İhsan Çaralan

25 Eylül 2020 günü Türkiye halkları yeni bir siyasi operasyona tanık oldu. İçlerinde eski milletvekilleri, belediye başkanları, HDP’nin eski MYK üyelerinin olduğu 20 HDP’li siyasetçi gözaltına alınmıştı. Savcılık HDP’li siyasetçileri 9 gün gözaltında tuttuktan “20 kişinin tutuklanması” istemiyle mahkemeye sevk etti. Bunlardan 17’si “terör örgütü üyeliği ve yöneticiliği” suçlamasıyla tutuklandı! Dahası,halen Mecliste görevlerini sürdüren 7 HDP milletvekilinin dokunulmazlıklarının kaldırılması için fezleke hazırlandığı da duyuruldu.

Çünkü Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 6-8 Ekim 2014 tarihinde Kobanê’de IŞİD kuşatmasına direnen halka destek vermek amacıyla yapılan ve Hükümeti de IŞİD saldırılarına karşı Kobanê’ye destek vermeye çağıran eylemlerde yaklaşık 50 kişinin hayatını kaybetmesini gerekçe göstererek, “Kobanê dosyası”nı 6 yıldır tutulduğu raflardan indirmişti!

Oysa avukatların belirttiğine göre, daha önce, 6-8 Ekim olaylarıyla ilgili açılmış soruşturmalarda öne sürülen kanıtlardan öte yeni bir kanıt ya da tanıklık yoktu. Bu yüzden davanın avukatlarının, gelişmeleri izleyen hukuk çevrelerinin ve muhalefet partilerinin ortak kanısı bu soruşturmanın hukuki hiçbir dayanağının olmadığıydı. Tersine bu soruşturmanın, tamamen iktidarın siyasi amaç ve ihtiyaçları doğrultusunda tezgahlanmış siyasi bir soruşturma olduğu konusunda Cumhur İttifakı’nın medya ve siyaset erbabı dışında herkes hemfikirdir.

Dolayısıyla bu soruşturmayla ilgili dosya daha sonra FETÖ’cü oldukları için görevlerinden alınan, tutuklanan savcılar ve emniyetçiler tarafından hazırlanmıştı!

Mahkemeye çıkarılan 20 kişiden 17’sinin tutuklanması (serbest bırakılan üç kişi ise teknik gerekçelerle serbest bırakılmıştı), yargıcın tutuklama kararını avukatların duruşma salonuna girmeden okuması, adliye koridorlarında avukatlar ve tutuklu yakınlarının polis tarafından darp edilmesi, gayri hukukiliğin mahkemeye ilk yansımalarından olmuştu.

HDP’li belediyelerin tamamına yakınına kayyum atanması, HDP’nin eş başkanları Demirtaş ve Yüksekdağ’ın da içinde olduğu milletvekillerinin tutuklanması, halen milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması, HDP il ve ilçe örgütlerinin faaliyetlerin engellenmesine varan polis baskısı, yüzlerce partilinin tutuklanması gibi, HDP’ye yönelik, tamamen iktidarın siyasi ihtiyaçlarından doğan operasyonlar çoktan beri artık şaşırtıcı değil.

Bu gelişmelere, bugüne kadar HDP’nin Meclis’te “Kobanê’ye destek eylemleriyle ilgili bir komisyon kurularak soruşturulması”na dair yaptığı her girişimin MHP ve AKP’li vekillerin oylarıyla reddedilmiş olduğunu da ekleyelim.

Altı yıl önce yaşanan Kobanê direnişi ve “Kobanê’ye destek” eylemlerine bugün gelinen yerden bakıldığında savcıların “Kobanê dosyası”nı bugün açmasının hukuki bakımdan hiçbir bağlantısı yoktur. Ama gerek Kobanê direnişi ve bu direnişe destek amaçlı eylemlerin bugün HDP’nin legal siyaset alanı dışına itilmesi ve Kürt sorununu “ezerek çözme” çizgisinde ısrarın ifadesi olan HDP’ye yönelik (HDP’yi de aşarak tek adam yönetimine karış her tür muhalefeti hedef alan) operasyonların siyasi bakımdan çok sıkı içsel bağlara sahip olduğu da bir gerçektir. Ki, bu son operasyon bu nedenle özel bir değerlendirmeyi de hak eden bir mahiyet kazanmış bulunmaktadır.

İKTİDAR ‘KOBANE DÜŞTÜ DÜŞECEK’ ÇİZGİSİ İZLEDİ

2014 yılı IŞİD’in; Musul başta olmak üzere Irak’ın önemli bir kesimini, Esad rejiminin kontrol ettiği Batı bölgesi ve PYD-YPG güçleri tarafından yönetilen kantonlar dışında Suriye topraklarının yarıdan fazlasını kontrolü altına aldığı yıldır.

