Yusuf Akdağ

Makinenin önceki üretim aletlerinden farkı, “tek bir aleti kullanan işçi yerine, çok sayıda benzer aletleri çalıştıran ve gücünün biçimi ne olursa olsun tek bir devindirici güç tarafından devindirilen bir makine”nin geçmesidir.[1] Marx’ın deyişiyle bununla kaydedilen henüz yalnızca “makineli üretimin basit bir öğesi”nin ortaya çıkmasıdır. Basit üretim aletlerinin “insanın el aracı olmaktan çıkıp da bir mekanik aygıtın, bir makinenin araçları haline” gelmesi, devindirici mekanizmayı insanın sınırlı gücünün engellerinden kurtararak “bağımsız” bir duruma getirir,   ve bu mekanizma, birçok makinenin aynı anda ve bir arada çalıştırılmasını sağlar.

Ancak, kapitalist üretimin karakteristik özellikleri bakımından, daha fazla kâr için üretim verimliligini yükseltme gereksinimi, yeni ve daha gelişmiş araçların geliştirilmesini; makinelerin yetkinleştirilmesini gerektirir. Daha ileri düzeyinde birbirleriyle irtibatlı birden fazla makine, tek bir devindirici güç tarafından hareket ettirilir. Marx’ın ifadesiyle, “hareketini bir iletim mekanizması aracılığı ile merkezi bir otomattan alan organize bir makineler sistemi, makineli üretimin en gelişmiş şeklidir. Burada önümüzde tek bir makine yerine, gövdesi bütün fabrikayı dolduran ve önceleri azman organlarının yavaş ve ölçülü devinimleri altında saklı duran şeytanca görünüşünü bir anda sayısız çalışma organlarının baş döndürücü hızıyla ortaya koyan mekanik bir dev vardır.”[2]

MAKİNE KULLANIMINDA YENİ BİR EVRE: SERİ ÜRETİM VE MONTAJ BANDI

Marx’ın işaret ettiği gelişme, bilim ve teknikte kaydedilen ilerlemeler desteğinde devam etti ve o baş döndürücü hızla çalışan devin bir türü, seri üretim bandıyla arzı endam etti. Buhar gücü kullanımı ve elektrik enerjisinin keşfi, içten yanmalı motor üretimi, sanayide sıçramalı gelişmeleri tetiklerken, ilk örneği Henry Ford tarafından otomotiv sanayinde gerçekleştirilen seri üretim bandı uygulamasıyla, üretimin hız ve miktar bakımından artışında yeni bir döneme girildi. Çelik üretimiyle demiryolu taşımacılığı hız kazandı ve uzak pazarlara ulaşmak için daha fazla demiryolu yapıldı. İkinci Dünya Savaşı koşullarında ileri teknolojili silah üretiminde gerçekleştirilen gelişmeler, demir-çelik, kimya, iletişim teknolojisinde de yeni arayışları teşvik etti. Elektronikte ve bilgi ve iletişim teknolojilerinde 20. yüzyılda kaydedilen gelişmeyle birlikte otomotiv ve ilaç sanayisinde seri üretimden otomasyona geçiş sağlandı. Elektronik-mikroelektronik alanındaki gelişmelerle birlikte akıllı makinelerin (Bilgisayarlar) kullanımı ve programlanabilir “mantıksal denetleyici PLC’ler”in geliştirilmesi, otomasyonda daha ileri düzeylere ulaşılmasını olanaklı kıldı. Biyogenetikte, gen bilimi ve canlı genomunun değiştirilmesi alanında kaydedilen ilerlemelerle birlikte tarımda ve ilaç sanayinde yeni gelişmeler sağlandı. Lazer teknolojisi sanayide ve tıpta yeni yöntemlerin kullanılmasını olanaklı kıldı vb.

Teknik gelişme ve gereksinme ile bilimsel araştırma ve yeni keşifler birbirini karşılıklı etkileyerek yeni adımların atılmasını sağladı ve daha gelişkin araçların kullanımıyla üretimin hızı ve miktarı da arttı. Daha ucuza, daha büyük miktarların üretilmesi olanaklı hale geldi. Dar ve küçük ekonomik birimler, yerlerini giderek genişleyen pazarlara bıraktılar. Gelişmeler tarımsal alanı da etkiledi. Almanya’da şeker pancarından şeker üretildi; suni gübre imaliyle tarımsal üretimde büyük ilerlemeler sağlandı. 1834’te ABD’de biçerdöver aracı yapıldı. Küçük aile işletmeleri ve küçük imalathanelerin yerini fabrikalar almaya başladı. Kentler hızla büyüdü. Sosyo-ekonomik yapıdaki değişimle birlikte toplumsal ilişkiler ve yaşam biçimleri değişikliğe uğrarken, yeni kültürel-sanatsal anlayışlar ve ürünler ortaya çıktı.

Doğa bilimlerinin “son derece çeşitli bilinçli ve sistematik uygulamaları”nın Marx’ın 150 yıl önce işaret ettiği gelişme düzeyinin çok daha ilerisinde gerçekleştiği 20. ve 21.yüzyılda, büyük sermaye sahipleri başta olmak üzere kapitalistler sanayinin çeşitli sektörlerinde “faydalı etkiler”i artırmak ve genişletmek için daha geniş olanaklara kavuştular.[3]

Elektrik, çelik, kömür ve petrol sanayindeki gelişme ve içten yanmalı motorun icadı, kapitalist sınıfa, özellikle de sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesiyle bağlı olarak ortaya çıkmakta olan tekelci büyük şirketlere, sermaye birikimini artırma ve faaliyet alanlarını genişletme olanağı sunuyor; sermaye tekeli bu teknolojilerin en etkin şekilde kullanılmasını sağladığı gibi keşfedilmiş yüksek teknolojinin patentlenerek mülk edinilmesini de olanaklı kılıyordu. İleri teknoloji, ihtiyaç duyulduğunda kullanılmak üzere böylece büyük sermayenin denetimi ve mülkiyetine geçiyordu.

Bu ama öte yandan, aşırı üretimin ve bağlı olarak kapitalist krizlerin de etkeniydi. Üretim verimliliğini artıran teknikler işçiyi daha yoğun çalışmaya zorunlu bırakırken, buna karşı tepkiler de artıyordu. 1929 Büyük Ekonomik Bunalımı, ABD başta olmak üzere ileri kapitalist ülkelerde, sınıf karşıtlığının daha belirgin biçimde açığa çıkardı. İşçilerin sendikalarda birleşerek mücadeleye yönelme eğilimi güç kazanıyordu. Burjuvazi, fabrika ve işyeri “gerçeklikleri”nin sermaye yararına iktisadi, sosyolojik, psikolojik ve matematiksel uyarlanmasının yol ve yöntemlerini daha rasyonel olarak belirleme ihtiyacıyla yüz yüze geldi. İşçinin “kapitalist üretim tarzına uyarlanması”nın daha modern ve teknik yöntemlerinin bulunması amaçlı “bilimsel araştırma”lar hızla artış gösterdi. Bu araştırmaların sonuçlarından biri olmakla kalmayıp, üretimin sermaye yararına yeni tür örgütlenmesinde “devrim etkisi yaratan” yenilik, “montaj bandı”nın uygulamaya konmasıydı. Bilim-sanayi ilişkisinde yeni bir dönem başlıyordu. “ABD’de, Ford Motor Şirketi kurulduğunda (1903), daha önce otomobillerin yapımı için gerekli eği-timi ‘bisiklet ve araba fabrikalarında almış olan zanaatkarlar’ önemli bir role sahip iken -çünkü otomobillerin montajı için ‘tek bir yerde bir dizi tam teşekküllü makineci’ gerekliydi ve bu da ileri derece ‘yüksek vasıf gerektiren bir iş’ idi- aradan çok geçmeden, Ford’un T Modeli otomobilleri üretmeye giriştiği 1908’de bazı değişiklikler uygulanmaya kondu. Örnek olsun montajcılar, alet çantalarını almak için işyerlerini terk etmek zorunda kalmaksızın, onlara gerekli aletleri ve yedek parçaları temin eden bir ‘stokçular’ ‘statüsü’ ortaya çıkmıştı. Nihai montajcılık ‘daha küçük işler’e bölünmüş ve “Eskinin ‘her şeyi ya-pan’ bütün mesleklerin ustasının yerini, artık belirli bir araba üzerinde yan yana çalışan, her biri bir ölçüde sınırlı işlemlerden sorumlu olan birkaç montajcı almıştı.”[4]

