Nuray Sancar*
Üç imparatorluğun tarihsel ömrünü tamamladığı birinci emperyalist paylaşım savaşından geriye kalan alt üst olmuş bir dünyanın nasıl düzenlenip yönetileceğine ilişkin bir talebi ve sözü olanlar sadece bu imparatorlukların aynı soydan, farklı sınıftan mirasçıları değildi. 1917 Ekim Devrimi’ni yapan Rusya işçileri ve köylüleri masa başında kader tayin etmeye çalışan emperyalist ‘oyun kurucular’ı reddetmekle kalmamış, kurdukları sistem, diğer ülkelerin emekçileri için de bir model ve çağrı olmuştu. Tam da, Bismarck’ın mimarı olduğu imparatorluğu tarihe gömen Versay Anlaşması 1919’da imzalandığı sıralarda, tıpkı Sovyetler Birliği’nde olduğu gibi, Almanya işçi sınıfı da kendi sovyetlerini kuruyor ve dişe diş bir mücadeleyle onu yaşatmaya çalışıyordu. Bu savaşı kaybettiler. Kısa bir süre sonra Avusturya Macaristan İmparatorluğu’nun enkazını sovyet yurduna çevirmeye çalışan Macaristan proletaryasının sovyetleri de ezildi.
Başkenti ve başka bölgeleri işgal altında olan Türkiye’de 1919 yılında başlayan ulusal kurtuluş savaşı ise üç yıl sürecek ve ülkenin kaderi dünyadaki bu kritik gelişmelerin de etkisi altında belirlenecekti. İmparatorluktan artık kopmuş bölgelerde bir önceki yüzyıl biterken başlayan ulusal özgürlük hareketlerinin içinde yeşeren sosyalizm fikri küçük komünist grupların, birliklerin oluşmasını sağlayarak gelişiyor, henüz çok zayıf olsalar da yakın geleceğin belirlenmesinde rol almaya hazırlanıyorlardı.
Sömürgecilik boyunduruğundan kurtulmak isteyen dünyanın doğusunda yerleşik halklar için, genç proletarya iktidarının başarısı bir ilham kaynağıydı. Böylece dünya; bir yanda başını Sovyetler Birliği’nin çektiği, ulusal kurtuluş hareketleriyle ittifak yapan sosyalizm mücadeleleri cephesiyle, diğer yanda paylaşım hırsı yüzünden milyonlarca insanın katline yol açmış bir savaştan sonra yeniden toparlanabilmek için debelenen kapitalist ülkeler olarak ikiye ayrıldı.
Türkiye Komünist Partisi, kurucu kadrolarının o sırada Rusya’da bulunan Türk göçmenler, askerler, mülteciler arasında yürüttükleri propaganda sayesinde genişleyen çevreyi ve Türkiye’de ortaya çıkan irili ufaklı komünist grupları birleştirip örgütleyecek bir partiyi şekillendirmeye çalıştıkları sırada Bakû’da toplanan Doğu Halkları Kurultayı, ekseninde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nin olduğu sosyalizm ile Asyalı ezilenlerin birliğini ilan ediyordu.
TKP Kurultay’dan çok kısa bir süre sonra kuruluşunu duyurdu. Sosyalizm mücadelesini Türkiye’ye dönüp kurtuluş savaşına da katılarak sürdürme kararı veren kurucu kadrolarının yolda katledildiği partinin, kısa ve zayıf deneyiminden geriye kalan en önemli miras, sosyalist mücadelenin temelini atması ve bu temelin sadece o sırada değil, sonraki zamanlarda da ne kadar sağlam olduğunu kıyaslamaya elveren; bir mirası dünya tarihinin ayrıcalıklı sayfalarına yerleştirmek için gerekli niteliği karşılayan programıdır.
Mustafa Suphiler TKP’sinin programını ele alan bu makalede önce programı hazırlayan koşulların kısa değerlendirmesi, sonra da programın içeriği ele alınacaktır.
PROGRAMIN PROGRAMI
Programlar siyasal partilerin temel aldıkları sosyo-ekonomik zeminin, stratejik doğrultularının ve örgütsel esaslarının önceden ilan edildiği belgelerdir. Program, bir partinin sadece üyeleri ve kadroları arasındaki fikri birliğinin hangi temel ilkeler üzerinde oluşacağını gösteren kanıt değil, aynı zamanda seslenmeyi ve örgütlemeyi hedeflediği kitleler için açık ve net ifade edilmiş bir adres tayinidir. Alınan her kararın, her taktik adımın hangi tarihsel deneyimin süzgecinden geçirileceğiyle eninde sonunda bağlandığı temel prensibi program gösterir.
