Franz Dahlem[1]

Almancadan Çeviren: Rıza Sami

 

Yoldaşlar, bu kongrede problemleri ele alırken ve taktiğimizin ne olacağını belirlerken, her şeyden önce iki belirleyici olguyu ön planda tutmak zorundayız:

  1. İşçi sınıfının Almanya’daki yenilgisi ve iktidarın Hitler faşizmi tarafından ele geçirilmesi.
  2. Faşist tehlikenin geriletilmesi konusunda Fransa’daki kardeş partimizin Halk Cephesi ve Birleşik Cephe konusundaki başarıları.

Almanya’da yaşanan olaylar tüm dünyada ve özellikle de enternasyonal işçi hareketinde önemli değişikliklere yol açtı. Diğer ülkelerin işçileri faşizmin Almanya’daki zaferinden, işçi sınıfının kendi gücünü temel düşman olan faşizme karşı birleştirmek zorunda olduklarını ve bunun yanında Birleşik Cephe’nin yaratılmasının hayati önemde olduğunu öğrendiler.

Faşizmin Almanya’da neden zafer kazanabildiği sorusuna verilecek cevap, uluslararası işçi sınıfı için büyük önem taşıyor.

Dünya ekonomik krizi en fazla Almanya’ da etkisini gösterdi. Üretim eğrisi en fazla burada düşüş gösterdi. Şehir ve köylerde orta sınıfın yoksullaşma temposu neredeyse Amerikan çiftçilerinin yoksullaşma temposuyla kıyaslanabilecek düzeye gelmişti. Sanayi işçilerinin yarısı, yeniden iş bulma umutları kalmadan, yıllardır üretimin dışına düşmüş açlık çekiyordu. Yoldaş Pieck bu olguya en başından dikkat çekmiş ve çalışanların radikalleşme süreçlerini ve küçük burjuvazinin büyük bir kısmının politik mücadeleye yöneldiklerini göstermişti. Tam da bu süreçte bizler Almanya’da, kapitalist ülkeler içindeki en örgütlü işçi sınıfına ve en büyük komünist partisine sahiptik. Mevcut koşullar bize, daha önce XI. Plenum‘da[2] belirtildiği gibi, Almanya’da devrimci bir krizin önkoşullarının olgunlaşmaya başladığını söylememize imkan veriyordu. Tüm bu olgulara ve bizim doğru öngörülerimize rağmen, eğer işçi sınıfı değil de burjuvazi faşist bir diktatörlük kurma konusunda zafer kazandıysa, bunun tarihsel sorumluluğu Alman sosyal demokrasisine aittir.

Sosyal demokrasi Alman işçi sınıfını Dünya Savaşı’nda böldü ve bu bölünmüşlüğü 1918’ den sonra uyguladıkları “ekonomik barış” ve “koalisyon politikaları” ile daha da derinleştirdi. Alman işçi hareketinin saflarında iki ayrı politik çizgi karşı karşıya duruyordu. Sosyal demokrasinin ekonomik barış politikaları ve kitleleri kriz içinde olan kapitalizme karşı eylemlere katılmalarını engelleme konusunda yaptığı hatalar, işçi sınıfının gelişen mücadeleleri karşısında şehirli orta sınıfların ve çalışan köylülüğün yönlerini işçi sınıfına dönmelerini engelledi. Bu da faşistlerin küçük burjuva tabakaların içine girmelerini kolaylaştırdı.

Komünist Parti, bir birleşik cephenin kurulması için büyük çabalar sarf etmesine rağmen, birleşik cephe politikalarının hayata geçmesi konusunda yeterince yaratıcı olamadı, zira sosyal demokrat işçilerle daha yakın bir ilişki kuramadı. Ayrıca şu anda Fransız komünistlerinin başarıyla yaptıkları gibi, demokratik hak ve özgürlükler için mücadeleyi yeterince öne çıkaramadı. Çoğu zaman soyut bir şekilde “Tüm iktidar sovyetlere!” sloganını öne çıkardı. Parti, çalışmalarının ana gövdesini sendikalara ve proletaryanın kitle organizasyonlarındaki çalışmalara ayırmadı. Ve bundan dolayı işçi sınıfının belirleyici kesimlerini reformizmden kurtarmayı ve işçilerin çoğunluğunu kendi yanına çekmeyi başaramadı.

Yoldaşlar; bu hata, partinin tüm gücünü işçi sınıfının gerçek düşmanı olan ve tehlikeli bir şekilde büyüyen faşizme karşı yöneltmesi gereken bir dönemde, gücünün önemli bir kısmını sosyal demokrasiye karşı mücadelede yoğunlaştırması nedeniyle daha da büyümüştür. Ama bizler aynı zamanda sosyal demokrat işçilere çok açık olarak; SPD liderliğinin burjuvaziyle gerçekleştirdiği iş birliği, komünistlerin takibatı, grev kırıcılığı, işçi eylemlerine silahlı müdahale politikalarının doğrudan faşizme yaradığını, faşizme iktidar yolunu açtığını söylüyoruz. Ve Komünist Parti’nin kongreden[3] sonraki yılar içerisinde yürüttüğü “sınıfa karşı sınıf” politikası sonucu elde edilen, kendini, artan oy oranları ve partinin daha da büyümesi şeklinde gösteren başarıları, çalışanların büyük bir kesiminin, sürekli olarak, politikamızın temel çizgisinin doğru olduğunu anladıklarını ve kendi deneyimlerinden yola çıkarak onayladıklarını gösteriyor.

1. Dünya Kongresi’nden sonra “sınıfa karşı sınıf” sloganını hangi koşullarda hayata geçirdik? Görünüşte reformizm bir yükseliş yaşıyordu. Hilferding[4] bu dönemde sosyalizme barışçıl geçiş sözünü ön plana çıkardı. Hilferding “organize edilmiş kapitalizm” teorisini ortaya atarak, ekonominin bilinçli düzenlemeler ve planlamalarla büyüyeceğini, kapitalist anarşinin ortadan kalkacağını ve krizlerin, en azından onun yan etkilerinin işçi sınıfına yansımalarının azalacağını düşünüyordu.

Bu “teori”nin pratikteki etkisi, sosyal demokrat liderlerin ekonomik mücadelenin reddedilmesi, devlet ve resmi makamlarla ilişkilerin güçlendirilmesi, burjuvazi ile ittifakın güçlendirilmesi doğrultusundaki politikaları üzerinde gösteriyordu.

Yoldaş Pieck bize detaylı olarak, eğer işçilerin günlük çıkar mücadelelerinde öndersiz kalmalarını önlemek istiyorsak, işletmelerde içine örgütsüz işçilerin de alındığı bağımsız ve birleşik bir mücadele yönetiminin yaratılmasının bu süreçte bizim için ne kadar acil olduğunu gösterdi. Bizim bağımsız mücadele yönetimleri politikamıza parti içerisinden gösterilen oportünist direnç Brandler ve arabulucular gruplarının tasfiyesiyle çözülmüştür. Burada Pieck yoldaşın KPD’nin oportünizme karşı mücadelesi konusunda söylediklerini tekrarlamak istemiyorum.