Ford şirketinin üretim yöntem ve tekniklerinde değişimle pazarını genişletme girişimleri ve T Modeli’ne artan talep, “üretim yöntemlerinin gözden geçirilmesi için özel bir mühendislik birimi”nin oluşturulmasına yol açtı. Montaj bandı üretimin yeni tip bir örgütlenmesini ve yeni bir iş bölümünü gerekli hale getirdi. Buna uygun düşecek şekilde, işçi-usta yerleştirilmesine gidildi. Önce alt parçaların montajı sağlanacak, ardından da bu parçaların birleştirilmesine hizmet edecek bir sistem oluşturulacaktı. 1914 Ocak ayında Ford’un Highland Park tesisinde, taşıyıcı bant sisteminin devreye girdiğini belirten Harry Bravermann, bu uygulamayla sağlanan değişimi ve üretim artışını şöyle özetliyor: “Üç ay içindeki T Modeli’nin montaj süresi, eskiden ihtiyaç duyulana göre on kat azaldı ve 1925’de, T Modeli’nin tarihçesi içinde de eskiden yılın tamamı içinde üretilen miktarda arabanın tek gün içinde üretilmesini sağlayan bir örgütlenme yaratıldı.[5]

Ford böylece, rekabette önemli bir avantaj elde eder. Bu gelişmeyle birlikte, otomobil üretiminin diğer şirketlerinde olduğu üzere, sanayinin diğer önemli dallarında da, montaj bandı- uygulaması devreye girer. Henry Ford, anılarında, yeni teknik uygulamalarla sağladığı değişimin sonuçlarından söz ederken, emek gücünün devir hızının, “sadece 1913 yılı için yüzde 380’e fırlamış” olduğunu açıklamaktan kaçınmaz.[6] Ford’un öncülüğünü yapma “şerefi”ne sahip olduğu üretim “ritminin hızlandırılması”nı olanaklı kılan bu yeni teknik örgütlenme ve emek organizasyonu, sanayinin diğer dallarında da uygulanmaya başlandı. Daha az sayıda işçiyle üretimin mümkün olduğu bu yeni durumda, zanaatkarlık yeteneği ve tecrübesi gerektiren eski üretim örgütlenmesi yerine, her bir işçinin belirli işi aynı hareketleri yineleyerek yaptığı daha ayrıntılı iş-bölümü biçimleri öne çıkıyordu. Böyle olunca da, ücretlerin eski türden olduğu üzere zanaatkâr yeteneklerine göre değil, ama giderek belirginlik gösterecek şekilde standartlaştırılarak belirlenmesi gündeme geldi.

İşçiler, kendilerini durmaksızın işleyen bir bandın hareketine mahkum hale getiren bu yeni teknik gelişmeye karşı tepkisiz kalmadılar. Tepkilerini iş bırakarak ve de Industrial Workers of the World (IWW-Dünya Sanayi İşçileri) adıyla ortaya çıkmakta olan sendikal faaliyete katılarak gösterdiler. H. Ford, işçilerin bu eğilim ve hareketini, günlük 5 dolar ücret uygulamasıyla önlemeye çalıştı. Uygulama, iş yoğunluğu ve ağırlığıyla kıyaslandığında, bir manipülasyon özelliği gösteriyordu. Ford, bunu, “maliyet kesintisi hamlesi“ olarak değerlendirdi. İşçilerin belirli bir azınlığı daha iyi ücretler karşılığı daha fazla emek harcamaya mecbur kılınıyor; maliyet değerinin düşürülmesi ve artıdeğer miktarının büyütülmesiyle, karşılığı fazlasıyla alınıyordu.

Sermayenin el koyduğu toplumsal artı değerin belirli bir bölümüyle finanse edilen bilimsel eğitim ve araştırma-geliştirmelerin sistematik olarak kapitalist piyasa ilişkilerine uyarlanması; daha fazla kâr amacıyla bağlı olarak üretim ve emek verimliliğinin artırılmasının araçları olarak kullanılması, sonraki yıllarda, takviye edilmiş olarak devam etti. İleri teknoloji, tekellerin çıkarlarına bağlandı; maliyeti düşürecek ve kârı artıracak bir “blanço kalemi“ olarak bilim anlayışı hakim hale geldi ya da getirildi.

TASARIMIN UYGULAMADAN AYRILMASI VE VASIFSIZLAŞMA

Makine, kafa ve kol emeğinin birleşik ürünüdür: Bu emek, makineyi tasarlamak, parçalarını üretip birleştirerek düzenli çalışmasını sağlayacak bir düzenek kurmak, ortaya çıkabilecek arızalarını onarmak; bakımını yapmak ve çalıştırarak üretimi gerçekleştirmek için gerekli olan emektir. Makinelerin geliştirilmesi sonucu yönetim ve denetim işlerinin, makineye monte edilen kontrol cihazlarınca yapılması mümkün hale gelir. Bu da, kontrolün insani yönetim boyutunun üretim alanından ayrıştırılarak bitişikte ya da nispeten uzaktaki bürolara taşınmasını olanaklı kılar. Makinenin aksamaksızın çalıştırılması için gerekli işler bu bürolarda görevli küçük bir üst yöneticiler grubu tarafından gerçekleştirilir ve diğer emekçilerin dolaysızca üretime katılmaları böylece sağlanmış olur.

Üretimde ileri teknik uygulama, makinenin, kendisinin “dolaysız işleyiş mekanizmasının dışından gelen bilgiye bağlı olarak” denetlenebilir şekilde geliştirilmesi; buna uygun bir eklentinin yapılması şeklinde gerçekleştirilebilir.

Makinenin çalışması sinyaller aracıyla ayarlanabilir.[7] Programlamayla makinenin çalışma hızı ve birim zamanda üretilebilecek ürün belirlenebilir. Merkezi kontrol mekanizmaları ile makinenin çalıştırılması ve işlerin makine başında müdahale edilmesi gereken bölümlerinin eskisi gibi büyük çaba ve zaman alması önlenir. Bu da, yapılacak işin daha kısa zamanda öğrenilmesini sağlar. Makineye eklenecek bir sayaç tarafından üretilen ürün miktarı ölçülebilir, hatta ışıklı kontrol cihazlarıyla makineler sisteminin hangi bölümünde ve ne türden arıza olduğu ya da sistemin işleyişinde aksama görüldüğü tespit edilebilir. Çalışırken ortaya çıkan veriler üzerinden istenilen kalite ve sayıda ürün verip vermediği görülerek ayarı değiştirilebilir. Bu da yönetim ve denetim işini kolaylaştırır.

