu metinde işçilerin grev, toplanma, protesto ve ifade özgürlüğü gibi haklarının devlet tarafından koşulsuz tanınması; idam cezasının kaldırılması ve tutuklu bütün aktivistlerin serbest bırakılması; asgari ücret artışı, kadınlara yönelik ayrımcılıkların kaldırılması ve 1 Mayıs yasağının derhal lağvedilmesi gibi talepler yer almıştı.
c. Öğrenci hareketi
2000’lerde İran’da öğrenci hareketi yeni bir gelişmeye tanıklık etti. Daha önce sadece muhafazakâr ve reformcu İslamcılar arasında paylaşılan öğrenci aktivizmine bu kez solcu öğrencilerin örgütlenmesi de eklendi. Haziran 2006’da bir grup solcu öğrenci “Üniversiteler Kışla Değildir” adlı bir bildiriyle “Özgürlükçü ve Eşitlikçi Öğrenciler” (DAB) olarak bilinen yeni bir öğrenci yapılanmasının varlığını ilan etti. Bu öğrenciler Tahran Üniversitesi başta olmak üzere kampüslerde etkinlikler düzenledi, dergiler bastı ve “Öğrenci Günü” kutlamaları sırasında ayrı etkinliklerle kendilerini İslamcı öğrenci hareketinden ayrıştırdı. DAB’ın sloganları arasında “eşitlik, özgürlük”, “savaşa hayır”, “öğrenciler ve işçiler birleşin”, “taşlanmaya hayır” gibi ilerici ve demokratik talepler yer almıştı. Ancak 7 Aralık 2007’deki Öğrenci Günü kutlamalarından sonra 40’tan fazla DAB üyesi tutuklandı ve bu yapılanma 2009’e kadar giden süreçte bastırıldı.
Bu dönemde öğrenci hareketinin işçi hareketiyle tekrar kurduğu bağ ve deneyim aktarımı arttı. Özellikle öğrenci hareketi sokak eylemlerinde çok önemli rol oynadı. Bu öğrencilerin önemli bölümü kadındı. Ancak kadınların özgün talepleri özellikle sokakta dile getirilmedi, “Şimdi daha önemli talepler zamanı” denilerek İran rejiminin ideolojik yapıtaşlarından kadın sorunu arka plana itildi.
Üçüncü dönem: Yeni sayfa, Mahsa etrafında birleşen mücadele (2017 sonrası)
a. Kadın hareketi: Reformlar değil kökten değişim zamanı
Ekonominin günden güne çöküşü ve peş peşe ekonomik krizler halkın birçok kesiminin rejime karşı mücadele eğilimini yeniden güçlendirmişti.
2017 yılında Meşhed yılında başlayan eylemler “Açlık İsyanları”nın başlangıcı ve halk hareketinin yeni bir dönemi oldu. “Dinci, reformcu bu iş bitmiştir” sloganıyla sokağa çıkan halk reform zemininin ötesine geçerek, yeni bir İran için sokağa çıkmıştı. 2017’de kadınların eylemlere ön saflarda katılması, “Devrim Caddesi Kadınları”nın ortaya çıkması, kadın hareketi için de yeni bir sayfa açmıştı. Vida Movahhed rejimin tabusu olan başörtüsünü bir sopaya bağlayarak trafonun üzerine çıkmıştı. Vida tüm kadınlar için “şimdi zamanı değil” argümanına önemli bir darbe vurdu. Birçok kadın aynı yıl, aynı eylem biçimiyle zorunlu başörtüsüne ve İran rejiminin dayatmalarına tepki gösterdi.
2019 yılında benzine gelen zamların ardından sokağın hareketlenmesiyle kadınların ön saflarda mücadeleye dahil olması herkesin dikkatini çekmişti. 2019 yılında İran rejimi tarafından Kanlı Kasım olarak bilinen süreçte 1500 kişi öldürüldü. Öldürülenlerin anneleri, Kasım Anneleri adı altında mücadeleyi sırtlamaya devam etti. Ancak tüm bu süreçlerin içinde 2022’ye kadar, sokak eylemlerinde kadınların haklarıyla ilgili sloganlar ve talepler yine de pek duyulmuyordu. Kadın sorunu hep “çok bedel ödeten” bir çekince ve korku konusuydu.
