Serdar Derventli

 

Son Alman İmparatoru II. Wilhelm için sosyal demokratlar (SPD), “vatansız kalfalar”dı (“vaterlandslosen Gesellen”). Wilhelm’in sosyalistleri aşağılamak için kullandığı bu sözünün ardında Komünist Manifesto’da yer alan “İşçilerin vatanı yoktur” sözü yatmaktaydı.

Sosyal demokrat SPD’nin önemli bir kanadı, partinin kurulduğu günden beri sürekli “daha iyi vatansever” olduklarını kanıtlama çabası içindeydi. Birinci emperyalist paylaşım savaşının (1914-1918) arifesi bunun için iyi bir fırsattı. SPD, II. Enternasyonal’in Stuttgart ve Basel Kongrelerinin aldığı savaşa karşı ve devrimci mücadeleyi yükseltme kararlarına ihanet ederek, ulusal burjuvazilerinin müttefiki olarak hareket eden oportünist sosyal demokrat partilerin başını çekiyordu.

SPD bu tutumunu savaş boyunca değiştirmediği gibi, savaşın sona ermesini de sağlayan 1918’de Alman ordusunda patlayan isyanlarla işçi-köylü ayaklanmalarının bastırılmasında temel rolü üstlenmekle kalmadı, Almanya işçi sınıfının bugüne kadar bölünmesini de sağladı.

Yazımızda asıl olarak “Münih” ve “Bavyera Sovyet Cumhuriyeti” olarak anılan bölgede yaşananları, dünya ve ülkedeki diğer gelişmelere bağlı olarak incelemeye çalışacağız.

 

SAVAŞ İLANI VE SOSYAL DEMOKRATLARIN TUTUMU

I. Wilhelm, 1 Ağustos 1914’te Rusya’ya ve 3 Ağustos’ta ise Fransa’ya savaş ilan etmişti. Savaş ilanları arasında, 2 Ağustos’ta, SPD’nin egemenliğindeki Almanya Genel Sendikalar Birliği (ADGB) savaş süresince ücretlerin artması için mücadele etmeme ve grev yapmama kararı aldı.

Wilhelm 4 Ağustos’ta ise Reichtag’da (İmparatorluk Meclisi) yaptığı konuşmada SPD’yi kastederek, “bazı kesimlerin geçmişteki saldırgan tutumlarını affettiğini” söylemiş ve “Artık siyasi partileri tanımıyorum, sadece Almanları tanıyorum” diyerek “kale içi barış” (“Burgfrieden”) dönemini ilan etmişti. Wilhelm konuşmasından sonra parti liderlerinin kendisine “bağlılık sözü vermelerine ve savaş sırasında partiler arası anlaşmazlıklarından vazgeçmelerine izin” (!) verdi. Konuşmadan sonra yapılan oylamada SPD, savaş kredilerine toplu olarak onay vermişti. Oylama öncesi SPD yönetimi, savaş karşıtlarını hizaya getirmek için meclis grubu toplantılarında, “fraksiyon disiplini uygulamasına geçildiğini ve hiçbir milletvekilinin kişisel tutum alamayacağını” ortaya koymuştu. Aralarında Karl Liebknecht ve Hugo Haase’nin de bulunduğu 14 SPD Milletvekili, savaşa karşı olmalarına karşın “fraksiyon disiplinine” boyun eğerek, savaş kredilerine onay verdiler. Fraksiyon disiplinine uyma konusunu en çok sol kanat gündeme getirmişti. Liebknecht aynı yılın ikinci savaş kredileri oylamasında SPD’den karşı oy kullanan tek milletvekili oldu. Birinci oylamada, sol kanattaki yoldaşlarından ayrı düşmemek için evet demiştir, ancak sonraları bu tutumundan ötürü çok üzüntü duyduğunu da belirtmiştir.

Yapılan oylamadan sonra, Rosa Luxemburg, “Alman sosyal-demokrasisinin bundan böyle kokmuş bir ceset olduğunu söylemekte çok haklıydı.[1]

 

EMPERYALİSTLERİN PLANLARI TUTMADI

Alman ve Avusturya İmparatorluklarının savaş planları tutmadı; Avusturya önce Sırbistan’ı, Almanya ise Fransa’yı ilhak edecek, ardından her iki ülke tüm güçleriyle Rusya’ya saldıracaklardı. Planlara göre altı aylık süre içinde savaş sonuçlanacak ve dünya yeniden paylaşılmış olacaktı. Almanya ve Avusturya, Çarlık Rusya’sı üzerinden Güney Asya’ya kadar uzanacak, Fransa’nın ilhakıyla başta Afrika olmak üzere dünyanın değişik bölgelerinde sömürgeler elde edecekti.

Ama daha savaşın başında Almanya, Belçika’da, Avusturya ise Sırbistan’da beklenenden çok daha güçlü direnişle karşılaştılar. Altı haftada işgal edilmesi planlanan Fransa’da savaş yıllara yayıldı. Diğer yandan Belçika’ya saldırılması Büyük Britanya’yı da savaşın tarafı yapmıştı.

Friedrich Engels, 15 Aralık 1887’de Sigismund Borkheim’in yazdığı broşür için kaleme aldığı giriş[2] yazısında, “Prusya-Almanya için bir dünya savaşından, bugüne kadar boyutları ve şiddeti hayal edilmemiş olan bir dünya savaşından başka bir savaşın artık olasılığı yoktur. Sekiz-on milyon asker birbirini boğazlayacak ve o güne kadar bir çekirge sürüsünün yaptığından çok daha fazlasıyla Avrupa’yı baştanbaşa soyup soğana çevirene kadar yiyip bitirecektir” diyerek, sadece savaşı öngörmemiş aynı zamanda yaratacağı tahribatı da tarif etmişti.

Engels’in öngörüsü bununla sınırlı değildi; “Savaş şu anda bizi arka plana itebilir, kazandığımız bazı mevzileri bizden koparıp alabilir. Ama bir daha dizginleyemeyeceğiniz güçleri serbest bıraktığınızda, istediği gibi gidebilir: trajedinin sonunda mahvolacaksınız ve proletaryanın zaferi ya çoktan sağlanmıştır ya da kaçınılmazdır.

Birinci emperyalist paylaşım savaşı sona ererken savaşa katılan devletlerde birçok politik değişikliğe yol açmış ve coğrafya değişmişti. Dört büyük monarşi (Alman, Avusturya-Macaristan, Osmanlı ve Rus İmparatorlukları) dağılma sürecine girmiş, çok sayıda ulus bağımsızlıklarına kavuşmuş, yeni devletler kurulmuştu. Dünya işçileri ve ezilen halkları için en önemlisi, 1917’de Rusya’da önce Şubat devrimiyle Çarlık yıkılmış ve yerine “geçici hükümet” kurulmuş, ardından Ekim Devrimi gerçekleşmiş, 7 Kasım 1917’de Rusya Federatif Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kurulmuştu.

Almanya’da sosyal demokrat parti SPD ise bölünmüştü. Karl Liebknecht, Rosa Luxemburg, Franz Mehring, Clara Zetkin ve arkadaşları 1914’de “Gruppe Internationale” adı altında örgütlenmeye başladılar. Grup kendini 1916’dan itibaren “Spartakusbund” (“Spartaküs Birliği”) olarak tanımlamaya başladı. Diğer yandan ise, 1916’da Meclis Fraksiyonundan ayrılan 14 Milletvekili önce “sosyal demokrat çalışma grubu”nu, 1917 Nisan’ında USPD’yi (Bağımsız Sosyal Demokrat Parti) kurmuşlardı. Spartakistler, USPD’nin kurulmasıyla “sol kanat” olarak bu partiye katıldılar ve 31 Aralık 1918’de bu USPD’den de katılımla KPD’yi kurdular. Bu yıllarda SPD, bir süreliğine de olsa kendini “MSPD” (“Mehrheit” = Çoğunluk”) olarak anmaya başladı.

