Burak Bağçeci

Denilebilir ki Marksist dünya görüşü, doğup geliştiği günlerden itibaren büyük entelektüel tartışmaların konusu olagelmiştir. Kuramın iki kurucusu olan Marx ve Engels henüz hayattayken başlayan tartışmalar yıllar boyu sürmüş, Marksizmin hasımları onu gözden düşürmek, deforme etmek, yanlışlığını “kanıtlamak” için anti-propagandayı sürdürmüş ve sürdürmektedirler. Tartışmaların tek kaynağı elbette süregiden “ideolojik mücadele” olmamış, kuramın gerek bir inceleme nesnesi olarak gerekse bir eylem kılavuzu olarak farklı sınıfsal pozisyonlardan ve tarihsel bağlamlardan gelen yorumlanışları arasında fark olmuştur. Marksizme dair tartışmalar içinden öne çıkanlardan birisi de Marx ve Engels’in aralarındaki düşünsel ilişkiye odaklanan tarihsel tartışmadır. Bu tartışma özelde diyalektik yöntem üzerinden şekillenmiş, Engels’in diyalektiğinin Hegelci kusurlar taşıdığı iddia edilmiştir. Özellikle Engels’in doğa bilimleri üzerine yaptığı çalışmalardan yola çıkan bu iddialara göre, Engels’in doğa bilimlerine yönelik çalışmalarında kullandığı yöntem ve elde ettiği sonuçlar “kendini bağlamalıdır”, Marx’a ya da onun felsefesine atfedilemez. Öyle ki, diyalektik Marx’ta yalnızca toplumsal bir kategoriyken Engels onu hatalı bir şekilde doğaya da uygulamaya kalkmıştır.

Kor Kitap’ın Marksist Araştırmalar Serisi’nden çıkan “Engels ve Diyalektik: Bir Tartışmanın Tarihçesi” kitabında Kaan Kangal, bu tartışmaya dair açıklayıcı bir özet sunuyor. Üç ana bölümden oluşan kitabında Kangal, Marx ve Engels arasındaki felsefi karşıtlık ya da birlik iddialarının kökenlerine iniyor, tarafların argümanlarını inceliyor. Engels’in, tartışmaların merkezindeki “Doğanın Diyalektiği” çalışmasını incelerken Kangal aynı zamanda, onun diyalektik yönteminin hangi kaynaklardan ve nasıl beslenerek şekillendiğini de okuyucuya aktarıyor. Öte yandan kitapta, Engels’in diyalektik materyalist yöntemini özel kılan “belirimci” modeli ve bu modelin modern bilim açısından önemini de buluyoruz. 

ENGELS’İN DİYALEKTİK DOĞA KAVRAYIŞI

Üç ana bölümden oluşan kitabın “Belirimci Diyalektik” adlı birinci bölümü, Engels’in doğa kavrayışına dair temel bir tezi açma gayesinde: Doğanın tarihsel bir bütün oluşu. Kitabın sonraki bölümlerinde de göreceğimiz üzere, doğa bilimleri ve diyalektik arasındaki ilişki genelde doğada çelişkilerin varlığı/yokluğu tartışmasına indirgenmiş olsa da Engels’e göre doğa sadece çelişkiler muhteva ettiği için değil, ama en önemlisi, tarihsel bir bütün olması dolayısıyla diyalektiktir[1]. Bütünün daha alt organizasyon aşamalarına ve onların özellik ilişkilerine odaklanan Engels’in diyalektiği, birçok düşünüre göre belirimci [emergentism] olarak görülebilir.[2] Fuchs’a göre de belirimci yaklaşım diyalektikteki “muhafaza ederek aşmak ve ortadan kaldırmak” (aufheben) tabiriyle yakından ilişkilidir.[3]

