Fevzi Ayber
Mustafa Suphi ve onun yüz yılı geride bırakan mirası, işçi sınıfı mücadelesinde oldukça önemli deneyim ve derslerle dolu bir mücadele kesitidir. Mustafa Suphi önderliğinde kurulan TKP ise, bir tarihsel damarın başlangıcı ve ülkemiz sınıf mücadelesine damgasını vurmuş bir dönemin ürünüdür.
TKP’nin lideri Mustafa Suphi’nin gelişimi, Türkçü-milliyetçi bir başlangıçtan komünizme evrilen bir çizgi izler. Mustafa Suphi, Osmanlı bürokratı bir babanın oğlu olarak Giresun’da dünyaya gelmiş ve iyi bir eğitim almıştır. Babası Ali Rıza (Özütürk); Şam, Kudüs ve Yanya’da vali olarak görevde bulunduğundan, Arapça ve Farsça öğrenmiştir. Eğitimine Paris’te devam ettiği için Fransızcaya da hakim bir gazeteci olur. Rusya’ya kaçtıktan sonra ise Rusça öğrenmeye başlar. Osmanlı bürokratı bir ailede yetişen, çok iyi eğitim olanaklarına sahip olarak Paris’te eğitimini tamamlayan Mustafa Suphi, politik hayatına Jön Türklerle başlar. Adım adım değişik örgütlenmeler içinde bulunur ve kimi zaman da bizzat önderlik ettiği örgütsel yapılanmalarda deneyim biriktirir.
İLK ADIMLAR
Mustafa Suphi’nin ilk değişim süreci Fransa’da yükseköğrenimini yaparken başlar. Fransız aydınlanmasından etkilenir. Bu aydınlanmacı değişim sürecinde birçok zikzaklar çizer. Bu yıllarda öne çıkan, çok yönlü birikimi olan entelektüel Osmanlı/Türk aydını bir gazeteci ve liberal ekonomist siyasetçi kimliğidir. Jön Türk hareketinin önemli kişileriyle başlayan ilişkileri sonucu, 1908 burjuva devrimi döneminde İttihat ve Terakki içinde yer alır.
İttihat ve Terakki’nin yayın organı olan Tanin’de makaleler yazar. 1911’de, örgütün Selanik’te yapılan kongresine Anadolu delegesi olarak katılır. Yusuf Akçura, Ağaoğlu Ahmet, Küçük Talat, Ferit Tek, Mehmet Hafız Efendi ve Yusuf Kemal gibi yakın dostlarının etkisiyle Türkçülük ve Türk Milliyetçiliği ideolojilerinden etkilenir, fakat Turancı fikirlerle araya mesafe koymuştur. Türk milliyetçiliğinden kısa bir süre sonra uzaklaşmaya başlar. 1910-1912 arasında ise anti-sömürgeci ve anti-emperyalist bakış ile yeni bir rota çizer.
Osmanlı-Türk aydınları Avrupa’daki devrimler (özellikle Fransız Devrimi) sürecinden ve sonuçlarından etkilenmişlerdir. Özellikle eğitim için Paris’e giden genç Osmanlı/Türk aydınları üzerinde, burjuva liberal Aydınlanma çizgisi egemendir. Batıcılık (burjuva modernizmi), ulusçuluk/milliyetçilik akımlarının etkisi büyüktür. Türkçülük ve laik-ilerlemeciliğe olan sempati de ağırlıktadır. Mustafa Suphi, bir yandan bu akımların önemli kişileriyle yakınlığını sürdürürken; öte yandan, L’Humanite Gazetesi kurucusu Jean Jaures’ye olan hayranlığı nedeniyle sosyalizm arayışına yönelir. Jean Jaures’nin Mustafa Suphi’nin üzerinde bıraktığı etki, onun, demokrasi ve sosyalizm gibi akımlara doğru yönünü çevirmesinde ön açıcı olmuştur.
Dönemin Osmanlı aydınları, İslamiyet ve Osmanlı gelenekçiliğine sarılan muhafazakarlık yönünde de gelgitler yaşar. Mustafa Suphi ise, burjuva liberal çizginin yanı sıra Türkçülük ile sosyalizm arasında çelişki içindedir. 1910 yılında İstanbul’a döndüğünde, öğretmenlik ve gazeteciliği bir arada sürdürür. Hak, İfham, İkbal gibi gazetelerde ve edebiyat dergisi Servet-i Fünun’da yazıları yer alır. Bu yazılarında da yaşadığı kafa karışıklığının izleri vardır. Ama gazetelerdeki yazılarında, sosyalizm karşıtı vurgular daha belirgindir. Bir yazısında; “…Gerçekten sosyalizm yalnızca, toplumun huzurunu bozmaya yönelik bir hareket olması bakımından incelemeye ve araştırmaya değer değildir” der.[1]
Osmanlı’nın son yıllarında, kapitalizmin gelişmesinin ürünü olan sınıf mücadeleleri başta Selanik’te, Balkanlarda ve İstanbul’da karşılık bulmuştur. Bunlar giderek Anadolu’nun birçok kentine de sıçrar. İşçi dernekleri ve sendikal örgütlenmeler yaygınlaşmaya başlar. Aynı dönemde, sayısı hızla artan siyasal parti ve örgütler de ortaya çıkar. Bunların bir bölümü sosyalist isimli örgütlerdir. İttihat ve Terakki’nin içinde yer alan veya sempati duyan birçok aydın, ondan umudunu kestikten sonra ya bu örgütlere yönelmiş ya da yeni örgüt kurma arayışları içine girmiştir. Bunlardan biri de Mustafa Suphi’dir. 1912 yılında İttihat ve Terakki’den ayrılarak, Milli Meşrutiyet Fırkası kuruluşunda yer alır ve bu partinin yayın sorumluluğunu üstlenir. Bir süre sonra ise Osmanlı Sosyalist Fırkasına girer.
