Nuray Sancar

 

İşçi sınıfının tarihi, sınıfın kendi yanılsamalarına, ütopyalarına ve diğer sınıf ve kategorilerin ideolojik etkilerine karşı mücadelesinin de tarihidir. Marksist teori de işçi sınıfı saflarında zamana göre çeşitliliği değişen akımlara karşı mücadelelerle gelişti. 1. Enternasyonal boyunca ve 1871 Paris Komünü döneminde işçi hareketi içinde iki önemli siyasi figürün temsil ettiği anarşizm, yenilenebilme kapasitesi ve becerisi bakımından, Marksizmin mücadele ettiği akımlar arasında öne çıkmaktadır.

İşçi sınıfı mücadelesinin mevcut devlet cihazını parçalayarak sosyalist bir devlet kurma hedefini, “genel olarak devlet”in, otoriter bir karakter taşıyor olduğunu ileri sürerek reddeden, kapitalist devlet ortadan kalktığında sermaye sınıfının da otomatik olarak ortadan kalkacağını, ücretlerin yükseltilmesi için mücadele etmenin “ücretli kölelik sistemini tanımak anlamına geldiğini” iddia eden Bakunin ile; devletsiz otonom ve özerk topluluklara ticaretsiz, sanayisiz, “ahlaki” bir komünizm ütopyası çizen Proudhon’un görüşleri işçi sınıfı saflarındaki başlıca akımlar arasındaydı.

19. yüzyılda anarko sendikalizm, Lenin’in Ne Yapmalı’da hesaplaştığı, sınıfı ekonomik taleplerine ve bu haliyle ücretli kölelik sistemine mahkûm eden Trade Unionism’in (ekonomizm) tezlerini bir başka yoldan gelerek, son tahlilde paylaşıyordu. Aslında biri, hareketi ekonomik taleplerle sınırlayan diğeri ekonomik talepleri küçümseyen bu iki akım da işçi sınıfına ayrı dillerden konuşarak aynı şeyi söylemekteydiler: Siyasetten uzak durun!

Marx 1870’de; Komün’den bir yıl önce Lafargue’a, “Programı bir teori idi ve gerçekte üç noktadan oluşuyordu” diye söz ettiği Bakunin’in “üçüncü noktası” hakkında şöyle yazmıştı:

Egemen sınıfın bu büyük sendikaları, bırakalım canları istedikleri gibi hareket etsinler, çünkü onlarla uğraşmak onları tanımak anlamına gelir. Buyur! Eski sosyalistler de aynı akılla şöyle diyorlardı: ücretler sorunuyla uğraşmamalısınız, çünkü siz ücretli emeği ortadan kaldırmak istiyorsunuz, eh, kapitaliste karşı ücretlerin yüksekliği, düşüklüğü konusunda savaşım vermek, ücretlilik sistemini tanımak demektir! Bu eşek, her sınıf hareketinin, sınıf hareketi niteliğiyle, zorunlu olarak siyasal bir hareket olduğunu ve her zaman da böyle olmuş olduğunu bile anlamamış…[1]

İşçi sınıfı hareketini İspanya, İtalya ve Latin Amerika gibi bölgelerde, sınırlı bir zaman diliminde domine eden anarko sendikalizmin İspanya’da 1873 ayaklanmasındaki hezimeti hareketin geriye çekilmesine yol açmıştı. Proletaryanın 1917 Ekim Devrimi’nde Rusya’da iktidarı ele geçirmesi ise daha önce teorik bir çıkarsama imiş gibi görünen, Marksizmin, sınıfın gerçek kurtuluşu için üretim araçlarını kolektif mülkiyete geçirerek iktidara el koyması “şart”ını pratik gerçekliğe dönüştürmüş ve bu nesnel gelişimin oluşturduğu zemin, sınıf içindeki ara sınıf ütopyalarının kendilerini yeniden üretebilme koşullarını zayıflatmıştı. Ama bu, burada sözü edilen ideolojilerin tamamen geçmiş bir anı oldukları anlamına hiçbir zaman gelmeyecekti. Marx 1871’de Komün’den hemen sonra Friedrich Bolte’a şöyle yazmıştı: “Eskimiş, zamanı geçmiş olan, her zaman kendini toparlamaya ve yeni biçim içinde tutunmaya çalışır.[2]

Nitekim öyle oldu. İşçi sınıfının siyasal örgütlerinin ve sınıf sendikacılığının zayıflamaya başlamasıyla birlikte yere ve konjonktüre, işçi sınıfının tarihsel birikimlerini ne derece koruyabildiğine ve örgütlülük düzeyine bağlı olarak sınıf dışı akımların; her biri Anarko Sendikalizm ile Trade Unionism’in temel tezlerinin değişik oranlardaki karışımını içeren, yenilenmiş ve modern argümanlarla beslenmiş biçimleri ortaya çıktı. Bu akımların başlıca türleri için, işçi sınıfını iktidara getiren 1917 Devrimi, sonradan SSCB’de sosyalizmin yıkılışının da kanıtladığı gibi başarısız, bir daha tekrarlanmaması için emekçilerin kendisine yeni hedefler ve örgütlenme tarzları icat etmesi gerektiğini gösteren tarihsel bir sapmaydı.

Sosyalizmi kapitalizmin artık geride kalmış bir dönemine özgü ilişkilerin ‘tarihsel’ parantezine yerleştirerek yad etmek günümüzde daha genel bir tutumdur. Bugün burada anılan iki eski ve köklü akımın ‘yeniden diriliş’ öyküsü de bu tarihselleştirmeyle başlar. Bu iki damarın değişik karışımlarla buluştuğu Yeni Toplumsal Hareketler (YTH) teorisi (teorileri) ve onun bir alt başlığı olan Toplumsal Hareket Sendikacılığı (THS) sosyalist devrimin, kapitalizmin nesnel koşulları çok değiştiği için geçmişe özgü kaldığında ısrar etmektedirler. Buna bağlı olarak toplumsal öznenin adresi de değişmiş; işçi sınıfından, istikrarlı ya da değil, kalıcı ya da geçici örgütsel varlık gösteren diğer katman, tabaka, kimlik veya talep gruplarına kadar genişleyen bir yelpazeye dağılmıştır.

Dünyadaki nesnel değişimlere isabetli bir müdahale olduğu iddia edilen Toplumsal Hareket Sendikacılığı (THS) kavramının kullanılmaya başlaması çok yeni değildir. 1980’li yıllarda dolaşıma girmiş ve bir dönem epey ilgi görmüştü. Bugün dünyada eskisi kadar yaygın kullanılmıyor.  Türkiye’de ise özellikle KESK içindeki siyasi grupların, sendikanın amaçlarında ve örgütsel yapısında önerdikleri, gerçekleştirmeye çalıştıkları ya da gerçekleştirdikleri değişimleri besleyen bir ideolojik yönelim olarak güncelliğini korumaya devam ediyor.

Bu yazı KESK içindeki gelişmelere bağlı olarak gündeme geldi. Özellikle Kürt ulusal hareketinin; Bookchin’in ve Wallerstein’ın katkılarıyla zenginleşmiş bir anarko sendikalizm türünü kendi siyasal stratejisi doğrultusunda yenilediği sendikal platformu ele alınacaktır. Ama ondan önce birincisi; nesnel değişimlerin siyasi stratejiye hizmet edecek biçimde bağlamlarından nasıl çıkarıldığına ve “ideolojikleştirildiğine”, ikinci olarak THS’nin tarihsel ve pratik referanslarıyla başlıca argümanlarına değinmekte yarar var. Çünkü THS’nin burada değineceğimiz KESK’teki, Kürt ulusal hareketinin gündemleştirdiği özgül biçimi aynı referanslara dayanmakta, aynı zeminde yeniden üretilmektedir.

 

DEĞİŞİME İKİ BAKIŞ

Burjuvazinin dönemsel eğilimlerinin, sosyoekonomik değişimlerin, sınıfların eski mevzilerinde kalmasına olanak tanımayan siyasal gelişmelerin; yeni nesnel koşullarda karşılık bulmayan, artık eskimiş siyasal yöntemler ve örgütlenme tarzlarıyla anlaşılması, bu koşullara eski araçlarla müdahale edilmesi doğal olarak mümkün değildir. Değişimler önemlidir. Ancak her an her dakika, burjuvazi ile işçi sınıfının, ikincinin sömürüsüyle sonuçlanan karşılıklı konumlanmasını yeniden üretmek için mekanizmalarını tazeleyen, bunu sınıfların güç ilişkisindeki değişimlere göre ayarlayan, bu özün ebedi var oluşunu garanti altına almak için daha önce kurduğunu gözünü kırpmadan bozabilen egemen sınıfın müdahalesine bağlı değişimin, onun iradesi tarafından belirlenmeyen bir sınırı vardır. Bu sınır kendi varlık koşulu olan ücretli kölelik sisteminin yeniden üretim koşulları tarafından çizilir; radikal bir değişimin şartı bu sınırın aşılmasıdır. Bu perspektif gözden kaybedildiğinde dünyayı kendi nesnel koşuları içinde anlamak da zorlaşır. Değişim, olmadığı yerde aranır ya da ancak, bir bardak suda fırtına koparmaya yarayan stratejiler üretilir.

Değişim yeni toplumsal hareketleri besleyen ideolojik söylemin başlıca motifidir. Buna göre “ders çıkarılmış tarih”in şahitliğinde yorumlanan kapitalizmin dönemsel değişimleri onun özüne ilişkin bir farklılaşma olarak sunulur. İçinde işçi geçen her cümleyi işçi sınıfının özgüvenini kırmaya yeni bir katkıyla tamamlayan hareket guruları, liberal ve fonlanmış sendikalar, iliştirilmiş akademiler, kimi siyasi oluşumlar bu yorumları kapitalizmi yıkmanın gereksizleştiğinin kanıtı ilan etmektedirler. Böylece spekülasyonun kanıtı yine kendi spekülasyonları olmaktadır.

Sistemle hesaplaşacak ne bir mecali ne de yetkisi-yeteneği olan, değişmiş ve kimilerine göre “zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri olan” bir işçi sınıfının toplumsal hareketin öznesi olmaktan çıktığı bir ideolojik resimde, sınıfın boş bıraktığı yeri sayısız talep ve aidiyet grupları; daha doğrusu bunlara ilişkin fikirler doldurabiliyor. Ama bu kesimlerin dinamizmine ve haklılığına sahip olmadığı veya iyi ihtimalle onlardan bir farkı kalmadığı için özel olmaktan çıkmış bir işçi sınıfı asla!

Kapitalizmin ve işçi sınıfının değiştiğine ilişkin iddialar her dönem olmuştur. Ama Yeni Toplumsal Hareketler ve Toplumsal Hareket Sendikacılığı bahsini ilgilendirdiği yönüyle, değişimin, müdahale biçimlerini ve buna bağlı araçları değiştirdiği iddiasının en sistematik bir biçimde sürdürülmesi1968 hareketi ve sonrasında görülür. Fransa’da 68 eylemleri Sovyetler Birliği’nde Komünist partinin 20. Kongresi’nin sonuçlarının yol açtığı ağır bir tahrifat ortamında patlamıştı. 20. Kongre SSCB içindeki sınıf mücadelelerinin bittiğini, uluslararası düzeyde ise kapitalizm ile barış içinde birlikte yaşama döneminin başladığını ilan ediyordu.