Kangal’ın aktardığı şekliyle belirimci diyalektik şunu söyler: “Maddi gerçeklik çok aşamalı bir yapıya sahiptir; bu aşamaların her biri farklı özellik ve indirgenemez yasalar takımı tarafından nitelenir; ve her bir aşama zamansal olarak öncel olan aşamalardan ortaya çıkarak [emerge] daha alt aşamalar açısından mutlak surette öngörülemez yasaları ortaya çıkarmıştır.[4] Belirimci diyalektiğe göre bir sistemde yeni yapılar ve ilişkiler etkileşimler sonucu ortaya çıkar ve bu organizasyon aşamasında bir yükselişe tekabül eder.[5] Bu yaklaşım, anlaşılacağı üzere indirgemecilik ve kaba determinizmle zıtlaşır. Organizasyonun alt aşamalarındaki bileşenlerin üst aşamalardaki özellik ve ilişkileri etkilediği, onların oluşumunda tarihsel birer aşama oldukları söylenebilir. Ancak, üst organizasyon aşamalarını alt organizasyon aşamalarına bölerek anlamak ve bunlar arasında kaba bir nedensellik ilişkisi kurmak deterministik bir yaklaşım olacaktır. Oysaki belirimci diyalektiğe göre alt aşama ve üst aşamada olgular hiçbir şekilde dolayımsız bir nedensellikle birbirlerine bağlı değillerdir.[6]

Bilimsel determinizmin en net tanımlarından biri, Laplace tarafından “Nedensel olarak birbirine bağlı olayların sürekli ve değiştirilemez şekilde kendini tekrarlaması[7] olarak yapılmıştır. Ona göre eğer evrendeki bütün güçleri ve tüm varlıkların konumlarını bilebilen ve bu bilgisini analiz edebilen bir akıl olduğunu varsayarsak, onun için hiçbir şey bilinemez değildir ve geçmiş gibi gelecek de kesin olarak bilinebilir (Laplace’ın Şeytanı).[8] İndirgemecilik de belirimci modelin aksine bütünü kabaca onu oluşturan parçaların toplamından ibaret görür (Descartes, Wittgenstein[9]).

Lewontin bir yöntem olarak indirgeme ve indirgemecilik arasında bir ayrım yapar ve şöyle der: “İndirgeme [reduction], daha yüksek aşamalardaki güçlerin semptomlarını ayırt etmek için daha alt inceleme aşamalarına yönelir; buna karşın indirgemecilik [reductionism], daha alt aşamalardaki güçlerin daha üst seviye olguların gerçek nedenleri olduğunu iddia eder.[10] Engels de hareket biçimlerinin kendi gelişim süreçleri içerisindeki öncülleriyle olan bağıntıları öne çıkarır, ancak sonucun sadece bu bağıntılar üzerinden kaba bir nedensellikle açıklanamayacağını söyler. Engels, hareket biçimlerini karmaşıklık derecelerine göre ayırdığı ve farklı hareket biçimlerinin birbirlerine nasıl dönüştüklerini aktardığı paragrafın sonunda şöyle der: “Günün birinde mutlaka düşünmeyi deneysel olarak beyindeki moleküler ve kimyasal hareketlere ‘indirgeyeceğiz’; ama bu düşüncenin özüyle ilgili her şeyin çözülmüş olması demek midir?[11]

Bu son cümle bir bakıma ilginç, öyle ki Engels sanki günümüz bilimi hakkında konuşuyor gibi. Bugünkü biyolojik indirgemecilik de insanın hem gündelik yaşamına dair hem de insanlığın tarihsel serüvenine dair bütün sosyal, kültürel, politik hatta yer yer ekonomik unsurları bile biyolojik evrimin mekanizmalarıyla açıklayabildiğini sanmakta, geniş çevreler de bunu “bilimin gücü” olarak görmekte. Duygu, düşünce, zekâ ve davranış kalıplarından savaşların, yoksulluğun, sınıfsal eşitsizliğin sebeplerine kadar her şeyin biyolojik-evrimsel sebepleri olduğunu ve son tahlilde belirleyici olanın bu sebepler olduğunu doğrudan ya da dolaylı olarak savunan indirgemeciliğin, kendini en “ilerici” olarak gören bilim insanları ve bilimsel yayınlar da dahil, bilim çevrelerinde hala egemen olduğunu düşündüğümüzde Engels’in diyalektik yöntemini anlamanın, savunmanın ve uygulamanın önemi büyüktür.

