Mustafa Yalçıner

 

Sermaye ihracını emperyalizmin tanımlayıcı özellikleri arasında sayan Lenin, “Sermayenin ihraç zorunluluğu, kapitalizmin birkaç ülkede fazla-olgunlaşmış olması olgusundan ve (tarımın geri kalmış olması ve yığınların yoksulluğu nedeniyle) sermayenin ‘kârlı’ yatırım alanı bulamaması olgusundan ileri gelir[1] der.

Lenin’in 20. yy başındaki rakamlarını aktardığı belli başlı gelişmiş kapitalist emperyalist ülkelerin sermaye ihraç eğilimi ve ihraç ettikleri sermayenin miktarı, günümüzde olağanüstü ölçeklere ulaştı. Dolayısıyla, temel bir nedeni, unsuru ve göstergesi sermaye ihracı olan 1) kapitalizmin uluslararasılaşma eğilimi ve 2) bağlantılı olarak, dünyanın en ücra köşelerinde bile kapitalizmin “derinlemesine ve genişlemesine” gelişmesi, 3) mali sermaye ağlarını her yanına yaydığı, gelişmiş bir avuç zengin ülkeyle bağımlı ülkeler olarak bölünmüş dünyada biçimi değişmekle birlikte sömürge tekeli ve emperyalizmle halklar arasındaki çelişki sürerken, 4) dünyanın ekonomik olarak paylaşılması her geçen gün boyutlanarak yenileniyor ve 5) sermaye ihracı, aynı zamanda, emperyalistler arasında değişen güç ilişkilerinin hem dayanaklarından birini hem de temel bir verisini sunuyor.

 

SERMAYE İHRACI: KAPİTALİST ULUSLARARASILAŞMANIN TEMEL ETKENİ

Tekellerin egemen olduğu kapitalist dünya pazarında sadece metalar dolaşıp değişilmez, metaların yanına eklenip önüne geçen sermayenin uluslararası dolaşımı baskın ve belirleyici durumdadır. Sermaye birikimi ve genişletilmiş kapitalist yeniden üretim, sadece metaların dolaşımı ve ticaret aracılığıyla değil, ama ihraç edilip ilişkilerini sınır-ötelerine taşıyan sermaye ve üretimin bütünüyle ya da daha çok belirli bölümlerinin değişik ülkelere yayılmasıyla gerçekleşmektedir. Çin ve Asya pazarında satmak üzere Çin’de yatırımı olmayan otomotiv tekeli neredeyse yoktur. Ve Apple, ürünlerinin belirli bölümlerini Çin ve diğer Asya ülkelerinde doğrudan, ortak ve taşeron yatırımlarla üretmektedir.

BM Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD) 2000 Raporu, uluslararası üretimin 690 bin bağlı ve 63 bin ana şirket tarafından yapılmakta olduğunu yazıyor. 1998’de, finans-dışı en büyük 100 uluslararası şirketin 2 trilyon dolara ulaşan dış ülkelerdeki bağlı şirketlerinin varlıkları, toplam varlıklarının 1/8’ini oluşturuyor. 100 büyük tekel dış ülkelerde 6 milyondan fazla işçi çalıştırıyor ve ülke dışı işletmelerinin satışları 2 trilyon doları aşıyor. Ve 1990’lar, henüz neo-liberalizmin oturmakta olduğu dönem. Dünyada, yabancı yatırımlar ve koşullarını liberalize eden o güne kadarki 1035 yasa değişikliğinin %94’ü 1991-1999 arasında yapılıyor.[2]

Uluslararası tekellerin dış ülkelerdeki bağlı şirketlerinin satışlarının 1980’deki 3 trilyon dolardan –5 kata yakın artarak– 1999’da 14 trilyon dolara yükselmesi, üretimin uluslararası ölçeğinin genişlemesi ve hızı hakkında fikir verici. Uluslararası genişlemenin ölçeğinin anlaşılması bakımından, eklenmeli ki, aynı tarihler arasında “uluslararası üretimin iki ölçütü olan bu üretimin gayrı safi hasılasıyla dış ülkelerdeki bağlı şirketlerin satışları, toplam dünya gayrı safi hasılasıyla toplam dünya ihracatından daha hızlı büyümüştür. Bağlı şirketlerin dünya ölçeğindeki satışları toplam dünya ihracatının neredeyse iki katı… kadardır.[3]

Aynı yıllarda ihraç edilmiş sermaye stokunun dünyanın toplam gayrı safi hasılasına oranı 1982’deki %5’ten 1999’da %16’ya fırlıyor.[4]

Raporun bir diğer verisi, 1999’da –kredi, borç vb. dışta tutularak– doğrudan yabancı sermaye girişlerinin önceki yıla göre %27 artarak, dünya gayrı safi hasılasının %14’üne ulaştığı, oysa yirmi yıl önce bu oranının sadece %2 olduğuna ilişkin. Öte yandan doğrudan yabancı yatırımlarının temel bir unsuru olan sınır-ötesi satın almaların 1987’de 100 milyardan az olan miktarı, 1999’da 720 milyar dolarla toplamın %80’ine ulaşıyor.[5]

 

Tablo 1. Bağlı Şirketleriyle Yabancı Sermaye Hareketleri (1982-1999)

    Piyasa fiyatlarıyla

(Milyar Dolar olarak)

    Yıllık Artış oranı

(%)

   
  1982 1990 1999 1986-1990 1996-1999 1998 1999
Toplam İhraç Sermayesi 37 245 800 24 31.9 43.8 27.3
Ul.ar. Birleşme-Yutmalar 151 720 26.4 46.9 74.4 35.4
Yabancı Bağlı Şrk. Üret. 565 1.419 2.045 16.4 15.3 25.4 17.1
Yab. Bağlı Şrk. Satışları 2.462 5.503 13.564 15.8 11.5 21.6 17.8
Yab. Bağ. Şrk. Varlıkları 1.886 5.706 17.680 18 16.5 21.2 19.8
Yab. Bağ. Şrk. İhracatı 637 1.165 3.167 13.2 12.7 13.8 17.9
Dünya Mal-Hizmet İhrac 2.041 4.173 6.892 15 9.5 -1.8 3
Faktör fiyatlarıyla GSH 10.611 21.473 30.061 11.7 0.6 -0.9 3

 

Kaynak: UNCTAD 2000, sf. 4, Table I.1.

 

Sermaye ihracı yıllar içinde hız kesmedi, kriz ve durgunluk yıllarındaki belirli düşüşlere rağmen gelişme eğrisi düşüş yönünde olmadı; 2002-2003, 2007-2009 ve 2012-2014’deki düşüşlerle ilerleyerek, her yıl 1.5 trilyon doların üzerinde sermaye girişi gerçekleşti.[6] 2019’da baş gösteren durgunluk ve pandeminin ağırlaştırdığı krize paralel olarak sermaye ihraç ve ithali de azalışa geçti.[7] Buna rağmen 1982’deki 37 milyar dolarla karşılaştırıldığında sermaye ihracının ulaşmış olduğu –20 katı aşan– boyut çarpıcı.

Sermaye ihracı, ithalci ülkelerde biriken yabancı sermaye stokunu durmaksızın çoğalttı. Dünyada 1990’da 2.196 trilyon olan ithal edilmiş yabancı sermaye toplamı, on yıl içinde katlanarak, 2000’de 7.377’ye, 2008 Krizi öncesinde yine katlanarak, 2007’de 18.634’e, 2015’te 24.983’e, pandemi öncesi 2019’daysa 36.470 trilyona yükseldi. On yılda bir üç kattan fazla, sonuncusunda 2 kat büyüme.

Finansal olmayan en büyük 100 uluslararası tekelin varlıklarıyla satışları ve çalıştırdıkları işçi sayısı bakımından yurt-içi ve yurt-dışı yatırımlarına ilişkin 2018 rakamları da, sermaye ve kapitalizmin uluslararasılaşmasının boyutunu ortaya koyuyor.

 

Tablo 2. 100 Büyük Şirket: Uluslararası Üretim Verileri (2018)

  VARLIK     SATIŞ       İŞÇİ      
  YERLİ YABAN. TOPL. ORAN YERLİ YABAN TOPL ORAN YERL YAB. TOPL. ORAN
Dünya 6.710 9.335 16.045 %58 3.919 5.916 9.836 %60 8.548 9.604 18.152 %53
Gelişmekte olan 5.430 2.581 8.011 %32 2.751 2.559 5.311 %48 9.248 4.693 14.211 %35

Kaynak: UNCTAD 2020, sf. 25, Table I.8.

 

Büyük tekellerin “anavatanları” dışındaki varlık ve satışlarıyla çalıştırdıkları işçi sayısının daha fazla olduğu, Çin gibilerin katıldığı “gelişmekte olan ülke” kategorisindekilerin ise, dışarıda ürettikleri malların satışında neredeyse ülke içinde ürettiklerinin satışlarını yakaladıkları, varlık ve çalıştırdıkları işçi sayılarında ülke dışında ülke içindekilerin 1/3’ünü aştığını görüyoruz.

 

SERMAYE İHRAÇÇISI GELİŞMİŞ ÜLKELER DE SERMAYE İTHALATÇISI

İhraç edilen sermayenin ülkelere dağılımındaki farklılaşma küçümsenemez. Sermaye ihracında, “sermaye[nin] pek az, toprak fiyatı[nın] nispeten düşük, üc­retler[in] az, hammadde[nin] ucuz” olmasının yanında altyapının gelişmişliği, teknolojik ilerleme gibi koşullar da etkili olmakta ve son yarım yüzyılda net olarak görüldüğü gibi, gelişmiş kapitalist ülkeler ihraç olunan sermayenin büyük kesimini çekebilmektedir. Sermaye için belirleyici ölçüt kârdır ve nerede yüksek getiri sağlayacaksa oraya akmaktadır. Sermaye bağımlı ülkelere de ihraç olmakta; ancak başlıca ihraççılar olan gelişmiş ülkeler, aynı zamanda büyük ölçüde sermaye ithal etmektedir.

Örneğin 1999’da dünya ölçeğinde ithal edilen 865 milyar dolar tutarındaki sermayenin %73.5’unu oluşturan 636 milyar dolarlık bölümü gelişmiş ülkelerde yatırılıyor. BM’nin aralarına Çin’i de dahil ettiği (bu, Çin’in de resmi yaklaşımı) “gelişmekte olan ülkeler” ise, toplam yabancı sermaye girdisinin ancak %24’ünü oluşturan 208 milyar dolarını çekiyor.