Irak ve Suriye’de büyük kentleri ve geniş toprakları petrol ve doğalgaz yataklarını beklenmedik biçimde ele geçiren IŞİD artık bir “devlet olma” yoluna girmişti. Kelle kesen, biat etmeyenleri katleden, kadınları savaş ganimeti sayıp tecavüz eden, köle pazarlarında satan, ele geçirdiği bölgelerde Ortaçağ İslam nizamı kurarak kendi anlayışının dışındaki İslam anlayışlarını “kafir” ilan eden, içindeki canlı bombaların her gün birkaç yerde kanlı saldırılar düzenlediği IŞİD’in terörü bütün dünya tarafından dehşetle izleniyordu.

Kobanê bu vahşi sürünün saldırılarına karşı ilk ciddi direniş kalesi, IŞİD’e karşı mücadelenin psikolojik bakımdan da kritik merkeziydi! Bu yüzden de Kobanê direnişi dünya demokratik kamuoyu ve Türkiye’nin Kürt nüfusu başta olmak üzere demokrasi güçleri için de önemli bir direniş noktası haline gelmişti.

IŞİD’in yarattığı vahşet Irak’ın işgalinden sonra bölge halkları içinde kendisine karşı nefretin had safhaya çıktığı (yapılan anketlerde bölge halklarının yüzde 90’ı ABD’nin bölgeden çekilmesini istiyordu) ABD’nin, “IŞİD’e karşı mücadele” bahanesiyle bölgeye asker, savaş uçakları, uçak gemileri göndermesiyle birlikte bölgede bir “kurtarıcı” olarak karşılanmasına yol açmıştı!

Suriye’de kedisine karşı ciddi direniş gösteren tek güç merkezi olarak Rojava kantonlarını gören IŞİD, kantoları çökertmek için önce Kobanê’yi kuşattı. Kobanê düşerse Esad rejiminin kontrolündeki Şam merkezli küçük bir bölüm dışında tüm Suriye’yi ele geçirmiş olacaktı! Bu yüzden de IŞİD, 2014 yılının Ağustos ayının sonlarında Kobanê kapılarına dayandı ve kenti üç taraftan ablukaya aldı. Kobanê’nin dünya ile tek bağlantısı Türkiye ile olan sınırındandı.

Erdoğan’ın başında olduğu AKP Hükümetleri 2007’den itibaren “aktif dış politikaya geçiş” olarak adlandırdıkları yeni Osmanlıcı, “yayılmacı” dış politika hattına resmen yönelmişti. Fakat bu geçiş pratikte kendisini ancak 2011’de Suriye iç savaşının başlamasıyla gösterdi.

Türkiye’nin Suriye’de iç savaşa evrilen gelişmelere müdahale ederken somut amacı ise, rejime karşı savaşan İhvancılar başta olmak üzere cihadist terörist örgütleri kullanarak rejimi yıkmak, mevcut Esad rejimi yerine İhvan’ın çekip çevirdiği, kabile ve aşiretlerinin de desteğini alan Sünni şeriatçı bir rejim oluşturmaktı. Bunun yeni Osmanlıcı, yayılmacı politikalar bakımından çok önemli olduğu düşünülüyordu.

Türkiye yayılmacı politikaları benimseyen bir çizgiye geçmiş, Suriye iç savaşı içindeki cihadist örgütleri kendi Ortadoğu politikasına yedeklemeye çalışmıştır. Ama 2014 yılı, aynı zamanda “çözüm süreci”nin sürdüğü bir yıldır; hükümetle Kandil, İmralı arasında kuryeler gidip gelmekte, HDP’nin yöneticileri de hükümetle ve AKP ile açıkça “çözüm süreci” gündemli görüşmeler yapmaktadırlar. Yine bu dönemde PYD Eş Başkanı Salih Müslim, Türkiye’de resmen ağırlanıyor, yetkililerle de görüşmeler yapıyordu. Ama bütün bu görüşmelerin sürüp gittiği bu dönem aynı zamanda “çözüm süreci”nin sürdüğünü göstermesine karşın, hükümet-AKP cephesinde ayak sürümelerin olduğu, Erdoğan’ın başında olduğu kliğin “çözüm masasını devirmek” için fırsat kollamaya başladığı bir dönemdi.

Kobanê direnişi işte böyle;

  • IŞİD’in gücün zirvesinde olduğu ve yaydığı dehşetle önüne çıkanları vahşi yöntemlerle yok ederek ilerlediği,
  • Kobanê’nin, Irak ve Suriye’deki ilerleyişi karşısında IŞİD’in önüne en önemli engel olarak çıktığı, 
  • Türkiye’nin resmi politikasının bir ayağının çözüm sürecinde diğerinin Suriye’deki cihadist güçlerde olduğu, eski Osmanlı topraklarının varisi ve yeni efendisi olma hayalleriyle cihadist terör örgütlerinin sahada desteklendiği bir dönemde ortaya çıktı.