Nitekim Engels’in de dikkatini bu noktaya çeken koşullar kendi çağının doğa bilimlerindeki kaba materyalist ve indirgemeci fikirlerdir, özellikle de gerici biyologların indirgemeci yöntemleri ve buradan doğan Sosyal Darwinizm.[12] Böylece Engels’in, “Doğanın Diyalektiği” olarak bilinen çalışmalarının motivasyonlarından birinin de mekanik materyalizm, Sosyal Darwinizm ve Yeni Kantçılık akımlarına cevap verme ihtiyacı olduğu söylenebilir.[13]

BELİRİMİN MANTIĞI: YANSIMANIN DİYALEKTİĞİ

Maddenin hareketinin ortaya çıkardığı yeni niteliklerle, onların hangi etkileşimlerin sonucu olarak ve nasıl ortaya çıktıklarına odaklanmak Engels’in yönteminde anahtar bir yaklaşımdır. Hareket varlığa içkin olduğuna göre gelişimin sonsuzluğunu öngörebiliriz. “Bu sonsuz gelişime açık olma durumunun en temel unsuru mevcut maddi sistemin yeni belirimsel özelliklere gebe olması ve daha az bir karmaşıklık aşamasından daha çok karmaşık bir organizasyon aşamasına sahip belirimsel varlık ve ilişkilerin ortaya çıkmasıdır… Engels bu görüşü…dördüncü diyalektik yasası olarak oldukça açık bir şekilde dile getirmiştir: gelişimin sarmal biçimi[14]

Kangal kitabında bu belirim mantığını daha iyi anlamak açısından Hegel ve Hans Heinz Holz’u referans gösterir. Ünlü Mantık kitabının, Özün Mantığı bölümünde Hegel, hareketi kendine has terminolojisiyle açıklar. Hegel’in kurduğu üç düğümlü yapıyla açıkladığı harekete göre, “Bir şey, başka bir şeyi meydana getirdiği zaman (başkasına doğru yansıma), meydana gelme sonucu beliren şey, onu meydana getireni geri etkiler (kendi içine doğru yansıma). Bu, şu anlama geliyor: Bir şey (yerleştiren yansıma), başka bir şeyin değişimine neden olduğunda (dışsal yansıma), kendi kendisi de değişime uğrar (belirleyen yansıma).[15] Sistemi oluşturan unsurlar birbirleriyle ilişkileriyle var oluyorlarsa (dolayım), yani bu ilişkiler sistemin “kurucu unsuruysa” o zaman öznenin nesnesi üzerindeki etkisinin kendisi, özneyi de etkileyerek bir bakıma özneyi de kendisinin nesnesi haline getirir. Bir başka deyişle “Nüfuz ettiği dış unsur dolayımıyla bir şey kendi etkinliğinin ürünü haline gelir.[16] Hegel’in bu modeli Marksist diyalektikte “yansıma” kavramıyla sahiplenilir.[17] Özetle, etkinliğiyle başka bir unsuru etkileyen öznenin yarattığı değişim kendisini de etkileyecektir.