Gerçi giderek “gelişmiş” ve “gelişmekte olan” ülkelere giriş yapan yabancı sermaye miktarlarında bir dengelenme oluyor ve –Çin’in de dahil edildiği– “gelişmekte olan” ülkeler 2012 (729’a 517 milyar dolar) ve 2013’te (778’e 566 milyar dolar) sermaye ithalinde “gelişmiş” ülkeleri geçiyor. 2017’de tersi olurken, 2018’de “gelişmekte olan” ülkelere giren sermaye (706’ya 557 milyar dolar) yine önde. 2019’da “gelişmiş” ülkeler, 800 milyar dolar ve %52’lik payıyla ithalatta yeniden öne geçiyor. Geride kaldıklarında bile gelişmiş kapitalist ülkeler büyük miktarda yabancı sermaye çekiyor ve aralarından Çin çıkarıldığında, “gelişmekte olan” ülkelerin gelişmiş ülkelerin fazlasıyla gerisinde kalacakları görülecektir.

Gelişmiş ülkelere 2006’da 857 milyar sermaye girişi oluyor ve çoğu satın almalar yoluyla gerçekleşiyor; en büyük iki giriş, 175 milyarla ABD, 140 milyarla İngiltere’ye. 2019’da ise, %52’lik payla, gelişmiş ülkeler 800 milyar dolar yatırım çekiyor. En büyük sermaye girişi, 246 milyarla ABD’ye.

Gelişmiş ülkelerin kendi türlerinden ülkelere sermaye ihraç etmeleri birbirlerinin pazarlarına göz diktiklerini gösterirken, nedeni, sermaye ihracatçısı tekellerin kuşkusuz gelişmiş ülkelere sermaye ihracını kârlı bulmalarıdır. İhraç sermayesi, rakipleriyle sürdürdüğü rekabetin yanı sıra görece geri ülkelerle karşılaştırıldığında sahip oldukları belirli üstünlükleri nedeniyle gelişmiş ülkelere de yönelmektedir.

Sıcak para” olarak vurguna gelmesinin yanında bağımlı ülkelerde sermaye genellikle emek-yoğun üretimle, maden ve petrol vb. çıkarılmasıyla elektrik/gaz dağıtımı, sağlık vb. hizmet alanlarına yatırılmaktadır; tekel birçok sorunun üstesinden gelmeyi sağlasa bile, ulaşım vb.ni de kapsayarak “gelişmekte olan” ülkelerin ekonomik koşulları genellikle yüksek teknolojili yatırımlar açısından daha az uygundur. Oysa gelişmiş ülkeler bu olanağın yanı sıra üretilecek ürünler için geniş bir pazar olanağı da sunar. Yine de –teknolojik egemenliği garanti edecek olanlar bir yana– geri dönüşü uzun zamana yayılacak sermayenin organik bileşimi yüksek yatırımlar gelişmiş ülkeler açısından bile tercih edilmemektedir. Örneğin ABD’nin 2007’de 1.770 milyar dolarlık sermaye ihraç stoku içinde ancak 371 milyarı imalat sanayi ve 85 milyarı petrol/madencilik sektörüne yatırılırken, 1.177 milyarı maliyeti düşük/geri dönüşü hızlı hizmetler sektörüne yatırılmıştır.[8] 2015’te ise, dünya genelinde ithal edilmiş toplam 25.6 trilyon dolarlık sermayenin ancak 7 trilyonu imalata, 2 trilyonu maden ve petrole, 16 trilyonluk aslan payı ise finansal işlemler ve ticaret de içinde olmak üzere “hizmet” sektörüne yatırılmıştır.[9] Bu stokun gelişmiş ülkelerde yatırılan 1.266 milyarınınsa 836 milyarı aynı şekilde hizmet sektöründe yatırılıdır. Dikkat çekici bir diğer veri, doğrudan yatırımların %70-80’ini oluşturan birleşme ve yutmaların, aynı ülkede gerçekleşenler içinde olmak üzere, –Çin ve Rusya hariç– gelişmiş ülkeler 2018 toplamı 702 milyar dolar ve bunun finans ve sigortacılık etkinliklerini de kapsayarak 449 milyarı (%64’ü) “hizmetler” sektöründe. Çin’in aralarında sayıldığı “gelişmekte olan ülkeler” açısından 2017’de ise, toplam satın almalar 194 milyar dolarken, bunun 128 milyarı (%66’sı) “hizmetler” sektöründe.[10]

Gelişmiş ülkelerin en büyük sermaye ihracatçıları olduklarıysa tartışılmaz. İki yıl örnek olarak alınırsa, 2006’da gelişmiş ülkelerden sermaye ihracı, bu ülkelerin ithal ettikleri sermayeyi 165 milyar aşarak, 1.023 milyar dolar olarak gerçekleşiyor. En büyük ihracatçı 217 milyarla ABD. Ardından Fransa, İspanya, İsviçre, İngiltere, Almanya sıralanıyor.

2017 ve 18’de toplam sermaye ihracının %50 ve 60’ından fazlası gelişmiş ülkelerden. 2017’de çıkarılan vergi yasası nedeniyle dışarıdaki ABD sermayesinden bile ülkeye dönüş oluyor ve 2018’de ABD negatif sermaye ihracatçısı. Japonya iki yıl da ilk sırada.[11] Takipçileri Çin, Fransa, Almanya. OECD verilerine göre 2021’de ise, gelişmiş kapitalist ülkelerin sermaye ihraç stokları şöyle:

 

Tablo 3. Sermaye İhraç Stoklarıyla Ülkeler (2020)

Ülke ABD Hollanda Çin İngiltere Kanada Almanya Japonya Fransa Dünya
2021 8.241 3.759 2.413 2.055 1.962 1.954 1.837 1.548 34.344

Kaynak: OECD Data (2021); FDI Stocks (https://data.oecd.org/fdi/fdi-stocks.htm#indicator-chart)

 

Başkaları sıralamaya giremiyor ve görülüyor ki, sermaye ihracı asıl emperyalistlerin işi.

 

ARACILAR: İRLANDA, HONG KONG, SİNGAPUR, LÜKSEMBURG…

Sermaye ithal ve ihracı bakımından, aynı ölçekte olmasa bile, Kıbrıs ile Virgin ve Cayman Adaları gibi başkaları bu ülkelerin yanında yer alıyor. Kıbrıs özellikle Rusya ve Orta Asya ülkeleriyle iş görüyor ve önemli ölçüde Rus mali sermayesinin aracısı rolü oynuyor. Örneğin 2019’da 24 milyar dolarla dünyada en yüksek sermaye girişi olan 17. ülke,[12] ancak Kıbrıs’ın bu büyüklükteki bir sermayeyi emme yeteneği olmadığı biliniyor. Gerçekte, Kıbrıs, bir başka ülkeye ihraç edilmek üzere giriş yapan üçüncü ülke sermayelerinin transit geçiş “istasyonu”. Kanıtı aynı raporda: Kıbrıs, Rusya ve Orta Asya ülkelerine açık arayla en çok sermaye ihraç eden ülke görünüyor (2014’te 84, 2019’da 115 milyar dolar);[13] oysa Çin bile, bu ülkelere 2014’te 20, 2019’da 31 milyar dolarlık sermaye ihraç ediyor.

İrlanda da, daha gelişmiş bir ülke olmakla birlikte, sermaye ihraç ve ithaline aracılık etmesi açısından Kıbrıs’a benziyor. İrlanda, 2018’de ekside kalmakla birlikte, 2019’da 78 milyar dolarla dünyada en çok sermaye ithal eden 5. ülke. İrlanda, 2015’te ise 188 milyar dolarlık sermaye ithal edip 166 milyarlık ihraç yapıyor.[14] Oysa bu ülkenin bu miktarda sermaye yatırımıyla ihracı için uygun koşullara sahip olmadığı tahmin edilebilir. Açıklayıcı rakamlar, İrlanda’nın 2013 ve 2017’de sadece gelişmiş ülkelerdeki ihraç edilmiş sermaye stoklarıdır: 428 ve 717 milyar dolar.[15] İhraç edebileceği böyle bir birikimi olmayan İrlanda, açık ki, bir aracı ya da transit ülke.

Lüksemburg, farklı değil.

Hollanda, Singapur ve Hong Kong görece farklı ülkeler. Hollanda ilk kapitalist ülkelerden ve ciddi sermaye birikimine sahip emperyalist bir ülke. Diğer iki ülke ise, 20. yy başlarından itibaren batılı emperyalist ülkelerce Asya’ya “atlama tahtaları” olarak rol oynamak üzere dizayn edildi, ancak bu rollerini oynarken farklılaşma sürecine girdiler ve farklılaşmaktalar.

Sermaye stoklarına ilişkin tabloda gördük ki, Hollanda ikinci en büyük sermaye ihracatçısı. Bu ihracatın bir bölümü olağan Hollanda ihracatı ya da Hollanda menşeili tekellerin dış yatırımlarından oluşuyor; ancak bu ülke de, üçüncü ülke mali sermayelerinin kendi üzerinden başka ülkelere transferlerine aracılık ediyor. Küçük kent-devletleri olan Singapur ve artık özel statüsüyle Çin’e bağlanan Hong Kong da, aracılık rolleri daha fazla olmak üzere onu andırıyorlar.

2017 ve 2018’de ABD ve Çin’in ardı sıra bu üçü en çok sermaye ithal eden ülkeler: 111 ve 116 milyarla Hong Kong, 76 ve 78 milyarla Singapur ve 58 ve 70 milyar dolarla Hollanda.[16] Sermaye ihracında da ön sıradalar. 87 ve 85 milyar dolarla Hong Kong 4., 28 ve 59 milyarla Hollanda 6. ve 44 ve 37 milyarla Singapur 10. ülke.[17]

Aracı rolleri, ihraç ve ithal ettikleri sermaye miktarının yıllar içindeki ciddi dalgalanmasından da görülebiliyor. Sermaye ithalinde 2015’te Singapur 71 milyarla dünya 6.sıyken 2019’da 92 milyarla 3.; Hong Kong 174 milyarla 3. iken 2019’da 68 milyarla 7.; Hollanda ise 69 milyarla 7. iken 2019’da 84 milyarla 4. İrlanda’nın dalgalanması ise müthiş: Sermaye ithalinde 2015’te 188 milyarla dünya 2.si, 2018’de -28 milyarla 189., 2019’da ise 78 milyarla yine yükselişte.[18] Bu ülkeler ihraçta da aynı şekilde dalgalanmadalar: İrlanda’nın 2015’teki 166 milyarlık sermaye ihracatı, 2017’de 1 milyar oluyor. Hollanda’nın 2015’teki 138 milyarlık ihracatıysa, 2018’de -19’a düşüp 2019’da 125 milyarla ABD ile birlikte yine 2. sıraya yükseliyor.

