Ender Şiar Argın

Kapitalizmin en kronik ve yapısal sorunlarından biri olarak işsizlik sorunu, pandeminin dünya sathında milyonlarca işçiyi işinden etmesiyle birlikte hem ekonomi politikalarının hem de güncel siyaset alanının başat tartışmalarından biri. Aynı zamanda, kapitalizmin sosyal ve ekonomik bir sistem olarak ortaya çıktığı zamandan itibaren kuramsal olarak eskimeyen bir tartışma olması itibariyle de işsizlik sorunu, sosyal teorinin her zaman ilgi alanlarından biri olmuştur. Peki nedir işsizlik? Hangi dinamikler sebep olur işsizliğe? Hangi kıstaslara göre belirlenir?

Kor Kitap’ın Marksist Araştırmalar Dizisi’nin son kitabı olarak yayınlanan ve Senem Oğuz tarafından kaleme alınan Türkiye’de Yedek İşgücü Ordusu, işsizlik sorununa güncel ve kuramsal bir tartışma alanı açması açısından önemli bir katkı olarak incelenmeyi hak ediyor. Oğuz’un oldukça titiz çalışmasının sonucu olarak, tarihsel, kuramsal ve pratik yaklaşımlarla bütünleşen çalışması, Türkiye’de hem emek araştırmaları alanına hem de işsizlik sorununa dair aktüel tartışmalara katkı sunacaktır. Kitap, işgücü piyasasının Marksizmin yedek işgücü ordusu ve göreli artı nüfus kavramları üzerinden incelenmesini amaçlayarak, işsizlik ile ücretler sorunu, işgücü piyasasının çeşitli araştırma kriterleri bağlamında analizi, yedek işgücü ordusunun farklı kategorilerinin Türkiye örnekleminde incelenmesi vb. pek çok tartışma konusuna açıklık getirmek üzere bir zemin sağlıyor.

Kitap, Oğuz’un doktora tezinin genişletilmiş biçimi olarak üç bölümden oluşuyor. Birinci bölüm, işsizlik ve işgücü piyasasının analizi için temel sağlamak üzere tarihsel ve kuramsal çerçeveye ayrılıyor. İkinci bölümde uluslararası kriterler, yedek işgücü ordusu kategorileri, farklı işgücü araştırma yöntemleri etrafında nüfus ve işgücü sınıflandırması ve yeniden tanımlanması ihtiyacı üzerine güncel bir tartışma sürdürülüyor. Üçüncü ve son bölümde ise, ikinci bölümde tartışılan yöntemsel temel üzerine Türkiye işgücü piyasasına dair kimi bulgular saptanıyor.

TARİHSEL KURAMSAL ÇERÇEVE

Tarihsel ve Kuramsal Çerçeve başlıklı birinci bölüm, Oğuz’un inceleme alanı olarak seçtiği 21. yüzyıl Türkiye’si üzerine bir çerçeve çiziyor. İş piyasasının son dönemdeki dönüşümü ve neoliberal politikaların ve çalışma ortamına yapılan müdahalelerin çeşitli sonuçları bu bölümde tartışılıyor. Türkiye, 2000’li yıllara iktisadi krizle girmiş ve krizin yönetimi, IMF ile Dünya Bankası’nın yapısal uyum programlarına ve emek sermaye arası bölüşüm süreci neoliberal politikalar doğrultusunda piyasa mekanizmasına teslim edilmiştir (sf. 21).

Rekabet koşulları ve piyasacı, özelleştirmeci müdahaleler ile Türkiye işçi sınıfının çalışma koşullarında görece gerilemeye yapılan vurgu öne çıkıyor. Neoliberal ekonomi politikaları ve işgücünün re-organizasyonu, ucuz, esnek, güvencesiz, taşeron çalışma ortamı, işçi sınıfının tarihsel kazanımlarına yönelik saldırılar sermaye örgütlerinin temel-güncel programı olarak uzunca bir süredir işliyor. Oğuz, İş Kanunu’nda yapılan çeşitli düzenlemeleri, 4-C maddesi, Sağlıkta Dönüşüm Programı, Özel İstihdam Büroları Yönetmeliği vb. esnek ve kuralsız çalışma biçimlerini yaygınlaştırmanın yolunu açan kimi program ve yasaları da bu bölümde hatırlatıyor, çalışma ortamındaki işçi sınıfı aleyhine dönüşüme dair iyi bir özet sunuyor. Emek alanındaki bu karmaşık dönüşüm, aynı bölümde tartışılacak olan işgücü ve nüfusun sınıflandırılma biçimine dair tarihsel materyalist bir işgücü analizine duyulan ihtiyacı vurgulamak üzere değerlendiriliyor.

Daha sonra standart işgücü istatistiklerinin istihdam ve işsizlik verilerini elde etme yöntemi tartışılıyor. Günümüzde Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından standart bir işgücü piyasası analizi yapmak üzere geliştirilen yöntemler kullanılıyor ve bu yöntemler dönemsel olarak geliştiriliyor. TÜİK ve DİSK-AR gibi işgücü piyasasına dair çeşitli araştırmalar yapan kurumlar da ILO’nun geliştirdiği araştırma çerçevesini kullanıyor. Günümüzde kullanılan ve istihdam-işsizlik istatistiklerini tespit etmek üzere benimsenen yaklaşım, nüfusu sınıflandırma biçimi olarak ‘işgücüne dahil olma’ kriterini kullandığı için işgücü çerçevesi yaklaşımı” olarak biliniyor (sf. 27). Bu yaklaşımda işgücü, nüfusun iktisadi olarak aktif nüfusu, yani “iktisadi mal ve hizmetlerin üretimi için gerekli olan işgücü arzını besleyen kadın ve erkekleri tanımlayan nüfus” üzerinden cari faaliyete göre belirleniyor. İşgücü çerçevesi yaklaşımı, daha sonra işgücü olarak istihdam alanında bulunanları ve işsizleri belirliyor, bunların dışındaki nüfusu ise işgücüne dahil olmayanlar biçiminde sınıflandırıyor. İstihdam kategorisi ise, ücretli olarak istihdam edilenler (ücret veya maaş karşılığında bir işte çalışanlar) ile kendi hesabına çalışan kesimleri kapsıyor. ILO’ya göre işsizlik tanımı referans döneminde işi olmama, iş başı yapmaya hazır olma ve iş arama durumlarına dayandırılarak, bu üç kriterin eş zamanlı olarak sağlanması temelinde yapılmaktadır. Oğuz’un da belirttiği gibi, işgücü çerçevesi bağlamında mevcut istatistiklerin oluşturulması, gerçek bir işgücü analizi yapmak açısından çok verimli değil. Çünkü bu yaklaşım, referans haftasında kişilerin işgücüne yönelik bireysel davranışlarını ve faaliyetlerini temel alıyor, hali hazırda çalışanları istihdama dahil ediyor, çalışmayan ancak iş arama eyleminde bulunan ve iş başı yapmaya hazır olanları işsizlere dahil ediyor, geri kalan nüfusu bütünüyle işgücünün dışında sınıflandırıyor.