Komünist partilerin kuruluşunda hazırladığı ya da kurulmuş partilerin dünyada ve ulusal sınırlar içinde değişen güç ilişkilerini veya sosyo-ekonomik koşulları gözeterek yenilediği programları, kapitalist düzeni sürdürmeye, yeniden üretmeye ayarlı burjuva partilerininkinden ayıran özelliği, onun en başta üretim araçlarının özel mülkiyetine son vererek kapitalist üretim ilişkilerinin tasfiye edilmesini amaçlamasıdır. Ancak programın doğrultusu bundan ibaret değildir; üretim araçlarının mülkiyetine sahip sermaye sınıfının devletini de yıkarak sınıfsız topluma doğru ilerleyen işçi sınıfının tarihsel akışa nasıl müdahale edeceğini adım adım ön belirler. Bunu yaparken bu hedeflere dünyanın hangi koşullarında hangi araçlarla ulaşmaya çalıştığını, hangi mekanizmaları kuracağını, siyasal önceliklere göre asgari ve azami hedeflerinin ne olacağını açıklar.
Böylece parti, programını oluşturur, ama programla da parti inşa edilir; mücadelenin her aşamasını dolaylı ya da dolaysız yollarla stratejik doğrultuya bağlayan, atılan adımların tarihsel doğruluğunu ayarlayan bir çekül gibi, ana kriterin gözden kaybolmamasını sağlayan onun eylemidir.
Bir partinin kendisi hakkında iddia ettiğinden bağımsız olarak onun gerçek kimliğini ifşa eden program önünde sonunda bir belgedir ve asıl belirleyici olan, program ile örgütsel pratik arasındaki uyum ve bunun nasıl sağlandığıdır. Adına sosyalist, komünist ön ekleri alan birçok partiyi sınayan başlıca ölçü de programlarının yanı sıra eylemleri olmuştur.
İlk TKP’nin programı, ilgili olduğu topraklarda örgütsel bir deneyim edinemedi. Ondan şimdi kıymetli bir miras olarak söz etmemize neden olan programı da herhangi bir sınavdan geçemedi. Bu programı önemli ve sosyalizmin ilkeleri bakımından tutarlı kılan, onun kendi özel pratik karşılığından çok, o dönemki geçmiş ve güncel birikimi, komünistlerin program hazırlarken yaptıkları tartışmalardan çıkan sonuçları, birçok ülke partisinin seksiyonlar olarak içinde birleştiği dünya partisi Komintern’in tahlillerini ve süzdüğü bilgiyi, Sovyetler Birliği’ndeki parti programı ve Anayasa deneyimlerini dağarcığına alarak ulusal bir metin ortaya çıkarmasındaki başarısıdır. Bu bakımdan TKP’nin programı, dünya işçi ve emekçi sınıflarının mücadelesinin örgütlü birikimini Türkiye koşullarındaki bir mücadeleye uyarlamaya girişmiştir. TKP programının ruhunu oluşturan, bu birikimdir.
Bunun unsurlarına geçmeden önce işçi sınıfı iktidarını hedefleyen ve kendisini sosyalist devrimi örgütlemekle görevli ilan eden TKP’nin sosyal zeminini, programında zayıf ve gelişmemiş olarak tarif ettiği işçi sınıfının durumuyla, hareketine kısaca değinmekte yarar var.
***
Osmanlı İmparatorluğu içinde geç gelişen kapitalizmin Avrupa’daki gibi zengin işçi sınıfı eylemlerine ve örgütlenmelerine sahne olmadığı açıktır. Geniş yüz ölçümüne sahip coğrafyasında, geç gelişen kapitalizmin eşitsiz bir dağılım gösterdiği ülkede sermaye hareketi, daha ziyade Bulgaristan, Selanik, Bursa, kısmen İstanbul ve hammadde transferiyle ithalat kapısı olarak kullanılan liman kentlerinde yoğunlaşmıştır. Bulgaristan’da açılan tekstil fabrikaları, buharlı mancınıklı makinaların kullanıldığı ve 4500 işçinin istihdam edildiği Bursa’daki işyerleri (1838), aynı tarihlerde kurulan halı fabrikaları, liman ticaretinin gelişmesiyle birlikte kurulan tersaneler[2] eşitsizlik tablosundaki dağınık görüntüler içinde yer alır. 19. yüzyılın sonuna ve 1908 Meşrutiyet’ine doğru işletme sayısında artış görülecektir. Daha ziyade Türk ve Müslüman olmayan burjuvazinin kontrolündeki sermaye hareketinin sahipliğininTürk milli kimliği taşıyanlara geçmesi Misak-ı Milli’nin belirlenmesinden sonra, yeni kurulan burjuva devletten sağlanan olanaklarla gelişecek, kimi zaman gayrı Müslimlerin mülkiyetine el koymalar suretiyle de hızlanacaktır.