Bizler örgütlü ve örgütsüz işçiler arasındaki bölünmüşlüğü gidermeye çalıştık. İşçilerin kendi kaderlerini kendilerinin belirlemelerini, resmi uzlaştırma komisyonlarının dayatmalarına karşı duruşlarını sürekli destekledik. KPD’nin, 1928 Ruhr bölgesi döküm işçilerinin mücadelesi, 1930 Berlin metal işçileri grevi, 1931 Ruhr maden işçileri grevi ve diğer birçok mücadelede gösterdiği başarıları bu politikalara bağlayabiliriz. Bununla birlikte, sendikalar içindeki çalışmalara gereken önemi vermediğimizden dolayı bu başarıları daha ileri götüremedik. Reformist liderlerin, onların koalisyon ve ekonomik barış politikalarını sekteye uğratan bizim bu başarılarımıza cevabı, ekonomik mücadelede işçilerin haklarını savunan temsilcileri kitlesel olarak üyelikten atmak oldu. Bunun üzerine bizler daha da yoğunlaşmış bir devrimci sendikal muhalefete geçmek zorunda kaldık. Bununla birlikte yoldaşımız Thälmann tekrar ve sürekli olarak reformist kitle örgütlerinde çalışmanın önemini vurguladı. Thälmann bu tür çalışmaların, doğru bir komünist kitle çalışmasının başlangıç noktası olması gerektiğine vurgu yaptı. Bizler “bağımsız sendikalara girin” sloganını ileri sürerek, komünistlerin sendikalardaki çalışmalara zaten pek de eğilimli olmadıkları bir durumda, yeni bir durumla karşı karşıya kalarak, Devrimci Sendikal Muhalefet’in (DSM) sendikaların yerine geçmeye başladıklarını ve reformist sendikalarda çalışmaya olan ilginin daha da azaldığını göremedik.

Leninist bir ilke olan, sendikalarda devrimci çalışma yapma gerekliliği ilkesi partiye yeterince hakim olamadı.

Partimizin, Hitler’in iktidarı ele alıncaya kadarki yıllar boyunca elde ettiği büyük başarılar: Partinin 360 bin üyeye kadar büyütülmesi, sempatizan kitle örgütlerinin yaratılması ve buralarda yaklaşık 1 milyon işçiye ulaşılması, yaklaşık 6 Milyon seçmenin bizim listelerimizde birleştiği büyük seçim başarıları, işçi mahallelerinde faşist saldırılara karşı yapılan savunmada gösterdiğimiz başarılar; tüm bu başarılar yine de kaynağı reformist sendikalardaki çalışmaları ihmal etmemiz sonucu sendikalarda örgütlü olan işçi sınıfının belirleyici kesimini kazanamamış olmamızda yatan zaafımızı dengelemiyor.

Oysa yüz yüze olduğumuz bu koşullarda, işverenlerin işletmeleri kriz zamanında ilk önce komünist işçilerden temizlediği ve partimizin işletmelerde daha az tutunabildiği bu ortamda, ağırlığı işletmelerde olan bu örgütlü işçileri etkilemek için reformist sendikalarda çalışmanın aciliyeti artıyordu.

Bizlerin bağımsız sendikalı kitleler içinde yeterince tutunamamış olmamızın bir sonucu da bu devrimci işsizler hareketinin çoğunlukla örgütsüz işçilerden oluşması olgusu idi. Bu işsizlerin büyük bir kesimi, durumlarının umutsuz olmasından dolayı nasyonal sosyalistlerin vaatlerinden kolayca etkilenebiliyorlardı.

Yoldaşlar, Almanya’ da yaşanan bu örnek bize acil olarak şu olguyu gösteriyor: Faşist tehlikeye başarıyla karşı koymanın tek yolu, mücadeleyi işletmeler ve kitle örgütlerinde yoğunlaştırmamızdan geçmektedir.

Sosyal demokrasi ile olan tartışmalar 1929 1 Mayıs’ında Berlin’ de 33[5] işçinin sosyal demokrat emniyet müdürü Zörgiebel’in emriyle öldürülmesinden sonra daha da şiddetlendi. Benzer davranışlar SPD yöneticileri tarafından Almanya’nın birçok yerinde tekrarlandı. 1932 Temmuz’unda Altona’nın sosyal demokrat emniyet müdürünün, işçilerin karşı çıkmasına rağmen faşistlerin yürüyüşünü desteklediğini, büyük bir katliam için kışkırttığını ve aralarında August Lütgers’in de bulunduğu en ileri yoldaşlarımızdan bir kısmını faşist cellatların eline verdiğini hatırlatmak istiyorum.

Sosyal demokrat yöneticilerin bir kısmının bu politikalara göz yummaları bir birleşik cephenin kurulmasını zorlaştırıyor ve partimiz içindeki, sosyal demokrat yöneticilerle sosyal demokrat kitleleri aynı kefeye koyma eğilimlerini güçlendiriyordu. Bu durum en uç durumlarda, geniş kesimlere “Küçük Zörgiebel” yakıştırmasını yapmayı öngören teoride ifadesini buluyordu.

Almanya’nın 1928/1929 yıllarında içinde bulunduğu durum, sosyal demokrat yöneticilere birleşik cephe önerilerinin götürülmesini gündeme getirmiyordu. Ama bizler bu zaman zarfında aşağıdan yukarıya doğru, yani alt örgütlenmelerde de bir birleşik cephe kurma faaliyetlerini ihmal ettik. Ancak faşizm tehlikesi yoğunlaştıktan sonra sosyal demokrat ve sendikal önderliklere birleşik cephe önerimizi defalarca ilettik. Ancak 1932 Nisan’ında faşizme karşı mücadele etmek isteyen her türden örgütle birlikte mücadele etmeye hazır olduğumuzu açıkladık. 20 Temmuz 1932’de Severing hükümeti, bir teğmen ve sekiz kişi karşısında kapitülasyon açıklamasında bulunduğunda[6], bizler reformist önderliklere genel greve çıkılması için ortak çağrıda bulunmayı teklif ettik. Yerel ve bölgesel SPD yönetimlerine birleşik cephe kurulması önerileriyle gittik. Bizler parlamentolarda yapılacak olan başkanlık seçimlerinde herhangi bir Nazinin başkanlığa seçilmeyeceği güvencesi verilmesi durumunda, oylarımızı sosyal demokrat ve Merkez Partisi’nin adaylarına verebileceğimizi açıkladık. Benzer önerileri Berlin, Hamburg ve diğer şehir parlamentolarında da yaptık. Ama bizim tüm bu önerilerimiz, sosyal demokrat kitlelerin çoğunluğunun böylesi bir politik yönelime karşı çıkmamalarına rağmen, sosyal demokrat yöneticiler tarafından reddedildi. Bizim sosyal demokrat işçilerle politik olarak doğru bir ilişki içinde olmamamız, onların böylesi bir tavır almalarını kolaylaştırdı. Sosyal demokrat politikalara bağlı olarak, sosyal demokrat işçiler arasında sonucu faşizm tehlikesi oldukça küçümseniyordu. Onların saflarında, Severing’in elindeki Prusya devlet aygıtının, faşizmin önünde sağlam bir baraj oluşturduğuna, sendikaların, Eiserne Front ve Reichsbanner gibi sivil inisiyatiflerin herhangi bir tehlike anında, Alman işçilerinin 1920’de Kapp Darbesi’nde yaptıkları gibi, faşizmi geri püskürteceklerine dair hayalci bir yaklaşım hakimdi.