 

ALMANYA’DA DEVRİMCİ AYAKLANMANIN BAŞLANGICI

Almanya’nın da savaşı kaybettiği kesinleşmesine rağmen neredeyse tüm savaş boyunca yerinden hiç kımıldamayan donanma son bir hamle yapmak istiyordu. Wilhelmshafen’daki donanma amiralleri, 28 Ekim 1918’de, “Ya şerefimizle yok oluruz ya da savaşın kaderini değiştirebiliriz” diyerek, savaş gemilerine İngiltere’ye doğru harekete geçme emri verdiler. Bu, gemilerdeki askerlerin isyan etmelerine neden oldu. Ateşçiler kazanları söndürürken tayfalar emirlere itaat etmeyeceklerini ilan ettiler. İsyanı dağıtmak ve askerlere gözdağı vermek isteyen komutanlık, kendilerine sadık askerlerle 1000 isyancıyı tutuklayarak yargılanmak üzere Kiel’e gönderdi. 3 Kasım’da gemi Kiel limanına yanaşırken gemide protestolar çoktan başlamıştı. Kardeşlik sloganları atarak gemiden inen askerler kısa sürede Kiel’deki askerlerle birleşerek limandaki işçilerle birlikte harekete geçtiler. Askeri garnizonları ve cezaevlerini basarak tutsakları serbest bırakan işçi ve askerlerin sayısı 6 bini geçmişti. Kitle “kral istifa”, “barış”, “devrim” sloganlarıyla sendika binasına doğru yürürken, Kiel’deki komutanlık Berlin’e çektiği bir telgrafta, durumun “çok tehlikeli” olduğunu izah ederek “güvenilir asker” talep edip “ayrıca kitleye devrimden ve isyandan kaçınmaları için konuşma yapacak en mükemmel sosyal demokrat milletvekillerinden birini gönderin” demekteydi.

Sendika binasında seçilen asker konseyi şu talepleri[3] karar altına alarak komutanlığa verdi:

  1. Hohenzollern Hanedanının tahttan çekilmesi,
  2. Sıkıyönetimin kaldırılması,
  3. Filoda disipline verilenlerin serbest bırakılması,
  4. 1917’deki denizci ayaklanmasında tutuklanarak hücre hapsine çarptırılan tüm askerlerin serbest bırakılması,
  5. Tüm siyasi mahkumların serbest bırakılması,
  6. Her iki cinsiyet için evrensel, eşit ve gizli oy hakkı.

 

DEVRİMİN HABERCİSİ FIRTINA KUŞLARI

4 Kasım sabahı Kiel’deki kargaşa devam ediyordu. Komutanlık geceleyin elebaşı olduklarını düşündüğü askerleri tutuklatmıştı. Sabah 10’da Germania tersanesi ve Friedrichsort torpido fabrikası işçileri greve çıkarak askerlerle birlikte hareket edeceklerini ilan ettiler. Komutanlık saldırdıkça işçiler ve askerler daha örgütlü hareket ediyorlardı. Bölgeye gelen “güvenilir” askerlerin çoğu devrimci askerlere katılıyorlardı.

Akşam saatlerinde Berlin’den istenilen “mükemmel sosyal demokrat milletvekillerinden” Gustav Noske gelmişti. İstasyonda kalabalık bir kitle tarafından coşkuyla karşılanan Noske, yaptığı konuşmada, “şimdi önemli olan sükûneti sağlamak ve kargaşaya son vermek” dedi. Katıldığı ilk Asker ve İşçi Konseyi toplantısında kendisini “partinin” gönderdiği ve “parti kararları doğrultusunda işleri yoluna koymakla görevli” olduğunu söyleyerek, Konsey’in güvenini kazanmıştı. SPD’nin kendilerini desteklediğini düşünen Konsey üyeleri Noske’yi başkanlık görevine getirdiler. Komutanlarla görüşen Noske, bu devrimci oluşumu dağıtmanın en iyi yolu olarak askerlere evlerine dönme izni verilmesini önerdi. Noske burada tarihi bir hata yaptığının farkında değildi.

Ertesi gün binlerce kızıl bahriyeli ülkenin dört bir yanına yola çıktılar. “Fırtına kuşları” lakabı[4] da takılan kızıl bahriyeliler devrim haberini ülkenin en ücra köşelerine kadar taşıdılar. Gittikleri neredeyse her yerde cezaevleri boşalıyor, işçi ve asker konseyleri seçiliyordu.[5]

Savaşın ilk yılından itibaren Almanya genelinde hoşnutsuzluk artmaya başlamıştı. Özellikle Almanya’ya yönelik deniz ve kara yollarında uygulanan ablukayla ülke içinde değişik alanlarda darboğaz yaşanmaya başlamıştı. Savaşın devam eden yıllarında daha fazla besin maddesinin cepheye gönderilmesi cephe gerisinde açlığa yol açmaktaydı. Almanya’nın değişik kentlerinde açlar defalarca yollara dökülmüşlerdi. Neredeyse bütün büyük kentlerde çorba mutfakları kurulmuş, besin maddeleri karneyle dağıtılmaya başlanmıştı. Propaganda edilen “kısa bir savaşın ardından büyük bir zafer” yerine cepheden her gün binlerce ölüm haberi geliyordu. Karl Liebknecht, Rosa Luxemburg ve arkadaşları ülkeyi baştan aşağı dolaşarak, II. Enternasyonal’in kararları doğrultusunda “savaşa karşı savaş”, “asıl düşman ülkede” başlıklı toplantılar, konuşmalar yapıyorlar, örgütsel olarak güç toplamaya çalışıyorlardı.

1918’in ilk aylarında Almanya’nın birçok bölgesinde USPD’nin çağrısı üzerine on binlerin katıldığı grevler yaşanmıştı. Berlin’de 28 Ocak günü yapılan üç günlük genel grev çağrısına 500 bin civarında işçi katılmış ve grev bir hafta sürmüştü. Genel grevin talebi, derhal barış görüşmelerine başlanması ve Alman İmparatorluğunun demokratikleşmesi için adımların atılmasıydı.

Bavyera’da ilk grev çağrıları SPD Bavyera Başkanı Erhard Auer tarafından başarılı bir şekilde engellendi. Fakat USPD birkaç gün içinde durumu değiştirdi. İlk önce Münih’teki mühimmat fabrikalarında başlayan grev 1 Şubat günü diğer fabrikalara sıçradı. SPD’nin engelleme çabalarına karşın 10 binden fazla işçi greve çıkmıştı. Nürnberg’de ise USPD, SPD’yi grev çağrısı yapmaya ikna etti. Burada greve katılım 50 bini geçmişti. SPD’nin ihbarı üzerine USPD’nin Bavyera Başkanı Kurt Eisner[6], “vatana ihanet eden elebaşı” olarak tutuklandı. 4 Şubat gününe kadar devam eden grev SPD yönetiminin müdahalesiyle hiçbir sonuç elde edemeden son buldu. Bu tür grev ve gösteriler savaşın sonuna kadar devam etti.