Kıbrıs ve Singapur dışında, ihraç ve ithal ettikleri sermaye stoklarının GSYİH’larına oranına ilişkin OECD’nin verdiği 2020 rakamları[19], bu ülkelerin önemli ölçüde yabancı yatırımların aracı ülkeleri olduklarını gösteriyor. (Karşılaştırma olanağı açısından eklediğimiz son 5 ülkenin içe ve dışa dönük sermaye akış rakamları görece küçük olsa bile, yine de kapitalist uluslararasılaşmanın boyutunu veriyor. Lüksemburg olanca anormalliğiyle GSYİH’sının 12 katını ihraç ederken, İngiltere GSYİH’sının ¾’ü, Almanya ise yarısı kadar sermaye ihraç ediyor.)

 

Tablo 4. Sermaye İhraç ve İthallerinin GSYİH’ya Oranlarıyla Ülkeler (2020)

Ülke Lüxemb H.Kong[20] Holl. İrlanda İsviçre Kanada Belç. İng. Alman ABD Japon Çin
İhraç% 856 486.5 455 302 183 120 115 76 51 39 35 16
İthal% 1.211 506.5 356 338 158 67 92 81 31 52 4 21

 

Bu ülkelerin bunca büyük sermaye ihraç ve ithalleriyle dalgalanmaları nasıl açıklanmalı?

Birbiriyle bağlantılı üç konuya değinmek gerekiyor: 1) off-shore finans, 2) sağladıkları vergi kolaylıkları ve 3) “shell” (paravan) ve “conduit” (nakledici) denen “özel amaçlı” doğrudan yatırım şirketleri.

Off-shore finansal merkezler önce kapitalizm ve bankacılığın başlıca merkezleri ABD ve İngiltere’ye yakın ada ve kıyılarda belirip şirketlere vergi kolaylıkları ve gizlilik sağlamalarıyla ünlendiler: Karayipler’de Cayman ve Virgin Adaları, Bahamalar, Hollanda Antilleri, Nevis, İrlanda açığında Man ve Manş’ta Channel Adaları, Belize, Kıbrıs ve iç savaşla Lübnan’ın değer kaybı ardından Bahreyn, Singapur ve Hong Kong gibi. Giderek bunlara Lihtenştayn, Lüksemburg, İrlanda, hatta gizlilik yönüyle İsviçre ve en son özel durumuyla Hollanda da eklendi.

Guardian, Paradise Papers’da Nevis’te kayıtlı 70 bin şirketin adının geçtiğini, bunların yasal koruma altında olduğunu ve adalarda 2012’den 2018’e finans sektörünün ¼ büyüdüğünü yazdı.[21] Ünlü Man Adasına yatırım yapmaya çağıran hizmet sağlayıcılar var, bu “vergi cenneti”nde online şirket kurabileceğinizi, tam koruma altında olacağınızı taahhüt ediyor ve adanın off-shore getirilerini ballandırarak anlatıyorlar.[22]

Off-shore bankacılığın işlevi, başta finansal fonlar olmak üzere yatırımcıları, ABD, Almanya ve İngiltere gibi yurtdışı faaliyetlerini de vergilendiren ülkeler yerine elde ettikleri gelirleri türlü yollarla transfer ettikleri off-shore hesaplar aracılığıyla vergi ödemekten kurtarması ve merkez ülkelerinin kurallarıyla yargılanmalarını by-pass etmesidir. Off-shore bankacılık, “kara para” aklama işlevi de görür, ama asıl olan, dev tekellerin bilanço oyunları ve yasalara uydurulmuş vergisizleştirme operasyonlarıdır.

Vergi kolaylıklarına gelince, çeşitli ülkelerin kurumsal gelir vergisi oranlarından örnekler açıklayıcı. ABD’de oran, 2017’deki indirimle %35’ten 21’e düşürüldü, ancak yine de yüksek. Almanya, vergi oranının en yüksek olduğu ülkelerden ve eyaletlere göre %22.8-36.8 arasında değişiyor.

Man ve Cayman adaları bir yana, neden Hong Kong, Singapur, Hollanda, Lüksemburg ve İrlanda’nın yüksek miktarlarda sermaye ihracı yaptıkları ya da kağıt üzerinde böyle göründüklerini açıklamak üzere, dış ülke gelirlerini de kapsayan vergi oranları Singapur’da %17; Hong Kong’da %15-16,5.[23] İrlanda ve Lüksemburg’ta sadece ülke içinde elde edilen gelirler vergiye tabi, yabancıların ülke dışındaki yatırım ve faaliyetlerinin geliri vergi dışı. Hollanda’da finansal yatırım fonları vergi dışı! Çin’de oran %25, ancak kalifiye yatırımlarda %15’e düşüyor, yabancılarsa vergiden muaf ve sadece ülke içi faiz, kira, telif vb. gelirleri %10 vergiye tabi.[24]

Buradan gelişen ilişkiler; Apple, Microsoft, General Electric, Gasprom, Industrial and Commercial Bank of China, Black Rock gibi tekellerin uluslararası niteliklerinin, yalnızca çok ülkede üretip dünyaya satış yapmalarından üreyen ilişkileri aşıyor ve tüm işlemlerinin uluslararası niteliğinde beliriyor.

Örnek olarak, bu tekeller, biri, ana karargahları olan ABD ya da Almanya, diğeriyse, geri kalan ülkelerdeki satışlarından elde ettikleri gelirleri telif, copyright, know-how vb. ödentisi adı altında aktarmak için İrlanda’da iki ayrı “şirket” kuruyorlar. İrlanda’daki şirkete yapılan telif vb. ödemeleri nedeniyle gelirleri giderlerini karşılayıp “kâr etmedikleri” için örneğin ABD’de vergi ödemiyorlar. Aynı şekilde diğer ülkelerde de gelirleri giderleri dengeliyor ve yine vergi ödemiyorlar. Arada, finansal fonlara tanıdığı %0’lık vergi kolaylığından yararlanıp hatta üste teşvik bile almak üzere, ellerindeki yüklü meblağları İrlanda ya da üçüncü ülkelerden Hollanda’ya transfer edip geri alıyorlar. Zaten “aklanmış” ve yasal olarak tertemiz olan kârlarını ya off-shore hesaplarında veya herhangi bir banka ya da hisse senedinde varlık olarak biriktiriyor ya da Hollanda’dan yatırım fonu olarak yönlendirip tekelin ABD ve diğer ülkelerdeki yeni yatırımlarında kullanıyorlar. Bu işlemler, İrlanda, Lüksemburg ve bir yanıyla da Hollanda’nın sermaye ihracat ve ithalatının yüksekliğini açıklarken, ekonomilerini de ileri düzeyde uluslararasılaştırıyor.

Singapur ve özellikle artık Çin’in özel bir eyaleti olan Hong Kong, batı devletleriyle tekelleri tarafından Çin’i de kapsayarak, Asya’daki yatırımlarının atlama tahtası olarak kullanılırken, Çin’in gelişip güçlenmesiyle, aynı amaçla Çin tarafından da kullanılmaya başlandı ve Batı’dan Asya’ya doğru tek yanlı ilişki az çok dengelendi. 2005 rakamları, Çin’in hızlı büyüme ve sermaye ihracının ilk yıllarında bile bu dengelenmeye işarettir: Hong Kong Çin’e toplam sermaye ihracının %61.1’ini oluşturan 18 milyar dolar yatırırken, Çin’in ihracı 9.4 milyardır (toplamın %28’i). Aynı yıl Hong Kong’un Çin’deki sermaye stoku 241.5, Çin’in bu ülkedeki stoku ise 164 milyara ulaşır.[25]

Yatırım şirketi olarak, özellikle bu ülkelerde görülen iki tür örnekten biri “shell”ler ve OECD Kütüphanesi bunları “resmi olarak kayıtlı, kurulmuş ya da belirli bir ekonomide yasal olarak organize olmuş, fakat bu ekonomide aracılık yeteneğinden başka herhangi işlem yönetmeyen şirket” olarak tanımlıyor. “Conduit”ler ise, “genellikle bağlı olmayan işletmelerden fon edinen ya da borç alan ve bu fonları doğrudan yatırımcısına ya da bir diğer bağlı işletmeye havale eden şirketler”.[26] İkisi de, İrlanda’da kurulanlar türünden ve hemen sadece kağıt-üstü işlemler için faaliyetteler.

 

SERMAYE İHRACI VE KAPİTALİZMİN DÜNYA-ÖLÇEKLİ GELİŞMESİ

Kapitalizmin dünya ölçeğindeki gelişmesi az ya da çok kapitalistleşmemiş bir ülke bırakmadı; yüksek kâr peşinde geri ülkelere akan yabancı sermaye bu ülkelerde kapitalizmin gelişmesinin küçümsenmez bir dinamiği oldu.

Emperyalizm, tekel ve mali sermaye egemenliğinin serbest rekabetin yerini almasıdır ve para ticareti olarak tefeciliğin gelişmesine, “kupon kesiciliğine”, durgunluk ve çürümeye yol açar. Ancak geçen sayımızda üzerinde durulan bir durgunluk ve çürüme eğilimi oluşu, emperyalizmin, kapitalizmin gelişmesine set çektiği anlamına gelmez. Lenin, yüz yıl önce “… bu çürüme eğiliminin, kapitalizmin hızlı gelişmesini önleyeceğini sanmak yanlış olur. Önlemez. Em­peryalist dönemde, bazı sanayi kolları, burjuvazinin bazı katmanları, bazı ülkeler, bu eğilimlerden birini ya da öteki­ni, küçük ya da büyük ölçüde gösterirler. Genel olarak, kapi­talizm, eskiye göre çok daha büyük bir hızla gelişmektedir.[27] demişti.

Ve bizzat gelişmiş kapitalist ülkelerde oluşmuş bir “fazlalık” olarak sermayenin başka ülkelere ihraç edilmesi, bu gelişmenin etkenidir: “İhraç edilmiş sermaye, ihraç edildiği ülkelerde, kapitaliz­min gelişmesini etkiler, hızlandırır. Böylece, sermaye ihracı, ihracatçı ülkelerdeki gelişmeyi bir parça durdurma eğilimi taşısa da, bunun, bütün dünyadaki kapitalizmi derinlemesi­ne ve genişlemesine geliştirmek pahasına olduğunu unutma­malı.[28]

Vehbi Koç’un anılarına göz atmak bile, ithal edilen sermayenin Türkiye’de kapitalizmin gelişmesinde tuttuğu yeri, örneğin günümüzün devlerinden Koç’un sermaye birikim sürecinin bir yönü ve parçası olarak nasıl Amerikan Ford vb. sermayesinin kendisini yeniden üretmesi sürecine bağlandığını ve yabancı sermayenin nasıl bu gelişmenin bir dayanağı ve karakteristik özelliğini oluşturduğunu gösterecektir.