İşte bu gelişmeler içinde PYD’den asıl istenen ÖSO’ya katılarak Suriye rejimine karşı onu devirmek için savaşmasıydı. Ancak PYD’nin, bunu kabul etmemesi nedeniyle PYD ile olan ilişkilerde de ayak sürüme ve geri adım atma dönemine girilmişti.

İşte böyle bir ortamda, IŞİD’in Kobanê’yi kuşatması karşısında Erdoğan, Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra 7 Ekim 2014’te Antep’e yaptığı ziyaretinde Suriyeli sığınmacılara konuşmuş, Kobanê’de YPG ile çatışan IŞİD’in koalisyon güçlerince havadan vurulduğunu hatırlatmıştı. Erdoğan, “Havadan bombalayarak bu sorunlar çözülmez. Bununla ilgili, yerde mücadele eden yapılarla işbirliği kurulmadan netice alınamaz. İşte aylar geçti ve herhangi bir netice yok. Şu anda Kobani de düştü düşüyor. Türkiye IŞİD terör örgütüne karşı olduğu kadar PKK terör örgütüne de karşıdır” demişti.

Erdoğan, “Kobanê düştü düşecek” derken adeta bunu bir müjde gibi verdi. Cumhurbaşkanı’nın bu tutumu, Kobanê’ye destek için sokağa çıkanların öfkesini daha da artırırken polisi ve sokağa sürülen silahlı, palalı kontra güçleri daha da pervasızlaştırdı.

Erdoğan ve hükümeti, Kobanê’nin düşmesiyle, kendi Suriye rejimini devirme hedefini gerçekleştirecek olan IŞİD, İhvan ve öteki cihadist grupların Suriye rejimini devireceğini, bu arada Suriye’nin kuzeyindeki kantonların ve Kürtlerin önderlik ettiği yapıların da çökeceğini; ya IŞİD tarafından yok edileceğini ya da Türkiye’ye biat ederek, Esat rejimini devirme gücüne dönüştürüleceğini umuyordu.

Ama öyle olmadı. Koalisyon güçlerinin IŞİD’e yönelik havadan yaptığı saldırılar ve Kobanê direnişçilerine silah, mühimmat, gıda desteği yapmaya başlaması, IŞİD kuşatmasını önemli ölçüde kırdı. Kuşatmanın başından beri peşmergelerin Türkiye üstünden Kobanê’ye geçmesine izin vermeyen Türkiye iç ve dış baskılar karşısında Peşmergelerin Kobanê’ye girmesine izin vermek zorunda kaldı.

28 Ekim’de Peşmerge güçleri Türkiye’den Suruç’tan Kobanê’ye geçtiler. Sonunda Kobanê direnişi kazanmış, IŞİD de ilk önemli yenilgisini almıştı.

Çünkü Kobanê’ye kadar olan, daha IŞİD gelmeden, IŞİD’e karşı sahaya sürülen askerlerin silahlarını bırakarak kaçmaları biçimindeydi. Kobanê’de IŞİD’in yenilebileceği gösterilirken aynı zamanda Suriye’de IŞİD’e karşı direnişin de başlangıcı olacak, artık IŞİD yeni toprakları önceden olduğu kadar kolay ele geçiremeyecekti. Bu aynı zamanda IŞİD’in çöküşünün de başlangıcı olacaktı. Çünkü Kobanê sonrasında da IŞİD daha birkaç yıl yeni alanlar ele geçirse de artık arkasında esen rüzgar kesilmiş, tersine önünden esmeye başlamıştı!

Bu yüzden “Kobanê direnişi IŞİD’in çöküşünün de başlangıcıydı” demek yanlış olmaz.

Türkiye açısından da Kobanê direnişiyle, PYD-YPG’nin Suriye iç savaşında cihadist ÖSO başta olmak üzere cihadist örgütlerle birleşip Esad rejimine karşı bir iç savaş gücü olarak kullanamayacağını anlaşılmıştı.

Öte yandan da zaten zorlaşan çözüm süreci girişimleri, Kobanê direnişi sonrasında ortaya çıkan gelişmeler içinde hükümet cenahında yapılan ayak sürümeleri arttırmıştı. Ama 28 Şubat 2015’te varılan “Dolmabahçe mutabakatı”ndan hemen sonra da masa, Erdoğan tarafından “Dolmabahçe’de mutabakat filan yapılmamıştır” denilerek devrilecektir.

Bu açıdan bakıldığında Kobanê direnişi aynı zamanda Türkiye’nin Suriye politikasında ikinci “kırmızı çizginin” (PYD-YPG’nin terörist bir örgüt olduğu) oluşturulmasında da kritik bir dönüm noktası olmuştur.

KOBANE SORUŞTURMASININ AMACI NEDİR?

