Aydın Çubukçu*

Mustafa Suphi’nin, Doğu Halkları Kurultayı (DHK) dolayısıyla anılması, yalnızca Türkiye komünist hareketinin gelişim evrelerini ve onun Türkiye komünist hareketi içindeki önemini anlamak bakımından değil, dönemin dünya çapında çatışan politikalarını gözden geçirmek için de pek çok fırsat sunmaktadır.

Mustafa Suphi’yi Doğu Halkları Kurultayı içinde değerlendirmek için iki soru yol açıcıdır. Birincisi Kurultay hangi ihtiyaçtan doğmuştur ve ikincisi neden Kafkasya’da ve Bakü’de yapılmıştır?

BÜTÜN ÜLKELERİN İŞÇİLERİ VE EZİLEN HALKLAR…

Komünist Partisi Manifestosu’nun sonuna yerleştirilen slogan, “bütün ülkelerin işçileri, birleşin”, III. Enternasyonal tarafından “ve ezilen halklar” ekiyle genişletildi. Bu yenilemenin ilk gerekçesi, emperyalizm ve sömürgecilik tarafından ezilen bütün dünya halklarının yeni koşullarda, dünya proletaryasının güçlü bir müttefiki olarak, emperyalizme ve kapitalizme karşı mücadele alanında yer almaya başlamasıdır. Özellikle Ekim Devrimi’nden sonra, bütün dünyada ezilenlerin kurtuluş umudu büyümüş, devrim yapmanın büyük imparatorlukları yıkmanın mümkün olduğu görülmüştü. Şimdi de devrimini başarmış olan Rus işçi sınıfı, Avrupa’da gerileyen devrim dalgasını ezilen halkların mücadelesi ile dengeleyebilir, emperyalizmi buradan zayıflatabilirdi.

Daha önce benzer bir sorun dolayısıyla Marx ve Engels de, 1848-50 devrimlerinin yenilgisinden sonra sömürge halkların devrimci potansiyeliyle ilgilenmeye başlamışlardı. Çin, Hindistan, Rusya hatta Türkiye çalışmalarının kapsamına girmişti. Sorun şuydu: Avrupa’da devrimlerin yenilgisinin yanı sıra sömürgelerin olanaklarıyla daha da zenginleşen metropollerin egemen sınıfları kendi işçi sınıflarının etkili bir bölümünü satın alma imkânlarını bulmuşlar, özellikle İngiltere’de “işçi sınıfı aristokrasisi” yaratmayı başarmışlardı. Diğer yandan, sömürgelerde ciddi bir uyanış ve halk hareketleri görünüyordu. III. Enternasyonal’in sömürgeler ve “ezilen halklar” sorununa yoğun ilgi göstermelerinin Marx ve Engels’e uzanan böyle bir temeli de vardı.

Ancak bunun yanında, II. Enternasyonal’in dönek önderleri tarafından emperyalizmin tanımına ve tarihsel rolüne ilişkin olarak geliştirilen gerici teoriye somut bir cevap oluşturmak da önem taşıyordu. II. Enternasyonal şefleri emperyalizmin tarihsel evrimin bir basamağı olarak devrimin olanaklarını arttıracağını hatta gelişerek bir ultra emperyalizm halini alması durumunda sosyalizme doğru kendiliğinden evrilebileceğini düşünüyorlardı. Dolayısıyla sömürgecilik, savaş gibi politikaların desteklenmesinin Marksizm’e aykırı olmadığını ileri sürüyorlardı. Buna karşılık, III. Enternasyonal emperyalizmin tahakkümü altındaki ülkelerin halklarına sesleniyor, dünya çapında emperyalist politikalara karşı devrimci bir çağrı yapıyordu. Kurultay, bunun için elverişli bir araçtı.

Ama aynı zamanda Bolşeviklerin, II. Enternasyonal içindeki partileri, parlamentarist, evrimci, pasif ve özellikle kendi emperyalist burjuvalarını destekleme çizgilerinden kopararak, devrimci-komünist bir politikada birleştirme çalışmalarına da güç verme imkânı sunuyordu. Aynı amaç doğrultusunda, 1919’da Moskova’da Üçüncü Enternasyonal merkezi kurulmuş Avrupa partileriyle ilgili özel bir çalışma planı yürürlüğe konulmuştu. Komintern İcra Komitesi’nin 18 Haziran tarihli toplantısında Karl Radek, Komintern Yakın Doğu, Kafkas, Türkiye, Ermenistan ve İran’ın devrimcileri ve örgütlerini kapsayan bir kongrenin Bakü’de toplanmasını teklif ederken, “Moskova’da bulunan İngiliz ve Fransız yoldaşların da bu kongreye katılmalarının çok olumlu olacağı” görüşünü ileri sürmüştür. Ona göre, bunun iki yönlü bir yararı olacaktır; bir yandan bu hareket doğu halklarının milliyetçilikten öte, enternasyonalist bir bakış açısına kavuşmalarına yardım edecekti, diğer yandan, II. Enternasyonal içindeki Avrupa partilerine karşı da bir mesaj değeri taşıyacaktı.