Faşizmi küçümseme eğilimleri partimiz içinde de oldukça güçlüydü. Yoldaş Neumann Nazilere karşı şu sloganı ortaya atmıştı: “Faşistleri gördüğünüz yerde eziniz!” Yoldaş Thälmann’ın girişimiyle bu sekter tutum tasfiye edildi ve Nazilerle basın ve toplantılar yoluyla ideolojik tartışmalara girişildi. Yoldaş Neumann daha 1931 yılında KEYK’nin XI. plenumunda Almanya’daki faşizm tehlikesinin tamamen geriletildiği anlayışını savunuyordu. Böylesi bir küçümseyici anlayış, oysa aslında mevcut olan faşizm tehlikesini, sosyal demokrat işçilerle verilecek ortak bir mücadelede birleşik cephenin kurulması için bir kaldıraç olarak kullanmamızı engelledi.

Partimiz, milliyetçilerin demagojilerine karşı “Alman Halkının Sosyal ve Ulusal Kurtuluşu Programı”nı açıkladı. Bu programla aynı zamanda küçük burjuvaziye ulaşmamızın yolunu açmak da hedefleniyordu. Ama bu partimizin temel politikasını oluşturmuyordu. Ulusal soruna gereken önemin verilmemesi sonucu –bilindiği gibi faşistlerin dayatmasıyla gerçekleştirilen 1929 halk oylamasına katılmamıştık[7]– faşistler, kitlelerin kapitalist rejimin sonuçlarına gösterdiği öfkeyi, Versay Anlaşması’nın baskıcı sonuçlarına ve Weimar Cumhuriyeti’nin batılı güçler karşısındaki zayıf ve teslimiyetçi politikalarına yönlendirebildiler.

Özellikle Alman gençleri, bu milliyetçi demagojinin kurbanı oldular. Burada özeleştiri yaparak şunları söylemek zorundayız: Partimiz emekçi gençlik içerisindeki çalışmaları ihmal edince, gençlik birliğimizin kısmen öncü ve sekter anlayışa sahip bir gençlik partisine dönüşmesine imkân tanındı. Ayrıca gençlik örgütü liderlerinin geçici olarak Neumannn ve Kurt Müller yoldaşlar tarafından parti çizgisine ve yönetimine karşı konumlandırıldı. Bunun sonucunda faşizmin işçi gençliğin saflarında etkili olmasını engelleyemedik.

Aynı eksiklikler, köylü ve orta katmanlara yönelik çalışmalarımızda da görüldü. Her ne kadar çiftçilere yardım öngören iyi bir programımız olsa da kırsal kesimdeki çalışmalarımızda köylülerin fiyat, sürüm, vergi, gümrük vb. gündelik sorunları gündemimizin üst sıralarında yer almıyordu ve biz köylülerin örgütlerinde çalışmıyorduk. Bazı olumlu yaklaşımlara, bir dizi yerel ve bölgesel köylü eylemlerinin bizim önderliğimizde yapılmış olmasına rağmen, yine de Nazilerin, sınırsız milliyetçi ve sosyal demagojileriyle şehirlerdeki ve kırsal kesimdeki orta sınıfları etkilemesini önleyemedik. Bu da Hitler diktatörlüğünün elde ettiği zaferde belirleyici olmuştur.

Diğer seksiyonlardaki yoldaşlar bizim bu deneyimlerimizi dikkate almalı: Faşizmin önünü kesmek, onu mücadeleyle geri püskürtmek ve alt etmek, ancak bir birleşik mücadele cephesi ile mümkündür.

Birleşik cephe taktiğimizdeki ve kitle çalışmalarımızdaki eksiklikler, partimizin işçi sınıfının çoğunluğunu reformist etkilerden kurtaramamasından kaynaklanmıştır. Ve biz Alman komünistleri olarak özeleştirel bir yaklaşımla bu konudaki sorumluluğumuzu üstleniyoruz.

Yoldaşlar Alman komünistleri, genç komünistleri, Kızıl Cephe savaşçıları, faşizmi iktidardan uzak tutmak için kahramanca ve fedakârca mücadele etmişlerdir. Ocak 1933 öncesindeki son altı ay boyunca, antifaşistlerin Nazi çetelerinin karşısında durmadıkları bir tek gün geçmemiştir. Birçok kentte, işçi mahalle ve sokaklarını, sendikaları ve halk evlerini savunmak için birleşik cepheler kuruldu. Faşistler Braunschweig’ta işçi mahallelerine saldırınca, işletmeler kitlesel politik grevlere çıkıldı. Yerel düzeyde genel grevler yapıldı. Birçok şehirde dev gösteriler ve silahlı çatışmalar yaşandı. Papen hükümeti işçilerin ücretlerine genel bir saldırı yapmak istediğinde, Partimiz sendikaların ve sosyal demokrasinin karşı çıkmasına rağmen direnişi örgütledi. Bu süreçte, Berlin ulaşım işçilerinin büyük grevinin de yer aldığı 900 grev ve kısmi grev örgütlendi. Berlin halkının tamamını kendi saflarına çeken bu grev, birlikte ve kararlı bir şekilde yüründüğünde küçük burjuvazinin işçilerin yanında yer aldığını gösteren tipik bir örnekti. Berlin Ulaştırma İşletmeleri’ndeki bu grev, Papen hükümetinin düşmesiyle sonuçlandı.[8] Partimizin önderliğindeki devrimci güçler bu dönemde, faşist gelişmelere karşı giriştiği mücadeledeki zaaflarını ve uğradıkları hız kaybını gidermeye başladı ve yükselen faşist dalgayı kıracak ve geriletecek oranda güç kazanma yolunda önemli bir mesafe kaydetti. Nazilerin saflarında ayrışmalar görünmeye başlamıştı. Temmuz 1932’de 13 milyon 700 bin oy alan Nazilerin oy sayısı, Kasım 1932‘deki seçimlerde 11 milyon 700 bine düştü. Buna karşılık komünistler oylarını 5 milyon 300 binden 6 milyona çıkarmışlardı.