6-8 Ekim 2014 günlerinde pek çok ilde halkın sokaklara dökülerek, Erdoğan-AKP iktidarından Kobanê’de direnenlere yardım etmesini ve Kobanê’ye yardıma gitmek isteyenlere sınırın açılmasını isteyen eylemlerin üstünde 6 yıl geçtikten sonra “soruşturma” açılması tepkiyle karşılandı. Soruşturmanın açılmasına “hukuk dışı”, “tamamen siyasi amaçlı” diyerek gösterilen tepkiler elbette ki çok haklıdır. 

Ancak şu da bir gerçek ki altı yıldan beri Erdoğan başta olmak üzere AKP iktidarı 6-8 Ekim direnişini hiç unutmadılar çünkü halkın iktidarın politikalarına karşı talepler öne sürerek sokağa inmesini iktidarlarına karşı bir “kalkışma” olarak görmekteydiler. Tıpkı Gezi Direnişinin “muhafazakar yaşam tarzına müdahale” veya ona karşı bir “kalkışma” olarak lanse edilmesi gibi, AKP iktidarının temsilcileri 6-8 Ekim direnişini de “Kürt Gezisi” olarak görmektedirler. Dolayısıyla iktidarın sözcüleri, 6-8 Ekim eylemlerini her vesileyle yeniden yeniden gündeme getirmiş, HDP’yi direniş sırasında hayatını kaybeden 50 dolayında kişinin sorumlusu olarak suçlamayı hiç ihmal etmemişlerdir.

Bu yüzden de 6-8 Ekim direniş eylemlerinin yeniden gündeme getirilmesini ve bazı HDP yöneticilerinin bu soruşturma kapsamında tutuklanmasını tek adam yönetiminin siyaseti yeniden dizayn etme amacı gütmediği, savcıların hukuki nedenlerle açtıkları bir soruşturma olarak görmek aşırı saflık olur.

Bu yüzden iktidarın sözcülerinin, bu soruşturmanın hukuki nedenlerle açılmış bir soruşturma olduğunu iddia etmesi gerçeğin bir bölümü bile değildir. Tersine bu iddialar iktidarın asıl amacını saklamayı amaçlar. Bunlar, Kürt halkının seçme seçilme hakkı HDP’ye ve yöneticilerine yönelik operasyonlarla ayaklar altına alınırken kamuoyu vicdanını yaralayan girişime meşruiyet kazandırmak için öne sürülmektedir.

Millet İttifakı ve onun etrafındaki partiler ise, “Kobanê soruşturması”nı aradan altı yıl geçtiği ve daha önce açılan davalardan farklı bir kanıt (kanıtlar) taşımadığı için hukuk dışı, bu nedenle de iktidarın siyasi ihtiyaçları doğrultusunda açılmış bir soruşturma olarak değerlendiriyorlar. Tabii buradan kalkarak bu soruşturmanın aynı zamanda siyasi gündemi değiştirerek, iktidarın iç ve dış politikasının yanı sıra ekonomideki başarısızlıklarının üstünü örtmek, halkın dikkatini gerçek gündemi olmayan konulara çekmek için kullandığını da öne sürmektedirler.

Evet, elbette iktidar Kobanê soruşturmasını gündemi değiştirmek, halkın dikkatini gerçek sorunlar yerine şoven-milliyetçilik, dincilik, militarizm, güvenlikçilik, beka goygoyculuğu eşliğinde ileri sürdüğü gündemlere çekmek, terörizm ve Kürt düşmanlığı üstünden kendi saflarını sıklaştırmak istemektedir. Ama bunlar da “Kobanê soruturması” iktidar açısından “bonus”u mahiyetindeki beklentilerdir. Bu yüzden de burjuva muhalefetin bu yaklaşımı gerçeğin bir bölümünü kapsasa da iktidarın asıl amacını gözden kaçırdığı için sorunlu bir yaklaşımdır. Sorunlu olması nedeniyle de bu yaklaşım, muhalefetin tek adam yönetimine karşı mücadelenin gerektirdiği genişlikte ve dirençte bir mücadelenin örgütlenmesinde önemli zaaflardan birisi olarak ortaya çıkmaktadır.

Peki 6 yıl sonra gündeme getirilen ‘Kobanê soruşturması’yla Erdoğan-Bahçeli ittifakının tek adam yönetimi neyi amaçlamaktadır?

Bu amaçları şöyle iki başlık altında toplayabiliriz:

1-) HDP’nin itibarsızlaştırılması ve legal siyaset alanının dışına itilmesi amaçlanmaktadır.

“Çözüm Masası”nın Erdoğan tarafından devrilmesinden beri Erdoğan ve AKP iktidarının en önemli amaçlarından biri HDP’nin etkisizleştirilmesi, marjinal bir Kürt partisine dönüştürülmesi olmuştur. Özellikle HDP’nin, oylarını 7 Haziran 2015 Seçiminde önceki seçime göre iki kat artırarak yüzde 13’ün üstüne çıkarması, bölge illerinde AKP’yi gerilettiği gibi tek başına iktidara gelmesini de önleyecek biçimde bir seçim yenilgisi yaşatması HDP’yi AKP’nin en önemli hedefi haline getirmişti.

