Ender Şiar Argın
“Lenin görünmüyor, fakat yine de aramızda dolaşıyor.”
Vladimir Mayakovski
Gazete yazılarında kod ismi olarak kullandığı biçimiyle Lenin, orijinal ismiyle Vladimir İlyiç Ulyanov’un doğumunun üzerinden tam 150 yıl geçti. 1870’te Orta Volga, Simbirsk’te, öğretmen ve aydın bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmişti. Peki, çokça araştırma-incelemeye konu olan ve ölümünün üzerinden neredeyse bir asır geçmiş bir devrimci önderi bugün canlı kılan nedir? Lenin’i bugün anmanın ve tartışmanın anlamı nedir? Devrim, taktik, parti, praksis, proletarya hegemonyası vb. kavramlarla sürdürülen bir tartışmanın Lenin’i içermesi zorunluluğu nereden gelir?
Lenin’in düşüncesini, siyasal yaşamını ve tüm bunların bileşimi olarak tarihsel önemini bir yazıya sığdırabilmek elbette zor, bunu yapabilmek için onu Lenin yapan temel politik dönüm noktalarını anlamak gerekiyor. Bu yüzden Lenin’in kopuş-süreklilik diyalektiğine dayanan yaşamını, onun politik mücadelesi içerisindeki belirli dönüm noktalarıyla birlikte anlamaya çalışmak, daha makul bir yöntem gibi duruyor. Haliyle Lenin’in düşüncesini, her şeyden önce onu Lenin yapan sosyal-siyasal koşullar altında anlamaya çalışacağız. Onun, bugüne miras niteliğinde olan en önemli siyasal başarılarını, belirli bir tarihsel kesit içerisinde, Rus devrimci geleneğinden Sosyal Demokrasiye, oradan Ekim Devrimi’ne uzanan yolculukta aktaracağız. Ancak yazının konusu bir Lenin biyografisinden ziyade -mecburi olarak koyulmuş sınırlarla- devrimci bir tarihsel figürün belirli yönlerini ve düşüncelerini hatırlatmak, 150. yaşında Lenin’i anmak ve bugünden anlamak; onu en güçlü yönüyle, yani ‘aramızda dolaşan’ canlı kanlı bir figür olarak tartışmak olduğunu belirtelim.
RUS RADİKALİZMİNDEN MARKSİZME
Aleksandr Herzen, 1848 ayaklanmalarının başarısızlığı nedeniyle Batı’da gerçekleşecek bir devrimden umudunu kesmişti. Toplumsal bir devrim ancak kapitalizmin ve onun üretim-mülkiyet ilişkilerinin henüz bulaşmadığı Rusya’da mümkün olabileceğini düşünüyordu. Herzen’e göre ‘mir’lere benzer köylülerin ortak mülkiyetleri genişletilebilir, henüz kapitalizm köy ekonomisini bozuşturup yozlaştırmadan, soylulara karşı verilecek bir mücadeleyle halkçı bir toplum kurulabilirdi. Çernişevski de 1860’larda endüstriyel gelişimden ziyade tarımsal üretimi gözeten Fourier sosyalizmine benzer bir halkçı toplum modelini düşlüyordu.[1]
1861’de gerçekleşen köylü reformuyla II. Aleksandr serfliği kaldırmış, köylüler emek gücünü “satma özgürlüğü”ne kavuşmuş, ancak bu sefer de köylülerin topraktan kopuş süreci hız kazanmıştı. Köylülerin önemli bölümü mülksüzleşmiş, Lenin’in daha sonra Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi’nde tartışacağı üzere kapitalizmin ilk birikim süreci korkunç bir yoksulluk dalgasını birlikte getirmişti.
Köylülerin ortak mülkiyeti fikri etrafında örgütlenmiş, halkçı bir toplumsal devrim düşleyen düşünürlerden etkilenen Narodnikler, “Narodnaya Volya” (Halkın Özgürlüğü) isimli gizli bir dernekte bir araya geliyordu. Halkçı (Narodnik) aydınlar köylü kılığına girerek köylülere gidiyor, köy dayanışmasının erdemlerini açığa çıkarmaya, endüstriyel kötülükler gelmeden önce gerçek bir halk devrimini mümkün kılmaya çalışıyordu. Ancak köylüler, kendilerine bilmedikleri dilde bir şeyler anlatan bu ‘yaratıkları’ hoş karşılamıyor, saldırı ve ihbarlarla karşılık veriyordu. Narodnik devrimcilerin 70’lerin ortalarında köylere giderek denedikleri siyasal yöntem başarılı olmuyor, köylülerden bekledikleri karşılığı alamayınca umutsuzluğa kapılıyorlardı. O zaman bir grup aydının, bu umutsuz teorinin ürünü olan şiddet eylemleri aracılığıyla Çarlık otokrasisiyle çarpışması gerekiyordu. 1881’de II. Aleksandr, Narodnikler tarafından tertiplenen bir suikast sonucu öldürüldü.
Ancak Çarlık, toplumun bütün kesimlerine karşı basıncını arttırıyor, halkın aydın kesimleri bu baskıdan payını alıyordu. Kasım 1886’da düzenlenen bir öğrenci eylemi için kent meydanında toplanan yaklaşık 500 kişi gözaltına alınmıştı. İçlerinden 40 öğrenci tutuklanmış, taşra illerine sürgüne gönderilmişti. Birçok öğrenci devletin bu refleksiyle çileden çıkmış, mutlakiyete olan öfkesini kontrol edemeyecek duruma gelmişti. Bu koşullarda yeni Çar’ı öldürme ya da devlet aygıtına şiddetli eylemlerle zarar verme fikri, çeşitli radikal grupların ana motivasyonu olmuştu.
Lenin’in ağabeyi Aleksandr da bu öğrencilerden sadece biriydi. Yaptığı bilimsel araştırmalarla ödüller kazanmıştı. 1886 yılında Aleksandr aynı zamanda, amacı çarı öldürmek olan bir örgütün üyesiydi. Grup, kendisini 2. Çarı suikast ile öldüren Narodnaya Volya örgütünün ‘Terörist Hizbi’ olarak tanıtıyordu. Fakat bu ismi kullanmalarına rağmen Narodnaya Volya’nın geri kalan militanlarıyla herhangi bir bağlantıları yoktu. Aleksandr da grubun diğer üyeleri gibi Çarlığın baskı ve şiddetinden rahatsızdı. Yaptığı araştırmadan kazandığı altın saati satmış ve parayı ev yapımı bir bomba hazırlamak için kullanmıştı. Bir arkadaşının St. Petersburg’daki evinde nitrogliserinden dinamit yapmak için çalışmaya başlamıştı. 1 Mart günü St. Petersburg’da çarın gelişini bekleyen komploculardan bazıları şüpheli hareketleri nedeniyle gözaltına alındı, üzerlerinde bomba bulunmuştu. “İkinci 1 Mart” vakası (çarın babası 1 Mart 1881’de öldürülmüştü) sonucu Aleksandr ve diğer dört komplocu idam edildi. Aleksandr, bu suikast girişiminden önce bir örgüt manifestosu kaleme almış, bu parlak gençlerin Rusya’yı kurtarmak için bir suikast eylemine ruhen ve bedenen teslim olmalarına neden olan siyasal rotayı belirlemişti.