Tekellerin üretici güçlerin gelişmesini engelleyici karakterine karşın, bu engelleme mutlak değildir; mali sermaye kâr ve rant için ihraç olduğu alanlarda pazar ilişkileriyle kapitalizmi geliştirici bir rol oynamıştır.

Serbest rekabet tekele ve emperyalizme götürdüğünde henüz bazı ülkelerde kapitalizm hemen hiç gelişmemiş ya da çok az gelişmişti. İran ve Türkiye ile örneğin Kore, Malezya, Endonezya gibi Asya’daki sömürgeler bu çok az gelişenlerdendi. Çin ve Hindistan gibi ülkelerse kapitalizmin az geliştiği ülkelerdi. Üçüncü grubu, sahip oldukları yarı-feodal ilişkiler ve orta düzeyde gelişmiş kapitalizmleriyle doğu Avrupa ve Balkan ülkeleri; bir diğerini ise, Portekiz ve Arjantin türü belirli bir düzeyde gelişmiş emperyalizme bağımlı ülkeler oluşturmaktaydı.[29] Günümüzde tümü önemli ölçüde sanayileşmiş kapitalist ülkeler; ve gelişmeleri belirli “ulusal” özellikler taşımakla birlikte, sadece kendi ulusal kapitalist gelişmeleriyle bugüne gelmediler, ama emperyalist sermaye ile ilişkilenerek ekonomilerinin esasta uluslararası kapitalizmin bir bileşeni olarak şekillendiği bir gelişme süreci izlediler. Emperyalizm öncesi hemen hiç gelişmeyen ya da az gelişen birçok ülkenin kapitalizmi, başlıca, tekelci nitelikleriyle birlikte ihraç olunan mali sermaye ağlarınca çevrelenip kuşatılarak gelişti.

İhraç edilmiş sermaye stokuyla bağlı yabancı şirketlerin varlıklarına ilişkin 2006 rakamları, ihraççı tekellere bağlı ne denli geniş bir tekelci kapitalist ilişkiler ağı ve “yerli-milli” varlık oluşmuş olduğunu gösteriyor: Toplam 12.5 trilyon dolarlık ihraç sermaye stokuna karşılık bağlı şirketlerin 51 trilyonluk varlıkları, yaklaşık 4 kat.[30] Bir bölümü gelişmiş ülkelerde olsa bile, yine de bu rakamın bir bölümü bağımlı ülkelere ihraç edilmiş sermaye dolayımıyla bu ülkelerde oluşmuş varlıklara dair. Ve bu rakamlar, yalnızca doğrudan bağlı şirketlerin varlıklarına ilişkin, ama ihraç sermayesinin hisselerinin bir bölümüne sahip olup belirli ölçüde kontrol ettiği ya da bağlı şirketlerine yönelik parça, yedek parça vb. üretimi yapan ya da kredi, borç, know-how yoluyla bağlanmış şirketlerin varlıklarını kapsamıyor.[31] İhraç edilen sermayeyle ilişkili tüm varlıklarsa, Türkiye türünden ülkelerin GSYİH’larının büyük bir yüzdesini kapsayacak, hatta aşacaktır.

Bağlı “yerli” şirketlerin ürettikleri ürünlere kattıkları değerle ilgili rakamlar, ihraç edilmiş sermayenin ithalci ülkelerde kapitalizmi geliştirmesinin ölçüsü ve göstergesi: 2016’da toplam ithal yabancı sermaye stoku 26.7 trilyon, ihraççı tekellerin ülke dışındaki bağlı şirketlerinin toplam satışları 37.6 trilyonken, bunun 8.4 trilyon doları ürünlere bu ülkelerde katılan değerlerden oluşuyor.[32]

Gelişme özellikleri ve siyasal rejimleri bir yana; geçen yüzyıl başında kapitalizmi oldukça az gelişen Çin günümüzde ileri maddi teknik temeliyle kapitalist emperyalist bir ülkeye dönüşmüşken, kapitalizmi çok geri olan Türkiye ise oldukça gelişen kapitalist ekonomisiyle bir G20 ülkesi.

*

Sermayenin ihraç olduğu ülkelerde kapitalizmin gelişmesine yol açması ilişkinin bir yanıyken, sermaye ihracı, diğer yandan ihraç olduğu ülkelerin emperyalizme bağımlılığının başlıca etkeni.

Genel kural durumundaki bağımlılık ilişkileri bakımından ise, belirli adalar ve kıyılarla sınırlı istisnalar bir yana ülkeler ve bölgeleri kontrol edip bağımlı hale getirmek amacıyla hala doğrudan işgallere başvurulmuyor değil, ancak bu sömürgecilik biçimi artık genel olarak geçici uygulama durumunda. Özellikle II. Savaş içinde başlayan halkların uyanışı ve bağımsızlık mücadelelerinin sürdürülemez hale getirdiği sömürgecilik sistemi çöktü. ABD bu çöküşten yararlanarak rakiplerinin boşalttığı ya da onları boşaltmaya zorladığı alanlara girerken, bir yandan kapitalizm-öncesi tüm gericilik biçimleriyle temsilcilerini destekleyerek onlarla birleşti, diğer yandan gelişen kapitalist ilişkilerin temsilcilerinden edindiği işbirlikçiler aracılığıyla ülkeleri kendisine bağımlı kılmaya yönelerek onları geliştirdiği yeni sömürgeciliğin dayanakları olarak kullandı. Şimdi eski biçimler altında sürdürülemez olan emperyalist egemenliğin yeni sömürgeci biçimleri, bütün diğer emperyalistler tarafından kullanılıyor. Ekonomik ilhakın kolaylaştırıcısı siyasi ilhakı mutlak olarak dışlamayan, –tümü siyasal bağımsızlığın çiğnenmesi demek olan– ikili ve çok taraflı ekonomik, siyasi, askeri, mali, kültürel vb. anlaşmalar, yaygınlaşan ve siyasi-askeri unsurları da kapsayan TTP, ASEAN vb. türü ülke birlikleri, dünyanın dört bir yanını saran askeri üsler ve gerektiği her durumda vekiller de kullanılarak başvurmaktan kaçınılmayan askeri müdahalelerle takviye edilmiş görünüşte siyasal bağımsızlığa sahip ülkelerin ekonomik ve mali bakımdan bağımlılaştırılarak yağmalanması ve hammadde, ucuz işgücü ve pazar olanaklarının emperyalistlerce değerlendirilmesi –bu, şimdi asıl sömürgecilik biçimidir.

Biçim değişti, ama sömürgecilik ve dünyanın azınlıkta olan belirli sayıda emperyalist ülkeyle çoğunluktaki bağımlı ülkeler olarak bölünmesi sürüyor ve emperyalizmle dünya halkları arasındaki çelişki hala dünyanın başlıca çelişkilerinden biri.

 

EMPERYALİSTLER VE PAZAR KAVGASI

Kapitalizm, başta “küreselleşme” ve onunla ilişkili olanlar olmak üzere, gerçeği başkalaştıran ya da tamamen hayal ürünü çok sayıda tez ve teorinin hareket ettirici çarpıtılmış zeminini sunarak, günümüzde artık çok daha uluslararası. Kapitalizm daha tekel-öncesinde evrensel bir pazar yaratmıştı. Tekelle birlikteyse bu pazarın asli unsuru halinde durmaksızın bir akış içinde olan mali sermaye ve en ücra yerlere bile yaydığı ağlarla hiçbir ülkenin bağlanıp entegre olmaktan kaçınamadığı tam bir dünya ekonomisi durumunda.

Revizyonizmin egemenliğiyle birlikte –sonradan ’90’ların başında işçi sınıfı egemenliğinin yıkıldığı Arnavutluk’tan başka– kapitalist dünya pazarının dışında duran ülke kalmadı; hızla törpülenmekte oluşu bir yana, Küba gibi kimi ülkelerin örneğin yabancı ortaklı işletmeler için koyduğu %51/49 şartı türünden sınırlamalar[33] ise mali sermaye ve kapitalizmin egemenliğini engelleyebilecek türden değil ve örnekleri ABD’nin gümrük vergilerini yükselterek açtığı “ticaret savaşları”nda görülen, hemen her ülkenin hala başvurabildiği korumacı “ulusal” sınırlamalar kategorisinden. Kapitalizmin uluslararası eğilimi tekellerle birlikte tartışılmaz biçimde baskın halde ve günümüzde ileri boyutlar kazandı; ancak bu, doğumundan beri ona eşlik eden ve başlangıçta baskın olan ulusal eğiliminin yok olduğu anlamına gelmiyor. Tersine, uluslararası eğilimi gelişmekle birlikte, iki eğilim de kapitalizme içkin; uluslararası kapitalizm, birbirleriyle amansız mücadele halindeki çeşitli “ulusal” mihraklara bölünmüş çelişkili bir bütün oluşturuyor.

Bilinmeyen bir pazar için üretimin tek tek fabrika ve işletmelerde örgütlü olmasından türeyen rekabet, bu kez –tekellerle tekel-dışı kesimler ve tekel-dışı kesimlerin kendi aralarındaki rekabetin yanı sıra ve asıl olarak– pazar üzerinde belirli bir denetim kuran tekeller arasındadır. Ve sermaye ve üretimin yıllar içinde artan ölçülerle uluslararasılaşmasıyla çoktan uluslararası alana taşan rekabet, artık tek tek tekeller ve mali sermaye gruplarının yanında onların siyasal egemenlik aygıtları olan emperyalist devletler arasında dünyanın paylaşılması mücadelesi olarak sürer. Tekeller, mali sermaye grupları ve emperyalist devletler arasındaki çelişkiler, üstelik eskisinden daha şiddetli ve zaman zaman iyice keskinleşiyor.

Tekeller, mali sermaye grupları ve emperyalistler arasındaki rekabetle mücadele ve gelişim sürecini koşullayan etmenler sürekli değişim halindedir.