Çünkü böylece HDP, bir yandan AKP’nin tek başına iktidar olmasının önünü kesen bir parti olurken öte yanda da, belki daha da önemli olarak, legal siyaset alanında AKP’nin, “Kürt sorununu çözecek parti” tekelini pratikte yıkan bir parti olmuştu.  

7 Haziran seçimi öncesinde, “teröre karşı mücadele” adı altında, IŞİD’in HDP’nin Diyarbakır mitingine canlı bomba saldırısı ve bölge halkının sindirilmesi amacıyla alınan polisiye ve askeri önlemlerle ortaya çıkan tablo zamanın Başbakanı Ahmet Davutoğlu tarafından  “Bize oy vermezseniz ‘beyaz toroslar’ yeniden sokaklara iner” tehdidiyle çerçevelenmişti. Sandıkların “güvenlik”  gerekçesiyle asker ve polisin kontrolüne alınması, halkın oy kullanmasının üstünde açıkça baskı oluşturulmasına varan önlemlere karşın 1 Kasım 2015 Seçimi’nde de AKP, bölgede istediği sonuçları alamadığı gibi HDP’yi de amaçladığı gibi köşeye sıkıştıramamıştı.

1 Kasım seçimleri sonrasında bölgede “terörle mücadele” baskısının artırılması ve HDP’nin il ve ilçe yönetimlerine yönelik baskılar, gözaltılar, tutuklamalar artarak sürdürüldü.

HDP kapatılmadı ama AKP iktidarı; Terörle Mücadele Yasası ve 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında da OHAL’i kullanarak HDP’yi kriminalize çabalarını, partinin legal siyaset alanının dışına atılarak marjinalleştirilmesi için kesintisiz girişimlerini sürdürdü. Mecliste dokunulmazlıkları kaldırılan HDP’nin Eş Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın da içinde olduğu 9 HDP milletvekili (4 Kasım 2016) tutuklandı.

Arkası da geldi! Her kademeden yüzlerce HDP’li siyasetçi tutuklandı. HDP’li seçilmiş belediye başkanları ve yöneticileri görevden alınıp tutuklandı, yerine kayyum atandı. Bu seçilmiş belediye başkanlarının ve yöneticilerinin görevden alınarak yerlerine kayyum atanması 31 Mart yerel seçimler sonrasında daha da sistematik hale getirildi. 31 Mart yerel seçiminin üstünden bir buçuk yıl geçmişken HDP’nin kazandığı 3 büyükşehir 8’i il 65 belediyeden sadece 4’ü ilçe, 2’si belde altı belediye kaldı!

“Kobanê soruşturması” HDP’ye yönelik itibarsızlaştırma, etkisizleştirme, legal siyaset alanının dışına itme amacının son halkası olarak organize edilmiş görünmektedir.

Bu soruşturma 6-8 Ekim 2014 eylemlerinden sorumlu tutulan, 2014 yılındaki HDP MYK’sında görev alan yöneticileri kapsıyor. Bunların 20’si gözaltına alındı, 17’si tutuklandı. Ama bu kadar değil! O dönemde HDP-MYK’da yer alan şimdi de milletvekili olan 7 HDP milletvekili hakkında savcılığın, dokunulmazlıklarının kaldırılması için fezleke hazırladığı da kamuoyuna yansıdı.

Buradan bakıldığında açıkça; Kobanê soruşturmasının HDP’ye yönelik, yukarıdan beri HDP’yi “itibarsızlaştırmak”, “kriminalize etmek”, “marjinalleştirmek”, “tasfiye etmek” olarak sözünü ettiğimiz amaca yönelik operasyonların devamı olduğunu söyleyebiliriz.

Nitekim “Kobanê soruşturması”yla birlikte HDP’nin kapatılmasının gündeme gelebileceği; bu amaçla bazı hazırlıkların ve girişimlerin yapıldığına dair haberler (ve yorumlar) çıkmaya da başlamıştır.

Sonuçta HDP kapatılması için bir dava açılır ya da açılmayabilir ama Kobanê soruşturmasıyla HDP’ye yönelik kuşatmanın “HDP kapatıldı kapatılacak” aşamasına geldiğini göstermektedir. Çünkü bugüne kadar devletin ve iktidarın elindeki her imkan kullanıldığı halde HDP siyaset dışına itilememiştir. Bu yüzden de AKP kapatmayı son çare olarak gündeme getirmiş olabilir. 