  1. Kongre’nin yol açtığı hayal kırıklığı içinde, gençliğin antikapitalist sloganlarına esin kaynağı olan yer artık SSCB değildi. Bu koşullarda, devrimin farklı bir özne sayesinde gerçekleştirilebileceğinin kanıtı olarak görülen Çin’deki halk devriminin önderi Mao, radikal küçük burjuvazinin özlemlerinin cisimleştiği Latin Amerika devrimcisi Che Guevera popülerleşmişti.

Öte yandan; Fransa’daki ‘Çok renkli 68’in aynı zamanda bir işçi hareketi olduğu genellikle ve bilinçli olarak ihmal edilmiştir. Haziran ayında 8 milyon nüfusuyla grevde olan işçi sınıfının tablodan çekilmesi ve geriye, sadece ideolojik kurgular yapabilmek için seçilmiş; gençliğin akademik, kimlik, cinsel yönelim-cinsiyet, yurttaşlık hakları gibi karşılanmamış taleplerinin bırakılması 68 sonrasındaki ideolojik müdahalelerin ürünü olmuştur. Hareket söndükten sonra ortaya çıkan ‘68 bilirkurulları’nın eylemden çıkardığı önemli sonuçlardan biri; işçi sınıfının artık tarihsel bir özne olmaktan çıktığı, ikincisi ise; onun yerini alan toplumsal kesimlerin (barış hareketi, feminizm, anti nükleer hareket, çevreciler, sonra bunlara başka kesimler de eklendi) toplumsal mücadelelerin değişken özneleri olduklarıydı.[3]

1968’deki tarihsel özne tartışması eğer, 1970’li yıllardaki ekonomik krizin kendisi için ağır sonuçlarının üstesinden kalıcı ayarlamalar yaparak gelmek isteyen uluslararası burjuvazi tarafından keskin bir dönüm noktası haline getirilmeseydi çok da etkili olmayabilirdi. Ancak krizi, önemli ölçüde zayıflayan bir işçi sınıfı örgütlülüğü, yıkılan bir sosyalizm ortamında karşılayan dünya burjuvazisi hem 1917’nin travmasını hem de birkaç yıl önceki 68 şokunu atlatamadığı için radikal ara sınıflardan gelen, işçi sınıfının yerine özne adaylığı talebine sırtını dönecek değildi. Bu krizle birlikte, sadece zararın faturasını dünya emekçilerine ödetmek için değil aynı zamanda, dünyanın yeniden paylaşımını gerçekleştirirken, kapitalizmin potansiyel olarak en büyük tehdidi olmaya devam eden işçi sınıfını silahsızlandırmak ve daha önce yapılanlara yenilerini ekleyerek taarruzu büyütmek için harekete geçti.

Bilimsel-teknolojik ilerlemeler, üretici güçlerin gelişimi, sermaye hareketlerinin hız kazanması vb. gibi iradi olmayan değişimler ile uluslararası siyasi ilişkilerde konjonktüre bağlı değişen dengeler dünya emekçi sınıflarının kazanımlarına yönelik taarruz ve düzenlemeler için kolaylaştırıcı bir rol oynamaktaydı.

İşçi sınıfı açısından ortaya çıkan tablo şöyledir: Birçok gelişmiş kapitalist ülkedeki sanayi üretiminin parçalanarak ucuz emek cennetlerine; başlıca Doğu Avrupa ile Asya’ya taşınarak işbölümünün dünya çapında derinleşerek yayılmasına metropollere doğru gelişen proleterleşme dalgası da eşlik etmekteydi. Meta üretimi süreci, daha büyük bir hızla dünya çapında toplumsallaşırken işçi sınıfının safları taze, ancak mücadele deneyiminden yoksun, uluslararası kazanımlarına sahip olmayan, örgüt bilinci gelişmemiş kesimlerin katılımıyla da genişledi.

Üretimin bu yeni toplumsallaşması sadece bu yolla olmadı; otomasyonun yaygınlaşmasına, kamudaki dönüşüme bağlı olarak toplumsal statüsü değişen kesimlerin işçi sınıfına eklemlenişindeki artış çok daha geniş bir kesimi meta üretimi sürecine bağladı. Buna faal işgücü kapasitesine dahil olmayan nüfusun; ev kadınlarının (ev içi üretim yoluyla), çocukların, yaşlıların, emeklilerin, özürlülerin vb. gibi katmanların “işgücü piyasası”na çekilmesi eşlik etti. Üretimin dünya çapında genişleyen toplumsallaşması işçi sınıfının her gün yeniden bölünmesini de içererek sürdü. Bir yandan iş zamanının ve mekanının esnekleşmesi, çalışmaya getirilen yeni kriterler, düşük ücretli göçmen iş gücünden başlamak üzere emekçiler arasında katmanlaştırmaların yaratılması diğer yandan örgütlenmenin önüne çıkarılan fiziki ve hukuki engeller; nesnel dönüşümlere eşlik eden kapitalist sınıfın iradi müdahaleleri işbölümünü ayrıntılandırıp derinleştirirken bu bölücü etkenlerin gücünü de artırdı.

Uluslararası bir sendikal hareketin ve işçi sınıfının enternasyonal siyasi örgütünün olduğu koşullarda bir yerde çakan kıvılcımın domino etkisiyle yayılabileceği bir tablo, bunların yokluğu durumunda genel işçi sınıfının yararına değil de onun hareketini engellemeye çalışan sermaye sınıfının çıkarına olmaktadır. Birçok ülkenin aynı tekellerin fason üretim alanı haline geldiği mevcut koşullar işbölümündeki derinleşmeyi işçi sınıfının birleşik mücadelesinin aleyhine geliştirir. Bu durum daha fazla kar peşindeki sermaye ile emek arasındaki güç ilişkilerinin değiştirilebilmesini kolaylaştırır ve zayıflamış işçi sınıfı saldırılara daha açık hale gelir.

Mevcut sendikaların büyük çoğunluğunun 70’li yıllardan bu yana süren değişimle ilgilenmediği, böyle bir değişim yokmuş gibi davrandığı bir vakıadır. Sendikaları sistemin bir aparatı haline getiren bürokratikleşme, işçi aristokrasisinin palazlanması, sınıf içinde rüşvet ve ayrıcalıklarla teşvik edilen kastlaşma bu aygıtları çoktan koflaştırmış, yöneticilerini asalaklaştırmıştı. İşçi sınıfının günümüzdeki özelliklerini, yapısını ve değişen sosyolojisine ancak bürokratik sendikacılığın ideolojik zeminini sağlamlaştırmanın malzemesi ya da sınıflar arasındaki uzlaşma siyasetine manipülasyon kaynağı olabildiği durumlarda ve kadarıyla ilgi gösteren sendikal kastın, sınıfın ne gündelik taleplerinin ne nihai kurtuluşunun aracı olabilecek durumu kalmıştır. Sendikaların ağırlıklı bölümü bugün doğrudan doğruya egemen sınıfların işçi ve emekçi sınıflar üzerindeki kontrol aracına dönüşmüş; bunların enternasyonal örgütleri uluslararası tekellerin yanı başındaki iliştirilmiş bir ‘hizmet sektörü’; yerel izdüşümleri olan sendikalar ise devletle ve sermaye ile alışveriş halindeki sivil toplum örgütleri (NGO’lar içinde biri)[4] kategorisine sokulmuşlardır.

Bugün Toplumsal Hareket Sendikacılığı çatısı altında, işçi sınıfının, içinde önemsiz bir rol oynadığı eylem repertuarlarını hazırlayan kesimlerin kalkış noktası, sendikaların, emek örgütlerinin, işçi sınıfının aktüel durumudur. Onlar değişimi, hiçbir değişiklik olmuyormuş gibi yapan bürokratik ve rantiye sendikacılığın yaptığından farklı olarak, özel ideolojik sonuçlar çıkarmak üzere yorumladılar ve toplumsal hareketlere yeni bir hat çizmeye çalıştılar.

İşçi sınıfının ideolojik bakımdan en zayıf olduğu, buna örgütsel güçsüzlüğünün de eklendiği koşullarda bürokratik sendikacılığın açıklarından feyz alan bir ‘geleneksel sendikacılık’ eleştirisini, aslında sınıf sendikacılığını kast ederek yönelten Toplumsal Hareket Sendikacılığının pratik referansı 1970’li ve 80’li yıllarda ortaya çıkan bazı sendikal hareketlerdir. Bu hareketler ortaya çıktıkları ülkelerin özel konjonktürlerinde önemli birer toplumsal ve tarihsel bir rol oynamışlardı. Siyahların beyazlarla aynı sendikaya üye olamadıkları Güney Afrika’da, 1970’li yıllarda siyahlara özel bir sendika olarak doğan ve ırkçı rejime karşı sadece siyah işçi sınıfını değil işsizleri, ara tabakaları, entelektüelleri, esnafı, öğrencileri vb. geniş bir çevreyi harekete geçiren COSATU’nun yanı sıra Brezilya (CUM), Kore (KCTU) ve Filipinler’de (KMU- 1 Mayıs Hareketi) diktatörlüklere karşı birikmiş halk tepkisini seferber eden ve ‘Halk Grevi’ adı altındaki eylemlerle olabildiğince geniş bir kesimle ‘hayatı durduran’ sendikal yapılar aslında bir siyasi partinin yokluğundan doğan boşluğu doldurmuşlar ve bu ülkelerdeki darbe veya diktatörlük koşullarından çıkışı örgütlemişlerdi. Sendikaların rolü bu kısa erimli hedefler gerçekleştikten sonra sona erdi. Çünkü sınıf eksenli bir partinin sahip olabileceği stratejik bir hatta sahip değillerdi. Çoğu da THS literatüründe eleştirilen geleneksel sendikacılığın akıbetini paylaştılar. Bununla birlikte bu konjonktürel, kalıcı olmayan yapılanmalar, zamanında, THS teorisinin ihtiyaçlarına uygun birer referans olabilmişlerdir.

80’li yıllarda Andre Gorz, Elveda Proletarya’sında proletaryanın bir özne olarak miadının dolduğunu ilan etmekteydi. Alain Tourrain’in “toplumun, kendi yeniden kuruluşu için ihtiyaç duyduğu çatışmalar”ın özneleri olarak saydığı katmanların rolü, Chantal Mouffe ve Ernesto Laclau’nun bu çatışmalı toplumda bir türlü kurulamayan, çünkü kurulduğu anda kararsızlaşan toplumsal öznelerin hareketiyle oluşan Radikal Demokrasi tezinde genişletildi. Bu isimler ve takip edenler, işçi sınıfını 1968’den sonra ortaya çıkıp sayıları artan kimlik ve talep gruplarıyla eşdeğer ve eşit bir aktör olarak tanımlıyordu. Marksizm bu kesimleri ve taleplerini görmediği için eleştirilmekteydi.