“İfade özgürlüğü olmadan, öyle veya böyle etkili olabilecek bir propaganda mümkün değildir, tıpkı halkın temsilcilerinin ülke yönetimine katılımı olmadan halkın ekonomik durumunun iyileştirilmesinin gerçekte mümkün olmaması gibi. Bu nedenledir ki Rus sosyalistleri açısından, özgür kurumlar için mücadele etmek, nihai amaçlarına ulaşmak için zorunlu bir araçtır. Dolayısıyla özünde sosyalist olan bir parti, gücünün bir kısmını, onun nihai iktisadi ideallerine hizmet edecek, daha doğru ve etkili faaliyetler yürütmek açısından zorunlu bir araç olduğunu düşündüğü müddetçe ve yalnızca geçici olarak siyasi mücadeleye vakfedebilir.”[2]
Aslında Aleksandr’ın bu satırları, Narodnizm ve Rus radikalizminden önemli ölçüde bir kopuşu ifade ediyordu. Çünkü radikalizmin birinci nesil aydınları siyasi özgürlükleri çok önemsemiyor, hatta basın özgürlüğü vb. demokratik talepleri uyanık burjuvazinin işine yarayacağı gerekçesiyle reddediyordu. İkinci nesil Narodnikler ise siyasi özgürlük olmadan, gerçek bir halk devriminin mümkün olamayacağını varsayıyorlardı. ‘Narod’ (halk) ile ilişkilenme-temas kurma girişimi hayal kırıklığıyla sonuçlanmış, siyasi özgürlük de olmadığından güçlü bir halk hareketinin şimdilik mümkün olmayacağı fikri benimsenmişti. O zaman bir avuç devrimcinin otokrasiyi gerekli ödünleri vermeye zorlaması gerekiyordu. Ancak Birinci 1 Mart vakasından sonra dahi çarlık rejimi sarsılmamış, hatta baskısını arttırmıştı. Aynı zamanda siyasi özgürlüğün stratejik bir hedef olarak benimsenmesi soyut ve havada kalıyordu. Kapitalizmin iktisadi ve siyasi kurumları uzun vadeli olarak benimsenmeyecekse ‘siyasi özgürlük’ elde edildikten sonra ne yapılması gerekiyordu? Sosyalizm yolundaki yeni strateji ne olacaktı? Plehanov, Zasuliç vb. aydınların Narodnizmden kopuşu ve sosyal demokrasiyi benimsemesi de bu stratejik çıkmazın sonucuydu.
Tam da bu noktada Aleksandr’ın yukarıdaki satırları Rus radikalizminin yeni neslinin siyasal kopuşunun başlangıcına işaret ediyordu. Narodnizmin en önemli çıkmazına bir tür çözüm önerisiydi. Buna göre siyasi özgürlük olmadan sosyalizmin “nihai iktisadi ideallerine” ulaşmak mümkün değildi.Rus Narodnikleri açısından “özgür kurumlar için mücadele etmek, nihai amaçlarına ulaşmak için”geçici bir araçtı. O zaman yeni politik hat belliydi; sosyalizmin temel stratejisinin hayata geçirilmesi ve “etkili olabilecek bir propaganda”için siyasi özgürlüğün tesis edilmesi, Çarlık mutlakiyetinin devrilmesi. Onlara göre sosyalizmin temel stratejisi ancak gelecek dönemde, siyasi özgürlük elde edildikten sonra benimsenebilirdi. Peki siyasi özgürlüğün olmadığı koşullarda siyasi özgürlüğü elde etmenin yöntemi ne olacaktı? Aleksandr, bu soruya “terör” yanıtını vererek başlattığı siyasi hamlesini nihayete erdiremiyordu; mevcut otokratik baskı koşullarında emekçi halkın, terör uygulayan aydınların ‘ön siyasi devrim’ine destek olmaktan başka bir şey yapabileceğini düşünmüyordu. Rus radikalizminin o güne kadarki en ileri siyasal rotasını çizmesine rağmen yine bir ‘çıkmaz’ ile yaşamını feda ediyordu. Rus radikalizmi krizdeydi, önemli bir içsel devrimi gerçekleştirmiş ancak karşı karşıya olduğu bu stratejik problem ile yerinde sayıyordu.
Vladimir Ulyanov bu süreci acı bir kişisel deneyimle izlemişti. “Hayır, biz bu yoldan gitmeyeceğiz” sözünün bu zamanlarda ortaya çıktığından söz edilir. Bu klasikleşmiş sözün kökeni olarak Lenin’in kız kardeşi Mariya’nın 1924 yılında Lenin’in cenazesinde anlattığı bir anekdot gösterilir. Vladimir İlyiç, abisinin ölümünün haberini aldıktan sonra yumruklarını sıkarak “Hayır, biz bu yoldan gitmeyeceğiz – gitmemiz gereken yol bu değil” demişti. Lenin üzerine çalışmış tarihçiler bu meseleye haklı olarak kuşkuyla yaklaştılar. Çünkü Mariya o zamanlar 9 yaşındaydı ve Lenin henüz siyasete ilgili değildi.[3] Ancak böyle bir sözün Lenin tarafından söylenip söylenmemesinden öte sözün ifade ettiği gerçeklikle ilgilenmeyi seçebiliriz. Gerçekten Lenin, abisinin yolundan ‘farklı’ bir yoldan gitme gerekliliğini, Rusya’nın tarihsel koşullarının bunu zorunlu kıldığını siyasal yaşamının başından itibaren biliyordu.
Lenin, ağabeyinin idamını izleyen yıl hukuk okumak üzere Kazan Üniversitesi’ne gitti. Orada hemen öğrenci hareketinin parçası oldu ve bürokrasinin dikkatini çekti. Kısa süre sonra üniversiteden atıldı ve polis gözetiminde Kokuşkino köyüne gönderildi. Lenin, Kokuşkino köyünde geçirdiği o yazı, hayatının en yoğun okuma yaptığı dönem olarak hatırlayacaktı. Yaptığı okumalarla Rus devrimci geleneğiyle tanışmış, Çernişevski’den kısa sürede etkilenmişti. Çernişevski o sürelerde Sibirya’da sürgünündeydi. Lenin, kendisi üzerindeki etkisini her fırsatta ifade ettiği bu büyük Rus yazarın adresini bulup ona bir mektup bile yolladı. Ancak mektubuna cevap alamadı, zira Çernişevski kısa süre sonra hayatını kaybedecekti. Narodnizmin ikilemlerinden rahatsızlık duyan Plehanov, Zasuliç, Akselrod gibi devrimci önderler Emeğin Kurtuluşu isimli ilk sosyal demokrat örgütü kurmuştu. Lenin, abisinin ölümünü izleyen yıllarda Kazan’daki politik faaliyetlerini kısa sürede bir arayışa dönüştürdü. Sosyal demokratların illegal okuma gruplarının parçası olmuştu, sosyal demokrasinin devrim ve sosyalizm mücadelesindeki stratejisinin bütünlüğü içerisinde ağabeyinin çıkmazını da aşmanın yolunu kavramıştı. Evet, sosyalizmin nihai hedefleri ve iktisadi devrimi için siyasi özgürlük ve propaganda yapmaya uygun koşullar şarttı. Ancak siyasi özgürlük mücadelesi, siyasi özgürlüğün olmadığı koşullarda yani Çarlık baskısı altında da kitlesel bir hareket ile mümkün olabilirdi. Çarlık mutlakiyetinin devrilmesi gerekiyordu, ancak bunun için de gerekli olan sosyal demokrat stratejiydi.
Rusya’nın sosyal ve ekonomik değişimine dair Marksist bir gözle yaptığı okumalar Lenin’in ‘farklı yol’u kavramasını sağlayacaktı. Farklı yolun muazzam potansiyelini açığa çıkaran; yani bir sosyal demokrat hareketin ve potansiyel olarak büyük bir kitle hareketinin koşullarını yaratan dinamizmin de sistematik biçimde kavranmasıydı bu: Rusya’da kapitalist toplumsal dönüşüm.
Kapitalist dönüşüm, her ülkede olduğu gibi gerçekleşmesi muhtemel bir siyasi devrimde çıkarı olacak yeni mülksüz kitleleri açığa çıkarıyordu. Kent ve kırsalda yaşayan işçiler, bu siyasi devrimin merkezi gücü olmalıydı, çünkü devrimden hayati derecede çıkarı olan sınıflar onlardı. Siyasi devrimin stratejisi de bu bağlamda mevcut devrimci dönüşüm döneminin potansiyelini açığa çıkaracak kesintisiz bir devrimci strateji olmalıydı; işçi sınıfının bütün halk kitlelerinin vojd’u (lideri) olarak ve köylülükle ittifak halinde gerçekleştireceği bir ‘demokratik devrim’ ve bu devrimin, kapitalist mülkiyet ve üretim ilişkilerini ortadan kaldırılma hedefiyle kesintisiz biçimde sosyalist devrime doğru ilerletilmesi. Aleksandr’ın yukarıda aktardığımız görüşlerini hatırlayalım. Lenin, ağabeyinin içinden çıkamadığı stratejik ikilemi aşmıştı; Çarlık otokrasisi koşullarında sosyal demokrat strateji ile mücadele ve kesintisiz devrimci faaliyet.