Dolayısıyla da Kobanê soruşturması, dolaysız olarak HDP’nin etkisizleştirilip Kürt halkının ve demokrat çevrelerin gözünde bir seçenek olmaktan çıkarılmaya çalışmaktadır. Ki sonucu da elbette ki ülkeyi resmen değilse de fiilen tek parti yönetimine götürmeyi kendisi için vazgeçilmez amaç edinen tek adam yönetimi ile demokrasi güçlerinin mücadelesi belirleyecektir.

2-) Muhalefetin iktidar seçeneği olmaktan çıkarılması amaçlanmaktadır.

Kobanê soruşturmasını HDP’ye yönelik bir saldırı olarak görmekle sınırlı kaldığımızda, gerçeğin sadece yarısını görmüş oluruz.

Çünkü 7 Haziran Seçimi’nin sonuçlarını, “tarih çizgisinden bir sapma” olarak değerlendiren AKP, HDP’yi bir biçimde tasfiye ederse tarihi rayına oturtup, kendisinin “seçim kazanma serisi”ne devam edeceğini umuyordu. Ama süreç ilerledikçe AKP’nin, kendilerini “seçim kazanma uzmanı” olarak gören yöneticileri, sorunun daha büyük olduğunu gördüler. Çünkü 7 Haziran Seçimi’nde halkın azımsanmayacak bir kesiminin, oy verdikleri siyasi partilerden daha ileri bir bilinçle davranmış olmaları bir rastlantı değildi. Halktaki bu bilinç ilerlemesi sonraki seçimlerde ama en son ve en açık olarak da 31 Mart 2019 ve 23 Haziran İstanbul’un “tekrar seçimi”nde de görüldü.

Böylece AKP açıkça gördü ki seçimde istediği sonucu alabilmek için sadece HDP’yi karalamak ve itibarsızlaştırmakla yetinemezdi. Bu yüzden de AKP iktidarı (son iki yılda da Cumhur İttifakı), bunu fark ettikçe “HDP’nin PKK ile arasına mesafe koyması”, diğer partilerin de “HDP’ye mesafe koyması”nı dayatarak taktiğini geliştirdi. Bu amacına varmak için de Cumhur İttifakı, Millet İttifakı’nı ve onun içinde ya da çevresinde yer alan her siyasi odağı “terörist”, “terör işbirlikçisi”, “ülkenin bekasını tehdit eden dış güçlerin işbirlikçisi” olarak suçlayan bir çizgiye geçmiştir. Tek adam yönetimi böylece kendisine muhalefet eden açıkça düzen partisi olan partilerin içine bile siyasi, istihbari ya da adli imkanları kullanarak operasyon yapmayı meşrulaştırmaya çalışmaktadır.

İyi Parti’ye kuruluş sürecinde mahkemeleri de kullanarak çıkarılan engeller, DEVA ve Gelecek Partisi’ne yönelik engelleme girişimleri, CHP’ye yönelik olarak MİT’in de kullanıldığı kimi hazırlıkların yapıldığına dair ciddi iddialar, Davutoğlu’nun üniversitesinin açıkça siyasi baskı amaçlı olarak kapatılması gibi!

Kobanê soruşturması kapsamındaki tutuklamalar ve 7 HDP milletvekilinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasının aynı zamanda ana omurgasını İyi Parti ve CHP’nin oluşturduğu burjuva muhalefetini parçalamaya yönelik olduğu açıkça görülmektedir. Yakın gelecekteki bir seçimi kazanmanın HDP desteği olmadan mümkün olmadığının farkında olan bu partiler ise HDP’nin Millet İttifakına desteğini sağlayabilmek için bu partiye iktidardan gelen açık operasyonlara karşı çıkmak yerine suya sabuna dokunmamaya özen göstererek zevahiri kurtarmaya çalışıyorlar.

Bu tutum “Kobanê soruşturması” kapsamındaki son operasyonda da görüldü. CHP, SP, DEVA ve Gelecek partileri operasyonu “hukuki değil siyasi bir operasyon” olarak açıkladılar. İyi Parti bu sefer günü kurtaracak bir tutum bile açıklayamadı.

Bu durum, HDP’li vekillerin dokunulmazlıkları gündeme geldiğinde, Cumhur İttifakı tarafından seçimlerde HDP ile dolayısıyla PKK ile işbirliği yaptığı suçlamasıyla karşı karşıya kalan ve bu suçlamalar karşısında sinen İyi Parti’nin HDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılması için oy verip veremeyeceğini de gündeme getirmektedir.

İktidar ortakları İyi Parti’nin (ve daha az da olsa CHP), dokunulmazlıkların kaldırılması için oy vermediği durumda bu partinin içindeki “ülkücü gelenek”ten gelenlerin başkaldıracağı beklentisi içindeler. AKP ve MHP; HDP’li vekillerin dokunulmazlıkların kaldırılması karşısında CHP içinde de bir tartışma çıkacağını hesaplıyor olmalıdır. Olan bitenler dikkate alındığında bu beklentinin çok da afaki olmadığı görülmektedir.

