Duygu Günola

 

Çok değil bir-iki yıl öncesine kadar aşı karşıtlarının ileri sürdükleri argümanlar üzerinden yaşanan birçok tartışma yoğunluğunu kaybetmiş görünüyor.  Bugün aşıların koruyuculuğunun ne kadar önemli olduğunu ve tüm toplumu kapsamadığı sürece pandemiyi bitirmenin, dalgaları aşağı indirmenin mümkün olmadığını görüyoruz. En azından dünyadaki aşılama rakamları, aşılamasının büyük çoğunluğunu tamamlayan büyük-küçük gelişmiş kapitalist ülkelerin ilksel verileri bunu gösteriyor.  Pandemi başında saatlerce televizyonlarda atıp tutan ve SARS-CoV-2 virüsünün neden olduğu Kovid-19’un grip gibi olduğunu öne sürenler dahil, daha zararsız formlara evrileceğini iddia eden bilimciler(!) hala popülizm peşinde. Bu süreç, bilim okur yazarlığının, bilimsel eğitimin ve bilimin önemini bir kez daha öne çıkardı. Bunun yanı sıra bilimi elinde tutan gücün, işçi sınıfı ve yoksulların onun ürünlerine erişimde nasıl belirleyici olduğunu görmüş olduk. Aşıdaki patent tartışmaları, tam da bu nedenle alevlendi.

Sağlık Bakanlığı’nın 2021 yılı 10 Mayıs tarihi verileri temel alındığında Türkiye’de Pfizer/BioNTech ve Sinovac aşılarının kullanılmakta olduğunu, toplamda 25 milyon 18 bin 78 doz aşı yapıldığını, 14 milyon 618 bin 167 kişinin aşılandığını, bunlardan da 10 milyon 399 bin 911 kişinin çift doz aşısının yapıldığını görmekteyiz. Ülkelerin aşılama verilerinin bir bölümü Tablo-1’de verilmiştir. Tablonun gösterdiği çok şey var aslında. Gelişmiş kapitalist ülkeler, genel olarak aşı tedariğinde aslan payını alırken, yoksul ülkelerin aşılama oranlarının oldukça düşük olduğunu görmekteyiz. Bugün Oxford-Astra-Zeneca aşısını seyrek de olsa pıhtılara yol açabildiği için kullanmayan bazı Avrupa ülkeleri bu aşıyı Afrika’nın yoksul ülkelerine göndermekte beis görmemektedir. Bunun yanı sıra, Almanya gibi aşının geliştirildiği ülkelerde dahi aşılama oranları düşük kalmaktadır. Bunda aşı üretim-planlama krizinin, bazı ülkelerin aşıları fazlaca depolamasının, yükselen ama bilimsel olarak desteksiz bir aşı karşıtlığının payı olduğunu söyleyebiliriz. İsrail, nüfusunu en fazla oranda aşılayan ülke olarak bu pandemide öne çıkmıştır.  Aşıların gerçek hayatta etkinliklerinin ne kadar olduğu ise Sinovac aşısı uygulanan Şili verileri ve ağırlıklı olarak BioNTech aşısı yapılan İsrail verilerine dayanarak gösterilmiştir. Bu ilksel veriler aşıların ağır hastalığa karşı koruyucu olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla tüm ülkelerde hızlı bir aşılama ve izolasyon ile pandeminin hafifletilebileceği/kontrol altına alınabileceği görülmektedir. Nitekim geçtiğimiz ay İsrail’de maske yasağı kaldırılmış, normalleşme başlamıştır. Aşıların daha uzun vadedeki koruyuculuğuna/koruyuculuğunun süresine dair verilerin yine buradan çıkması olasılık dahilinde bulunmaktadır.