Lenin, Rusya’daki kapitalist dönüşüm ve bunun gerektirdiği sosyal demokrat strateji arasındaki bağlantının temellerini kurmuş genç bir Marksist olarak St. Petersburg’da faaliyet sürdürüyordu. Rusya dışındaki sosyal demokrat partilerden aldığı ilhamla bütün siyasal yaşamını biçimlendirecek rota üzerine çalışıyordu. Bunun için en ilham verici örnek de Marksizmin anavatanı Alman Sosyal Demokrat Partisiydi. Şansölye Otto Bismarck, anti komünist, baskıcı yasalarla Sosyal Demokrasiyi saf dışı etme girişimindeydi. Ancak Lenin’in St. Petersburg’a taşındığı 1891 yılında Bismarck unutulup gitmiş, Alman Sosyal Demokrat Partisi güçlenerek çıkmıştı baskı koşullarından. Lenin’in, baskı koşulları altında da Sosyal Demokrat stratejinin uygulanabileceğine dair fikirlerini Alman Sosyal Demokrat Partisi pratik düzeyde kanıtlamıştı. Yine Lenin’i o dönemler en çok heyecanlandıran, işçi sınıfının devrimci potansiyelindeki ivmeydi. İşçi sınıfının merkezi devrimci unsur olarak bir halk hareketine liderlik etmesi fikri, Lenin’in kafasındaki işçi sınıfı önderliği imgesini gittikçe canlandırıyordu. Krupskaya o yılları şöyle anlatır:
“[1890’ların başlarında] Piter [St. Petersburg] işçileri arasında yürüttüğü çalışma, bu işçilerle yaptığı sohbetler, onların konuşmalarını ilgiyle dinlemiş olması, Vladimir İlyiç’e Marx’ın büyük fikrine dair bir anlayış kazandırdı. Bu, işçi sınıfının tüm emekçilerin öncü kolu olduğu ve tüm emekçi kitlelerin, tüm ezilenlerin onu takip edeceği fikridir. Sahip olduğu gücün ve zaferinin teminatı budur. İşçi sınıfı, yalnızca bütün emekçilerin vojd’u [lideri] olarak zafer kazanabilir… Bu düşünce, bu fikir, onun sonraki eylemlerine, attığı her adıma ışık tuttu.”[4]
Aynı yıl gerçekleşen Erfurt Kongresi’nde dünyadaki bütün Sosyal Demokrat partilere örnek teşkil edecek bir program kabul edilmişti. Partinin gelecek vaat eden Marksisti Karl Kautsky tarafından yazılan Erfurt Programı (1892), Lenin’in işçiler içerisindeki çalışmasında temellerini attığı “işçi sınıfının önderliği” fikrini olgunlaştırmıştı. Kautsky, kitabında, sosyal demokrasinin “salt sanayide çalışan ücretli emekçilerin değil, tüm emekçi ve ezilen sınıfların temsilcisi”olarak, giderek kitlesel bir partiye dönüşme eğiliminden bahsediyordu.[5] Yukarıda bahsettiğimiz sınıf liderliği fenomenini dünyanın en güçlü Sosyal Demokrat partisinin programıyla teyit etmişti Lenin, 1894 yazını Erfurt Programı’nın Rusça’ya çevrilmesine harcamıştı.
HALKIN DOSTLARI KİMLERDİR?
Lenin, 1894’te illegal olarak yayımladığı “Halkın Dostları Kimlerdir?”[6]kitabıyla siyasal yaşamının ilk büyük siyasal polemiğine girişecekti. Üç bölüm halinde yayımlanan metnin ikinci bölümü kaybolmuş ve hiçbir zaman bulunamamıştı. Metin, o dönem Ruskoye Bogatstvo’da (1876-1918) yayınlanan ve Marksizmi hedef alan makalelere bir yanıt olarak hazırlanmıştı. Ruskoye Bogatstvo, liberal Narodniklerin yayın organı olarak S. Krivenko ve N. Mihaylovski tarafından yönetiliyordu. Lenin de kitabın ilk bölümünde Mihaylovski ile üçüncü bölümünde ise Krivenko ile polemiğe giriyordu. Lenin, kitapta temel olarak yalın bir diyalektik ve tarihsel materyalizm savunusu geliştirir.
Mihaylovski, Marksizme yönelttiği eleştiriyle tarihsel materyalizmin çarpıtılıp bozuşturulmasına yol açmış, Marksizmin ‘tarih’ ve ‘tarihsel yasalar’ anlayışına karşı bir saldırıya girişmişti. Mihaylovski Marx’ın materyalizm teorisini “ekonomiye” indirgiyor, “hiçbir zaman bilimsel olarak kanıtlanmamış doğrulanmamış” olması iddiasıyla eleştiriyordu. Aynı zamanda Mihaylovski, Marx’ı “Hegelci şemaları uygulamaya çalışmakla” eleştiriyordu. Buradan yola çıkan Narodnik teorisyen Rusya’da kapitalist dönüşümü yadsıyor, Marksizmin kapitalizm ve sömürü tahliliyle hesaplaşıyordu. Ona göre Marksistler, “tarihsel zorunluluğun içkin yasaları”gereği Rusya’da kapitalizmin zaferini Batıda gerçekleştiği için müjdeliyor, topraktan kopmuş“’müjik’in bir proleter haline dönüşecek, toplumsallaşacak”olmasına umut bağlıyorlardı.[7] Aynı şekilde Krivenko’ya göre kapitalizmin Rusya’daki gelişimi tartışmalıydı, çünkü köylülüğün topraktan kopması tamamlanmamış, “köylü sanayi”varlığını koruyordu. Ayrıca kapitalizm, Narodniklerin savunduğu bir tür kapitalizmsiz meta ekonomisi formülü “halk sistemi” ile çelişiyordu. Bu nedenle kapitalizm tahlili yapan sosyal demokratlar köylü nüfusun “çıkarlarını ihmal ediyor”, “her mujiği fabrika potasından geçirmek”istiyordu.[8]
Lenin ise Mihaylovski’nin “şematik” dediği kapitalizm ve sömürü tahlilinin yalnızca “belirtmek ve mahkum etmek düzeyinde” sınırlı kalmadığını, sosyal demokratların ilkin materyalist tarih anlayışıyla bu olguları “açıklamak” ile işe başladıklarını belirtir. Lenin, gelişmekte olan yeni iktisadi sistemin Rusya’nın tüm çalışan sınıflarını ‘kapitalist sömürü’ sonucu mülksüzleşme ile yüzleştirdiğini, kapitalizmin doğal olarak fabrika işçilerini, kent proletaryasını yarattığını, “emeğin koşulları ve yaşam durumlarının”bu sınıfı sosyal mücadeleler açısından elverişli ve özel duruma getirdiğini, örgütlenme, düşünme ve “siyasal savaşım arenasına adım atma”olanaklarının bu sınıfın elinde yoğunlaştığını açıklar. Sosyal demokratların da doğal olarak bütün dikkatlerini bu sınıfa yönelttiklerini belirtir. Sosyal demokrasinin siyasal programını neden bu sınıfın “sınıf bilincini geliştirmeye”indirgediğini, bütün sosyal demokrat faaliyetin neden bu sınıfın “mevcut rejime karşı doğrudan siyasal savaşım vermek üzere harekete geçmesine yardım etmek üzere” ve “tüm Rus proletaryasını bu savaşıma çekmek”üzere merkezileştiğini açıkça ortaya koyar.[9]