Yazar, aynı bölümde ILO’nun, işgücü çerçevesinde, standart işsizlik tanımının yarattığı sorunlardan kaynaklı olarak yaptığı değişiklikleri aktarıyor. Öyle ki, çeşitli ülkeler kendi işgücü piyasasına göre işsizlik tanımını genişletebiliyor, iş aramayıp çalışmaya hazır olanlar, standart istihdam/işsiz kategorilerine ek olarak, iş aramama sebeplerine göre“marjinal bağlılar”olarak sınıflandırılıyor (sf. 30). Böylelikle, ev işleriyle meşgul olma, ailevi sebepler, mevsimlik çalışma, öğrencilik, hastalık vb. sebeplerden dolayı referans haftasında iş aramayıp işbaşı yapmaya hazır olanlar, işsizlik ya da istihdam kategorilerine doğrudan dahil edilmese de potansiyel işgücü olarak marjinal bağlılar olarak sınıflandırılabiliyor. Bunların dışında standart yaklaşıma ek olarak önerilen eksik istihdam kategorileri inceleniyor. “Zamana bağlı eksik istihdam”, referans haftasında hali hazırda istihdamda olan ancak işinde belirli bir saatten az süre çalışan ve daha fazla çalışmaya hazır-istekli olduğunu belirten kişileri kapsıyor. “Yetersiz istihdam” ise, istihdamda olan ancak çeşitli sebeplerle işini değiştirmek isteyen, iş arayan, işe başlamaya hazır kişileri tanımlıyor (sf. 31). Böylelikle işgücü çerçevesinin nüfusu sınıflandırma biçimi nüfustan işgücüne doğru sırasıyla aktif nüfus/aktif olmayan nüfus, işgücü/işgücüne dahil olmayan, istihdam edilen/işsiz şeklinde gerçekleşiyor. Eksik istihdam kategorisi ek olarak istihdam edilenlere eklenebiliyor. İşgücüne marjinal bağlı olanlar kategorisi ise, hangi işsizlik kategorisinin kullanıldığına bağlı olarak (standart/genişletilmiş) işgücü ve işgücüne dahil olmayanlar kategorilerine eklenebiliyor.

İŞSİZLİĞİN TARİHSEL YOLCULUĞU

Oğuz, işsizlik kavramının tarihsel değişimini de ele alıyor. Modern işgücü yaklaşımına kadarki süreçte işsizliğin istatistiklerde ücretli ve kazanç getiren çalışma durumuna göre yer aldığını, daha sonra iş arama ve çalışmaya hazır olma gibi kıstaslara göre içeriğinde belirgin değişimlerin meydana geldiğini aktarıyor. Kuramsal yaklaşımlar açısından da klasik, neoklasik iktisat kuramlarında işsizlik ve nüfus tartışmalarına ilişkin bir özet çerçeve çiziliyor. Oğuz’a göre Smith, Malthus, Ricardo, Keynes vb. kuramcıların sürdürdüğü tartışma, resmi ölçüt ve tanımları da buna bağlı olarak kuramsal bir değişime uğratıyor. Özellikle Keynes’in geliştirdiği tam istihdam kuramı ve işsizliği kapitalist devletin müdahale biçiminde arayan kuramsal çerçevenin işsizlik konusundaki araştırma ve istatistik kriterlerini gönüllü işsizlikten gönülsüz işsizliğe doğru bir değişime uğrattığını belirtiyor Oğuz. Bir yandan işsizliği bireysel tercihlere ya da devlet politikalarına dayandıran iktisadi kuramların zayıflığını işaret etmek üzere, bir yandan da mevcut işgücü yaklaşımının verimsizliğini tartışmak üzere, Marksizmin önemli kavram setlerinden “yedek işgücü ordusu” ve “göreli artı nüfus” ikilisi tartışmaya sürülüyor.

Oğuz, Engels’in İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu kitabında önemli gözlemlere dayanarak kullandığı yedek işgücü ordusu kavramının kuramsal boyutunun esas olarak Kapital’in birinci cildinde Marx tarafından geliştirildiğini belirtiyor. Gerçekten Marx’ın, Kapital’in birinci cildinde Kapitalist Birikimin Genel Yasası bölümünde ele aldığı yedek işgücü ordusu ve göreli artı nüfus kavramları oldukça ayrıntılı biçimde tanımlanıyor. Öyle ki, Marx’ın en kapsamlı eserinde, kuramsal-kavramsal tartışmaları gelişigüzel biçimde alt başlıklara serpiştirmeyeceğini düşünecek olursak, Kapitalist Birikimin Genel Yasası alt başlığında bu kavramların tartışılması oldukça kritiktir. Çünkü Marx’a göre sermayenin ihtiyaç durumuna göre işgücüne çekip serbest bırakacağı bir göreli artı nüfus, kapitalist birikim yasasının zorunlu ve kaçınılmaz sonucudur. Şimdi Oğuz’un kitapta yaptığı gibi, Kapital’in ilgili bölümünü birkaç alıntıyla hatırlatmak, kitabın merkeze aldığı kuramsal boyutu detaylandırmak açısından iyi olacaktır.

