Ender Şiar Argın

Türkiye gençliğinin eğilimleri, siyasal tercihleri, ideolojik yönelimleri, nitelikleri ya da olmayan özellikleri üzerine tartışmalar son dönemde iyice yaygınlaştı. Türkiye gençliğinin kalabalık nüfusu ve siyaset sahnesi üzerinde şimdilik oylarıyla kodlanan potansiyeli düne göre çok daha fazla dikkate alınıyor. Kuşak analizleri, gençlik sosyolojisi gibi gençlik araştırmalarında yoğunlaşan akademik kürsülerin artması, anket-araştırma şirketlerinin gençlik üzerine kamuoyu araştırmalarını yoğunlaştırması ve medya/iletişim kanallarının kapsama alanı düşünüldüğünde Türkiye gençliğinin eğilimlerini, itirazlarını, bu itirazların motivasyonlarını anlamak, anlamlandırmak için bir hayli fazla çalışmadan, araştırmadan, tartışmadan bahsedebiliyoruz artık. Özellikle son yıllarda siyasal iktidarın muhafazakarlaşma/dinselleşme stratejisiyle gençlik arasındaki ilişki, popüler gençlik araştırmalarının temel araştırma konularından biri haline geldi. Dolayısıyla modernleşme paradigması ve bilim/teknolojideki ilerlemeye paralel olarak gençlik içerisinde “sekülerleşme” eğilimi de öne çıkan konulardan birisi. Muhafazakar yazarların da dahil olduğu tartışma gençliğin dinle kurduğu ya da kurmadığı ilişki temelinde yoğunluklu biçimde sürüyor.

Bu yazıda sekülerleşme olgusu ve laiklik talebi bağlamında Türkiye gençliğinin siyasal/ideolojik eğilimleri üzerine bir tartışma sürdürülecek. Yani, çeşitli milliyetlerden Türkiye gençliğinin çok yönlü ve boyutlu sorunlarını değil sadece ‘laiklik-sekülerleşme’ sorunuyla bağı ve bu kapsamda karşı karşıya olduğu sorunlara değinilmiştir. Makalede öncelikle AKP’nin “asım nesli”, “dindar nesil”, “kindar nesil” ve son olarak “muhafazakar devrimciler” gibi söylemleriyle kurgulanan gençlik politikaları ve gençlik projesinin kimi yönleri hatırlatılacak, gençliğin kuşatılmak istendiği dinsel/muhafazakar kalıbın tutmayan mayasının nedenleri bu yapılandırmanın dinamiklerinde aranacaktır. Son zamanlarda Z kuşağı diye adlandırılan gençlik kuşağının içine doğduğu yerel ve küresel manzaraya ilişkin bir çerçeve çizilecektir. Sekülerleşme ve modernleşme tartışmaları ekseninde Türkiye gençliğinin din ve dini yapılarla kurduğu/kurmadığı ilişkinin nedenleri incelenecek, kimi çıkarımlar yapılacaktır. Son olarak da laiklik mücadelesindeki zayıflığının gençlik düzeyindeki nedenleri ve laiklik mücadelesinin ihtiyaçları tartışılacaktır.

AKP ve Gençlik Politikaları

Gençlik politikalarını organize ederken AKP, yalnızca eğitimin yapılandırılmasıyla sınırlı bir pratiğin ötesinde, toplumsal yaşamda da kültürel ve ideolojik iktidarını kurma ve buna uygun bir yaşam tarzını inşa etme motivasyonuyla hareket etmiştir. Başka bir ifadeyle “kültürel hegemonya” hedefi, AKP’nin bir takım gençlik projelerinden eğitim alanında reform ve şura ilanlarına, “sivil toplum” alanındaki örgütsel stratejilere kadar geniş bir kültürel ve ideolojik formasyonu kapsıyor. Bununla birlikte eğitim, AKP iktidarı için en kritik alanlardan biri olmuştur ve iktidara gelir gelmez pek çok yönden eğitimde muhafazakârlaşma uygulamalarına girişmiştir.

Eğitim reformlarıyla özellikle ilköğretim ve ortaöğretim müfredatları dogmatik, dini ve bilimsellikten uzak içeriklerle doldurulmuştur. Birkaç örnek gerekirse, evrim teorisi lise biyoloji müfredatından kaldırılmış, zorunlu din derslerinin sayısı arttırılmış, sekülerizm ve modernizm gibi kavramlar seçmeli derslerde “çeşitli inanç problemleri” olarak ele alınmış, homofobik, kadın düşmanı, ırkçı sorular ve problemler bakanlığın dağıttığı kaynak kitaplarda dönem dönem gündeme gelmiştir. Aile, evlilik gibi kurumların erdemli yapıları yoğun propagandanın dayanakları olmuş, kadın özgürleşmesi, eşcinsellik, mahrem yakınlaşma vb. “sakınca noktaları” müfredatlarda hedefe konmuştur.