Mustafa Suphi’nin, Milli Meşrutiyet Fırkası ve Osmanlı Sosyalist Fırkası içinde kalışı kısa sürelidir. Osmanlı Hükümeti’nin Bakanı Mahmut Şevket Paşa’ya, 11 Haziran 1913 tarihinde yapılan suikasttan sonra tutuklanma furyasından nasibini alır. Tutuklanarak Sinop’a sürgün edilir. 1914 yılında, yakın arkadaşlarıyla birlikte küçük bir tekne ile Rusya’ya kaçar. Kırım’da kısa bir süre kalabilir. Çünkü Osmanlı ile savaş durumunda olan Çarlık Rusya’sı yöneticileri, Türk sığınmacıları tutuklamaya başlamıştır. Tutuklanan 975 kişinin içinde Mustafa Suphi de vardır. Tutuklu diğer Türkler ile birlikte Ural bölgesine sürgüne gönderilir.
Sürgün ve tutukluluk yıllarındaki politik değişimi hızlıdır. Sosyalist Devrimcilerin fikirlerinden de etkilenir. Ama bu etkilenme de kısa sürelidir. Bolşevik Parti’nin sürgündeki kadrolarıyla tanışması ve sosyalist fikirlerle buluşması ufkunu açar. Bolşeviklerin önderliğindeki 1917 Ekim Devrimini sürgünde yaşar ve büyük bir heyecan duyar. Rusya’da iç savaş başlamıştır. Bu süreçte, Bolşevik örgütlenmeler içindedir ve aktif görevler alır.
İç savaş döneminde, Çarlık artığı Beyaz Ordu generallerinin devrimi bastırma girişimleri artmıştır. Türk ve Müslüman topluluklar içinde de taraftarlar bulmaktadırlar. Bu gelişmeler üzerine Mustafa Suphi, Kırım ve Kazan bölgelerinde, Sovyet Devrimi lehinde yoğun bir propaganda ve ajitasyon çalışması yürütür. Bu süreçte, Kırım’da buluştuğu Müslüman Tatarlar ve diğer Türkler ile yakın bağlar kurmuştur.
Çarlık Rusya’sının zulmü altında uzun yıllar geçiren Asya Halkları, Sovyet Devrimine, Lenin’e ve Bolşeviklere büyük bir sempati duymaktadırlar. Bu sempatiyi doğuran en önemli neden, ard arda iki kararnamenin yarattığı etkidir. Birincisi ‘Barış Kararnamesi’ydi; savaşa karşı alınan tutum ile birlikte, halkların kendi kaderlerini tayin etmesinin somut çağrısını içeriyordu. Diğeri ise, uzun yıllar Rus Çarlığının zulmü ve esareti altında yaşayan topraksız köylülerin, toprak taleplerini karşılamaya dönük ‘Toprak Kararnamesi’ydi.
Lenin önderliğindeki Bolşeviklerin emperyalist savaşa karşı anti-emperyalist tutumu, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı çağrısı ve ulusal sorunun çözümüne yönelik tam hak eşitliği yaklaşımı, oluşan sempatinin ve güven ilişkisinin temel etmenleridir. Sovyet devrimin çağrıları, Kafkaslar ve Orta Asya başta olmak üzere devrimin yankısının ulaştığı tüm coğrafyalarda, güveni artırarak somut adımların atılmasına yol açar. ‘Müslüman Komünistler Kurultayı’, bu adımların başında gelir.
Kurultayın örgütlenmesinde Mustafa Suphi de yer alır. Bu kurultayda öne çıkan en önemli tartışma, Sovyet Devrimi sonrası iç savaşta alınacak tutumdur. Bu doğrultuda Kazan Türkleri, Kırım Tatarları, Orta Asya ve Kafkaslardaki “Müslüman Halklar”ın, Bolşeviklerden yana desteklerini kazanmaktır. Mustafa Suphi’nin kurmuş olduğu ilişkiler ve kurultaydaki konuşması, Bolşeviklerden yana desteğin öne çıkmasına katkı sunacaktır. Böylece, Türk ve Müslüman Halklar arasında devrimci düşüncelerin yayılması hız kazanmış ve Kolçak liderliğindeki gerici ordunun saldırısının püskürtülmesinde önemli bir destek sağlanmıştır.
Mustafa Suphi’nin yetenekleri, birikimi ve çalışkanlığı; Türkler ve Asya halkları arasındaki lider kişiliğini pekiştirir. Bu sürecin bir sonraki adımı, sadece Türkleri kapsayan başka bir örgütlenme atağıdır. Adım adım bu hamleler, 1918 yılında yapılanan Türk Komünist Teşkilatı (TKT) örgütlenmesine kadar ulaşır. Çok çeşitlilik gösteren ilişkilerinin de etkisiyle, arayış içinde olan farklı fikirlere sahip Türklerin TKT içinde toplanmasına yol açar.
TKT, heterojen bir bileşime sahiptir. Daha çok sürgün asker ve subaylardan oluşmaktadır. TKT’nın çizgisi, örgütsel yapısına ve kadrolarına bakıldığında, Türk milliyetçiliği ile sosyalizm taraftarlığı iç içedir. Bir zamanlar İttihat ve Terakki’nin içinde bulunmuş birçok subay ve asker mülteci de TKT’ye yüzünü çevirmiştir. Farklı kimliklerine rağmen arayış içinde olan sürgündeki Osmanlı subay ve askerleri ile sosyalizmi savunanların bir arada yer aldığı TKT örgütlenmesi, kısa zamanda güç kazanır.