LUKACS’IN AÇTIĞI YOL

Kitabın “Doğanın Diyalektiği Tartışmaları” adlı ikinci bölümü ise Engels’in doğa bilimlerine dair çalışmalarının yarattığı tartışmaları okuyucuya aktarıyor. Engels’in diyalektiğini metafizik, indirgemeci, kaba materyalist, pozitivist vb. olarak suçlayan ve Marx ve Engels’in aralarındaki felsefi birliği reddeden görüşlerin bir özetini okuduğumuz bölüm, Lukacs’ın meşhur “Tarih ve Sınıf Bilinci” çalışmasının bu bağlamda taşıdığı önemle başlıyor. Kendilerini bilinçli bir şekilde Sovyet sosyalizminden ayıran ve onu eleştiren Batı Marksizmi geleneğinin “başucu” kaynaklarından olan Tarih ve Sınıf Bilinci’nin bir yerinde Lukacs, Engels’i Hegel diyalektiğinin kusurlarını taşımakla itham etmiştir: “‘Doğa bilgisi’ ‘özne ve nesne, kuram ve eylem arasındaki karşılıklı etkileşim’ ve ‘düşüncedeki değişimlerinin temeli olarak kategoriler tabakasının tarihsel değişimi’ gibi ‘mühim diyalektik belirlenimler’den uzaktır.[18] İnsan-doğa ilişkisine dair saf bir mekanizmin hakim olduğu bu cümleler, insanlık tarihinin aynı zamanda doğa güçleri üzerinde insanlığın tarihsel-bilinçli eylemiyle egemenlik kurma mücadelesi olduğunu yok sayar, böylece doğa ve toplum bilimleri arasındaki ilişkiyi koparır.

Ancak ilginç olan, Lukacs’ın Engels’in yöntemine dair eleştirileri bir dipnot olmasına rağmen, ona Batı Marksizmi geleneği içinde yüklenen anlam ve verilen önemdir. Üstelik Lukacs, geç dönem çalışmalarında bu eserindeki görüşlerinin hatalı olduğunu birçok kez dile getirse de[19] başta Batı Marksizmi geleneğinde olmak üzere Marx-Engels tartışmalarında Lukacs bir ilham kaynağı olmaya devam etmiştir. Bu durumun kendisi bile, var olan tartışmaların felsefi bir tartışmadan öte pratik-politik bir ayrışmanın dışa vurumu olduğunu göstermektedir. Nitekim meselenin özü, Batı Marksizmi ve onun açtığı yoldan yürüyen diğer Marksizm dışı akımların, Sovyetler Birliği’ne yönelik eleştirel bir tavır alırken Marksizm’e Engels ve onun Doğanın Diyalektiği çalışması üzerinden saldırması, Engels’i adeta bir hedef tahtası haline getirmesidir.[20] Timpanaro’nun da belirttiği üzere “Batı Marksistleri en azından Engels’i günah keçisi ilan ederek Sovyet Marksizmi’ne karşı kendilerine bir manevra alanı yaratırlar. Marx’ta da beğenmedikleri ve onaylamadıkları her şeyin suçunu Engels’e yıkar ve Engels’ten arındırdıkları Marx’ı ‘gerçek’ ve ‘sahici’ Marx ilan ederler.[21]

Bu noktada Kangal, tartışmaların merkezindeki temel iki iddianın içi boşluğunu kanıtlıyor, bunlardan biri Marx ve Engels’in aralarındaki felsefi ayrılığı ilk vurgulayanın Lukacs olduğu, diğeri de gerçekten böyle bir ayrılığın var olduğudur.