2017’den günümüze kadar inişli çıkışlı süren halk hareketi Mahsa Amini’nin İran rejiminin ideolojik ve şiddet kurumu olan ahlak polisi tarafından öldürülmesiyle alevlendi. 1988 idamlarının yargı süreçlerinde yer alan İbrahim Raisi, 2021 yılında cumhurbaşkanı oldu. Rejimin kendi istatistiklerine göre o dönem oy kullanma hakkına sahip olanların sadece %48’i oy kullanmıştı. Yerel örgütler, farklı muhalif gruplar ve insan hakları örgütleri bu oranın %30’dan daha az olduğunu savunuyordu. Raisi’nin cumhurbaşkanı olmasının ardından kadınların üzerindeki ahlak polisi baskısı arttı. Sosyal medyayı kullanan kadınların her gün sokakta ahlak polisi tarafından işkenceye maruz kalması toplumsal öfkeyi biriktiriyordu.
Amini’nin ahlak polisi tarafından öldürülmesi bardağı taşıran son damla oldu. Kadınlar farklı eyaletlerde ve illerde “Kadın, yaşam, özgürlük” sloganıyla sokağa çıktı.
b. İşçi hareketi: Ekonomik taleplerin siyasi taleplerle birleşmesi, grevlerin büyümesi
2010’dan itibaren İran işçi sınıfı hareketi daha da radikalleşerek yasaklı ve yarı-gizli olmasına rağmen büyük adımlar atabilmişti. Özelleştirme ve güvencesizleştirme süreçleri 2010’larda halkı daha da yoksullaştırmıştı. Birçok fabrikada İşçiler işten atıldı ve işe devam edenler ise, taşeron ve kısa sözleşmeli olarak çalışmak zorunda bırakıldı. Bütün bunlar olurken bu dönemde farklı sektörlerde çalışan işçilerin eylemleri ile birlikte sınıf mücadelesi daha zorlu bir döneme adım atmış oldu. Örneğin, 2017’de İran’da toplam 6 bin işçi eylemi gerçekleşti. Özelleştirmelere karşı tepki veren işçiler aylarca ödenmemiş ücretleri için, sözleşmelilerle de birleşerek fabrikalarda ve sokaklarda haklarını savunmaya çalıştı. İşçiler arasında farklı örgütlenme biçimleri deneyimlendi. Kimileri işçi şuraları fikrini benimseyip fabrikalarda şuraları ihya etmeye çalıştı, kimileri ise resmi ve gayri-resmi derneklerde bir araya geldi. Buna öğretmenlerin, hemşirelerin, belediye işçilerinin ve emeklilerin protesto eylemlerini de eklersek, sınıfsal mücadelenin daha büyük bir tablosunu görebiliriz. İşçiler kimi zaman geçici kazanımlar da elde etti, ama daha çok, mücadeleleri devlet tarafından “milli güvenlik meselesi” haline getirilerek sert müdahalelere maruz kaldılar.
Haft-Tappeh işçileri bunun bir örneğidir. 2015’te Haft-Tappeh Şeker Kamışı Firması özelleştirildi. O günden sonra işçiler şirkete ve aynı zamanda yetkililere karşı durmadan farklı biçimlerde direndi. Ekim 2018’de işçilerin protesto eylemleri fabrikaları aşarak sokaklara taştı ve aileleri de onlara eşlik etti. Cuma namazında bile işçiler sembolik bir şekilde imama sırtlarını çevirerek “vatana doğru düşman arkada” sloganını attılar ve ekonomik taleplerini siyasi protestoya çevirdiler. Ancak Haft-Tappeh sendikasının birçok üyesi tutuklandı ve işten atıldı.
Bununla birlikte işçilerin direnişi 2018’de sonuç verdi ve mahkeme özelleştirme kararını iptal etti. Ahvaz Çelik Fabrikası, Hepko, Azarab ve Vahed Firması’nda çalışan işçiler de bu dönemde harekete geçerek grev, oturma eylemi ve devlet binalarının önünde eylemler gerçekleştirdiler.
Bütün bu işçi ve emekçi eylemleri 2017’den itibaren ortaya çıkan halk isyanlarıyla birlikte sadece niceliksel olarak değil niteliksel olarak da boyut değiştirip, rejimin tüm yapısına karşı bir mücadeleye dönüştü. Örneğin “Ne şah istiyoruz ne molla, İktidar halk şuralarına” sloganı dönemin öne çıkan sloganlarından biriydi. Bu slogan sıkça atılan “İş, ekmek, özgürlük” sloganı gibi, yeni bir iktidar biçimi talep eden ilerici bir yerde duruyordu.