TKT üyelerinden Türkiye’ye dönenler, gittikleri illerde TKT teşkilatlanması içine girerler. Anadolu’da ve İstanbul’daki çalışmalar birleştirilir. Mustafa Suphi, adları farklı olsa da Türkiye’deki “sosyalist” örgütler ve partiler ile sık sık haberleşmektedir. Nahçıvan, Zonguldak, Trabzon-Rize Yöresi, Eskişehir, Erzurum, Samsun, Kastamonu-İnebolu gibi yerlerde yerel örgütlenme adımları atılır. Sovyet Devrimi’nin yarattığı heyecan ve bunun işgal altındaki halkların arayışları ile birleşmesi sonucu, komünist fikirlere sempatinin yaygınlaşması kolaylaşır.
SOSYALİZMDE YOĞUNLAŞMA
Rusya’da emperyalist ülkelerin Beyaz Ordu’ya verdiği destekle iç savaş sürmektedir. Bir yandan da Sovyet işçi ve emekçileri ve Bolşevik Partisi devrimi güvenceye almak ve proletarya iktidarını inşa etmek için iç savaşın yol açtığı ağır tahribat ortamında çalışmaya devam etmektedir. Devrimin yankısı hem mevcut coğrafyada ve hem de dünya genelinde büyüktür. Güneyde Ukrayna, Kafkaslar ve Orta Asya, kuzeyde Baltıklarda “Birlik Sovyetleri”nin kuruluşu süreci başlatılmıştır. Sovyet Devrimi’nin politikaları halklar nezdinde karşılığını bulur. Uzun yıllar Çarlık Rusya’sının boyunduruğu altında kalan esir halklar, Sovyet Devrimi’nin yanında yer almaya başlarlar.
Sovyetler’de yaşayan Türkler ve o sırada bu ülkede bulunan değişik milliyetlerden kesimler arasında da geniş bir sempatizan kitle oluşmuştur. Mustafa Suphi, sürgündeki esir Türk asker ve subaylar arasında sürdürülen ajitasyon-propaganda ve örgütlenme çalışmalarını hızlandırır. Türkiye Komünist Fırkası (Partisi) kuruluşuna giden yolun yapı taşları bu süreçte döşenir. Kurulacak Parti’ye, en uygun kadro örgütlenmesi, öncelikler arasındadır. Aynı çaba, İstanbul ve Anadolu’da ortaya çıkan küçük komünist gruplar arasında da sürdürülür.
Ekim Devrimi’nin ilk yılları, Rusya’da bulunan değişik ülkelerin sürgünleri ve aydınlarının hareketli oldukları yıllardır. Devrimci Türk aydınlarının ve Mustafa Suphi gibi teşkilatçı önderlerin çabalarıyla 22 Temmuz 1918’de düzenlenen Türk Sosyalistleri Kongresi’nde Mustafa Suphi; “kongrenin, ütopyadan örgüte dönüşme hamlesi” olduğuna vurgu yaparak “Burjuvazinin parlamenter yolla devrilmesinin yolunun kapalı olduğunu, her koşulda sosyalistlerin bağımsız teşkilatlarının esas olduğunu” dile getirir.[2]
Bu çok anlamlı bir değişim vurgusudur. Kongrede yapılan diğer konuşmalarda ise; “Türkiye’de yaşayan dinleri, dilleri, milliyetleri ayrı muhtelif unsurlar için özerk yönetim yapısı ve federasyon esasını” öngören görüşler ağırlıktadır.[3]
Mustafa Suphi’nin ideolojik çizgisi sosyalizme daha çok yakınlaşmıştır. Şubat 1918’de Moskova’da başlattığı Yeni Dünya Gazetesi’ni (Osmanlı Türkçesi ile) çıkarma çabaları sonuç verir ve 27 Nisan 1918’de ilk sayı basılır. Yeni Dünya Gazetesi, Rusya’da bulunan Türk ve Müslüman esir asker ve subayları TKT çevresinde toparlayarak örgütsel yapıyı güvenceye alırken; diğer yandan, İstanbul başta olmak üzere ve Anadolu’nun değişik bölgelerine ulaşan propaganda ve ajitasyon aracı olur. Dört bin adet basılmaktadır. Yarısı Türkiye’ye gönderilir, bin adedi Azerbaycan’da dağıtılır, 350 adet Rusya’nın değişik yerlerine, 350 adet ise İran’a gönderilir.
Mustafa Suphi ve yakın çekirdek kadrosunun çalışmalarının merkezi Bakü olmuştur. Örgütsel ilişkiler Bakü’den Türkiye’ye doğru genişlemeye başlar. Bu örgütsel hamleler, gazete üzerinden ses getirir. Osmanlı Hükümeti’ne yönelik eleştiriler oldukça etkilidir ve saray hükümeti için rahatsız edicidir. Rahatsızlık, Osmanlı ile Sovyet Rusya arasındaki diplomatik ilişkilere de yansır ve faaliyetin önü kesilmeye çalışılır. Fakat Bolşevik Parti ve Sovyet Hükümeti, Osmanlı Hükümeti’nden gelen engelleme girişimlerine rağmen Mustafa Suphi’yi desteklemeyi sürdürür. Suphi, bir sosyalist ve enternasyonalist olarak Bolşevik Parti’nin ve Sovyet Hükümeti’nin güvenini kazanmıştır.
Mustafa Suphi’nin bu hızlı değişim sürecinde; onun entelektüel bilgi ve birikimi, aydınlanmacı-ilerici eğilimi ve sürekli arayış içinde olması önemli etkenlerdir. Yeni Dünya Gazetesi’nin, 24 Aralık 1918 tarihli 11. sayısındaki Mustafa Suphi imzalı makaledeki vurgular, Mustafa Suphi’nin hızlı değişiminin ulaştığı aşamayı gösterir.