 

Tablo-1. Dünya genelinden seçilmiş ülkelere ait aşı verileri[1]

Kaynak: Mathieu, E., Ritchie, H., Ortiz-Ospina, E. et al (2021) “A global database of COVID-19 vaccinations”, Nat Hum Behav, https://ourworldindata.org/covid-vaccinations

 

AŞI ÜRETİMİNİN ÖNÜNDEKİ ENGELLER

Kovid-19 pandemisi ile birlikte hemen hemen her ülkede bilimciler yerli aşı adaylarını geliştirmeye başladılar ve birçok ülkede araştırmacılar ilerlemeler kaydetti. Altyapısı hazır olan, bilim ve teknoloji bütçeleri daha büyük olan ülkeler, araçlarını hızlıca yeniden konumlandırarak; büyük ilaç şirketleri ise üniversite ve araştırma enstitüleri ve daha küçük şirketlerle ile hızlı işbirlikleri kurarak bir yıldan kısa bir sürede aşıyı üretmeyi başardı. Örneğin Pfizer/BioNTech aşısının buluşçuları Özlem Türeci ve Uğur Şahin ile birlikte araştırma ekipleri uzun yıllardır kansere karşı mRNA temelli aşılar üzerine çalışmakta idi. Bu alandaki bilgi birikimleri, bilimsel ağları ve çalışmaları, pandemi sürecinde maddi kaynaklara hızlı erişimlerini, Pfizer ile işbirlikleri ise BioNTech aşısının hızlı bir şekilde klinik çalışmalarının tamamlanarak piyasaya sürülmesini sağladı. Sonuç olarak parayı verenin aşıyı fazla fazla aldığı, parayı veremeyenin ya da planlamasını yapamayanın aşılamada geri kaldığı bir süreci yaşamaktayız. Klinik çalışmalar hızlıca başarılı bir şekilde sonuçlandırılırken, aşının sağlıklı bir üretim ortamında, yaygın üretimi sorunları baş göstermeye başladı. GMP (Good manufacturing practices, iyi üretim uygulamaları) lisansı almış tesislerin kapasitesi, aşı üretimlerine hakimiyetleri, bilgi birikimleri gibi konular sorun olmaya başladı. Örneğin, 1 Nisan 2021 tarihinde Business Insider’da yer alan bir habere göre Johnson&Johnson aşısının yaklaşık 15 milyon dozu heba oldu.  ABD’nin Baltimore şehrinde bulunan GMP onaylı bir firma tarafından taşeron olarak üretilen Johnson&Johnson aşısının aynı firmada üretilen Astra-Zeneca aşısıyla “insan hatası” sonucu karıştığı bir raporda ortaya çıktı.[2] Hindistan gibi ilaç üretiminin motoru olan bir ülkede aşılama oranlarının %2,6’da kalması oldukça manidar. Dünya üretiminin merkezi olan Çin’de ise inaktif Kovid-19 aşısı eski teknikler ile hızlıca geliştirildi. Çin sıkı bir izolasyon ve pandemi politikasıyla vakaları azaltarak salgını kontrol altına almayı başarmış görünmekte. Çin’de aşı hızlıca geliştirilse de, Çin halkının aşılanma süreçlerinin geçtiğimiz aylarda başladığını belirtelim. Aşıların üretilmesi konusunda dünya çapında kötü bir sınav verildi aslında. Bunun en önemli nedeni ise kapitalizmde, aşıların hükümetler desteklemediği sürece, şirketlerin kâr edeceği bir ürün olarak görülmemesidir. İlaç şirketleri pahalı ve tekrar tekrar alınabilecek ilaçları tercih etmektedir. Çünkü bunlar, uzun yıllar boyunca daha fazla gelir getirici olarak görülmektedir. Aşılar ise çoğunlukla bir iki doz halinde uygulanmaktadır.  Halk sağlığını temel alan bir uygulama olarak aşılar, pandemiye kadar dünyanın birçok yerinde neredeyse maliyetine verilmekte idi. Geçtiğimiz seneye kadar ABD piyasasına aşı veren sadece 4 şirket bulunmakta idi. 1970’li yıllarda bu sayının 20’inin üzerinde olduğu bilinmekte.[3] Yani kısacası büyük ilaç tekelleri için aşı alanı, diğer ilaçlara kıyasla daha karsız bir alandır. Bu nedenle de yıllar boyunca aşı üretimi alanındaki firmaların sayısı azalmıştır. Bu alanlara büyük yatırımlar yapılmamış, çok büyük bilimsel ve teknolojik gelişmeler ol(a)mamıştır. Üretim kapasitesini kısıtlayan da aslında bu gerçekliktir. Bizimki gibi ülkelerde ise, kamunun kurduğu ve yıllarca kendi aşısını geliştirerek ürettiği, bilimsel bilgi birikimine sahip kurumlar tıpkı kamu kurumlarının özelleştirilmesinde yaşandığı gibi önce kaynakları yetersiz bırakılarak köhneleştirilmiş, daha sonra ise kapatılmıştır. Bugün ise neredeyse yirmi yıldır boş bırakılan, insan aşıları konusunda ne bilimsel ne de üretim çalışması neredeyse hiç yürütülmeyen bir bilim alanı, pandeminin aciliyeti ile tekrar canlandırılmaya çalışılmaktadır.