2017’de İran’da yaklaşık 6 bin işçi eylemi gerçekleşti.[4] Özelleştirmelere karşı tepki veren işçiler aylarca ödenmemiş maaşları ve sözleşmelilerin sorunlarıyla beraber fabrikalarda ve sokaklarda haklarını savunmaya çalıştılar. İşçiler arasında farklı örgütlenme biçimleri deneyimlendi. Kimileri işçi şuralarının fikrini benimseyip fabrikalarda şuraları ihya etmeye çalıştılar, kimileri ise resmi ve gayri-resmi derneklerde bir araya geldiler.
Son beş yıl içerisinde gittikçe büyüyen işçilerin ekonomik eylemleri, isyanlar döneminde, siyasi talepleri de içererek gerçekleşmekteydi. Mahsa (Jina) İsyanı’nda bu durum daha iyi görülüyor.
Mahsa İsyanıyla birlikte İran işçileri belirli sektörlerde grevlere çıktı. Bu dönemde, işçi eylemleri bakımından farklı gelişmeler de yaşandı. Daha önce fabrikalarda ve işyerlerinde yapılan “sessiz grevler”, sloganlar eşliğinde işyerindeki yürüyüşlere dönüştü. Kimi zaman işçiler fabrikaların önünde toplanıp ateş yakarak giriş kapısına sloganlar yazdı. Sloganların bir kısmı sadece belirli işletmelerin işçilerinin taleplerini değil bir bütün olarak işçi sınıfının taleplerini içerdi. Bunun yanı sıra rejim karşıtı sloganlarda da büyük bir artış kaydedildi. Mahsa İsyanı’na yönelik dayanışma eylemleri işçi sınıfı mücadelesinde son üç ay boyunca hem bireysel hem de kolektif biçimlerde gerçekleşti.
c. Öğrenci hareketi: Kampüste ve sokakta mücadele
2010’larda İran’da öğrenci hareketi yeni bir aşamaya doğru adımlar attı. DAB’ın bastırılmasının ardından üniversitelerde öğrenci aktivizmi yeniden İslami Encümenler ile Besici öğrencilerin lehine gelişti. Bir taraftan özel ve vakıf üniversiteleri artarken diğer taraftan devlet üniversitelerinin kapasitelerindeki düşüş, yüksek öğrenim kurumlarındaki sınıfsal ayrımları göz önüne serdi. Öğrencilerin güvencesiz hayat ve eğitim koşulları hem okulların içinde hem yurtlarda yeni örgütlenme biçimlerinin gerekliliğini ortaya çıkardı. Yeni kuşak öğrenci militanlar, özellikle solcu öğrenciler bu dönemde okulların yapısında mevcut olan Öğrenci Konseyleri’ni ele geçirip neoliberal politikaları hedef alarak yeniden kolektif bir mücadelenin içinde yer aldılar.
Öğrenciler sadece kendi taleplerini değil, işçilerin, emekçilerin, kadınların ve ezilen halkların taleplerini de eylemlerinde dile getirdi. “İş, ekmek, özgürlük”, “işçilerin çocuklarıyız, yanlarında dururuz”, “öğrenci, işçi, öğretmen birleşin”, “Reformcular, Usûlcüler maceranız bitmiştir” gibi sloganlar öğrenci hareketi açısından bu döneme damgasını vurdu. 2017’den itibaren ortaya çıkan halk hareketleri sırasında da bu yeni öğrenci kuşağı, farklı biçimlerde isyanların yanında yer aldı.
Mahsa’nın öldürülmesiyle başlayan ayaklanma bir yandan sokaklara diğer yandan üniversite, lise ve orta okullara sıçradı. Üniversite öğrencileri isyanın hemen hemen ilk günlerinden beri okullarda grev, boykot, oturma eylemi gibi farklı eylemlerle isyandan yana tutum aldı. Birçok örnekte güvenlik güçleri okullara girerek öğrencilere gaz ve plastik mermi ile saldırdı ve ardından yüzlerce öğrenciyi işkenceyle tutukladı. Kimi zaman öğrenci yurtlarına baskın yaparak gece yarısında öğrenci avına çıktı. Mahsa İsyanı boyunca toplam 144 farklı üniversitede öğrenci protestoları yapıldı ve 24 Aralık 2022’ye dek 664 öğrenci tutuklandı.