Lenin “Mali-sermaye ve tröstler, dünya ekonomisinin farklı unsurlarının gelişmesinin ritimleri arasındaki farklılıkları azaltmaz, çoğaltır[34] dediğinde gerçeği dile getirmişti. Tekellerle birlikte artarak, tek tek işletmeler ve sektörlerden başlayarak, tekeller ve mali sermaye grupları kadar egemeni oldukları kapitalist ekonomiler (ve koruyucu-kollayıcısı emperyalist devletlerle olanakları) eşit olmayan sıçramalı bir gelişim seyri izler. Eskinin görece güçsüz bir mali sermaye grubu ya da emperyalist ekonomi ve devlet, özellikle maddi teknik temelinin gelişkinliğiyle modern örgütlenme biçim ve tekniklerine dayanarak, sıçramalar ve ataklarla rakiplerini yakalayıp geçebilir. Tarih örnekleriyle dolu.

Bir zamanlar İngiltere “üzerinde güneş batmayan” imparatorluktu. Üretken ekonomisiyle, “atölyesi” olduğu dünyanın büyük bölümünü ekonomik ve toprak olarak ele geçirmişti. Ancak geçen yüzyıl başında, tekelci devlet kapitalizmi olarak merkezileşmiş ekonomisinin yeni teknik temeldeki örgütlenmesine dayanarak Almanya, ekonomik gücünü yaymaya yöneldiği dünyanın yeni bir paylaşımını talep etti ve I. Emperyalist Savaş buradan patladı. İkincisine de benzer nedenle gidildi. Ve savaşların yıkımından etkilenmediği gibi, hızla gelişen ekonomisini üstelik askerileştirerek ve savaşta sağladığı üstünlükle elde ettiği olanaklarla yeniden örgütleyen ABD, sosyalist SSCB karşısında kapitalist dünyanın başlıca hegemonu haline geldi. Ardından kapitalizmin restorasyonuyla emperyalizme yönelen modern revizyonizmin egemenliğindeki SSCB ile girdiği hegemonya yarışını, –iç çürümesinin yanında– kapitalist batının merkezileştirdiği birliğinin başında bu ülkeyi kuşatıp çökerterek kazanan Amerikan emperyalizmi, giderek güçlenseler bile henüz hala zayıf rakipleriyle karşı karşıya kaldı, ancak bu görece “rakipsiz” dönemi on yıl bile sürmedi.

ABD, Sovyet sosyal emperyalizmiyle dünya hegemonyası için mücadele içinde olduğu dönemde, sağladığı nükleer koruma kalkanı, NATO ittifakı ve II. Savaş sonrası ihraç ettiği yüz milyarlarca dolarının sağladığı güce dayanarak peşinden sürüklediği Avrupa’nın emperyalist ülkelerine özel çıkarlarını dikte edebildi. İttifak içinde Avrupalılar çıkarlarının ikincil kalmasına uzun süre katlanamazlardı; çelişmeli bir bütün oluştursa bile –sonradan büyük ölçüde zorunluluktan İngiltere’nin de katıldığı– kurdukları birlikten (AB) de aldıkları güç, ama başlıca ekonomisini hızla yeni ve gelişkin temeller üzerinde örgütleyen Almanya’nın sürükleyiciliğiyle, daha ABD-Rusya hegemonya çekişmesi döneminden başlayarak, henüz ittifakı gözetseler de, kendi çıkarlarına ağırlık veren özel politikalar izlemeye ve ABD’den bağımsız özel ilişkiler geliştirmeye yöneldiler. Ancak Avrupalı mali sermaye grupları ve emperyalist ülkelerle Amerikan mali sermaye grupları ve emperyalizmini birbirine bağlayan bağlar hala çok güçlü.

 

İngiltere

İngiltere, ABD ile özel bir ilişkiye sahip, hemen her durumda onunla birlikte tutum alıyor ve bu yakınlık girift ekonomik ilişkilerinden kaynaklanıyor. İkisi, karşılıklı olarak dünyanın en yüksek yabancı sermaye stokları bulunduruyor ve mali sermaye grupları birbirleriyle çok sıkı ilişkili, hatta bir ölçüde iç içe girmiş durumda. Sermaye ihracında ilk iki sırayı paylaştıkları 1999’da 199 milyar dolarla birinci olan İngiltere, tek başına ABD’nin ihraç ettiği sermayenin 1/5’ini çekiyor. Ve tersinden, ABD’nin üç yıl önce ihracını aşarak 1999’da 276 milyar dolara ulaşan sermaye ithalinin %39’unu gerçekleştiren en büyük yatırımcısı İngiltere.[35] İki ülkenin özel ilişkisine sağlam bir temel sağlayan bu karşılıklı trend sürüyor ve örneğin 2005’te iki yanlı sermaye ihraç stoklarıyla bu iki ülke yine ilk sıralarda. Çin’deki 242 milyarlık yatırımıyla 2. sırada olan Hong Kong bir yana bırakılırsa, dünyadaki en büyük sermaye stoku ABD’de toplam 282 milyar dolarlık yatırıma sahip İngiltere’nin, İngiltere’deki 234 milyarlık yatırımıyla ABD ise üçüncü.[36]

Ancak sermaye ihracı ve dış stokları açısından İngiltere gerileme içinde. Sermaye stokları sıralamasında İngiltere; ABD, Fransa, Hollanda, Almanya, G. Afrika, Avustralya ve İsveç’te görece yüksek yatırımlara sahip. Ancak 1985’ten 2005’e artış yüzdeleri bakımından, sadece ABD ve hızla yükselen Çin’in değil, ama Almanya, Japonya ve hatta Hollanda ile Fransa’nın bile gerisinde.

2006’da İngiltere’nin sermaye ihracı 79 milyar dolarla ABD’nin yarısına bile yaklaşamıyor, Fransa, İspanya ve İsviçre’nin bile gerisine düşüyor.[37] İngiltere giderek yatırımcıların eskisi kadar tercih etmedikleri bir ülke haline geliyor; sermaye ithalinde 7. olabildiği 2014’te 52, 12. olabildiği 2015’te ise ancak 40 milyar dolar çekebiliyor ve Şili bile listedeyken, İngiltere bu iki yıl da ABD, Japonya ve Çin’in ilk üçü paylaştığı sermaye ihracatçıları sıralamasında 20 ülke arasına giremiyor.[38]

Gerileme eğilimi 2018-2019’da da sürüyor; yatırımcılar bakımından yine pek tercih edilmiyor, ABD’nin 250, Çin’inse 140 milyar dolayında sermaye çektiği yıllarda İngiltere 60 milyar dolarla dünya 8.si. Sermaye ihracında 11. sırada; Japonya 227, ABD, Hollanda, Çin ve Almanya 100 milyarın üstündeyken, İngiltere 30 milyar dolarda kalıyor.[39]

Gerilemesinin temel nedeni, en eski sanayileşmiş ülke olan İngiltere’nin 20. yüzyıl başından bu yana çoğu kez eklemelerle yetinerek, teknik temelini oldukça yavaş yenileyebilmesi. Birçok emperyalist ülke savaş nedeniyle ya da Çin gibi neredeyse sıfırdan başlayarak yeni/yeniden kurmakta oldukları sanayileriyle ekonomilerini gelişkin teknolojilere yaslanarak inşa ederlerken, sömürge getirileriyle beslenen İngiliz ekonomisi bunu başaramadı ve Almanya ile Japonya örneği bir sanayi geliştiremedi. Finanse ettiği geniş bir alana yayılmış yatırımlarının getirileriyle ilgilendi, ancak hala bir İngiliz valinin yönettiği ama resmi parası dolarken İngiliz poundunun geçmediği Cayman Adaları örneği bu alanları giderek özellikle ABD’ye kaptırmaya başladı.

İngiltere Parlamento Kütüphanesi’ne göre, 2019’da İngiltere’nin sermaye ihraç stoku 1.50, ithal stoku ise 1.60 trilyon dolar.[40] OECD 2020 rakamlarıyla, ülkenin ihraç sermaye stokunun GSYİH’ya oranı %76, ithal sermaye stokunun oranıysa %81 ki, bu rakamlar İngiltere’nin, 2016’da yatırım promosyon ajanslarınca olası yatırımlara ev sahipliği yapabilecekler sıralamasında 4. ülke olarak gösterilmesinin abartı olmadığını; ama aynı zamanda büyük ölçüde finans fonlarının –en yüksek sayıda bağlı şirket kurarak– tercih ettikleri bir “işlemler ülkesi” ya da bir “finansal aracılık ülkesi”ne dönüşmekte olduğunu gösteriyor. Brexit sonrasındaysa İngiltere’nin finans grupları açısından da önemi azalıyor ve Avrupa’nın finans merkezi Londra’dan Frankfurt’a kayıyor.

Sermaye ihracındaki göreli azalma, bu ülke ekonomisinin gücüyle dünya ekonomisi üzerindeki etkisi ve elde ettiği payın azalmakta oluşunun hem nedeni hem de göstergesi. Aynı önem kaybından, İngiltere’nin azalmakta olan siyasal ve özellikle askeri güç ve etkinliği dolayısıyla da söz etmek yanlış olmaz. Buradan, ABD ile ittifakın vazgeçilmezliği türüyor.

 

Avrupa

Beraberinde Fransa’yla asıl olarak Almanya’nın sürüklediği Avrupa, iç çelişkileriyle bir birlik ve daha 2000 öncesinde sermaye ihracında açık ara öndeydi. (1999’da İngiltere 199, ABD 151, AB 510 milyar dolarlık sermaye ihraç etti.[41]) Bu gelişerek devam etti. AB, Çin hariç gelişmiş kapitalist ülkelerin ihraç ettiği sermayenin 2011’de %55.7, –vergi yasası değişikliği dolayısıyla ABD’nin negatif ihracatıyla– 2018’de %75’ini gerçekleştirdi. 2019’daysa, Avrupa’dan sermaye ihracı %13 artmakla birlikte, ABD’nin pozitife dönmesi ve Japonya’nın Avrupa ve K. Amerika’ya ihracını ikiye katlamasıyla bu oran görece dengelendi. Hollanda, Lüksemburg ve İrlanda’nın önemli bir bölümü ABD orijinli olan finansal fonların yatırımlarına “aracılık” ettikleri düşünüldüğünde Avrupa’nın bu sermaye ihraç üstünlüğü törpülenecektir, ancak yine de birlik oluşturmuş Avrupalı emperyalistlerin dünya ekonomisindeki etki ve payı yükselişte ve giderek güç topluyorlar.

Avrupa’nın bu yükselişinin iki verisinden ilki, ABD’nin giderek kendi özel çıkarlarını öne almakta olan Avrupa karşısında izlediği dalgalı siyasettir.