Daha gelişkin biçimlerinde, makinelerin birbirleriyle uyumlu bir eklenmesi sistemiyle her birinin yaptığı işin belirli bir işlemin devamı olarak bir diğerince sürdürülmesi söz konusudur. Otomotiv sanayinde, ilaç sanayinde, petrokimya alanında bu sistem gelişmiş olarak uygulanır. Otomobil üretimi için birleştirilmiş makineler sisteminde belirli parçaların birleştirilmesini gerçekleştirerek tamamlanmış bir ürün şeklinde çıkış noktasına gelmesini sağlayan otomatik düzenek, gelişmiş örneklerden biridir. İlaç sanayinin büyük fabrikalarında, ilaçların bileşimini ayarlama, ayrıştırma, ambalajlama, paketleme ve sürüm için depolara taşınırlığa hazır hale getirme işleri otomatik-bileşik makineler sistemi aracıyla gerçekleştirilir. Diğer bir örnek, bir gazetenin ya da kitabın sayfalarını basan, kesen, bir araya getirip katlayan matbaa makinesidir. Yarı ya da tam otomatik makineler sistemi günümüzde daha yaygın olarak kullanılır hale gelmiştir.

Makineleşme ve makinenin yetkinleştirilmesiyle bağlı olarak makine ustası ya da operatörünün uzmanlık isteyen işlerinin çoğunun makineye devri nedeniyle vasıf gerektiren işlerin ve işçiliğin sınırları daralır ve vasıfsızlaşma yönündeki gelişme güç kazanır. Vasıflılık gerektiren işlerinin önemli bir kısmı, parça programcısı ve teknikerler tarafından da yapılabilir hale gelir.[8] Otomasyon, kaydedilen teknik ilerlemeye bağlı olarak işin, birçok vasfın bir araya getirildiği ve hacmi de giderek küçülen makinelerde birleştirilmesini sağlar. İşin planlanması aşamasında, “planlamacı” konumundaki(ler), yapılacak işleri ayrıntılı şekilde belirlediklerinden, üretim sırasında ya bunların pratiğe geçirilmesi dışında pek az şey kalır ya da müdahale gerektiren işler azalır. Ortaya çıkacak arızaları bildiren cihazların ve kontrol mekanizmalarının ya tümüyle ya da önemlice kısmının makineye devredilmesiyle, bakım-onarım-yenileme vb. işleri yerine getirecek vasıflı işgücü miktarı azalır. Fabrika üretimi hazır beton bloklarının yapım işlerinde kullanılması, daha önce belirli bir pratik gerektiren duvar ustalığı işinin gelişmiş ülkelerde neredeyse ortadan kalkmasına yol açmıştır. Oksijenli kesicinin programlanmış “kontrol bandı” aracıyla hareket ettirildiği bir kesim tezgâhında, el aletleriyle ya da yarı otomatik kesicilerle yapılan işler ya ortadan kalkmış ya da giderek azalmış; bunların gerektirdiği özel bilgi-yetenek ve vasfa gereksinim azalmış veya kalmamıştır. Çizim gerektiren mühendislik işlerinde, nümerik kontrollü çizim makinelerinin kullanılması ve bilgisayar programları işi kolaylaştırmış, süreyi azalmıştır. Mobilyacılıkta, tahta oymacılığı, marangozluk, presleme gibi vasıf gerektiren işler otomatik makinelerle yapılmaktadır. Vida ve menteşe yuvalarının hazırlanması, hazırlanan parçaların istiflenmesi vb. gibi işler, daha düşük miktarda vasıfsız emekle yapılır hale gelmiştir.

Tam otomatik makinelerin devreye girdiği otomasyon sisteminde, makine operatörünün işi, çalıştırma düğmesini açma ve kontrol gibi kısmi yardımcılık düzeyine geriler. Yapılacak işlerin ve hangi safhalardan geçileceği üzerine zihni çabanın makineye devredildiği bu sistemde, işçinin işe dair karar alma ve müdahale etme ihtiyacı ortadan kalkar. Geriye bakım, temizlik, ortaya çıkan ürünün depolara ya da dolaysızca tüketim noktalarına taşınmaya hazırlanması gibi daha düşük düzeyde vasıf gerektiren ya da kısa sürede öğrenilebilir ve yerine getirilebilir işler kalır.[9] “Nümerik olarak kontrol edilen makine”, eğitim gerektiren uzmanlık süresinin kısalmasını da sağlar. Her birey işçinin özel beceri ve yeteneği, fabrika mekanizmasının genelleştirdiği işçilerin kitle emeği içinde anlam bulurken, bu mekanizmada somutlaşan zihni ve fiziki güçlerin birleşik devasa gücü karşısında, bireysel özel rolüyle önemli olmaktan çıkar.

İLERİ TEKNOLOJİNİN KAPİTALİST KULLANIMINDA VASIFLILIK SIFIRLANMAZ

İleri teknoloji kullanımının daha ileri bir düzeyinde, özel vasıf gerektiren kalifiye işgücü gereksinimi azalmaya doğru yol almasına; kafa emeğiyle kol emeği, düşünme ve uygulama birbirinden giderek daha fazla ayrışmasına rağmen, makinenin yetkinleştirilerek daha geniş alanlarda kullanılması vasıflılık gereksinimini tümüyle ortadan kaldırmaz. Gelişme doğrultusu vasıfsızlaştırma yönünde olmasına ve otomasyon işçiyi makinenin ‘uyumlu bir parçası’ haline getirdikçe bu eğilim güç kazanmasına rağmen, günümüzde petro-kimya, ilaç ve otomotiv sanayi gibi üretim alanlarında olduğu türden vasıflı işgücüne ihtiyaç belirli bir miktar olarak devam eder ve her önemli yeni teknik gelişme, belirli bir vasıflı işgücü ihtiyacı da doğurur. Marx, işçinin büyük sanayi ve sanayide otomasyonla birlikte karşılaştığı durum üzerinden işgücünün nitelik değişimini irdelerken şunları yazar: “Büyük sanayi, mevcut üretim sürecini hiçbir zaman son ve değişmez bir biçim olarak görmez ve ele almaz. Bunun için de, bu sanayinin teknik temeli devrimcidir, oysa daha önceki üretim tarzı özünde tutucuydu. Makineler, kimyasal süreçler ve diğer yöntemler yardımıyla, yalnız üretimin teknik temelinde sürekli değişikliklere yol açmakla kalmaz, işçilerin görevleriyle, emek sürecinin toplumsal bileşiminde de köklü değişiklikler yapmakta ve sermaye ile işçi kitlelerini durup dinlenmeden bir üretim sürecinden diğerine atmaktadır. Bu nedenle, büyük sanayi, niteliği gereği, bir yandan emekte değişmeyi, görevde akıcılığı, işçide genel bir hareketliliği zorunlu kılarken, öte yandan da eski işbölümünü o katılaşmış hareket özellik ve ayrıntılarıyla yeniden canlandırmıştır. Büyük sanayinin teknik zorunlulukları ile, bu kapitalist biçim içinde yatan toplumsal niteliği arasındaki mutlak çelişkinin, işçinin durumundaki her türlü kararlılık ve güvenliği nasıl yok ettiğini; emek araçlarını elinden alarak, gerekli geçim araçlarından da yoksun bıraktığını ve parça işlerine bile el atıp onu nasıl gereksiz duruma getirdiğini görmüş bulunuyoruz. Bu uzlaşmaz karşıtlığı, daima sermayenin emrinde olması için sefalet içinde yaşayan yedek sanayi ordusu gibi bir canavarın yaratılmasında; işçi sınıfı içinde durup dinlenmeden verilen kurbanlarda; emek gücünü har vurup harman savurmasında ve her ekonomik gelişmeyi toplumsal bir rekabet haline dönüştüren toplumsal anarşinin yol açtığı yıkımlarda olanca çılgınlığı ile görmüş bulunuyoruz. Bu olumsuz yandır. Ama bir yandan şimdi işteki çeşitlilik, karşı konulmaz doğal bir şeklinde ve her yerde direnmeyle yüz yüze gelen doğal bir yasanın gözü kapalı yıkıcılığı ile kendisini gösterirken, öte yandan da, büyük sanayi, getirdiği felaketler aracılığı ile, üretimin temel yasası olarak, işin çeşitliliğinin kabul edilmesi zorunluluğunu ortaya koyarak, işçilerin, bu çeşitli işler için yatkın duruma gelmesini ve bu yeteneklerinin en geniş ölçüde gelişmesini sağlamıştır. Üretim tarzını, bu yasanın normal olarak işlemesine uydurmak, toplum için bir ölüm kalım sorunu oluyor. Büyük sanayi gerçekte, toplumu, bütün yaşamı boyunca bir ve aynı işi yineleyerek güdükleşen ve böylece bir‚ ‘parça-insan‘ haline gelen bugünün parça-işçisinin yerini, çeşitli işlere yatkın, üretimdeki herhangi bir değişmeyi karşılamaya hazır ve yerine getirdiği çeşitli toplumsal görevleri, kendi doğal ve sonradan kazanılmış yeteneklerine serbestçe uygulama alanı sağlayan bir şey olarak benimseyen tam anlamıyla gelişmiş bir bireyi koymayı, bir ölüm-kalım sorunu halinde zorlamaktadır.”[10]