Makaleden bazı bölümleri, hakkındaki “Ermeni ve Kürt karşıtlığı” iddialarına yanıt olması bakımından buraya aktarmakta yarar vardır. Türkiye’de yaşanan Kürt sorununun çözümsüzlüğünün derinleştirdiği Kürt karşıtlığı, Türk olmayan halklara karşı sık sık ortaya çıkan milliyetçi kışkırtmalar ile son dönemde Azeri-Ermeni savaşına yol açan çatışmacı ve düşmanca politikaların izleri/kökleri oldukça derindedir. Mustafa Suphi ve dönemin sosyalistleri açısından da var olan önyargılar, diri kalmış kışkırtıcı-milliyetçi duygular önemli ayak bağıdır. Mustafa Suphi’nin aşağıdaki vurguları, milliyetçilikten iyice uzaklaştığı ve tamamen sosyalist mücadeleye dahil olduğunun belgesi niteliğindedir:
“Türkler ve Ermeniler, yalnız Türkler değil Kürtler, Çerkesler, Türkmenler ve hatta Kafkasyalılar, Dağıstanlılar, Türkistanlılar arasında bu nefret ve düşmanlığa ne zaman nihayet gelecek? (…) Türk ve Kürtlerin Ermenileri, Ermenilerin Kürtleri ve Türkleri takibe, mahva, yok etmeye koşmaları; bu fetihlik davasında medeniyetleri vahşetle yoğrulmuş Avrupalı emperyalistlerin insan ruhuna ettikleri, akıttıkları zehir; bu masum milletler arasına, kasd ile sokulan, din ve millet hırslarıyla yakılan bir düşmanlık; Ermeniler’e Anadolu’nun yarısını vaat edip sonra Türk ve Ermeni milletleri arasında katliamlar ve yağma ateşleri yakıp, daha sonra da tutuşturdukları bu yangını söndürmek için küçük Asya’nın işlerine karışmak. (…) Anadolu’yu ne Türklere, ne Kürtlere, ne de Ermenilere değil, ancak kendilerine almak… Bu hakikati Türk ve Ermeni işçi ve köylüsünden bilmedik, anlamadık hiç kimse artık kalmamış olmalı; bu hakikati halka anlatmak o feci cinayetlerin önünü almak Türk ve Ermeni inkılapçılarının ve bu inkılapçılardan özellikle komünist enternasyonalistlerin vazifesidir.”[4]
Yukarıdaki ifadelerden rahatsızlık duyan ve hala Ermeni düşmanlığı üzerinden halklar arasına nifak sokmaya çalışanlar az değildir. İttihatçı artıklarının önemli bir bölümü Bakü’yü mesken tutmuştur. Enver Paşa ve yakın çevresi, Bakü’de Turancı planlar yapmaktadır. Doğu Halkları Kurultayına katılır, Enver Paşa. Konuşma yapma talebi, yoğun protestolar üzerine gerçekleşmez. Divan Kurulunda bildirisi okunur. Divan Kurulunda yer alan Mehmet Emin, Enver Paşa’nın okunan bildirisinin çevirisini yapar. Umduğunu bulamayan Enver Paşa, Doğu Halkları Kurultayından da tecrit olur.
Enver Paşa ve İttihatçılar, bir yandan eski çizgileri doğrultusunda iddialarını örgütlemeyi sürdürürlerken; öte yandan Sovyet Hükümeti ile bağ kurmaya çalışmaktadırlar. Fakat bu planları da, Mustafa Suphi ve komünist kadrolar tarafından teşhir edilerek bozulur. Dr. Fuad Sabit, Baha Said, Dr. Bahattin Şakir gibi ittihatçılar ise, bozuşturucu başka planlar peşindedirler. Mustafa Suphi, bunlara da güvenmemektedir. TKF kurulduktan sonra, parti kararı ile böylesi şaibeli kişilere kapılar kapatılır.
MUSTAFA SUPHİ’NİN ÖNDER ROLÜ
2 Mart 1919’da, Üçüncü Enternasyonal’in kuruluşu ilan edilmiştir. Mustafa Suphi, TKT adına bu kongreye delege olarak katılmıştır. 3. Enternasyonal (Komintern), yakından uzağa tüm sosyalist ve komünist partilerin, dünya işçi sınıfı ve ezilen halklarının ilgi odağı ve dayanağı haline gelir. Mustafa Suphi ve çekirdek kadrosu, TKT’den TKF’ye giden komünist bir örgütün ideolojik-politik çizgisinin Bolşevik Parti ve Komintern’in çizgisiyle çakışmasını hedeflemektedir. Çünkü Komintern, diğer ülkelerin devrimci mücadelelerinde olduğu gibi, Mustafa Suphi ve TKF’nin örgütlenme çalışmalarında en yakınındadır.
Birinci Dünya Savaşı’nda yenilen Osmanlı Devleti’nin toprakları işgal altındadır. Bu işgale karşı, bağımsızlık mücadelesine önderlik eden Mustafa Kemal ve Büyük Millet Meclisi, Bolşevik Parti ve Sovyet Hükümeti ile yakın ilişki içine girmiştir. Türkiye’nin, emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesi ile Sovyetlerin, emperyalist devletlerin ablukasına karşı devrimi güvenceye almak açısından çıkarları çakışmaktaydı. Sovyet Hükümeti, TBMM Hükümeti ve Mustafa Kemal önderliğindeki anti-emperyalist mücadeleyi destekliyordu. Anadolu’da süren anti-emperyalist mücadele açısından, Sovyet Rusya’dan gelecek maddi yardım yaşamsal önemdeydi.