KAPİTAL’DE GÖRELİ ARTI NÜFUS

Marx’a göre göreli artı nüfus, kapitalist toplumsal üretime özgü bir nüfus yasasıdır; kapitalist birikim sürecinde, sermayenin artı-değer üretimi için ihtiyaç duyduğundan çok daha fazla düzeyde yarattığı emekçi kitlesidir. Marx’a göre, kapitalist birikim sürecinde büyüyen toplam sermaye ile birlikte, bunun değişen sermayeye denk düşen kısmı, yani emek gücü de zorunlu olarak büyür. Ancak bu büyüme, toplam sermayedeki değişen sermayenin, değişmeyen sermayeye oranı açısından giderek küçülen bir oranda büyümedir. “… birikimdeki ilerleme ile birlikte değişmez sermayenin değişir sermayeye oranı, başlangıçta 1:1 ise 2:1, 3:1, 4:1, 5:1, 7:1 vb. haline gelirken, bunun toplam değerinin 1/2’si yerine ancak 1/3’ü, 1/4’ü, 1/5’i, 1/6’sı, 1/8’i vb. emek gücüne, buna karşılık 2/3’ü, 3/4’ü, 4/5’i, 5/6’sı, 7/8’i vb. üretim araçlarına çevrilir.[1]

Kapitalist üretim, değişen sermayedeki büyümenin sonucunda duyduğu emek gücü ihtiyacını nüfustaki doğal artış durumuna bırakmakla yetinmez. Sermaye birikim ve dolaşım sürecinin rahatlaması için nüfustaki ‘doğal’ sınırlara bağlı olmayan bir yedek sanayi ordusuna ihtiyaç duyar. Bu birikim yasasına bağlı olarak işçi sayısında, onlara iş vermeyi sağlayacak üretim araçlarındaki artıştan çok daha hızlı bir büyüme gerçekleşir. İşçi kitlesindeki doğal artışın, sermayenin birikim sürecinin gereksinimlerini karşılayamaması ve her koşulda bu gereksinimden fazla olması, sermayenin yapısal bir çelişkisidir.

Aslında, sahip bulunduğu enerji ve genişlikle doğru orantılı bir şekilde, sürekli olarak göreli, yani sermayenin değerlenme ihtiyaçları açısından aşırı, bu nedenle de fazla ya da artık işçi nüfusu yaratan, kapitalist birikimin kendisinden başka bir şey değildir.[2]

Marx’a göre, işçi sınıfı bu şekilde, bizzat kendisinin ürettiği sermayenin birikme süreciyle birlikte aynı zamanda kendisinin giderek büyüyen bir ölçüde artık nüfus haline getirilmesinin de araçlarını üretir. Her toplumsal üretim tarzının olduğu gibi, kapitalist üretim tarzının da geçerli bir nüfus yasası vardır; bu nüfus yasası göreli artı nüfusun ve yedek işgücü ordusunun yaratılmasına yol açar. Üretilen bu artık nüfus, sermaye açısından her an kullanılmaya hazır bir yedek sanayi ordusudur.“Artık nüfus, sermayenin değişen değerlenme ihtiyaçları için, gerçek nüfus artışının sınırlarından bağımsız olarak, her an sömürülmeye hazır insan malzemesi yaratır.[3]

Kapitalist birikim sürdükçe ve onun temel üretim mantığı büyüyen oranda hayat buldukça, bu yedek sanayi ordusu da sermayenin ihtiyaçlarına bağlı olarak yeniden üretilir, bir salınım halinde işgücü piyasasına çekilip serbest bırakılır. Marx’a göre sermayenin hareket yasası, “işçi nüfusunun bir kısmının sürekli olarak işsiz ya da yarı işsiz insanlara dönüştürülmesine”dayanır.[4] Böylelikle işçi sınıfının çalışan kısmı, yedekte bulunan kısmı tarafından yaratılan baskıyla gittikçe “aşırı çalışmaya” ve “sermeyenin diktasına boyun eğmeye” zorlanır. Değişmeyen sermayenin değişen sermayeye oranının (sermayenin organik bileşiminin) büyümesi, kapitalist üretimi, bu yedek işgücü ordusu sayesinde, emek gücüne yatırdığı sermayeyle daha fazla değer üretmeye zorlar. Kapitalistler böylelikle giderek büyüyen değişen sermayeyle, daha fazla işçiyi ‘işe sokmadan’ daha fazla emeği harekete geçirir. Aynı büyüklükteki değişen sermaye, aynı büyüklükteki emek gücü kütlesiyle daha fazla emeği harekete geçirir.[5]

Marx, böylelikle işsizliğin kaynağı olarak yanlış devlet politikalarını ya da tek tek bireyleri değil, kapitalist birikimin genel yasasını gösterir: “… çalışma, yarın, genel olarak akla uygun bir düzeye indirilecek ve işçi sınıfının farklı katmanları arasında yaş ve cinsiyete göre yeni baştan bölüştürülecek olsa, ulusal üretimi şimdiki ölçekte sürdürmek için şu anda elde bulunan işçi nüfusu mutlak olarak yetersiz kalırdı.[6] Ona göre, sermayenin bu hareketini nüfusun hareketine bağımlı hale getirecek bir yasayı aramak, “iktisatçıların dogmasından”ibarettir. Kapitalist üretim sistemi, sermayenin mutlak büyümesine karşın “genel emek talebinde” buna uygun bir artışın eşlik etmesini sağlayamaz.