 

PATENT TARTIŞMALARI

Dünya genelinde, çocuk felci aşısını geliştiren Dr. Jonas Salk’ın “Siz güneşi patentleyebilir misiniz?” sözüyle patentle ilgili bir tutum belirtmişti.  Bugün aşılarla ilgili olarak da bir patent tartışması yaşanıyor. Aşıda patentleri savunan ya da patent zaten yok, aşının formülü de az çok ortada, isteyen yapabilir diye sosyal medyada kendince akıl verenlerin söylediklerine şöyle bir bakalım. Yeni aşılar konusunda Mayıs 2021 itibariyle WIPO (Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü) web sayfasında “COVID19” ve “vaccine” (aşı) kelimeleriyle arama yaptırıldığında aşı ile ilintili yayınlanmış Çin menşeili üç farklı patent başvurusu bulunduğu anlaşılmaktadır.[4] Pfizer/BioNTech’in Kovid-19 aşısı için henüz bir başvuru görünmemektedir. Provizyonel olarak bir ön başvuru yapıp yapmadıklarını, patente başvurup başvurmayacaklarını ise henüz bilmemekteyiz. Ancak mRNA aşı teknolojisi konusunda daha önceleri aldıkları patentlerinin bulunduğunu biliyoruz. Bildiğimiz şöylesi bir örnek bulunmaktadır: Oxford Üniversitesinde geliştirilen ve bugün Oxford-Astra Zeneca aşısı olarak bilinen aşı.

Bu hikayede Oxford Üniversitesinde bulunan Jenner Enstitüsü aşıyı ilk geliştiren yer, Astra Zeneca firması da dünya çapında geliştirme, üretim ve dağıtımdan sorumludur. Ancak, hikaye aslında bilinenden daha karmaşıktır ve aslında Oxford University Innovations Ltd., Oxford Sciences Innovation, Jenner Enstitüsü, Vaccitech Ltd. gibi bir çok aktörü de içermektedir. Tüm bu kuruluşların geçmişine ve kendilerine bir göz atalım.

1980 yılında ABD’de kabul edilen Bayh-Dole Yasası, üniversitelerin buluşlara sahip olmalarını ve keşifleri patentleme ve lisanslama konusunda liderlik etmelerini sağlayarak ülkenin teknoloji transferi sistemini temelden değiştirdi. Üniversiteler bu süreçle “teknoloji transfer ofisleri” kurarak yarattıkları fikri mülkiyeti ticari olarak kullanmaya başladı. Bugün Avrupa ve ülkemiz üniversitelerine de getirilen üniversite AR-GE modeli de köklerini buradan almaktadır. Oxford Üniversitesi Bayh-Dole’un yarattığı ortamın da etkisiyle 1987 yılında araştırmacılarının fikri mülkiyetlerini yönetecek tamamıyla üniversiteye ait bir yan şirket kurdu. Bu şirketin adı “ISIS Innovation” idi. 2016 yılında şirket Oxford University Innovation (OUI) Ltd. ismini aldı. Bugün Oxford Üniversitesi ve araştırmacılarına ait fikri mülkiyetleri yöneten ve üçüncü şahıslara ücret karşılığı lisanslayan da yine bu şirkettir. Şirket, 4000’den fazla patent ve patent başvurusunu yönetmektedir. Araştırmacı kendi ürettiği fikri mülkiyeti lisanslayarak kendi spin-out adı verilen şirketini kurabilmekte ve çekirdek bir bütçe ile de desteklenmektedir. Karşılığında ise Oxford University Innovation Ltd. ya hisse ya da para almaktadır.  Bu model, modern kapitalizmin inovasyon formatı ile uyumludur. Hatta günümüzde “fikri mülkiyet kapitalizmi”, “fikri kapitalizm”, “bilgi kapitalizmi” tanımlarına da literatürde rastlanmaktadır.[5]