Parlamenter bir kısır döngüye girmiş burjuva demokrasisini, sınırlı talepleri için sistemle pazarlığa girişen kesimlerin mücadelelerini kapsayacak biçimde canlandırmayı amaçlayan teorilerin üreticileri bir yandan işçi sınıfını diğer yandan da kapitalist devleti terbiye etmek amacındaydı. “1848’den itibaren proletarya mücadelesiyle ulusal kurtuluş mücadelesinin ortaklaştığı iktidar amacı”nın kapitalizmdeki yeni değişimlere bağlı olarak sona erdiğini düşünüyorlar ve daha iyi bir bölüşüm sisteminin ayarlanması için sürdürülen mücadelelerin teminatı altında refah, eşitlik ve özgürlük sorununun çözülebileceğini iddia ediyorlardı.

 

İKTİDARDAN KAÇIŞ

Yeni Toplumsal Hareketlerin iktidardan kaçış stratejisi devlet organizasyonlarıyla uluslararası ilişkilerdeki değişimin oldukça dolambaçlı bir yoldan yorumlanmasına dayanır:

Geçen yüzyılın son çeyreğinde; sömürgecilikten kurtuluş savaşlarıyla siyasal bağımsızlıklarını kazanan bağımlı ülkelerde ‘çift kutuplu dünya’ bağlamında yerel burjuvazilerin iktidarlarına bir tür destek ve koruma kalkanı oluşturan ama uluslararası sermayenin hareketlerini az çok yavaşlatan yasal ve bürokratik mevzuatın artık sermaye dolaşımının hızını yavaşlatmayacak biçimde esnetilmesinin koşulları doğmuştu. Bütün dünyada ise devlet mülkiyeti altındaki sektörler özelleştirilmekte, sosyal haklar budanmakta ve bu da devletin küçülmesi olarak tarif edilmekteydi. Bu durumun dünya işçi sınıfı ve emekçilerinin yararına olduğunu işleyen kimi kapitalist ideologlar sermayenin ihtiyaçları için çok daha esnekleştirilip işlevselleşen kapitalist devleti bir hedef olmaktan çıkarmaktaydılar. Bu değişimin ideolojik yorumu 1) ulus devlet otonomileri çözülmeye başladığı için, devlet hedefli mücadelelere gerek kalmadığı, bunların miadının dolduğu 2) toplumsal mücadelelerin ulusal sınırlar içindeki zeminlerinin törpülenmeye başladığı biçiminde oldu. Devletin sınıfsal özü tanım dışı bırakılmış, mücadelelerle şekil verilebilen önemsiz bir varlığa indirgenmişti.

Yeni toplumsal hareketlerin radikal ve ılımlı her türü devletin değiştiğine ilişkin bu iki temel argümanı benimserler. Bu temelden yola çıkarak, esinini 19. yüzyıl anarşizmden alan radikal formların devletle ilgili vardığı sonuç onun yıkılması gerektiği fikrinden vazgeçmek olmuştur, ki bu, ılımlı formlarla aynı platforma gelmek anlamına gelir. Devleti yok saymayı veya otonom yaşam alanları “çitleyerek” devlete sırtını dönmeyi onu yıkmaya tercih eden 21. yüzyıl anarşizmi kendisini reformdan geçirmiştir.

Ancak siyaset dışına itilen devlet değildir sadece, hareketlere yeni hedefler belirlemek suretiyle toplum da siyasetten ötelenmektedir. Neoliberalizmle birlikte devletin basma veya yoğurt üretemeyeceği, bedava hizmet sunamayacağı gibi bir söylemle işçi sınıfı ve emekçilerin iki yüz yıllık mücadelesinin kazanımları tasfiye edilmeye, yani devlet kaynaklı maddi destekler kesilmeye başlandığında, bu sürecin devleti küçülteceği de ileri sürülmüştü. Böylece sivil toplum alanı genişleyecekti. Devletler, uluslararası finans kurumları ile siyaset merkezleri emekçilere sorunlarını çözebilecekleri kaynak olarak genişleyen sivil toplumu işaret ettiler. Bu, güvencesizlik mağduru emekçilere “başınızın çaresine bakın” anlamına gelmekteydi. Bir kısım küçük burjuva siyasetçi, ideolog ve örgütleri önerilen sivil toplumcu yönelimi benimseyerek ‘satın aldı.’ Artık sivil toplum taleplerin yöneltildiği bir merci olmaktan çıkarılan devletin alternatifi olarak görülüyordu. Emekçilerin talep etmekte oldukları her şeyi küçük cemaatler halinde örgütlenerek kendilerinin yapmaları tavsiye ediliyordu. Bu durumun mantıksal devamında, her türlü talebin küçümsenmesi ve toplu sözleşmelerden vazgeçilmesi gerektiği de yer alır. Yerine konulan ise, “sendikalar kreş, bakım evi kurabilir, ucuz tüketim için kooperatifler oluşturabilir, hatta işletmeler de açabilirler”di.

İşçi sınıfı ve sendikalar devletten bir şey beklememeliydi.

 

İŞÇİ SINIFI: ÇOKLAR İÇİNDE BİRİ

YTH’nin bir alt başlığı olan THS onun bütün argümanlarını sınıf hareketine uyarlamak üzere devralmıştır. YTH ideologları ve aktörleri toplumsal hareketlerin aslında bir tür sınıf mücadelesi olduğunu reddeder ve toplumsal dönüşüme öncülük edecek bir işçi sınıfı pozisyonunun çeşitli nedenlerle artık kalmadığını savunurken THS de bunun işçi sınıfı mevzisindeki yankılanmasını oluşturmaktadır.

Bu yankı şöyle işitildi: Örgütlü hale gelmeleriyle birlikte sanayi işçilerinin yaşam standardının yükselmesi bu kesimlerin hareket motivasyonunu kırdığı gibi eski örgütler artık sayıca büyümeyen bu geleneksel merkezi temsil etmeye devam etmek suretiyle kendi işlevlerini de yitirdiler. Ücretli emek kesiminin büyüyen maaşlı meslek sahipleri, kadınlaşan hizmet sektörü, etnikleştirilmiş vasıfsız, yarı vasıflı işgücü gibi kesimler bu örgütler tarafından temsil edilemiyordu.[5] Ama artık “aktör yeni toplumsal hareketlerle geri dönmüştür”[6]“İleri sanayi toplumunun çatışmaları artık devletçilik ve siyasal düzlemde çözülemez… Kentsel sorunlarla da ilgilenen ekoloji ya da çevre hareketleri; insan hakları hareketleri, kadın kimliğinin korunması ve toplumsal cinsiyet, yaş, ırk, dil ve bölge fark etmeksizin eşit katılım için mücadele eden feminist hareket; pasifizm ve barış hareketleri; mal ve hizmetlerin dağıtımının ‘alternatif’ ve ‘cemaatsel’ dağıtımı için mücadele eden hareketler…”[7] buna adaydı. “Başarısız demokratik merkeziyetçilik deneyleriyle ve sosyal örgütlenmeye karşı dar sınıfsal yaklaşımıyla lekelenmiş Marksizmin” yerine “‘hareketlerin hareketi’ çeşitlilik gösteren tüm bu hareketleri tek amaca sahip bir hareketin içine hapsetmek yerine farklı amaç ve çıkarların birbirlerine eklemlenebileceği alanlar yaratmıştır…  Eskiden olduğu gibi sınıfın jandarmalığına soyunulmamaktadır.”[8]

Sınıf hareketine ve Marksizme karşı kullanılan ifadelere bakılırsa meramın, çağın gelişimine ayak uydurmak adına toplumsal hareketler için en uygun modeli bulmaya kafa yormak olmadığı anlaşılır. Suçlayıcı dil, Marksizm esinli işçi sınıfı hareketinin diğer toplumsal sınıf ve tabakaları dışladığı, sınıfın dikkatini dar ekonomik çıkarlara indirgediği, fabrikadaki nüfusu azalmış sanayi proletaryasının hareketi olarak kaldığı ve böylece dar bir kesimi temsil ettiği halde toplumun geneli hakkında konuşabildiği gibi kaba, gerçeklikten uzak iddiaları yinelenmektedir. THS savunucuları üstesinden gelebileceği bir karikatüre çevirdiği sınıf mücadelesini ve sendikacılığını her gün yeniden alt etmek suretiyle iddialarını kanıtlamaya çalışmaktadırlar.

Marksizmi sadece fabrikada çalışan ‘dar’ bir sanayi işçisini temel almakla ve özne olarak sadece fabrika işçisini tanımakla eleştirmek onu aslında bulunmadığı bir noktaya iteleyerek önemsizleştirmek anlamına gelir. Üstelik bu konuda yığınla belge ve pratik varken. Oysa emek ve sermaye arasındaki çelişki ne şimdi ne de daha önce fabrika duvarları arasına sıkışmış bir ilişki olarak görülmüştür ve işçi sınıfı sanayi proletaryasına indirgenmiştir.

Ayrıca işçi sınıfının türdeş olmadığı, farklılaşmış kesimlerin bir topluluğu olduğu bir THS keşfi değildir. Irk, milliyet, din-mezhep, cinsel yönelim ve cinsiyet gibi farklı ezilme biçimleri altında özel sorunlar yaşayan kesimleri kendi kimliklerine yalıtan THS siyasetinden farklı olarak sınıf sendikacılığı bu farklılaşmalara karşın sınıfın birleşik mücadelesini örgütlemeyi üstlenir. Çünkü bu, her gün derinleşen farklılaşmalara rağmen bir güç olabilmenin şartıdır.

Kapitalist üretim ilişkileri içindeki nesnel konumu tarafından belirlenen öncülük rolü, işçi sınıfını kendi içindeki farklılaşmaların parçalanma nedeni haline gelmemesi için mücadele etmesini de içerir. Böylece sınıf hareketi, işçi sınıfı içindeki her kesimin kendi talepleriyle dahil olduğu bir sınıf hareketini örgütlemek, hiçbir kesimi kendi sorunlarıyla boğuşurken yalnız bırakmamakla yükümlüdür. Ancak bu sadece sendikaların görevi değildir.

Toplumun farklı kesimlerinin sınıf hareketine bağlanması, sınıf hareketinin bu talepler için verilen mücadeleyi de kapsayarak genişletilmesi işçi sınıfının politik örgütünün, partinin fonksiyonudur. İster kısa vadeli ya da uzun, ister yerel ya da genel, kültürel ya da kimliksel olsun, sınıfın özel bir kesimini ilgilendiren talepler ya da mücadeleler işçi sınıfı örgütünün öteleyeceği, yüz çevireceği konular olmaz. Tersine işçi sınıfının politik örgütünü bu hareketlerden yalıtmaya çalışan her girişim bunların önemine dair ne kadar şiddetli vurgular yapsa da o tekil, küçük, yerel, ekonomik talepler için mücadeleleri de ciddiye almıyor demektir. İşçi sınıfını diğer ezilen sınıflar ve katmanlardan, talep ve kimlik gruplarından mütemadiyen ayırarak yalıtan politik müdahalelerin tersine bu hareketleri birleştirme ve birbirine bağlama ve ortak bir hedef için yönlendirme rolünü de ancak sahip olduğu örgütsel olanaklarla işçi sınıfı oynayabilir. Çünkü toplumsal kesimler için nihai kurtuluşun koşulunu gerçekleştirmeye nesnel olarak yetenekli tek kesim odur.