 

‘BAVYERA HÜR DEVLETTİR’

Kiel’de askerlerin isyan ettiği, barış ve özgürlük talepleriyle işçilerle birleşerek konsey kurdukları haberleri Bavyera’ya da ulaşmıştı. USPD’nin çağrısı üzerine 5 Kasım günü Münih’te on binlerin katıldığı büyük bir gösteri düzenlendi. Gösteride Kiel’deki eylemler selamlandı ve 7 Kasım’da görkemli bir barış mitingi çağrısı yapılarak kitle dağıldı. Eisner, bu durumda iki işçi partisinin ortak hareket etmek zorunda olduğunu söyleyerek Auer’i eyleme destek vermeye çağırdı. Auer pek gönüllü olmasa da çağrıya destek verdi. Köylüler Birliği lideri Ludwig Gandorfer de[7] gösteriye katılacaklarını açıklamıştı.

Bu arada Bavyera Bakanlar Kurulu toplanarak monarşiyi kurtarmanın yol ve yöntemlerini arıyordu. Anayasa reformu yaparak demokrasiyi geliştirme vaadi veren hükümet, SPD’ye iki bakanlık vererek ayaklanma eğilimlerini gelişmeden bastırmak istiyordu.

6 Kasım’da eski ve yeni bakanlar kurulu yaptığı ortak toplantıda gelecek günlerde yapalacaklarının planlarını yapıyordu. Tabii asıl gündem ertesi gün yapılması planlanan “barış mitingi”ydi. Gösteriye müdahale etme önerisine Auer, “Buna hiç gerek yok. Ben de orada olacağım. Eisner’in işi bitmiştir, bana güvenebilirsiniz. Biz tabanımızı biliyoruz, hepsi bizi dinler. Hiçbir şey olmayacak, göreceksiniz” diye yanıt verdi.

80 bin civarında Bavyeralının katıldığı barış mitingine büyük bir coşku hakimdi. Alanın değişik yerlerinde aynı anda 25 farklı konuşmacı kitlelere sesleniyordu. USPD, MSPD, Spartakistler ve Anarşistler durumu değerlendiriyor, çıkardıkları sonuçlarla kitleleri kendi saflarına çekmeye çalışıyorlardı. Kızıl bayraklarla dolu olan alanda “Yaşasın Eisner”, “yaşasın dünya devrimi”, “kral çekilsin” sloganları atılıyordu.

Auer, konuşmasından sonra hakim olduğu kitleyi miting alanından uzakta olan “Barış Meleği” anıtına yürümeye çağırdı ve harekete geçti. Auer, ana kitleyi peşinden sürüklemeyi umuyordu, ama kitlenin çoğunluğu ne bu konuşmayı ve ne de çağrıyı duymuşlardı, çoğunluk alanda kalmıştı.

Eisner ise konuşmasını “artık harekete geçmenin ve bir şeyleri değiştirmenin zamanı geldi” diye bitirerek, kitleyi şehre doğru yürümeye çağırdı. Şehirdeki kışlaları tek tek gezen ve askerleri ayaklanmaya çağıran Eisner ve grubu, saat 22.00’den itibaren tüm kışlaları ele geçirmiş, askerleri devrime katılmaya ikna etmişlerdi. Bu arada cezaevleri de basılmış, serbest bırakılan tutsaklara da devrime katılma çağrısı yapılmıştı. Saat 22.30’da merkez istasyon yakınında bulunan Münih’in en büyük bira fabrikasında Eisner, “İşçi-Asker-Köylü Konseyi”nin kuruluş toplantısını açmış, Konsey üyeleri seçilmişlerdi.

Tüm bunlar yaşanırken Wittelsbach hanedanından Bavyera Kralı III. Ludwig, her gün olduğu gibi İngiliz Bahçesinde (“Englische Garten”) dolaşmıştı. Korumalardan birinin “devrimci ayaklanma başlamış” uyarısını ciddiye almayan kral, eşi ile yemek yerken saraya gelen bakanların başkenti en azından birkaç günlüğüne terk etmesini önermelerinden sonra durumun ciddiyetini kavramıştı. Daha sonra yayınlanan belgelerde kralın özel şoförünün de devrimciler arasına karıştığı ve bu nedenle Ludwig’i kaçırmak için özel bir şirketten araç kiralanmak zorunda kalındığı yer aldı.

Kralın başkenti terk ettiği haberi hızla yayıldı. Konsey üyeleriyle Eyalet Parlamentosuna yürüyüşe geçen Eisner, burada yaptığı ilk konuşmada, “Bavyera devrimi yendi, Wittelsbachlı kralların paçavralarını sildi, süpürdü. Bavyera bundan böyle hür devlettir” (“Freistaat”)[8] diyerek, cumhuriyeti ilan etti. Eisner aynı zamanda kendisinin Konsey tarafından geçici Başbakan (Eisner ayrıca Bavyera geçici Dışişleri Bakanlığı görevini de devraldı) olarak görevlendirildiğini de kitleye açıkladı. Ertesi gün yayınlanan tüm gazeteler cumhuriyetin ilanını bu sözlerle duyurdular.

Kral gece yarısı Avusturya’ya kaçtı. Böylece 1180–1918 yılları arasında Bavyera’ya hükmeden Wittelsbach hanedanının 738 yıllık saltanatı yıkılmış oldu. Bu, aynı zamanda, Berlin’deki Prusya Kralı ve Almanya İmparatoru II. Wilhelm’in günlerinin de sayılı olduğu anlamına geliyordu.

İki gün sonra, 9 Kasım’da Berlin’deki devrimci ayaklanmalardan sonra II. Wilhelm tahtını bırakarak kaçtı. Wilhelm’in kaçtığının duyulmasından birkaç saat sonra SPD’li Philipp Scheidemann, “Alman Cumhuriyeti”ni ilan ederken, Spartakistlerin lideri Karl Liebknecht, “Bağımsız Sosyalist Almanya Cumhuriyeti”ni ilan etti.

 

KARŞI DEVRİM NASIL ÖRGÜTLENDİ?

Kral kaçmış, işçi-asker-köylü konseyi seçilmiş, cumhuriyet ilan edilmişti, ama Bavyera’da devrim sağlam temeller üzerine oturmuyordu. Her fırsatta “işçi partilerinin birliğinin önemine” vurgu yapan Eisner, SPD’nin de devrimci konseyin çalışmalarına katılmasını sağlamıştır. İçişleri Bakanlığı görevine getirilen Auer ise, başından itibaren konseye karşı tutum almış, işçilerin, askerlerin ve köylülerin seçtiği bu kurumun altını oymaktan geri durmamıştır. Auer’in “Konseyin, kamu idaresinde söz hakkı olamaz, bu parlamenterlerin görevidir” politik duruşuyla, Eisner’in Konsey’in yetkilerinin “danışmanlık ve denetleme rolüyle sınırlı olması” gerektiği fikri örtüşmektedir.

Bavyera Devriminin önemli bir özelliği de kurulan konseylerin içinde işçi ve askerlerin yanı sıra köylülerin de bulunmasıdır ve bunun, Almanya genelinde ikinci bir örneği yoktur. Dolayısıyla karşı devrim propagandasını özellikle kırsal alanda sürdürmeye yönelir. Katolik Kilisesi ve onun siyasi kolu olarak hareket eden Bavyera Halk Partisi (BVP) bu görevi üstlenirler. Sanayi kentlerinde ise karşı devrimci propagandayı SPD üstlenir; “Devlet konseylerle yönetilmez” propagandasıyla sadece Bavyera’daki konseye karşı değil, Almanya genelinde işçi ve emekçi kitleleri arasında yaygınlaşan “Sovyet modeli” fikri ve pratiğine karşı mücadele eder. Sonuç itibariyle “işçi-asker konseyi” denilen şeyin Rusçasıyla “Sovyet” demek olduğunu bilmektedir.