Zorunlu kavramı burada, tarihsel gelişme doğrultusu bağlamıyla özel bir öneme sahiptir. Bu yoğun paragraf ya da pasajda, modern sanayi kapitalizminin gelişme sürecinde, işçiyi hem tek yanlılığa ve sefalete sürüklediği hem de işin çeşitliliği ve tekniğin gelişmesiyle bağlı değişiklikler dolayısıyla birbirinden farklı işleri yapmak zorunda kalması nedeniyle, belirli yeteneklerinin gelişmesi için zemin yarattığı ortaya konur. Birinci olgu ya da birinci yan kapitalizm koşullarında ağırlıklı ve esas olanı oluştururken, ikincisi, kaçınılmazlık çerçevesinde ortaya çıkma olasılığını; kaçınılmazlıkla zorlanan bir gelişme doğrultusun işaret eder.

Kapitalizm koşullarında kullanıldığı biçimiyle makine, işçiyi tek yanlılığa sürükler. İşçi aynı hareketi biteviye tekrara mahkûmdur.

Ancak bu durum dinamik sürecin sadece bir yanını oluşturur. Marx, devamında, böylesi bir gelişme dolayımında işin teknik eğitimi açısından belirli adımların atılmasının kaçınılmazlığına işaret eder ve çeşitli okulların açılmasını örnek gösterir. Ancak der, bu çok yönlü gelişmenin olanakları “işçi sınıfı iktidara geldiği zaman”, hem pratik hem de teorik teknik eğitim, “işçi sınıfı okullarında layık oldukları yeri alacak”tır. Böylesine devrimci bir yeni oluşum, kapitalist üretim biçimi ve işçinin bu biçim içerisinde “aldığı ekonomik statü”yü kesinkes değiştirecek ve süreç içinde bu eski biçim yok olacaktır.

 ‘4.0. SANAYİ DEVRİMİ’ SÖYLEMİ; ROBOTLAR VE İŞÇİ SINIFI[11]

Sanayisiz ve sanayi işçisiz postmodern toplum“dan “Endüstri 4.0” ya da “4. Sanayi Devrimi“ne; bilgisayarlar ve robotlar dünyasına; robotlarla insan soyu arasındaki ilişkinin yapay zeka ve robotların üretimde ve toplum yaşamında hakimiyeti tasarımına geçiş yapan “bilişim”ci ideologların derdi yine işçilerle, işçi sınıfıyla! “4. Sanayi Devrimi” ya da “Endüstri 4.0” olarak adlandırılan “yeni endüstri projesi”[12] propagandacılarının söylemiyle günümüzün bilgisayar donanımlı makinelerinin verimi ve kapasitesini aşacak ve daha ucuza mal olacak “Yeni Nesil Yazılım ve Donanım”la geliştirilmiş cihazlarla üretim gerçekleştirilecek; canlı emek gücü kullanımına ihtiyaç hızla azalacak ve belirli bir süre içinde ortadan kalkacak. Toplumsal gelişmenin tarihsel seyri bundan böyle, sınıflar sorunu, sınıf mücadelesi, devrim ve proletaryanın devrimci diktatörlüğü üzerine daha önce açıklanmış kuramsal düşünceleri anlamsızlaştıracak ve geçersizleştirecek bir farklılaşma gösterecektir!

Başlıca hareket sağlayıcı aracı düşük maliyetli, az yer kaplayan, az enerji harcayan, yüksek güvenilirlikli ve işlem hızının devasa büyüklükte olmasını sağlayan “işletim ve yazılım sistemleri”yle donatılmış robot makine-yapay zeka sistemi olacak olan bu “yeni üretim sistemi”nde, “cihaz”lar dünyanın herhangi diğer yer ya da bölgesindeki diğer cihazlarla bilgi ve veri alışverişi yapabilecek; her türlü diğer araçlarla entegre sensör ve işleticilerle donatılmış,”internet bağlantılı akıllı elektronik sistem” sayesinde, insan müdahalesine gereksinim duymaksızın “kendi kendilerini koordine ve optimize ederek üretim yapabilecek ‘akıllı fabrikalar’” mümkün olacak; meta üretim süresiyle enerji miktarında sağlanan tasarrufla maliyetler düşecek, üretim miktarı ve kalitesi yükselecek ve sağlanan bu yeni üretim sisteminde insanlar günümüzde olduğu türden çalışma zorunluluğu olmaksızın gereksinmelerini karşılayacak bir bolluk içinde olabileceklerdir! Öngörülen ve tarif edilen, “siber-fiziksel sistemler”in ve internet ağının evrensel ölçekli uyumlu birleştirilmesiyle “akıllı üretim”in kendini sürdürecek şekilde gerçekleştirilmesidir! Programlanmış yazılımlar aracıyla otomatik üretim ve “kendini organize eden dijital fabrikalar”; sensörler ve robotların etkin oldukları üretim süreci; “sistemlerin ve nesnelerin internet ağı ile birbirine bağlanması ve birbiriyle iletişim kurması”; insansız kendinden organizasyon; makine ve cihazların internet aracıyla birbirleriyle ilişki kurması-haberleşmesi sonucu, ürünlerin makinelerin bu “diyalogu” ve “işbirliği”nin ürünü olarak ortaya çıkması. Bu ilişki sayesinde, eksilen ürün parçaları ya da kaynaklar dolaysızca makine tarafından bildirilerek sipariş edilecek, malzeme sayım-dökümü ve üretim kontrolü makinelerce gerçekleştirilecek, otomasyona bağlanmış şekilde hazır haldeki ürünlerin dağıtımı da yine makineler aracıyla ve ağ sistemleri aracıyla müşterisine iletilmiş olacaktır. Bu varsayımda, birbirleriyle “küresel rekabet içindeki işletmeler” organizasyonu, üretim ve ürün naklini gerçekleştirecek akıllı robotlarla yönetim ve pazarlamayı yönetecek yapay zeka sistemleri birbirleriyle koordine edilmiş vaziyette çalışacak ve geriye bu işletmelerin mülkiyetini ellerinde bulunduran kapitalistlerle bu yazılım programları ve sistemlerinin evrensel ölçekteki bağlantılarını geliştirecek ve kuracak kalifiye işgücü (“yazılımcı ve uygulayıcı uzmanlar”dan oluşan ekipler) dışında emek gücü gerekli olmaktan çıkacaktır! Bu durumda çok az sayıdaki kalifiye insan gücü makineler ve ağ sistemleriyle bireysel müşteriler arasında bir tür “aracı işlev” yerine getirecek ve bu ilişki, evrensel ölçekte gerekli olacaktır!