Bir genel grevin önkoşulu olan birleşik cephenin oluşturulmasıyla, faşizmin yolu kesilebilir ve Almanya’da durum bir bütün olarak bambaşka gelişebilirdi. Ama SPD ve ADGB’nin yöneticileri örgütlerine komünistlerle birleşik cephe kurulmasını yasakladılar. BVG grevinde grev kırıcılığı çağrısı yaptılar. Onlar, işçileri yatıştırmak ve aldatmak için, General Schleicher Geçiş Hükümeti’nin[9] sözde sosyalist önlemlerinin yardımıyla burjuvazinin manevralarına destek verdiler. İşçilerin faşistlere karşı mücadelesini son ana kadar sabote ettiler. Kendi üyelerini, Berlinli işçilerin 22 Ocak’ ta Karl Liebknecht’in adını taşıyan parti genel merkezinin önünden başlayacak olan büyük yürüyüşünü boykot etmeye çağırdılar. Bunların sonucunda Alman burjuvazisinin 30 Ocak akşamı sosyal demokrat yöneticilerin göz yummasıyla iktidarı faşist Hitler’e vermesi mümkün oldu.

Yoldaşlar, KPD’nin SPD ve ADGB’ ye genel grevin birlikte yapılması önerisi reddedildi. Sosyal demokrat önderlik, İmparatorluk Ordusu’nun Hitler’e karşı bir darbe yapacağı umudunu taşıyordu ve ordu yönetimini Hitler’in saflarına itebileceği kaygısıyla bir genel greve karşı çıkıyordu. İmparatorluk Ordusu ile birlikte yürüme anlayışı, sosyal demokrat yöneticilerin bugüne kadar politikalarını belirlemeye devam etmiştir. Halen reformist liderlerin etkisi altında bulunan Alman işçi sınıfının çoğunluğu, pasif bir bekle-gör politikasını izliyordu ve kendilerini 5 Mayıs’ta yapılacak olan Reichstag seçimlerinde kullanacakları oylarla aldatıyorlardı. Partimiz kitlesel bir direniş örgütlemek için tüm güçleri harekete geçirdi. Yoldaşlar, ama sosyal demokrat ve sendikalı kitlelerin belirleyici kesimleri bizimle olmadığı için KPD yalnız başına tüm devlet gücüne karşı etkili bir mücadele yürütemezdi. Sosyal demokrasinin sınıf işbirlikçi tutumu ve bunun işçi sınıfında yol açtığı bölünme sonucunda faşizm Almanya’da zafer kazandı.

Hitler’in iktidarı almasından sonra bile Alman işçi sınıfında iki ayrı siyasi çizgi vardı: Komünist partinin temsil ettiği devrimci sınıf mücadelesi çizgisi ve burjuvaziyle iş birliğini temel alan reformist çizgi.

Almanya örneği tüm uluslararası işçi sınıfının çıkardığı dersi bir kez daha vurguladı: Reformizm nihayetinde karşı devrimin saflarına, yani işçi sınıfının en azılı düşmanlarının saflarına götürür.

Faşist diktatörlüğün en başından itibaren Komünist Parti’nin payına düşen faşist çetelerin terörü oldu.

Komünist Parti’ye ilk anda parlamento yangını provaksyonu ile yönelindi. Ve bundan sonra gelişen mücadele sürecinde birçok kurban verildi. Bu koşullarda partiyi illegaliteye çektik ve en büyük illegal kitle örgütünü yarattık. Bu koşullar altında parti birimlerimiz olağanüstü büyük inisiyatifler geliştirerek, politik gelişmeler karşısında kendi kendilerine bağımsız tavır aldılar ve ciddi bir direniş sergilediler. Üyelerimiz büyük şehirlerin işçi mahallelerini illegal yayınlara boğdular ve her komünistin toplama kampı, hapis ve ölüm tehdidi altında bulunduğu en ağır terör koşulları altında dahi, yoldaşlarımız işletmelerde kızıl işçi konseylerinin oluşması için mücadele ettiler.

Yoldaşlar, Almanya’da devrimci sınıf mücadelesinin bayrağını dalgalandıran ve işçi sınıfının onurunu koruyan yalnızca Komünist Parti oldu. İşçi örgütlerinin tek tipleştirilmesine getirilmesine ve işçi mülklerine el konulmasına karşı, işçi sınıfının kısmi mücadelesine yalnızca Komünist Parti önderlik ediyordu. Komünist Parti işçilerin hakları için, onların kendi kaderlerini tayin hakkı için ve faşist komiserlere karşı mücadele ediyordu. Reformist sendika yöneticileri kendiliğinden sendikaları teslim ettikleri zaman parti sendikaların savunulması sloganını ortaya attı.

Almanya’da işçi hareketindeki durgunluğun geçici olması ve yavaş da olsa ve birçok defa yediği darbelerle sekteye uğrasa da Alman işçi sınıfının mücadele azminin tekrar yükselmesi ve bu mücadelelerin kendini işletme içi mücadeleler ve kısmi eylemler biçiminde ortaya koyarak tekrar başlaması, sadece ve de sadece Hitler diktatörlüğünün ilk aylarında parti birimlerimizin takındığı korkusuz ve cesur tavırların sonucudur.

Partimizin illegalitenin en ağır koşulları altında dahi böylesine kahramanca bir tavır sergileyebilmesinin sebebi, onun başında yıllar boyu Ernst Thälmann gibi bir bolşevikin bulunmasıdır. Bu tribünlerden Alman devrimci proletaryasının önderi olarak selamladığımız Ernst Thälmann, yaşamı boyunca işçi sınıfıyla en sıkı bağları kurmuş ve bir bütün olarak partiyi, bizim için büyük bir örnek teşkil eden Sovyetler Birliği Komünist Partisi ve büyük liderimiz Stalin’in ruhuyla yetiştirmiştir.

Böylesi büyük işleri başarabilmemizin nedeni parti kadrolarımızın, fedakârlık ve sadakatlarının, binlerce olayda ölümle sınanmış devrimciler tarafından yetiştirilmesinden dolayı mümkün olmuştur. Hiçbir kapitalist ülkenin işçi mücadeleleri tarihinde, faşist diktatörlük altındaki Almanya’ da görülen kitlesel kahramanlıklar meydana gelmemiştir.

İllegal komünist partimizin örgütleyicisi, unutulmaz Jonny Schehr Alman işçi sınıfının bağrından koparılarak faşist piyonlar tarafından katledildi. Merkez Komite üyemiz Franz Stenzer yaşamının son anına kadar komünist düşünceyi savundu. August Lütgens, Rudi Schwarz, Steınfuhrt yoldaşlar ve onlarla birlikte suikaste ya da legal cinayetlere kurban giden 3 bin kişi Alman işçi sınıfının davası için mücadele etti.