Dolayısıyla HDP’ye yönelik bir operasyon olarak başlayan Kobanê soruşturmasının aynı zamanda;

  • Millet İttifakını dağıtmaya ya da zayıflatmaya,
  • Millet İttifakı’nın dışındaki tüm ilerici demokrat güçlere yönelik bir saldırı olduğu da tartışmasızdır. 

Bugün Millet İttifakı; İyi Parti ve CHP’den (onlara SP’nin de eklendiği) ibaret olup bir seçim gündeme geldiğinde, DEVA ve Gelecek Partisi’nin de katılabileceği bir seçim ittifakı olarak biçimlenecek gibi görünüyor. Millet İttifakının HDP’yi dışlayarak gireceği bir seçimde ne Cumhurbaşkanlığı için gereken yüzde 50 artı 1 oy oranını tutturması ne de Meclis çoğunluğunu sağlaması beklenemez. HDP’nin desteklediği bir ittifakı bunları başarabilir gördüğü için Cumhur İttifakı, HDP ile Millet İttifakını provoke edecek girimlerde bulunmaktadır. 

Cumhur İtitfakı’nın tüm burjuva muhalefete “HDP ile arasına mesafe koyma” dayatması yapması da, “mesafe” ifadesinin belirsizliği de dikkate alındığında, açıkça HDP’nin tecrit edilmesi ve kriminalize edilerek legal siyaset alanının dışına itilmesini kolaylaştırma amaçlıdır.

Öte yandan HDP ve ilerici-demokrat siyasi çevreler, AKP-MHP ittifakının tek adam yönetimine biat etmeyen, kendi talepleri olan ve bunlarda ısrar eden barolar, odalar, kadın hareketini oluşturan kadın çevreleri, çevre örgütlerinin oluşturduğu çeşitli platformlar, üretici örgütleri ve sendikaları, işçi sınıfını haklarını ve taleplerini savunmada ısrarlı olan ve tek adam yönetimi karşısında biat etmeyen her konfederasyondan sendikalar (ve şubeleri) ve yerellerde çeşitli adlar altında mücadele eden sendikal platformlar, iktidarın temsil ettiği ideolojik platform ve siyasi amaçlarına karşı olan aydın ve demokrat çevreler, akademisyenler, sanatçılar, (bilim ve kültür çevreleri),…iktidarın itibarsızlaştırma, etkisizleştirme, ezme, “arka bahçe yapma”,…olmadı, tümüyle yok etme  amaçlı operasyonlarının hedefidir. Bunun için Erdoğan iktidarı, elindeki idari, adli, ekonomik, her tür devlet gücünü, tarikat, cemaat güçlerini selefi örgütleri, malum kontra güçleri dahil elindeki her gücü kullanmaktan imtina etmemektedir. Etmeyecektir de!

Kısacası iktidar; tek adam yönetimine biat etmemekte ısrar eden halkın çeşitli kesimlerini temsil eden ve ekonomik, mesleki, sosyal, kültürel sosyal, her tür güç odağını kendine muhalif olarak görüp, yok etmek için bir topyekun saldırı içindedir.

Bu saldırıyı püskürtmenin tek yolu ise, sadece şu ya da bu partiye oy vermek değil, ondan da önce, talepleri etrafında birleşmiş halk kesimlerini sahada da siyasete müdahale eden bir mücadele çizgisine geçmesidir. Bu, halka “Seçimi bekleyin. Seçimde bize oy verin. Sizi kurtaralım”vaadinden nitelik olarak farklı bir mücadele hattıdır.

Ülkemizdeki gelişmeleri az çok izleyen herkes bilmekte ve görmektedir ki, Millet İttifakı, Cumhur İttifakına karşı, sırlarını ve kurallarını onun belirlediği minderde mücadele etmek için vardır.

Ama ülkemizin geniş mücadele potansiyeline sahip, AKP iktidarının 18 yıllık iktidarı boyunca biat ettirmeyi başaramadığı güçler, kendilerini iktidarın çizdiği muhalefet çizgisiyle sınırlı görmeden, iktidarın çizdiği sınırların dışına çıkmayı başaracak bir mücadeleyle tek adam yönetiminin alt edilebileceğini, demokratik bir Türkiye mücadelesini başarıya götürecek yolun açılabileceğini görmektedirler.

Bu yüzden de bugün Türkiye’nin demokrasi güçleri için görev; iktidarın topyekun saldırısını topyekun bir mücadeleyle karşılamak, bu mücadele içinde sadece tek adam yönetimine karşı olmakla sınırlanmayan bir demokrasi mücadelesi etrafında birleşen gerçek seçeneği oluşturmaktır.