Çeşitli şuralar, reformlar, vizyon belgeleri ile öne çıkan dinselleşme ivmesi gittikçe eğitim kurumlarını sarmıştır. Aydınlanma ve modernleşmenin düşünsel değerlerini tasfiye etme çabası ve inanç-ibadet gibi dini yapılarla bu alanın doldurulmaya çalışılması eş zamanlı yürümüştür. Milli ve manevi değerlere yapılan vurgular artmış, milliliğin ve muhafazakârlığın köklerine, Osmanlı’ya referanslar çoğalmış, Türk-İslam sentezi olarak adlandırılan paradigmanın etkisi eğitim kurumlarında egemen hale gelmiştir. Modern eğitim anlayışına saldırı yoğunlaşmış, “hikmeti” ve “ecdadı” merkeze alan bir yaklaşım “değerler eğitimi” gibi isimlendirmelerle eğitimin temeline yerleştirilmeye çalışılmıştır.

İmam hatip okulları, kuran kursları, tarikat-cemaat ilişkili gençlik dernekleri, öğrenci yurtları ve eğitim merkezleriyle muhafazakar/dinsel bir sosyal yapılandırmanın gençlik kolonunun sağlamlaştırılması hedeflenmiştir. 4+4+4 sistemi bütün itirazlara rağmen yasalaşmış, İmam Hatip liselerindeki artış, toplam liselerdeki gençlerin %13’ünü kapsayacak, hatta birçok imam hatip lisesinin boş kalmasına neden olacak biçimde tavan yapmıştır. Tarikat ve cemaatlerin dernek formunda örgütlenmesi Milli Eğitim Bakanlığı ortaklığındaki kimi projelerin “paydaşları” olmalarını kolaylaştırılmış, okullara belirli geleneklerden cemaatler rahatlıkla girip çıkabilecek duruma gelmiştir. Belediye ve devletten alınan ihalelerle yurt kapasitesi ve imkanını arttıran bu örgütlenmeler, ortaokul, lise, üniversite ve her kademeden öğrencilerle kurabileceği ilişkinin olanaklarını genişletmiştir.

İktidar süresi boyunca AKP yalnızca eğitim alanını değil, gençliğin geri kalan sosyal/kültürel yaşam alanlarında da dini değerlerin/öğretilerin etkisini arttırmak için çeşitli adımlar atmıştır. Örneğin Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 2018’de hazırladığı ve KYK yurtlarından lise sınıflarına kadar “manevi rehber” adı altında Diyanet görevlilerinin bulunmasını içeren “Gençlik Çalışmaları Yönergesi” bu yönelimin somut örneklerinden biridir. Yönergede şu türden çalışma planları yer alıyordu:
Genç kitleler ile iletişimi sağlayacak sistematik ve dinamik bir teşkilat yapısı oluşturulacak; sosyal medya alanlarından faydalanılacak, ortak bir iletişim ağı oluşturulacak. Gençler için bayrak, vatan, ezan gibi konularda eğitsel materyaller geliştirilecek. Gençlik çalışmaları, müftülükler tarafından yürütülecek. Diyanet tarafından çalışma programları hazırlanacak.

Dolayısıyla AKP’nin dindar nesil projesinin toplamda Türkiye’nin genel gelişme dinamiklerinin orta yerine oturtulan bir “geleceği inşa” projesi olduğu söylenebilir: Laik modernleşmeye alternatif bir ‘dinsel modernleşme’ anlayışıyla hareket edilen bir gençlik projesi. Hatırlanırsa Erdoğan’ın yıllar önce yaptığı “dindar nesil” konuşmasının en çok tepki çeken ifadelerinden biri de “kindar” ifadesiydi. Çünkü bu ifade aynı zamanda Türkiye’de süren muhafazakarlaşma ve dinselleşme adımlarının müdahil, reaksiyoner boyutunu da belirtiyordu. Gerçekten de aşağıda detaylandıracağımız gibi AKP’nin gençlik politikalarının bu reaksiyoner boyutu önemlidir. Çünkü bu “dindar ve kindar nesil” projesi, çeşitli motivasyonlarla sürekli bir çağrıyı, örneğin kendilerini dışladıkları düşünülen seçkin zümreye karşı mücadeleyi, memleketin kaymak tabakası eski elitleri tasfiye etmeyi ya da Batı’nın kuşatma çabalarına rağmen geleneksel kurumları dinselleştirerek koruyacak bir iradi eylem vb. türden siyasal ödevleri de içermektedir. Erdoğan’ın en son TÜGVA’cı gençlere yönelik “muhafazakar devrimci” ifadesini de bu bağlamda değerlendirmek mümkün. Ya da örneğin Gençlik Spor Bakanlığı etkinlikleri bile gençlik üzerine bir politika üretmekten çok muhafazakar değerlerin, dinsel normların ve mütedeyyin özneleşmenin pekişmesi (Gençlik Şüheda’nın İzinde etkinlikleri vb.) üzerine şekillenmektedir.