Öğrenciler Mahsa İsyanı boyunca farklı direniş biçimleri sergiledi. Yaratıcı sloganlar attılar, bunun yanı sıra, kadın öğrenciler kampüslerde başörtülerini çıkararak protesto ettiler. Kadın-erkek ayrı yemekhaneler bu süreçte öğrencilerin hedefindeydi. İran üniversitelerinde yemekhaneler normalde kadın ve erkek öğrenciler için ayrı ayrıdır. Mahsa İsyanı’nın temel taleplerinden biri bu uygulamanın kaldırılması oldu. Katliam, zorbalık, işkence ve idama karşı çıkan öğrenci hareketi toplumun bütün ezilen kesimlerinin sesini duyurmaya çalıştı ve zaman zaman protestocuların sokaklardan geri çekildiği anda onlar üniversitelerde isyanın meşalesini yükseltti.
Gençlik mücadelesi bu dönemde liselilerin radikalleşmesiyle canlandı. Liseli ve orta okullu kız öğrenciler okullarda başörtü dayatmasına direndi, zaman zaman isyanın sembol sloganları ve şarkıları eşliğinde okullarda protesto eylemleri yaptı. Yandaş hocalara ve okul müdürlerine karşı ayaklandılar, İslam Cumhuriyeti’nin ideolojik simgelerini dersliklerin duvarından indirerek ‘Kadın, Yaşam, Özgürlük’ sloganını astılar ve siyah tahtalara öldürülen genç arkadaşlarının isimlerini yazarak anma törenleri gerçekleştirdiler. Kimi zaman da okul çıkışında sokaklarda başörtülerini çıkararak şarkı söylediler, rejim karşıtı sloganlar attılar ve dolayısıyla emniyet güçlerinin hedefi haline geldiler. Rejim yetkilileri kimi liseli gençlerin tutuklandığını onaylayarak tutukluları hapishane yerine “Davranış Düzeltme Merkezleri”ne gönderildiklerini duyurmuşlardı.
Sonuç
İran’daki hareket öğrenciler, işçiler ve emekçiler açısından konseyler ve şûralar şeklinde örgütleniyor. Bu sürecin bir devrim ya da önemli bir değişimle sonuçlanıp sonuçlanmaması sürecin dinamikleriyle ilgili, ancak 2017’den bu yana bir birikim ve ilerlemenin olduğu da görmezden gelinemez.
Eylül 2022’de başlayan Mahsa (Jina) İsyanı bir halk mücadelesi olarak farklı toplumsal hareketleri içinde barındırarak var oldu. Dolayısıyla, Mahsa İsyanının mahiyeti ve gelişim sürecini kavrayabilmek için bu isyanı oluşturan ilerici toplumsal hareketlerin dinamiklerine odaklanmamız gerekir. İşçi sınıfı, kadın, ezilen uluslar ve öğrenci hareketi bu isyan sürecinde farklı deneyimler kazanarak ilerlemiş, bazen de geri çekilmişlerdir. Bu süreç kimi zaman farklı eylem biçimleri ve dayanışmalarla ilerledi, kimi zaman örgütsüzlüğün neticesiyle geçici olarak geri çekildi. Ancak açık olan şu ki Mahsa İsyanı bütün devlet baskılarına rağmen kendini farklı biçimlerde yeniden üretebilme potansiyeline sahip.
Bu süreçte siyasal taleplerin boyutları genişledi. Kadınlar üzerindeki baskıya karşı çıkış mücadelenin önemli gündemlerinden biri haline geldi. Milliyetçilik bir ölçüde geri çekildi. En önemlisi de halkın mücadele bilinci önemli bir sıçrama daha gösterdi. Bununla birlikte farklı örgütlenmeler söz konusu olsa da henüz politik birliğin sağlanamamış olması ve dağınıklık hareketin en temel zaafını oluşturuyor.
[1] Horasani, N. ve M. Azarafza (2015) “1979’dan günümüze İran’da kadınların talepleri”, https://www.radiozamaneh.com/208434
[2] Moghaddam, R. (2015) “Fundamentalizm ve insan haklarının ihlali”, https://www.radiozamaneh.com/192621
[3] Hosseinkhah, M. (2014) Tesettürde otuz beş yıl: İran’da kadın hakları ihlalleri hakkında detaylı inceleme, 1. Baskı, Ketabe Aida, İran.
[4] Mahbub, N. (2018) “İran’da günde 17 protesto: İşçi bayramından işçi bayramına”, BBC Persian, https://www.bbc.com/persian/43947490