Fransa İşçi Komünist Partisi
Hareketin kökleri
Ocak 2023’ten Haziran ayının başına kadar, grevler ve gösterilerden oluşan güçlü bir işçi ve halk hareketi Fransa’yı sarstı. 6 Haziran’daki grev ve gösteri günü, Macron hükümetinin emeklilik yaşını iki yıl geri çekme niyetini protesto eden bu büyük hareketin sonu gibi gözüküyor.
Kovid salgınından sonra, özellikle 2021 sonbaharından itibaren ekonomik faaliyetlerin yeniden başlamasıyla ülke genelinde maaş artışları için grev hareketleri gelişti. Stellantis (otomotiv, eski adıyla PSA), ExxonMobil, TotalEnergies, RATP (Paris ulaşım), Sanofi (ilaç) gibi büyük şirketlerden küçük işletmelere kadar ve özellikle taşeronlarda da grevler yaşandı. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı ve ardından gelen savaşın yol açtığı enflasyon, bu grev hareketlerini daha da güçlendirdi. Ocak’tan Haziran 2022’ye kadar süren uzun seçim dönemi (cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler) bu grevleri frenleyemedi. Bu grevler birbirlerine paralel olarak yürütüldü, birbirlerini teşvik etti; ancak maalesef genel greve dönüşemedi. Sendikaların çağrısıyla düzenlenen grev ve gösteri günlerinde, özellikle 29 Eylül 2022’de olduğu gibi, birçok insan ücret artışı talebiyle sokaklara çıktı.
Aynı dönemde, hükümet çok daha kötü koşullarda çalışıp az gelir elde etmenin yolunu açan yeni bir işsizlik sigortası “reformunu” hayata geçiriyordu. Amacı; işsizlik ödeneği talep edenlerin üretilen zenginliklerden aldığı payı azaltmak ve aynı zamanda işsizleri ödeneklerinin kesilme tehdidi altında her bir işi kabul etmeye zorlayarak “gerilimli meslekler” alanlarına işgücü sağlamaktı. Aynı süreçte bu belirsizlik ortamında özellikle yoksul aileleri hedef alan kira politikası “reformu” da öne sürülmüştü. Sonuç olarak, enflasyonun artar, gerçek ücretler ve dolayısıyla satın alma gücü. giderek düşerken işçi kitlelerine yönelik bir dizi saldırı gerçekleştirilmişti. CAC 40 şirketlerinin kârları ise büyük artışlar kaydetmişti (2021’de %52’lik artış). Emeklilik reformu, bardağı taşıran son damla oldu!
Hep birlikte ‘64 yaşına hayır’
Bu koşullarda, 10 Ocak 2023’te hükümet, emeklilik “reformunu” duyurarak, emeklilik yaşını 62’den 64’e çıkarmayı ve tam oranlı emeklilik ücreti alabilmek için gerekli ödeme süresini de uzatmayı planladığını açıkladı. Bu, 1993’ten bu yana gerçekleşen 8. “reform”du.
Bir önceki “reform” girişimi 2019 yılındaydı. Oligarşi, savaş sonrası dönemden ve Ulusal Kurtuluş Konseyi (CNR) programından türeyen emeklilik sisteminin terk edilmesini ve dayanışma temelli nesiller arası sistem yerine puan sisteminin getirilmesini talep ediyordu. Bu “reform” projesi, öncelikle CFDT’nin desteklediği, ancak duyurulduğu andan itibaren özellikle taşımacılık sektöründe sert tepkilerle karşılaşan ve ülkenin grevlerle sarsıldığı bir projeydi. Kovid salgınının durdurduğu girişimi sonuçsuz kaldı.
Ancak Macron ve hükümeti bu reformdan vazgeçmedi. Bu nedenle, Ocak 2023’te tekrar gündeme getirildi. Bu reformun duyurulmasının ardından, işçi ve memur sendikaları (CFDT, CGT, FO, CFE-CGC, CFTC, Unsa, Solidaires, FSU), öğrenci sendikaları ve gençlik örgütleri (Fage, Unef, Voix Lycéenne, FIDL ve MNL), 19 Ocak’ta “64 Yaşına Hayır” şiarıyla grev ve gösteri çağrısı yaptı ve herhangi bir pazarlığa oturmayı kabul etmeden “reformun” geri çekilmesini talep etti.