Geçmişte yaşanılan haksızlıklardan yola çıkarak hesap soracak, dinin ve vicdanın sesi olarak bir süre sonra geleneksel değerlerin ve kurumların koruyucusu olacak, muhafazakar kültürel ve ahlaki değerler ile hareket edecek bir gençlik projesi… Elbette bu cendere Türkiye ile sınırlı değil, bu süreçte küresel boyutta da bir dizi sorun gençlik için de derinleşmeye devam etti.

Kriz Kuşağı Olarak Günümüz Gençliği

Günümüz gençlik kuşağı AKP’den başka hiçbir iktidar görmemiştir ve yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığımız istikrarlı sürecin “son sürümü” olarak bu toplumsal projenin içerisinde yetişmiştir. Üstelik yalnızca ideolojik/kültürel boyutlarıyla değil, burada üzerinde yeterince duramayacak olsak da söz konusu kuşak 80 sonrası yaratılan neoliberal yıkımın ve AKP eliyle ülkenin ekonomik/sosyal olarak uçuruma sürüklenmesinin koşullarında yetişmiştir. Aynı zamanda bu koşullar, kapitalizmin krizden krize sürüklendiği dünya-tarihsel koşulların Türkiye’ye bir biçimde yansımalarıdır. Türkiye’nin de içerisinde olduğu küresel koşulları savaş, ekolojik yıkım ve kriz gibi bir dizi başarısızlık görünümüyle tarif etmek mümkün. Dolayısıyla günümüz Türkiye gençliği, içinde yaşadığı küresel sorunlar itibariyle dünya gençliğinin bir parçası olarak da değerlendirilmelidir. Bu koşullar, kapitalist krizlerin, yoksullaşmanın, işsizliğin ve gelecek kaygısının büyümesi; uluslararası tekellerin paylaşım kavgasının sıcak çatışmalar biçiminde savaşlara yol açması, ekolojik felaketlerin doğanın/gezegenin geleceğini tehdit etmesi gibi bir dizi süreçle değerlendirilebilir. Aynı zamanda bu koşullar, kamusal bilgiye ulaşım araçlarının yaygınlaşmasının da etkisiyle toplumların, düzenin, siyasetlerin, ideolojilerin, inanç sistemlerinin ve ekonominin, aslında yaşamsal koşullara etkisi olan her türlü mefhumun sorgulandığı ancak söz konusu küresel sorunları çözme iddiasındaki alternatif siyasetlerin zayıflığı nedeniyle bir tür çıkmaz görünümleriyle “sürdürülebilen” koşullardır.

Böyle bir kaos ve belirsizlik ortamında Z kuşağı (bu ifadeyle milenyum sonrası doğan gençlik kesimleri kastediliyor) olarak tarif edilen günümüz gençliğine dair bir parantez açılabilir. Z kuşağı diye adlandırılan kuşağın eğilimleri, yönelimleri, tercihleri ve duyguları itibariyle homojen bir görüntüden uzak olduğu söylenebilir. Haliyle bu anlamda yekpare “ortak” özellikler içeren bir kuşaktan bahsetmek pek kolay değildir. Ancak aynı gençlik kesimlerinin dünya genelinde yoksulluk, işsizlik, ekolojik yıkım ve bölgesel savaşlar; Türkiye’de sömürü, muhafazakarlaşma ve piyasalaşma hamleleriyle kuşatıldığı bir ortamda genç olmaya başladıklarından ötürü maruz kalınan/içerisine doğulan koşullar itibariyle “ortak” kuşak özelliklerinden bahsetmek de mümkündür.

Kendisine dair en temel sorunların (gelecek kaygısı, iş kaygısı, maddi yaşam koşullarının iyileşmesi, yoksullaşma) çözülme beklentisine kapitalizmin sert krizleri ve AKP’nin dinselleşme projesiyle cevap alan bir gençlik kuşağından bahsediyoruz. Dolayısıyla günümüz kuşağının siyaset, din, ideolojiler ile ilişkisindeki zayıflık ya da sorunlar bu bağlamda değerlendirilmelidir. Bu çerçeveyi göz önünde bulundurarak günümüz gençliğinin din ve doğa-üstü alanla kurduğu ilişkilere dair çeşitli çıkarımlar yapılabilir.