Komünist partisinin bu kahramanca mücadelesinin karşısında ise sosyal demokrat liderlerin faşizm karşısındaki utanç verici teslimiyet politikaları duruyordu. Binlerce sosyal demokrat yöneticinin hapishanelerde olduğu koşullarda dahi, reformist sendika yöneticileri Leipart ve Graßmann faşist işyeri hücre örgütlerinin liderlerine giderek, onlarla bağımsız sendika örgütlerinin devri konusunda anlaşma yapmaya kalktılar. Onlar gönüllü olarak, sendikaların devlete bağlanmasını savundular. Kendi istekleri ile 1 Mayıs 1933’ te[10] gamalı haç bayraklarını sendika binalarına astılar.

ADGB yöneticilerinden farklı davranmayan sosyal demokratların Genel Yönetim Kurulu da politikalarını faşistlerle uyumlu hale getirme arayışlarına girdiler. Sosyal demokratlar, hükümetin faşist dış politikasına 17 Mayıs’ta mecliste gönüllü olarak onay vermiş ve onların icra memurları gibi, gönüllü bir şekilde yurtdışına giden sosyal demokrat liderler, faşist rejim için burjuvazi ve devletlerden destek bulmaya çalışmışlardır. Alman komünistlerinin böylesi kahramanlıkları gösterebilmesinin nedeni; Alman işçi sınıfının önünde, Sovyetler Birliği’ndeki büyük inşa örneğinin olması ve dünya komünist hareketinin başında Georgi Dimitrov gibi büyük bir kahramanın bulunmasıdır. Alman işçi sınıfı ondan gururla “Bizim Dimitrov” diye bahsetmektedir. O, darağacına giderken “mutlaka kazanacağız” diye haykıran Fiete Schulze gibi Alman işçi sınıfının kahramanlarına örnek olmuştur.

Yoldaş Dimitrov, biz Alman komünistleri olarak senin, Göring ve Göbbels’in karşısında durarak onları dünyanın gözleri önünde kapitalizmin tetikçisi ve uşağı olarak damgalaman konusundaki destansı cesaretini ve büyük kahramanlığını selamlıyoruz. Alman işçi sınıfının depresyondan çıkmasında senin yardımların belirleyici oldu. Yüz binlerce sosyal demokrat ve küçük burjuvayı etkileyen sendin. Yoldaş Dimitrov, bütün ülkelerde birleşik cephelerin kurulması ve güçlenmeye başlamasında senin tavrın belirleyici olmuştur. İnsanlığın kültürlü ve ileri kesimlerinin faşist savaş çığırtkanları karşısında birleşmelerini ve tüm dünyada işçi sınıfı ve orta kesimlerde, Almanya’daki devrimci savaşçılara karşı geniş bir sempati dalgasının oluşmasını senin bu cesur tavrına borçluyuz. “Bir Dimitrov olabilmek”; bu, tüm dünyada devrimci proletaryanın bahşettiği en büyük onursal unvandır.

Yoldaşlar, partimizin kesintisiz mücadelesi ve işyerlerinde sosyal demokrat işçilerin bazı kesimlerinde yavaş yavaş yükselen direniş talepleri, Alman faşistlerinin işçi sınıfının kendilerine duyduğu nefreti aşma yönündeki çabalarını boşa çıkarmıştır. Bu çabaları arasında; bağımsız sendikaları teslim almak ve sonra bunları kapatmak, işçi ve işverenleri kapsayacak en büyük kitle örgütünü oluşturmak için faşist işçi cephesini yaratmak, “mutluluk yoluyla güç” adında bir faşist propaganda merkezini kurmak, her türlü toplu iş sözleşmesini ortadan kaldıran, her türlü grevi cezaevi ile tehdit eden ve işvereni iş yerinde bir diktatör haline getiren faşist bir İş Yasası’nı[11] çıkarmak gibi önlemler vardı. Tüm bunlar işçi sınıfını sınıf mücadelesinden koparmaya yetmedi. İllegal basınımız ve illegal örgütlerimiz aracılığıyla büyük çaba sarf ederek, işçi sınıfının elini faşizme karşı güçlendirdik. 1934 yılında[12] yapılan faşist işyeri sendika temsilcilikleri seçimlerindeki sloganımız, işletmelerdeki işçilerin çoğunluğu tarafından benimsendi.

Faşistler bir yıldan daha uzun bir süre boyunca yasalarını uygulamaya cesaret edemediler ve ücretleri öngörülen tempoda düşüremediler. Onlar kendi işyeri hücre örgütlerini yeniden yapılandırmak zorunda kaldılar. Kendilerine ait olan “İşçi Cephesi’”nin örgüt yapısında da birkaç kez değişiklik yapmak zorunda kaldılar, zira buralarda muhalefet oluşmuştu. Bizim sloganlarımız çerçevesinde ücret kısıtlamalarına karşı yüzlerce direniş hareketi gerçekleştirildi. Ve hatta proletaryanın kapitalizme ve sömürü ilişkilerine karşı olan proletaryanın sınıf mücadeleci ruhu “ikinci devrim” talepleri biçiminde, faşist bir savunma yapısı olan SA’ların saflarında bile taraftar bulmuştu. Küçük burjuvalarda ortaya çıkan bu hayal kırıklığı sürecine, Goebbels’in sözde oyunbozanlara karşı başlattığı kampanya ile Papen’in Magdeburg’da yaptığı ve burjuva kampında yaşanan açık çelişkileri ortaya koyan konuşmasıyla cevap vermeye kalktılar.

Yoldaşlar, 1934 yılı Şubat ayında Avusturya ve Fransa’da[13] Ekim ayında da İspanya’da[14] yaşanan olaylar Alman işçi sınıfını birleşmeye, birleşik cephe kurmaya ve faşizme karşı mücadeleye daha fazla teşvik etti. Aynı zamanda bu olaylar sosyal demokratların geniş bir kesiminde, burjuva demokrasisi ve proletarya diktatörlüğü konusundaki görüşlerinde değişikliğe neden oldu.

Tüm dünya işçi ve emekçilerin, bize ve Almanya’da mücadele edenlere gösterdikleri büyük dayanışma örneklerini büyük bir şükranla anıyoruz.

Bu süreçte sık sık, partinin üst kademelerine kadar ulaşan bir kendiliğindencilik tutumunun oluştuğunu ve bunun sonucunda gelişmelerin gerisinde kalındığını, güçlü bir hizipçiliğin oluştuğunu, gelişmelerin ve sloganlarımızın değerlendirilmesinde abartıya kaçıldığını gördük.