TARTIŞMANIN TARİHÇESİ

Hegel’in öğrencileri olan Trendelenburg ve Hartmann’a göre onun yöntemi saf düşünce alanıyla ilgilenir, nesnel dünyaya uygulanamaz.[22] Paul Barth ise Hegel’in “karşıt” ve “çelişki” kavramlarını birbirine karıştırdığını söyleyerek doğada empirik karşıtlar, mantıkta diyalektik-çelişkilerin var olduğunu söyler ve hem Marx hem de Engels’in karşıt ve çelişki arasında tutarlı bir ilişki kurmakta başarısız olduklarını iddia eder.[23] Bu noktada Eugen Dühring’in de Trendelenburg’un bir öğrencisi olduğunu ve diyalektik materyalizme benzer noktalardan saldırdığını hatırlamakta fayda var. H. Jitlovskiy, E. Bernstein, K. Kautsky, Max Adler ve Pyotr Struve’nin de Kant-Hegel-Marx-Engels dörtlüsünün aralarındaki felsefi ilişkiler üzerinden ve çelişki-karşıt kavramları çerçevesinde bu tartışmaya dahil oldukları görülür[24] ki bu isimlerin sınıf mücadelesi konusunda aldıkları politik pozisyonlar, diyalektik çelişki kavramı karşısında aldıkları pozisyonlarla birlikte okunabilir. Varoluşçu filozoflar J. P. Sartre, M. M. Ponty, Sidney Hook ve Alfred Schmidt da yine bilindik tezleri tekrar etmişler, Marx ve Engels arasındaki sözüm ona fikir ayrılıklarını vurgulamışlar ve Engels’e saldırmışlardır.[25] Varoluşçuların insandan bağımsız doğanın nesnel gerçeklik olamayacağı[26] fikri öznel idealizmin tipik bir ifadesidir. Varoluşçulara göre nesnel dünyanın kendinden menkul bir diyalektik bütünlüğü yoktur, eğer ben onu diyalektik kategorilerle düşünüyorsam o diyalektik hale gelir.[27] Peki, materyalist dünya görüşüne göre bilincim içinde yaşadığım nesnel gerçeklik tarafından koşullandırılıyorsa, “saf diyalektik akıl”dan söz etmek mümkün müdür? Hangisinin baskın olduğu bir yana, insanın bilgi edinim süreçlerinde farklı yöntem ve kategorilerin iç içe geçtiğini düşünürsek, varoluşçulara göre aynı insanın bile farklı düşünce süreçlerinin her seferinde farklı nesnel gerçeklikleri ifade etmesi gerekir.

Gramsci ve Lenin ise bu iddiaların karşısında duranlardandır. Örneğin Gramsci, Lukacs’ın erken dönem çalışmalarını düalist olmakla eleştirir ve doğa ve toplumun böylece birbirinden ayrıştırılmasının Marksist diyalektiğe uygun olmadığını savunur.[28] Lenin de Engels’e yönelik saldırılar karşısında birçok kez Engels ve Marx arasındaki fikirsel yoldaşlığı vurgulamıştır. Tüm iddiaların aksine, bu yoldaşlığın genel olduğu kadar özelde diyalektik ve onun doğaya uygulanabilirliği (ya da daha doğru bir tabir kullanırsak, doğadan çıkarsanabilirliği) konusunda da var olduğunu söyleyebilmek için elimizde birçok sebep var.

Terrell Carver, “Marx ne Engels’in diyalektik yasalarını tartışmıştır ne de kendisinin Engels ile birlikte evrensel materyalizmi ortaklaşa inşa ettiğini destekleyen kayda değer herhangi bir fikir beyan etmiştir.”[29] demiştir. Oysa Anti-Dühring’in bir kısmı Marx tarafından yazılmış olmakla birlikte, Engels çalışmasının tamamını basılmadan önce Marx’la paylaşmıştır[30], öte yandan Marx’ın Engels’in doğa bilimlerine yönelik çalışmalarını heyecan duyarak takip ettiğini görebildiğimiz birçok mektup vardır. Aralarındaki mektuplara odaklanırsak Marx’ın diyalektiği sadece toplumsal alanla sınırlı gördüğü iddiasının içi boş olduğunu görürüz: “…metinde Hegel’in nicel değişimin nitel olana dönüşme yasasıyla ilgili yaptığı keşfi alıntıladığımı ve bunun tarih ve doğa biliminde muhafaza edildiğini göreceksin.”[31] Bir başka örnek de Marx’ın Kapital’de, meta mübadelesine içkin çelişkileri açıklarken gezegenlerin hareketi üzerinden yaptığı analojidir: “Söz gelişi, bir cismin devamlı olarak bir diğer cisme doğru düşmesi ve yine devamlı olarak ondan uzaklaşması bir çelişkidir. Elips, bu çelişkinin hem gerçekleşmesine hem çözülmesine olanak sağlayan hareket biçimlerinden biridir.[32]