Muhafazakar Dünyanın Tedirginliği

Son dönemde, özelikle muhafazakar çevrelerde, Türkiye gençliğinin yaşam tarzına, dinle kurduğu ilişkiye, ibadetleri ve dini gerekleri yerine getirip getirmediğine, dindar olup olmadığına, dinsel öğretilere hakim olup olmadığına dair birçok tartışma sürüyor. Geçtiğimiz yıllarda “deizm” tartışmaları etrafında süren ve hemen ardından başörtüsü çıkaran kadınların açtığı tartışmalarla popülerleşen “din ve gençlik” ilişkisi, başta iktidar kanadında yer alanlar olmak üzere muhafazakar çevrelerde bir tür tedirginlik yaratmıştı. O zamandan beri tartışmanın benzer yoğunlukta sürdüğünü söyleyebiliriz.

Sözünü ettiğimiz tartışma, İstanbul Medeniyet Üniversitesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. İhsan Fazlıoğlu’nun 2018’in Mart ayında bir panelde yaptığı konuşma üzerine alevlenmişti. Fazlıoğlu, “15 Temmuz’dan bu yana benim odama 17 tane başörtülü, deist bile değil tanrı tanımaz öğrenci gelip benimle bu konuları konuştular” demişti. Hemen ardından yine Mart ayında Konya’da İKDAM Eğitim Derneği tarafından düzenlenen “Gençlik ve İnanç” konulu çalıştay gündeme oturmuştu. Bahçeli, Erdoğan ve Diyanet İşleri Başkanlığının sert tepkileriyle hedef alınan çalıştayda, imam hatip öğrencilerinin dini bilgilerdeki tutarsızlıklar nedeniyle deizme kaydığı ve ders materyallerinin çocuklara uygun olmadığı tespit edilmişti. Aynı çalıştayda öğrencilerin “neden tanrının yeryüzünde kötülüklere müdahale etmediği ve sessiz kaldığı” sorusu bir inanç problemi olarak değerlendirilmiş ve kader, sabır, tevekkül gibi kavramların yeterince anlaşılamadığı vurgulanmıştı. Gençlerin eşcinsellik konusundaki tutum ve bakış açılarındaki değişimin de tartışıldığı çalıştayda, “Eşcinsellik, pek çok lise öğrencisinde normal ve hatta sempatik görülebilmekte ve sapkınlık olarak değil cinsel bir tercih olarak nitelendirilmektedir. Öğrenciler eşcinselliği özgürlük bağlamında anlamakta, özgürlüğün ne olduğu öğrenciye yeterince anlatılamamaktadır” sonucuna varılmıştı.

Ardından Yeni Şafak yazarlarından Yusuf Kaplan, “İddialarımızı ve gençliği yitirirsek, geleceği de kaybederiz!” başlıklı bir yazı yazmış, bir öğrencinin kadın arkadaşları arasında başını açma trendinin yaygınlaştığı ve arkadaşlarının bu yönelimini engelleyemediği için çaresizliğini dile getirdiği bir mektubu yayınlamıştı. Kaplan, AKP’nin gençlik projesine gönderme yaparak “geleceğe dair alarm zilleri çalıyor” demişti. Emeti Saruhan ise Gerçek Kaynak’ta muhafazakar ailelerle yaptığı görüşmelere dayanarak yazdığı “Anne ben deist oldum” isimli yazısında deizme kayan çocukların laik, seküler ailelerde değil daha çok dindar, “28 Şubat sillesini yemiş” ve “İmam Hatipli” ailelerin çocukları olduğunu belirtmiş ve AKP’nin gençlik projesini üstü kapalı olarak eleştirmişti. Yine Karar yazarı Elif Çakır, eski Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu’nun sözlerini iktidarın dinselleşme politikalarına yönelik eleştirileriyle birlikte hatırlatmıştı: Bardakoğlu “Müslümanlıkla ahlak arasındaki makas giderek açılıyor, Müslümanlar dünya ahiret dengesini yitirdiler, din artık melankoli ve gözyaşı içinde sunuluyor, adalet duygusu zayıfladı, giderek güçlünün yanında olan bir din söylemi gelişti, din- siyaset, din-ticaret ilişkisine sınır getirilmeli, dini duyguları her alanda geçer ölçü yapıyoruz, dini yoruyoruz, sonunda din algısı tahrip oluyor” demişti. Bu ve benzeri birçok açıklama, makale ve girişim, yaşamın gerçekleriyle kendilerine dayatılan kaderci ve biat öneren dini hükümler arasındaki çelişkinin farkına varan gençlik kesimlerinin önünü kesmeye yöneliktir.