Projenin kurgusal gücünü halihazırdaki otomasyon-internet ağı, sanal pazarlama vb. gibi gelişmiş teknik ve iletişim olanakları üzerinden kanıtlamaya çalışan bu görüş, mücadelesiz ve toplumsal devrimsiz bir yeni dünya tasavvuru için de, ucu açık bir tahayyül alanı açma iddiasındadır! Sanayide robot kullanımının artışı ve yapay zeka yazılım programlarını geliştirmede kaydedilen ilerlemeler bu iddianın başlıca dayanağıdır.

Gerçekleşmekte olduğu söylenen “Dördüncü sanayi devrimi”, insan unsurunun üretimdeki rolünü gereksizleştireceği; işçiyi makinenin esiri olmaktan çıkararak onun kendiliğinden otomatik işleyişi ve hatta giderek ürün dağıtımının da otomatik ve evrensel düzeyde gerçekleşebilir olması nedeniyle ‘yan gelip yatacağı’ ya da ne istiyorsa onu yapabileceği bir bolluk içinde yaşamasını sağlayacağı için, sömürüsüz bir topluma kendiliğinden geçilmiş olacak; üretici güçlerin canlı öğesi olarak işçi sınıfının toplumsal bir devrim için ayağa kalkmasının nedenleriyle birlikte üretici güçlerin-üretim ilişkileriyle çelişkiye düşmesi olasılık ve olanağı da ortadan kalkacak ve öyleyse toplumsal bir devrime de gerek kalmayacaktır! Oldukça güzel bir kurgu ve insanın, “aman bir an önce gerçekleşse de herkes sıkıntıdan kurtulsa” diyesi geliyor. Ama nasıl olacak ya da olabilecek mi?

Makalemizin başlangıç bölümünde sanayinin çeşitli dallarında, hizmetler alanında, tıpta ve iletişimde robot kullanımı ve yapay zeka yazılım programlarında kaydedilen gelişmelerden söz etmiş; robot kullanımıyla üretimde belirli kolaylıkların sağlandığını belirtmiş; bu gelişmelerin, insanların, varlıklarının toplumsal üretiminde geliştirdikleri üretim araçları ve üretici güçlerin tarihsel sürecinde; su ve buhar gücü kullanımından başlayarak bilim ve teknikteki ilerlemelerle birlikte kat ettikleri yolda elektronik-elektrik ve kimyasal keşiflerle karmaşık makineler sistemine ve makinelerin “kolektif çalışması”na dayanan fabrika üretimine vardıklarını; kapitalist üretimin emek gücü sömürüsüne dayanan karakteristik özelliğiyle bağlı yeni üretim teknikleri ve araçları arayışının devam ettiğini belirterek, bu yöndeki her ilerlemenin kapitalizmin tarihsel olarak sona ermesinin toplumsal maddi zeminini güçlendirici işlev gördüğüne işaret etmiştik.

Robotlar; makine, elektrik ve elektronik, bilgisayar mühendisliği gibi birden fazla mühendislik teknikleri dallarının ortak çalışmasıyla üretilen; bilgisayar yazılım programları aracılığıyla yönetilip yönlendirilen, işi kolaylaştırıp gereksiz güç kaybını önleyen, zamanın yararlı kullanımında büyük avantajlar sağlayan karmaşık makine kombinasyonlarıdırlar. Farklı amaçlarla ancak giderek daha çok alanda ve daha yaygın şekilde kullanılan robotların yapay zeka ile daha ileri düzeyde donatılması yönünde önemli adımlar atılıyor.[13] Bu yöndeki gelişmenin üretimde ve sınıf ilişkilerinde çeşitli değişikliklere yol açması kaçınılmazdır. Bu gelişme ve değişimin, teknolojist teorilerde varsayıldığı üzere insan emek gücü kullanımını ve öyleyse sınıfları, sınıf mücadelesini ve toplumsal devrim zorunluluğunu gereksizleştirecek bir evreye vardığı varsayıldığında, bu varsayımsal toplumu artık kapitalizm olarak nitelenemez. Kapitalist bir toplumda ise, kapitalistleri, robotlar tarafından ve insan emek gücüne gerek olmaksızın gerçekleştirilen üretim üzerinden sağlanan artıyı tüm topluma dağıtacak azınlık bir aptallar gurubu olarak tarif eden bu varsayımın kendisi saçmadır. Böylesi ütopik bir kapitalizm yoktur. Siemens, Bosch ya da diğer herhangi tekelci şirketlerin, insanın insanı sömürmediği bir toplum inşası için çalışmaları; işçi sınıfını ve tüm emekçi kesimleri isyansız, zorsuz, savaşsız bir şekilde yeni bir topluma götürme düşü ardında olmaları mümkün olmadığına göre, “4.0 Devrimi”yle gerekçelendirilen propagandayla hedeflenen olsa olsa, işçi sınıfını mücadeleden alıkoyarak ütopik hayallerle oyalanmasını sağlamak olur. Ancak, ne bu yönlü çabalar, ne de her teknolojik bilimsel gelişmeyi kapitalist toplumun “ebedi”liğinin göstergesi ilan ideologların, işçi sınıfı ve sosyalizm karşıtı “sınıf mücadelesiz sosyalizm” kurgusuna malzeme edinmeleri, kapitalizmi krizlerinden kurtaramayacağı gibi, işçi sınıfını, sömürüyü yok etme mücadelesine zorunlu kılan koşulları da yok etmeyecektir. “4. Sanayi Devrimi”yle oluşacağı söylenen yeni toplumsal koşullarda, burjuvazi sağlanan üretim artışı ve artıyı herkesin gereksindiği denli yararlanacağı şekilde bütün toplumun hizmetine sunacaktır, ki bu durumda kapitalist karakterinden “vazgeçmesi” gerekir ve bu imkansızdır ya da işinden ettiği ve yoksulluğun kucağına ittiği yığınların büyük gücü ve direnişiyle karşılaşmayı göze alacaktır. Tüm işlerin; üretim, taşıma ve dağıtımın makineler sistemince ve ağlar üzerinden gerçekleştirildiğinin varsayımsal durumunda, insanların çok azınlık bir kesiminin makine sahipliğiyle yönetimini ellerinde tutarak toplumun bütün öteki kesimlerini beslemeleri için neden olamayacağı gibi, özel sahipliğin varlığı ve sürdürülmesinin sağlayacağı bir “sulh” durumu da olmayacaktır. Kapitalistlerin robotları sömürerek sağlayacakları varsayılan artıyı yığınlara dağıtmaları için de bir neden yoktur.