Avrupalı emperyalistler, AB’nin yükselişi ve modern revizyonizmin çöküşüyle ittifak ihtiyaçları azalınca, ABD’den ayrışan çıkarları doğrultusunda, Rusya ve özellikle Çin gibi olası rakiplere yönelik ondan farklılaşan tutumlar geliştirmeye koyuldular. Almanya, aslında Rusya karşısında izlediği “ostpolitik”le esnekliği önceden başlatmıştı. Sonra 2011’de Rus doğalgazını Avrupa’ya taşıyan boru hattını açan G. Schröder’in lokomotifliğinde devam eden ve Ukrayna’yı bypass ettiği için tepkileri tırmandıran “Kuzey Akımı”nın ikinci hattıyla yeni bir görünüm alan Rusya’yla ilişkiler ABD’nin sert eleştirilerini alır oldu. Trump, artmakta olan ABD’den farklı çıkarlarına uygun ekonomik ve politik tutumlar geliştirmekte olan Avrupalılara örneğin NATO harcamalarını artırmayı dayatıp çelik vergisini yükseltir ve Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı’nı (TTIP) askıya alarak fiilen dağıtırken, bu zorlama, kendi özel çıkarlarının peşinde ABD ile arasına mesafe koyma eğilimindeki Avrupalı emperyalistlerin yönelimini geliştirici etki yaptı.[42] Yeni başkan Biden, Avrupalıları ABD’den uzaklaştırmakta olan Trump’ın bu politikasını, özel taleplerini tanıyıp Avrupalı emperyalistlerle ilişkilerini yenilemeye yönelerek değiştirdi ve şimdilik ABD ile AB ülkelerinin ortak rakipler karşısında yan yana durmalarını sağladı denebilir.

Buna rağmen, Biden sonrasında da süren “Kuzey Akımı-2” restleşmesi, ABD-Avrupa ilişkilerini bozmaya aday. Yeni ABD Dışişleri Bakanı, 15 Temmuz 2021 sonrasında projenin sürdürülmesi halinde, Gazprom’la ortak boru hattı inşa eden iki Alman, bir Avusturyalı, Fransız Engie ve Royal-Dutch Shell ortaklığı olan “Nord Stream-2 AG” şirketiyle yöneticilerine ağır yaptırımlar uygulanacağını belirtti. Haziran’daki G7 ve ABD ziyaretinde Merkel’le Biden arasındaki görüşmelerde yaptırımlar askıya alınarak, ABD şimdilik projenin tamamlanmasına onay verdi.[43]

Giderek güçlenen Avrupa’nın ABD’yle ilişkisini eskisinden farklı şekillendirme eğiliminin ikinci verisi, AB’nin siyasal merkezileşmesinin ilerlemesi ve bunun askeri alana da yansıyarak Avrupa Ordusu kurma girişimidir ve bu yönelim Biden sonrasında da sürüyor.

 

Rusya

Geçmişin süper gücü SSCB’nin yıkıntıları üzerinde kurulan Rusya, çöküş sonrası dağılan sosyalizmden miras birlik ve Varşova Paktı ülkelerinin başındaki pozisyonunu kaybetti. Bir dönem Yeltsin’le neredeyse ABD’ye bağımlı hale gelmekteyken, Putin’le kendisini toparlamaya başladı; birliği, daralarak ve gevşek bağlarla Bağımsız Devletler Topluluğu olarak sürdürmeyi başardı, ama Baltık, doğu Avrupa ve Balkanlarda etkisini sürdüremedi ve bu ülkelerin önemli bir bölümü AB ve NATO üyeleri oldu, Ukrayna ise yolda.

Gürcistan Savaşı ve Suriye’ye asker göndererek Rusya, uluslararası alanda izlemekte olduğu tutumu net olarak değiştirdi; kabuğuna çekilip akıntıya uymaya son verip yeniden “ben de varım” dedi. Sosyalizmin birikimlerini mirasyedice harcayan Rusya hala sınırlı ama belirli bir gelişmiş teknik temele ve eğitilmiş insan kaynaklarıyla nükleer silah yığınağına sahip. Belirli sektörler ve özellikle askeri alanda ileri teknoloji kullanabiliyor, ancak genel olarak ileri teknik temelde örgütlenmiş bir sanayiden yoksun. Ekonomisi büyük ölçüde petrol ve doğalgaz ihracatına bağlı ve fiyat dalgalanmalarından önemle etkileniyor. Rakiplerle karşılaştırıldığında ekonomik yayılması ve bunun temel etkeni sermaye ihracı oldukça sınırlı. Başlıca eski SSCB topraklarında etkili olmaya, bir ucundan Afrika’da yer edinmeye ve Suriye’de tuttuğu “köprübaşı” üzerinden Ortadoğu’ya girmeye çalışıyor.

2018’de sadece 13.3, 2019’daysa 31.7 milyar dolar sermaye çekebilen Rusya 2014 ve 2018’de sırasıyla 15 ve 17 milyar dolar sermaye ihraç edebildiği eski SSCB ülkeleriyle  sınırlı sıralamada bile Hollanda, Fransa, Çin, Almanya, İtalya vb.’nin ardından ancak 8. olabildi. Gerçi bu iki yıl Kıbrıs’ın bu ülkelere yatırımları 84 ve 115 milyar ve bunların küçümsenmez bir kısmının Rus yatırımları olduğu düşünülebilir.

Rusya’nın varlığının sınırlı olduğu Afrika’ya yönelik bir ilgisi ve yatırımları bulunuyor. 2019’da ilk kez bir Rusya-Afrika Zirvesi ve Ekonomik Forumu düzenleyen Rusya’nın Lukoil tekeli, Kongo gaz şirketinin %25’ini 1 milyar dolara yakın bir parayla satın aldı ve bu, ülkedeki en büyük dış yatırım. Rus devlet tekeli Alrosa’nın Angola, Botsvana ve Zimbabve’de, Bahamalar’a kayıtlı Rus tekeli Renova’nın Gabon, Mozambik ve G. Afrika’da madencilik alanında, devlet tekeli Rosatom’un Mısır ve Nijerya’da, yine devlet tekeli Rosneft’in Mısır’da yatırımları bulunuyor. 2019 Zirvesinde; bilgisayar güvenliği alanında Rus devlet tekeli Avtomatika Angola’da telefon operatörü ve bilgisayar altyapısı, özel yağ üreticisi Rus tekeli ile Mısır United Oil ortak yatırım, Rosatom’la Ruanda Hükümeti arasında bir nükleer bilim ve teknoloji merkezi kurulması, Kıbrıs’a kayıtlı Rus tekeli Uralchem ile Angolan Grupo Opaia arasında 1 milyarlık inşaat, güneş enerjisi, içme suyu sistemi, turizm, tarım ve finans anlaşması, devlet bankası Veb’le Fas Hükümeti arasında 2.2 milyarlık bir petrol rafinerisi kurulması, Rusya ile Afrika ülkeleri arasında imzalanan yatırım anlaşmalarından bazıları.[44]

Rusya, emperyalist rakiplerine karşı yükselişte olan eski sorunlu müttefiki Çin’le ittifaka yöneldi. Lakin hızlı bir yükselişte olan Çin’in yanında ancak ikincil bir müttefik olabileceğinin farkında olan Rusya, bu yönüyle açmazda görünüyor ve ABD ve Avrupalılarla ilişkileriyle Çin’i dengelemeye çalışıyor, ama yine de asıl birlikte Şanghay İşbirliği Örgütü’nde yer aldığı Çin’le ittifak üzerinden yürüyor.

 

Çin

Çin, büyük bir hızla gelişen ve yakın gelecekte dünyanın birincil gücü olan ABD’yi yakalayıp geçecek bir ülke. Çin’in durmadan yeniden kanıtladığı bu gerçeği Amerikalılar da görüyor ve önlem almaya çalışıyor. Önlemlerse bilinen ve uygulanmış olanlar: Korumacılık, yasaklar koyma ve en önemlisi Çin’i belirli özel alanlarda ve genel olarak henüz hazır olmadığı çatışmalara zorlama. İlk ikisi “ticaret savaşları” kapsamında yatırım ve ithalat engelleriyle batıda Çin’in 5G teknolojisini düpedüz yasaklama olarak gündemde, sonuncusu için zamansa geçti, geçiyor.

Çin, biliniyor, müthiş bir GSYİH artış oranıyla ilerliyor ve bu yeni değil, iç savaşın yıkımı atlatılarak başlayıp 1960’larda hızlanan ve ’80’lerle atağa kalkıp binyıl dönümünde artık dışa açılmaya başlayan bir gelişme eğilimi. Devrim karşı-devrime döndükçe, en önemlisi ucuz işgücü olan geniş kaynaklara sahip ülkede –önce daha çok dışarıdan ithal edilen ve giderek büyük miktarda Ar-Ge harcamalarıyla[45] ülke içinde geliştirilmeye başlanan teknoloji sanayiye uygulanarak– son birkaç on yılda yeni kurulmakta olan modern teknik temeliyle kapitalizm ve giderek karşı-devrimin hizmetine adapte olmuş son derece merkezi ve disiplinli örgütsel yapısıyla ona yön veren siyasal rejiminden güç alıyor. Yalnızca Kültür Devrimi yılları (1966-67) ile Mao’nun ölüm yılında (1976) negatife düşen GSYİH, 1963’ten itibaren yıllık dalgalanmalarla sadece 1974 ve dünyayı krizle Korona’nın vurduğu 2020’de düşük rakamlarla (%2.3) büyüdü, 1990’dan kriz yılı 2020’ye kadarsa büyüme oranı %6’nın altına düşmedi (ortalama 10), sanayinin büyümesi ise bunu aşıyor.[46]

Çin Ulusal İstatistik Bürosu (NBS) tarafından verilen[47] Çin ekonomisinin, 1986’dan itibaren yıl gruplarına göre yüzdelik büyüme oranları şöyle:

 

Tablo 5. Yıl Gruplarında Çin Ekonomisi Büyüme Oranları (1986-2018)

Yıl 86-90 91-98 98-2004 2001-06 01-09 01-12 01-14 01-16
GSYİH 7.9 10.8 8.2 9.8 10.5 10.1 9.8 9.5
İmal.San. 9 14.8 9.8 11.1 11.4 11.1 10.6 10.1
Yatırım 12.2 25.8 13.4 21 22.6 22.6 22.4 21.6
Yab.serm. 17.2 24.3 8.4 7.6 9.2 8.8 8 7.3
Enerj.Tük. 5.2 4.1 5.2 10.1 8.6 7.9 7.9 7
İthalat 4.8 12.8 21.6 23.3 18.1 19 16.7 13.7
İhracat 19.1 14.5 18.3 25.4 19.1 19.2 17.4 14.2
Ort.Ücret 5.8 10.5 12.1 13.1 ? ? ? ?