Anadolu’da ilk grevin 1863 yılında Zonguldak Ereğli kömür madeni işçileri tarafından yapıldığı belirtilir.[3] Ama Birinci Meşrutiyet’in ilanına kadar olan dönemde irili ufaklı başka grevler de yapılmıştır. İzmir ve Haydarpaşa demiryolu işçileri, Beykoz deri ve kundura işçileri, Kasımpaşa ve Hasköy tersanesi, Sirkeci iskelesi, fişekhane, yapı işçileri, Şirketi Hayriye şantiye ve nakliyat işçileri, kunduracılar greve gitmiş, işçiler çalışma koşullarının düzeltilmesi ve ücret talebiyle eylemler yapmışlardır.[4]
1908 yılında Meşrutiyet’in ilanını getiren Jön Türk Devrimi de grevlerle karşılanmış ve grevlerle devam etmiştir. Ama 1908 dünya işçi sınıfı hareketinin de yoğunlaştığı bir tarihtir. Bundan imparatorluk toprakları da nasibini alır. İrili ufaklı işletmelerde 72 işçi grevi kayda geçer. İttihat ve Terakki Hükümeti Tatil-i Eşgal yasasıyla grevleri yasaklasa da, 1909 yılındaki küçük kıpırdanmaları 1910’da yeniden su yüzüne çıkan grevler izler. İşçi eylemlerinin çoğalması örgüt arayışını da beraberinde getirecektir. İttihat ve Terakki kadroları, Osmanlı’nın Balkanlar ve Yunanistan’daki teb’ası ve Anadolu’daki gayrimüslimler arasında oraya çıkan sosyalizm sempatisi ile yan yana gelişen örgütlenme arayışı, işçi kulüpleri, amele cemiyetleri, yardımlaşma dernekleri vb. oluşumları ortaya çıkarmış, bir de Osmanlı Sosyalist Fırkası’nın kurulmasına zemin hazırlamıştır. Bütün bunlar, elbette iktidarın zaptiye baskısına mazhar olmakta gecikmemiştir. Özellikle Balkan ülkelerinin imparatorluktan ayrıldığı 1912-13 Savaşıyla birlikte iktidarının en gerici evresine ayak basan İttihat ve Terakki, muhaliflerini olduğu kadar işçi hareketini de bastırmaya çalışmıştır. Zaten Mustafa Suphi de bu gerici dalga kabardığında tutuklanan muhaliflerden biridir. O ve arkadaşlarının mücadelelerini bir sürgün olarak önce Rusya’da sonra Sovyetler Birliği’nde sürdürmek zorunda kalmalarının nedeni, iyiden iyiye baskıcı ve komplocu bir karakter kazanarak yozlaşan İttihat ve Terakki iktidarıdır.
***
TKP, burada kısaca özetlenen işçi sınıfı hareketini ortaya çıkaran ulusal zeminle uluslararası gelişmelerin ürünü olarak doğdu. Bu partinin hazırladığı programın arka planında böyle bir güncel-toplumsal pratik yer alır. Bu kısa parantezi kapattıktan sonra TKP’nin programından önce onu hazırlayan birikime geri dönersek, işçi sınıfı hareketinin belli başlı dönüm noktalarında alınan tutumların belgeli kayıtlarının bu programı önemli ölçüde şekillendirdiği görülür.
Her şeyden önce işçi sınıfının ilk bağımsız programı 1848 tarihli Komünist Parti Manifestosu’nun komünist partilerin görevleri ile ilgili formülasyonuyla, Marx ve Engels’in Gotha ve Erfurt programlarına yaptıkları müdahaleleri anmak gerekir. Marx ve Engels Komünist Manifesto’da başlıca stratejinin proletaryanın iktidarı alması ve üretim araçların üzerindeki özel mülkiyete son vermesi olduğunu belirlemişlerdir. Programı bu temel hedefi içermeyen bir partinin sosyalist olması mümkün değildir. Yine Marx, küçük burjuva solculuğunun lideri Lasalle’ın partisiyle ‘Eisenach’cıların birleşme programı olarak bilinen Gotha programına notlar çıkarırken ise, bu somut metin üzerinde de süren sınıf mücadelesinin taktik önceliklerini belirler; programın mevcut içeriğini de aşmayı sağlayan bu öncelikler partinin hedeflediği amacı gerçekleştirmesinin araçlarıdır. “İleriye doğru atılan her adım, her gerçek ilerleme bir düzine programdan daha önemlidir. Eğer Eisenach programını aşmak olanaklı olmazsa -ve koşullar buna elverişli olmazsa- muhataplarımızla ortak düşmana karşı bir hareket anlaşması yapmakla yetinmeliyiz. Bunun tam tersine ilkelerden program ilan etmeye kalkışırsak, o zaman herkesin gözü önünde bütün dünyaya partinin hareket düzeyini gösteren şahıslar yerleştirmiş oluruz”[5]diye yazan Marx için bu program sorunlu bir birleşmenin içinde de süren bir sınıf mücadelesinin metinsel karşılığıdır. Marx’ın notları hem Lasallecılara hem de kapitalizme karşı sürdürülecek sınıf mücadelesinin özelliklerini belirtir. Marx bu mücadeleyle müstakbel sosyalizmin yolunun nasıl döşeneceğini gösterir, “evrimin bir aşamasına tekabül eden” eski sloganları yenileriyle değiştirir.
Benzer bir tartışmayı devrimden birkaç ay sonra Lenin ve Buharin yapmıştır. Devrim sonrasının yeni koşullarında, artık ulusal sınırlar içinde kapitalizmi yıkmak için mücadelenin değil, sosyalist inşanın programını yapacak olan Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin önündeki görev, bu yeni koşullara uygun yol haritasını çıkarmaktır.