Oğuz’a göre de, Marx’ta göreli artı nüfus, “Malthus’un nüfus teorisinin aksine işsizliği, kaynaklardan daha hızlı artan nüfusun doğal bir sonucu olarak değil, sermayenin kendisini genişletmesi için gerekli olan nüfustan daha fazlası”olarak açıklanır. “Bu nüfus sermaye birikiminin sonucu olduğu gibi, onun varlık ve devamlılık koşulunu da oluşturmaktadır” (sf. 48).

Yine Oğuz’un da belirttiği gibi, sermayenin yedek işgücü ordusunu bir baskı unsuru olarak kullanması ve emek gücü arzını rekabet koşullarına sıkıştırarak ücretleri asgari düzeyde tutabilmesi, ihtiyaç duyduğu istihdam artışını, işçi ücretlerini artırmadan sağlayabilme olanağını yaratır. Marx’ın yedek işgücü ordusunun hareketini sermaye birikim hareketiyle birlikte ele aldığını açıklaması, işsizliğe ücretlerin sebep olduğu şeklindeki ana akım tartışmalara da önemli oranda cevap verir. “Dolayısıyla işgücü arzı, işgücü talebi ve işsizlik; ücretlere değil, sermaye birikimi koşullarına bağlı değişkenler olarak karşımıza çıkmaktadır”(sf. 49).

Marx, daha sonra göreli artık nüfus kavramlaştırmasını, onun farklı varoluş formlarını tartışarak sürdürür; akıcı, saklı, durgun ve yoksul nüfus. Akıcı nüfus, Marx’ın tarif ettiği biçimiyle, modern sanayinin merkezlerinde, makineleşme ve teknik gelişmeyle birlikte kitleler halinde işten çıkarılan, üretimin ölçeğinin büyümesiyle birlikte ise kitleler halinde işe alınan nüfus kesimidir. Oğuz’a göre günümüzde bu kategori, işsizliğin “teknolojik” ve “yapısal işsizlik” olarak tanımlanan türleri olarak kabul edilebilir (sf. 50).

Saklı nüfus, Marx’ta, kapitalist üretimin tarım alanlarını üretim faaliyetinin hükmü altına alması ve kapitalizm öncesi tarımsal üretimi tasfiye etmesiyle birlikte, kır nüfusunun proletaryaya dahil olmak için hazır bekleyen kesimleri olarak tanımlanır. Marx’ın belirttiği gibi, göreli nüfusun bu kategorisi sürekli akış halinde değildir, kapitalizm öncesi tarımsal üretimin tasfiye edilmesi ve kapitalist üretimin yerleşmesi ölçeğine bağlı olarak değişir, bu nedenle kapitalist üretim, kırda sürekli olarak ‘saklı’ bir nüfusu şart koşar.

Göreli artık nüfusun üçüncü kategorisi olan durgun nüfus, Marx’a göre işçi ordusunun bir bölümünü oluşturur; ancak “tümüyle düzensiz şekilde” çalıştırılan bölümünü. Sermaye için göreli artık nüfusun bu bölümü, tükenmek bilmeyen bir sömürülmeye hazır emek gücü kaynağı sağlar. Marx, örnek olarak da “ev sanayisini” göstererek bu kategorinin içeriğini açıklar. Oğuz da, Marx’ın tanımına dayanarak, durgun artı nüfusun, oldukça “düzensiz ve kötü şartlar altında” çalışan nüfusu, “işçi sınıfının ortalama yaşam koşullarının altında yaşayan emekçileri” kapsadığını belirtir. (sf. 51)

Marx, son olarak, aslında başta göreli artık nüfusun bir varoluş biçimi olarak tanımlamadığı, ama daha sonra onun en dipteki tortusu olarak tarif ettiği“sefalet alanının”sakinlerini tanımlar. Bu toplumsal katman da Marx tarafından, lümpen proletarya haricinde üç kategoriyle açıklanır; çalışabilecek durumda olanlar, yetim çocukları ve yoksul çocukları (yedek sanayi ordusu adayları) ve çalışabilecek durumda olmayanlar (serseriler, çalışacak halde olmayanlar, düşkünler). Marx, sefalet alanını, bir yandan iş bölümünün yıkıcılığından dolayı yeteneklerini kaybetmiş, sakat kalmış, hastalanmış kimseleri; bir yandan da çalışma yaşamına dahil olabilecek, yedek sanayi ordusuna yedek bir kuvveti içerdiği için “faal sanayi ordusunun hastanesi ve yedek sanayi ordusunun safrası”olarak tarif eder.[7] Oğuz da, yoksul artı nüfusun, çalışabilecek durumda olmayanları da kapsadığından dolayı, kapitalizmin sadece işgücüne yedek olacak bir nüfusu değil, işgücüne çekilemeyecek, bir daha çalışamayacak bir nüfusu da yarattığını vurgular (sf. 51).

GÜNÜMÜZDE YEDEK İŞGÜCÜ ORDUSU

Kitabın ikinci bölümü, ilk bölümde geliştirilen kuramsal ve yöntemsel temel etrafında işgücü piyasasının yeniden yorumlanması gibi zor bir işe girişiyor. Oğuz’un bu bölümde belirttiği gibi, Marx’ın göreli artı nüfus yorumu, işgücü ve nüfus sınıflandırması açısından diğer istatistik ve araştırma yöntemlerine göre çok daha işlevsel bir zemin sağlıyor. Çünkü ana akım yaklaşımlar ve istatistiksel ölçütler işgücünün kullanımı, çalışma isteği vb. kıstaslara dayanıyor. Baştan, işçilerle işverenler aynı istihdam kategorisinde ele alınıyor. Sadece iş arayıp bulamayan işsizleri kapsayan bir işsizlik tanımı geliştiriliyor. Oğuz’a göre Marx’ın kuramsal yaklaşımı ise, diğer yaklaşımların aksine, “işverenler ve üretim araçları sahipleriyle işçileri eşit bir mübadele alanında kabul etmemektedir” (sf. 55).