Kaynak: Çin Ulusal İstatistik Bürosu

 

Ortalama ücret artışını vermekten vaz geçen Çin NBS, 2016 GSYİH’sını 1978’dekinin %3229.7’si, 2000’dekinin %424.8’i olarak veriyor. Çin 2000’de ise 1990’a göre %661.2 büyümüş. 2014’deki Çin imalat sanayi 1978’dekinin % 4441.i’i, 2000’dekinin ise %411’i. ABD’nin büyüme rakamlarının % birkaç puanlık, komşusu Japonya’nın ise neredeyse süreğen bir durgunluk içinde olduğu dikkate alındığında, Çin verilerinin olağanüstülüğü ortada. Çin ekonomisi katlanarak büyüyor.

Çin, –ülkeye giren yabancı sermayenin de katkısıyla– hızla büyümekle kalmadı, ekonomik temeli sağlamlaşıp büyüdükçe, Asya’dan başlayarak tüm dünyaya yayılmaya, yeni dış pazarlar talep etmeye, rakiplerini sollayarak bu pazarlara girmeye başladı. Ucuz işgücünü değerlendiren Çin “dünyanın yeni atölyesi” olur ve üretim önemli ölçüde ihracata yönelirken, iç pazarı da giderek genişledi. 2010’lı yıllarda özellikle hızlanan Çin mal ve sermaye ihracı önemli boyutlara ulaştı. Bu, pazarları elinde tutan rakiplerinin tepkisini çekiyor.

Öncesi bir yana 1993’ten itibaren gelişmiş kapitalist ülkeler dışında dünyada en yüksek oranda sermaye ithal eden Çin[48], 1996-99 ortalaması 2 trilyon olan dünya sermaye stokunun yaklaşık %13’ü oranında (yıllık 40 milyarın üzerinde) sermaye ithal ederken ancak %2’si kadar sermaye ihraç edebilmekteydi.[49] 2005’te 72.4, 2006’da 69.5 milyar dolarla artan miktarlarda sermaye ithal eden Çin’in sermaye ihracı 2006’da, %32’lik artışla 16 milyara yükseldi ve ihraç sermaye stoku 73 milyar dolar oldu.

Kendi ülkesinde “serbest bölgeler” kuran Çin, denizaşırı yayılmasının ilk adımlarından biri olarak, 2006’da, 8 ülkede (Nijerya, Mauritus, Zambiya, Moğolistan, Pakistan, Tayland, Rusya ve Kazakistan) “ekonomi ve ticaret işbirliği bölgeleri” kurdu ve bir Pakistan şirketiyle 250 milyon dolarlık ilk ortak yatırımı Pakistan’da gerçekleştirdi. (Bu eğilim, sonraki yıllarda Çin’in –üstelik ABD’yi TPP’den [Trans Pasifik Ortaklığı] çekilmeye zorlayan– birçok uluslararası “işbirliği” ve “kalkınma” vb. ortaklıkları kurması ve kurulu olanlara katılmasıyla gelişti, öyle ki Kanada, Japonya, Avustralya dışlanmamak için bu “birlikler”de yer almaktan kaçınamadılar.) Çin Ticaret Bakanlığı birkaç yıl içinde bu tür 50 bölge kurulacağını açıkladı. Ülkenin dev döviz rezervlerinden ayırdığı 200 milyar dolarla bir devlet yatırım şirketi kuran Çin’in petrol tekelleri Kolombiya, Sudan ve Suriye gibi ülkelerde şirketler satın aldı ve bankaları çeşitli ülkelerin hizmet sektörlerinde 28.4 milyara ulaşan satın almalar gerçekleştirdi. Çin’le Hong Kong arasındaki karşılıklı sermaye akışı, ABD ile İngiltere arasındaki akışın ardından dünyada 2. sıraya yükseldi.[50] Gerçi 2006’da Çin tekelleri, henüz Avrupa, ABD ve Japon tekellerinin yer aldığı “en büyük 100’ler” sıralamasının ön sıraları bir yana, Asya, L. Amerika ve Afrika ülkeleri tekelleri arasında bile ilk beşe girememektedir,[51] ama serüven artık yeni bir aşamadadır: Çin dünya pazarlarındadır ve yayılmaktadır.

2017 ve 18’de Çin, ABD’nin ardından 2. büyük sermaye ithalatçısıyken, 2016’da ABD ve 2017 ile 18’de Japonya’nın ardından en büyük 2. ihracatçıdır.[52] Asya’daki toplam yabancı yatırımlar bakımından, 2017’de ABD’yi ikiye, Japonya’yı üçe katlayan Çin açık ara öne geçer.[53] 2021’e gelindiğinde ise artık Çin, Forbes’in “Global 2000” en büyük tekeller sıralamasında ilk onda 1. sıra dahil, 4 tekel birden bulundurmaktadır.[54]

2013’te “Kuşak Yol İnisiyatifi”ni ilan eden ve Asya’da rakiplerini geride bırakan Çin, diğer kıtalarda küçümsenmez yatırımlara sahip.

Çin; 2018’de, ihraç sermaye stokunda Asya’da 1.252 milyar dolarla büyük farkla birinciyken, Afrika’da Hollanda, Fransa, İngiltere ve ABD’nin ardından 46 milyar dolarla 5.’dir.[55]

Johns Hopkins Üniversitesi’ne göre,[56] Afrika’ya sermaye ihracında  2012’den itibaren ABD’yi geçen[57], mal ihracında ise 2008’den beri önde olan Çin, son kriz öncesinde ABD’ye neredeyse üç misli fark atıyor. Öte yandan Çin, finansörlerinin 2000-2019 arasında hükümetleri 153 milyar dolar borçlandırmasıyla Afrika’ya girip bağımlılık yaratmaya yöneldi.[58]

ABD’nin “arka bahçesi” L. Amerika ve Karayipler’e (LAK) ilişkin rakamlar ise tartışmalı ve kaynaklar arasındaki fark büyük. Karşılaştırmalı verileri yayınlayan IMF “Batı Yarıküre Bölümü”nden araştırmacıların vardığı sonuçlar ilginç: Çin’in dış yatırımları içinde LAK’ın payı 2014’deki %12’den 2017’de %21.4’e, mal ihracında ise 2020’de %14.5’e yükseliyor. Taşımacılık, elektrik, finans, bilgi ve iletişim sektörleriyle imalat ve hizmetlerde yoğunlaşan yatırımlar, elektrik üretimi ve dağıtımında her biri 1 milyarı aşan 12 yutmayla “ticaret savaşı”ndan etkilenmeden sürüyor. 2019’da Çin 3 milyara Şili’nin 3. büyük dağıtım şirketiyle 3.6 milyar dolara Peru’nun en büyüğünü satın alıyor. Çin 2015’ten başlayarak kıtada yatırımlarını yönetecek 30, 10 ve 20 milyarlık üç fon kuruyor. 2018 itibariyle yurt-dışı satın almaları (18 milyar dolar) yurt-içi yutmalarının üç katı olan en büyük 5 Çin elektrik tekeli LAK’a bu yolla girip kıtanın elektrik ihtiyacını karşılamada önemli rol üstleniyor. (2017’de Çin’in elektrik sektöründe 145 milyar dolarlık dış yatırımları, 121 milyarda kalan ülke içi yatırımlarını aşmıştı.)

Resmi olmayan ama IMF görevlilerince kaleme alınan metin, Çin Ticaret Bakanlığı’nın datalarında Çin’in 2019’da LAK’deki yatırımının 6.4 milyar (dış yatırımlarının %5’i) olarak göründüğünü, ancak Cayman ve Virgin Adaları gibi off-shore merkezler üzerinden transfer edilen 4.3 milyarlık fonla gerçek yatırım ve oranın yükseldiğini söylüyor. Off-shore yatırımlar 2008 krizine kadar Çin dış yatırımlarının en az yarısını oluşturuyor, sonra azalma eğilimine giriyor. Yine de örneğin 2018’de off-shore yatırımlar, Çin toplam ihracının %10’u ve LAK’a ihracının misliyle üzerinde. (Aynı şey, diğer kıtalarla Çin’in toplam dış yatırımları için de geçerli olmalı.)

Off-shore yatırımlar katıldığında kıtadaki dış sermaye stok dağılımında ilk üç, ezici çoğunluğu Çin’in olan Asya yatırımları %31, Avrupa %30, ABD %20 oluyor. Off-shore yatırımlar katılmazsa dağılım çok değişiyor ve IMF görevlileri, bu nedenle dış yatırımların temel unsuru sınır-ötesi birleşme/satın almalarının daha doğru sonuçlara vardıracağını belirtiyor. Görevliler, Çin’in LAK’taki temel hedefi olan Brezilya’da 2011-14 arasındaki 12.5 milyardan 2015-18’de 23 milyara çıkan Çin satın almalarını örnek veriyor.[59]

Buradan bakıldığında, Çin’in ABD’nin “arka bahçesi”ne de epey yerleştiği görülüyor.

 

ABD-ÇİN REKABETİ VE SONUÇ

Çin yayılarak son derece hızlı gelişiyor; ancak ABD hala dünyanın bir numaralı gücü. GSYİH’sı, ihraç sermaye stoku, en büyükler listesinde ön sıraları dolduran etkili tekelleriyle henüz oldukça ileride. 2020’de 91.98 trilyon dolarlık toplam dünya GSH’nın 20.5’i (%22.5)[60], 38.344 trilyon dolarlık sermaye ihraç stokunun 8.241’i (%21.5)[61] ABD’nin. Avrupalılar, AB toplamı olarak, 15.168 trilyonluk[62] GDP’leri ile 2. sırada, tek tek ülkeler olarak arkalarda, Çin ise 13.4 trilyonda. Sermaye ihracı bakımından AB 13.091 trilyonluk stokuyla ABD’nin önünde, Çin ise 2.413 trilyonla Hollanda’nın da ardından dünya dördüncüsü.

Gerçi Çin’in ABD’yi geride bıraktığı elektrik üretimi gibi sektörler var,[63] ama yaygın değil. Çin aradaki açığı kapatabilir kuşkusuz, gelişme bu yönde. ABD “ticaret savaşları” ile önünü kesmeye çalışırken, Avrupalılarla olduğu kadar, Asya’da –yakın zamana kadar Şanghay İşbirliği Örgütü’ne üye olan– Modi Hindistan’ını da yanına çekip Japonya, Avustralya ve Kore ile blok kurmaya yönelerek, Çin ilerleyişi karşısında ittifaklarını tazeliyor.

Askeri alanda üstünlüğü tartışılmaz olan ABD’nin, nükleer silah yığınağı bakımından tek dengeleyicisi Rusya. İkisinin elinde binlerce nükleer başlıkla birçoğu birden fazla başlık taşıyabilen balistik füze bulunuyor; Çin henüz böyle bir güce sahip değil.