Eski programın meta üretiminden kapitalizme geçişin anlatıldığı bölümünün çıkarılması gerektiğini düşünen Buharin’in görüşünü Lenin doğru bulmaz. Kapitalizmi ve sonra emperyalizmi doğuran meta üretiminin olduğu gibi kalması gerektiğinden yanadır. “Dünyanın genel perspektifi budur diye yazar. Sosyalizmin temellerini unutmamak gerekir, Marksist bir partinin programı saptanmış gerçeklerden yola çıkar…Mutlak bir kesinlikle saptanmış olgulardan hareket etmek zorundayız. Ve bu olgu, bütün dünyada mübadele ve meta üretiminin egemen tarihsel bir fenomen haline gelmiş ve kapitalizme yol açmış olmasından ibarettir. Kapitalizm ise emperyalizme dönüşmüştür. Bu tartışılmaz bir olgudur.”[6]
Bu yaklaşım sadece SB’de değil, sömürgelikten kurtulmak için anti emperyalist mücadele veren ülkelerdeki ulusal kurtuluş savaşlarının kapitalizme bağlanabilme tehlikesine karşı ön almak açısından da önemlidir. O yüzden program kapitalizmin tahliliyle başlar ve kapitalizmin ulusal topraklardaki karşılığı metinde kurularak devam eder.
Mustafa Suphi TKP’sinin saptadığı gibi, yarı sömürge yarı feodal, geri kalmış bir ülke olan Türkiye için hazırlanan programda da bu izleğin takip edilmesi, yaratacağı ve bağlanacağı siyasal sonuçlar bakımından kritik bir önemdedir.
Nitekim Komintern’de uluslararası komünist hareketin programatik bir sorununa çözüm bulmak üzere başlatılan bir tartışma, Lenin ile Buharin arasındaki bu tartışmada çıkan sonucun ne kadar hayati olduğunun kanıtı olmuştur.
Komintern’in İkinci Kongresi’nde Hindistanlı delege Roy’un gündeme getirdiği soru ve sorun şudur: “Ulusal kurtuluş savaşlarının başını çeken burjuvaziye anti emperyalist mücadelesi boyunca komünistlerin verdiği destek bu sınıf iktidara geldikten sonra devam edecek midir etmeyecek midir? Devrimin görevlerini anti emperyalist, anti sömürge tutumunda sınırlayan bir sınıfa Komintern’in yol arkadaşlığının sınırı nedir?” Bu sorunun yanıtı, sürmekte olan kurtuluş savaşına destek olmak ve ülke topraklarında sosyalist örgütlenmeyi gerçekleştirmek için, üstelik Mustafa Kemal ile haberleşerek SSCB’den Türkiye’ye geçen, Mustafa Suphi dahil ilk komünist kadroların katliamından sorumlu sınıfın refleksine karşı konumlanabilmek için de önemliydi. Programında bu yeni egemen sınıfa ilişkin gayet yerinde teşhis koyan TKP, kurtuluş savaşına öncülük eden ticaret burjuvazisi ve toprak ağaları sınıfının, kendisine dünya komünist hareketinin örgütünden uzatılan elin hatırını sayamayacak kadar arsız olabileceğini öngörememişti. Komintern ve SSCB’nin desteğini, kurtuluş savaşlarının sonrasında kurulan iktidar yapılarının işçi sınıfına ve mücadelesine yönelik tavrına koşullayan tartışma sorusunun yanıtı, o zamanki dünya işçi sınıfının değişik ülkelerdeki programlarının da yanıtı oldu. Mustafa Suphi TKP’sinin olduğu gibi.
Programda beynelmilel sözcüğü defalarca tekrarlanır. Bunun, dönemin sıcak koşullarıyla ilgisi vardır. TKP’nin kuruluş hazırlıkları Komintern’in bir yıl içinde arka arkaya topladığı iki kongre arasına denk düşer. Komünizmin uluslararası bir hareket olarak örgütlenmeye başlamasından duyulan heyecan bu durumda zaten TKP programına sinmiştir. Ama bu yansımadan daha önemli olan, Komintern programının bünyesindeki partiler için bir anahtar olmasıdır. Bu program, Avrupa’daki işçi sınıfının sosyalizm mücadelesiyle doğudaki sömürge ülkelerin bağımsızlık mücadelelerini dünya kapitalist sistemini yıkma hedefinde birleştirmeyi hedefler. Ülkeler arasındaki eşitsiz gelişimi göz önünde bulunduran denklem, ulusal kurtuluş mücadelelerinin başarısının batıdaki ülkelere sömürgelerden akan zenginliğin kesilmesi anlamına da geleceği; batıdaki işçi sınıfı mücadeleleri ise sömürgeci siyaseti yürütülemez kılacağı için başta işçi sınıfı olmak üzere sömürülenlerle ezilen hakların karşılıklı dayanışmasını tesis etmek üzere kurulmuştur. Böylece her mücadele, bu ortak programda birbirini güçlendirecek biçimde ilişkilendirilmiştir. Parti programının sunuş konuşmasında Mustafa Suphi şöyle diyordu: “Türkiye sanayiin durumu itibarıyla zengin ve proletarya memleketi sayılmasa da, bütün ürettiği değerleri Avrupa ve Amerika