Daha sonra Oğuz, göreli artı nüfusun farklı biçimlerinin belirlenmesine dair Marx’ın bütün kategorilerini ayrı başlıklarda ele alarak, mevcut işgücü ve nüfus sınıflandırmasına dair çeşitli öneriler sunuyor. Öncelikle, işgücü kategorilerinin “kendi hesabına çalışma”kategorisinde işverenlerle birlikte yer alan kendi hesabına çalışanlardan geçimlik düzeyde çalışan kesimin, ücretli emekçiler olarak işgücü ordusuna katılma potansiyeli açısından durgun artı nüfusa dahil edilebileceğini belirtiyor. “Buna göre; hamallık, ayakkabı boyacılığı, seyyar satıcılık gibi gündelik işlerde kendi adına çalışan işçiler, istatistiklerde kendi hesabına çalışanlar kategorisinden örneğin çalıştığı yerin durumu, yaptığı işin niteliği, ek işi, geliri, işin sürekliliği ve meslek bilgisi gibi bilgiler mevcutsa, bu bilgiler üzerinden ayrıştırılıp sınıflandırmada durgun artı nüfus kategorisinde (veya ara kategori olarak da) değerlendirilebilir” (sf. 59).Yine Oğuz’a göre, bugün atipik istihdam biçimlerinde çalışanlar da durgun artı nüfusa dahil edilebilir. Buna göre, uluslararası standartlara göre zamana bağlı istihdam ve yetersiz istihdamda sayılanlar, “hali hazırda aktif işgücü ordusunda yarı ve esnek zamanlı, kayıt dışı, güvencesiz, düzensiz ve kötü ücret, çevre, sosyal haklar vb. koşullarda çalıştıklarından” durgun kategorisine eklenebilir (sf. 60).

Oğuz’a göre, aktif işgücü ordusundan çıkarılan ve iş hayatına geri dönmeyi bekleyen emekçilerin, yani resmi istatistiklerde işsizler olarak sayılan kesimin de akıcı artı nüfusta değerlendirilmesi mümkün olabilir. Ancak burada da resmi işsizlik kategorisinin şartları değiştirilebilir ve hali hazırda istihdam dışında olup iş arayanlar, iki hafta içinde işbaşı yapmaya hazır olma koşulu aranmaksızın dahil edilerek, akıcı artı nüfus genişletilebilir (sf. 61).

Oğuz, saklı nüfus için de Marx’ın işaret ettiği gibi tarımsal üretim alanlarının kapitalizm tarafından massedilmesiyle kırdan kente göç eden ve yedek işgücünü besleyecek kesimlerin yanında kırda kalan ve mevsimlik-sezonluk tarım, inşaat, turizm işçilerine doğru bir genişlemeyi öneriyor. Bunun dışında, ev içi üretim ve yeniden üretim sürecini üstlenen kadınların da kriz dönemlerinde esnek, kayıt dışı, düşük ücretli işler için saklı bir potansiyel içerdiği için saklı nüfusa eklenebileceğini belirtiyor. Ek olarak, büyük ölçüde kadınlardan oluşan ücretsiz aile işçilerinin de saklı nüfusta değerlendirilmesi gerektiği vurguluyor. “Bu doğrultuda, istatistiklerde ev ve bakım işleriyle meşgul olduğu için veya diğer ailevi nedenlerle çalışmayan, iş aramayan ve çalışmaya hazır olmayan kadınlar işgücünün dışında kabul edilmeleri yerine, saklı kategorisi içerisinde değerlendirilebilir” (sf. 73).

Bu bölümde Oğuz, kapitalizm ile ataerki arasındaki ilişkilerin karşılıklı ele alınması sonucunda ev içi emek ve yeniden üretim temelli tartışmanın da belirli noktalarına işaret ediyor. Burada ortaya koyulan kuramsal perspektifin belirli yönlerinin tartışılmaya muhtaç olduğu söylenebilir. Özellikle Oğuz’un, Marx’ın“tarihsel bir temel ve toplumsal ilişkiler olarak ataerkiyi analizinin dışında tutması” (s. 62), emek gücünün ve işçi sınıfının yeniden üretim sürecini “sermaye ilişkisi dışında gerçekleştiği için analizinin dışında bırakması” (s. 62), ev içi üretim alanının “ataerki ile ilişkili ve kapitalistleşmemiş bir üretim alanı” olarak tanımlaması (s. 63) üzerine eleştirilerinin tartışmalı olduğu söylenebilir. Kapitalizm ile ataerki ilişkisini çözümleme yöntemini tartışmak elbette bir kitap değerlendirmesinin sınırlarını aşar. Ancak Oğuz’un feminist metodolojiden devraldığı belirli kavram setlerinin; kapitalizm ve ataerkinin iki ayrı, karşılıklı fayda/çatışma denklemlerine göre şekillenen toplumsal yapılar olarak ele alınmasına, hatta ataerkinin de kapitalizm öncesi üretim ilişkilerine benzer biçimde kapitalist olmayan bir “iktisadi” yapı olarak tarif edilmesine dair problemli bir kuramsal yaklaşıma götürdüğü söylenebilir. Yine ataerki konusunda Kapital’e dair çeşitli eleştirilerde, Marx’ın ev içi kadın emeğini göz ardı ettiği ileri sürülürken, Marx’ın kapitalist üretim ilişkilerinin temel mekanizması olan artı-değer üretimi ve ona çeşitli biçimlerde el konulması, başka bir deyişle değerlenme süreçlerini analize odaklandığı, bu nedenle sadece ev içi emek değil, o dönem henüz kapitalist bir endüstri olmayan hizmet üretimini de kasıtlı olarak analizine dahil etmediği gerçeğinin göz ardı edildiği söylenebilir.