Aynı zamanda Lenin, Mihaylovski ve Krivenko nezdinde “Halkın Dostları”nı “küçük burjuva ideologları”olarak tanımlar. Sömürüyü “ortadan kaldırmayı değil, hafifletmeyi”, “çatışmayı değil uzlaşmayı” isteyen bu liberal Narodnikler, Lenin’e göre yoksul köylülüğün değil, büyük toprak sahiplerinin çıkarlarını savunmaktadır. Aynı zamanda Lenin, Rus devrimci geleneğine atıf yaparak “Halkın Dostları”nı eski Rus radikalizminin devrimci çizgisine ihanet etmekle suçlar, liberal uzlaşmacılıkla mahkum eder.[10]
“Babalarımıza ve onların ideallerine gelince, belirtmek gerekir ki, Rus Narodniklerinin eski teorileri ne kadar hatalı ve hayalci olursa olsun, her durumda böyle ‘alçakgönüllüce liberalizm başlangıçlarının’ kesinlikle karşısındaydı.”[11]
Tarihçi Lars T. Lih de, Halkın Dostları Kimlerdir’in son cümlesine özel bir vurgu yapar:
“[…] Onun (sosyal demokrasinin) en ileri temsilcileri, bilimsel sosyalizm fikirlerini, Rus işçisinin tarihsel rolü fikrini iyice kavradıkları zaman, bu fikirler yaygınlaştığı zaman ve işçilerin bugünkü dağınık ekonomik savaşını bilinçli sınıf savaşımına dönüştürmek üzere işçiler arasında sağlam örgütler kurulduğu zaman – Rus işçisi, tüm demokratik öğelerin başını çekerek mutlakiyeti devirecek ve Rusya proletaryasını (bütün ülkelerin proletaryasıyla yan yana) açık siyasal savaşımın düz yolundan komünist devrimin zaferine götürecektir.”[12]
Bu cümle, Lih’e göre aslında Lenin’in ‘pankart’ cümlesidir.[13] Lih, kitabın bu son cümlesi ile Lenin’in 30 yıllık siyasal yaşamını ve mücadele seyrini periyodik olarak belirlediğini düşünür. Lih’e göre birbiriyle çok bağlantılı üç bölüme bölünebilecek bu ‘pankart’ cümle Lenin’in yaşamı boyunca mücadelesini verdiği temel meseleleri açıklıyordu. Cümlenin ilk bölümü, sosyal demokrat fikirlerin işçiler içerisinde yaygınlaştırılması için ve işçileri salt ekonomik mücadeleden “bilinçli sınıf savaşına” ilerletmek için gerekli olan -daha sonra merkezi bir parti örgütü fikriyle olgunlaşacak- örgütsel mekanizmayı tarif ediyordu. Gerçekten de Lenin yıllarca merkezi bir örgüt fikri için çalışmış, bunun ne denli gerekli olduğu konusunda sayısız polemiğe girmişti. Daha sonra göreceğimiz gibi Lenin’in ‘parti’ fikrindeki ısrarı Bolşevizmin tarihsel zaferiyle doğrulanacaktı. Cümlenin ikinci bölümü işçi sınıfının tüm demokratik taleplerini kucaklayacak bir ‘sınıf önderliği’ fikrine atıf yapıyordu. Yine, Lenin’in 1917 Şubat Devrimi’ne kadarki siyasal rotasındaki öncelikli hedef, çarlık otokrasisini devirecek bir ‘demokratik devrim’di. Rus proletaryası, “mutlakiyeti devirecek”olan bu demokratik devrimin merkezi gücü olmalıydı. Öyle de olacak, Rus proletaryası önce 1905 Devrimi’ne, ardından 1917 Şubat Devrimi’ne katılacak, tamamlanmayan demokratik görevleri üstlenerek devrimi sonuna kadar ilerletecek, “tüm demokratik öğelerin” liderliğini göğüsleyecekti. Cümlenin üçüncü ve son bölümü de Rus proletaryasının uluslararası tarihsel görevini, “açık siyasal savaşım”ile zaman kaybetmeden yürüyeceği yolu,“komünist devrimin zaferine”giden yolu açıklıyordu. Gerçekten Lenin’in Marksizm ile tanıştığı ilk dönemden itibaren motivasyonu, işçi sınıfının temel stratejisiyle şekillenmişti; demokratik devrim ile açılacak yolun kesintisiz biçimde sosyalist devrim ile taçlandırılması, uluslararası proletaryanın tarihsel görevleriyle gerçekleşecek komünist devrim fikri. Lenin’in yaşamının son yıllarındaki büyük çabası dahi bu cümlenin üçüncü bölümüne sadık şekilde ilerleyecekti; uluslararası sosyal demokrat hareketin tarihi ihanetine karşı enternasyonal mücadelede ısrar, emperyalist savaşın iç savaşa dönüştürülmesi taktiği ve sosyalist devrim zaferi, kirlenen sosyal demokrasi bayrağının yerine komünist hareketin bayrağı, Komintern’in dünya devrimi perspektifi…
“Halkın Dostları Kimlerdir”kitabı, yalnızca Lenin’in (kendisinin Engels’e söylediği gibi söylersek) bu “kahince” sözleri nedeniyle bile değerlendirilse, oldukça kritik bir metindir. Ancak metnin önemi sadece bir cümleyle sınırlı değildi elbette. “Halkın Dostları Kimlerdir”, bütün siyasal metinlerini ‘polemik’ üslubuyla kaleme alan uzlaşmaz ve kararlı bir devrimci önderin doğuşunun, yeni siyasi kimliğini bütün dünyaya tanıtan Lenin’in ‘pankartını açmasının’ anlamıydı. Lenin, bu ‘pankartı’ yaşamının sonuna kadar taşıyacaktı.
PARTİ TEORİSİ: LENİN VE DEVRİMCİ ORDU
1895 yazı, Lenin açısından oldukça yoğun geçecekti. Lenin, o yaz İsviçre’de Emeğin Kurtuluşu grubunun üyeleri Akselrod, Zasuliç ve Plehanov ile tanışmıştı. Aynı zamanda Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin efsanevi lideri Wilhelm Liebneckt ile de görüşmüştü. 1895 sonlarında Petersburg’da Lenin, Martov ve diğer sosyal demokratlarla kurulan İşçi Sınıfının Kurtuluşu İçin Mücadele Birliği, sosyal demokrat grupları güçlü örgütsel yapılara kavuşturmak için atılmış önemli bir adımdı. Daha sonra lokal düzeyde faaliyet sürdüren diğer sosyal demokrat gruplar da ‘Mücadele Birliği’ modelini benimseyecekti. İşçi hareketi güçleniyor, illegal sosyal demokrat örgütlerin çeşitli işçi grevlerine iştiraki de olumlu sonuçlar veriyordu. Ancak, özellikle St. Petersburg’da, Mücadele Birliği’nin işçiler içerisinde sürdürdüğü politik faaliyet ve çıkardığı el ilanları basit düzeyini aşmakta zorlanıyordu. Ajitasyon düzeyinde kalan bildiriler işçileri sosyalist-siyasal savaşıma hazırlama görevini üstlenmekte yetersizdi. Lenin bu sorun üzerine ciddi biçimde çalışıyordu; zayıf bir örgütsel modele rağmen döneminin en güçlü grevlerini örgütleyen bu sosyal demokratlar derli toplu ve güçlü örgütsel mekanizmalara sahip olsalar işçi hareketinin yeni bir düzey ulaşmasını sağlayabilirlerdi. Lenin dahil sosyal demokrat örgütçülerin tutukluluk ve sürgün yıllarıyla geçen birkaç yılda, örgütler dağılma durumuna geldiğinden bu fikir pratik düzeyde olgunlaşamamıştı. Ancak Çarlık otokrasisinin baskısı ve Rusya’nın özgün koşulları böyle bir örgütsel modeli artık bir zorunluluk haline getirmişti.