Öyleyse, sendikal hareketin esas dayanağının fabrikadaki sayısı iyice azalmış sanayi proletaryasında bulunmadığı, Marksizmin dışladığı işçi sınıfının farklılaşmış kesimlerine dağıldığı tezi maksatlıdır. THS’nin konu dışı ettiği; işçi sınıfının tarihsel rolü ile iktidar mücadelesi olduğundan bu farklılıkların her birine bahşedilmiş özerkliğin, birleşik mücadeleyi engelleyecek biçimde mütemadiyen vurgulanması kasıtsız değildir. Sonuç, baştan kurulur. Ama bu ideolojik tasarrufun kendisi de sınıfsaldır. Aralarında Çin Seddi olmayan sınıfların en akışkan kesimlerini; proleterleşmeyle ara sınıflar arasında gidip gelen, istikrarsız ve bu yüzden radikal değişimler karşısında ikircikli katmanların dünya görüşleri bu sorunların ve taleplerin kompartımanlaştırmasına yatkındır. Kapitalizmden kurtulmayı odağına koyan işçi sınıfı radikalizmini başından def etmek isteyen odaklar tarafından da ideolojik bir işlem konusudur.

 

THS’NİN EKONOMİZMİ

THS sınıf sendikacılığını bürokratik sendikacılığın kusurları üzerinden eleştirirken “işçi sınıfının mücadelesinin dar ekonomik taleplere indirgendiği, ücret sendikacılığıyla sınırlandığı[9] gibi bir kalkış noktasından başlar. Aslında işçi hareketini siyasallaştırmak gibi bir iddia taşıyor görünse de ekonomik mücadele ve siyasi mücadele arasındaki diyalektik ilişkiyi göremediği için ikisinin karşısında da tutarlı bir pozisyonda duramaz. Ekonomik indirgemecilikle suçladığı Marksizmin, sendikal hareketin belirdiği ilk andan itibaren ekonomizmle mücadele ettiği gerçeğinin kimse tarafından hatırlanmadığını varsayarak tarihi de tahrif eder.
Ekonomik talepler için verdiği mücadele içinde işçilerin kendiliğinden kurtuluş mücadelesi verebilecek bir sınıf haline gelemeyeceğini söyleyen Lenin, Ne Yapmalı’da bu ‘indirgemecilik’le mücadele etmiş ve ekonomik mücadele ile siyasi mücadelenin birleştirilmesi gerektiğini yazmıştır. Bu ilişkiyi kendiliğinden kuramayan sendikal hareket sınıfın politik örgütünün yardımına ihtiyaç duymaktadır.[10] Şöyle bir belge de henüz tozlanmamıştır: Komüntern, “işçi sınıfı mücadelesini iki ayrı parçaya bölen teori ve pratiğin son derece zararlı olduğu”nu tespit etmekte, 12 Temmuz 1921 tarihli Amsterdam (Sarı) Sendikalar Enternasyonali’ne Karşı Mücadele başlıklı belgede şöyle denmektedir;Her ekonomik mücadele aynı zamanda siyasal bir mücadeledir, yani bir bütün olarak sınıfı ilgilendiren bir mücadeledir. İşçi sınıfının katılımı ne kadar büyük olursa olsun, devrimci sendikalar söz konusu ülkedeki komünist partiyle yakın ve birleşik bir tarzda çalıştıkları takdirde, ancak o zaman mücadele devrimci olabilir ve proletaryaya en büyük yararı sağlar. Özellikle içinde bulunduğumuz devrimci durumda, işçi sınıfı mücadelesini iki ayrı parçaya bölen teori ve pratik son derece zararlıdır. Her eylem, güçlerin en yoğun bir biçimde toparlanmasını gerektirir, bu ise ancak işçi sınıfı ile onun tüm komünist ve devrimci unsurları verebilecekleri her şeyi sonuna kadar devrimci mücadeleye verdiklerinde başarılabilir. Eğer komünist partiler ve sınıf bilinçli sendikalar ayrı ayrı çalışırlarsa, eylemlerinin başarısızlığı ve yenilgisi kaçınılmazdır.”

1922 tarihli, Komintern’in Dördüncü Kongre’sinde kabul edilen ‘Sendikalar İçinde Komünist Faaliyet İçin Talimatlar’ başlıklı belgede ise şu ifadeler yer alır:“Her tür politikanın işçilere karşı yöneltildiği bahanesiyle, işçi hareketini politik yoldan saptırmak amacıyla, ekonomi ile politika arasına aynı sınır çizgisi sendikal hareket içindeki anarşist unsurlar tarafından çizilmektedir. Özünde bu teori tamamen burjuvadır.”

Marksizm ekonomik mücadele ile politik mücadele arasında bir bariyer örülmesine daima karşı durmuş; ikisi arasındaki ilişkiyi ve bunun üzerinden sendikal örgütler ile işçi sınıfının siyasal örgütü arasındaki organik ilişkiyi her fırsatta tarif etmiştir. Bu ortadayken, THS perspektifi gerçekte Marksizmi, ekonomik sınırlar içindeki bürokratik sendikacılıkla vurmaya çalışmaktadır. Fakat ekonomik mücadelenin küçümsendiği yerden politik bir refleksin de çıkması mümkün olmadığından bürokratik sendikacılığı kovduğu kapıdan geri almaktadır. Sömürü sistemini kaldırmayı hedeflemeyen her sendikal hareket sonuçta kolay tersinir reformlarla yetinmek zorunda kalır. Zaten amaç da budur.

Marksizmin ekonomik mücadele anlayışına yönelik küçümseme aslında sınıf sendikacılığında ekonomik mücadele politik mücadele ile ayrılmaz bir bütün olduğundan asıl olarak siyasi içeriğe yöneliktir. Yani iktidar mücadelesine. Bunun yokluğunda geriye kalan sendikal posaya “dar ekonomik çıkarlarla ilgilendiği” tespiti Marksizmin tezidir ve buna göre, kendisini işçi sınıfının siyasi hedeflerinden kurtarmış THS çatısı altında yeniden dirilme imkanı bulan şey de ebedi ‘geleneksel sendikacılık’tır.

THS’nin en radikal yorumlarında dahi sendikalar bir bakıma, en çok eleştirildikleri yerde, ekonomik mevzide bırakılmaya devam etmektedir. Kısmi talepler veya reform mücadelelerini özgürlük ve kurtuluş mücadelesine bağlamaya çalışan sınıf sendikacılığının tersine, bu talepleri kısmiliği içinde yalıtma eğiliminde olduğundan “proletaryanın dar grup çıkarlarının hareketi”ni aşmayı değil, buna gömülmeyi başarır. Bu sırada dikkatini ‘indirgenmiş’ mekandan, fabrikadan çevirip ‘dar çıkarlar’dan uzaklaşmak adına yerel mücadelelere; kimlik ve kültürel hak mücadelelerine, çevre, barış vb. hareketlerine yönelmiştir ama darlıktan kaçarken kendisini daha dar çıkarların sözcüsü olarak bulmuştur.

İşçi sınıfı açısından yerel mücadeleler hiçbir zaman konu dışı olmamıştır. Üretim ya da yerleşim mahallerinde örgütlenmek, aile üyelerinin ve çevresinin mücadeleye sevk edilmesi, yerel yoksulların taleplerinin desteklenmesi, kimlik gruplarıyla duyarlılık gruplarının, hak mücadelelerinin hepsi işçi sınıfı mücadelesinin tartışılmaz bir biçimde ilgi alanı içindedir. Ama THS anlayışının gösterdiği yoldan farklı bir yolla. Sınıfın çeşitli örgütleri, partisi, başka kalıcı ya da geçici örgütleri aracılığıyla ve dahil olduğu platformlarla toplumun bütün meselelerinin içinde, onu kurtuluş mücadelesine bağlayan bir örgütlenme ve mücadele sürecini yürütür. Dolayısıyla işçi sınıfı için en basit ekonomik mücadeleden iktidar mücadelesine kadar her mücadele biçimi önemlidir. Ekonomik mücadele ile siyasi mücadeleyi birbirinden ayırıp sendikal harekete sistemle sorunsuz bir siyasi rol yükleyen ise Toplumsal Hareket Sendikacılığıdır.

Sendikaların üretim birimlerinde de işçi sınıfının tek örgütlenme aracı olmadığı açıktır. İşçi komiteleri, gizli açık parti hücreleri, hareketin biçimlerine ve düzeylerine göre değişen organlarıyla örgütlenen ve siyaset yapan sınıf ayrıca tarihsel örneklerinde olduğu gibi; meclisler, konseyler veya Sovyetler de oluşturmuş, bunlar yeri geldiğinde ikili iktidar ya da doğrudan doğruya iktidar organları olmuş ya da dönüşmüşlerdir.

THS bağlamında bu örgütlerin her biri ayrı ayrı, birbirinden özerk, bağlayıcı bir ilişkiden yoksun varlıklar olarak bulunduğundan işçi sınıfının partisi de sendikadan ayrı bir başlık olarak ele alınır. Bu ikisi birbiriyle ilişkisiz, yeri geldiğinde her biri diğeri için müttefik avadanlığında yer alan bir güçtür. İşçi sınıfının partisi herhangi her biri kendi özerkliği içindeki diğer partilerle veya herhangi bir duyarlılık örgütüyle eşit, eşdeğerdir. Böylece sendika, sınıfın iktidar mücadelesinin bir muharebe aracı olmaktan çıkar. Zaten THS’nin çoğu tanımında sendikaya bir mücadele değil savunma rolü biçilmiştir.

THS’nin ayırt edici özelliği birleşik bir hareketi imkansızlaştırmak ve böylece hareketleri ortak bir stratejiden yoksun bırakmaktır. Bunun kısa özeti kapitalizmle ve onun devletleriyle bir arada yaşama pratiğini örgütlemektir.

Alain Touraine’den aktaran Donatella Della Porta şöyle yazar: “Toplumsal hareketler düzenin marjinal bir reddi değildir, toplumun kendi tarafından üretilmesini ve tarihselliği (yani belirli bir toplumda baskın kuralları belirleyen genel anlam sistemini) biçimlendirmek için sınıfların eylemini kontrol etmek adına birbirlerine karşı savaşanların merkezi kuvvetlerdir.[11] Bu hareketin muhatabı “devlet değil sosyal muhalif” olduğundan, kendi dönüşümünü, ezeli muhatabı işçi sınıfı siyasetini ve Marksizm’i terbiye ederek taçlandırmak ister.

Hareketin konusu veya hedefi olmaktan çıkan devlet, varsayılmadığında sorun olmaktan çıkar. Ve eyleme ilişmediği sürece sivil toplumun dışında, kendi halinde bir politik merkez olarak bulunur. Anarko sendikalizmin 19. yüzyıldaki işçi sınıfından günümüzün yarı proleterlerine, güvencesizlik tehdidi altındaki ara sınıflarına devrettiği kara bayrağı iki yüz yıl önceki şaşaasına sahip olmasa da iddiası hala büyüktür.