Bu olaylar temelinde ve kitlelerin ruh halinde meydana gelen değişimlerle birlikte, Alman sosyal demokrasisinde de değişimler meydana geldi. Alman sosyal demokrasisinin Hitler tarafından yasaklanmasından[15] sonra, SPD bir yıl boyunca örgütsel olarak yok edildi ve geriye kalan parti örgütlerinin aralarındaki bağlar yok denecek düzeye indi. Bu süreçte SPD’nin Prag Parti Yönetimi işçi çevrelerine “bekleme” ve “hiçbir şey yapmama”, “gericilik dönemini atlatma” ideolojilerini benimsetmeye çalışıyordu. İleri sosyal demokrat yöneticilerin ve işçilerin bir kesimi bu arada komünistlerle çalışmaya başlamışlardı ve sonradan Komünist Parti’ye katıldılar. Bizler bir düzine işyeri hücresini ve hatta kısmen de bazı bölge gruplarını sosyal demokrat işçilerin yardımıyla ya tekrar kurduk ya da yeni oluşturduk.

Sosyal demokrat işçi kitleleri giderek daha kararlı bir şekilde Prag Yönetimi’ne ve reformizme karşı tavır alıyorlardı. Sürekli sayıları artan ve birçok sorun konusunda bizimle aynı düşünen, faşizmden nefret eden, ama kendisini henüz Komünist Parti’ye katılmaya hazır hissetmeyen sosyal demokrat işçi grupları oluşuyordu. Bunların bir kısmı halen daha, gelecek bir askeri diktatörlüğün işçi sınıfına daha fazla hareket özgürlüğü sağlayacağı hayalini taşıyordu.

Parti yönetimimizin bu süreçte yaptığı hata ise, sosyal demokrat kampta meydana gelen bu değişimleri zamanında görememiş olması ve diğer yandan sosyal demokrasinin tamamen bittiğini ve reformist ideolojinin zaten aşıldığını ileri süren yaklaşımlara izin vermesi idi. Parti yeni koşulları dikkate almak yerine, birleşik cephe politikasını dar ve sınırlı kapsamda ve sadece Komünist Parti’nin propagandası olarak kullandı ve bu çerçevede sosyal demokrat işçilere karşı kaba sekter tutum aldı. Bu tür hata ve zaaflar, bir bütün olarak örgütümüzün, 30 Haziran’da faşist liderlerin öldürülmesi ve mücadelede önceliğin Alman Ordusu’na yöneltilmesi gibi büyük olaylara karşı yeterince tavır alamamasının ve hazırlık yapamamasının edeniydi. Bu durum, 30 Haziran 1934 olayını bile faşist diktatörlüğe karşı işçi sınıfı için bir atılım aracı olarak kullanmamızı imkânsız kıldı. Parti, özellikle de Berlin örgütü, 30 Haziran’da yoğun bildiri dağıttı, gazeteler yayımladı, kısmen sokaklarda tartışma grupları organize etti, işletmelerde tartışma toplantıları örgütledi ve bu yolla ajitasyonu örgütleyerek olaylara cevap verdi. Ancak bu süreçte partinin kitlelerle ilişkisi zayıflamıştı ve parti kadroları, içinde işkencehanelerin ve toplama kamplarının temsilcileri olan SA’lara karşı beslediği düşmanlıktan dolayı, örgütsüz hale gelmiş SA taraftarları ile tartışmayı reddediyordu.

Nazi rejiminde ciddi bir şok yaratan 30 Haziran olayları faşist kitle tabanında bir dizi önemli değişimlere neden olurken, aynı zamanda sosyal demokrat işçilerin kampında da değişimler yarattı. Parti yönetimimizin, 30 Haziran’dan sonra kitle taktiğinin değiştirilmesi konusunda tutarlı sonuçlar çıkarması gerekiyordu. Ancak biz, sosyal demokrat işçiler içerisindeki bu sola yönelme gelişimini yeterince göremedik. Parti yönetiminde, konuşmalarında birleşik cepheyi savunan sol kanat liderleri Aufhäuser ve Böchel gibi liderlerin çıkışlarının değerlendirilmesinde görüş ayrılıkları oluştu. Sosyal demokrat örgütlerle geniş bir birleşik cephe kurulması ve bağımsız sendikaların yeniden hayata geçirilmesi tartışmaları sonraki süreçte de devam etti. Bu sol kanat, önde gelen yoldaşların makalelerinde, sahnelenen oyunda kendilerine verilen rolü yerine getiren parti yönetiminin ajanları olarak tanımlandılar. Güçlü sekter bir karakteri olan illegal gazete Kızıl Bayrak’ta sol kanat sağcılardan daha tehlikeli olarak gösterildi. Ayrıca bağımsız sendikaların yeniden kurulması sorunu da aylarca suskunlukla geçiştirildi.

Yönetimdeki bu tartışmalar ve tutukluk nedeniyle parti, birleşik cephenin oluşturulmasında, sosyal demokrat yönetimle yakınlaşmada ve bağımsız sendikaların yeniden kurulması konularında genel bir hız kaybı yaşadı. Tam da bu süreçte parti örgütünün bazı birimleri sosyal demokrasi içinde yaşanan bu değişimlere karşı doğru tavır aldı ve ilk başarılarını sosyal demokrasinin bölge yönetimleriyle ilişkilerin kurulması ve bunun sonrasında bölgeler ölçeğinde yapılan birleşik cephe anlaşmaları biçiminde elde ettiler. Parti yönetimindeki sekter sapma EKKI’nin yardımıyla giderildi.

Parti birimleri tarafından coşkulu bir şekilde selamlanan ve parti çalışmalarıyla ve yönetimin eleştirilerle birlikte takdir edildiği Ocak Merkez Komitesi kararları[16]  ile partinin kitle içerisindeki çalışmasının dönüşümü sağlandı. Aynı biçimde Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi’nin yardımı ile Saar bölgesinde[17]Kızıl Saar” yaratmak amacıyla sürdürülen yanlış politikalardan vazgeçildi. Ayrıca ülkede ve özellikle de Saar bölgesinde ulusal sorunun küçümsenmesi politikalarından vazgeçilmeye başlandı. Parti, Saar’da verilen mücadele ile sosyal demokrat örgütlerle birleşik cepheyi ve sendikal birliği oluşturması gerektiğini anladı. Merkez Komitesi’nin Ocak kararlarında, Hitler’in Saar bölgesinde zafer kazanmasının nedenlerinin ne olduğu gösterilmiştir. Bir yoldaş, gündemin 3. maddesi olarak bu konuda konuşacaktır.

Birkaç söz de partinin bugünkü çalışmaları üzerine edecek olursak: Partimiz özellikle sendika temsilcileri seçimlerinden bu yana kitleleri, onların günlük çıkarları, hakları, demokratik özgürlüklerini kazanmaları için mücadeleye katmaya çabalıyor ve bu amaca ulaşmak için işletmelerde ve faşist kitle örgütlerinde bütün yasal mücadele imkanlarını kullanmaya çalışıyor.