KANT, HEGEL VE ENGELS’TE ÇELİŞKİ KAVRAMI

Kitabın “Doğanın Diyalektiği’nde Diyalektik Kavramı” adını taşıyan üçüncü bölümünde Engels’in -ve diyalektik konusunda felsefi birliklerini gördüğümüze göre Marx’ın da- çelişki kavramına yaklaşımlarını görüyoruz. Bu bölümde gördüğümüz üzere Marx ve Engels, Kant’ın çelişki anlayışının karşısında Hegel’in eleştirilerini sahiplenmekte ve diyalektik konusunda ona yakın durmaktadırlar.

Engels Kant’ı, bilinemezciliğinin tipik bir örneği olan “kendinde şey” kavramı üzerinden eleştirir. “Kant’ın bilgi teorisinde bilgi nesnesi iki parçadan oluşur: kendinde şey ve görünüm. Kendinde şey, bilgi ediminden bağımsız olarak vardır; görünüş bilgi edimine bağlıdır. Örneğin bir gül ‘rengi bağlamında her bir göze farklı görünebilen bir kendinde şeydir’. Dolayısıyla nasıl algılanırsa algılansın gül, kendinde bir şey olarak kendisine ait bir varlığa sahiptir. Tersinden söylemek gerekirse, insan aklı, algı araçları aracılığıyla gülün bilgisine ulaşabilir. Bize göründüğü biçiminden bağımsız olarak gülün kendinde ne olduğu ve nasıl bir hayat sürdüğünü bilmemizin imkânı yoktur. Güle dair bildiğimiz şey, aklımızın ve algılarımızın bize izin verdiği kadardır. Dolayısıyla güle dair bildiğimiz şey, bizim gülün ne olduğunu düşündüğümüz, onu bizim nasıl algıladığımız ve onun bize nasıl göründüğü şeyle özdeştir. Bizim gül bilgimiz haricinde ve onun ötesinde kendinde bir şey olarak gülü bilmemizin imkânı yoktur.[33] Hegel bu bilinemez “kendinde şey” kavramını eleştirir. Zaten varlığı bir ilişki olarak kavrıyorsak, onu ilişkilerinden koparmak onu yok saymakla eş değerdir. Kangal’ın aktardığı şekliyle Hegel’e göre “Bir şey mevcutsa, yani bir varlığa sahipse, bu varlığa, kendinde şey halini terk edip ‘dışsal ilişkilere’ dahil olması sonucu ulaşır; varlık tam olarak bu dışsallıkta mevcuttur.[34] Öte yandan Kant’ın çelişki kavramına dair getirdiği yorum da Hegel ve Engels tarafından paylaşılmaz. Kant’a göre üç tip karşıtlık vardır: “Mantıksal”, “diyalektik” ve “gerçek” karşıtlık.[35] Mantıksal karşıtlık birbirini yalanlayan mantıksal yargıların çelişkisidir, gerçek karşıtlık doğadaki zıt doğal güçlerin varlığının ifadesidir. Diyalektik karşıtlık sonsuzluk, mutlaklık gibi empirik olmayan kavramların düşünülmesi sırasında ortaya çıkar. Kant’a göre “mantıksal karşıtlar çelişkilidir. Tersinden söylenirse, çelişkiler ne diyalektiktir ne de gerçektir. Son olarak, gerçek karşıtlar ne çelişkilidir ne de diyalektiktir.”[36] Böylece Kant çelişkilerin nesnel olarak var olduklarını reddeder. Hegel ise çelişkilerin nesnel olarak var olduklarını ifade edecektir.