 

DEMOKRATİK TOPLUM SENDİKACILIĞI

Demokratik Toplum Sendikacılığı (DTS) Kürt ulusal hareketinin stratejik çıkarlarına ve toplum tasavvuruna uyumlulaştırılmış bir sendikal perspektiftir. KESK’te Demokratik Emek Platformu (DEMEP) tarafından temsil edilmektedir. KESK içinde THS’nin değişik versiyonlarını benimseyen başka bileşenlerin de katkısıyla bugün DTS, KESK’te hegemonik bir güç edinmiştir. “Reel sosyalist zihniyete dayalı klasik sınıf tanımlamasını ve klasik sendikacılığı aşan[12]sadece endüstriyel emeği içererek diğer tüm emekçileri dışlayan sınırlı bir işçi kavramı içinde, kadının yeniden üretici emeğini, köylü emeğini vb. daha az değerli gören” “eskiden doğru ama günümüzde emek biçimleri arasında öncelik, öncülük ve öznelik farkı olmadığı için” artık geçerli olmayan bir “geleneksel sendikacılık” anlayışına alternatif ve gelişmenin kaçınılmaz bir sonucu olarak gündeme geldiği iddia edilir. “Geleneksel sendikacılık”la ilişkilendirilen Marksizm’in hayatı ekonomiye indirgediği, ücret sendikacılığı çizgisinde kaldığı için eleştirilmesi THS’nin reformist yorumlarının tekrarıdır. Ek olarak anakro sendikalizmden bir katkıyla bunu aşmanın bir görev olduğu vurgulanır.[13]

DTS; Kürt siyasi hareketinin Demokratik Özerklik, Demokratik Ulus, Demokratik Konfederalizm, Radikal Demokrasi gibi kavramlar ekseninde olgunlaştırdığı ve siyasi idari biçimin, örgütlenme şemasının, toplumsal ilişkilerin tanımlandığı bir bağlamda üretilmiştir. “Demokratik toplum paradigmasının öngördüğü demokratik toplumcu sendikacılık” sadece Türkiye için değil bütün Ortadoğu ve hatta dünya için önerilmiş demokratik konfederalizmin sendikal hareketteki izdüşümüdür. Kendi aralarında örgütlenmiş benzerlerin; kimlik grupları, sosyal tabakalar, etnik ve dini aidiyetler, eğilimler, duyarlılıklar vb.nin özerk varlıklar olarak bulunduğu ve bunların oluşturduğu özel meclislerde alınmış kararların delegeler aracılığıyla, önce yereldeki ortak meclise sonra genel meclislere ve nihayet merkezi bir yürütmeye taşındığı bir model önerir.

Demokratik Konfederalizm olarak adlandırılan toplumsal örgütlenme modelinin yakın pratiği Rojava’dır.[14] Bölgedeki halkların milliyetler esasına göre, oransal temsil edildiği meclislerle yönetilen Rojava’da hazırlanan Toplumsal Sözleşme bu idari biçimin ekonomik düzenini tanımlarken “Mülkiyet ve özel mülkiyet hakkının güvence altına alındığı ve herkesin çalışmasına göre kazanacağı ortak bir ekonomi içinde meşru bir yarışın (rekabetin) öngörüldüğü, tek elde toplamayı yani stoklamanın (tekelleşmenin) yasaklandığı, ulusal üretim araçlarının mülkiyetinin tesis edildiği (boldlar birer yorumdur)…[15] ifadeleri kullanılmıştır.[16] Bu, açık olmayan, dolaylı dil Kürt burjuvazisi ile proletaryanın her ikisinin birden gönlünü almayı amaçlamış gibidir. Açıkça değinilmeden, etrafından dolanarak tanımlanan ilişkiler kapitalizme aittir.

Sözleşmenin ruhu hem Öcalan’ın kaleme aldığı konfederalizm ve demokratik ulus metinleri hem de DTS metinleriyle de benzeşir. Üretim araçları üzerindeki mülkiyetin devam ettiği, serbest rekabetin desteklendiği ve ama tekelleşmeye izin verilmeyen bir sistem![17] Fakat üretim araçlarındaki özel mülkiyet esasına dayalı kapitalizmde tekeller tam da rekabetten doğar ve rekabetle yaşar. Bunun sistem içinde kurulu bir bariyerle engellenebildiğinin pratik bir örneği de dünya yüzünde yoktur. İfadelerdeki çift anlamlılık ve belirsizlik imkansızı formüle etmenin zorluğundandır.

Az nüfuslu kır-köyde süren küçük üretim modeline giydirilmiş komünal-ekolojik klan formasyonu kapsamında, takas esaslı bölüşüm sistemiyle kentsel kapitalizmi uzlaştırma çabasının ütopik kurgusu da bunun nedenlerinden biridir. Çünkü Kürt hareketinin birçok metninde herkesin ihtiyacı esasına göre ücretli emek, aşılması gereken bir nosyon olarak tanımlanır. Bu sadece komünal ütopyanın bir şartı değil şimdiden mümkün olan bir aşma konusudur. Adını anmadıkça nesnenin kendisinin sorun olmayacağını düşünen Bakunin’in zihniyetini diriltmek pahasına ücretli sömürünün adını anmamanın ondan kurtulmaya yeteceği düşünülmektedir. “Dolayısıyla ücret pazarlığı” yapan, mücadelenin tek dinamiği olarak kendini gören “işçi sınıfının abartılmış ekonomizm” anlayışı eskimiştir ve yeni bir “herkesi kapsayan sınıf” tanımı yapmak gereklidir.[18]Çıkarlar zemininde pazarlık zeminine sıkışan”, “tüm hayatı işçilerin sermayeye karşı mücadelesi olarak gören”, “solun, büzüşmesine neden olduğu sendikalara” önerilen sınıf tanımı “binlerce yıldır direniş halinde bulunan aşiret, kabile, ezilen dinsel cemaatlerden tarikat gerçeğine, işçisinden işsizine sistemin tüm mağdurlarını içine alan sınıf anlayışı anlayışımız olmalıdır” biçiminde ifade edilmiştir.[19] Kurulduğu andan itibaren grevli-toplusözleşmeli sendika hakkı için mücadele eden KESK emekçilerinin önüne, bu yeni “platform”, emeğin ücretlendirilmesine karşı tek ölçünün toplumsal ihtiyaçlar kapsamında bölüşüm olduğunu, TİS’in de işçi sınıfına bir rüşvetçilik sistemi olduğunu ileri sürerek çıkmaktadır.[20] Sendikayı sendika yapan başlıca talepleri bir kenara bıraktıktan sonra onu Kürt siyasi hareketinin siyasi hedefleri için araçsallaştıran DTS[21] platformu örgütü bir özsavunma örgütüne dönüştürmeye çalışmaktadır. Kendisinden başka herkesin indirgemeci olduğunu iddia eden hareketin iddialarından biri de solun sömürüye merkezi bir yer verdiğidir.

DTS kapitalist sömürü koşullarından doğan temel çelişkiyi, yani emek ile sermaye arasındaki çelişkiyi yok sayar[22] ama bunun yerine “tarihsel olarak birey devlet ikilemi arasında” bir çelişki belirler. Bu çelişkinin sistematik açılımı devletli uygarlık ile demokratik modernitedir. [23]Ezilenlerin devlet hedefli mücadeleleri başarısızlıkla sonuçlandığı ve çok bedel ödendiği için hem demokratik bir devlet için mücadelenin anlamı kalmamıştır hem de mevcut devletten bir lütuf beklememek gerekir. Bu, siyasal hedeflerin ve taleplerin kendi kendini inşa eden topluma havale edildiği bir perspektifin kuşkusuz giriş cümlesidir.[24]

Devlet bir siyasi hedef olmaktan çıkarıldığı gibi kendisine talep yöneltilen bir kurum da değildir. DTS “Devlet endeksli sendikacılığa karşı bir mücadele platformudur”[25] aynı zamanda. Kürt siyasi hareketinin özerklik inşasına karışmadığı sürece devlet herhangi bir sorun merkezi olamaz. Ne var ki yakın örneklerinde görülmüş olduğu üzere devletin böyle bir perspektife ikna olmaya da niyeti yoktur.

Kürt işçi sınıfının ve emekçilerinin bunca yıllık sendikal mücadelesini burjuva liberal çizgiye harcamaya kalkan hem bir toplum hem de bir örgütlenme modeli için araçsallaştırılan KESK’e, girmesi için bir hiza önerilmiştir.

Broşürlerde konfederasyonun tek önemli demokratikleşme sorunu olarak teşhis edilen Kürt sorununa, özel olarak da Kürt hareketine özgü sorunlara yeterince müdahil ve destek olmadığı eleştirisini işçi sınıfı ve sola saldırıların takip etmesi, öylesine değildir. Çünkü KESK, Demokratik Ulus inşasının oluşumunda yer almalıdır.[26] Bir sendikanın ulusların kendi kaderini tayin hakkını tanıması bunu militanca savunması yeterli değildir bu anlamda, farklı uluslardan ve kimliklerden bütün üyelerini de bu inşa süreci için konumlandırması gerekir! Ancak kapitalizm, sömürü gibi kategorilerle tanımlanan emek, emekçi, işçi sınıfı, sendika kavramları bu etkinlik için uygun olmadığından bunları dönüştürmek, yeni içerikler ve biçimler bulmak gerekir.

Geleneksel sendikacılığı aşma iddiası eşliğinde; üyelerinin çıkarları için mücadele eden, sözleşme yapan, muharebe eden bir sendika mefhumu ve bunun yanı sıra bu mücadele birikiminin ürünü olan sendikal yapı da bozuşturulmaktadır.

DTS’nin sendikada önerdiği mimari, işçi ve emekçilerin öncelikle homojen bir kitle olmadığı öyleyse sendikaların sadece emekçileri örgütlemesinin yanlış olduğu iddiasıyla şekillenir. Sendika tıpkı bir yerel parti ya da sivil toplum örgütü gibi, bulunduğu mahalin tüm toplumsal kesimlerinin örgütleyici gücüdür. Zaten mevcut kamu emekçisi üyelerinin grevli toplu sözleşmeli sendika hakkı için mücadelesi, özlük hakları, bununla ilişkilendirilmiş iktidar mücadelesi gibi bir perspektiften sıyrılmış bir yapının kendi hedef kitlesiyle bir alışverişi kalmadığı için Kürt siyasi hareketinin genel siyasi hedeflerinin toplumsallaştırılmasında ideolojik ve örgütsel bir rol oynamasının önünde pek bir engel kalmamıştır.

Sendika içindeki bütün kesimlerin aşağıdan yukarı oluşturdukları meclislerin son tahlilde merkezi bir yürütmeye bağlandığı bir biçim altında, her kimlik ve kesim kendi kararlarını alır, ve bunu en alt yereldeki meclisten seçilen delegeler aracılığıyla daha büyük bir yerel veya bölge meclisine iletir. Bu model Demokratik Konfederalizmin sendikalara uyarlanmış halidir. Emekçiler arasındaki her bir kimlik ya da statü grubu böyle bir meclisleşme hakkına sahiptir. Kürtler, Türkler, Aleviler, diğer etnik gruplar, LGBTİ, kadınlar, özel duyarlılık grupları, emekliler, KHK’liler, gençler ve çeşitli nedenlerle ortaya çıkan başka gruplaşmaların meclis faaliyetleri kapsamında emek de, sonuç olarak bir komisyon faaliyetine indirgenmiş olur, “emekçi” KESK’teki kimliklerden biridir. Bunun daha geniş bir toplumsal çerçeve içindeki yeri, bir özerk bir sendika şubesinin, bulunduğu ilçede diğer özerk ve kendi içlerinde meclisleşmiş toplumsal kesimler diziliminde yerini alması ve yerel inşanın bir parçası olmasıdır.[27] Önemsiz olmayan bir alt metne göre, bu model emekçilerin birleşik bir mücadele yürütmesinin önünün mütemadiyen kesilmesinden başka bir anlama gelmez. Çünkü modelin pratik karşılığı birleştirici tayin edilen özerk kimlik grupları altında o kimliğin sömürücüleriyle birleşebilen emekçiler kendi benzerleriyle kolay buluşamayacaktır.