Bu süreçte parti büyük bir esneklik sergileyerek, birleşik cephe sorununu, sosyal demokrat işçilerle, onların il ve bölge temsilcileriyle olan pratik çalışmaların önüne koydu. Ve SPD Yönetim Kurulu ile merkezi bir anlaşma yapmaya odaklandı. Çalışan kesimlerin içinde bulunduğu ruh hali, sosyal demokrat yetkililerde başlayan sola yönelim ve gösterdiğimiz esneklik ve inisiyatif sonucu tabandan, bağımsız ve aynı zamanda geniş bir birleşik cephe gelişti. Bu durum kendini her şeyden önce, komünistleri ve sosyal demokratların siyasi mahkumlar için birlikte yapılan dayanışma eylemlerinde, bağımsız sendika gruplarının yeniden inşasında ve özellikle de en son yapılan işyeri işçi temsilcilikleri seçimlerinde de büyük oranda gösterdi. Aynı zamanda işyerlerindeki direnişlerin artması da birleşik cephe hareketinin alttan geliştiğinin bir kanıtıdır.  Birkaç olayda, KPD ve SPD yöneticileri arasında bazı somut anlaşmaların hayata geçirilmesi için anlaşmalar yapıldı. Burada sadece işyeri işçi temsilcilikleri seçimleri ve bağımsız sendikaların kurulması[18] konusunda Dortmund Birlik Komitesi’nin yaptığı çağrıyı ve SPD’nin Berlin bölge yönetimi ile faşist teröre karşı ve siyasi mahkumlara ortak yardım konusunda yapılan önemli anlaşmayı[19] hatırlatmak isterim.

Ülkedeki atmosfer ve sosyal demokrat örgütlerin artan baskıları etkisini gösterdi. Bunun sonucunda sosyal demokratların genel merkezi de bugüne kadar uyguladığı taktiklerinde belirli değişikliklere gitmek zorunda kaldı. Ama Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin genel merkezi halen daha, işyeri işçi temsilcilikleri konusunda, Hitler’in savaş politikalarına karşı ve ortak dayanışma eylemleri için yaptığımız önerilerde olduğu gibi, parti yönetimimizle anlaşmaları reddedebileceklerini düşünüyorlar.

Partimizin en ileri unsurları, illegal koşullar altında sürdürülen kitle çalışmalarında kullanılan yeni yöntemler konusunda sürekli olumlu örnekler yaratıyorlar. Artan sayıda parti birimimiz, bugüne kadar uyguladığı sadece ajitasyon yapma yaklaşımından vazgeçerek, faşist kitle örgütlerinde çalışmaya yöneldiler. Parti, illegal bir komünist olarak, maddi günlük çıkarlar ve demokratik haklar için, hangi legal yöntemlerle eylem yapılabileceği ve kısmi aksiyonların nasıl örgütlenebileceği konusunda yeni biçimler yaratmaya çalışıyor. Nasyonal sosyalist ideolojiye karşı verilen mücadelede faşist parolaları faşizme karşı bir silah olarak kullanmayı öğreniyor.

Bazı Alman delegeler kongreye, faşizm koşulları altındaki kitle çalışmalarımızın yeni yöntemleri konusunda ve sosyal demokrat işçi ve gruplarla ortak çalışmalarımız hakkında bilgi vereceklerdir.

Tüm bunlara rağmen yine de partimizin henüz gerçek bir dönüşümü sağlayabildiğini söyleyemeyiz. En başta şovenizm ve savaş hazırlıklarına, Avrupa’da savaşın temel kışkırtıcısı olan Hitler faşizmine karşı verilen mücadelede başarısızlıklar gösterdik. Partinin, bugün faşist gençlik örgütleri içinde olan işçi gençliğin geniş kitlelerine karşı komünist gençliğin takındığı sekter tavır örneğinde olduğu gibi, faşist diktatörlük altında çözmek zorunda olduğu bu büyüyen ve artan sorunlar karşısında gençlik örgütüne yaptığı yardım yetersiz kaldı. Parti, gençlik örgütüne gençliğin kazanılması için yeni yöntemler göstermediği için, yeni bir krize girmesine izin verdi. Bunun için partinin önünde duran ilk ve belirleyici görev, partinin gençlik örgütü ve tüm işçi gençlikle olan ilişkisinin temelden değiştirilmesi olmalıdır. Eğer faşist örgütlerdeki genç kitlelerin büyük bir kesiminde ve ordu içerisinde antifaşist ve antikapitalist anlayışı yayamazsak, gençliğin gerici olmayan tüm kesimlerini bir araya getirip, onları büyük anti faşist halk cephesi saflarına dahil etmeyi başaramazsak, partimizin yeni bir savaş için yapılan hazırlıklara karşı çıkabilmesi ve faşist diktatörlüğün yıkılmasının koşullarını yaratılabilmesi mümkün olmayacaktır. Bu zorunluluğu, tüm birimlerine ve bunun yanında tüm çalışan kitlelere kavratmak zorundayız.

Almanya’da faşist diktatörlüğün kurumlaşmasına karşı verilen mücadelede belirleyici olan, büyük sendika örgütlerinde yapılan çalışmalardan ve günlük küçük sorunlardan yola çıkarak, bunların yardımıyla büyük kitleleri sonuç alıcı mücadelelere yöneltecek bağların kurulması olacaktır. Kitlelerle sürekli bağ kurulması gibi Leninist öğretinin temel prensipleri konusunda ve ayrıca içinde işçi ve emekçi kitlelerin bulunduğu en gerici organizasyonlardaki çalışmalar konusunda büyük hatalarımız ve ihmallerimiz oldu. Faşist diktatörlüğe karşı verilen mücadelede belirleyici olan faşist kitle örgütlerinde yapılan çalışmalardır. Bu çalışmaları en geniş şekilde yaygınlaştıramazsak, hiçbir görevi yerine getiremeyiz. Bu olmadan legal imkanları devrimci mücadele için kullanamayız, işçi sınıfının demokratik hak ve özgürlükleri için mücadele veremeyiz ve illegalitenin ağır koşullarından kurtulamayız. Bu olmadan, İşçi sınıfının faşizme karşı yapacağı tüm eylemler, en başta işçi sınıfının en ileri ve sınıf bilincine sahip kesimlerine görülmedik zararlar vermeye devam edecektir. Birleşik cephenin kurulmasına yönelik harcanan tüm çabalar da gizlilik ve illegalitenin büyük sorunları nedeniyle başarısızlığa uğrayacaktır.

Nasıl ki faşist diktatörlüğün kurulmasını engellemek, sendikal örgütlerde mücadele vermeden mümkün olmadıysa, şimdi de aynı şekilde faşist kitle örgütlerinde çalışma yapılmadan faşist diktatörlüğü yıkmak mümkün olmayacaktır.