Neredeyse her zaman hükümetle müzakere etme ve uzlaşmaya varmayı kabul eden ve web sitesinde kendisini “diyalog ve müzakere yoluyla çözüm bulmayı tercih eden bir sendika” olarak tanımlayan CFDT, pek çok kişiyi şaşırtacak şekilde harekete katıldı.[1]
Bu olağanüstü sendikal birlik, gerçekte reforma karşı yoğun bir reddin yansımasıdır; resmi istatistikler, zorunlu olarak aktif nüfusun %90’ının bu “reforma” karşı olduğunu kabul etmek zorunda kaldı.
Büyük Metropoller (Paris, Lyon, Marsilya, Lille, Bordeaux, Toulouse gibi) kadar küçük ve orta ölçekli şehirlerde de Ocak ortalarından 1 Mayıs’a kadar süren gösterilerde milyonlarca kişi sokağa çıktı. Bazı küçük şehirlerde ise, ulusal eylem günlerinde nüfusun çeyreği sokaklarda buluştu. Ve tüm gözlemcilerin fark edip ortaklaştığı, gösteri ve grevlere ilk kez katılan çok sayıda grevci ve göstericinin bulunduğu oldu.
6 Haziran’daki gösteri, en azından aldığı biçimle, bu reforma karşı gelişen hareketin sonunu işaret etti. Ancak bu son, milyonlarca emekçinin bu reformu kabul ettiği veya pes ettiği anlamına gelmedi.
Bu kadar derin ve yaygın bir reddi nasıl açıklamalı?
Yukarıda dile getirildiği gibi, özellikle zenginlerle patronların cumhurbaşkanı olarak damgalanan Macron’un son dönem hükümetlerinin işçilere yönelik olarak yürüttükleri saldırıların oluşturduğu birikiminin sözünü ettik. Bu reform fazlasıyla bir zorlama olarak algılandıysa, bunun nedeni her şeyden önce, işçi sınıflarının yaşam, çalışma ve sömürü koşulları son yıllarda ciddi şekilde kötüleşmiş olmasıdır. “İki yıl daha çalışırsak ölürüz!” çığlığı ya da birçok göstericinin taşıdığı pankartlarda yazan “İş, metro, mezara, 2 yıl daha hayır!” sloganı başka nasıl açıklanabilir?
Kapitalist sömürü, her türlü araçla, özellikle çalışmanın yoğunlaştırılmasıyla güçlendirildi. Bedenlerimizin fiziksel ve zihinsel aşınma ve yıpranması, bir noktada “artık yeter” demeye neden olur. Fransa’daki verimlilik oranı (farklı faktörlerin etkisiyle Kovid salgınından bu yana düşse de), OECD ülkeleri arasında en yükseklerindendir. İş kazaları, hatta ölümlü kazalar, yaygındır; sağlıklı yaşam beklentisi azalmıştır. Bir yöneticiyle bir işçinin yaşam beklentisi arasındaki fark 7 yıldan 10 yıla çıkmıştır.
Bunlara, Macron’un 2017 yılında yüksek derecede riskli çalışmanın hesaplanmasında kullanılan 10 kriterden 4’ünü (ağır yük taşıma, zorlu duruşlar, mekanik titreşime maruz kalma ve kimyasal ve toz ve duman gibi tehlikeli maddelere maruz kalma) kaldırdığı gerçeğini eklemek gerekiyor. Ancak, işçinin çalıştığı işin ağır iş olması, tam oranlı emeklilik ücretinin onaylanması için kullanılan dönem hesaplamasında dikkate alınan unsurlardan biridir.
Kovid salgınının da, yaşamın aniden kaybolabileceği farkındalığını artıran bir rol oynadığı kesindir. Karantina, çalışmanın anlamını ve yaşam sürecindeki yerinin sorgulanmasını da gündeme getirdi.
Sağlık, eğitim, ulaşım gibi hizmetlerin bozulması, bu hizmetlerden yararlananların yaşamlarını zorlaştırdı. Görevlerini yerine getirme konusunda giderek daha az yeteneğe sahip olan görevlilerse hor görülüp kötü muamele görüyor, halka sunulan hizmet sürekli olarak kötüleştiği için yaptıkları işler anlamını yitiriyor. Bu koşullarda iki yıl daha çalışmayı nasıl kabul edebilirsiniz!