Eisner, “orta yolcu” tutumuyla USPD içinde bir özellik arz etmemektedir. Devrimci işçilerin önemli bir bölümünün umut bağladığı USPD’nin önderlerinin çoğunluğu bu tür veya daha gerici tutumlara sahiptir. Bunların arasında, II. Enternasyonal’in 1912 Basel Kongresi’nin savaşa karşı ve devrimci mücadeleyi yükseltme bildirgesini imzalayan, 1916 yılında “Almanya’nın aşırı saldırgan savaş politikasını” eleştirdiği için SPD yönetimi tarafından eski siyasi hasmı Eduard Bernstein ve Hugo Hase ile birlikte açığa alınan, 1917’de USPD’nin kurucularından olan Karl Kautsky de[9] vardır. Kautsky’nin, Berlin ve Münih’te oynadığı karşı devrimci rol 1919’un ilk aylarında daha net ortaya çıkacaktır.

Bavyera gericiliği Eisner’e, “Prusyalı”, “Yahudi”, “pasifist” ve “sosyalist” olarak saldırır ve devrimin dışarıdan yönlendirildiği izlenimini yaratmaya çalışır. Monarşi yanlısı gazeteler, Eisner’in gerçekte, “Doğudan gelmiş bir Yahudi ve gerçek adının ise Salomon Koschinsky” olduğunu ve pasifist dünya görüşüyle Almanya’nın savaşı kaybetmesinde önemli rol oynadığını ileri sürer. Bazı gazeteler ise, Eisner’in sosyalist olduğunu ve Bavyera’yı Bolşevik Rusya’ya bağımlı hale getirmek istediğini yaymaktadır. Bunların arasında en saldırganı Ağustos 1918’de kurulan gizli örgüt “Thule Gesellschaft”ın[10] (“Thule Cemiyeti”) yayınladığı “Rote Hand” dergisiyle “Münchener Beobachter[11] isimli günlük gazetedir.

Thule Gesellschaft”, 10 Kasım’da örgütün askeri kolu olarak, “Kampfbund-Thule”yi (“Thule Mücadele Birliği”)[12] kurar. Bu adımla “Thule Gesellschaft” Bavyera’da karşı devrimin en önemli merkezlerinden biri haline gelir. Ordu ve polis içine sızarak çalışmaya başlayan Thule ajanları, işçi partileriyle örgütleri, Eisner tarafından güvenilir devrimci askerlerden kurulan “Republikanische Schutztruppe”nin (“Cumhuriyetçi Koruma Güçleri”) içine kadar girmeyi başarırlar. Elde edilen bilgilerle karşı devrim örgütlenmesini sürdürür. 5 Aralık’ta Eisner’e karşı ilk suikast düzenlenir, ama başarısız olur.

Bu arada Berlin’de Almanya Komünist Partisi KPD’nin Kuruluş Kongresi toplanmış ve parti resmen kurulmuştur. Bundan birkaç gün sonra, 5 Ocak’ta, “Thule Gesellschaft” üyeleri Anton Drexler ve Karl Harrer, 22 kişiyle birlikte Alman İşçi Partisi’ni (DAP)[13] kurarlar.

 

‘TÜM İKTİDAR KONSEYE DEVREDİLMELİ’

Münih’deki devrimci işçi-asker-köylü konseyinin üyeleri, özellikle komünistler ve anarşistler, “Sovyet modeli bir konsey sistemi” talep etmekte ve “iktidarın yarısı konseyde olması yetmez, tüm iktidar konseye devredilmeli” propagandasını yapmaktadırlar. Devrimden sonra pek bir şeyin değişmediği görüşünün giderek hakim olduğu işçi ve emekçiler arasında hoşnutsuzluk hızla büyümektedir. 7 Ocak 1919’da 4 bin civarında işsiz, yeni kurulan Sosyal Bakanlığın önünde yaptıkları gösteriden sonra binayı işgal etmeye çalışırken açılan ateş sonucu üç işçi öldürülür, sekizi ise yaralanır.

Olaylardan sonra Eisner, önde gelen KPD üyeleri ve konsey taraftarlarının tutuklanması emrini verir. Tutuklananlar arasında KPD Münih Başkanı Max Levien ve anarşist Erich Mühsam vardır. Dışişleri Bakanlığı önünde başlayan gösteriler sonucu tutuklananların hepsi aynı gün serbest bırakılırlar.

 

SEÇİM HEZİMETİ, DEVRİMCİ SİLKİNİŞ VE BELİRSİZLİK GÜNLERİ

Geçici hükümetin kurulmasının ardından SPD’nin baskısıyla seçim kararı alınmıştır. 12 Ocak 1919’da yapılması planlanan seçimlere kadar SPD bir yandan konseyin altını oyarken, diğer yandan ise Eisner’i beceriksizlik ve hayalcilikle suçlayarak itibarsızlaştırmak ve kitlelerden kopartarak yalnızlaştırmak için her şeyi yapar. “Basın özgürlüğü” adına tüm burjuva ve gerici faşist yayınlar, karşı devrimci propagandalarını Bavyera’nın en ücra köşelerine kadar taşımaktadırlar. Örneğin Berlin’deyse karşı devrimin propaganda araçları en azından ilk haftalarda engellenmiştir. Spartakistlerin gazetesi Rote Fahne[14] el konulan bir burjuva gazetesinin tesislerinde çıkarılmaktadır.

Karşı devrimin çabalarının ne kadar başarılı olduğu seçim günü ortaya çıkar. Eisner’in başını çektiği USPD oyların yüzde 2,5’unu alırken, BVP yüzde 35, SPD oy yüzde 33, DVP yüzde 14, BB yüzde 9,1 ve NLP/BMP yüzde 5,8 alır. Eisner’in hezimeti KPD’nin seçimleri boykot kararı ile de ilgilidir. Yeni kurulan KPD, Bavyera’da partiye katılan anarşist Erich Mühsam ve grubu “Devrimci Enternasyonalistler Birliği”nin siyasi etkisi altındadır.

Bavyera’daki seçimlerden üç gün sonra, Berlin’de KPD’nin önderleri Liebknecht ve Lüksemburg, SPD’li Savunma Bakanı Noske ve SPD’li Cumhurbaşkanı Friedrich Ebert’in emriyle faşist askeri birlikler tarafından katledilirler. Bu haberin Bavyera’ya ulaşmasının ardından işçi-asker-köylü konseyi kitleleri “uyanık olmaya ve devrimi savunmaya” çağırır ve önlemlerini artırır. Başta Münih olmak üzere Bavyera genelinde tepkiler artmıştır ve tekrar “tüm iktidar konseye” sloganlarının haykırıldığı gösteriler düzenlenmektedir. İlginç olan, Eisner’in de bu gösterilere katılması ve yaptığı konuşmalarda, “devrimi tamamlamak için kitlelerin harekete geçmesini” istemesidir. Oysa geride kalan aylarda, orta yolcu Eisner başka bir yol izlemiştir.

21 Şubat’ta istifa ederek görevi yeni hükümete teslim etmek üzere yola çıkan Eisner bir suikastla katledilir. Suikastçı, soylu bir ailenin oğlu Teğmen Anton Graf von Arco’dur. Annesi Yahudi kökenli olduğu için Thule-Gesellschaft’a üyelik başvurusu kabul edilmemiş ve cemiyetin “çevresinde” kalmak zorunda bırakılmış bir faşisttir.