kapitalizmine rehin etmiş, son asır içinde emperyalizm ve istila hareketine hedef olarak, dünya savaşını takiben sonuçta tüm yönetimiyle iflas eden, zulme, inkara karşı ayaklanmış bir halkı temsil etmiş olması itibarıyla toplumsal devrimde temel bir role, bir güce sahiptir. Türkiye gibi bütün doğuda da bugün milli şekilde görünen ayaklanma hareketleri, proletarya hareketini de içine alarak genişledikçe, ekonomik bir içerik kazanmak zorundadır. İstanbul ve Anadolu’da daha pek mükemmel olmayan işçi sınıflarının nezdinde Bolşevizme destek şeklinde beliren hareket ve aydınlanma bunun maddi ve dış ön koşullarını oluşturur.”[7]
Emperyalizm ile birlikte çoktan beri ‘beynelmilel’ bir evreye geçmiş olan kapitalizme karşı dünya işçi sınıfının enternasyonal hareketini örgütleyen bir organizmanın uzuvları kendisini bu ana amaca eklemlemiştir. TKP de kendisini bir uzuv olarak ifade etmektedir. Gelgelelim enternasyonal dayanışma ulusal sınırlar dışındaki işçi sınıflarının ve ulusal kurtuluş mücadelelerinin dayanışmasıyla sınırlı değildir. İlk sosyalist fikirler etrafında örgütlenen imparatorluğun kadim halklarından Ermeniler, Rumlar ve Kürtlerin mücadeleleriyle de ‘amaç ortaklığı’ gören TKP bu halklara karşı da kendisini sorumlu hissetmektedir. Aynı sunuş konuşmasında bu, şöyle geçer: “Partimiz özgürlüğü yolunda uluslararası toplumsal devrim hareketine dayanma zorunluluğunun dayattığı işçi halkımız arasındaki örgütlenmesini de uluslararası esasta yapmak zorundadır. Partimiz Türk işçi ve yoksul köylülerini gerici ittihad ve itirafçılar veya hain sosyalistlerin etkisi altından kurtarmaya ne derecede zorunlu ise, Türkiye’de yaşayan Rum, Ermeni, Kürt milletlerinin mağdur sınıflarını da Etniki Eterya, Taşnak veya Bedirhan teşkilatlarından ayırarak, çıkar ve amaç ortaklığı olan bir sınıf halinde hem içteki sömürücülere hem de işgalci dış kuvvetlere karşı birleştirip ayaklandırmak göreviyle yükümlüdür.”[8]
Böylece doğduğu ulusal sınırlar içindeki ülkenin komünist partisi olarak bu genel ve ana doğrultuya kendi ülkesinin sosyo-ekonomik durumu ve sınıf güç ilişkilerinin, ‘somut durumun somut tahlili’ni yaparak dahil olan partinin program metni, zamanın toplam tarihsel ve güncel birikiminin olanaklı bütün yansımalarını içerecektir.
AKİDELER VE ESASLAR
Partinin programının girişinde “Bazı Akide ve Esaslar” başlığı altında, içeriği 10 madde halinde sıralanan bölüm, TKP’nin Türkiye ve dünya tahlili ile ilgilidir. “Hudut ve millet tanımayan fabrika sanayiinin yeryüzünde inkişaf ve teessüsü ile küçük ve milli sanatlar ortadan kalkmaya başladıktan sonra, sermaye fabrika sanayiine sahip olan burjuvazya elinde temerküz ederek umumi bir sahaya giriyor”[9] diye başlayan metin, serbest rekabetçi kapitalizmden tekelci kapitalizme geçişin unsurlarını sıralayarak devam eder. Tekelci kapitalizmin gelişmesiyle birlikte iktisadi hakimiyet gibi siyasi hakimiyet de büyük mülk ve toprak sahipleriyle bankerlerin eline geçer. Kırsal ilişkiler çözülür ve yoksul köylüler giderek daha fazla proleterleşir. Uluslararası sermaye yoksul halkları sömürerek birçok ülkeyi kendi sömürgesi haline getirir. Üretici güçlerin ‘telef’ ve berhava olduğu bu dönem, burjuvazinin, görece ilerici olduğu serbest rekabetçi dönemindekinden farklılaşarak, gericileştiği bir evresidir. Kara ve deniz yollarının ele geçirilmesi, yer altı ve yerüstü kaynaklarına el konulması, sürekli savaşlar çıkararak dünyanın paylaşılması sayesinde elde edilen zenginlik, milyonlarca amele ve rençperin sefalet içinde yaşaması pahasına gerçekleşir. Fakat feodal dönemin içinde burjuvazinin “istihsal şartları” nasıl ortaya çıkmış ve bu devir nasıl yıkılıp gitmişse, kapitalizm de, burjuvazinin devrini yıkacak sebep ve amilleri doğurmaktadır. Şimdiden “Almanya, Macaristan, Avusturya ve Asya’nın bazı memleketlerinde olduğu gibi kısmen ve geçici olarak işçi sınıfının hakimiyeti ele geçirmesi, Fransa, İngiltere ve Amerika proletaryasının bu harekete temayülleri yeryüzünde burjuvazi hakimiyetinden proletarya idaresine intikal devrini temsil eden içtimai inkılabın başladığını maddi ve aşikar delillerle meydana koymaktadır.”