Yoksul artı nüfus da, Oğuz’a göre, Marx’ın “iş bölümü nedeniyle uyum yeteneğinden yoksun kalmış çaresizler” şeklinde tanımladığı kesimler, günümüzde işgücünün dışında kalanlar ve işgücüne marjinal bağlılar arasındaki “iş bulma ümidi olmayanlara” denk düşebilir (sf. 75). Oğuz, daha önceki bölümde göreli artı nüfus ile yedek işgücü ordusu arasındaki ayrımda belirttiği gibi “çalışabilir olma durumuna” göre yoksul artı nüfus ile yoksul yedek işgücü ordusu arasında bir ayrım yapılabileceğini söylüyor. Buna göre, işgücüne marjinal bağlı olanlar, yani iş bulma ümidi olmayanlar, yoksul kategorisinin yedek işgücü ordusuna dahil edilebilir. İşgücü istatistiklerinde işgücünün dışında olan engelli, hasta ve yaşlılardan da çalışmaya hazır olanların yoksul yedek işgücüne eklenebileceğini belirtiyor.

Oğuz, ILO kategorileri üzerinden nüfusun göreli artı nüfus yaklaşımına göre yeniden sınıflandırılmasını çeşitli şema ve tablolarla da açıklıyor. Bu yeniden sınıflandırmaya göre de nüfus, üretim-geçim araçlarına sahip olanlar, aktif işgücü ordusu ve göreli artı nüfus olarak üç temel kategoriye ayırılıyor. Üretim-geçim araçlarına sahip olanlar işverenler ve kendi adına çalışan profesyonel meslek gruplarından (doktor, mühendis, avukat vb.) oluşuyor. Aktif işgücü ordusu istihdamdaki ücretlileri kapsıyor. Göreli artı nüfus ise işgücü piyasasına çekilemeyecek, çalışamayacak durumda olanları ve yedek işgücü ordusunu kapsıyor. Yedek işgücü ordusunu ise işsizler, zamana bağlı eksik ve yetersiz istihdamdakiler, işgücüne marjinal bağlı olanlar ve işgücüne çekilebilecek durumda olanlar oluşturuyor (s. 78).

YEDEK İŞGÜCÜ ORDUSUNUN ÜÇ ÖLÇÜTÜ

Bu tartışmaların ardından Oğuz, Türkiye için bir yedek işgücü ordusunun gözlemlenmesinde kullanılabilmesi adına TÜİK’in kullandığı Hane Halkı İşgücü Anketlerinin veri elde etme yöntemlerini tartışıyor. Bu veriler temelinde istihdam, işsiz ve işgücüne marjinal bağlı kategorilerinin belirlenme kıstaslarını aktarıyor. Sonraki bölümde de Hane Halkı İşgücü Anketleri kullanılarak Türkiye için yedek işgücü ordusunun farklı ölçütlerinin nasıl belirlenebileceğine dair yöntemsel bir tartışma devam ediyor. Sonuç olarak Oğuz, üç farklı Yedek İşgücü Ordusu (YİO) ölçütü elde ediyor. Buna göre YİO 1, uluslararası standart işgücü kategori ve kavramları üzerinden, işgücü çerçevesi yaklaşımına göre belirleniyor. YİO 2, kullanılan kategorilerin ve çerçevenin genişletilmesi ve yedek işgücü ordusu tanımına uygun bir detaylandırmayla belirleniyor. YİO 3 ise, çerçevenin biraz daha genişletildiği ve daha geniş bir nüfusu kapsaması üzerine belirleniyor. Bu üç ölçütün de kapsadığı nüfus kesimleri sırasıyla şöyle aktarılabilir;

YİO 1 = Akıcı (işsizler) + Durgun (zamana bağlı eksik istihdamdakiler + yetersiz istihdamdakiler) + Saklı ve Yoksul (iş aramayıp çalışmaya hazır olanlar)

YİO 2 = Akıcı (ücretli iş arayanlar, işe başlamayı bekleyenler) + Durgun (güvencesiz, yarı ve esnek zamanlı, süreksiz biçimlerde çalışan işçiler, çok düşük ücretle çok fazla süre çalışanlar, birden fazla işte çalışanlar, kötü çalışma koşulları nedeniyle işini değiştirmeyi veya ek bir işte daha çalışmayı isteyenler, gündelik ve geçici işlerde kendi adına çalışan işçiler) + Saklı (iş aramayıp çalışmaya hazır olan mevsimlik işçiler, çalışmayan ancak çalışmaya hazır olan ev kadınları, ücretsiz aile işçileri) + Yoksul (iş aramayıp çalışmaya hazır olan iş bulma ümidi olmayanlar, engelli, yaşlı, emekli ve hastalar) + Diğer (iş aramayıp çalışmaya hazır olan öğrenciler)

YİO 3 = YİO 2 + Çalışmaya hazır olmayan mevsimlik işçiler, ev kadınları, iş bulma ümidi olmayanlar, öğrenciler (sf. 90-91)

Oğuz’un kitabın önceki bölümlerinde açıkladığı uluslararası standartlar ve işsizlik kıstasları ile bu yöntemin sınırlılığından ötürü geliştirilen ve yedek işgücü ordusu kategorilerinin kullandığı ölçütler arasındaki farklılıklar YİO 1 ile YİO 2 arasında net biçimde görülebiliyor. YİO 2 yedek işgücü ordusunun, YİO 3 ise göreli artı nüfusun belirlenmesi açısından daha işlevsel bir zemin sağlıyor, Oğuz’a göre. YİO 2’de standart işsizlik kriterleri yerine ücretli olarak çalışabileceği iş arayanlar, çalışmaya hazır olma koşulundan bağımsız olarak akıcı nüfusa dahil ediliyor. Yine ILO’nun eksik ve yetersiz istihdam kategorileri yerine YİO 2’de istihdamda olanların çalışma koşullarına göre ve çalışmaya hazır olma koşulu aranmadan durgun nüfus tanımlanıyor. Yine işgücüne dahil edilmeyen işgücüne marjinal bağlılar yerine YİO 2’de iş aramayıp çalışmaya hazır olanlar yedek işgücü ordusu kapsamında değerlendiriliyor.