Eisner’in katledilmesiyle burjuvazinin devrimin sona ereceği umutları boşa çıkar. Başta Münih olmak üzere Bavyera’ya yeniden devrimci ruh hakim hale gelir ve devrim yeniden radikal bir evreye girer. Suikastın gerçekleştiği gün cinayetin işlendiği yerde toplanan kitle, “Eisner için intikam”, “kahrolsun hain Auer” sloganları atar. Aynı anda aralarında KPD üyesi ve Devrim Konseyi üyesi kasap Alois Lindner’in olduğu kızıl bayraklı ve silahlı bir grup kamyonla hızla Eyalet Parlamentosuna yönelir. Genel Kurul salonunu basan devrimciler ateş açar, birkaç dakika önce cinayetle ilgili kısa bir açıklama yapan İçişleri Bakanı Auer ağır yaralanır, bir vekil ve orada bulunan bir subay ölür.

Eisner’e yönelik suikast Bavyera proletaryası için devrime yapılmış hain bir saldırıdır ve Eisner tüm hatalarına rağmen ölümüyle devrimin sembolü haline gelir. Birçok kentte işi oluruna bırakan devrimci işçi, asker ve köylüler yeniden alanlara çıkmaya, devrimi savunmaya girişirler. Özellikle kırsal kesimde o güne kadar pasif kalan yerlerde yeni köylü konseyleri kurulur. Suikasti aşırı sağcı bir darbenin başlangıcı olarak değerlendiren USPD genel grev çağrısı yaparken, Merkezi Devrimci Konsey (DMK) tüm burjuva gazeteleri yasaklayarak redaksiyon binalarını işgal eder. DMK Başkanı Ernst Niekisch (SPD), tüm Bavyera’da seçilen konseyleri, gidişatı belirleme üzere 25 Şubat-8 Mart arası Münih’te düzenlenecek Konseyler Kongresine çağırır.

26 Şubat günü Eisner için düzenlenen törene 100 binden fazla emekçi katılır ve devrim için mücadele kararlılıklarını ortaya koyarlar.

Kongre’nin açılış konuşmalarından birini yapan KPD’nin Eyalet Başkanı Max Levien, Konseyler Kongresi’ni kastederek, “işte proletarya diktatörlüğü budur” der. Ancak Levien’in ne kadar tecrübesiz olduğu, 27 Şubat günü Cumhuriyetçi Koruma Güçleri’nin Kongre’yi basıp KPD üyesi anarşist Erich Mühsam’ı tutukladığında ortaya çıkar.

Diğer yandan devrimci işçilerin çoğunluğunu hala temsil eden orta yolcu USPD kendi içinde bölünmüştür. Eisner’in ölümünden sonra partinin eyalet başkanlığına getirilen pasifist şair Ernst Toller, “silahların değil, sevginin hakim olduğu bir devrim” talep ederken, Berlin’de “devrimci tecrübe biriktiren” sosyal demokratların oportünist şefi Karl Kautsky de[15] Münih’e gelmiş ve USPD’yi daha ılımlı bir çizgiye çekmeye çalışmaktadır. 1918 sonlarına doğru Ekim Devrimine ve “proletarya diktatörlüğü”ne saldıran makaleler ve bir de broşür yayınlayan Kautsky, USPD’nin yeniden SPD ile birleşmesi için uğraşır.

Bu arada Konseyler Kongresi devam etmektedir. Serbest bırakılan Mühsam, Kongre’ye derhal Konseyler Cumhuriyeti ilan edilmesi önergesi verir. Önerge, 234’e karşı 70 oyla reddedilir. Kongre bunun yerine Eyalet Parlamentosu’nun yeniden işleri devralmasını karar altına almıştır. Konseyler bunları tartışırken, 3. Kolordu Nürnberg’de toplanmış ve Konseyler hareketini yok etmenin planlarını yapmaktadır. “Bavyera’nın Noske’si” olarak anılan 3. Kolordu Komutanı sosyal demokrat Ernst Schneppenhorst, Münih’e havadan bildiriler attırır. Bildirilerde, konseylerin kendilerini komünist ve anarşist eğilimlerden kurtarmaları talep edilir, aksi taktirde konseyler hareketi şiddetle bastırılacaktır!

Burjuva partileri, kitleler üzerinde etkileri olmadığını, devrimi boğmak için SPD’ye ihtiyaçları olduğunu anlamışlardır. SPD ve USPD ise Münih’ten 200 km uzakta, Nürnberg’de bir araya gelmişler ve yeni hükümet planlarını yapmaktadır. SPD’li Johannes Hoffmann’ın Başbakan ve devrimcilerin nefret ettikleri Schneppenhorst’un Askeri Bakan olması kararlaştırılır. USPD’nin tabanını sakinleştirmek için ise konseylerin hükümete danışmanlık yapacağı ilan edilir.

 

KOMÜNİSTLERİN GÖREVLERİ VE MACARİSTAN AYAKLANMASI

Yeni hükümetin kurulmasından bir gün sonra, 18 Mart 1919’da KPD’nin yayın organı “Münchner Rote Fahne”nin (Münih’in Kızıl Bayrağı) ilk sayısı yayınlanır. Gazetenin genel yayın yönetmeni Eugen Leviné[16] parti merkezinden Bavyera’ya gönderilmiştir. Leviné hem gazeteyi yönetecek hem de KPD’nin yeniden örgütlenmesine yardımcı olacaktır. Partinin kurucu delegesi olan, Berlin’de yenilgiyle sonuçlanan “Ocak ayaklanması”nda yer alan Leviné tecrübeli bir komünisttir.

Leviné’nin sorumluluğu altında parti, işyerleri ve kışlalarda sistematik bir çalışmayla hücreler kurmaya, var olan örgütlerini güçlendirmeye başlar. Başarılı Rus devriminin ve Berlin’deki yenilginin tecrübeleri Leviné’nin devrimci sabırsızlığa ve darbeci eğilimlere karşı daha uyanıklığını bilemiştir. Ocak yenilgisinden sonra konseyler hareketi Almanya’nın değişik bölgelerinde ya kanla bastırılmış ya da iyice zayıflamıştır. Bu durumda başarılı bir devrimci ayaklanma olmayacağını gören KPD merkez yönetimi, Leviné’yi bunun için de Bavyera’ya göndermiştir. Yapılacak ilk iş tecrübesiz yoldaşların ve konseylerin maceraya atılmalarının engellenmesi, ikincisi ise partinin ve konsey hareketinin yeniden inşasıdır.

Örgütsel zayıflığa karşın işçi ve emekçi kitlelerde hala devrimci ruh hali hakimdir. 21 Mart’ta Macaristan’da Sosyalist Konseyler Cumhuriyeti[17] ilan edilmesi, Bavyera olduğu gibi, Almanya’nın diğer bölgelerindeki konsey hareketlerini cesaretlendirmiş ve yeni bir canlanma nedeni olmuştur. 4 Nisan’da sanayi kenti olan Augsburg’da işçiler genel greve çıkar ve konseyler cumhuriyeti ilan edilmesini talep eder. Diğer şehirlerde de konseyler lehine kitlesel gösteriler yapılmaktadır.