Program, feodalizmin bağrında gelişen, burada neyi kastettiği açıkça belirtilmemişse de “üretim koşulları”nın yıkıcı gücünün kapitalizm koşullarında kazandığı siyasal nitelik konusunda nettir. Kapitalizmin yıkılışını “işçi sınıfının hakimiyeti ele geçirmesi”ne bağlar. Ki bu dünya çapında başlamış bir eylemdir.
Nitekim program dünyada bir toplumsal devrim çağının başladığını tespit etmektedir. Kongrenin “Kararlar ve Çağrılar”[10] metninde ilan edildiği gibi, “partimiz bu devrimin bayraktarlığını yapacaktır.” Değişik devletlerin altında yaşayan işçiler, emekçiler ve köylülerin mücadelesi beynelmilel bir hareket olmakla birlikte her ülkenin ezilenleri kendi mücadelelerini vereceklerdir. “Kendi bölgelerinde bu fedakarlığı göze alamayanların beynelmilel mücadele yürütme kabiliyeti olamayacaktır.”
Programın temel stratejik hedefini içeren 7. Maddesi, Komünist Manifesto ile Gotha ve Erfurt Program eleştirisinden esinler taşımaktadır. Şöyle yazar: “Esasen bir hak değil bir hurafe olan özel mülkiyet müessesesinin yıkılması ve toplumda var olan üretim araçlarının devlete raptı iledir ki sermayedarlıktan doğan siyasi ve iktisadi her türlü zulüm ve tegallüpler ortadan kalkmış”olacaktır. Komünizmin teessüsü ile toplumda yaşayan her ferdin hayat hakkı elde edilecek, fertler gibi milletler de “beynelbeşer” ve “beynelmilel” “kardeşlik, birlik ve adalet şiarları bulacaktır.”
Dünyadaki devletlerin eşitsiz geliştiği notunu düşen program, kiminin feodalizmden yeni çıktığı, kiminin ileri düzeyde kapitalist bir ülke haline geldiği, üçüncü bir kısmının ise “burjuvazinin devrinden sosyalizme” geçtiği ülkeler topluluğundaki iktisadi gelişmenin farklılığının devrim bir kez başladığında önemini kaybedeceğini ileri sürer; çünkü “proletarya devri hakimiyetine ayak basmış olan Rusya’da” komünizm uygulamasının başarısı iktisadi olarak gelişkin batı memleketlerindeki toplumsal devrimin ortaya çıkmasına bağlı olduğu gibi, bütün batıda ortaya çıkacak olan komünizmin de iktisadi olarak çeşitli evrelerde bulunan doğudaki devrimci hareket ile önemli ve hayati bir ilişkisi vardır.
TKP, dünyanın o günkü koşullarında Sovyet devrimcilerinin, Alman proletaryasının devrimci kalkışmasının pekiştirdiği dünya devrimi beklentisini paylaşmaktadır. Ancak öyle anlaşılıyor ki, bu beklentinin işçi sınıfı ve parti kadroları içinde bir rehavet yaratmasına da izin vermeyecek şekilde gerekli önlemini almaktadır. Önceki maddelerde belirtildiği üzere, enternasyonal bir hareketin ve bir dünya devrimi koşulunun, her ülkenin proletaryası ve ezilen halkların kendi ulusal sınırları içinde vereceği kurtuluş mücadelesine bağlı olduğu tespitidir bu.
Ancak bu metin, doğu ülkeleri arasında görece siyasi ve iktisadi gelişkinlik gösteren birine ait devrim programı olsa da, bu ülke, “fabrikacılığın layıkıyla gelişemediği, memleketin ötesine berisine serpilmiş bazı fabrikaların bulunmasına karşı şehirler etrafında mükemmel ve düzenli bir proletaryanın oluşmadığı”bir coğrafyadır. Tam da bu yüzden, ilkel bir gelişim evresindeki ülkenin yoksul işçi ve emekçileri, galip ve yağmacı antant devletlerine karşı verilen milli kurtuluş hareketine “düşmanın düşmanı” ile yani “harici kapitalizmin tasallutuna karşı kendi içindeki vurguncu ve gaspçı küçük burjuvaziyle ortak katılmaktadır.” Öte yandan bütün bu kötü koşullara rağmen, tarihsel gelişmeler “amele ve şuralar hükümetini kurmaya müsait şartları hazırlamaktadır.”
Bu program, ulusal kurtuluş mücadelesi vermekte olan bir ülkenin mevcut sosyal ve iktisadi şartları içinde işçi sınıfını örgütleyerek devrimin bayraktarlığına talip olan bir partinin kendi eylemiyle uluslararası şartlar arasında kurduğu illiyet bağını yansıtır. Ve bu, o zamanın karmaşık koşullarında oluşmuştur. Gelişmeleri farklı aşamalarda bulunan ülkelerin bu gelişkinlik düzeyini de yansıtan kendilerine özgü, eşitsiz düzeylerdeki, farklı sınıf önderlikleri altında ve farklı ideolojik saiklerle gerçekleşen, hedefleri ayrışan mücadelelerin dolaylı ya da dolaysız sosyalizm mücadelesine nasıl bağlanacağının kısa kolay ve basit anlatımını içerir. Emperyalizmin sömürgelerindeki ulusal kurtuluş ve özgürlük mücadelelerini batının işçi sınıfı hareketine; hepsini birden Sovyetler Birliği’ndeki sosyalizmin inşa sürecine bağlar. Dünyaya yeni bir nizamın verilmeye çalışıldığı koşullarda, ülkesinin koşullarını ve kendi rolünü gayet iyi tasnif etmiş bir partinin tahlilidir bu.