Bu analiz temelinde, hareketin ifade ettiklerine dayanarak ve kapitalist sisteme karşı itiraz düzeyini yükseltme amacıyla partimiz, “Hayatları Öğüten Kapitalizme, 2 Yıl Daha Hayır!” sloganıyla binlerce çıkartma üretip dağıttı ve bunun büyük bir başarıya ulaştığını gördü.
Sahte, değişken ve yalan dolu argümanlar
Bu karşı-reform projesini sunarken, televizyonlarda ve radyo mikrofonlarında sırayla yer alan hükümetin bakanları farklı argümanlar kullanıp yalanlar söylediler. Macron, önce bu “reformun” emeklilik fonlarını tehlikeye atacak ölçüde demografik değişim nedeniyle (çok fazla emekli, yeterli sayıda çalışan yok) zorunlu olduğunu ve genç neslin, yaşlıların mevcut sistemden faydalanıp avantajlarını kullanmalarına feda edileceğini söyledi. Bu açıklamalar gençleri yaşlılara karşı kışkırtma amacını taşıyordu! Başka bir dönemde ise, bu “reformun” başka sektörler için kaynak yaratmayı amaçladığını belirtti.
Çalışma Bakanı ise, bu “reform”la yüz binlerce emekliye 1.200 avro brüt emekli maaşı verileceğini iddia etti. Ancak bu iddiayı kanıtlamak için gerekli olan koşulların detaylarına bakıldığında, başlangıçta duyurulan emekli sayısı olarak 1 milyon 800 bin veya sonrasında düzeltilen rakamla 200 bin kişinin değil, yalnızca 20 bin kişinin bu haktan yararlanabileceği ortaya çıktı!
Bu, diğer tüm avantajlarına kuşkuyla yaklaşılması ve sözde reformun itibarsızlaşması için yeterliydi.
Birçok ekonomist, sosyolog ve çalışma dünyası uzmanı ise, en çok mütevazi sosyo-mesleki kategorileri (en yoksulların %25’i emeklilik yaşına ulaşmadan ölüyor) ve özellikle kadınları olumsuz etkileyecek bu reformun adaletsizliğini ortaya koydu. Parçalanmış kariyerler, zorunlu yarı zamanlı çalışmalar, güvencesiz işler, düşük maaşlar… hiçbir zaman hele tam oranlı emeklilik hakkı elde edemiyor ve emeklilik yaşına ulaştıklarında[2] yorgun ve komik emeklilik maaşları ile emekli olmak zorunda kalıyorlar.[3]
Bazıları, emeklilik sisteminin garantilenmesi için başka çözümler olduğunu, özellikle işveren katkı paylarını artırmanın mümkün olduğunu savunmak istedi, ancak hükümet hemen “işçilik maliyetini artıramazsınız” yanıtını verdi!
Ancak işçilerin büyük çoğunluğu için, hükümete bu reforma alternatif çözümler olduğunu göstermeye çalışmak kesinlikle söz konusu değildi. Muhalifler, hemen, “64 yaşına hayır” diyerek “reform”un geri çekilmesi talebinde bulundu.
Ekonominin bloke edilmesi
Hükümetin ülkenin öfkesini dinlemeyi reddetmesi karşısında, 7 Mart’ta sendikalar arası birlik grubu “ekonominin bloke edilmesi” çağrısı yaptı.
Bu noktadan itibaren, grevler, ulusal seferberlik günlerinin yanı sıra birkaç gün boyunca ve bazı sektörlerde haftalar boyunca artarak devam etti. Nükleer enerji dahil enerji sektörü, ama özellikle rafineriler ve akaryakıt depoları grev gözcüleri tarafından bloke edildi. Elektriği işletmelere, kurumlara ve evlere dağıtan RTE (Elektrik Taşıma Ağı) işçileri, belirli şirketlere ve kurumlara yönelik kesintilerin sayısını artırdı ve elektriği, elektrikten mahrum kalan kullanıcılara geri verdi. SNCF tren işçileri de birkaç gün boyunca greve çıktı. Liman işçileri limanları bloke etti. Paris ve diğer il kentlerinde çöp işçileri ve çöp yakma tesislerindeki işçiler de birkaç hafta boyunca greve gitti. Özellikle taşrada taşıma şirketlerindeki çalışanlar, birkaç gün greve gitti. Bunlar, “reform”un kaldırılmasını öngördüğü özel emeklilik sistemlerine sahip sektörlerdi.