Bilim ve teknikteki gelişmelerin, insan soyunun, gereksinmelerini daha az emek zamanında karşılaması için koşulları uygun hale getirmeye devam ettiği, bu yönlü gelişmelerin sömürüsüz yeni toplumun maddi toplumsal koşullarını olgunlaştırdığını; üretici güçlerin serbestçe gelişmesi için üretim araçlarının özel kapitalist mülkiyetinin sona ermesi zorunluluğunu giderek güçlenen şekilde tarihin gündemine getirdiği, bilimsel sosyalizm tarafından açıklığa kavuşturuldu. Sömüren ve sömürülenin olmadığı bir toplumda, insan emek gücüne gereksinimin kapitalizm koşullarında olduğu denli olmayacağı, birkaç saatlik gönüllü çalışmayla herkesin gereksinmelerinin karşılanacağı ve toplumsal tüm hizmetlerin yapılabilmesini de olanaklı kılan bir üretim düzeyi ve ürün bolluğunun mümkün olacağı yönündeki bilimsel Marksist görüşle alakası olmayan Endüstri 4.0 kapitalizmi tasavvuru ise, kapitalizm olmayan bir kapitalizmi tarif eder ki bu da mümkün değildir. Her işin robotlarca yapıldığı, üretimin “akıllı fabrikalar” ve dağıtım/dağılımın birbiriyle entegre evrensel ağ aracıyla gerçekleştirildiği bir üretim sistemi varsayımında, insan nüfusunun neredeyse tamamına yakını işsiz kalacağından ya çalışmadan yiyecek insanlar toplumunun bütün ihtiyaçları “iyiliksever robot-makine ve ağ sistemleri sahipleri” tarafından karşılanacak ya da büyük toplumsal ayaklanmalarla sistemlerinin darmadağın edilmesini göze alacaklardır. Her iki durumda da “4.0 Sanayi Devrimi” projesiyle bağlantılı olarak öngörülen; emek gücü sömürüsüne dayanmayan ve fakat kapitalist karakterini de muhafaza edecek olan toplum varsayımı ütopik olmaktan öteye gidemez.

MAKİNE KARŞITLIĞINDAN SERMAYE KARŞITLIĞINA

Kapitalist ile ücretli işçi arasındaki mücadelenin tarihi, sermayenin ortaya çıkışıyla başlar. Buna karşın, makinenin kapitalist kullanımı, işçilerin, kendilerini işsiz bırakan ya da ücretlerini düşürücü etkide bulunan bu ‘cihazlar’ı düşman görüp savaş açmasına yol açabildi.[14] İşçiler tepkilerini “makine kırıcılığı”yla (ludizm) ortaya koydular.[15] Kapitalizmin, dönemine göre en ileri düzeyde geliştiği İngiltere’de, yün eğirme ve dokuma tezgâhlarını kırmaya yönelen işçiler (1758), ağır şekilde cezalandırılmalarına karşın, makine kırıcılığı 1810’lu yıllara dek devam etti. İşçilerin makine kırıcılığı ve diğer türden eylemlerinin gelişmesi ve işçilerin sendikalarda birleşme yönündeki mücadelesi karşısında İngiltere’deki sendika yasağı kaldırılmak zorunda kalındı (1824). 1831’de Lyon’da başlayıp 1839’da en kitlesel başkaldırılara imza atan ve 1853-54’lere dek devam eden Chartist hareket sırasında da, özellikle ilk yıllarda makinelerden öç alma eylemlerine başvuruluyor; dokuma makineleri tahrip ediliyor, tarlalarla birlikte ahırlar ve tahıl ambarları yakılıyordu.[16]

Ancak süreç içinde, suçlu olanın makineler olmayıp kapitalist üretim biçimi ve onun tarafından biçimlendirilen ilişkiler sistemi olduğu kavrandığı ölçüde bu ilkel tepki yöntemler terk edildi. İngiltere başta, ve Fransa, İtalya, Almanya sonradan gelmek üzere Avrupa’da ve ABD’de çeşitli işçi örgütlerinde bir araya gelen işçiler “kendi” kapitalistlerine karşı mücadeleye giriştiler. Ekonomik-siyasal talepler etrafında ve çeşitli örgütlerde bir araya gelen işçiler, süreç içinde, asıl düşmanın makineler olmayıp makinenin kapitalist kullanımı olduğunu anlamaya ve mücadelenin hedefine sermayeyi koymaya başladılar. Bilim ve teknolojideki gelişmelerin üretimde kullanılmasının ve üretim araçlarının teknik gelişiminin değil, ama bu araçların sömürü aracı olarak kullanılmasının asıl problem olduğunun işçiler tarafından süreç içinde anlaşılması ölçüsünde, işçi sınıfı mücadelesi asıl hedefine yönelerek ilerleme kaydetti. Üretim araçlarının kullanım tarzıyla üretim ilişkilerinin bağı üzerine bilincin değişimiyle birlikte kapitalistlerle işçiler arasındaki sınıf mücadelesinde, yeni bir döneme girildi.[17] 1848 Avrupa devrimlerinde işçiler, zanaatçılarla birlikte en aktif kesimleri oluşturdular. Sınıf mücadelesinin 19. yüzyıldaki en üst biçimine, 18 Mart 1871 ayaklanması ve Paris Komünü’nün ilanıyla tanık olundu. Bu ilk proletarya iktidarı, sadece Fransa’da değil, Avrupa ülkelerinin neredeyse tümünde ve ABD’de yankısını buldu; işçi-emekçi hareketini etkiledi, gelişiminde cesaretlendirici oldu ve sonraki tüm zamanlarda bu tecrübe, işçi sınıfı mücadelesinin tarihsel bir kazanımı olarak yön gösterici işlev gördü.

MAKİNENİN İŞÇİLERİN SİLAHI OLMASI

Kapitalist gelişme, işçilerin giderek büyüyen kitleler halinde işyerleri ve fabrikalarda biraraya gelmesine yol açtıkça,   işçilerin birlikte hareketi ve mücadelesinin güç ve dayanakları daha da güçlendi. Bu gelişmenin “ulusal pazar“ sınırlarını aşarak uluslararası genişlemesi ve bir dünya pazarının oluşması, sermaye ve emek hareketinin evrensel ölçekte ortaya çıkmasını; bu da proletarya ve burjuvazinin uluslararası karşıt sınıflar olarak yine evrensel ölçekte mücadelenin tarafları olmalarına yol açtı.

İşçi sınıfının burjuvaziye karşı mücadelesi kuşkusuz düz bir çizgide ve hep ilerleyen bir hatta ilerleyemezdi. İşçilerin, işyerleri ve fabrikalardaki bir aradalıkları ve çalışma koşullarıyla bağlı ortak sorunları, onları ilkin bu sorunların çözümü için birleşmeye yöneltir. Mücadeleleri, “doğal olarak” ilkin çalışma koşulları, ücretler, işgünü gibi dolaysızca emek süreciyle bağlı olan talepler üzerinden gelişir. O, sermayeye karşı bu mücadele içinde “egitimden geçmek”sizin “kendisi için bir sınıf” haline gelemeyeceği gibi, mücadelesinin uluslararası sınıf dayanışmasını güçlendirecek doğrultuda gelişmesini de sağlayamaz. İşçilerin ulusal-etnik, bölgesel vb. gibi nedenlerle olduğu gibi, işbölümüyle de bağlı olarak bölünmelerinin yol açtığı zayıflıklar kapitalizm koşullarında bütünüyle ortadan kalkmasa da, bu mücadelenin sendikalar gibi işçi kitle örgütlerinde ve sınıfın siyasal partisi etrafında örgütlü hale gelmesi, ortak sınıf çıkarlarının daha güçlü savunulmasının yanı sıra, sömürü koşullarının ortadan kaldırılmasına doğru gelişip ilerlemesini mümkün kılar.