Oxford Sciences Innovation genellikle Oxford University Innovations Ltd’nin spin-out şirketlerine finansman sağlayan Oxford Üniversitesi ile yakından bağlantılı bir risk sermayesi şirketidir. Bu şirketin hissedarları arasında üniversite haricinde özel ve devlet firmalarının bulunduğu bilinmektedir. Bunlar arasında yatırım firmaları (Braavos Capital ve Temasek Holdings gibi), risk sermayesi firmaları (Google Ventures ve Sequoia Heritage gibi), Umman’ın egemen varlık fonu, çok uluslu şirketler (Tencent ve Fosun Pharma gibi) ve Wellcome Trust gibi kurumlar bulunmaktadır.[6]

Araştırmanın merkezi olan Jenner Enstitüsünde yürütülen çalışmalar Jenner Aşı Vakfı tarafından desteklenmektedir ve kar amacı gütmemektedir. Jenner Enstitüsünde, bulaşıcı hastalıklar, yeni ortaya çıkan patojenler ve bulaşıcı olmayan hastalıklar ve aşılar üzerine çalışılmaktadır. Son yıllarda ise Jenner Enstitüsü araştırmacılarının projelerinin Wellcome Trust, Gates Vakfı, İngiliz Tıbbi Araştırma Konseyi, İngiliz Hükümeti Sağlık Bakanlığı, Avrupa Komisyonu ve ABD Ulusal Sağlık Enstitüleri tarafından fonlandığı bilinmektedir.

İşte bu araştırmacılardan Prof. Sarah Gilbert ve Prof. Adrian Hill (Jenner Enstitüsü Müdürü), diğer araştırmacıların da desteği ile Oxford Şempanze Adenovirus (ChAdOx) adını verdikleri bir viral vektör teknoloji platformu geliştirdiler. Aynı ikili 2016 yılında bu platform ile Vaccitech Ltd. şirketini kurdular. Şirket, Oxford University Innovations’ın hukuki ve iş kaynaklarının desteği; Oxford Sciences Innovation’ın sağladığı 10 milyon sterlinlik fon desteği ile kuruldu. 2016 yılından itibaren Oxford University Innovations’ın bu platformu koruyacak patent portfolyosunu oluşturduğunu görmekteyiz. Bunlardan bir tanesinin patent başvurusunun sonuçlandığı Avrupa ve ABD’de, Çin ve Hindistan’da 2032 yılına kadar patent haklarının bulunduğunu biliyoruz. Yine şirketin pandemi öncesinden aynı teknoloji platformunu kullandığı MERS aşısı için de patent başvurusu bulunmaktadır. MERS aşısının Faz-I klinik çalışmalarının Oxford Üniversitesinde yürütüldüğü bilinmektedir. 2020 yılına gelindiğinde ise Vaccitech’in yapısında kurucu bilimcilerin hisse oranlarının oldukça az olduğu (%10), Oxford Sciences Innovation şirketi ile büyük finans kapitalin oranlarının (örneğin Google Ventures %12 hisseye sahip) ise yüksek olduğu görülmektedir.