Gençlik İçerisinde Sekülerleşmenin Nedenleri

Aslında muhafazakar yazarların sürdürdüğü tartışmaların gençlik ve din ilişkisi bağlamında pek çok sonuca varmayı kolaylaştırdığı söylenebilir. Gerçekten de Türkiye gençliği içerisinde ciddi bir “sekülerleşme” ivmesinin olduğu iddia edilebilir. Neredeyse bütün anket şirketlerinin dönemsel araştırmalarının vardığı sonuçlar, Türkiye gençliği içerisinde sekülerleşmenin gittikçe artan bir ivme yakaladığını gösteriyor. Sekülerleşme ile bir “dinden kopuşu” değil; din ve dinsel öğretiler dahil olmak üzere metafizik öğretilerin ve inanç sistemlerinin toplumsal yaşamın günlük alanlarına ve pratiklerine olan etkisindeki “görece zayıflamayı” kastediyoruz. Sekülerleşme sürecinin bir ölçüde “dinsel inançlardan uzaklaşmayı” da içerdiği, ancak bunu tespit etme olanaklarının zorlukları dikkate alındığını “kopuş” düzeyinde bir iddia için henüz erken olduğu söylenebilir.

Gençlik kesimlerindeki sekülerleşme dalgasının elbette belli başlı nedenleri var. Ancak burada, bu sekülerleşme sürecini açıklamak için kaba bir “modernleşme” anlatısı yeterli değildir. Çünkü modernleşme paradigmasından hareket edilirse; kentleşme, endüstriyel kapitalizm ve bilimsel gelişmeler olarak tarif edilen ve hiçbir kapitalist ülkenin “geri kalamayacağı” modernleşme sürecinin sekülerleşmeyi dolaysız olarak hızlandırdığı, dolayısıyla Türkiye’deki sürecin böyle açıklanabileceği iddia edilebilir. Ancak bu yapıldığında, AKP iktidarı, siyasal alandaki gelişmeler, dinselleşme ve muhafazakarlaşma adımları, örgütsel stratejiler, iktidarın ideolojik hamleleri, kapitalizmin krizleri, küresel sorunlar vb. pek çok faktör bu tartışmanın dışında bırakılmış olur. Çünkü bu faktörler, gençliğin önemli bir bölümünde sekülerleşmeyle sonuçlansa da sınırlı bir bölümünde de AKP’nin istediği türden bir muhafazakarlaşmayla karşılık bulmuştur. Bu bağlam unutulmadan, Türkiye gençliği içerisindeki sekülerleşmenin kimi nedenleri sorgulanabilir.

AKP’nin gençlik projesinin günümüz gençliğinin siyasal/ideolojik yönelimleriyle uyum içinde olmayan bir gençlik politikası olarak piyasaya sürülmesi, bu projenin boşa düşmesinin en belirleyici sebeplerinden biridir. Çünkü günümüz gençliğinin siyasal yönelimlerinin düğüm noktasını, geleneksel siyaset araçları ve kurumlarıyla arasına koyduğu mesafe; kendi dünyasına, gelecek kurgusuna, yaşamsal pratiklerine, arzularına, özlemlerine uzak kurumsal/siyasal söylemlerin “dışarısında” konumlanma refleksi oluşturuyor. Dolayısıyla AKP’nin ilk bölümde ifade edilen ve gençliğin gündemlerinden uzak projesi, duyguları, özlemleri ve sorunları ikinci plana koyduğundan ve öncelikli hedef olarak reaksiyoner/müdahil bir dindarlaşmayı öngördüğünden gençliğin bugünkü siyaset anlayışına taban tabana zıt bir kurgudur. Hatırlanırsa Erdoğan dindar gençlik yetiştirmeyi başardıkları takdirde “sokakta tinerci, alkolik ve hırsız görülmeyeceğini” söyleyerek bir tür tepkisel bir dindarlığı teşvik ediyordu. Genel olarak AKP’li yılların bu türden bir müdahilliği talep etmesi, gençlik kesimleri içerisinde kolayca kabul edilebilecek bir talep değil. Dolayısıyla gençlik içerisinde pratikte dindarlığa yüklenen siyasal anlamların ve görevlerin reddedilme zemininin güçlendiğini söyleyebiliriz.