Programın “Şekl-i Hükümet” ara başlığıyla başlayan ikinci bölümünde partinin hedeflediği devlet düzeni mevcut devlet biçimleriyle kıyaslanarak özetlenir. Mutlak idareler altındaki istibdat yönetimi ile demokratik addedilen meşruti hükümetleri bir çırpıda eleyen metin, imtiyazlı tabakaların devletlerine karşı “amele ve rençper şuralar cumhuriyeti”ni çıkarır. İşçi-köylü sovyetleri iktidarını. Bu iktidar emek sarf etmeyen tufeyli sınıflar dışındaki halkın büyük çoğunluğunu etrafında toplayacak “fukara ve işçi halk arasında medeni ve hayati yeni bir devir açmaya liyakat ve iktidar gösteren, sınıfları ortadan kaldıracak…. kapitalizm ile komünizm arasındaki devri intikale ait muvakkat (geçici) bir şekl-i hükümettir.”
TKP, burjuvazi ile toprak mülkiyeti sahibi sınıfın önderliğinde yürüyen kurtuluş savaşı sırasındaki ve sonrasındaki muhtemel iktidar yapısının karşısında, şu anda ‘düşmana karşı’ ‘sınıf düşmanıyla kurtuluş mücadelesi veren’, ama aslında kaderini işçi sınıfının önderliğindeki bir mücadeleye bağlayan yoksul köylülükle işçi sınıfının devrimini ve bunun hedeflediği Sovyet iktidarını formüle etmiştir. İşçi köylü sovyetleri kapitalizmden komünizme kesintisiz geçişi kolaylaştıran geçici bir organ olacaktır buna göre. TKP programındaki bu tahlil genç Sovyetler Birliği’ndeki deneyimin bir tür yansımasıdır. O zaman henüz varlığını sürdüren ve inşa sürecinin aygıtları arasında yer alan sovyet örgütlenmeleri TKP’nin programında devletin sosyalist devletin temel aldığı özel bir biçim olarak önem kazanır. Ve bu devlet sayesindedir ki, üretim araçlarının emeği ile geçinen üretici sınıfa devri gerçekleşebilecektir. Her ferdin üretime katılarak refah ve mutluluğun artmasına katkıda bulunacağı bir düzenin koşulu Sovyet devletidir. Program, küçük üreticilerin, geri kalmış üretim vasıtaları yerine üretimin modern koşullar altındaki makineleşmesini kolaylaştıran kooperatifler altında örgütleneceğine vurgu yapar ve bunu küçük üretim faaliyetinden eski sömürücü sınıfların türemesini önleyen bir yöntem olarak da kabul eder.
İşçi köylü sovyet iktidarının kurulduğu çok milletli ve milliyetli bir ülkede ulusal sorun hakkında Suphi ve arkadaşlarının nasıl bir çözüm önerdiği, günümüzdeki Türkiye ve Ortadoğu’daki koşullarla da bağlantılı olarak merak edilecek türden bir konudur. Yazılarında ve söylevlerinde Mustafa Suphi ulusal sorunun federatif çözümüne yakın durur. Bu, TKP’nin programında da aynı biçimde yankılanmıştır. İşçi ve emekçi sınıflar arasında eski düşmanlıkların ortadan kaldırılması için en kati çözümlere başvurulacağı ibaresini takip eden üç bentte şunlar yazılıdır: Birincisi, her milletin dil ve kültür bakımından tam hürriyetleri sağlanırken, bir veya diğer millete mahsus imtiyazların ortadan kaldırılacağı; muhtelif milletlere mensup işçi ve köylü sovyetlerinin kurulmasının kabul edileceği ve buna bağlı olarak sovyet iktidarının hür milletlerin hür birliği ilkesine bağlı bir federasyon olacağı; nihayet ayrı yaşamak isteyen milletlerin plebisit sonucuna bağlı ayrılığının onaylanacağını vurgular. İşçi sınıfı ve müttefiklerinin iktidarının gözettiği yarar kapitalist sınıfların değil bizzat ülkenin yoksul ve mülksüz sınıflarıyla ezilen milliyetlerinki olduğuna ve bunların mücadelelerini, bu kesimleri güçlendirecek biçimde birbirine bağlamaya özen gösterdiğine ve daha önemlisi bu resim toplam bir dünya ahvaline karşı tutumun da yansıması olduğuna göre, programın benimsediği çözüm Türkiye gibi çok milliyetli bir ülkede halklar arasında bir arada yaşamayı kolaylaştıran bir öneri olmuştur.
Nitekim programın tamamı diğer kolektif ve bireysel hakların tümünü de aynı faydaya bağlamış, bunların geleceği de işçi köylü sovyetlerine rapt edilmiştir.