Buna paralel olarak, Rusya’da, III. Enternasyonal’in çizgisiyle uyumlu olarak yazarlar ve bilginler, “Doğu araştırmaları”na yönlendirilmiş, çok yönlü ve kapsamlı araştırmalar yayımlayan “Novi Vastok”(Yeni Şark) dergisi çıkarılmıştır. Bu dergi, doğunun ekonomik, tarihsel ve kültürel problemlerini inceliyor, çok dilli yayın yapıyordu. Bu arada, Osmanlı Türkçesinde gazete ve broşürler de basılıyordu. Pek çok Türkiyeli komünistin de Marksizm eğitiminden geçtiği, “Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi” de bu çalışmalar kapsamında doğmuştu.

Dolayısıyla, Doğu Halkları Kurultayı, bu farklı çalışmaların bir tamamlayıcısı, örgütsel bir uzantısı olarak doğdu. Örgütleyicisi, doğrudan doğruya III. Enternasyonal’di ve toplantı başkanlığını da Komintern yönetim kurulu başkanı Zinoviev yapmıştı. Bütün özellikleriyle DHK, III. Enternasyonal’in tezlerinin ve örgütlenmesinin güncel bir eylemi olarak doğmuştu.

DHK’nın bu amaçlar bakımından işlevli olabileceği, Kurultay’a katılan delegelerin temsil ettikleri ülkelerin, dünya çapında emperyalizme karşı direnme istek ve potansiyeli taşımalarında da görülebiliyordu. Başlıca İngiltere ve Fransa başta olmak üzere, dünyayı kendi aralarında hemen hemen tamamen paylaşmış olan emperyalistlerin hâkim oldukları ülke halkları kurultayda temsil ediliyordu. Gerçi bu temsil, çoğu kez yalnızca görünüşte idi. Örneğin Enver Paşa, Cezayir, Fas, Tunus halklarını temsil ettiğini iddia ediyordu. Türkiye gibi halen emperyalizme karşı mücadeleyi sürdürmekte olan bir ülkeden de, çok farklı fraksiyonlardan, farklı talep ve iddialara sahip gruplar gelmişti. Kendilerinin komünist olduğunu iddia eden hükümet adamları, eski İttihat ve Terakki Fırkası mensupları ve Mustafa Suphi’nin örgütünden insanlar… Diğer ülkelerden gelenlerin de çok farklı olmadıkları, içlerinde sorunu tam anlamıyla kavramış fazla insan bulunmadığı da gözlemcilerin ortak kanısı.

Bu karmaşık bileşime karşın, Şevket Süreyya Aydemir, gerek “Suyu Arayan Adam”, gerekse “Enver Paşa” adlı eserlerinde bütün delegelerin büyük heyecanlarına ve kurtuluşa olan inançlarına olan tanıklığını aktarır. Kurultay’da sunulan bildirilere, alınan kararlara ve açıklamalara bakıldığında, Kurultay’ın emperyalizme karşı mücadelenin, dünya işçi sınıfının sosyalizm için mücadelesine bağlanması açısından III. Enternasyonal’in yaratmak istediği iki yönlü etkiyi sağladığı söylenebilir. Ne var ki, bu toplantı, güncel ama önemli ihtiyaçları karşılamakla sınırlı bir projeydi ve ikincisi yapılmadı.

NEDEN KAFKASYA, NEDEN BAKÜ?

Kafkasya, devrimden önce de sonra da, özellikle İngiliz emperyalizminin etkinlik kurmak için olanaklarını seferber ettiği bir bölgeydi. Özellikle Bakü petrollerinin kontrolü ve oradan sarkarak İran’ın ve dolayısıyla Hindistan yolunun önemli kilit noktalarından birinin ele geçirilmesi ve elde tutulması için aralıksız ve çeşitli araçlar kullanılarak yürütülen saldırılar, “Kafkasya Sorunu”nu ortaya çıkarmıştı. Mondros Mütarekesi’nden sonra askeri güçlerini çeken İngiltere, bölgede kendilerine yakın kıldıkları kimi silahlı örgütleri ve tabii Beyaz Ordu artıklarını desteklemeye ve Bolşeviklere karşı savaştırmaya devam etmişlerdi. Rusya çapında emperyalist müdahalenin araçları olarak, Tiflis’te “Transkafkasya Komiserliği”, Kuzey Kafkaslarda “Dağ Halkları Birliği Merkez Komitesi” ve Sibirya ile Uzak Do­ğu’da Beyaz Ordu hükümetleri emperyalistler tarafından destekleniyordu.