Ekonomik faaliyet yer yer ciddi şekilde sekteye uğramasına rağmen ülke tam anlamıyla kilitlenmedi. Bu durumu açıklayan birkaç etken bir araya gelmişti.
Öncelikle, CGT ve Solidaires’in bazı bölgeleri, hareketin başından itibaren “vekaleten grev yapmayacaklarını” beyan etti; bu, diğer işçi ve maaşlı sektörler de greve başlamadan stratejik sektörleri bloke etmeyecekleri anlamına geliyordu.
Bir de özel taşımacılık sektöründeki işveren ve sendikalarla emekli maaşlarının “özel statüsünü” korumak için pazarlık yapan hükümetin, bu stratejik sektördeki çalışanların diğer işçilerle birlikte greve gitmesini engellemek için yaptığı manevralar var. RATP’in yeni lideri, eski Başbakan Castex, hemen herkese 100 Euro zam verdi ve grevdeki bakım işçileriyle taşıma işçilerinin taleplerinin bir bölümünü karşıladı.
Ayrıca büyük şirketlerin CEO’larının “akıllılığı” da çalışanlarına greve gitme heveslerini kırmaya yetecek kadar önemli ikramiye ya da ücret artışları sağladı (Stelantis’ten gelen 400 Euro’ya bakınız).
Dikkate alınması gereken başka bir faktör ise, geniş çaplı sendikal birlik güçlü bir teşvik faktörü olurken, aynı zamanda grevin genelleşmesine karşı da işlevselleşti. 2020 yılında özel sektörde en büyük sendika örgütü haline gelen CFDT, grevlerin genelleştirilmesine net bir şekilde karşı koydu. CFDT ile birlikte hareket etmeyi tercih eden CGT yönetimi, CFDT’nin durumunu dikkate alarak, birliği tehlikeye atabilecek genel grev çağrısı yapmak istemedi.
Ancak, yine de işçi kitlesinin genel greve başlamaya hazır olduğunu söylemek zor. Grevcilerle mali dayanışma çok önemli olsa bile enflasyon seviyesinin grevin genelleşmesi üzerinde bir fren olduğu inkar edilemez.
49/3 dönüm noktası ve gençliğin harekete katılımı
Bazı işçi kesimleri fabrikalarını işgal eder ya da grev gözcüleri çıkararak greve gider, yerel sendikalar[4] endüstri bölgeleri etrafındaki döner kavşakları bloke ederken, Ulusal Meclis ve Senato’da görüşmeler devam ediyordu. Hükümet, oligarşinin çıkarlarını garanti altına almak ve korumak için şekillendirilmiş bir anayasanın tüm iplerini ve gereksinim duyduğu reformları gerçekleştirme araçlarını kullanacaktı.
Hükümet zaten yasama süresini Meclis ve Senato’da bir yıl olarak kısaltmasına izin veren bir prosedür kullanmayı seçmişken, 16 Mart’ta Başbakan E. Borne, Anayasanın 49/3. maddesini kullanarak, sorumluluğu hükümetin üzerine alma kararı verdi.[5] Hükümetin bu zorlaması, hareketin yeniden canlanmasına ve özellikle gençlerin harekete çok daha kitlesel bir şekilde katılmasına neden oldu. Demokrasinin inkarı kabul edilmedi, protestoculara yönelik baskılarsa, gençliği protesto hareketine katılmaya teşvik eden ikinci bir neden oldu.