YİO 2 açısından en dikkat çekici kategori durgun kategorisi olabilir. Oğuz’a göre durgun kategorisi, bir işte çalışsa dahi oldukça düzensiz, kötü ve zor şartlarda çalışan ve işçi sınıfının ortalama yaşam standartlarının altında yaşayanlar olarak tanımlanıştır. Yıllık anket verilerinden yararlanılarak “ortalama yaşam standardı” ve “düzgün, düzenli iş” soyutlamaları temelinde bir kalıp oluşturulmuş ve ortalama bir saatlik ücret hesaplanarak bu kategorinin belirlenmesi mümkün olmuştur. Böylece, ortalamaya göre daha uzun saatler çalışıp daha düşük gelir elde edenler durgun kesime dahil edilmiş. Ayrıca “düzgün, düzenli iş” olarak güvenceli, tam zamanlı ve sürekli işler ele alınmış, ikinci bir işte çalışmayanlar, daha fazla gelir elde etmek için daha uzun süre çalışmak istemeyenler, işini değiştirmek veya ek bir işte çalışmak istemeyenler bu “düzgün, düzenli iş” tanımına dahil edilmiş, aktif işgücünün bu tanımına dahil edilmeyen kesimleri yine durgun yedek işgücü kategorisine eklenmiş. Ayrıca gündelik, geçici, geçimlik ve nitelik gerektirmeyen işlerde kendi adına çalışanlar da durgun kategorisinin parçası olarak ölçüte dahil edilmiş.

Burada bir parantez açılarak tartışmayı derinleştirmek adına birkaç soru işareti koyulabilir. Zira Oğuz, durgun nüfusa oldukça düzensiz, kötü ve zor şartlar altında çalışan faal işgücü ordusunun kesimlerini dahil ediyor. Ancak bu kesimlerin yedek işgücü ordusuna potansiyel bir kütle olarak güvencesiz, esnek, kuralsız çalışma ortamına mecbur bırakılması bir yana, hali hazırda istihdamda oldukları için istihdamın dışında değerlendirilmesi gerçeği yansıtmayabilir. Neoliberal dönüşümle gittikçe esnek, güvencesiz, kayıt dışı, taşeron çalışma biçimlerinin yaygınlaştığı mevcut çalışma düzeninde istihdam durumundan yedek işgücüne doğru bir geçiş tarif etmek yerine, tersine, istihdamın gittikçe esnek, kuralsız, kayıt dışı, güvencesiz dönüşümüne dair bir yönelim tarif edilmelidir. Bu nedenle de esnek, kötü ve güvencesiz çalışan kesimleri yedek işgücü kategorisinde değerlendirmek doğru bir değerlendirme değil.

Ayrıca Marx’ın durgun nüfus tanımı esas olarak işgücü ordusunun en düzensiz çalışan kesimleri için kullanılmıştır. Haliyle bu kesimlerin işçi sınıfının yaşam standartlarının altında olması, beklenen bir durumdur. Ancak ortalama ücretin altında ücret alan bütün çalışan kesimleri alternatif bir işsizlik kategorisi olarak geliştirilen yedek işgücü ordusuna dahil etmek Marx’ın durgun kategorisine de pek uyumlu değil. Marx’ın yaptığı gibi düzensiz çalışma koşullarının yaşam koşullarının en aşağı seviyesini getirmesini ifade etmekle, Oğuz’un yaptığı bu genellemenin örtüştüğü söylenemez. Ayrıca kapitalist çalışma düzeninin gittikçe yıkıcı, uzun, çekilmez koşulları yeniden yarattığı, eski kapitalizmin çalışma yasalarına ve sürelerine dönme eğiliminin tartışıldığı koşullarda ortalama çalışma saatleri, ortalama yaşam standartları üzerinden istihdam-yedek işgücü ayrımı yapmak gerçekliği yansıtmaz.

Yine Oğuz’un araştırma verilerini temel alarak geliştirdiği “düzgün, düzenli iş” soyutlaması da uygulanabilirlik açısından çok verimli sonuçlar vermiyor. Kapitalist çalışma düzeninde “düzgün, düzenli iş” soyutlamasının bir araştırma kategorisi olarak ele alınıp alınamayacağı bir yana, bu ortalamayı elde edecek yanıtları almak da ayrı bir sorundur. Ayrıca bu belirleme yöntemi, istihdam alanı için belirli bir ideal çalışma ortamı tasvirine yol açabilir, ki bu ideal ortamın kapitalizm açısından geçerliliği (ya da ne ölçüde geçerli olduğu) tartışmaya açıktır. Oğuz, bu soyutlama için tam zamanlı ve sürekli işlerin ele alındığını, ikinci bir işte çalışmayan, daha fazla gelir için daha uzun süre çalışmak istemeyen, işini değiştirmek istemeyen kesimlerin “düzgün, düzenli iş” kategorisine dahil edildiğini, bunun dışında kalan çalışan kesimlerin durgun nüfusa dahil edildiğini söylüyor. Ancak işini değiştirmek istememek, ek işte çalışmamak, daha fazla gelir için daha uzun saatleri istememek gibi kıstasların “düzgün, düzenli iş” soyutlamasını belirlemesi de tartışmaya açıktır. Yine bu cevapları vermeyenlerin de (örneğin iki işte çalışan, uzun çalışan, ortalamanın altında ücret alan, esnek ve güvencesiz çalışan emekçilerin) işgücünün dışında değerlendirilip yedek işgücü ordusuna dahil edilmesi somut bir analizin önüne geçebilir. Çünkü bu durum, örneğin kapitalizmin temel üretim mantığının işlediği büyük fabrikalarda oldukça uzun saatlerde, asgari ücretle çalışan emekçilerin yedek işgücü ordusunda dahil edilmesi gibi verimsiz sonuçlar doğurur.“Zamana bağlı eksik istihdam” kategorisi, yani referans haftasında 40 saatten az çalışanlar (yarı zamanlı çalışan, parça başı çalışan, ev eksenli çalışan kesimler, yevmiyeciler vb.), Marx’ın tarif ettiği gibi işgücü ordusunun en düzensiz çalışan kesimleri olarak durgun nüfusa dahil edilebilir. Ancak mevcut işini değiştirmek isteyen “yetersiz istihdam” kategorisinin durgun nüfusa eklenebilmesi için farklı araştırma yöntemlerinin geliştirilmesi gerekir. Çünkü, örneğin Türkiye gibi bir ülkede, ya da genel olarak bütün ülkelerde, kapitalizmden kaynaklı olarak mevcut işinden memnun olmayan, fırsatı olsa başka bir işte çalışabileceğini söyleyen ama hali hazırda istihdamda yer alan kesimlerin oldukça büyük olabileceği düşünüldüğünde, bunların yedek işgücünde değerlendirilmesi yine verimli sonuçlar vermez. Oğuz’un yaptığı gibi esnek, güvencesiz, kötü çalışma koşullarına sahip emekçilerin yedek işgücü ordusuna dahil edilmesi yerine çalışma periyodu, haftada kaç saat çalıştığı vb. “en düzensiz çalışan” kesimleri ayırt etmeye yarayacak kıstaslar geliştirilerek durgun kategorisinin daraltılması daha sağlıklı sonuçlar verir.