Jenner Enstitüsü Pandemi ile birlikte MERS aşısı geliştirmedeki deneyimlerinden dolayı iki araştırmacı ve Jenner’daki diğer meslektaşlarının 10 Ocak 2020 tarihinde aşı geliştirme çalışmalarına başladıklarını duyurdular. Vaccitech’in raporlarında ise bu sürecin aynı tarihte üniversite-Vaccitech işbirliği ile başladığı duyurulmaktadır. Üniversite ile şirket sınırlarının, kamu kaynakları ile özel kaynakların nerede başlayıp nerede bittiğinin belli olmadığı bir durum aslında. Nisan ayına gelindiğinde ise aşının Faz I/II çalışmaları İngiltere’de başladı. Nisan ayında İngiltere Hükümeti araştırma kuruluşları ve Salgın Hazırlık İnovasyonları Koalisyonu, CEPI’nin de içinde bulunduğu kurumlar tarafından desteklenen araştırma büyük çaplı üretim için Oxford Aşı Üretim ve İnovasyon Merkezini, filtrasyon ve alt akış sistemleri üzerine uzmanlaşmış Pall Biotech şirketini, Cobra Biologics, Halix BV, kimyasal üreticisi Merck (Millipore), Hindistan Serum Enstitüsü gibi kurumlarla işbirliği yaparak genişledi.  CEPI 2017 yılında Norveç, Hindistan hükümetleri, Bill ve Melinda Gates Vakfı, Wellcome Trust ve Dünya Ekonomik Forumu arasında kurulmuş bir ortaklıktır. Vaccitech CEO’su aynı dönemlerde bu genişlemeyi herkes için ucuz ve yaygın aşı üretimi için yaptıklarını açıkladı. İşbirliğindeki hiç bir firmaya özel lisanslama hakları verilmediği duyuruldu. Ancak daha sonraları Astra-Zeneca işin içine girdi ve özel lisanslama hakları mevzusu birden değişiverdi. Astra-Zeneca’nın işe dahil olmasında Bill Gates’in Sarah Gilbert ve Adrian Hill’i büyük ilaç tekelleri ile ortak olma yönündeki ikna faaliyeti olduğu söylenmektedir. CEPI kurucularından olması nedeniyle Gates’in ağırlığını koyduğu konuşulmakta. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), UNICEF, CEPI ve GAVI (Vaccine Alliance) aynı zamanda COVAX inisiyatifinin de kurucularından. Bu inisiyatifin kuruluş amacı dünya çapında yoksul ülkelerce de eşit olarak erişilebilir bir Kovid-19 aşısı ortaya çıkarmak olarak ilan edilip basın tarafından böyle yansıtılsa da bu amaca ulaşmaktan uzak oldukları görülmektedir. CEPI ve GAVI’nin Dünya Ekonomik Forumu sırasında Davos’da kurulduklarını belirtelim.[7]

İşte patent tartışmalarında Gates’in müdahilliğinin kaynakları buralardadır. Bill Gates gibi kapitalistlerin ve onun şahsında büyük yatırımcıların, büyük ilaç tekellerinin lobilerinin tartışmaları yönlendirmesi, tartışmalara müdahillikleri aslında bulundukları sınıfın gerekliliği olarak ortaya çıkmaktadır. Onların “filantropist”liklerinin, bilim ve teknolojinin geliştirilmesine gösterdikleri bütçe desteklerinin bilim sevdasıyla olmadığı aşikardır. Örneğin Pfizer, 2021 yılının ilk üç ayında Kovid-19 aşısından 3,5 milyar dolar kazanç elde ettiğini açıklamıştır.[8]

Bugün birçok araştırma projesinin olası çıktıları arasında bilimsel yayınların yanı sıra patentlerin de proje başvuruları esnasında dahi yazılmasında, yukarıda sözü geçen sistemin ve bu iklimin büyük bir etkisi bulunmaktadır. Tüm bilimsel araştırma çalışmalarının patentlemeye endekslenmesi ise temel bilimler alanındaki çalışmaların, kar getirmeyecek bilimsel çalışmaların daha az desteklenmesi ve dolayısı ile bu alanların zayıf kalması ile sonuçlanmaktadır. Bu noktada aslında sistem, böylesi durumlarda kendi başarısızlığını ve verimsizliğini yine kendisi doğurmaktadır. Temel bilimler alanındaki gelişmeler ve bulgular aslında bilimsel çalışmaların ve bilimsel üretimin temelidir. Çok basit bir örnek ile açıklarsak, SARS-CoV-2 virüsün yapısını ortaya koyan, virüsün anahtar protein ve onun etkileştiği insan kilit proteininin ilişkisini ve bu proteinleri tanımlayan temel bilimler araştırmaları olmasaydı, etkin aşı ve antikor adayları bu hızda geliştirilemezdi. Yine SARS-CoV ve MERS-CoV üzerine daha önceki çalışmalar bulunmasaydı, aşılar ve antikorlar bu hızda geliştirilemezdi. Dolayısıyla, geliştirilen tüm bu aşılar, antikorlar, tedavi adayları toplamda kendisinden önceki bilimsel bir birikimin üzerinde yükselmektedir. Bu birikim çoğunlukla ve yoğunlukla, kamusal alanlardan yükselen, kamu ile fonlanan bir birikimdir. Üniversite-sanayi işbirlikleri ile üniversiteleri AR-GE’yi ucuza mal ettikleri bir arka bahçe haline getiren büyük firmaların bu alandaki o “büyük” olarak lanse edilen yatırımları ise aslında buzdağının görünen yüzüdür. Suyun altında ise bilimcilerin on yıllardır yarattığı, devasa bir kolektif bilgi birikimi yatmaktadır. Buralarda çalışan, üreten araştırmacıların yine çoğunlukla kamusal kurumlarda eğitim gördüğü gerçeği de göz ardı edilmemelidir. Aşıların bulunuşunda ve üretiminde önceki bilgi birikimi üzerinden yükselerek, daha da geliştirilen bir know-how (bilgi birikimi) bulunmaktadır. Ancak, pandeminin aciliyetinde aşı patentlerinin tümü açılsa dahi, bilgi birikimi, teknoloji transferi ve dünya çapında bir planlama, üretim merkezlerinin teknolojik ve insan kaynağı bakımından güncellenmesi ile sıkı bir üretim denetimi olmaksızın aşı üretiminin yaygınlaşması kolay gözükmemektedir. Ayrıca aşı patentlerinin yanında adjuvanların vd. kısımların patentlerinin de açılması gereklidir.