Makine, önceki bölümlerde etraflıca belirtildiği üzere, üretim verimliliği üzerinden artıdeğer üretimini ve kârı artırmanın bir aracı olarak kapitalistler yararına işleyen ve işçiye karşı bir rakip araçtır. Başka bir ifadeyle üretimin kapitalist tarzında, işçiyi, karmaşık aletler mekanizmasının otomatik hareketine bağlı bir “parça unsur” konumunda tutan ve hareketiyle uyumlu olmaya zorlayan bir üretim aracı ve üretici güçtür. İşçinin kendisi için gerekli emek zamanını kısaltmaya ve kapitalist için artı değer üretim zamanını artırmaya yarayan; asıl işlevi bu olan bir otomat cihazdır. Makineler, ilkel biçimlerinden, sürecin tamamının sadece mekanik değil elektriksel, kimyasal ve fiziksel devreler ve güçler tarafından da yönlendirildiği gelişmiş biçimlerine dek, insanın, aletlerin ve malzemelerinin özellikleri üzerine bilgisi ve onlara dair kavrayışıyla hem bağlı hem de onu geliştirici bir özellik gösterirler. Makinenin evrimi ve yetkinleştirilmesi olağan koşullarda, yani sömürü aracı olarak kullanılması bir yana bırakıldığında, insanın bilimsel-teknik ilerlemeler aracıyla doğa üzerinde etkide bulunması yönündeki gelişmesine hizmet eder. Bu gelişme ama, üretim araçlarının özel mülkiyette olmaları nedeniyle, ancak insan soyunun büyük çoğunluğunun, bu araçları mülkiyetlerinde tutan ya da mülk edinen küçük bir azınlık tarafından boyunduruk altına alınması ve sömürülmesine hizmet eder. Makineler çünkü bu koşullarda, üretimin toplumsal karakteriyle “uyumlu“ olarak üreticinin ve dolayısıyla da toplumun değil kapitalist azınlığın mülküdürler ve aynı nedenle de üretimin kapitalist tarzında, insan yaşamını kolaylaştırma araçları olarak değil (bu ev aletlerinin ve taşıma araçlarının sağladığı genel kolaylıkların reddini gerektirmez) sermaye birikiminin araçları olarak, nüfusun büyük çoğunluğu üzerinde baskı ve denetim aygıtları olma işlevi görürler. Makinelerin insanın daha rahat, daha az yıpranarak ve gereksinmelerini daha elverişli koşullarda karşılamasının araçları olarak yararlı hizmette bulunacak şekilde kullanılmaları için, toplumun kolektif mülkiyetinde olmaları ve sömürünün olmadığı bir toplumsal aşamaya ulaşmak; böylesi üretim tarzı ve toplumsal ilişkiler sistemini inşa etmek gerekir.

Genel olarak üretim araçları, özel olarak makineler, emek gücüyle ilişkileri dolayımında, proletaryanın burjuvaziye karşı mücadelesinde, onun bir silahı olma işlevine de sahiptirler. Otomasyon ne denli gelişirse gelişsin, kafa ve kol emeği ayrımından bağımsız olarak insan emek gücüne ihtiyacı ortadan kaldırmaz. Sayısal durumu değişkenlik gösterse de çalıştıkları fabrika ve işyerlerinde işçiler, makinelerin işleyişini kapitalistlere karşı mücadeleleri yönünde kullanacak olanakları ellerinde tutarlar. Grev-gösteri vb. gibi eylemlerinin örgütlenmesinde iletişim ve ulaşım alanında gerçekleştirilmiş olan gelişmelerden yararlanan işçiler, sermayeye karşı mücadelelerinde makinelerden daha etkili şekilde yararlanma olanağını da ellerinde tutarlar. Kapitalist üretim tarzı işçilere bu olanağı vermeye, onlar için bu olanağı yaratmaya mahkûmdur. Proletarya bu olanağı bilinçle değerlendirdiğinde, makineler, insanlığın gerçekten özgürleştiği yeni bir dünya ve toplumda, insanların sömürülmeksizin refah içinde ve mutlu yaşamaları için ihtiyaç duyulan üretim zenginliğinin araçları olarak kullanılır hale geleceklerdir.

 

[1] Marx, K. (1993) Kapital: Birinci Cilt, Çev: Alaattin Bilgi, Sol Yayınları, Ankara, sf. 390.

[2] Marx, Kapital: Birinci Cilt, sf. 395.

[3] Bilimsel teknik buluşların üretime uygulanmasında burjuvazinin kat ettiği yol, bilimsel gelişmelerin sermaye tarafından mülk edinilmesinin hikayesini de anlatır. Bilimin “kapitalist firmaya eklemlenmesi“nde Alman kapitalizminin özel rolüne işaret eden H. Bravermann, “Bilimle sanayi arasında bu ülkenin kapitalist sınıfı tarafından geliştirilen erken ortak-yaşam, on dokuzuncu yüzyıl dünya tarihinin en önemli olgularından birisi olarak ortaya çıktı, iki dünya savaşına yol açan yetenekleri besledi ve diğer kapitalist uluslara ancak birkaç on yıl sonra aynısını yapmaya zorlandıklarında taklit etmeyi öğrenecekleri bir örnek sundu. Bilimin Alman sanayinde oynadığı rol, Alman teorik biliminin gelişkin yapısıyla, Alman kapitalizminin ilk evrelerindeki zayıflığının ürünüydü” diye yazar. Bravermann, 1830-40’lı yıllar Almanyası’ndaki teknik yüksek okul sistemine işaret ederek 1870’li yıllarda Alman üniversitelerinde bilimsel alanda araştırma yapan bilim insanları yoğunluğuna ve Krupp’un -bugün Tyhsenn-Krupp- sanayi araştırma laboratuarlarının oynadığı role dikkat çeker. “Almanya’nın modern çağı karşılama biçimini Alman kimya sanayinin öyküsünün gösterdiğinden daha iyi gösteren bir öykü yoktur. İngiltere (Büyük Biritanya) ve Amerika Birleşik Devletleri’nde bilim insanlarının sanayide istihdamı daha geri düzeyde ve belirli sorunların çözümüyle bağlı olurken, onlardan farklı olarak, kapitalizmin tarihsel olarak daha geç geliştiği bir ülke olmasına karşın Almanya’da, kapitalistler, bilim-sanayi ilişkisini daha ileriden kurarak sanayi laboratuarları ve araştırma-geliştirmeye önem vermişler ve bilimsel-teknik çalışmayı daha örgütlü şekilde yürütülmesini kapitalist çıkarları için gerekli görmüşlerdir. Buna karşın, ABD’de sanayiye dönük araştırma laboratuarları aşağı-yukarı 1870’li yılların sonlarından itibaren ortaya çıkarlar. General Electric tarafından alternatif akım araçları geliştirilmesi için işe alınan Alman fizikçi C. P. Steinmetz’in girişimleri ve Thomas Edison’ın kurduğu laboratuarlar ilk örnekler arasında yer alırlar. Bu ilk sistematik bilimsel araştırma laboratuarlarının en önemlisi General Electric’e aittir. General Motors’un oluşturduğu araştırma şirketi bünyesinde birleştirilmiş araştırma faaliyetleri, sonraki yıllarda büyük bir ilerleme kaydeden teknik-bilimsel çalışmaların dayanağını oluştururlar. Bravermann, ABD’deki hızlı kapitalist gelişmeyle birlikte 1920’li yıllarda 300, 1940’lı yıllara gelindiğinde ise 2000 adet böylesine önemli şirket laboratuarı bulunduğunu yazar.” (Bravermann, H. (2008) Emek ve Tekelci Sermaye, Çeviren: Çiğdem Çidamlı, Kalkedon Yayınları, İstanbul, sf. 165-168)

[4] Braverman, Emek ve Tekelci Sermaye, sf. 153.