Yine bu bağlamda denilebilir ki “dindar nesil” projesinin esasen maddi refah, iş, güvenceli gelecek gibi gençlik içerisindeki “mutluluk” noktalarının referanslarını ifade eden bir planla değil de “huzur” ve “tevekkül” gibi vaatlerle sahne alması, bu sahnenin de ancak “öteki dünyada” deneyimlenecek olması, günümüz gençliğinin gelecek/kariyer planlamasına da burjuva-liberal paradigmayla şekillenen yaşam kurgusuna da uymuyor. Ülke değiştirme derdi olmadan maddi refah, yoksullaşma kaygısı olmadan yaşamak, işsizlik kaygısı olmadan çalışmak, kira kaygısı olmadan barınmak, hesap ödeme kaygısı olmadan yemek yemek vb. oldukça dünyevi ihtiyaçların ve arzuların değil de “uhrevi” ve “manevi” ideallerin tercih edilmesi, krizlerin hüküm sürdüğü dünyada pek mümkün görünmüyor.  Hayatta bir “anlam” aramakta zorlandığını, günlük yaşamın ihtiyaçları, koşturmacası, rekabeti, çalışma yaşamı, hayatta kalma mücadelesi vb. dikkate alındığında böyle bir arayıştan vazgeçmenin dinden pratik olarak uzaklaşmaya hatta fikri kopuşa da zemin hazırladığını dile getiren çok fazla gençten bahsedebiliriz. Özellikle metropollerde kent yaşamının doğası içerisinde günlük yaşamın kültürel ve ahlaki referansları dolaylı olarak farklılaşıyor. Hayatın hızı, bilgiye erişimin ve iletişimin kolay olması dogmatik inanç dayatmasının gücünü sınırlandırıyor. Dolayısıyla devasa küresel sorunların baş gösterdiği ve alternatiflerin ufukta görünmediği bir ortamda öyle ya da böyle geleceğini kurmak zorunda hisseden bir kuşağın pratik bir fayda getirmeyecek her şeyi (inanç sistemleri dahil) acımasızca sorguladığı bir dönemden geçmesi de şaşırtıcı değil.

İktidar tarafından sürdürülen muhafazakarlaşma/dinselleşme stratejisinin de bu “dünyevi” ihtiyaçların dünyasında yeterli etki yaratmadığı söylenebilir. Dini sembollerin, değerlerin, ahlaki referansların ve dinselleşmenin siyasal alandaki etkisinin artması, muhafazakar gençlik kesimlerinde bile tek başına yeterli motivasyon sağlamıyor. Günlük yaşamın reel problemleri, umutsuzluk, gelecek kaygısı, depresyon ve kaygı bozukluğu gibi psikolojik sorunlar, ekonomik kriz ve yoksullaşma vb. dertlerle boğuşan bir kuşağı Ayasofya’nın cami olması ya da başörtüsü için anayasa teklifi kimi sembolik/siyasal hamlelerle heyecanlandırmak çok da kolay değil.

Muhafazakar gençlik kesimlerinin dışındaki kesimler açısından ise bu hamleler doğrudan tepkinin nedenleri oluyor. Gençlerin “alın teriyle” ve kendi çabasıyla “dürüst bir insan” olarak yaşayabilme umudunu kaybettiği bir ülkede, öfkesinin tarikat ve cemaatlerden başlayarak dini yapılara, Diyanet İşleri Başkanlığı’na, dinsel sembollere ve toplamda dinin kendisine yönelmesi de zor olmuyor. AKP’nin siyasal müdahalelerinin gençliği kazanmak için yeterli olmak bir yana “ters tepen” refleksleri doğurduğu iddia edilebilir. Siyasal alanda ifadesini bulan dinin ve AKP’de temsil bulan dinsel pratiklerin, gençlik kesimlerinde örneğin İslam’ın diğer dinlerden farklı olarak “günlük yaşama çok fazla müdahale eden” bir din olarak tartışılmasını da getiriyor. Tarikat ve cemaatlerce simgelenen dinin “radikal” organizasyonlarının dini yaşamın dışındaki bütün alanlarda faaliyet içerisinde olması, bütün toplumsal alanlarda birer aktör olarak konumlanması, bürokratik mekanizmalarda güç haline gelmesi, sermaye birikim süreçlerinin parçası olması vb. yönleri ve bütün bunların denetim dışında, hatta iktidar desteğiyle yapılması gençlik içerisinde din ve muhafazakar yaşamdan uzaklaşmanın bir sebebi haline geliyor. Örneğin geçtiğimiz yaz Anadolu Fest ve Zeytinli Rock Festivali gibi büyük gençlik organizasyonlarının çeşitli tarikatların doğrudan hedef gösterilmesinin sonucu olarak yasaklanması, dini örgütlerin günlük yaşamda belirleyiciliğinin ve dinselleşmenin boyutlarını ifade etmesi itibariyle ciddi tepkiyle karşılanan gelişmeler olmuştu. Günümüz toplumsal sorunlarına çözüm üretmeyen, hatta var olan problemleri kangrenli hale getirdiği düşünülen inanç sistemlerinin sorgulanması, gençlik kesimlerinin doğal olarak “non-teist” düşünce sistemleriyle buluşması şaşırtıcı değil.