Bu yüzden HDP’nin ve ülkemizin yukarıda belirtmeye çalıştığımız ilerici demokrat güçlerinin içinde olmadığı bir muhalefetin gerçek bir muhalefet olma şansı yoktur.

MİLLİYETÇİLİK MUHALEFETİ YEDEKLEMENİN DAYANAĞI

Burjuva muhalefetin “yumuşak karnı” milliyetçiliktir!

Milliyetçilik, pratikte “Kürt sorununun demokratik çözümü”nde realize olmaktadır. “Kürt sorununun demokratik çözümü”nden yana olup olmamak, en azından kırk yıldan beri, Kürtler’in eşit hak mücadelesinden yana olup olmamakla sınanmaktadır. Bugün de Millet İttifakı ve bu ittifakın çevresinde toparlanmaya çalışan ve onda ete kemiğe bürünen muhalefetin amaçlarına varması da bir kez daha milliyetçilikle, dolayısıyla Kürt sorunu karşısında alacakları tutumla sınanır hale gelmiştir. Üstelik sadece sözle geçiştirmek ya da görmezden, duymazdan gelerek araziye uyarak durumu idare etmek giderek daha zorlaşmaktadır. Örneğin, yukarıda sözünü ettiğimiz HDP’li vekillerin dokunulmazlıkları gündeme geldiğinde İyi Parti ne yapacaktır, bir önceki dönemde “dokunulmazlık” gündeme geldiğinde, “Anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz” diyen CHP’nin ne yapacağı da içinden geçtiğimiz dönemde kritik bir soru olarak durmaktadır.

Cumhur İttifakı’nın buradaki amacı İyi Parti’nin dağıtılması ve “milletçilerin MHP etrafında birleştirilmesi”dir. Son dönemde İyi Parti’ye yapılan “yuvaya dön” çağrısı, bu amacın yeni bir adımı olmuştur. İyi Parti’de bir gedik açılması ya da Cumhur İttifakı’nın safına geçmesiyle muhalefet hakkında, kamuoyunda “Bunlardan bir köy kasaba olmaz” algısı oluşturulması amaçlanmaktadır. En son, İyi Parti İstanbul İl Başkanı hakkında “FETÖ’cü” suçlamasıyla başlatılan girişim de bu kapsamda anlamlanmaktadır. Önümüzdeki günler müttefiklerin ayrıştığı, yer değiştirdiği bir gelişmeyi de gösterebilir.  

Gelinen yerde açıkça görülmektedir ki Cumhur İttifakı;

  • Yeni Osmanlıcı dış politikanın yayılmacı amaçlı girişimlerini Millet İttifakı etrafındaki burjuva muhalefeti yedeklemenin,
  • Millet İttifakı’nın Kürt sorununun demokratik çözümündeki zafiyetini de bu ittifakı dağıtmanın, bu ittifakın etrafındaki partilerin içine operasyon yapmanın dayanağı olarak kullanmaktadır.

Bunlar doğru anlaşılıp gerekli tutum alınamadığı takdirde, iktidarın HDP’ye yönelik saldırılarını sürdüreceğinden, öteki partilerin de içlerine yönelik operasyon yapma cesareti bulmaya devam edeceğinden şüphe edilemez.

Bu yüzden de Cumhur İttifakı’na karşı mücadelede, sadece tek adam yönetimine karşı olmak yetmemekte, bu mücadelenin Türkiye’nin dışarıda yayılmacı, yeni Osmanlıcı dış politikasına açıkça karşı çıkma, içeride de Kürt sorununun demokratik çözümü başta olmak üzere Türkiye’nin laik ve demokratik bir ülke olma mücadelesiyle birleşmek durumundadır.

Ne var ki Milet İttifakı ve etrafındaki partiler, Erdoğan yönetiminin Suriye, Libya, Doğu Akdeniz-Ege, Kafkasya politikaları söz konusu olduğunda adeta “askere yazılma” kuyruğuna girmektedir. Kürt sorununun demokratik çözümünde ise en ileri gidenler bile, sorunun etrafında dans etmenin ötesine geçememektedir.

Kobanê soruşturması etrafındaki gelişmeler bu konuda bir adım atılmasının vesilesi olabilir mi, bu soruşturma bir başlangıç olur mu olmaz mı, bunu yakında açıkça göreceğiz. Ama muhalefet bu konuda bir adım atamazsa Cumhur İttifakı bu partilerin içlerine yönelik operasyon yapmada daha da cesaretli davranmada gözlerinin yaşını bakmayacağı da tartışmasızdır. Ki, bu alanda bundan sonrası için Türkiye’nin demokrasi güçlerine daha da fazla rol düşecektir.

Bundan sonraki gelişmeler içinde demokrasi güçlerinin, muhalefetin aktif bir odağı olarak açıkça bir tutum ortaya koyması “tek adam yönetime”ne karşı mücadelenin niteliğini belirlemekte önemli bir etkiye sahip olacaktır.