Hegel’in sistemini eleştirel olarak miras alan Engels, onun Nesnel Mantık’taki kategoryal sistemini kendi diyalektik doğa anlayışını geliştirirken temel alır. Ancak bu kategorilerin materyalistçe nasıl yenilenmesi gerektiği konusunu soru işareti olarak bırakacaktır. Bu, Engels’in diyalektik doğa felsefesinde kavramsal bazı bulanıklıkları beraberinde getirir. Örneğin idealizm, materyalizm, metafizik ve diyalektik kavramlarına yüklediği anlamlar ve kavramları kullanış biçimi meselesinde hem Kant’tan hem Hegel’den ayrıldığı barizdir. Üstelik Engels, Hegel’in “eski-esas metafizik” ayrımını terminolojik olarak devralmasa da genel olarak metafizik derken esas metafiziği kastediyor gibidir, diyalektiğiyle Hegel’in esas metafiziği arasındaysa ciddi benzerlikler vardır.[37]Engels, diyalektiği doğanın testine tabi tutmaktan bahsettiğinde aklında Nesnel Mantık’ın hangi bölüm ve parçalarının doğal hareket, gelişim ve evrim süreçleri tarafından doğrulandığı ve hangi diğer bölümlerin yeniden gözden geçirilmesi gerektiği sorusuna cevap aramaktadır. Bu cevap arama sürecinin yarıda kaldığını, herhangi bir nihai neticeye ulaşmadığını söylemek yanlış olmayacaktır.[38] Engels’in çalışmalarındaki yarım kalmışlığı Kangal tamamlanmamış olmasından ziyade içeriksel olarak iki sebeple açıklar. Bunlardan birincisi 19. yüzyılın sonunda doğa bilimlerindeki devrimsel gelişmelerin Engels’in çalışmalarının mutlak bir son almasını olanaksızlaştırması, diğeri bahsedildiği üzere metafizik, diyalektik, materyalizm, idealizm kavramlarına dair kullandığı felsefi terminolojidir.[39]Metinlerden görebildiğimiz kadarıyla Engels, metafiziği ve idealizmi topyekün imha etme eğilimi içinde bulunduğu izlenimi verse de, argümanları yakından incelendiğinde metafiziğin ve idealizmin sadece belirli bazı kısımlarının hedef alındığı, diğer belirli bazı kısımlarının benimsendiği, sahip çıkıldığı ve hem eski metafiziklerden hem de idealist sistemlerden temellük edilen felsefi bileşenlerin Marksist dünya görüşünün entegre parçaları haline getirildiği ortaya çıkmaktadır.[40] Bu noktada Kangal’a göre “Hegel’in perspektifinden Engels yeniden okunduğunda diyalektik-metafizik ve idealizm-materyalizm arasında var sayılan uçurum, yerini bir geçişkenliğe bırakmaktadır.[41]

Bununla birlikte Engels’in çabası, Hegel idealizmi ve de genel olarak idealizmin olumlu unsurlarını oldukları gibi değil, materyalist bir temelde “ayakları üzerine oturtarak”, bir bakıma “muhafaza ederek aşma ve ortadan kaldırma” (aufheben) biçiminde ele almaktır.

Engels, Alman idealizminin felsefeyi bilimden üstün tutan tavırlarını eleştirerek reddetmiş, felsefe ve doğa bilimleri arasında iş birliğini savunmuştur. Bugün de tersinden, bilimi felsefeden ayıran ve üstün tutan, ona kendinden menkul bir kıymet biçen paradigmanın bilim çevrelerindeki büyük etkisini görmekteyiz. “Saf” bilim diye bir şey olduğunu düşünen bu anlayışın sandığının aksine, çözülecek problemin ortaya çıkışı ve inceleme nesnesinin seçiminden, empirik araştırmanın sonuçlarının yorumlanması, sınıflandırılması ve kullanımına kadar bütün bilimsel süreçleri koşullandıran içinde yaşadığımız verili toplumsal ilişkilerdir. İşte bu noktada “muhtaç oldukları kavramsal düşünce sisteminin en gelişkin ve zengin biçiminin materyalist diyalektikte bulunduğunun bilincine varmaları konusunda doğa bilimlerine Engels arabuluculuk etmek istemektedir[42] ve Engels’in bu rolü bugünün bilimi için de elzem durumdadır.