Demokratik merkeziyetçiliğe karşı, her üyenin tabandan katılım yoluyla aktif bir karar verici olduğu meclisleşme sistemini öneren hareket aslında sendikayı örgütlenemez hale getirmektedir. Emekçiler arasındaki farklılıklar karşısında sendika, bunları ortak emek mücadelesini örgütlemek amacıyla bütünleştirici değil emekçileri en küçük unsurlarına kadar bölen bir rolü yüklenmektedir. Bütünleştirme elbette, sınıf sendikacılığı perspektifinde işçilerin kimliklerinin, cinsiyet ve yönelimlerinin, din ve mezhep farklılıklarının görmezden gelinmesi ve bu yüzden ezilmelerine göz yumulması anlamına gelmez ancak bu özgül ve özel farklılıklar, sorunlar ve talepler sendika içinde özerkleştirilemez. Çünkü bu sorunlar emekçi sınıfın bütününün de sorunudur; DTS ise bu sorunu ilgili konfederal bölüme aktararak, yalıtır. En güçlü kimlik grubunun oransal temsil ilkesinin sağladığı avantajdan yararlanacağı toplam hareket içinde, farklılıkların eşitliği iddiası kurulamaz bir hayaldir. Tersine böyle bir mimari eşitsizliğin ve parçalanmanın sürekli yeniden üretilmesine cevaz verir.

Faşizmi Püskürteceğiz Biz kazanacağız broşüründe şöyle yazar: “KESK’in herhangi bir yerel meclisi orada bulunan tüm demokratik kurumlar ile ortak meclis inşa edebilir. Bunun öznesi olabilir. Yani KESK’li bir emekçi kendi bölgesindeki üst meclislerde, kadın, ekoloji meclisi ya da yerel komün meclisinin içinde bulunabilir.” Üyelerinin bir dizi konfederal meclise dahil olup eylemden eyleme koşuşturduğu, mahalle örgütlerinde yer aldığı, sendika şubesine yerel hareketin özneliği ve katılımcılığı rolünün verildiği ve sonra bütün bu faaliyetin hepsinin birden siyasi stratejiye bağlandığı sendikal örgütlenme içinde belki de en az bulunanı üyelerinin sendikal faaliyetidir.

Toplumun başka kesimleri içinde, mahallede, çevrede, ilçede, köyde klan ve cemaat sistemini taklit ederek örgütlenmesi tavsiye edilen sendikanın; arasına dahil olduğu ya da içine aldığı farklı sınıf ve katmanların günübirlik talepleri, ideolojik yükleri tarafından çözülmesi sendikanın bir emek örgütü olmaktan çıkması anlamına gelir. DTS emek sürecindeki bu kimlik bölünmesini önce motive eder sonra Kürt siyasi hareketi doğrultusunda toparlamaya çalışır. Tabanın çözünmesinin güçlendirdiği tek yer merkezdir. Ama bu sendikal yönetimin merkezi değil de onun dışındadır. Sendikaların önderliksiz ve siyasetsiz kalmamasının tek garantisi haline gelen merkez sendikanınki değil Kürt siyasi hareketinin merkezidir.

 

KADIN YAPILANMALARI

KESK’teki dönüşüm en çok kadın yapılanmalarıyla dikkat çekti. Kürt kadınlarının demokrasi mücadelesi içindeki ortak kazanımlardaki büyük rolü, fedakarlığı ve mücadeleciliği Türkiye’deki genel kadın mücadelesinin de ivmesini yükseltmiştir. Bu bakımdan KESK’teki kadın oluşumları doğal olarak ezilen ve baskı altındaki bir cinsin mücadeledeki kazanımı olarak anlaşıldı. Zaten Kadın sekreterliği, eşbaşkanlık sistemi, kadın meclisleri de DTS çizgisi içindekiler tarafından böyle ele alınmış ve tanımlanmıştır.

Ancak ulusal hareket için kadın sadece toplumsal kazanımları yüzünden özel öneme sahip değildir.  Ulusal hareketin stratejik toplumsal modeline uygun olarak yeniden tanımlanan kadın, kurucu bir kimlik, stratejik bir değer yüklenmiştir. Sendikal yapı içindeki en örgütlü, en rüştünü ispatlamış, bileşen anlayışlarının ortak kesişim kümesindeki tek kategori olarak kadın kimliği KESK’teki konfederalizm esaslı sendikal yönelimin merkezinde durur.

Devletli uygarlığı başlıca çelişki olarak seçen Kürt siyasi hareketinin demokratik ulus kurgusu için, devletsiz kabile-klan örgütlenmesinden günümüze taşıdığı ekonomi dışı bir kategoridir kadın. Ortadoğu’ya önerilen neolitik, tarım-köy devriminin sadece simgesi değil gerekçesidir de. Onu yeniden hatırlanan tanrıça kültü içinde ana-kadın olarak mistifiye eden hareket, kapitalizmin dışında kaldığına delalet ettiği tek emek türü olan kadının “yeniden üretim” ve bakım emeğinde kapitalizmin ve “devletli toplumun aşılması” imkanını bulmuştur. “Yeniden üretim emeği”ni kapitalizmden çekip zihinde neolitik çağa gönderdikten sonra onu yeni bir ekonomik birim olarak, ücretli emek düzeninin, sömürünün alternatifi olarak var etmiştir. Bu emek, yani yeniden üretim emeği Marx’ın emek değer teorisini boşa çıkaran bir kategoridir buna göre. Öcalan şöyle yazar:

Öcalan, değeri zaman birimiyle ölçen Marx’ın[28] yanıldığını iddia eder ve kadının üretken faaliyetinin simgelediği yeniden üretim emeğinin ölçülemez olduğunu ileri sürer. Kadın emeğinden kasıt ana emeğidir. Değer teorisini Marx’ın yaptığı gibi tanımlamanın sendikaları ücret sendikacılığına yönelttiğini ve sadece ücret artırımı ile uğraşmakla sınırladığını da söylemektedir ki kadının yeniden üretim emeği tam da bu noktada zihinsel ve toplumsal bir devrim imkanı sağlamaktadır.[29] İşçi sınıfının başta ücret mücadelesi olmak üzere ulusal hareket tarafından onaylanmayan her mücadelesi, buna devrimci bir kalkışma da dahil, doğrudan doğruya onu sömürücü bir sınıf haline getirecektir.

Üretim sürecinden ayrıştırıldıktan sonra elde kalan malzemeyle tanımlanan “yeniden üretim” emek ve sermaye arasındaki çelişkinin Kürt hareketinin talebi üzerine zihinde yok edilmesi anlamına gelir. Bunun bir nesnel karşılığı elbette yoktur. Kapitalizmi anmayarak onu aştığını, ücretli emeği küçümsediğinde ücretli emek mücadelesinin önemini kaybedeceğini varsayan zihin, demokratik ulus konseptinde de sömürünün olmayacağını kanıtsız olarak kanıtlamaya çalışmaktadır. Bu bir ütopyadır. Buna açılan alan, doğal olarak, nesnelliğe müdahale etmenin bilimi olan Marksizmin tahrifinden çıkacaktır.

Emek değer teorisinin inkarı üzerine yapılandırılmış maddi olmayan emek ya da duygusal emek gibi kavramların maksada yönelik basitleştirilmesiyle, kadının, kapitalizm içinde sömürülen bir varlık olarak değil ezilen bir cinsiyet olarak değil, gelmiş geçmiş bütün sistemlerin, nesli yeniden üretmek için hazır bulduğu doğal “ana emeği”nin taşıyıcısı olarak pantheona yerleştirilmesi ve böylelikle gizemleştirilmesi kapitalizme ve onun devletine karşı hayırhah tutumdaki Kürt burjuvazisinin ideolojik tercihleriyle uyumludur. Ana kadının duygusal emeğinin yüceltilmesiyle sadece kadın değil sömürü ilişkileri de gizemleştirilir. Bunun alt metninde ulusal sınıflar arasında pürüz çıkaracak bir mevzunun “ücretli emeğin” hakları ve sonra ücretli emek sisteminin kaldırılması için mücadele sorunu ötelenir, hem Kürt egemen sınıfları hem kırsal topluluktaki emekçilerle kentsel emekçiler arasında kadının “ölçülemez emeği”yle dokunmuş bir ağ oluşturulmaya başlanır. Açıkçası kadın sınıf çelişki ve çatışmalarının sürekli ötelenmesinde araçsallaşır.

Müstakbel neolitik devrimin kaldıracı artık kadın imgesidir. Ücretli emeğin zihindeki aşılması ve ücret sendikacılığının arkaik ilan edilebilmesi bir başka arkaik figürün, Tanrıça kültünün yüceltilmesi eşliğinde yapılır.

KESK’teki dönüşümün merkezine yerleştirilen kadının rolü anlaşıldığı kadarıyla gayet ekonomi politik bir içerik taşır, sonra da stratejiktir. Tekeller tarafından yutulma tehdidi altında, kendine yeten köy ekonomilerinden kalkanı ve mahalli belediye örgütlenmelerinden oluşan özsavunma gücüyle çevrili bir ütopya; kurucunun devletsiz, sınıfsız düzeni için arkaik olanı yardıma çağırma biçimidir. Ama yeniden üretimin mevcut üretim sistemiyle bağının koparılması ve ona özel bir özerklik tanınmasının bir nedeni de işçi sınıfı ve emekçilerin sömürü ilişkilerinin billurlaştığı üretim alanlarındaki mücadelesinin yeniden üretim alanı olarak tarif edilen çepere aktarılmasıdır. Gerçekte ise emek sermaye çelişkisinin ve ilişkisinin üretim süreci ve alanından ayrı, merkezi bu sürece gömülü olmayan, yalıtık veya özerk bir yeniden üretim alanı elbette yoktur. Bu kurgu bir sendikanın üretim sürecindeki rolünü de bertaraf etmek için geliştirilmiştir. (Asıl patenti elbette Negri ve Hardt ikilisinindir.) Buradan; TİS’lerin önemsizleştirilmesi, geleneksel sendikacılığın kendisini fabrika işçilerini örgütlemekle sınırlı tuttuğunun iddia edilmesi, Marksizm’in, yazılı belgeler ortadayken tahrif edilmesi pahasına ekonomik indirgemeciliğin yinelenmesi, emek mücadelesinin dikkatini dağıtmak, sendikayı Kürt makro siyasetine araçsallaştırmak içindir.

Demokratik Konfederalizm sadece Kürtleri ilgilendiren bir formül olarak ortaya çıkmaz. Formülü oluşturanlar bunu her toplum, her bölge için genel bir strateji haline getirmişlerdir ve uğruna da mücadele etmektedirler. Dolayısıyla bu bütün işçi ve emekçilerin de sorunu ve gündemidir. KESK için bu, daha çok böyledir.