Alman işçi sınıfı geleceğe güvenle bakabilir. Sürekli takibata uğrayan, en ağır illegalite koşullarında yaşayan Alman Komünist Partisi daha çözmesi gereken büyük sorunların varlığının bilincinde olarak, zafere olan inancıyla yoluna cesurca devam ediyor. Büyük bir inatla, en geniş biçimde işçi sınıfının en ileri kesimlerini kapsayan bir biçimde halk cephesi hedefini gerçekleştirmek için çaba sarf ediyor. Kent ve kır emekçilerini harekete geçirmeye uğraşıyor. Parti için büyük bir zaaf arz eden, kır proletaryası ve küçük köylülükle ilişkilerindeki zayıflık sorununu gidermeye çalışıyor. Faşist diktatörlüğün devrilmesine yol açacak kapsayıcı, geniş bir halk cephesi kurmak için mücadele ediyor. Partimiz, Marx, Engels, Lenin, Stalin, Thälmann gibi önderlerin öğretileri ışığında, ekmek ve barış sloganları ile, toprak ve özgürlük uğruna tüm Alman halkını, işçi ve köylülerin iktidarını yaratma mücadelesine katmak için en iyi ve en cesur, en ileri ve en kararlı işçileri birleşik devrimci bir partide toplama sorumluluğunu üzerine alma konusunda kararlıdır.

 

 

[1] Komünist Enternasyonal’in Moskova’daki VII. Dünya Kongresi’nde Wilhelm Pieck’in KEYK’nin faaliyetleri konusunda sunduğu rapor hakkında yapılan tartışmalarda Franz Dahlem’in yaptığı konuşma, 27 Temmuz 1935. Komünist Enternasyonal (Basel) 20 Ağustos 1935 tarihli 16. Sayı, sf. 1302-1317’den çevrilmiştir

[2] KEYK XI. oturumu 26 Mart ile 11 Nisan 1935 tarihleri arasında Moskova’da yapıldı.

[3] Kastedilen 17 Temmuz-1 Eylül 1928’de  Moskova’da gerçekleşen Komünist Enternasyonal’in VI. Dünya Kongresi.

[4] Rudolf Hilferding (SPD): 1928/1929 İmparatorluk Maliye Bakanı.

[5] Kaynakta 32 rakamı yer alır. 1 Mayıs 1929’da Berlin’de da yapılan işçi gösterileri sırasında 31 işçi öldürüldü. Yaralanan iki işçi de sonradan hayatını kaybetti.

[6] Kastedilen 20 Temmuz 1932’de içişleri bakanı Carl Severing olan ve sosyal demokratlar tarafından yönetilen Prusya hükumetinin anayasaya aykırı olarak görevden alınmasıdır.

[7] Kastedilen Naziler ve Alman Milliyetcileri örgütü tarafından 1929 sonbaharında Young Planı’na karşı yapılan halk oylaması. Bu plana göre Alman Devleti 1. Dünya Savaşı’nın muzaffer devletlerine ödemek zorunda olduğu tazminat yeniden düzenleniyordu. KPD, 16 Ekim 1929’ da yaptığı bir açıklamada, halk oylamasını demagojik bir manevra olarak niteledi.

[8] 6 Kasım’da yapılan seçimler – ki bu seçimlerde Naziler ilk defa önemli bir oy kaybına uğramış, KPD’nin etkisi giderek büyümüştü. ve günlerce başkentte ulaşımı felç eden BVG grevinin (3- 7 Kasım) sonucunda, faşizmi tesis etme politikalarına karşı olan direncin kırılamayacağı anlaşılmıştı. Bunun üzerine Papen kabinesi 17 Kasım 1932’de istifa etmek zorunda kaldı.

[9] İmparatorluk Savunma Bakanı Kurt von Schleicher 3 Aralık 1932’de İmparatorluk Başbakanı oldu.

[10] Naziler uluslararası işçi sınıfının mücadele gününü çeşitli demagojilerle gasp ederek, 1 Mayıs’ı halk adına, sahtekarca “Ulusal İş Günü” olarak ilan ettiler.

[11] 20 Ocak 1934 tarihli “Ulusal Çalışma Düzeni Yasası”

[12] Faşist Alman İşçi Cephesi’nin verilerine göre Mart-Nisan 1934’te yapılan işyeri sendika temsilcileri seçimine, oy hakkı olanların sadece %40’ı katıldı. Bu işyerlerinin birçoğunda sadece yüzde 25 oranında Nazi adaylar seçildi. Faşistleri oldukça etkileyen bu bozgun, diğer nedenlerin yanı sıra KPD’nin yürüttüğü esnek politikaların sonucu oluşmuştur. Burada faşist adaylara oy verilmesinin boykot edilmesinden, partinin kendi aday listelerini düzenlemesine ve komünistler, sosyal demokratlar ve partisiz işçiler arasında bazı yerlerde seçim anlaşmalarına gidilmesine kadar birçok adım etkili olmuştur.

[13] Avusturyalı işçilerin 12-14 Şubat 1934 tarihinde faşist gericiliğe karşı başlattığı üç gün-üç gece süren silahlı çatışmalar sonucunda işçiler yenildiler. Fransa’ da 12 Şubat 1934’ te yapılmak istenen faşist darbeye karşı FKP’nin ve devrimci Birlik Sendikaları’nın inisiyatifi ile yapılan genel grev sonucunda Fransa’ da geniş bir birlik ve halk cephesi oluşturulmasının temelleri yaratıldı.

[14] Asturien’de silahlı bir ayaklanma sonucu yıkılan, faşizm yanlısı Lerroux hükumetinin kurulmasına karşı İspanyol işçi sınıfının 5 Ekim’den 23 Ekim 1934’ e kadar yaptığı genel grev.

[15] 22 Haziran 1933’te SPD’nin tüm politik faaliyetleri yasaklandı. Milletvekillerinin yetkileri ortadan kaldırıldı ve yaklaşık 3 bin sosyal demokrat parti yöneticisi geçici olarak gözaltına alındı.

[16] Kastedilen, KPD Merkez Komitesi’nin 1935 Ocak ayı sonunda yaptığı oturumda “faşist diktatörlüğün yıkılması için proleter birleşik cephe ve antifaşist halk cephesi” adıyla aldığı karardır.

[17] Kastedilen, Saar bölgesinin Almanya’ya mı yoksa Fransa’ya mı bağlanacağı ve Versay Anlaşması’nın bu duruma uygun hale getirilmesi konusunda 13 Ocak 1935’te yapılan Saar seçimleri ile ilgili kampanyadır.

[18] Dortmund Birlik Komitesi’nin bağımsız sendikaların birlikte yeniden kurulması için, işyeri sendika temsilcileri seçimlerinde birlikte çalışma konusundaki çağrısı kastedilmektedir.

[19] Almanya Kızıl Yardım Örgütü Bölge Temsilcileri ile Berlin-Brandenburg Sosyal Demokrat Bölge Temsilcileri arasında 29 Haziran 1935’te yapılan anlaşma.