“Bolşeviklik ve komünizm övgüleri” artarak genişlemeye başlar. M.Kemal ve TBMM üzerinden Sovyet Hükümeti ile sürdürülen diplomatik görüşmeler, yardım talep eden mektup trafiği ile birlikte yoğunluk kazanır. M. Kemal ve TBMM Hükümeti’nin Sovyet Hükümeti ile sürdürdüğü ilişkiler ağı, doğrudan ve dolaylı biçimlerdedir ve çok yönlüdür. Bu ilişkiler ile yetinilmez; Bakü merkezli TKF’nin, Türkiye’de gittikçe ilgi gören etkisini sınırlamak ve onu kontrol altına alabilmek için “resmi TKP’yi” örgütler. Çok sayıda Meclis üyesinin de üye olmaya teşvik edildiği resmi “TKP” kurdurulur ve resmi “TKP” ile Komintern’e sızmaya bile çalışılır. Mustafa Suphi’ye bu ilişkilerin kurulması için görüşmeciler ve ricacılar gönderilir. Sovyet Hükümeti yöneticileriyle M. Kemal’in görüşmelerindeki mektuplaşmalarda, birçok tarihçi ve yazar tarafından öne çıkarılan konuların başında maddi yardımlar geliyor. Dünya kamuoyuna yansıyan mektup diplomasisinde, askeri teçhizat ve para yardımı talepleri ön plandadır. Oysa emperyalist ülkelerin, Türkiye’ye yönelik ilhakçı politikalarına ve “Boğazlar Sorunu” gibi konularda emperyalist hesaplara karşı işbirliği daha önceliklidir.
Lenin ve Sovyet Hükümeti, Anadolu’daki milli mücadeleyi oldukça önemsemektedir. TBBM Hükümeti’nin yardım talepleri, koşulsuz olarak karşılanır. Emperyalizme vurulacak her darbe, Sovyet Devrimi’nin düşmanlarını da geriletecek; Sovyet Devriminin geleceğini tehdit eden emperyalist saldırganlığı püskürtmede önemli katkı sunacaktır. Sovyet Hükümeti, emperyalizmi zayıflatan/zayıflatacak olan anti-emperyalist mücadeleyi desteklemektedir. Mustafa Suphi ve kuruluşuna ilk adımlarını attığı Türkiye Komünist Fırkası’nın stratejisi ve taktik politikaları da bu çizgi ile örtüşür.
Ankara Hükümeti ve TBMM adına M. Kemal’in girişimleri, Kazım Karabekir’in gizli ya da açık diplomasisi; Bolşeviklerin milli mücadeleye katkısının yanı sıra, bilgi toplama ve Türkiye’yi “komünizm tehdidi”nden uzak tutmayı da içinde barındırmaktadır. Bakü-Doğu Halkları Kurultayı’nın sonuçlarından, Mustafa Suphi’den ve onun önderliğindeki hareketlenmeden tedirgindirler. İttihatçı artıklarından bir bölümünün Mustafa Suphi ile birlikte hareket etmesi, TBMM’de endişelere yol açmıştır. Ankara Hükümeti adına Kazım Karabekir tarafından belirlenen ve Bakü Doğu Halkları Kurultayı’na katılan delegelerden biri olan Binbaşı Arif Bey’in sekiz maddelik raporunda gerçek niyetleri açığa çıkar.[5]
Bu yıllarda Türkiye’de, kendilerini “sosyalist” ve “komünist” olarak tanımlayan partiler kurulmuştur. Ermeni aydınlarınca kurulan Ermeni Sosyal Demokrat Fırkası (Hınçak Partisi), ayrı bir değerlendirmeye muhtaçtır. Osmanlı Sosyalist Fırkası ve Türkiye Sosyalist Fırkası adlı partilerin ise ömürleri kısa olur. Bunların dışında öne çıkan diğer partiler; ‘Yeşil Ordu’ teşkilatından kopan kadrolar ile birlikte Kafkasya’dan gelen komünistler tarafından kurulan gizli (Hafi) Türkiye Komünist Fırkası, TKT’nin Türkiye’deki çalışmalarının dayanaklarından olan Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası, Bakü merkezli dış büro ile sürekli temas içinde olan İstanbul merkezli Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası’dır. Bu partilerin kadrolarından önde gelenlerin Mustafa Suphi ile dolaylı ya da doğrudan bağlantıları vardır ve bu ilişki TKF kongresine yansır. 10-15 Eylül 1920’de gerçekleşen TKF’nin Kuruluşu Kongresi’nde, “Türkiye’deki komünist teşkilatların birleşmesi” önergesi oybirliğiyle kabul edilir. Bu birlik adımında, Mustafa Suphi’nin önderliği ve yönlendiriciliği belirleyicidir.
TKF 1. Kongresi, partinin tüzük ve program tartışmalarını da tamamlar ve onaylar. Bolşevik Parti ve Komintern’in Marksist-Leninist çizgisi, parti programına yansımıştır. TKF’nin esas aldığı bu ilkesel duruş, Türkiye milli mücadele sürecine bakışında da yinelenir. Bolşevik Parti ve Komintern’in Türkiye’nin milli mücadele sürecine stratejik yaklaşımı ile ona hizmet eden taktik tutumu TKF 1. Kongresinde benimsenir. TKF’nin kuruluşu program ve tüzük görüşmeleri ile alınan kongre kararlarında Mustafa Suphi’nin ve onunla yakın temastaki Komintern temsilcilerinin katkısı oldukça fazladır.
Fakat TKF’nin kuruluşu sürecinde parti iç yapısı kaygan bir zemin üzerindedir. Gerçekten komünist kadrolar sınırlıdır. Kadroları ve delegeleri içinde, komünizmi içselleştirmeden benimsemiş ya da komünist gibi davranan birçok kişi vardır. Bu unsurlar TKF’nin kuruluşundan, Anadolu’ya geçişe kadar birçok önemli görevlerde de bulunan kadrolardır. TKF’nin örgütsel yapısındaki sıkıntılı bu durum, hemen aşılacak gibi değildir.