DTS platformunun önermeleri ve pratiği sınıf sendikacılığı ile toplumsal hareket sendikacılığı arasındaki ideolojik mücadelenin giderek keskinleşmesine yol açmış bulunuyor. Geleneksel sendikacılığı aşmak için harcanan çaba türünün sendikanın gözle görülür bir çözülmesine, sendikal yapının kolonlarının erimesine, sendika üyelerinin örgütsüzleşmesine ve istifasına yol açması bir sürpriz değildir. Çünkü bu süreç emeğin kamu sendikaları içinde yer alan kimliklerden birine dönüşme yoluna itelendiği bir süreçtir.

 

SONUÇ YERİNE

Geleneksel sendikacılık olarak adlandırılan güdümlü, bürokratik, işbirlikçi sendikaların “aşılmasının” tek yolu onu bir başka düzlemde yeniden üretecek çabalar değil sınıf sendikacılığıdır. Ücretli emek sistemini kaldırmayı hedeflemek yerine ücreti ortadan kaldırmayı hayal etmenin bu sistemi her gün yeniden üretmenin önüne geçmek anlamına gelmediğini söylemek bile züldür aslında.[30] Ne var ki böyle mantık kurgularıyla çatılan bir sendikal anlayış dolaşımdadır ve sendikayı yukarıdan aşağı çözmeye yönelmiştir.

Ayakları üzerine dikilmesi gereken, sendikayı yukarıdan aşağı, masa başında, zihni kurgularla değiştirme anlayışıdır. Sendikayı kâh bir partinin, kâh sivil toplum örgütünün, bazen bir derneğin bazen kimliklerden birinin yerine koyan; bu kesimlerle sendika arasındaki doğru ilişkiyi kuramayan ve böylece sendikal faaliyeti yapılamaz hale getiren eğilimlerin doğrultulmasının koşulu, kapitalist sömürüye karşı mücadele etmek üzere birleşmiş emekçilerin örgütlüğüdür.

İşçi sınıfının mücadelesi, ne kendisine ihanet eden eski euro-komünist partilerin ve bağlı sendikaların yönlendirdiği, ne de bu yönlendirmeyi Marksizme mal ederek kendi liberal sendikal anlayışlarının gerekçesi olarak sunanların iddia ettiği gibi fabrika sınırları içinde süren bir mücadeledir. Hiçbir zaman olmamıştır. Sınıf bütün sömürülenlerin ortak kurtuluşu mücadelesinin en önünde yer almış, özel mülkiyet sistemini ortadan kaldırmak ve halkın gerçek egemenliğini tesis etmek için iktidarı talep etmiştir. Devleti anmamak, ondan talepte bulunmamakla devletin aşılacağı gibi iddialar eski bir anarşist nakarattır ve daha ilk tahlilde devletle uzlaşmak demektir. Devlete ve ücretli köleliğe sırtını dönmekle kendisine yaşam alanı açabileceğini düşünen THS ve özel olarak DTS, bu kadar kafa yoruyor olmalarına rağmen devlet ile ilgili hiçbir şey bilmiyorlar demektir.

Bütün THS metinlerinin başlangıcında yer alan sendikal kriz aslında bu yoksunluğun ve bundan türetilen ütopyanın krizidir.

 

KAYNAKLAR

Arrighi, G.; T. Hopkins; I. Wallerstein (1995) Sistem Karşıtı Hareketler, çev. C. Kanat, B. Somay, S. Sökmen, Birinci Basım, Metis, İstanbul.

Çakır, M. (2006) Toplumsal Hareket Sendikacılığı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi.

Çayır, K. (der.) (1999) Yeni Sosyal Hareketler, 1. Basım, Kaknüs Yayınları, İstanbul.

Çelik, E. (2016) “‘Toplumsal Hareket Sendikacılığı’ Kavramının doğuşu ve Küresel dolaşımı Üzerine Bir inceleme”, Genel İş Emek Araştırma Dergisi, 7(10), 1-22.

Çetinkaya D. (der.) (2014) Toplumsal Hareketler: Tarih, Teori ve Deneyim, 2. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul.

Della Porta, D. ve M. Diani (2020) Toplumsal Hareketler, çev. P. Çakır, C. Gülbudak, 1. Basım, İş Bankası Yayınları, İstanbul.

Demokratik Emek Platformu (2020) Biz Kazanacağız, Faşizmi Püskürteceğiz

Demokratik Toplumcu Sendikacılık Broşürü (DTS) (Tarih Yok)

Dereli, S. (2019) “Sendikacılıkta Yeni Bir Perde: Toplumsal hareket Sendikacılığı”, İş ve Hayat dergisi, 5(10), 9-33, https://dergipark.org.tr/tr/pub/isvehayat/issue/52080/679992

Dirlik, A. (2014) “Pasiflik Perspektifinde Toplumsal Hareketler: Çağdaş Radikal siyasetin Soyağacı Üzerine Düşünceler”, Toplumsal Hareketler: Tarih, Teori ve Deneyim içinde, D. Çetinkaya (der.), 2. Basım, İletişim Yayınları, İstanbul.

Emek Hareketi (2021) “Yeniden inşa için sınıf sendikacılığı”, https://www.evrensel.net/haber/424507/yeniden-insa-icin-sinif-sendikaciligi

İbrahim Okçuoğlu (2014) “Rojava’da Devrim ve Yaşam”, http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2014/08/rojavada-devrim-ve-yasam.html

KESK’li Yurtsever Kadınlar (t.y.) Örgütlenerek Direniyoruz, Yeni Yaşamı İnşa Ederek Özgürleşiyoruz (Broşür)

Kristin R. (2017) Mayıs 68 ve Geriye Kalanlar, çev. Y. Ay, F. Ege, 1. Baskı, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, Ankara.

Losovsky, A. S. (1988) Sendikalar Üzerine 1,2,3. Cilt, çev. İ. Yarkın, 2. Baskı, İnter Yayınları, İstanbul.

Mahiroğulları, A. (2012) “XXI. Yüzyıla Girerken sendikacılık: Günümüzdeki Değişim, Dönüşüm ve Gelecek İçin Arayışlar”, Hak-İş Uluslararası Emek ve Toplum Dergisi, 1, https://dergipark.org.tr/en/pub/hakisderg/issue/7575/99439

Marx, K. (1978) Kapital: Birinci Cilt, çev. A. Bilgi, Üçüncü Baskı, Sol Yayınları, Ankara.

Marx, K. (1979) Anarşizm ve Anarko Sendikalizm, çev. S. Belli, 1. Baskı, Sol Yayınları, Ankara.

Offe, C. (1999) “Yeni Sosyal Hareketler: Kurumsal Politikanın Sınırlarının Zorlanması”, Yeni Sosyal Hareketler içinde, K. Çayır (der.), Kaknüs Yayınları, İstanbul.

İbrahim Okçuoğlu (2014) “Rojava’da Devrim ve Yaşam”, http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2014/08/rojavada-devrim-ve-yasam.html

Öcalan A. (t.y.) “Demokratik Konfederalizm”, https://www.academia.edu/19015238/Demokratik_Konfederalizm

Öcalan A. (t.y.) “Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü”, https://www.academia.edu/19015048/Demokratik_Uygarl%C4%B1k_Manifestosu_V_K%C3%BCrt_Sorunu_ve_Demokratik_Uygarl%C4%B1k_%C3%87%C3%B6z%C3%BCm%C3%BC

Öcalan, A. (t.y.) “Demokratik Modernite Kadın Devrimi Çağıdır”, https://www.academia.edu/19015552/Demokratik_Modernite_Kad%C4%B1n_Devrimi_%C3%87a%C4%9F%C4%B1d%C4%B1r

Rocker, R. (2020) Anarko Sendikalizm, çev. H. D. Güneri, Birinci Baskı, Kaos Yayınları, İstanbul.

Tanyılmaz, K. (2008) “Sendikal Harekette Bir İntihar denemesi: Toplumsal Hareket Sendikacılığı”, Devrimci Marksizm, 8, 45-73, http://www.devrimcimarksizm.net/tr/kurtar-tanyilmaz-sendikal-harekette-bir-intihar-denemesi-toplumsal-hareket-sendikaciligi

Temel Çelişki Devletli Uygarlıkla Demokratik Uygarlık Arasındadır (Künyesiz Broşür).

Tilly, C. (2008) Toplumsal Hareketler 1768-2004, çev. O. Düz, Birinci Basım, Babil Yayınları, İstanbul.

Toplumsal Hareket Sendikacılığı (2004) https://sendika.org/2004/12/toplumsal-hareket-sendikaciligi-brosuru-2295/

Uğraş, N.; A. Demircioğlu; M.S. Üçlü (t.y.) Demokratik Toplumcu Sendikacılık, Emek İnsan Eğitim Dizisi-1 (Broşür)

Zweig, M. (2013) İşçi Sınıfı Kimlikler Arasında, çev. H. Ünal, Birinci Baskı, H2O Yayıncılık, İstanbul.

 

 

[1] Marx, K. (1979) Anarşizm ve Anarko Sendikalizm, çev. S. Belli, 1. Baskı, Sol Yayınları, Ankara, sf. 55-56.

[2] Marx, age, sf. 67.

[3]68; 1917 Devrimi’nin sınırlarının üstesinden gelme çabasıydı. Bu yüzden o da bir aşmaydı; ama bu kez 1917’nin aşılmasıydı… Eski solu kurumlaştıran 1848 idi. Yeni Toplumsal hareketleri kurumlaştıran 1968 oldu.” Arrighi, G.; T. Hopkins; I. Wallerstein (1995) Sistem Karşıtı Hareketler, çev. C. Kanat, B. Somay, S. Sökmen, Birinci Basım, Metis, İstanbul, sf. 97.

[4]Sosyalizmin reel uygulamalarının yenildiği, devletin sosyal misyonunun kaldırıldığı bir dönemde sınıf örgütlenmelerinin yerini hükümet dışı kuruluşlara (Non-Govermental Organizition-NGO) bıraktığı anlayışı tüm topluma adapte ettirilmeye başlanmıştır. Öyle ki Dünya Ticaret Örgütü (WTO), Seattle’de ‘isçi hakkı insan hakkıdır’ diyerek sınıf mücadelesinin bittiğinin altını çizmiştir. Bu anlayışa göre DİSK de TÜSİAD da sivil toplum kuruluşudur. İşçi ve işveren karşılıklı iki birey olarak sözleşme yapmalıdır.” Türkel Minibaş, DTÖ ve Türkiye Semineri, Siyasal Bilgiler Fakültesi Konferans Salonu, 21 Aralık 1999’tan aktaran Çakır, M. (2006) Toplumsal Hareket Sendikacılığı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, sf. 81.

[5] Arrighi vd., age, sf. 88.

[6] Tourraine’den aktaran Çayır, K. (der.) (1999), Yeni Sosyal Hareketler, Kaknüs Yayınları, 1. Basım, İstanbul, sf. 9.

[7] Offe, C. (1999) “Yeni Sosyal Hareketler: Kurumsal Politikanın Sınırlarının Zorlanması”, Yeni Sosyal Hareketler içinde, K. Çayır (der.), Kaknüs Yayınları, İstanbul, sf. 55, 63.