Bir süre öncesine kadar konseyin dağıtılması için ellerinden geleni yapan karşı devrimci Münih komutanı SPD’li Oskar Dürr ve Eyalet Askeri Bakanı Schneppenhorst, Nisan’ın ilk haftasından itibaren kitlelerin talebine uyarak tüm yetkilerin konseylere devredilmesinden yana tutum alırlar. Hükümet ortağı USPD, Köylüler Birliği, Konsey’de yer alan iki anarşist Erich Mühsam ile Gustav Landauer ve etrafındakiler birkaç hafta önce olanları bir yana bırakarak, SPD’lilerle birleşerek Konsey Cumhuriyeti’nin ilan edilmesini talep etmeye başlar.

Leviné, bu tutumun kitlelerin isteğine boyun eğmek değil, sağcı SPD önderlerinin provokasyonu olduğunu, KPD’nin göstermelik bir konsey’in içinde yer almayacağını şöyle açıklar: “Biz komünistler, konsey fikrine karşı mümkün olan tüm araçlarla mücadele eden sosyal demokrat bakan Schneppenhorst ve Dürr’ün savundukları bir konsey cumhuriyetine en büyük güvensizliği taşıyoruz. Bunu ancak iflas etmiş liderlerin, görünürde devrimci bir eylemle kitlelere yetişme girişimi veya kasıtlı bir provokasyon olarak açıklayabiliriz. […] Şu an, konsey cumhuriyetinin ilanı için son derece elverişsiz. Kuzey ve orta Almanya’daki kitleler yenildi […]. İlk sarhoşluktan sonra şunlar olacaktır: Çoğunluk sosyalistleri (MSPD kastediliyor, ç.n.) en iyi ilk bahaneyle geri çekilecek ve proletaryaya bilinçli olarak ihanet edecekler. USPD katılacak, sonra yalpalayacak, sallanmaya, müzakerelere başlayacak ve bilinçsiz hain olacaktır. Ve biz komünistler konseyde yer alırsak, en yiğitlerimizin kanıyla sizin bu eyleminizin faturasını ödemek zorunda kalacağız. Başkalarının aptallığı ve kafa karışıklığı için günah keçisi olmayı reddediyoruz.[18]

 

I. KONSEY CUMHURİYETİ

Sonuçta 7 Nisan günü Bavyera Konsey Cumhuriyeti[19] ilan edilir. ‘Devrimci’ hükümetin yaptığı ilk iş –monarşinin geçmişte kaldığını göstermek için-, “Bayern” (Bavyera’nın Almanca yazılışı) kelimesinin yazılışını “Baiern[20] olarak değiştirmek olur. KPD’nin “Göstermelik Konsey Cumhuriyeti” (“Scheinräterepublik”) adını taktığı cumhuriyetin ne işyerlerinde sağlam bir işçi tabanı vardır ne de çok sayıda vaadini yerine getirmekle görevlendirilebilecek silahlı kuvvetleri.

Cumhuriyetin en üst organı “Halk Temsilcileri Konseyi” (Hükümet) ise bir başka alemde yaşıyor gibidir: “Halkı aydınlatmaktan sorumlu Halk Temsilcisi” anarşist Gustav Landauer en önemli meselesi katı Katoliklerin yaşadığı Bavyera’da ateizmin propagandasıdır örneğin. “Dışişlerinden sorumlu Halk Temsilcisi” Dr. Lipp’in, birkaç gün sonra ruh hastası olduğu anlaşılıp psikiyatriye sevk edilir. “Maliyeden sorumlu Halk Temsilcisi” ise Silvio Gesell adlı bir tüccardır. “Özgür iktisadi biliminin kuramcısı” olarak ün yapan Gesell, “Kapitalist paranın kaldırılmasıyla kapitalizm ve komünizm arasında üçüncü yol” açılacağını ileri sürmektedir. Görüşleri bugüne kadar hem anarşistler hem de (neo) faşistler tarafından savunulan Gesell, 1920’den sonra, değişik faşist partilerin düzenlediği toplantılara iktisatçı olarak katılır.

Konsey Cumhuriyeti’ni ilan edenlerden başını çeken Schneppenhorst ise, tekrar Nürnberg’e dönmüş ve 3. Kolordu’nun başına geçmiştir. Bamberg’e kaçan “devrik” J. Hoffmann hükümeti, Münih’teki gelişmeleri hem konseyciler arasındaki SPD’liler hem de Thule ajanları aracılığıyla yakından takip eder. Münih’teki kaosun yeteri derece büyüdüğünü düşünen Hoffmann, önceden KPD’li Leviné’nin dediği gibi, Konsey’e ihanet ederek bir darbe örgütler. “Göstermelik Konsey Cumhuriyeti”nin altıncı gününde, 13 Nisan 1919’da, tarihe Cumhuriyetçi Koruma Güçleri’nin “Palmsonntag[21] darbesi” olarak geçecek askeri hareket düzenlenir. Parlamentoyu basan askeri güçler 12 Konsey hükümeti üyesini tutuklar.

 

II. KONSEY CUMHURİYETİ

O güne kadar “Göstermelik Konsey Cumhuriyeti” diyerek konsey hükümetine en sert eleştirileri yönelten komünistler, darbecilere karşı mücadele etmek zorunda kalır. KPD’nin son haftalarda yoğunlaştırdığı örgütlenme çalışmaları ilk meyvelerini verir. Örgüt, işyeri ve kışla hücreleri üzerinden kurduğu konseyler aracılığıyla darbeyi silahla güçle bastırma çağrısı yapar. Gün boyu süren çatışmalar sonucu darbecilerin önemli bir bölümü merkez istasyona sıkıştırılır. Darbecilerin bir bölümü ele geçirdikleri bir lokomotifle kaçmayı başarırken bir bölümü teslim olur.

Komünistler için artık yolun dönüşü yoktur. İşçi ve asker konseyleri, üç işçi partisinden 15 temsilciyi seçerek “Eylem Komisyonu” kurar. KPD’nin önerisi üzerine bunların arasından dört kişilik bir “Yürütme Konseyi” seçilir. Eugen Leviné’nin başkan seçildiği Yürütme Konseyi, 10 günlük genel grev ilan ederek boşa çıkan tüm işçileri silahlandırır. Tüm burjuva yayınlar yasaklanır, 12 saat içinde Konsey’in haberdar olmadığı tüm silahların teslim edilmesi -etmeyenlerin vurulacağı- uyarısıyla duyuru yayınlanır, gıda ve giysi ambarlarına el konulur, karaborsada satılması planlanan tüm mallara da el konularak halkın ihtiyaçları güvenceye alınır. İşyeri Konseyleri fabrikaların mali işlerini devralarak işçi ücretlerini artırır. 23 yaşındaki komünist bahriyeli Rudolf Egelhofer Münih Şehir Komutanlığıyla temelleri atılan Kızıl Ordu komutanlığına seçilir.

Şimdi gerçek bir proletarya diktatörlüğünün adımları atılmıştır. Komünistlerin Bavyera’da iktidarı ele geçirdikleri haberi Rusya’ya kadar ulaşır. Lenin kendilerine ulaşan telgrafa verdiği yanıtta konsey hükümetinin atması gereken ilk adımları sıralar.[22] Ama bu telgraf ne yazık ki Konsey’in eline ulaşmaz.

Münih’teki faşist Thule Cemiyeti, başarısız darbe girişiminden sonra KPD ve yeni seçilen konseye sızarak bilgi toplama, sahte belge hazırlama, askeri tesis ve araçlara sabotajlar düzenleme gibi karşı devrimci çalışmalarını artırır.