Küba pandemi başından beri kendi aşısını bağımsız olarak geliştirme yoluna giderek, Mayıs ayı başında Faz III çalışmalarına geçtiğini duyurmuştur.[9] Soberana (Bağımsızlık) aşısı ülkenin neredeyse bütün bilimsel kaynakları seferber edilerek, ABD ambargosu altında zor şartlar ve yetersizlikler altında oluşturulmuş bir aşı. Daha önce geliştirilmiş olan tetanoz toksinine SARS-CoV-2 spike protein parçasının kimyasal olarak bağlanması ile elde edilmiş konjüge bir aşı.[10] Ancak ülkenin kendi üretim kapasitesi ve altyapısı maalesef aşının yaygın üretimine uygun değil ve Küba yaygın üretim yapabilecek bir altyapı arayışını sürdürmekte. Görüldüğü gibi manzara söylendiği kadar basit değil. Aşının geliştirilmesi bir tarafa, kitlesel üretilmesi, stabilizasyonu, şişelenmesi, soğuk zincirde saklanması gibi basamaklar da ciddi bir bilgi birikimi istemektedir. Süreç ilaç hammaddelerinin alınarak şişelenmesi sürecine benzememektedir.

İleri kapitalist ülkelerde ise mevcut altyapıların genişletilmesi için küçük bir yol alınmıştır. İstenilen düzeyde üretim hala yapılamamaktadır. Bu hızla yoksul ülkelerin aşılanmasının 2024 yılına kadar uzayacağı öngörülmektedir.[11] Yoksul ve gelişmekte olan ülkelerin büyük çoğunluğunun kapitalist sistemin pazar yaratma çabaları nedeniyle güdük bıraktırdığı bu alanları, kısa sürede yeşertmek ise mevcut sistemde yeterli kaynaklar olmaksızın çok olanaklı değildir. İşte Gates, Özlem Türeci ve büyük ilaç firmalarının lobileri de bu yumuşak karına oynamaktadır patentlerin açılma meselesini tartışırken. Aşıların geliştirilmesine şirketlerin büyük yatırımlar yaptığından ve patentler açılırsa yaygın üretilecek aşıların güvenli üretilemeyeceğinden dem vurulmaktadır. Ancak buradaki esas çıkışın kaynağı bu şirketlerin yatırımcılarının talep ve istekleridir. Bu propaganda kendisine, büyük şirketlerle, fonlarla, vakıflarla, filantropistlerle iç içe geçmiş bilim dünyasında da taraftar bulabilmektedir. Oysa sorun kapitalist sistemle ilişkilidir. Pandemiye kadar kapitalizmin kar dürtüsüyle geliştirilmeyen aşı ve aşı üretimi alanı, fikri mülkiyetlerin getireceği rekabet gücü ve kar olmaksızın değersiz görülmektedir. Bu altyapıların geliştirilmesi için de çok büyük yatırımlar hala yapılmamaktadır. Büyük ilaç tekelleri patentleri büyük bir kar kaynağı olarak kullanmaktadır. Patent süreleri dolan çeşitli ilaçlar için de “Evergreening” adı verilen bir yöntemle, ilaçlar küçük dokunuşlarla (örneğin jel formuna getirilerek vb.) yeni patentlerle patent süreleri uzatılabilmektedir.