Lenin sürgün yıllarında çalışmaya devam ediyor, kafasındaki örgüt fikri aynı zamanda her türlü baskı koşullarında örgütsel çekirdeğini koruyacak bir model olarak genişliyordu. Çarlık mutlakiyeti altında sosyal demokrat faaliyeti kesintisiz biçimde sürdürecek, çeşitli tutuklama ve sürgünlerle sürekli dağılma tehlikesi yaşamayacak ve giderek kitlesel bir etkiye sahip olacak bir ‘örgüt’ gerekliydi; gizli bir yeraltı örgütü… Lenin’de olgunlaşan merkezi örgüt fikri, aynı zamanda kendi neslindeki sosyal demokratların pratik deneyimlerinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştı. Çünkü o dönemde sosyal demokrat gruplar yerellerde bağımsız faaliyet yürütüyorlar ve merkezi bir örgütlenme ve ortak hareket yeteneğinden yoksunlardı. Merkezi bir örgüt bu yeteneği sağlayacak, gazetede ideolojik ve politik birliğin tesis edilmesinde önemli bir rol oynayacaktı. Bu örgüt Çarlık otokrasisi altında zorunlu olarak profesyonel devrimcilerden oluşan bir örgüt olmak zorundaydı. Ancak parti, işçi sınıfının içinde yuvalanmalı, onlarla kopmaz ve geniş bağlara sahip olmalı, onun en ileri unsurlarını parti bünyesine kazanmalıydı. Devrim kitlelerin eseriydi ve parti kitlelerin öncüsü olduğu gibi, onun organik bir parçası olmalıydı.
Sürgün yılları, Lenin’in merkezi örgüt fikrini olgunlaştırmış, bir parti örgütü fikrine ulaştırmıştı. O sürgündeyken yerel sosyal demokrat grupları ulusal düzeyde birleştirmek için ilk büyük adım atıldı, 1898’de Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi (RSDİP) kuruluşunu ilan etti. Vakitsiz bir ilk kongre sonucu bütün delegeleri tutuklandı. Ancak artık fiili olarak ulusal bir parti vardı ve yerel örgütlerin, çalışmasını merkezileştirebileceği bir örgütsel mekanizma potansiyeli hayata geçmişti.
Sürgün dönüşü yurt dışına çıkan Lenin ve Martov, 1900 yılında Plehanov ve diğer sosyal demokratlarla görüşmeler yaptılar. Bu görüşmeler sonucunda yerel sosyal demokrat örgütleri birbirine bağlayacak merkezi bir yayın organı (ulusal düzeyde bir gazete olarak Iskra) fikri olgunlaşmıştı. Ulusal çapta bir gazete, Lenin’in kesintisiz sosyal demokrat faaliyet için gerekli olacağına inandığı önemli bir araçtı. Çünkü ulusal çapta bir gazete, ulusal çapta bir parti yapısını inşa etmek gibi çok kritik bir görevi üstlenebilirdi. Yerel örgütler, bu gazetenin içeriklerinin hazırlanması ve dağıtım süreciyle ilk defa birlikte çalışabileceklerdi.
“Böyle bir gazete etrafında doğal olarak biçimlenecek olan örgüt, bu gazetenin (sözcüğün en geniş anlamıyla, yani ona emek veren her türlü) katılımcılarından oluşan örgüt her şeye, ama her şeye hazır olacaktır; partinin onurunu, itibarını, sürekliliğini devrimciler için en ağır baskı dönemlerinde kurtarmaktan başlayıp bütün halkın katılacağı silahlı bir ayaklanmayı hazırlamaya, yönlendirmeye, sürdürmeye kadar.”[14]
Iskra yayın hayatına başladıktan sonra parti teorisine dair çeşitli tartışmalar baş gösterdi. Merkezi bir partinin örgütsel çekirdeği henüz kurulmadığı için çeşitli Marksist yayın organlarından tartışmalar sürüyordu. Lenin tüm Rusya’nın “en yüksek siyasi unsuru” haline gelecek bir örgüt ısrarıyla polemiklerini sürdürüyordu. Yayınlanmasında büyük çaba sarf ettiği Iskra da, o zamanlar bir “profesyonel devrimciler örgütü” için kavga veriyordu. Ayrıca grev hareketleri ve işçilerin ekonomik mücadelelerine sosyal demokratların iştirakinin olumlu sonuçlarının yanında, giderek siyasal-sosyalist hedeflerinden kopan bir örgüt çalışması açığa çıkıyordu. Sosyal demokrasi, ekonomik mücadele ve ajitasyonla sınırlı bir çalışmaya savrulma tehlikesiyle karşı karşıyaydı.
Lenin, 1901 ile 1902 arasındaki yaklaşık yarım yılda, sadece Rus devriminin geleceği açısından değil, dünya siyaset tarihine de çok büyük etkileri olacak bir broşür kaleme aldı. Eğilip bükülmez, kararlı ve uzlaşmaz yeni bir parti teorisinin, Marksist siyaset tarihinin en yüksek örgüt teorisinin, Leninizmin doğuşunun ilanıydı bu eser; “Ne Yapmalı?”
Lenin, temel olarak iki mesele üzerinde tartışmasını yoğunlaştırıyordu. İlk olarak sosyal demokrat stratejiyi, işçilerin ekonomik ve kendiliğinden mücadelesine sıkıştıran ekonomizme karşı sosyal demokrasinin siyasal-sosyalist hedefleri etrafında bütünlüklü-kesintisiz bir faaliyet örgütlemesi temelinde taktik sorunu. İkinci olarak da örgütlerin dağınık ve gevşek yapısının ortadan kaldırılması ve güçlü-merkezi liderliğe sahip bir parti örgütü. Bu iki sorun aslında birbirleriyle iç içe sorunlar olduğundan ortadan kaldırılmaları da birbirine bağlıydı.
Lenin, kitap boyunca ekonomik-siyasal mücadele ilişkisine dair çeşitli tartışmalar yürütüyor, ekonomik mücadeleyle yetinen sosyal demokratları uzlaşmacılıkla suçluyor, kafasındaki “devrimciler örgütü”nü tüm berraklığıyla tarif ediyor, güçlü bir parti liderliğinin önemi üzerine polemik yapıyordu. Lenin, Martinov, Kriçevski ve diğer ekonomistlerin yönelimlerinin nasıl “sosyal demokrasiden trade-unionculuğa doğru saptığını”ve Sosyal Demokratların neden “her şeyden önce proletaryanın kurtuluş savaşının tümünü yönetebilecek bir devrimciler örgütü”kurmakla ilgilenmeleri gerektiğiniaçıklıyordu.[15] Ayrıca dünya komünist hareketinin uzun yıllar yararlanacağı çeşitli kavramlarla da polemiğini derinleştiriyordu; eleştiri özgürlüğü, trade unionculuk, kendiliğindencilik, siyasal bilinç, profesyonel devrimcilik vb…
“Devrimciler örgütü” sorunu çok kritik bir düğümdü Lenin için. Devrim için “düzenli” ve “deneyimli” bir devrimciler ordusu gerekiyordu. Çünkü ancak böyle bir ordu, “sistematik biçimde eğitilirse”, ancak böyle bir ordu gelecekteki muazzam savaşı yönetebilecek yetenekleri kazanabilirse, ancak böyle bir ordu proletaryanın liderliğini üstlenirse devrim başarıya ulaşabilirdi.
“Ancak böyle bir örgüttür ki, militan bir sosyal-demokrat esnekliği, yani savaşımın en çeşitli ve hızla değişen koşullarına hemen uyma yeteneğini, ‘bir yandan sayıca üstün olan ve güçlerini bir noktada toplamış bulunan bir düşmanla açık alanda savaştan kaçınırken, öte yandan düşmanın manevra yeteneksizliğinden yararlanarak en az beklediği yerde ve anda ona karşı saldırıya geçme’ yeteneğini sağlayacaktır.”[16]
Lenin, ancak böyle bir örgütsel yapıdan eski Narodnik lider Jelyabov gibi fedakar militanların, Alman Sosyal Demokrat Bebel gibi gerçek işçi liderlerinin yetişebileceğini düşünüyordu.
“Bu genel örgütsel yapının merdiven ve iskelelerinde çok geçmeden, devrimcilerimizin arasından çıkacak Sosyal Demokrat Jelyabovların ve işçilerimizin saflarından yükselecek Rus Bebellerinin tırmandığını görebiliriz; ve böyleleri, seferber edilmiş ordunun liderliğini üstlenerek Rusya’nın utancı ve lanetiyle hesaplaşmak üzere tüm narod’u(halkı) harekete geçirebilirler. İşte bizler bunun hayalini kurmalıyız!”[17]
Kitap, baştan sona sert polemiklerle doluydu. Lenin, karşısında sinizm ve uzlaşmacılıkla debelenen yoldaşlarına öyle öfkeliydi ki, “Bize bir devrimciler örgütü verin, Rusya’yı altüst edelim” diyerek onlara meydan okuyordu.[18] Tarihin gördüğü en ihtilalci çizgiyi, muazzam bir enerji ve coşkuyla savunuyordu. Çünkü devrim ve sosyalizm mücadelesinde gereksiz bir ayrıntı yoktu onun için, tartışılan her sorun, üzerine gidilen her düğüm devrimi hazırlayacaktı.