Bir başka neden, iktidarın bütün siyasal/ideolojik kuşatma, toplumsal yaşama dinselleşmenin zerk edilmesi etrafında sürdürdüğü politikalara rağmen özgürleşme ortamlarının kendiliğinden oluşması gösterilebilir. Örneğin 2019’da başörtüsünü çıkaran kadınların sosyal medyada popülerleşen “10yearschallenge” akımının üzerine en çok tartışılan meselelerden biri de bu “özgürleşme” mefhumuydu. Başörtüsünü çıkaran kadınların olumlu tepkilerle karşılanması, özgürleşme ortamlarına dair peki çok tartışmaya neden olmuştu. Zira örtülü ya da örtüsüz, özgürleşme ortamlarının, örneğin üniversite ortamının, gençlik alt-kültürlerinin yaratıldığı sosyal mekanların, kültürel kurumların, tepki ve duyguların kamusal alanda ifade edilebileceği noktaların yayılması gibi süreç içerisinde oluşan alanlar, kadınların aile/mahalle baskılarından kurtularak tutsak edildiğini düşündüğü din ve dinsel yapılardan uzaklaşmasının en önemli organik sebepleridir. Gerçekten de başörtüsünü çıkaran pek çok genç kadının bu deneyimin motivasyonlarına dair söyledikleri, bu ortamların önemine işaret ediyor. Kuşkusuz genç kadınların mücadelesinin de etkisinin olduğu bu sosyal ortamlar, dinsel baskıları ve muhafazakar kuşatmayı hedef alan ve örtülü ya da örtüsüz biçimleriyle açığa çıkan tepkilerin, bugün çok daha geniş kamusal alanlarda sürdürülmesinin olanaklarını yaratmıştır. Aile, mahalle, çalışma ilişkileri ya da başka türden sosyal çevrelerin baskıcı yönlerinin iktidarın dinselleşme stratejileriyle olan ortak paydaları, bugün artık genç kadınlar tarafından daha fazla dillendirilen ve hedef alınan bir noktaya gelmiştir.

Son olarak deneyselliğe dayanan ve metafizik karşısında büyük bir üstünlük kazanan, özellikle Kovid-19 salgını ve aşı tartışmaları ile prestijini arttıran modern bilim paradigmasının ve pozitif bilimlerin zaferleri, mevcut kopuşun bir yönü olarak ifade edilebilir. Gerçekten de gençlik içerisinde pozitif bilimlerin söylediklerinin takip edilmesi ya da “doğru kabul edilmesinin” düne göre artış gösterdiğinden bahsedilebilir. Bilim kitaplarının, doğa bilimlerine dair makalelerin, popüler bilim tartışmalarının daha fazla izlendiği, okunduğu, takip edildiğine ilişkin sonuçlar sosyal mecralardaki verilerden çıkarılabilir.

Bu bölümü bitirirken bir parantez açmak ve AKP’nin dinselleşme stratejisinin bir düzeyde “başarı” yaratan sonuçlarını da unutmamak gerekir. Çünkü AKP’nin sosyal yaşamın neredeyse tamamını kuşatmayı hedefleyen ve yukarıda detaylandırılan stratejisi, gençlik içerisinde tamamen bir “geri tepme” ile sonuçlanmadı. Pek çok genç bu stratejinin etkisiyle muhafazakar değerlerin, mütedeyyin bir gençlik projesinin, mukaddesatçı bir yaşam tarzının da öznesi oldu. Cemaat ve tarikatların gençlik içerisindeki özel örgütlenme çalışmaları, sivil toplumda faaliyet sürdüren projeci derneklerin muhafazakar gençlere açtığı deneyim/kariyer olanakları, AKP’nin yerel teşkilatlarının gençlik yapılanmaları için gençlere sunduğu mesleki/ekonomik vaatler vb. pek çok faktör gençliğin bir bölümünün AKP’nin istediği türden bir dindarlaşmayla, bir kısmının da değerler düzeyinde bir muhafazakarlaşmayla buluşmasına zemin hazırladı.

Toparlayacak olursak, gençlik içerisinde egemen olan dünya görüşünün ve siyasal yönelimlerin dünyevi ihtiyaçları, AKP ve tarikatlarla simgeleşen siyasal din tartışmaları, kültürel olanaklar, bilimsel gelişmeler ve küresel düzeydeki bir dizi sorun, gençlik içerisinde baskın eğilim olarak bir düzeyde dinden uzaklaşmanın ciddi düzeyde ise sekülerleşmenin nedenleri olarak sayılabilir. Elbette gençlik kesimleri içerisindeki bu sekülerleşme dalgasının yukarıda yazılanların dışında da sebepleri olabilir. Bununla birlikte gençlik içerisinde güçlenen bu sekülerleşme ivmesinin aynı ölçüde “laiklik” talebinin bir siyasal/sosyal talep olarak formüle edilmesine yol açtığını iddia etmek çok mümkün değil.