Hoffmann Hükümeti, bir yandan Münih’e karşı savaşacak orduyu büyütme çabasındayken, diğer yandan köylüleri kışkırtmaya çalışmaktadır. Buna göre, Münih’te “Rus ve Yahudi diktatörlüğü” kurulmuştur ve “kadınlar kamu malına dönüştürülmüşlerdir”. Hoffmann, Münih’e gıda maddelerinin gönderilmesini de yasaklar, açlığı örgütlemeye çalışır.

Bavyera’dan yeterli sayıda gönüllü bulamayan Hoffmann, Berlin’den Savunma Bakanı Gustav Noske’yi arayarak “Freikorps”ları (“Hür Birlikler”)[23] Bavyera’ya göndermesini ister. Nisan’ın ikinci yarısında General von Oven komutasındaki “beyaz ordu” 35 bin tam teçhizatlı askerle Münih’e doğru yola çıkar. Nürnberg’deki 3. Kolordu da “Beyaz Ordu”ya katılır. Birkaç gün sonra Württemberg eyaletinden de birlikler de katılımda bulunurlar.

Beyaz ordu içinde özel bir birliğin başında Albay Franz Ritter von Epp bulunmaktadır. Emrinde bin civarında askerin bulunan Epp, Almanya’nın Çin ve Batı Afrika’daki (Bugünkü adı Namibya Cumhuriyeti)[24] sömürgelerinde savaşmış, faşist bir askerdir. Epp’in Freikorpsları[25] içinde Thule cemiyeti üyeleri Hans Frank, Rudolf Hess ve Gregor Strasser ile abisi Otto Strasser de vardır. Bu dörtlü Hitler faşizmi döneminde NSDAP’nin önemli isimleri haline geleceklerdir.

 

KANLI SON

Kurulan Kızıl Ordu’nun Münih’teki asker sayısı bazı kaynaklarda 9 bin civarında bazılarında ise 20 binden fazla diye verilmekte, ama tüm kaynaklar bu ordunun yeterli teçhizatının olmadığı ve askerlerinin önemli bir bölümünün eğitimsiz olduğunda birleşmektedir. Münih’in yanı sıra aralarında Augusburg, Dachau ve Rosenheim gibi kentlerin de bulunduğu birçok kentte de kızıl ordu birlikleri mevcuttur.

Beyaz ve Kızıl ordularının ilk çatışması 16 Nisan’da Dachau önlerinde olur. Karşı devrimci güçleri geri püskürten Kızıl Ordu, kısa süre içinde Dachau’u ele geçirir. Elde edilen başarıyı “zafer” olarak kutlayan USPD, derhal Hoffmann Hükümetiyle müzakerelere başlar. Hoffmann tüm yetkilerini askerlere devretmesine rağmen sözde müzakereleri sürdürür ve ileri sürülen taleplere karşı taleplerde bulunur. USPD’nin kendi başına müzakerelere başlaması konseyde sıkıntı yaratır. USPD’liler ve onlara yakın küçük burjuva güçler daha karşı taraftan bir şey almadan “iyi niyet” adına taviz vermeye hazır olduklarını göstermişlerdir. Burjuva basına yeniden izin verilmesi komünistler için bardağı taşıran son damla olur ve 27 Nisan’da Konsey’den çekilmek zorunda kalırlar.

1 Mayıs’ta kente giren Beyaz Ordu kelimenin tam anlamıyla terör estirir. Değişik kaynaklara göre çatışmalarda 700’e yakın devrimci işçi ve asker ölürken, keyfi kurşuna dizmelerde 2 bine yakın emekçi katledilir. İhbarlar sonucu cezaevlerine doldurulan tutsaklardan özellikle kadınlar ve genç kızların işkence edilerek katledildikleri resmi arşivlerde yer alıyor. İhbarcılar arasında piyade Onbaşı Adolf Hitler de vardır ve Asker Konseylerine sempati duyan silah arkadaşlarını, “Spartakist” diye ölüme gönderir.

Kızıl Ordu Komutanı Rudolf Egelhofer, 2 Mayıs günü kurşuna dizilirken, anarşist Gustav Lanauer hapishanede linç edilir. Eugen Leviné ise 5 Haziran günü çıkarıldığı sözde mahkemede ölüme mahkum edilir. Aynı gün kurşuna dizilen Leviné’nin son sözleri “Yaşasın dünya devrimi” olur. Ertesi gün Bavyera proletaryası 24 saatlik bir genel grev ile yoldaşlarını anar ve sınıf hukuku uygulayan mahkemeyi protesto eder.

 

 

[1] Lenin, V. İ. (1989) “Proleter Devrim ve Dönek Kautsky”, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, Ankara, sf. 8.

[2] Aktaran Lenin, V.İ. (1992) Sosyalizm ve Savaş, çev. N. Solukçu, Sol Yayınları, Ankara, sf. 167.

[3] Rackwitz, M. (2018) Kiel 1918: Revolution – Aufbruch zu Demokratie und Republik, Wachholtz Verlag GmbH, sf. 70-77.

[4] Burjuva tarihçi Stephan Huck, Kasım Devriminin 100. Yıldönümü vesilesiyle Deutschlandfunk radyosunda bir programda Noske’nin yaptığı hataya dikkat çekerken, “Devrimin fırtına kuşları olarak anılmaya başlayan bahriyeliler memleketlerine varıncaya kadar gittikleri her yere devrim haberini taşıdılar ve monarşinin şehirleri tek tek düşmeye başladı” diyor.  Bkz. deutschlandfunkkultur.de/100-jahre-novemberrevolution-als-die-matrosen-den-kaiser.1001.de.html?dram:article_id=432112

[5] 6 Kasım günü Bremen, Hamburg, Braunschweig, Mannheim’de, Ruhr Havzasının birçok kentinde Kiel’den gelen kızıl bahriyelilerin yaptıkları propaganda sonucu işçi ve asker konseyleri kurularak yönetimlere el koydular. Birçok bölgede konseyler seçilmiş, siyasi tutsaklar serbest bırakılmış, fakat yönetimlere el konulmamıştı.

[6] Savaş öncesinde Kurt Eisner, SPD içinde Eduard Bernstein’in başını çektiği revizyonist kanata dahildi. Siyasi olarak ise Marksizmden çok Kant’ın mantık felsefesinden etkileniyordu. Pasifist olduğu için de savaş karşıtlarının yer aldığı USPD’ye katıldı.

[7] Kör bir çiftçi olan Ludwig Gandorfer, Eisner’in sosyalist dostlarından biriydi. Karl Liebknecht’in savaş karşıtı ajitasyonları nedeniyle Berlin’de okula gidemez hale gelen çocukları, 1918 Haziran’ında şehir dışına çıkarıldılar. Kızı Vera Hollanda’ya, oğulları Robert ve Wilhelm (“Helmi”) ise Bavyera’ya gönderildi. “Helmi”, Gandorfer’in çiftliğinde kalıyordu. Bkz. www.literaturportal-bayern.de/themen?task=lpbtheme.default&id=632

[8] Bugün Federal Almanya’nın bir eyaleti olmasına karşın Bavyera hükümeti, aldığı birtakım kararları politik olarak gerekçelendirirken, “Biz hür devletiz, kendimiz için en uygun neyse o kararı alırız” der.