Rusya Komünist Partisi de bu durumun farkındadır. TKF Kuruluş Kongresi’nde Rusya Komünist Partisi adına konuşma yapan Stasova, uyarıcı vurgularda bulunur: “Son zamanlarda mesleksiz, hüviyeti meçhul çok adamlar komünist yazılmaya başlamışlardır. Bunun için aranıza girmek isteyenleri iyi tahkik ediniz. Emin olmadığınız adamları almayınız.”[6]
TKF kongresinde alınan kararlar ve kamuoyuna açıklanan politikalar, sağlam bir ideolojik bakışın ürünüdür. Programda yer alan önemli başlıklar, halkları ayrıştıran milliyetçi engellerin anlaşılması ve aşılması açısından ileri hamlelerdir. Ancak bu hamlelerin önüne ket vuran engeller de oldukça zorludur. Milli mücadeleye önderlik eden milli ticaret burjuvazisinin temsilcilerinin, Osmanlı’dan devraldıkları etnik ve inançsal önyargılar, güvensizlik ve düşmanlık ile betonlaşmış duvarlar kolay aşılacak gibi değildir. Partinin tüzük ve programındaki sağlam ideolojik bakışa rağmen, Osmanlı’nın (özellikle İttihat ve Terakki Hükümeti’nin) mirası önyargı ve güvensizlikler, parti içinde de yansımalarını bulmaktadır.
Hem program hem de tüzüğe ilişkin aşağıdaki ifadeler, bir komünist partide yer alması gereken vurgulardır. Etnik ve inançsal her iki temel sorunda, halklar arasına örülen duvarların yıkılması açısından önemli bir aşamadır. Bu başarıda Mustafa Suphi’nin katkıları küçümsenemez. İnanç ilişkileri açısından gerçek laiklik, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı konusunda ise halk demokrasisinin tam hak eşitliği açık açık vurgulanır. Alıntı uzun olsa da, kesinti yapmadan yer vermekte yarar vardır:
“Din ve Milliyet
“4. Sırf dini mahiyetteki terbiye, tedris ve ibadet meselelerini her milletin ihtiyarına tabi bir cemaat işi olarak telakki ve böylece ‘hürriyet-i vicdan’ın mutlak surette temini ve hiç kimsenin itikadından dolayı muaheze edilmemesini üss-ü hareket ad eder.
“5. T.K.F. sermayedarlığın üzerindeki zulüm ve tahakkümü yıkarak sermayedarlık münasebetinden doğan her türlü harp ve kıtale nihayet vermek ve bu surette insanlık alemini sulh ve selamete erdirmek maksadını takip ettiğinden dinlerin ve milliyetlerin insanlar arasında münaferet ve düşmanlık doğuran hurafelerine karşı mübarezeyi bir vazife bilir.
“6. T.K.F. sermayedarlara ve bilimum mütehakkim sınıflara nüfus ve kuvvet veren muhtelif milletleri temsil davasında bulunan ruhani müesseselerin hükümetten ayrılarak cemaat teşkilatı halinde bırakılmasını iltizam eder.
“7. T.K.F. muhtelif milletlere mensup inkılapçı amele ve rençber sınıfları arasındaki eski düşmanlıkları kaldırmak için aşağıdaki en kat’i çarelere girişir:
“(elif) Dil ve hars nokta-i nazarından her milletin tam hürriyetini temin ve bu itibarla bir veya diğer millete mahsus olan her türlü imtiyazı ilga eder.
“(be) T.K.F. hükümet teşkilatında muhtelif milletlere mensup amele, rençber şuralar cumhuriyeti teşkilini kabul ve ‘hür milletlerin hür ittihadı’ esasında olmak üzere federasyon usulünü tercih eder.
“(pe) Fırka amele ve rençber sınıfları da tamamen ayrı ve müstakil yaşamak cereyanına kapılmış olan milletlerin arasında kanlı nizalar çıkmasına yer vermemek için bu gibi meselelerin ’plebisit’ usulüyle: Umumi reye müracaatla haline delalet eder.”[7]
TKF’nin tüzüğü oldukça kapsamlı hazırlanmıştır. Bu tüzükte tarif edilen parti Leninist parti ilkelerine uygundur. Türkiye devriminin önderliğinin işçi sınıfı tarafından yapılacağı, partinin işçi ve emekçilerin partisi olduğu vurguları nettir ve komünist parti üyelik kıstasları Bolşevik Parti’nin üyelik kıstaslarıyla ilgili deneyimine uygundur.
TKF tüzüğünün aday üyelerine ilişkin birincimaddesinde,“Fırka programını kendine meslek ittihaz edip teşkilatlardan birinde çalışan, fırka kararlarına tabi olan ve verilmesi lazım gelen kaydiyeyi ödeyen herkes fırka azası sayılır” ifadesi yer alır.[8]
Parti hücre yapılanmasına ilişkin 42. maddesi, “Fırka teşkilatının esası hücrelerdir. Herhangi bir yerde en az üç komünistin birleşmesiyle hücre teşkil olunabilir”der.[9]
Partinin tüzüğü, demokratik merkeziyetçi ilkeye uygun hazırlanmıştır. Parti disiplinine ilişkin 46. maddede, “Fırka azası ve teşkilatları arasında disipline (intizama) riayet meselesine ziyadesiyle dikkat olunmak lazımdır. Fırkanın salahiyettar müesseseleri tarafından verilen kararlar, teşkilatlarca hemen icra olunmalıdır. Bununla beraber, fırka içinde her meselenin tamamıyla serbest olarak müzakeresine imkan verilir” denilmektedir.[10]
Yine aynı dönemde, milli mücadele süreci ve Türkiye devrimine yönelik analizlerdeki TKF’nin stratejisi, iki temel ayak üzerine oturtulmuştur:
Birincisi;anti-emperyalist işgale karşı yürütülen milli mücadeleye destek ve bu mücadeleye örgütsel olarak katılmak… İkincisi ise;tefeci-ticaret burjuvazisinin önderliğinde süren milli mücadelenin, demokratik bir içerik kazanarak gelişmesi sürecinde işçi sınıfının müdahalesini gerçekleştirmek; işçi sınıfının politik etkisini artırarak, kongrede alınan kararlar doğrultusunda ulusal ve demokratik mücadeleyi sosyalizm perspektifiyle yürütmek ve devrimin kesintisiz bir devrim olarak sosyalizme ilerlemesini sağlamaktır.