[8] Dirlik, A. (2014) “Pasiflik Perspektifinde Toplumsal Hareketler: Çağdaş Radikal siyasetin Soyağacı Üzerine Düşünceler”, Toplumsal Hareketler: Tarih, Teori ve Deneyim içinde, D. Çetinkaya (der.), 2. Basım, İletişim Yayınları, İstanbul, sf. 80-81.

[9]THS kavramı Webster (1987) ve Waterman’ın (1984) karşılıklı olarak ilk elden kullandıkları yazında ortaya çıkmaktadır. Ve 1988 yılından itibaren de hem bu yazarlar hem de birçok başka yazar tarafından sürekli bir şekilde kullanılmaya başlanmıştır… Kavramın çok çeşitli kullanımları olsa da ortak ve belirgin özellikleri şöyle sıralanabilir: THS, özellikle toplu sözleşme ve ücret mücadeleleri ile sınırlı hakim sendikacılık anlayışının çıkmaza girdiği bir dönemde… radikal işçi hareketlerinden motivasyonunu alan yeni bir sendikacılık anlayışıdır… (Waterman, 1988). Bu toplumsal hareketler formel proletarya dışındaki toplumsal hareketlerdir ve bunlarla bağ kurmak işçi hareketinin ulusal mücadeledeki siyasal hareketin altında ezilmesi anlamına gelmez (Munck, 1988). İşçi sınıfı bu bağı kurarken işyerindeki politika-ekonomi arasındaki geleneksel ayrımı aşmalıdır (Lambert, 1989)… İşçi hareketi ve örgütünün üretimin ötesine giderek yeniden üretim alanına uzanmasını savunan THS, emeği, üzerinde pazarlık yapılan bir metadan ziyade toplumsal bir güç olarak görür.” Çelik, E. (2016) “‘Toplumsal Hareket Sendikacılığı’ Kavramının doğuşu ve Küresel dolaşımı Üzerine Bir inceleme”, Genel İş Emek Araştırma Dergisi, 7(10), 1-22.

[10]İşçilerin her yerde birbirinden ayrı iktisadi hareketleri siyasal bir hareket doğurur, yani kendi çıkarlarını, genel bir biçimde gerçekleştirmek, toplumsal olarak zorlayıcı genel bir güce sahip olan bir biçim gerçekleştirmek üzere bir sınıf hareketi doğururlar. Bu hareketler belli bir ön örgütlenmeyi varsayarlarsa da, bir o kadar, bu örgütlenmeyi geliştirmenin araçlarıdırlar…”  Marx, Anarşizm ve Anarko Sendikalizm, sf. 69.

[11] Della Porta, D. ve M. Diani (2020) Toplumsal Hareketler, çev. P. Çakır, C. Gülbudak, 1. Basım, İş Bankası Yayınları, İstanbul, sf. 12.

[12] DTS (Demokratik Toplumcu Sendikacılık) Broşürü

[13] DTS Broşürü

[14]Rojava… sistem dışı düşünüş formlarının esas alınmasıyla, bolca ‘devrim’ kavramını kullanmaya ihtiyaç duyulmadan da sadece yaşam tarzlarımızda sistemden kopuşu sağlayarak  devrimsel hamlelerin sağlanabileceğini… göstermiştir.” Demokratik Emek Platformu (2020) Biz Kazanacağız, Faşizmi Püskürteceğiz

[15] Rojava Sözleşmesi, https://www.insanokur.org/rojava-toplumsal-sozlesmesi/

[16] İbrahim Okçuoğlu’na konuşan Cizire Kantonu Yasama Meclisi Eşbaşkanı Xelo (2014) şöyle diyor: “Özel mülkiyete karşı değiliz, fakat bir sınırı olması gerekir. Dolayısıyla toplumsal ekonomi diyoruz; herkesin yararlanabileceği bir ekonomi. Özel mülkiyete karışmıyoruz, fakat sınırı olması gerekiyor. Üretimimiz daha çok toplumun ihtiyaçlarına göredir. Kar hırsına dayalı değildir. Zaten kapitalizme karşı, ahlaki toplum yaratmaya çalışıyoruz, ahlaki birey oluşturmaya çalışıyoruz. Zenginleşme, para değil de ahlakı esas alan sistem geliştirmeye çalışıyoruz. Para ihtiyaçtır, ama her şey para değildir. Sovyetler özel mülkiyeti ortadan kaldırdı. Özel mülkiyeti ortadan kaldırmıyoruz, belli bir çerçevesi olması gerekir.” İbrahim Okçuoğlu (2014) “Rojava’da Devrim ve Yaşam”, http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2014/08/rojavada-devrim-ve-yasam.html

[17] Öcalan A. (t.y.) “Demokratik Konfederalizm”, https://www.academia.edu/19015238/Demokratik_Konfederalizm. “Tekelleşmeye kapalı ekolojik feminist kapitalizmin ulus devletine alternatif olarak modernitenin siyasi alternatifi olan demokratik konfederalizm” (sf. 11). “Kapitalizme, endüstriyalizme ulus devletle karşı çıkmak.

[18] DTS Broşürü

[19] DTS Broşürü

[20] DTS metinlerinde sendika ekonomik talep peşinde koşan bir yapıya, onu eldeki hazır siyasal forma sokmak için bilinçli olarak indirgenmektedir.  Geleneksel sendikacılığın sorunlarının yansıtıldığı sınıf sendikacılığı ekonomik talepçiliğe indirgenir ve bu mücadele aracılığıyla iktidarı üretmekle suçlanır.  Şöyle bir akıl verme örneğinde olduğu gibi: “Tüm hayatı işçiler ve sermaye olarak görür, her kesimi işçileştirmeye kalkarsanız bu işçilerin sermayenin gücünün oynadığı rol (iktidar) karşısında kazanma oranı çok düşüktür. Gücü iktidar olmadan dağıtmak gerekir…”  (DTS Broşür)

[21]Emeğin sendika zeminini aşacak bir şekilde kendini konfederal bir biçimde kapitalist modernitenin yarattığı ayrımları aşacak şekilde örgütlemesi gerekir. Emek konfederalizmi derinleştikçe sendikalar özlerine kavuşurlar…” Demokratik Emek Platformu, Biz Kazanacağız, Faşizmi Püskürteceğiz (Broşür)

[22]Üretim araçlarını, fabrikayı, şehri ve en nihayetinde devleti ele geçirmek isteyen yüzyılın başındaki devrimci ideolojinin ‘üreten güç’=’yöneten güç’ denklemi üzerine kurulu olması, ’emek-sermaye antagonizması’nı fabrika sathında tanımlaması günümüzün verili ilişki ve çelişkileri açısından önemini yitirmişe benziyor. Çünkü maddi (üretken) emeğin tahakkümü üzerine kurulu bu denklem, emeği üretimin temel girdisi olan, saat hesabıyla ölçülen ve sömürülen homojen bir ‘işgücü’ olarak gören ve işi yücelten bir anlayışa denk düşer. Bu da sermayenin yaşamın tümünü işe dönüştürmek istemesine gayriihtiyarî bir şekilde hizmet eder. Emeğin ölçülebilir bir değere indirgenerek toplumsal gücünden soyutlanması sermayenin ereksel mantığıyla tam uyuşma halindedir.” Uğraş, N.; A. Demircioğlu; M.S. Üçlü (t.y.) Demokratik Toplumcu Sendikacılık, Emek İnsan Eğitim Dizisi-1 (Broşür).

[23]Düzeni aşmak ve yeni toplumu mücadele ederken inşa etmek zafere ulaşmanın olmazsa olmazıdır. 21. Yüzyılın yeni devrim paradigması budur. Bu durum klasik Marksizmi  aşmanın, yani devleti alaşağı ederek  devletleşmeyi değil, kapitalist modernite  ve onun tüm aygıtlarındaki  köklü ve sistemli bir KOPUŞUN! DA ifadesidir…” Demokratik Emek Platformu, Biz Kazanacağız, Faşizmi Püskürteceğiz (Broşür)

[24] Temel çelişki… “Demokratik ulus toplumu devlete bağımlı olmaktan çıkaran alternatif sistemdir. Toplumsal sorunların devlet yapılanmasıyla değil toplumun öz örgütlülükleriyle çözümünü esas alır…” (DTS Broşür)

[25] Uğraş, vd. Demokratik Toplumcu Sendikacılık…

[26] DTS Broşürü

[27]Her topluluk, etnisite, kültür, dini cemaat, entelektüel hareket, ekonomik birim vb. birer politik birim olarak kendilerini özerkçe yapılandırıp ifade edebilirler. Her kendiliğin yerelden kürsele kadar konfederasyon oluşturma şansı vardır.” (Öcalan, Demokratik Konfederalizm)

[28] Burada Marx vulgarize edilmektedir. Marx’a göre, bir metanın ve kendisi de bir meta olan emek gücünün değeri onun üretilmesi için gerekli emek-zamanla ölçülür. Ancak bu, işçi ve işveren anasındaki ilişkinin henüz toplumsal bir karakter kazanmadığı tek boyutlu bir ilişki formu için, soyutlama düzeyinde esastır. Yoksa toplumsal bir süreç olan meta üretimi sisteminde değerin ölçüsü basit bir zaman konusu değildir. Bir toplumsal ilişkinin bütün gerilimleri (sınıf mücadeleleri, rekabet vs.) bu sürece dahil olur. “Ortalama emekçinin yaşaması için gerekli, alışılagelen tüketim maddelerinin değeriyle belirlenen emek gücünün değeri belli bir toplumun belli bir döneminde…” (Marx, K. (1978) Kapital: Birinci Cilt, çev. A. Bilgi, Üçüncü Baskı, Sol Yayınları, Ankara, sf. 530) teorik olarak değişmez bir bütünlüktür. Erkek emekçinin ücretine dahil edilen emekçi ailesinin yaşama maliyeti kadının (kendisi çalışmadığı koşullarda bile) bakım ve ana emeğinin meta üretimi sürecine içine dahil edildiğini ve bu emeğin de toplumsal bir içerik taşıdığını gösterir. Bu yanıyla kadının “ana emeği” arkaik bir emek değildir, kapitalizm onu modernleştirmiştir.

[29] “…Neden değer ölçülemez? Şundan ölçülemez: Savunmalarımda açmıştım, ana örneğini vermiştim. Ananın çektiği, harcadığı emek parayla ölçülemez. Ananın yaptığı gibi ücretsiz işçiliği nereye koyacağız? Çocuğu büyütmesi, ona bakması, ev içinde verdiği emek ölçülemez. Genelde insan nasıl büyüdü? İnsan yüz bin yıllık tarihin ürünüdür. İlkel komünal toplumdan kültürler mücadelesine kadar her şeyi katarsak, tüm insanlık tarihi birikimlerini, bilgi birikimini nasıl küçük burjuva ücret talebine indirgersin? Değeri bunları yok sayarak ölçemezsin. Neolitik toplum, köleci toplum, feodal toplum, hepsini içine koyarsak işçi sınıfı olur. Marks’ın sosyal bilime katkıları olmuş, ama muazzam da yetersizliği var, topluma anlamlı bir şey getirememiştir. Sonuçta değer teorisi ile işçi sınıfının ücreti artırıldı.” Öcalan, Demokratik Konfederalizm.

[30] Emek Hareketi (2021) “Yeniden inşa için sınıf sendikacılığı”, https://www.evrensel.net/haber/424507/yeniden-insa-icin-sinif-sendikaciligi