 

AŞI VE TRIPS

TRIPS, yani Fikri Mülkiyet Haklarının Ticaretle İlgili Yönleri Anlaşması, 1995 yılında Uruguay Turunun bir ürünü olarak Dünya Ticaret Örgütü tarafından kabul edilmiştir. Aslında fikri mülkiyet hakları ile ilgili tartışmalar çok daha önceleri başlamıştı. GATT (Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması) ticaret müzakerelerinin 1986’daki Uruguay turu ile başlayan ve 1994’de 123 ülkenin imzasıyla kabul edilen Marakeş Anlaşması ile fikri mülkiyet haklarının uluslararası ticaret kurallarına resmi entegrasyonu sürecine girilmiştir.[12] Bu müzakerelerde, yoksul ve gelişmekte ülkeler TRIPS’e karşı çıkmış ve uzun süren müzakereler sonrası bu ülkelerin de bir şekilde TRIPS’i kabul etmesi sağlanmıştır. DTÖ’ye üye ülkeler aynı zamanda TRIPS’i de kabul etmektedir. TRIPS’in içeriği oldukça geniştir. TRIPS, telif haklarından ve ticari markalara, entegre devre tasarımlarına, ticari sırlara ve en önemlisi de ilaç ve diğer ürün patentlerine kadar geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır.[13]

TRIPS fikri mülkiyet alanında ilk sözleşme değildir. Patentler üzerine olan Paris Konvansiyonu, ticari markaların Madrid Sistemi ve telif hakları konusunu ele alan Berne Konvansiyonu TRIPS’in öncelleri arasında sayılabilir. Ancak TRIPS’in etkisi bunların çok ötesinde olmuştur.  TRIPS ulusal fikri mülkiyet politikalarının birçok yönüne dışarıdan kısıtlamalar getirecek kuralları derin bir şekilde kurgulaması ve ülkelerin önüne koyması bakımından öncüllerinden farklıdır. TRIPS’in maddeleri daha bağlayıcıdır. Türkiye DTÖ’nün kurucu üyelerinden olması sebebiyle 1995 yılından bu yana TRIPS Anlaşmasının tarafıdır. Anlaşma hükümlerini ise 2000 yılından itibaren uygulamaya başlamıştır.[14]

2020’nin Ekim ayında, başını Hindistan ve Güney Afrika’nın çektiği 90 ülke, DTÖ TRIPS Konseyine anlaşmanın Kovid-19 inovasyonları konusundaki fikri mülkiyet haklarının askıya alınması konusunda başvuru yaptı.[15] Bu konu hala DTÖ’de tartışılmaktadır.  TRIPS’in sözü edilen fikri mülkiyet hakları askıya alınarak, Kovid-19 ilaç, aşı vb. konulardaki bilgi ve teknoloji birikiminin dünyaya açık hale getirilmesi ve aktarılması aşıdaki üretim krizinin çözülmesinde ilk adım olacaktır. Bugün TRIPS’te söz konusu haklar askıya alınmaksızın, mevcut aşı platform ve teknolojileri herkese açık olsa dahi başka ülke ve firmalarca fikri mülkiyet hakkı davaları göz önüne alınmaksızın üretilmesi neredeyse imkansızdır. DTÖ ve onun öncesinde GATT’ın kuruluşundan bu yana, tarihsel süreçte, gelişmekte olan ülkelerde yasalar bu süreçlerle uyumlu hale getirilerek, yasal zemin hazırlanmıştır. Bunlara ek olarak, aşıların geliştirilme süreçlerinde, pandemi öncesinden de başlayarak, patentlenmiş ya da patent başvurusu yapılmış birçok buluş, yöntem, ürün bulunmaktadır.

Kapitalist sistem, büyük bir işbirliği ve konsorsiyumlarla her ne kadar aşı adaylarını kısa sürede keşfetse de aşı, ilaç, maske, koruyucu ekipmanlar ile testlerin temininde yaşanan sıkıntılar, bunların dağıtımında yaşanan adaletsizlikler, bu sistemin aslında dünya çapındaki sağlık krizlerine cevap veremeyeceğini bir kez daha gösterdi. Dolayısı ile aşıya eşit ulaşımda, aşı üretiminin önündeki en büyük engel kapitalizmin bizzat kendisidir.