Ne Yapmalı?, yerel örgütlerde büyük etki yaratmış, bütün Rusya’da sosyal demokratlar tarafından hızlıca çoğaltılmış ve tartışılmıştı. Lenin’in merkezi liderlik ve yayın organına dair devrimci çizgideki ısrarı boşuna yapılmamıştı, çok değil bir yıl sonra kongredeki bölünme, Ne Yapmalı’nın tarihsel önemini gösterecekti. Ne Yapmalı’da Lenin’in başlattığı kopuş, onun deyimiyle 1905 Devrimi’nden sonra esas muhtevasını kazanacaktı. Lenin’in çizgisini benimseyen siyasal akım, bundan böyle dünyanın her yerinde Bolşevizm olarak anılacak, bir asır sonra bile güncelliğini koruyacak bir örgütsel modelin temel çizgileri belirlenecekti. Lenin, onun önerilerini kabul edenler çoğunlukta olmasına rağmen 1903’teki kongre sonrası Plehanov, Akselrod gibi yaşlı liderlere de meydan okumuş, dahası Martov gibi sıkı dostlarını da kaybetmişti. Lenin’in tarafındaki genç Bolşevikler partinin büyük isimleri tarafından korkutuluyor, hakkındaki suçlamaların ardı arkası kesilmiyordu. Ancak bütün bu tecrit etme çabaları sonuç vermeyecek; Lenin, geriye dönüp bakıldığında, sınıflar mücadelesinin siyasal arenasını örgüt ve taktik düzeyinde en yüksek forma ulaştırmış olma görevini yerine getirmiş olacaktı. Bu görev, Lenin’in siyasal yaşamının kuşkusuz en görkemli başarısıydı.
Burada bir parantez açarak, Lenin’e dair en önemli tartışmalardan birine, ‘iradecilik’ tartışmasına dair birkaç şey söyleyebiliriz. Lenin, siyasal yaşamı boyunca, gerçekten etrafındaki örgütsel yapıdan sürekli olarak hoşnutsuz olan bir iradeci miydi? Bu soru üzerine, Lenin’in mizacından çeşitli kişisel özelliklerine kadar türlü spekülasyonlar üretilebilir. Ancak iradecilik tartışması, özellikle Lenin’in parti fikrine yönelik eleştirel bir zeminde de gündeme getirildiği için biz bu tarafıyla ilgilenmeyi seçebiliriz. Lenin’in parti teorisi, elbette iradi ve kararlı bir ihtilalciliği içeriyordu, ancak bu durum, teorinin ‘iradecilik’ ya da ‘öznelcilik’ kavramlarıyla tanımlanmasına neden olmamalıdır. Çünkü parti teorisine muhtevasını kazandıran şey; yalnızca inançlı ve kararlı bir devrimciler ordusunun iradesi değildir, bu iradenin ortaya çıkabileceği koşulların mevcudiyeti, bu iradenin zorunluluk haline gelme ihtiyacıdır. Dünyanın en büyük ve güçlü partisinin bile, kendisini çevreleyen nesnel koşulların elverişli olmaması durumunda devrim yapmaya gücü yetmez. Devrim yapmayı, yoktan var etmek biçiminde ifade edersek, bu imkansızdır. Devrimi, bir siyasal parti değil, belirli siyasal-ideolojik hedefler etrafında örgütlenmiş işçi sınıfı ve emekçi halk yığınları gerçekleştirebilir. Bu siyasal-ideolojik hedefleri zaman içerisinde belirleme, bu hedeflere uygun mücadele taktikleri inşa etme ve devrim stratejisinin gerektirdiği istikamette ısrar etme vb. görevleri sınıfın öncü gücü parti üstlenebilir. Parti, kesintisiz bir siyasal faaliyetle devrimci eğilimlerin güçlendirilmesini sağlamalı, işçi sınıfının diğer ezilen tabakalar üzerindeki etki alanını genişletmeli, devrimci durumlarda ise işçi sınıfını, ihtiyaç duyduğu örgütsel-taktik manevralara yönlendirebilmelidir. Bu anlamıyla Lenin’in parti teorisi, devrimci eylemin önkoşullarını partinin oluşturması gerektiğini savunan Kautskyci öznelciliği de partinin kitle hareketinin salt bir ürünü olduğunu savunan kendiliğindenciliği de reddeder. Onun parti-örgüt teorisi özne-nesne diyalektiğine, toplumsal praksise tam anlamıyla bağlanmıştır.
LENİN VE DEVRİM
1905 yılında Çarlık Rusyası, kendinden emin şekilde Japonya ile girdiği savaşa devam ediyor ancak askeri anlamda art arda hezimetlerle sarsılıyordu. Lenin, o sıralar, partinin yeniden örgütlenmesi ve bir “devrimciler ordusu”nun nasıl mümkün olabileceğiyle ilgileniyordu. Otokrasinin yaşadığı bu ağır sarsıntının halk kitlelerinde büyük bir protesto dalgasına yol açacağını aşağı yukarı kestiriyordu. Bu protesto dalgası gerçekleştiğinde işçi sınıfı, bütün halkın ‘lideri’ olarak demokratik devrime yani açık siyasi savaşıma hazır olmalıydı. Çarlığın, kendisine barışçıl biçimde taleplerini iletmek isteyen kalabalığa ateş açmasıyla gerçekleşen Kanlı Pazar vakası ve biriken öfke, 1905 Devrimi’ni tetikleyecekti.
Çarlık otokrasisi, göstermelik bir meclisle yaklaşan devrimi savuşturmaya hazırlanıyor, liberal burjuvazi ise devrimci görüntüsünü kaybetmeden otokrasi ile yürüteceği çeşitli pazarlıkların hesabını yapıyordu. Peki yaklaşmakta olan devrimde Sosyal Demokratların tutumu ne olacaktı? Bolşevik-Menşevik ayrışması gittikçe derinleşiyor, RSDİP, Lenin’in bütün çabalarına rağmen örgütün taktik-stratejik programıyla bütünleşmiş, yekpare bir parti haline gelemiyordu. Bolşeviklerin, belirli bir taktik çizginin belirlenmesi amacıyla partiye yaptığı kongre çağrısı Menşevikler tarafından reddedilmiş, Mayıs 1905’te yapılan üçüncü kongre, Bolşeviklerin yaklaşan devrime dair taktik çizgisini bütünlüklü biçimde belirlemesiyle sonuçlanmıştı. Lenin, Bolşeviklerin kongrede aldıkları kararları açıklamak üzere, ‘İki Taktik’ olarak bilinen ve yine dünya komünist hareketinin burjuva demokratik devrim-sosyalist devrim ekseninde süren tartışmalarına temel referans kaynağı olacak bir metni, Demokratik Devrimde Sosyal Demokrasinin İki Taktiği’ni kaleme almıştı.[19]
Bolşevikler, Lenin’in kaleme aldığı bu metinle, Menşeviklerin, yaklaşan devrimin burjuva niteliği nedeniyle burjuva demokratik devrim olarak tespit edilmesi ve bu temelde devrimin önderliğinin liberal burjuvaziye bırakılması, ittifak politikalarının de bu eksene göre yeniden şekillenmesi gerektiğine dair politik taktiğiyle ciddi bir hesaplaşmaya giriyordu. Bolşevikler ise, kuşkusuz yaklaşan devrimin burjuva niteliğini göz ardı etmiyor, ancak devrimin demokratik görevlerinin sonuna kadar ilerletilmesi görevinin burjuvazi tarafından yerine getirilemeyeceğine, bu nedenle devrimin önderliğini işçi sınıfının üstlenmesi gerektiğine dair bir taktik belirliyordu. Mevcut siyasi devrimin kesin zaferini yalnızca proletarya garanti altına alabilir, yalnızca proletarya, devrimin demokratik görevlerinin meşruti monarşi düzeyinde bir burjuvazi-otokrasi ortaklığına sıkıştırmayıp ilerletebilirdi. Lenin, Menşeviklerin çekindiği burjuvazinin devrimden çekilmesi durumunun, devrimi zayıflatmayacağını, aksine ilerleteceğini düşünüyordu. Çünkü herhangi bir burjuva hükümetle değil, ancak ‘devrimci’ bir geçici hükümetle gerçek siyasal özgürlükler garanti altına alınabilecek, böylelikle kesintisiz biçimde sosyalizme ilerlenebilecekti:
“Proletarya, kuvvet yoluyla otokrasiyi ezmek ve burjuvazinin tutarsızlığını etkisiz hale getirmek için köylü yığınlarıyla ittifak kurarak, demokratik devrimi sonuna kadar götürmelidir. Proletarya, kuvvet yoluyla burjuvazinin direncini kırabilmek için, köylülüğün ve küçük burjuvazinin kararsızlığını etkisiz hale getirmek için, halkın yarı-proleter unsurlarıyla ittifak kurarak sosyalist devrimi başarmalıdır.”[20]
Lenin’in, ‘sınıf önderliği’ne dayanan bu yaklaşımı, uluslararası Sosyal Demokrat hareketin uzlaşmacı eğilimlerine de bir cevap veriyordu. Çünkü o zamana kadar birçok Avrupalı Sosyal Demokrat parti tarafından da ‘demokratik devrim’ mefhumu, burjuvazinin önderliğine ve politik platformuna teslim ediliyordu. Lenin, ilk kez ‘demokratik devrimi’, ‘kesintisiz sosyalist devrime geçiş taktiği’ biçiminde formüle ediyordu.