Emperyalizmle bağlarını koparmış, kapitalist mülkiyet ilişkilerini geride bırakmış ve sosyalist bir inşaya başlamış müstakbel bir Türkiye gerçekliği içindeki yurttaşların hak, ödev ve özgürlüklerinin de detaylıca incelendiği program; 8 saatlik işgünü, çalışabilir durumdaki herkese iş; kadınlara, çocuklara, yaşlılara ve korunmaya muhtaç kimseler başta olmak üzere herkese toplumsal güvence, parçalanmış topraklarda tarımın en gelişmiş usul ve aletlerle yapılacağı biçimde komünal üretim, üretimin denetimin emekçiler aracılığıyla sağlanması, halk arasında tüketim kooperatiflerinin kurulması, bölgeler arası ulaşımın yeterince gelişmemiş olması nedeniyle üreticilerin pazar ve panayırlarda ürün satabilecekleri düzenin sağlanması, bankaların millileştirilmesi, işçi ve yoksul halkın üzerindeki vergilerin kaldırılması, “sermaye sahibi vurguncu sınıfların zevk ve sefalarına ayrılmış bina ve köşklerin şimdiye kadar karanlık ve rutubetli yerlerde yaşayan fukara işçi sınıfına tahsisi”, yoksul amele ve rençperler için konutların yapılması, umumi aş evlerinin açılması gibi talepleri karşılayan düzeni betimler. Bunun yanı sıra kadınların ve 18 yaşından küçüklerin çalışma düzeninin, sağlık ve eğitim sorunlarının nasıl çözüleceği; sanatın, beden eğitiminin nasıl ele alınacağı belirtilir ve emekçi kütüphanelerinin kurulmasından, halk mahkemelerine kadar bir dizi konuyu ele alır.
Toplamında sömürücü ve tufeyli sınıfların bütün mülk ve ayrıcalıklarından emekçi sınıflar yararına arındırıldığı bir sistem, dünya emekçilerinin kendi ülkelerinde kurduğu sosyalizmlerin birliğinden oluşan büyük ‘kardeşlik’ ülkesinin bir parçasıdır.
Mustafa Suphi TKP’sinin programı, bu partiden doğan, onu izleyen, miras kabul eden ve ismini taşıyan partiler tarafından benimsenip üstlenilmemiştir. O bakımdan, ait olduğu parti kesintisiz bir biçimde yoluna devam edebilseydi nasıl bir pratikle kendisini inşa edeceği konusunda bir öngörüde bulunmak zor.
Ancak yazıldığı dönemin ve çağın bütün birikimini özümlemiş ve az sayıdaki sayfalarında bunları ait olduğu ülkenin sosyal ve siyasal gerçekliğine başarıyla uygulamış bu program, sonraki tarih içinde bazen sessizliğe gömülen, bu uzun sessizlik dönemlerini 15-16 Haziran, Zonguldak yürüyüşü, Tekel direnişi, Metal Fırtına zamanlarında olduğu gibi atağa kalkarak bozan işçi sınıfının ilk programıdır. Birçok yönüyle de aslında eskimeden durmaktadır. O değişmeyen öze ilişkin söylenebilecek yegane şey, Türkiye işçi sınıfı ve ezilen sınıflarının sosyalizm mücadelesinin hedeflerinin ve öngördüğü dünyanın, esası bozmayacak biçimde hala aynı olduğudur.
* Teori ve Eylem Dergisi ile Sosyal Araştırmalar Vakfı (SAV) tarafından 27-28 Ekim 2020 tarihinde düzenlenen “100. Yılında TKP ve Mustafa Suphi” başlıklı dijital sempozyumun “Hayali Gönlümde Yadigar Kalan” başlıklı ilk bölümünde yapılan sunumun baskı için yeniden düzenlenmiş halidir.
[2] Kemal Sülker, 100 Soruda Türkiye’de İşçi Hareketleri, Gerçek Yayınevi, İkinci Baskı, Ağustos 1973 – İstanbul, sf. 9
[3] Erkan Aydoğanoğlu, İşçi Sınıfı Tarihi, sf. 77
[4] Kemal Sülker, agy., sf. 13
[5] Karl Marx, Friedrich Engels, Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi, çev: M. Kabagil, Sol Yayınları, Mayıs 1976 ikinci baskı- Ankara. S.20
[6] Lenin, Seçme Eserler, 8. Cilt, çevirenler: Süheyla Kaya İsmail Yarkın, İnter Yayınları- Ankara sf. 330
[7] Mustafa Suphi, Parti Programı’nı Sunuş Konuşması – 13 Eylül 1920, Alıntı: Kızılbayrak, 11 Eylül 2020
[8] Agy.
[9] Mustafa Suphi Yaşamı, Yazıları, Yoldaşları, Sosyalist Yayınlar, Kasım 1992, İstanbul, sf. 179-195. (Program metninden yapılmış alıntılar aksi belirtilmedikçe bu kitaptan yapılmıştır.)
[10] Agy, T.K.P 1. Kongresi, Kararlar ve Çağrılar başlıklı metin. sf. 171