Yine gündelik ve geçimlik düzeyde kendi hesabına çalışan kesimlerin de durgun artı nüfusa eklenmesi sorunludur. Öyle ki, özellikle Türkiye gibi ülkelerde, kendi hesabına çalışma biçimlerinin hala çok yaygın olduğu yerler açısından, “nitelik gerektirmeyen işlerde kendi adına çalışma” durumu gibi bir ayrımla, genel olarak kendi hesabına çalışma biçimlerinin çok büyük bölümünü yedek işgücü ordusu kategorisine dahil etmek doğru değil. Ayrıca bu kesimlerin yedek işgücü ordusu olarak sayılması bir yana, günlük ortalama çalışma saatleri düşünüldüğünde çoğu emekçiden daha uzun saatlerde çalıştığı da bir gerçektir. Yine bu nüfus kesimlerinin yedek işgücü ordusu açısından “her an sömürülmeye hazır”bir potansiyel barındırması durumu da tartışmaya açıktır, çünkü önemli bölümü “yedek işgücü” potansiyeli olarak başka bir işte çalışmaya uygun-hazır değildir. Kendi hesabına çalışanların bu nitelik gerektirmeyen işlerdeki bölümünü durgun nüfusa dahil etmek yerine, “kendi hesabına çalışanlar” biçiminde, aktif işgücü-yedek işgücü kategorilerinin dışında ayrı bir kategori olarak değerlendirmek daha uygundur.

SONUÇ

Son olarak üçüncü bölümde Oğuz, bu üç yedek işgücü ordusu ölçütü temelinde elde ettiği bulguları detaylı biçimde inceliyor ve Türkiye emek piyasasına ve 2004-2013 arasında emeğin ve çalışma koşullarının dönüşümüne dair önemli çıkarımlar yapıyor. 2004-2013 arasında üç ölçüt temelinde aktif ve yedek işgücü ordusunun 15 yaş üstü nüfus içerisindeki payına dair oranlar şöyle sıralanabilir;

Yedek İşgücü Ordusu 1, aktif nüfusun %10-15’i

Yedek İşgücü Ordusu 2, aktif nüfusun %30-36’sı

Yedek İşgücü Ordusu 3, aktif nüfusun %70’i

Aktif işgücü ordusu, nüfusun %22-29’u

Daha sonra Oğuz, yedek işgücü ordusunun 10 yıl içerisindeki hareketine bağlı olarak işgücü piyasasına dair kimi değişim ve bulgularla çalışmasını zenginleştiriyor. Yedek işgücü ordusunun ücretlerle ilişkisine dair birinci bölümdeki kuramsal tartışma, Türkiye işgücü piyasasına ait dokuz sektör üzerinden bir incelemeyle sürdürülüyor. Oğuz, yedek işgücü ordusu ile ücretler arasında bir korelasyon tartışması yürütüyor ve yedek işgücü ordusu oranındaki artışla paralel olarak reel ücretlerde düşüş, bununla birlikte işgücündeki sektörel farklılıkların bu organik ilişkiye olan etkisini de ikna edici biçimde açıklıyor.

Türkiye’de Yedek İşgücü Ordusu kitabı, belirli kuramsal, tarihsel ve pratik yaklaşımları bir potada eritme yeteneği itibariyle emek araştırmaları alanına oldukça önemli bir katkı sunacaktır. Kitap, Oğuz’un da kitabın amacını açıklarken belirttiği gibi, kimi tartışmaları bitirmek değil derinleştirmek ve güncelleştirmek üzere hizmet etmesi bakımından iyi bir potansiyeli barındırıyor. Ayrıca akıcı dili, detaylı açıklamaları ve tablolara dayanan yöntemiyle kitabın, istatistik-iktisat verilerinden çekinenler açısından bile kolay okunabilir bir eser olduğu söylenebilir.


[1] Marx, Karl (2020), Kapital: Ekonomi Politiğin Eleştirisi Cilt: I, Çev. Mehmet Selik ve Nail Satılgan, Yordam Kitap, İstanbul, sf. 608

[2] Marx, Kapital, sf. 609

[3] Marx, Kapital, sf. 611

[4] Marx, Kapital, sf. 612

[5] Marx, Kapital, sf. 614

[6] Marx, Kapital, sf. 615

[7] Marx, Kapital, sf. 622