Gürcistan’da hükümet kurmuş olan Menşevikler, Ermeni Taşnak partisinin silahlı güçleri bunlar arasındadır. Bu silahlı güçler Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’da İngiliz amaçları bakımından önemli bir rol üstlenmişler, özellikle Rusya Sovyetler Cumhuriyeti ile Türkiye arasında kurulmaya çalışılan destek bağını İngiltere adına engellemeye yöneltilmişlerdir.

Gerçi Kurultay’ın toplandığı zamanlarda bu unsurlar önemli ölçüde temizlenmiş, Kafkasya, Rusya Sovyet Cumhuriyeti’nin bir parçası haline gelmişti. Kafkasya üzerinde yürütülen mücadele çok yönlüdür ve bu açıdan bakıldığında, Bakü, Doğu Halkları Kurultayı’nın, Sovyet Devrimi’nin emperyalizmin saldırılarına karşı kazandığı zaferin bir simgesi olmuştur.

Bakü’nün seçilmesini, Kurultay teklifini ilk dile getiren Radek şöyle açıklamıştır: “Biz kongre için Moskova’yı değil. Bakü’yü teklif ediyoruz. Çünkü Doğu temsilcilerinin Moskova’ya gelmesine nispeten, bizim Bakü’ye gitmemiz daha kolaydır. Ayrıca Bakü, Doğu’nun asıl merkezidir.[2]

Bakü, 1905 Devrimi sırasında da büyük grevlere sahne olmuş bir işçi kentiydi. Emperyalistlerin kontrolünde bulunan büyük petrol işletmeleri hem bu özelliği dolayısıyla hem de proleter mücadele gelenekleri bakımından Radek’in değerlendirmelerini doğruluyordu. Ayrıca, Transkafkasya’da ve özellikle Azerbaycan’da Sovyet iktidarının kuruluşu çetin ve kanlı mücadelelerle mümkün olmuş, Merkezi Hazar Diktatörlüğü’nü kuran sağ Sosyalist Devrimciler ve Taşnaklar, Bolşevikler tarafından kurulan Bakü Komünü’nü yıkarak, İngilizleri davet etmişler, aralarında Yahudi, Ermeni ve Azeri kökenli devrimcilerin de bulunduğu 26 Komün liderini kurşuna dizmişlerdi.

Bu nedenlerle, Kafkasya ve Bakü’nün, uluslararası bir antiemperyalist kurultaya ev sahipliği yapması, her bakımdan önemli bir değer ifade ediyordu.

MUSTAFA SUPHİ’NİN ROLÜ VE ETKİSİ

Mustafa Suphi’nin Kurultay’daki varlığı burada iki yönlü bir anlam taşıyor. O bir yandan Osmanlı-Rus savaşlarında esir düşmüş Türk askerlerini örgütlemek ve onlardan silahlı bir güç oluşturmak gibi bir görev üstlenmiştir. Bunu başarıyla yerine getirmiştir. Kongrenin kapanışının ertesi günü Bakü’de, Kongreye katılan bütün delegelerin de hazır bulunduğu törenlerle Marx’ın Kafkasya’daki ilk heykeli açılmış, 26 Bakü Komiseri için anma toplantısı düzenlenmiştir. Aynı gün gerçekleşen büyük açık hava gösterilerinde, Türkiye Komünist Teşkilatı tarafından Türk esirlerinden oluşturulan “Türk Kızıl Alayı” büyük bir geçit töreni yapmıştır.[3] Bu bilgiden anlaşılan, M. Suphi’nin o anda görünen en az bin kişilik bir silahlı kuvvete komuta ettiğidir. Mustafa Suphi’nin kuvvetlerinin, Kafkasya’daki Beyaz Ordu artıklarının temizlenmesinde, Menşevik ve Taşnak silahlı kuvvetlerinin yenilgisinde de önemli başarılar sağladığı bilinmektedir.