[5] Braverman, Emek ve Tekelci Sermaye, sf. 153-4.

[6] Sward’dan aktaran Braverman, Emek ve Tekelci Sermaye, sf. 155.

[7] Basit olarak bulaşık makinesi, çamaşır makinesi, fırın gibi “ev makineleri” ayarlanabilir bir süre çalışıp, durmaları istenen zamanda duracak şekilde programlanmaktadırlar. Uzaktan kumandayla ayarlanabilir ev aletleri uzun süredir kullanımda. Büyükçe ya da orta büyüklükteki bir taşıma şirketi, tır kamyonlarına yerleştirdiği bilgisayarlı radar sistemiyle taşıtın hangi saatte nerede bulunduğunu, ana güzergâhtan sapıp sapmadığını kontrol eder.

[8] En basit işkollarından biri olarak tekstil sektörü stilistler, modelistler, kesimciler, overlokçular, dikimciler, ütücüler şeklinde alt bölümlere ayrılır. İnşaatçılıkta proje hazırlanması aşaması (mimari ve mühendislik tasarımı) bir yana bırakıldığında, sıvacılık, boyama, ağaç ve demir doğrama, çatı kaplama, elektrik ve su borularının döşenmesi farklı kişiler tarafından yapılır ve bunları yapanlardan her birinin belirli az bir eğitim ya da pratik tecrübe ile diğerlerinin işlerini yapması zor değildir.

[9] Bu gelişmeler, emek gücü sömürüsünün olmadığı bir toplumsal sistemde, sağlanacak büyük toplumsal üretimin insanın çok yönlü gelişmesinin olanaklarını da muazzam ölçekte arttırıp genişleteceğine işaret ederler.

[10] Marx, Kapital: Birinci Cilt, sf. 497-8.

[11] Konu, makalemizin kapsamıyla bağlı olarak burada bir iki yönüyle ve kısaca ele alındı. Ancak, başkaca makalelerde irdelenmeyi gerektiren bir öneme sahip olduğunu da belirtilmeli.

[12] 2011 yılında Almanya-Hannover Fuarı’nda ilk kez gündeme getirilen, Ekim 2012`de Robert Bosch ve Henning Kagermann’ca oluşturulan “çalışma grubu” tarafından “4. Sanayi Devrimi” içerikli bir dosya Alman Hükümeti’ne sunuldu. 8 Nisan 2013’te yine Hannover Fuarı’nda, “Endüstri 4.0 Raporu” uygulanmaya hazır bir proje olarak sunuldu. (http://www.hurriyet.com.tr/teknoloji/endustri-4-0-nedir-ve-ne-anlama-gelmektedir-40806351)

[13] ASD‘de, “Akıllı Üretim Liderlik Koalisyonu” adıyla   sürdürülen çalışmalar, sanayi ve teknoloji şirketleri, üniversitelerin ilgili bölümleri, devlet kurumları işbirliği içinde yürütülmekte; Almanya’da Bosch’un “Endüstri 4.0” projesinin yanı sıra Siemens tekeli üretim ve yönetim, otomasyon teknolojisini geliştirme, iletişim ve kablosuz bilgi paylaşımı programı üzerinde çalışmaktadır. 2005 yılında “Alman Yapay Zeka Araştırma Merkezi (DFKI)” adıyla kurulan “akıllı fabrika”da, radyo dalgaları aracıyla iletilen bilgiler kullanılarak üretim bilgilerinin dijital birleştirilmesi yönünde çalışmalar yapılıyor. Siemens’in PLM yazılımı, şirketin NASA ile yaptığı işbirliği çerçevesinde uzay araçları yapımı ve Mars gibi gezegenlere yönelik araştırmalar için de kullanılıyor. Çin’de ve Japonya’da “işçisiz fabrikalar” projesi için çeşitli çalışmalar devam ediyor. 2018 yılında sanayide kullanılan robot ünitelerinin 2018’de 2,3 milyona çıkacağı belirtilmektedir. 2020 yılında 50 milyar cihazın birbiriyle iletişim halinde olacağı tahmin ediliyor. “Akıllı üretim sistemleri” çerçevesinde birbirleriyle iletişim halinde çalışacak otomatik akıllı cihaz sayısının 2020’de yaklaşık 50 milyar civarında olacağı tahmin ediliyor.

[14] Marx, Abbe Lancellotti tarafından yazılan bir kitaptaki bilgilere atıfla, Danzig’li Anthony Müller tarafından geliştirilen dokuma makinesinin kullanılmasına karşı ortaya çıkan tepkiler sonucu makine yapımcısının boğazlatıldığını, makinenin 1629’a kadar kullanılmadığını, tepkiler nedeniyle Almanya’da 1685 tarihli İmparatorluk kararıyla yasaklandığını ve bu durumun 1765’e dek devam ettiğini; Hollanda (1661) ve İngiltere’de su gücüyle çalışan yün kırpma makinesinin on binlerce işçi tarafından ateşe verilmesiyle birlikte Luddite hareketinin ortaya çıktığını belirtir. (Marx, Kapital: Birinci Cilt, sf. 440)

[15] “4. Sanayi Devrimi” olarak adlandırılan yeni bir üretim örgütlenmesi ve ortaya çıkaracağı yığınsal işsizliğin işçileri robotlara saldırmaya yöneltmesinden bir olasılık olarak belki de söz edilebilir. Ancak bu tarihsel açıdan geriye doğru atılmış bir adım olacaktır. İşçi sınıfı mücadelesinin makine kırıcılığını aşmasının üzerinden uzunca bir zaman geçti ve proletarya, mücadele deneyimiyle asıl hedefin ne olması gerektiğini daha doğru olarak görebilecek olanaklara günümüzde daha fazla sahiptir.

[16] İngiliz işçilerinin mücadelesi, 1838-39’da yayımlanan “Halkın Bildirgesi”nde (People’s Charter) yer alan talepler (bunlar başlıca olarak 21 yaşındaki erkeklerin oy hakkı, parlamentoda temsil ve parlamentonun her yıl toplanması vb. gibi taleplerden oluşuyordu) doğrultusundaki ayaklanmayla en kitlesel ve gelişkin düzeyine yükseldi. Bu mücadele 1852’e dek çeşitli biçimlerde devam etti.

[17] Bu bilinç ve bu gelişme, işçilerin şu ya da bu sektörde, patronlarına ve hükümetlere duydukları öfkeyle aletlere ve makinelere fiziki zarar verme tutumlarını tümüyle ortadan kaldırmamıştır.