Bu iki temel başlıkta toplanan, çerçevesi net çizilmiş politikaların pratiğe geçirilmesinde sorunlar ortaya çıkar. Sonuçta, doğru formüle edilmiş program ve tüzüğü, kongrede alınan kararları uygulayacak olan kadrolardır. Kadroların yön verdiği örgütlü bir mücadeledir. Yeni kurulmuş partinin örgütlülük düzeyi ve politik tecrübesi, yazılı olan ilkelerin yaşam bulmasına yetmemiştir. Kongrede onaylanmış tüzüksel kıstaslara uymayan üye bileşiminin varlığı, programda ifadesini bulan ideolojik-politik çizginin kısa bir zaman diliminde örgütsel irade birliğine dönüşememesi, en başta gelen zafiyet ve zayıflıklardandır.
Programda öne çıkan işçi sınıfı ve onun önderliğine verilen önem ileri bir tutumdur. Başta maden ocaklarında, büyüklü-küçüklü değişik üretim alanlarında, tarımsal üretim ve değişik hizmet alanlarında çalışan işçilerin kazanılması ve parti saflarına katılması fikri ön plandadır. En yakın ittifak gücü olarak yoksul köylülüğe (çiftçiler) işaret edilir. Gençliğe, kadınlara ve hayatın diğer alanlarının sorunlarına ve çözüm önerilerine ilişkin vurgular programda yer bulur. Ancak, gerek üyelerin ideolojik ve politik olarak geliştirilmesi, gerekse ülke içinde var olan dernek ve sendikalar içindeki çalışmalar yetersizdir ve yeni sendika ya da kitle örgütlerinin örgütlenmesi için gerekli adımlar atılamaz.
TKF’nin kuruluşu, Komintern ve Bolşevik Partisi ile Sovyet Hükümeti’nin Mustafa Suphi’ye yakın desteği, M. Kemal ve TBMM’nin tedirginliğini artırmıştır. TKF’nin kongresinde, Türkiye’ye taşınma ve çalışmalarını ülke içinde sürdürme kararını sekteye uğratmak için engellemeye dönük türlü entrikalar devreye sokulur. Mustafa Suphi ve TKF, TBMM’ye biat etmeye zorlanır, çeşitli komplolar ile tasfiyesi hedeflenir. Sürekli olarak koşul dayatılır.
M. Kemal’in gönderdiği 13 Eylül 1920 tarihli mektupta; “Gaye ve prensip itibariyle bizimle tamamen müşterek olan Türkiye İştirakiyun Teşkilatından maddeten ve manen hakkıyla yararlanabilmemiz için teşkilatınızın münhasıran Büyük Millet Meclisi Riyasetiyle tesis ve muhafaza-i irtibat eylemesi lazımdır. Türkiye dahilinde tatbik edilecek her nevi teşkilat ve inkılabat ancak bu kanal vasıtasıyla yapılabilir. Aynı hedefe yürüyen Türkiye İştirakiyun Teşkilatıyla tamamen tevhid-i mesai edebilmek üzere Büyük Millet Meclisi nezdine salahiyeti tammeyi haiz bir murahhas göndermenizi ve Büyük Millet Meclisi tarafından Azerbaycan Hükümeti nezdine murahhas olarak Bakü’ye gönderilmiş Memduh Şevket Bey’le tesis-i irtibat ve tevhid-i mesai eylemenizi rica eder ve bilvesile samimi hürmet ve selamlarımı takdim eylerim”[11] denilmektedir.
Bu türden vesayet altında bir politikanın dayatılmasını Mustafa Suphi kabullenmez. Mektuplarında, “Türkiye’de emperyalizme karşı milli mücadeleye katkı sunma ve aynı zamanda parti teşkilatlanmasını yaygınlaştırarak çalışmalarda bulunma” ısrarını yineler.
Büyük olasılıkla; Anadolu’ya geçişlerinde karşılaştıkları engellemede, “Ankara’ya koşullu” gidiş ve biat etme dayatmalarının kabul edilmemesi en önemli gerekçedir. Bugün açısından da bakıldığında; Mustafa Suphi’nin kararlı duruşu ve komünist iradesi karşısında devreye giren katliam planı, onun ve yoldaşlarının bedenlerini yok etse de, devrimci kimliğinin yüzyıldır yaşamasını önleyememiştir. Onun ve TKP’sinin izlerini silememiştir.
YÜZYIL ÖNCESİNDEN KALAN MİRAS
Mustafa Suphi ve TKP’den devrim ve sosyalizme olan sarsılmaz inanç, Sovyet devrimine bağlılık, mücadeledeki kararlılık, egemenlere baş eğmeyen güçlü enternasyonalist duruş miras kalmıştır. Ancak bu, Mustafa Suphi ve TKP önderliğinin eksikliklerinin, yaptığı hataların ve yaşanan zafiyetin üstünü örtmemelidir. Kemalist önderliğe karşı uyanıklık konusundaki yanılgı, sonu büyük faciayla sonuçlanan bir zafiyetin en başta gelenidir. Yayınlanan TKF tutanakları, bu durumu açıkça göstermektedir.