ABD, NASA özel tekeller işbirliğiyle uzayın fethini ilerletmeye yöneldi ve bir Uzay Kuvvetleri Komutanlığı kurdu. Çin ise 1960’ta orta menzilli balistik füze geliştirmeye başladı, 1966’da uzayda nükleer bomba patlattı, 1971’de yörüngeye uydu oturtup 1999’da uzay aracını başarıyla yere indirmesinin ardından 2003’te uzaya insan yolladı ve 2007’de ayın yörüngesine uydu yerleştirdi. 2000’den bu yana, ABD uzay çalışmalarında Çin’e ambargo uyguluyor. Ama bir kere ok yaydan çıktı.

ABD tehlikenin farkında ve silahlanmasını yeterli görmeyerek harcamalarını kısmıyor. 2009’da 841, 2010’da 865 milyar harcadı, 2020’de 766 milyar dolarda. Silah harcamaları GSYİH’sının %3-5’i kadar. Almanya ve Japonya’nın GSYİH’nın %1.5’unu geçmeyen askeri harcamaları ortalama 40 milyar dolar civarında seyrediyor. Fransa da benzer durumda. SİPRİ’nin tahminiyle Rusya silaha 50 milyar civarında ve GSYİH’sının %3-5’i kadar harcıyor. 1997’ye kadar 30 milyarın altında kalan Çin, askeri harcamalarını tedricen 2009’da 123’e, 2020’de 244 milyar dolara yükseltti. Bu tedrici ama düzenli artış, diğer alanlardaki yükselişini andırarak durmaksızın tırmanıyor. Ordusunu modernleştirmekte olan Çin, anlaşılıyor ki, askeri alanda da rakiplerinin arkasında kalmamayı hedefliyor.

Erken bir savaşa zorlanarak burnu sürtülmezse –ki bu olasılık dışı değil– sanayisinin modern teknik temelinden güç alarak yaptığı atılımlar ve ekonomisiyle yayılmasının hızlı büyümesiyle Çin’in ABD’yi yakalayıp geçmesi şaşırtıcı olmayacak. Dolayısıyla önümüzdeki yıllarda karşılıklı hamleler, önemi artacak yakınlıklar ve ittifaklarıyla giderek daha da sertleşecek emperyalistler arası rekabet ve dalaşmalara tanıklık edeceğiz.

 

 

[1] Lenin, V.İ. (2009) Emperyalizm, çev. C. Süreya, 12. Baskı, Sol Yayınları, Ankara, sf. 70

[2] BM (2000) “World Investment Report 2000”, https://unctad.org/system/files/official-document/wir2000_en.pdf, sf. XV

[3] BM, World Investment Report 2000, sf. XV-XVI

[4] BM, World Investment Report 2000, sf. XVI

[5] BM, World Investment Report 2000, sf. XIX, XX ve 15 (Figure I.4)

[6] BM (2016) “World Investment Report 2016”, https://unctad.org/system/files/official-document/wir2016_en.pdf, Figure I.1, sf. 2

[7] BM (2020) “World Investment Report 2020”, https://unctad.org/system/files/official-document/wir2020_en.pdf, Figure I.1, sf. 2

[8] BM (2007) “World Investment Report 2007”, https://unctad.org/system/files/official-document/wir2007_en.pdf sf. 11

[9] BM (2017) “World Investment Report 2017”, https://unctad.org/system/files/official-document/wir2017_en.pdf, sf. 21. Hizmetlerin ayrıntılı dökümüyse şöyle: 5.6 trilyon dolar finans, 4.7 trilyon yine bu kapsama girebilecek iş ilişkileri, 2.6 trilyon ticaret, 1.8 trilyon haberleşme.

[10] BM (2019) “World Investment Report 2019”, https://unctad.org/system/files/official-document/wir2019_en.pdf, sf. 61 ve 41

[11] BM, World Investment Report 2019, sf. 7

[12] BM, World Investment Report 2019, sf. 12

[13] BM, World Investment Report 2019, sf. 54

[14] BM, World Investment Report 2017, sf. 11 ve 14

[15] BM, World Investment Report 2019, sf. 60

[16] BM, World Investment Report 2019, sf. 4

[17] BM, World Investment Report 2019, sf. 7

[18] BM, World Investment Report 2017, sf. 12 ve BM, World Investment Report 2020, sf. 12

[19] OECD (2021), https://data.oecd.org/fdi/fdi-stocks.htm#indicator-chart,

[20] Hong Kong için bkz. Kneoma (2020) “FDI: Inward and Outward Flows and Stocks, Annual”, www.knoema.com

[21] Bullough, O. (2018) “Nevis: how the world’s most secretive offshore haven refuses to clean up”, https://www.theguardian.com/news/2018/jul/12/nevis-how-the-worlds-most-secretive-offshore-haven-refuses-to-clean-up

[22] Isle of Man Offshore Jurisdiction (2021) https://www.offshore-protection.com/isle-of-man-tax-haven

[23] Pwc (2021) “Hong Kong SAR”, https://taxsummaries.pwc.com/hong-kong-sar/corporate/taxes-on-corporate-income. Aynı sitede ülke adları değiştirilerek diğer ülke verilerine ulaşılabilir.

[24] Pwc China (2021) “Overview of PRC Taxation System”, https://www.pwccn.com/en/services/tax/accounting-and-payroll/overview-of-prc-taxation-system.html

[25] BM, World Investment Report 2017, sf. 45

[26] OECD (2008) “Özel Varlıklar”, https://read.oecd-ilibrary.org/finance-and-investment/oecd-benchmark-definition-of-foreign-direct-investment/special-entities_9789264045743-8-en#page3, sf. 101

[27] Lenin, Emperyalizm, sf. 140

[28] Lenin, Emperyalizm, sf. 72

[29] Lenin UKKTH ve Emperyalizm broşürleriyle III. Enternasyonal’in II. Kongre tezlerinde, Stalin Çin üzerine tartışmalarında ülkeler arasında bu ayrımları yapmış, Komintern Programı da bu ayrımdan hareket etmişti.

[30] BM, World Investment Report 2017, sf. 9

[31] Rakamlar, Koç ya da Sabancı gibi Holdinglerin bağlı şirketlerinin toplam varlıklarını değil, ama yalnızca ihraç edilmiş sermaye ortaklı şirketlerin en azından çoğunluk sermayesinin yabancıların elinde olanlarının varlıklarını ilgilendirmektedir.

[32] BM, World Investment Report 2017, sf. 26

[33]Ülkelerin %80’i ortaklıklarda yabancıların çoğunluk hisse sahipliğini en azından bir sektörde sınırlıyor.” BM, World Investment Report 2016, sf. xiii

[34] Lenin, Emperyalizm, sf. 108–109

[35] BM, World Investment Report 2000, sf. 31

[36] BM, World Investment Report 2007, sf. 20

[37] BM, World Investment Report 2007, sf. 68 ve 70

[38] BM, World Investment Report 2016, sf. 5-6

[39] BM, World Investment Report 2020, sf. 12 ve 15

[40] UK Parliament (2021) “Foreign Direct Investment (FDI) Statistics”, https://commonslibrary.parliament.uk/research-briefings/cbp-8534/

[41] BM, World Investment Report 2020, sf. 30

[42] Dünya Gazetesi (2018) “Trump belirsizliği AB’yi Asya’ya itiyor”, https://www.dunya.com/dunya/trump-belirsizligi-abyi-asyaya-itiyor-haberi-430370

[43] AA (2021) “Siyasi güç kavgasının merkezindeki proje: Kuzey Akım 2”, https://www.aa.com.tr/tr/analiz/siyasi-guc-kavgasinin-merkezindeki-proje-kuzey-akim-2/2317863

[44] BM, World Investment Report 2020, sf. 54-60

[45] Çin’in Ar Ge harcamaları 2000’deki 9 milyardan 2018’de 293 milyar dolara yükseldi. Bkz. McKinsey Global İnstitute (2019) “China and the World”, http://www.sais-cari.org/chinese-investment-in-africa, sf. 3

[46] Macrotrends (2021) “China GDP Growth Rate 1961-2021”, https://www.macrotrends.net/countries/CHN/china/gdp-growth-rate

[47] NBSC (2021) “Annual Data”, http://www.stats.gov.cn/english/Statisticaldata/AnnualData/

[48] BM, World Investment Report 2000, sf. 23

[49] BM, World Investment Report 2000, Figure II.20, sf. 51

[50] Bkz. BM, World Investment Report 2007, sf. 42, 44 ve 47

[51] BM, World Investment Report 2007, sf. 24-25

[52] BM, World Investment Report 2019, sf. 4 ve 7

[53] BM, World Investment Report 2019, sf. 40

[54] Forbes (2021) “Global 2000”, https://www.forbes.com/lists/global2000/#62ff9ef5ac04

[55] BM, World Investment Report 2020, sf. 28 ve 36

[56] Johns Hopkins University SAIS China-Africa Research Initiative, Kaynak: The Statistical Bulletin of China’s Outward Foreign Direct Investment, “China-InAfrica-FDIData_08Jan2021.xlsx”

[57] China Africa Research Initiative (2021) “Chinese Investment In Africa”, http://www.sais-cari.org/chinese-investment-in-africa

[58] China Africa Research Initiative (2021) “Chinese Loans To Africa Database”, https://chinaafricaloandata.bu.edu/

[59] LAK bilgileri için bkz. Ding, D., F. Di Vittorio, A. Lariau, Y. Zhou (2021) “Chinese Investment in Latin America: Sectoral Complementarity and the Impact of China’s Rebalancing”, https://www.imf.org/en/Publications/WP/Issues/2021/06/07/Chinese-Investment-in-Latin-America-Sectoral-Complementarity-and-the-Impact-of-Chinas-50217

[60] World Population Review (2021) “GDP Ranked by Country 2021”, https://worldpopulationreview.com/countries/countries-by-gdp

[61] OECD (2021) “FDI stocks”, https://data.oecd.org/fdi/fdi-stocks.htm#indicator-chart

[62] Statista (2021) “European Union: Gross domestic product (GDP) from 2016 to 2026”, https://www.statista.com/statistics/527869/european-union-gross-domestic-product-forecast/

[63]Karşılaştırmalı olarak aynı dönemde ABD 4.2 bin TWh’de kalırken, Çin’in elektrik üretim kapasitesi 2010’daki 4.2 bin TWh’den keskin bir şekilde 2018’de 7.2 TWh’ye yükseldi.” (Ding, vd., Chinese Investment in Latin America, sf. 5)