[1] Kangal, K. (2021) Engels ve Diyalektik: Bir Tartışmanın Tarihçesi, Kor Kitap, İstanbul, sf. 9.

[2] Kangal, Engels ve Diyalektik, sf. 19.

[3] Fuchs, C. (t.y.), The Relationship of Dialectics and Emergentism,

http://fuchs.uti.at/wp-content/uploads/infoso/dialecticsemergence.html

[4] Kangal, Engels ve Diyalektik, sf. 19.

[5] Kangal, Engels ve Diyalektik, sf. 23.

[6] Kangal, Engels ve Diyalektik, sf. 25.

[7] Kožnjak, B. (2015) “Who let the demon out? Laplace and Boscovich on determinism”, Studies in History and Philosophy of Science Part A, 51, 42–52, sf. 42.

[8] Laplace’tan [Laplace, 1902/1814, sf. 4] aktaran Kožnjak, Engels ve Diyalektik.

[9] Ollman, B. (2015) [2003], Diyalektiğin Dansı: Marx’ın Yönteminde Adımlar, çev. C. Saraçoğlu, 4. Baskı, Yordam Kitap, İstanbul, sf. 163.

[10] Aktaran Kangal, Engels ve Diyalektik, sf. 25.

[11] Aktaran Kangal, Engels ve Diyalektik, sf. 26.

[12] Kangal, Engels ve Diyalektik, sf. 27.

[13] Kangal, Engels ve Diyalektik, sf. 28.

[14] Kangal, Engels ve Diyalektik, sf. 31.

[15] Kangal, Engels ve Diyalektik, sf. 32.

[16] Kangal, Engels ve Diyalektik, sf. 32.

[17] Kangal, Engels ve Diyalektik, sf. 35.

[18] Lukacs’tan aktaran Kangal, Engels ve Diyalektik, sf. 39.

[19] Kangal, Engels ve Diyalektik, sf. 60.

[20] Kangal, Engels ve Diyalektik, sf. 40.

[21] Timpanaro’dan aktaran Kangal, Engels ve Diyalektik, sf. 82.

[22] Kangal, Engels ve Diyalektik, sf. 43.

[23] Kangal, Engels ve Diyalektik, sf. 44.

[24] Kangal, Engels ve Diyalektik, sf. 49,50,51,52,53.

[25] Kangal, Engels ve Diyalektik, sf. 78,79,80.

[26] Kangal, Engels ve Diyalektik, sf. 83.

[27] Kangal, Engels ve Diyalektik, sf. 83.

[28] Kangal, Engels ve Diyalektik, sf. 60.

[29] Carver’dan aktaran Kangal (2018), “Marx ve doğanın diyalektiği”, Teori ve Eylem, https://teoriveeylem.net/tr/2018/05/marx-ve-doganin-diyalektigi/#_ftn15

[30] Kangal, Marx ve doğanın diyalektiği

[31] Marx’tan aktaran Kangal, Marx ve doğanın diyalektiği

[32] Marx, K. (2011) [1867], Kapital: Birinci Cilt, çev. Selik, M.; Atlıgan, N., 1. Baskı, Yordam Kitap, İstanbul, sf. 111.

[33] Kant’tan aktaran Kangal, Engels ve Diyalektik, sf. 128.

[34] Hegel’den aktaran Kangal, Engels ve Diyalektik, sf. 129.

[35] Kangal, Engels ve Diyalektik, sf. 131.

[36] Kangal, Engels ve Diyalektik, sf. 131.

[37] Kangal, Engels ve Diyalektik, sf. 145,148.

[38] Kangal, Engels ve Diyalektik, sf. 97.

[39] Kangal, Engels ve Diyalektik, sf. 98.

[40] Kangal, Engels ve Diyalektik, sf. 99.

[41] Kangal, Engels ve Diyalektik, sf. 99.

[42] Kangal, Engels ve Diyalektik, sf. 106.