Gençler, kitlelerini, işçiler ve emekçi kitlelerin yanında kendilerini hissediyorlar, çünkü bu “reformun” sonuçlarından etkilenenler aynı zamanda onların anne ve babaları, hatta neneleriyle dedeleri. Ayrıca, özellikle Kovid döneminin maddi ve psikolojik yıkımından bu yana, kendi maddi durumlarının hızla kötüleşmesinden dolayı da öfke duyuyorlar. Üniversiteye girişte seçme sınavına girme zorunda kalıyor, geçici işlere ve güvencesizliğe mahkum ediliyorlar… İşçilerle birlikte toplumsal mücadeleye girişen bu binlerce genç, eleştirilerini, sosyal adaletsizlikleri ve ayrımcılıklarıyla bütün toplumu ve gezegeni talan eden “sistemi” kapsayacak şekilde genişletiyorlar…
Hareketin kazanımları
Öne çıkan önemli bir özellik (ülkemizdeki önceki sosyal hareketlerin sonundan kesin olarak ayrılan bir özellik); “reformun” geçmesine ve hareketin hükümeti geri püskürtme gücünü bulamamasına rağmen, yenilginin, yılgınlığın ve pes etmenin söz konusu olmayışıdır! 64 yaşın reddi hala sağlam bir şekilde ayaktadır.
Bu, halk kampında bölünme olmadan, ihanet olmadan, birlikte, birleşik, tüm nesiller bir arada elimizden geldiği kadar ileriye gittiğimize dair genel duyguyla açıklanabilir. Karşı taraf ise, en güçlü olanlardı., Grev ve gösterilere katılanların sayısı artıkça, güçlerinin nedenleri daha açık hale geliyor: Bir devletleri, kendi amaçlarına hizmet eden bir anayasaları ve hizmetlerinde bir polis gücü var. İşte bu nedenle giderek güçlenin bir düşünce gelişiyor: Bir sistemle karşı karşıyayız.
Hükümetin yasasını parlamentodan geçirmek için tüm anayasal hileleri kullanması nedeniyle, parlamento alanında köklü değişiklikler yapmanın mümkün olmadığı fikri de gelişmektedir.
Bu sosyal hareketin bir diğer önemli kazanımı da, işçi sınıfının yeni taburları ve geniş halk kitlelerinin mücadeleye katılmasıdır ve bunun sonucunda sendikal örgütlenme büyük bir artış göstermiştir. CGT, hareketin ardından 20 bin, CFDT 35 bin ve FO 10 bin yeni üye kaydettiklerini açıkladı… Benzer eğilim sendikaların yönetim kademelerinde ve profesyonellerinde de görülüyor. Kesin rakamlar ne olursa olsun, bu sendikal örgütlenme hareketi gerçektir. Bu, işçi çoğunluğunun çıkarlarını kolektif olarak savunmak için örgütlenmenin gerekliliği konusundaki bilincinin bir göstergesidir.
Dolayısıyla bu sosyal hareketin temel kazanımları, bir yandan sendikal örgütlenmenin bir mücadele aracı olarak güçlendirilmesi ve diğer yandan sosyal ve siyasi farkındalığın artırılmasıdır. Yürütmenin, Cumhurbaşkanı ve hükümetin, kendi çıkarlarına ve emekçi nüfusun çoğunluğunun iradesine karşı reformları dayatmak için orada oldukları, işçi ve halk kampı için giderek daha açık hale geliyor.
[1] 2021’de %26,77’lik örgütlülük oranıyla CFDT, CGT’nin (%22,96) önünde, özel sektörde örgütlü ilk sıradaki sendikaydı.
[2] İşsizlik, hastalık, sakatlık durumlarında, işçi kadınların sadece %19’u 67 yaşına kadar kesintisiz tam oranlı emeklilik ücretinden yararlanabiliyor.
[3] İnsee’ye göre, 2011 yılında, Avrupa Birliği ülkelerinin tümünde, 65 yaş ve üstü kadınların ortalama emeklilik ücreti, erkek meslektaşlarının aldığı ortalama ücretten %47 daha düşüktür.
[4] Yerel sendikalar, belirli bir coğrafi alanda işletmelerin sendikalarını veya işyeri sendika bölümlerini bir araya getiren temel sendika örgütleridir.
[5] Bir yasa tasarısının Ulusal Meclis tarafından oylama yapılmaksızın kabul edilmesi için Başbakan Anayasa’nın 49.3. maddesini harekete geçirerek Hükümetin sorumluluğunu üstlenebilir. Bu durumda, Millet Meclisi Hükümet aleyhine bir gensoru önergesi vermezse tasarı kabul edilmiş sayılır. Tersine, bir gensoru önergesi verilirse, Hükümet düşürülür ve tasarı reddedilir.