 

 

[1] 7-10 Mayıs 2021 tarihleri arasındaki aşı verilerinden derlenmiştir, 2020 nüfus verileri esas alınmıştır.

[2] Haroun, A. and A. Dunn (2021) “Roughly 15 million doses of the Johnson & Johnson vaccine were ruined because of a factory mixup, report says”, Business Insider, https://www.businessinsider.com/factory-mixup-ruins-johnson-johnson-doses-nyt-2021-3

[3] Hancock, J. (2020) “They Pledged to Donate Rights to Their COVID Vaccine, Then Sold Them to Pharma”, KHN, https://khn.org/news/rather-than-give-away-its-covid-vaccine-oxford-makes-a-deal-with-drugmaker/

[4] WIPO, https://patentscope.wipo.int/

[5] Granstrand, O. (2018) Evolving Properties of Intellectual Capitalism: Patents and Innovations for Growth and Welfare, Edward Elgar, Cheltenham; Granstrand, O. (2000) “The Shift Towards Intellectual Capitalism: The Role of Infocom Technologies”, Research Policy, 29(9), 1061-1080; Pessach, G. (2016) “Beyond IP –The Cost of Free: Informational Capitalism in a Post IP Era”, Osgoode Hall Law Journal, 54(1), 225-251.

[6] Garrison, C. (2020) “How the ‘Oxford’ Covid-19 vaccine became the

‘AstraZeneca’ Covid-19 vaccine”, Medicines Law & Policy, https://medicineslawandpolicy.org/wp-content/uploads/2020/10/How-the-Oxford-Covid-19-Vaccine-became-the-AstraZeneca-Covid-19-Vaccine-Final.pdf

[7] Kang, H. Y. (2021) “Patent Capital in the Covid-19 Pandemic: Critical Intellectual Property Law”, CLT, https://criticallegalthinking.com/2021/02/09/patent-capital-in-the-covid-19-pandemic-critical-intellectual-property-law/

[8] Robbins, R. and Goodman, P. S. (2021) “Pfizer Reaps Hundreds of Millions in Profits From Covid Vaccine”, The New York Times, https://www.nytimes.com/2021/05/04/business/pfizer-covid-vaccine-profits.html

[9] Mega, E. R. (2021) “Can Cuba beat COVID with its homegrown vaccines?”, Nature, https://www.nature.com/articles/d41586-021-01126-4

[10] Valdes-Balbin, Y. and at al (2021) “SARS-CoV-2 RBD-Tetanus toxoid conjugate vaccine induces a strong neutralizing immunity in preclinical studies”, https://www.biorxiv.org/content/10.1101/2021.02.08.430146v1

[11] Safi, M. (2021) “Most poor nations ‘will take until 2024 to achieve mass Covid-19 immunisation’”, The Guardian, https://www.theguardian.com/society/2021/jan/27/most-poor-nations-will-take-until-2024-to-achieve-mass-covid-19-immunisation

[12] Athreye, S., L. Piscitello, and K. C. Shadlen (2020) “Twenty-five years since TRIPS: Patent policy and international business”, J Int Bus Policy, 3, 315–328, https://doi.org/10.1057/s42214-020-00079-1.

[13] WTO (2006) “Philosophy: TRIPS attempts to strike a balance”, https://www.wto.org/english/tratop_e/trips_e/factsheet_pharm01_e.htm

[14] Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Anlaşması (TRIPS) (t.y.) https://www.telifhaklari.gov.tr/Ticaretle-Baglantili-Fikri-Mulkiyet-Anlasmasi-TRIPS#:~:text=DT%C3%96’n%C3%BCn%20kurucu%20%C3%BCyelerinden%20olan,y%C4%B1l%C4%B1nda%20anla%C5%9Fma%20h%C3%BCk%C3%BCmlerini%20uygulamaya%20ba%C5%9Flam%C4%B1%C5%9Ft%C4%B1r.

[15] WTO (2020) “Waiver From Certain Provisions of the TRIPS Agreement for the Prevention,

Containment and Treatment of Covid-19”, https://docs.wto.org/dol2fe/Pages/SS/directdoc.aspx?filename=q:/IP/C/W669.pdf&Open=True