Diğer yandan Türkiye’nin bir devrimci kaynaşma içinde olmasının yüklediği görevler vardır. Bolşeviklerin değerlendirmesine göre, Türkiye’de emperyalizme karşı bir mücadele verilmektedir ama iktidar büyük ihtimalledir ki işçilerin, emekçi köylülerin eline geçmeyecektir. Bu devrimci durumu geliştirmek ve bir işçi-köylü iktidarına doğru yöneltmek amacıyla da komünistler pek çok farklı yöntem ve yolu kullanmaktadırlar. Bir yandan Ankara hükümetiyle diplomatik ilişkileri incelikle sürdürmekte, diğer yandan Türkiye içinde farklı örgütlenme biçimlerini denemektedir. Ekim Devrimi’nin en büyük düşmanı olan İngiliz emperyalizmi, Türkiye’de Yunan ordusunu kullanarak mevzi kazanmak ve Anadolu Hükümetini yıkmak istemektedir. Bu gerçekleştiği takdirde, boğazlar üzerindeki hâkimiyetini pekiştirme ve Kafkasya üzerinde yeniden hâkimiyet kurma imkânı bulacaktır. Bu açıdan TKT ve Mustafa Suphi kilit önemdedir.

Diğer yandan DHK’nın özel olarak “Doğu Halkları” adına toplanmış olması, dünya çapında emperyalizme karşı bir mevzi yaratma amacının içeriğini açıklamaktadır. Doğu halkları kavramı, esas olarak İngiliz ve Fransız emperyalizmi tarafından egemenlik altına alınmış ülkelerin halklarını ifade etmekle birlikte, diğer emperyalistlerin faaliyet alanlarını dışlamamaktadır. Doğu Halkları Kurultayı, Türkiye hakkındaki tartışma ve kararlarında Alman emperyalizmini de düşmanları arasında saymıştır. Enver Paşa üzerine yapılan tartışmalarda bu konuda güçlü vurgular yapılmıştır. Enver Paşa’nın İslam ülkelerindeki itibarının değerlendirilebilir bir olasılık olarak görülmesinin yanı sıra, Stalin’in deyimiyle bir “dolandırıcı” olduğu da bilinmektedir.[4] Buna karşılık, Bolşevikler mücadelenin bütün biçimlerini, her en küçük olasılığı ve olanağı değerlendirmekte büyük esneklik göstermektedir; Enver Paşa da bu “küçük ama ihmal edilmemesi gereken” olanaklardan biridir.

Sonuç olarak, emperyalizme karşı mücadelede bu kurultay ne derece bir ilerleme sağlamıştır? Gerçekten bir araya getirdiği temsilciler, halkların örgütlenme ve mücadelesinde ilerletici bir rol oynamış mıdır?

Önemli bir örnek olarak Hindistan’da İngiliz emperyalizmine karşı mücadele üzerindeki etkisine bakabiliriz. Hindistan’da İngiliz sömürgeciliğine karşı mücadelenin Kurultay’dan güç aldığı, buradan taşınan fikirlerin oradaki komünist olmayan direniş önderlerini (örneğin Mahatma Gandi’nin) etkilediği biliniyor. Gandi, bundan heyecan duymuştur. Bütün dünya halklarıyla birlikte mücadele ettiğine dair bir duygu edinmiştir ve bu mücadeleyi ilerleten bir unsur olmuştur. Çinli komünistlerin de buradan epeyce yararlandıklarını söyleyebiliriz. Kendilerinin mücadelesinin aslında bir bütünün parçası olduğuna dair bir izlenim edinmelerinin önemli bir kaldıracı olmuştur kurultay.

Burada alınan kararların III. Enternasyonal’in emperyalizm konusundaki tespitlerine uygun kararlar olduğunu görüyoruz. Özellikle Lenin’in tezleri, burada pratik bir uygulama alanı ve kendisini doğrudan halkların diliyle ifade imkânı bulmuştur. DHK, oluşturulmasında rol oynayan amaçlarına ulaşmıştır ve uluslararası komünist hareketin o günkü politikaları açısından ele alırsak işlevli olmuştur.


*Sosyal Araştırmalar Vakfı (SAV) ve Teori ve Eylem dergisi tarafından düzenlenen “100. Yılında TKP ve Mustafa Suphi” konferansının “Bir Yanım deryada Çalkanır Şimdi” başlıklı ikinci kısmında yapılan konuşmanın baskı için düzenlenmiş halidir.

[2] Aslan, Yavuz (1997) Türkiye Komünist Fırkası’nın Kuruluşu ve Mustafa Suphi, Ankara: Türk Tarih Kurumu.

[3] Aslan, Türkiye Komünist Fırkası’nın Kuruluşu ve Mustafa Suphi.

[4] TKP-MK 1920-1921 Dönüş Belgeleri-1 (2004), Çeviren: Yücel Demirel, İstanbul: Türkiye Sosyal Tarih ve Araştırma Vakfı, sf. 309.