Laikliği Savunmak ve Laiklik Mücadelesinin Zemini

Gerçek anlamıyla laiklik, devletin ve devlet kurumlarının din ve inanç alanına resmen ilgisiz olmasıdır. Üstelik sadece ilgisiz olmak da değildir; gerçek bir laiklik, kamusal yaşamdan dini ve dinselleşmeyi tümüyle tasfiye etmeyi de hedefler. Ancak bunu kategorik olarak din ve inancı hedef alarak değil, dini ve inancı ortaya çıkaran ve insanları bu alanlara yönlendiren sosyal koşulları hedef alarak gerçekleştirir. Bu nedenle laiklik mücadelesi temelde demokratik hak ve özgürlükler mücadelesiyle, toplumsal ve bu bağlamda bireysel özgürlüklerle, yabancılaşmadan kurtulma ve insan olma mücadelesiyle yani sınıflar mücadelesinin gündelik pratikleriyle doğrudan iç içedir. Laiklik ilkesi, dinin özel alanda kalmasını hedefler. Dinsel inançları kişisel düşünce alanına “terk etmeyi”, bu ilgisizliği tutarlı kılacak çeşitli uygulamalarla din ve inancı kişisel özerkliğe deyim yerindeyse “sıkıştırmayı” hedefler. Çünkü laiklik ilkesi, devlet aygıtının inanç alanına ilgisizliği kadar bilimsel bilgiye ve eleştirel düşünceye yönelik ilgisini de örgütlemelidir. İnsanların deneysel, analitik, bilimsel, eleştirel düşünce süreçleriyle kamusal alanda doğru kararlar verebilmelerini, bunun önüne geçen dinsel-uhrevi referansların sosyal yaşamdan arındırılmasını hedeflemelidir. Devlet mekanizmaları din denkleminden tümüyle çekilmeli, din alanı kişiye özel alan olarak ilan edilmeli, kamusal alandaki her türlü teşvik ve ayrıcalığın önü kesilmeli ve toplumsal yaşamı bilimsel-eleştirel düşünce süreçlerinden koparan bütün dogmatik-metafizik düşünce süreçlerinin terk edilmesi amaçlanmalıdır.

Bu kapsamda değerlendirildiğinde AKP’nin dinselleşme stratejisinin çok yönlülüğüne karşı gençliğin laiklik talebinin bagajı da o kadar çok yönlü olmalıdır. Lise ve ortaokullara kadar giren cemaat ve tarikat örgütlenmeleri, zorunlu din dersleri, imam hatip okullarının ve Kur’an kurslarının yerleşim sınırlarını zorlayan bir yoğunlukta açılması, sosyal yaşamda kadın ve ezilen cinsel yönelimlere nefes aldırmayan düşman politikası, devlet bürokrasisi içinde cemaat kadrolaşması vb. pek çok sorun vardır ve bu sorunlar, Türkiye gençliğinin önemli bölümünün tepkisini çeken, kaygı ve öfke duyulan sorunlardır. Bu tepki, bu sorunları ve kaynaklarını doğrudan hedef alan bir laiklik anlayışıyla, doğru bir siyasal zeminle buluşmalıdır.

Dolayısıyla yapay gerilimlere teslim olmadan, seküler ya da muhafazakar fark etmeksizin Türkiye gençliği için laiklik mücadelesi, AKP’nin iktidar pratiğinin politik stratejisi olarak dinselleşmeye karşı bütünüyle siyasal bir hat çizmek zorundadır. Yalnızca dinsel kurumsallaşmanın karşısında olmak değil, dinsel kurumsallaşmadan çıkarı olan egemen sınıflara ve siyaset odaklarına karşı mücadele de tutarlı bir laiklik mücadelesinin görevidir. Üniversitelerde kuran kurslarının yaygınlaşmasına karşı mücadele, tarikatların üniversite yönetimlerinden ya da teknokentlerde sermaye örgütlerinden aldıkları ihalelere karşı demokratik-özerk üniversite, üniversite-sermaye işbirliğine karşı toplum yararına üniversiteyi savunma mücadelesiyle iç içe geçmelidir. İmam hatip lisesi öğrencilerinin parasız-demokratik lise talepleriyle imam hatip okullarının AKP’nin politik strateji olarak yaygınlaşmasına karşı talepler birleşebilmelidir. Modern topluma ilişkin her türlü sorun ekonomi-politik zeminde, sınıflar mücadelesinin alanında ele alınmadığında, ortaya yarım yamalak ve gerçeklikle ilgisi sınırlı olan çatışmaların, gerilimlerin ve tarafların çıkması da mümkündür. Dolayısıyla son dönemdeki sekülerleşme ve laiklik tartışmalarının düğüm noktası, Türkiye gençliği açısından bu iki alanın kesişim noktasıdır. Günümüz gençliğinin kültürel, sosyal yaşamda süren sekülerleşme eğilimiyle, siyasal yaşamdaki laiklik talebi henüz iddialı ve tutarlı bir siyasal zeminde buluşabilmiş değildir. Ancak içerisinden geçtiğimiz koşullar ve günümüz gençliğinin ortak noktaları, duygu ve düşünce dünyaları, siyasal yönelimleri dikkate alındığında bu buluşmanın gerçekleşmesinin zemini oldukça güçlüdür.