Lenin’in kitabına önsöz olarak yazdığı şu satırlar ile özetlendiği gibi, burjuva demokratik devrimde işçi sınıfının (ve partisinin) rolü sorunu, edilgen bir sorun olmaktan çıkıyor, ona diyalektik ve dinamik bir karakter kazandırılıyordu:
“Devrimin bizi ve halk yığınlarını eğiteceğinden kuşku yoktur. Ama militan bir siyasal partinin şimdi karşı karşıya olduğu sorun, bizim devrime herhangi bir şey öğretip öğretmeyeceğimiz sorunudur.“[21]
İşte tam bu sırada demiryolu işçilerinin başlattığı grev, genel greve dönüşmüş, hayat neredeyse durmuştu. Çar, bir manifesto yayınlamış ve çeşitli tavizler vermişti. Sosyal Demokratlar açık alanda siyasi faaliyetlerini sürdürme olanaklarını bulmuştu. 1905 sonuna doğru, Lenin’in vakitsiz olduğunu düşündüğü zamanlarda, Moskovalı işçiler büyük bir silahlı ayaklanma başlatmıştı. Bolşevikler, derhal ayaklanmanın liderliğini üstlenmişti. “Proletaryanın hegemonyası” fikri, yani işçi sınıfının siyasal taleplerini bütün emekçi halk kitlelerinin siyasal talepleri olarak formüle etme yeteneği, o zamanlar olgunlaşmıştı. Çarlık mutlakiyeti yıkılmalı, işçi ve köylülerin gücüne dayanan geçici bir hükümetle devrim sonuna kadar götürülmeli, işçi ve köylülerin devrimci demokratik cumhuriyeti kurulmalıydı. Ancak ayaklanma bir haftalık barikat savaşlarının ardından yenilgiye uğramıştı. Gelecek yıllarda iktidar organları olarak şekillenecek örgütlerin en ilerisi olan Petrograd Sovyeti dağıtılmış, liderleri tutuklanmıştı. Lenin, devrimin yenilgisinden sonra umutsuzluğa kapılmamıştı. Çünkü kentli proleter kitlelerin liderliğinde kitlesel bir siyasi ayaklanma örgütlenmişti, bu şimdiye kadarki en ileri eylem biçimiydi. Kapitalizmin gelişkin olduğu, sosyal demokrat siyasetin etkin olduğu ülkelerde bile bu denli bir kalkışma olmamıştı. İşçi sınıfının bu “önderlik” görevi ilerleyen yıllarda yetkinleşecek, Ekim Devrimi ile muzaffer olacaktı.
1905 Devrimi sonrası yıllar, Çarlık otokrasisinin kısıtlı tavizleri, Stolypin gericiliği, gizli ve açık faaliyet arasında yapılan tercihlerle geçmişti. Lenin, çalkantılı koşulların devrimi hazırladığına emindi, yeni bir devrimci dalgayı bekliyordu. 1902’de temelleri atılan ayrışma, çeşitli taktik ve stratejik sorunlarla derinleşmiş, 1912’de iki ayrı parti olarak nihayete ermişti. Bolşevikler, yeni kongresiyle kendisine yeni bir merkez komite seçmişti. Aynı yıl Lena altın madenlerinde greve giden işçilerin vurularak öldürülmesi yeni bir öfke dalgasını, yeni bir işçi militanlığını açığa çıkarmıştı. Bolşeviklerin yeni yasal gazetesi Pravda’nın ilk sayısı da yayımlanmıştı.
St. Petersburg’daki 1913 1 Mayıs’ı büyük bir grev ve gösteriye dönüşmüştü. Lenin, bu 1 Mayıs eylemi üzerine bir yazı yazacak, son dönemin en büyük grevini coşkuyla karşılayacaktı. Temmuz 1914’de Avrupalı sosyalist liderler, çeşitli hizipler halinde bölünen Rus Sosyal Demokratları uzlaştırmak üzere bir araya gelmişti. Bolşevikleri temsilen görüşmelere giden Inessa Armand’ın uzlaşmaz tavrı Avrupalı sosyalistleri de tedirgin etmişti. Lenin, birilerinin Bolşeviklerin küçük bir grubu temsil ettiğine dair itirazlar getirmesi durumuna karşın Armand’ı şöyle söylemesi için uyarmıştı; “Evet, küçük. Ama biraz beklerseniz, yakında baskın olduğunu göreceksiniz.”[22] Çünkü, Bolşevikler etkinliklerini giderek arttırıyordu. Lenin de sırtını sağlam bir örgütsel zemine dayadığından ötürü bu denli kendinden emindi. Etkinlikleri artsa da Bolşeviklerin çok güçlü örgütleri olmaları değildi bu kendinden eminliğin kaynağı; çok güçlü bir örgüt fikrine sahip olmalarıydı. Bu özgüvenin kaynağı Lenin’in örgüt düşüncesiydi; her şeyden önce devrim olgusunu, devrimin güncel bir sorun olarak ortaya koyulmasını şart koşan bir örgüt teorisiydi.
Rusya’da bu devrimci mücadele dalgası yükseliyorken Birinci Büyük Paylaşım Savaşı 1914’te patlak vermişti. Lenin, 5 Ağustos’ta Alman SPD delegasyonunun savaş kredilerini onayladığını öğrendiğinde şok olmuştu. Bir anda, “kapitalist devlet için ne tek bir kuruş, ne tek bir adam” sloganı unutulmuştu. Daha sonra Avrupalı sosyalistlerin önemli çoğunluğu kendi ülkelerinin savaş çığırtkanlığına destek olacaktı. “Emperyalist savaşı iç savaşa dönüştürmek” taktiğini yalnızca Rus sosyal demokratları uygulayacaktı. Lenin, yazdığı bir manifestoda en etkili sosyalist liderlerin sosyalizme “leke sürdüklerini”derin bir üzüntüyle duyurmak zorunda kalmıştı. Şimdi, bütün bir “sosyalist” hareketi karşısına almıştı Lenin, başta da örgüt-parti fikrinin temellerini atmasını sağlayan kitapların usta teorisyenini, Kautsky’yi. Yine bir meydan okuma zamanıydı. Daha sonra Avrupa sosyalistlerine duyduğu öfkeyi, polemiklere giriştiği Kautsky üzerinde yoğunlaştıracak, eski yazılarına ve kitaplarına atıf yaparak onu ‘döneklik’ ile suçlayacaktı.