Mustafa Suphi ve TKP’nin; tefeci-tüccar burjuvazinin gücünü, milliyetçiliğinin etkisini küçümsemesi ve onunla kurulan ilişkilere güvenmesi doğru değildir. M. Kemal’in ve TBMM Hükümeti’nin, emperyalizme karşı dayanışmanın yanında Sovyet Hükümeti ile kurmuş olduğu ilişkilerdeki faydacılığının kavranamaması, “TKP’nin sunacağı katkıya mecburiyet” algısı, “Sovyetlerle ilişkinin tek ve en güçlü aracının sanki TKP olduğu” düşüncesi önemli yaklaşım hatalarıdır.
Mustafa Suphi ve TKP merkezine gelen bilgilerin eksikliği ve abartılı raporlar, bu raporların gerçekliğinin pratik örgütsel çalışmalara yansıyan veriler ile birleştirilmemesi bir başka yanılgı kaynağıdır. Her türlü bedel ödemeyi göze alarak, bir anlaşma yapılmadan ve bunu kendi öz gücünün örgütlülüğü ile güvenceye almadan atılmış adım kuşkusuz büyük bir riskti. Açıktan değil, gizli yollardan Anadolu’ya girişle böylesi riskler göğüslenebilirdi. Türkiye milli ticaret burjuvazisi ve onun siyasal önderliği ile kurulacak ilişkilerde, tedbiri elden bırakmamak gerektiği dersi, çok ağır bir bedel ödetmiştir.
Sonuç olarak Mustafa Suphi’nin, İttihat ve Terakki ile başlayan politik yönelimi, Türkçü milliyetçi bir çizgiden anti-emperyalist ve sosyalist bir rota çizerek hızlı bir değişime uğramıştır. Bu değişim süreci, nesnel koşulların ve hareketli yaşam pratiğinin öğretisiyle buluşarak sosyalizme kadar genişlemiş ve Türkiye Komünist Fırkası’nın (TKP) kuruluşunun başarılmasıyla zirveye varmıştır. Mustafa Suphi, 28 Ocak 1921 katliam gecesinin karanlığında, sosyalizmin penceresinden yansıyan bir ışıktır.
[1] Erdem, Hamit (2010) Mustafa Suphi, Sel Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, sf. 19-20.
[2] Erdem, Mustafa Suphi, sf. 82-84.
[3] Erdem, Mustafa Suphi, sf. 82-84.
[4] Erdem, Mustafa Suphi, sf. 95.
[5] İttihatçı artıklarından bir bölümünün Mustafa Suphi ile birlikte hareket etmeleri, TBMM’de endişelere yol açmıştır. Ankara Hükümeti adına Kazım Karabekir tarafından belirlenen ve Bakü Doğu Halkları Kurultayı’na katılan delegelerinden biri olan Binbaşı Arif Bey, bu nedenle görevlendirilmiştir. Onun hazırladığı rapor, gerçek niyetlerini açığa vurur. Binbaşı Arif Bey’in raporunun 8 maddelik sonuç bölümü şöyle ifade edilmiştir:
“1-Türk Milli Hareketi’ne, emperyalist devletlere karşı mücadelede, ‘komünizm idaresini kabul etmesi şartına bağlı olmaksızın yardım edilmesi’ BAKÜ Kongresi’nde kararlaştırılmıştır.
“2-Bu kongre, Sovyet Rusya Hükümeti’nin, Doğu milletlerini etkilemek ve İngiltere’ye karşı onları ayaklandırmak için düzenlendiği, tamamen propagandaya yönelik kongredir.
“3-Bolşevikler, sanıldığı kadar kuvvetli değildir. Türkiye’ye silah bakımından gerçek manada yardım etmesi mümkün değildir. Ancak para yardımı yapabilir.
“4-Anadolu’daki Milli Hareket, kendisini olduğundan daha kuvvetli göstermelidir.
“5-Artık Mustafa Suphi ve Fuat Sabit gibi maceracılarla haberleşmekten ve bunların Bolşeviklerle Türkiye arasındaki vasıtacılığından kurtulup, Bakü ve Moskova’da TBMM Hükümeti’nin resmi temsilcilerinin bulundurulması lazımdır.
“6-Sovyet Rusya ile ancak siyasi alanda ittifak yapılmalıdır. Bunun dışına çıkılmamalıdır. Çünkü komünizm rejimi Türkiye’ye uygun bir rejim değildir ve Türkiye’ye komünizm şeklini tatbik etmek tam bir felaket olur.
“7-Sovyet Hükümeti’nin niyeti, yalnız Sovyet Hükümeti tarzının kabul edilmesini sağlamak değil, bu sayede Doğu milletlerini Moskova’ya bağlamak ve tahakküm altına almak istiyor. Eğer fırsat bulursa, bunu sağlamak için Kızıl Ordu’yu Türkiye’ye sokmaktan çekinmeyecektir. Türkistan ve Azerbaycan’daki uygulamaları ile bunu göstermiştir.
“8-Ermeni meselesinde Sovyet Rusya’nın Türkiye lehinde bir harekette bulunması mümkün görünmüyor. Bu meseleyi, TBMM Hükümeti kendi imkanları ile halletmelidir.” (ATASE Belgelerinden aktaran Aslan, Yavuz (2007) Türkiye Komünist Fırkası’nın Kuruluşu ve Mustafa Suphi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, İstanbul, sf. 202)
[6] Tunçay, Mete (2019) Türkiye’de Sol Akımlar-1, İletişim Yayınları, İstanbul, sf. 494
[7] Erdem, Mustafa Suphi, sf. 283-284.
[8] Erdem, Mustafa Suphi, sf. 291.
[9] Erdem, Mustafa Suphi, sf. 294.
[10] Erdem, Mustafa Suphi, sf. 295.
[11] Erdem, Mustafa Suphi, sf. 178.