[9] 1914’te K. Liebknecht, R. Lüksemburg ve C. Zetkin, Alman II. Wilhelm’in “kale içi barış” politikasına gerçek anlamda karşı çıkmadığı, temelinde sosyal şovenizm yatan ikircikli bir çizgi izlediği için Kautsky ile yollarını ayırmışlardır. Lenin de, Kautsky’nin Birinci Dünya Savaşının başından beri Marksizm’den koptuğuna ilişkin, 1914-1916 arası Rusya’nın dışında yayınlanan RSDİP’nin merkez organı “Sosyal-Demokrat” gazetesinde bir dizi makale yayınlamıştır. Lenin Kautsky ile “Sosyalizm ve Savaş”, “Proletarya Devrimi ve Dönek Kautsky” ve “Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması” adlı eserlerinde hesaplaşır.

[10] Rudolf von Sebottendorff tarafından kaynağı bilinmeyen(!) yüklü miktarda parayla kurulan, Thule Gesellschaft’ın kökeni 1912’de kurulan antisemitist “Germanenorden”a (Cermen tarikatı) dayanmaktadır. Sembolü dik duran bir kılıcın ardında gamalı haç olan örgütün selamlama sözü “Sieg und Heil”di. Gizli bir örgütlenme olan cemiyet, 3 Ağustos 1919’da “Thule-Cemiyeti, Alman Tarihi Araştırmaları ve Alman Tarzını Geliştirme Derneği” (Thule-Gesellschaft zur Erforschung deutscher Geschichte und Förderung deutscher Art e.V.) olarak resmen kuruldu. Bkz. www.historisches-lexikon-bayerns.de/Lexikon/Thule-Gesellschaft,_1918-1933, ayrıca; de.wikipedia.org/wiki/Thule-Gesellschaft

[11] Gazetenin ismi Ağustos 1919’da “Völkischer Beobachter” olarak değiştirildi, 17 Aralık 1920’de faşist NSDAP (Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi) gazeteyi satın alarak resmi yayın organı haline getirdi.

[12] Rudolf von Sebottendorff, “Hitler gelmeden önce” (“Bevor Hitler kam”) isimli kitabında örgütün silahlı kolunu, “Şimdi bizim ölümcül düşmanımız iktidarda: Yahudi. (…) Şimdi savaşma zamanı, gamalı haç zaferle yükselinceye kadar savaşma zamanı” sözleriyle kurduğunu söyler. (sf. 57-60)

[13] Partinin adı 24 Şubat 1920’de NSDAP (Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi) olarak değiştirildi.

[14] KPD’nin kurulmasıyla Rote Fahne, partinin merkez yayın organı olarak yayın hayatını sürdürdü.

[15] 10 Kasım devriminden sonra kurulan Berlin’de “Halk Temsilcileri Konseyi” içinde yer alan USPD, önemli sanayi dallarının en hızlı bir şekilde “sosyalleştirilmesini” talep ediyordu. Bunu gerçekleştirmek için kurulan “Endüstrinin Sosyalleştirilmesinin Hazırlık Komisyonu”nun başına dönek Kautsky, genel sekreterliğine ise sosyal bilimci ve iktisatçı Eduard Heimann getirilmişti. Komisyon tarafından değişik branşlara yönelik hazırlanan taslaklarda sermayenin mal varlıklarının tazminat verilerek kamulaştırılması öngörülüyordu. Taslak öneriler hayat bulmadı. Sosyalleştirilme Komisyonunun oturum tutanakları için bkz. archive.org/details/verhandlungende00sozigoog

[16] Geschichte der Deutschen Arbeiterbewegung, Dietz Verlag, Bd. 3, sf. 224.

[17] Macaristan Sosyalist Konseyler Cumhuriyeti 21 Mart-1 Ağustos 1919 arası ayakta kaldı. Bkz. archive.org/details/dieentstehungder00krey

[18] Beyer, H. (1988) Die Revolution in Bayern 1918/19, Deutscher Verlag der Wissenschaften.

[19] Geschichte der Deutschen Arbeiterbewegung, Dietz Verlag, Bd. 3, Sayı: 225.

[20] Bavyera Kralı I. Ludwig, 1825 yılında modern yazılıma geçiş adına devlet isminin “i” ile değil “y” ile yazılmasını emreder.

[21] “Palmsonntag”, Paskalya bayramından önceki pazar günüdür.

[22] Lenin’in Münih Sovyet Cumhuriyeti’ne telgrafı: “Selamlarınız için teşekkür ederiz ve bizde Bavyera’daki Sovyet Cumhuriyeti’ni tüm yüreğimizle selamlıyoruz. Burjuva cellatlarla, Scheidemann’lar ve ortaklarıyla savaşmak için hangi önlemleri aldığınızı bize daha sık ve daha net olarak iletmenizi rica ediyoruz;

  • şehir ilçelerinde işçi konseyleri ve ev işçileri konseyleri kurdunuz mu,
  • burjuvaziyi silahsızlandırıp ve işçileri silahlandırdınız mı,
  • giyim mağazalarına ve diğer depolara el koydunuz mu,
  • özellikle bölgedeki fabrikaları ve kapitalist tarım işletmelerinin zenginliklerini kamulaştırdınız mı,
  • küçük çiftçiler için ipotek ve kira ödemelerini kaldırdınız mı,
  • tarım işçilerinin ve vasıfsız işçilerin ücretlerini ikiye ve üçe katladınız mı,
  • kitleler için popüler broşür ve gazetelerin yayımlanması için tüm kâğıt ve matbaalara el koydunuz mu,
  • devlet idare bölgesinde altı saatlik çalışma gününü iki veya üç saatlik çalışma ile yürürlüğe koydunuz mu,
  • İşçileri hemen zenginlerin meskenlerine yerleştirmek için burjuvaziyi daha dar alanda yaşamaya zorladınız mı,
  • tüm bankalar sizin elinizde mi,
  • burjuvaziden rehin aldınız mı, işçilere, burjuvalardan daha yüksek gıda tayınları uygulamasına geçtiniz mi!

Konsey hükümetini son adama kadar savunmak için ve çevre köylerde fikirlerin propagandasını yapmak için tüm işçileri seferber ettiniz mi?

Durumunuz, işçi konseyleri ve küçük çiftçi konseylerinden delegeler tarafından bağımsız faaliyetlerle büyük ölçekte bu ve benzeri önlemlerin eksiksiz uygulanmasıyla güvence altına alınmalıdır.

İşçilerin, tarım işçilerinin ve köylülerin durumlarında, ne pahasına olursa olsun, acil bir iyileşme sağlamak için burjuvaziye olağanüstü bir vergi uygulamak gerekiyor.

Gerçek başarılar için en iyi dileklerimle.

Lenin” (Lenin, V. İ. (1960) Über Deutschland und die deutsche Arbeiterbewegung, Dietz Verlag, Berlin, sf. 501-502).

[23] Bu birlikler eski kraliyet askerlerinin yanı sıra aralarında çok sayıda üniversite öğrencisi olan faşist gönüllülerden oluşuyordu. Mihverlerinde gamalı haç taşıyan bu birlikler son birkaç ay içinde Berlin’de olduğu gibi ülkenin birçok bölgesinde “beyaz terör” estirmişler, binlerce işçiyi katlederek devrimci işçi ve asker konseylerini dağıtmışlardı.

[24] Almanya, Herero ve Nama halklarının ayaklanmasını 1904-08 yılları arasında süren bir savaşla, kitle katliamı yaparak bastırdı. Toplam 100 bine yakın Herero ve Nama katledildi.

[25] Epp’in Freikorpsları, 1920’li yılların ilk yarısında Almanya genelinde komünistlerin başını çektiği ayaklanmaları bastırmakla görevlendirildi. 13 Mart 1920’de Kapp Darbesini Bavyera’da destekleyen Epp, buna rağmen yargılanmadı.