1917 Ocak’ta Petrograd’taki sokak hareketi Şubat Devrimi’nin fitilini ateşleyecekti. 15 Mart’ta Lenin Rusya’ya ve Petrograd’a döndüğünde Duma temsilcilerine dayanan bir geçici hükümet yönetimi devralmış, işçi ve askerler ise 1905 Devrimi’ne benzer bir Sovyet modelini hayata geçirmişti. Lenin, Petrograd’a döndüğünde Nisan Tezleri diye tarihe geçecek bir metni duyurmuştu.[23] Nisan Tezleri, geçici hükümetin savaşa devam etme durumuna karşı etkin bir sosyalist muhalefet, ikili iktidar durumunun sonlandırılması ve bütün iktidarın Sovyetlere devredilmesi, büyük toprak sahiplerinin topraklarına el koyularak hızlıca yoksul köylülere toprak dağıtımının örgütlenmesi vb. bir dizi siyasal çağrıyı içeriyordu.
Lenin’in Nisan Tezleri’ni açıkladığı dönemde çeşitli tartışmalar sürüyordu. Bir demokratik devrim gerçekleşmiş ama Bolşeviklerin savunduğu işçi sınıfı ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğü kurulmamış, ikili bir durum ortaya çıkmıştı. Bir yanda Sovyetler diğer yanda burjuva hükümet: ikili iktidar. Peki, şimdi ne yapılacaktı? Demokratik devrimin derinleştirilmesi için çeşitli adımlar mı atılmalıydı? Demokratik devrim tüm talepleri gerçekleştirilene kadar sürdürülmeli miydi? Nisan Tezleri’ne kadar bütün Bolşeviklerin içinden çıkamadığı ikilem buydu. Lenin, Nisan Tezleri’nde, hem 23 yıl önce yazdığı siyasal rotaya, hem ‘İki Taktik’e sadık biçimde çağrısını yineleyecekti; şimdi “tüm iktidar Sovyetlere”!
Lenin demokratik devrimin belirli yönlerden, belirli özgünlüklerle gerçekleştiğini düşünüyordu. Çünkü Nisan Tezleri’nde ifade ettiği gibi; “işçi ve köylülüğün devrimci demokratik iktidarı” yalnızca bir siyasi kurumsallaşmayı değil, daha çok sınıflar arası bir ilişkiselliği, bir işbirliğini ifade ediyordu. İkili iktidarın bir tarafını oluşturan “işçi ve asker vekilleri sovyeti”, Lenin’e göre “işçi ve köylülüğün devrimci demokratik iktidarı”nın cisimleşmiş haliydi.[24] Öyleyse şimdilik burjuvazinin önderliğindeki demokratik devrimin alanını genişletmek, gerçekleştirmediği görevleri üstlenmek vb. hiç bitmeyecek bir “demokrasi” oyalamacasına dönüşebilirdi. İktidar burjuvazi ve büyük toprak sahiplerinin eline geçmiş, burjuva demokratik devrim bu anlamda -ama sadece bu anlamda- tamamlanmıştı, artık sosyalist devrime doğru yürünmeli, bütün iktidar proleter-yarı proleter ittifakına, Sovyetlere devredilmeliydi. Ekim devrimi, bu demokratik görevleri de başarıyla hayata geçirecekti.
Bolşeviklerin etkin olduğu İşçi ve Asker Sovyetleri, Kornilov darbesini püskürtmüştü. Böylece, savaş, açlık ve toprak gibi acil sorunlarda herhangi bir adım atamayıp kitlelerin öfkesini kazanan Kerenski önderliğindeki Geçici Hükümetin güçsüzlüğü, Bolşevikleri daha prestijli bir pozisyona getirecekti. Bu prestij, Lenin’in uzun süredir beklediği devrim anını hazırlıyordu, artık geriye bütün iktidarın Sovyetlere devrini sağlayacak bir ayaklanma kalmıştı. Öyle de olacaktı, Bolşevikler 1917 6 Kasım’ında Kışlık Saray’a girecek, ertesi gün Lenin önderliğinde bir Sovyet hükümeti kurulacaktı.
Böylelikle bir taktik dehasının, henüz 24 yaşında, Marksizmin ‘sınıf önderliği’ fikrinden ilhamla çizdiği “Halkın Dostları Kimlerdir”deki siyasal rota en büyük zaferine ulaşacak; polemik, ihanet ve çeşitli kopuşlarla şekillenen 30 yıllık bir siyasal yaşam, en kritik zaferini ilan ederek yeni bir meydan okumaya hazırlanacaktı.
BİTİRİRKEN
Lenin’in ve düşüncesinin gerçek bir dökümü, kuşkusuz bu yazının sınırlarının çok ötesinde. Lenin’in ömrünü adadığı ‘devrim’ ve “Marx’ın büyük fikri” olarak gördüğü “sınıf önderliği” düşüncesi, tarihin Lenin’i tanıdığı günden beri geçen süreyle anlam kazandı, zamana bağlı olarak da kazanmaya devam edecek.
Yazının sonunu 1911’de Fransız sosyalist Paul Lafargue ve eşi Laura’nın mezarı başında yaptığı konuşmadan bir kesitle, onu bugün anmamıza neden olan düşüncesini, devrimin güncelliği fikrini en iyi ifade eden pasajlardan biriyle getirelim:
“Lafargue’ün bütün hayatını adamış olduğu davanın zaferine ne denli yaklaşmış olduğumuzu, şimdi daha büyük bir açıklıkla görmekteyiz. Rus devrimi, baştan başa tüm Asya’da bir demokratik devrimler çağı başlattı ve şimdi 800 milyon insan, bir bütün olarak uygar dünyanın demokratik hareketine katılıyor. Avrupa’da, barışçıl burjuva parlamentarizmi artık sona eriyor ve yerini, Marksist fikirlerin ruhuyla örgütlenmiş ve eğitilmiş, burjuva hakimiyetini kaldırıp komünist bir sistem kuracak olan proletaryanın devrimci mücadeleleri çağına bırakıyor.”
[1] Alsan, Necip(2012), Eylem ve Düşünce Açısından 20. Yüzyıl, Evrensel Basım Yayın, İstanbul, sf. 14-15
[2] Aleksandr’dan aktaran Lih, Lars T.(2017), Lenin, Çev. Aslı Önal, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, sf. 32
[3] Lih, Lenin, sf. 30
[4] Krupskaya’dan aktaran Lih, Lenin, sf.18
[5]Kautsky, Karl, The Class Struggle, https://www.marxists.org/archive/kautsky/1892/erfurt/ch05.htm Erişim Tarihi(17.10.2020)
[6] Lenin, V. İ.(1979), “Halkın Dostları” Kimlerdir ve Sosyal-Demokratlara Karşı Nasıl Savaşırlar?, Çev. Vahap Erdoğdu, Sol Yayınları, Ankara
[7] Lenin, “Halkın Dostları” Kimlerdir, sf. 76
[8] Lenin, “Halkın Dostları” Kimlerdir, sf. 121
[9] Lenin, “Halkın Dostları” Kimlerdir, sf. 75
[10] Lenin, “Halkın Dostları” Kimlerdir, sf. 133
[11] Lenin, “Halkın Dostları” Kimlerdir, sf. 148
[12] Lenin, “Halkın Dostları” Kimlerdir, sf.197-198
[13] Lih, Lenin, sf. 53
[14] Lih, Lenin, sf. 53
[15] Lenin, Ne Yapmalı?, sf. 127
[16] Lenin, Ne Yapmalı?, sf. 187
[17] Lenin, Ne Yapmalı?, sf. 181-182
[18] Lenin, Ne Yapmalı?, sf. 137
[19] Lenin, V. İ.(1992), Demokratik Devrimde Sosyal-Demokrasinin İki Taktiği, Çev. Muzaffer Erdost, Sol Yayınları
[20] Lenin, Demokratik Devrimde Sosyal-Demokrasinin İki Taktiği, sf.119-120
[21] Lenin, Demokratik Devrimde Sosyal-Demokrasinin İki Taktiği, sf. 10
[22] Lenin’den aktaran Lih, Lenin, sf. 131
[23] Lenin, V.İ(1992), Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, Çev. Muzaffer Erdost, Sol Yayınları, Ankara
[24] Lenin, Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, sf. 22