İhsan Çaralan
2019 bir kriz yılı olacak, dolayısıyla emek mücadelesinin yıl içindeki gidişatını da krizin seyri önemli ölçüde etkileyecek. Ama 2019, aynı zamanda, krizin faturasının kime çıkarılacağının da görüldüğü bir yıl olacaktır.
Bir yandan ekonomik kriz derinleşirken öte yandan da işçi sınıfının sendikalarda örgütlü olan çok büyük bir kesimini etkileyecek TİS mücadeleleri yaklaşmaktadır. Bu yüzden 2019 yılının “krizin yükünün hangi sınıfa fatura edileceği”nin belirlendiği bir mücadele yılı olacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Çünkü işçilerin ve kamu emekçilerinin örgütlü kesimlerinin çok büyük çoğunluğunun TİS’lerinin bu yıla denk gelmesi TİS’leri krizin yükünün kime fatura edileceği mücadelesinin merkezi haline getirmiştir.
1989-91 arasındaki “Bahar Eylemleri”nden beri ilk kez özel sektör ve kamu iş kollarında işçiler (ve sendikaları) toplu sözleşme masasına oturacaklar. Üstelik bu kez bunlara sayıları 3 milyon dolayındaki kamu ve özel sektör emekçileri de katılmıştır.
Bu yıl içinde TİS mücadelesine sahne olacak iş kollarını şöyle sıralayabiliriz.
1-) Cam işkolu: Bir önceki toplu sözleşme görüşmeleri “uyuşmazlığa” gidince grev kararı alan cam işçilerinin (ve sendikaları Kristal-İş’in) grevleri Erdoğan Hükümeti tarafından yasaklanmış, dolayısıyla cam işçilerinin patronla hesaplaşması yarım kalmıştı. Binlerce cam işçisinin TİS görüşmeleri, başlamış bulunuyor. Ocak ayı içinde Kristal-İş Sendikası yönetimi ile Şişe Cam yöneticileri ilk görüşmelerini yaptı.
2-) Metal işçileri: Metal işçilerinin 2017 TİS’leri de Cam işçileri gibi, “uyuşmazlık”la sonuçlanınca, iş kolundaki Türk Metal, Birleşik Metal ve Çelik-İş sendikaları ayrı ayrı, 2 Şubat 2018’de başlamak üzere grev kararı almıştı. Ancak Erdoğan-AKP Hükümeti, 130 bin metal işçisinin de grevini yasaklayarak, işçilerin büyük metal direnişiyle yarım kalan hesaplaşmasını engellemişti. İş kolundaki üç sendika ile MESS arasında 130 bin metal işçisi adına yapılacak sözleşme görüşmeleri Mayıs ayında başlayacak. Dolayısıyla yılın ikinci yarısı, büyük Metal Direnişinden beri biriken sorunlar üzerinden bir mücadele olarak cereyan edecek.
3-) Tekstil işçileri: TEKSİF, Tekstil-İş ve Öz İplik-iş ile Tekstil İşverenleri Sendikası arasındaki işkolu grup sözleşmesiyle 12 bin, grup sözleşmesi dışındaki pek çok işyerinde çalışan 15 bin işçi adına yapılacak sözleşmelerle ilgili görüşmeler bu yıl içinde yapılacak. Asgari ücretin 2020 TL olmasıyla sendikalı işçilerin ortalama ücretlerinin bile asgari ücretin altında kaldığı işkolunda TİS görüşmelerinin çok çetin geçmesi kaçınılmaz görünüyor.
4-) Kamu işçileri: Kamu işyerindeki taşeron işçilerinin “kadroya” geçmesiyle sayıları, 1990’lardaki gibi, 500 bini aşan kamu iş kolundaki işçilerle ilgili görüşmeler de bu yıl içinde yapılacak. Ancak Hükümet, taşeronda işçilere “kadro” verirken, bunların hiçbir yasa ve hukuka uymayacak biçimde ve “yasalar karşısında eşitlik” ilkesine aykırı olarak 2020 TİS’lerinden yararlanmaması şartını koşmuş, bu işçilere yılda yüzde 4+4 ücret artışı öngörmüştü. Ancak resmi enflasyonun bile yüzde 20’nin üstünde olduğu koşullarda işçiler için bu artışın kabul edilmez olduğu dikkate alındığında, kamudaki sözleşme görüşmelerinin geçmiş yıllarla kıyaslanamayacak düzeyde zorlu geçmesi sürpriz olmayacaktır.
5-) Kamu emekçileri: Kamu emekçileri sendikaları Ağustos ayında 3 milyon kamu emekçisi adına toplu sözleşme masasına oturacak. Resmi enflasyonla yaşanan enflasyon arasındaki en az 10 puanlık fark, geçtiğimiz yıl iyice yoksullaşan kamu emekçilerinin sözleşme görüşmelerinin seyrini önemli ölçüde etkileyecektir. Konfederasyonlar birbirleri arasındaki mücadeleyi patronların temsilcileriyle olan mücadelenin önüne koymamayı başarır, en azından emekçiler hükümet yandaşı sendikaların işbirlikçi tutumunu da tabanda sağlanan birlikle aşabilirse, kamu emekçilerinin toplu sözleşme görüşmelerinin de kapalı kapılar arkasında “bir günde bağıtlanan” sözleşmeler olmaktan çıkıp, işyerlerinde ve alanlarda tartışılan gerçek bir sözleşme haline dönüşebilir.
6-) Belediye işçileri: Krizle birlikte gerçek ücretlerin olağanüstü biçimde erimesi ve 200 bin dolayında taşeron işçinin belediye firmalarına geçmesinin yarattığı sorunlar dikkate alındığında, belediyelerdeki TİS görüşmelerinin önemli mücadelelere sahne olacağı söylenebilir. Genel-İş İzmir 2 No’lu Şube ve üyesi işçilerin koyduğu çıta (ve mücadele biçimi), belediyelere taşerondan geçen işçiler için artık bir ölçüt mahiyetindedir. Artık bütün belediyelerde, “taşeron işçi 2020’ye kadar TİS’lerden yararlanamaz” koşulu ağır bir darbe yemiştir. Bu ve enflasyonun tırmanması, bu yılı, belediyelerde örgütlü bütün sendikalar için mücadele yılı haline getirmiş bulunmaktadır. İşçiler ve sendikaları merkezi ve yerel seçimlerde ileri sürülen talepleri de kuşkusuz sözleşme masasına getireceklerdir. Belediyelerde TİS’lerin hayli çetin geçmesi şaşırtıcı olmayacaktır.
7-) TÜPRAŞ ve Petkim’de görüşmeler başladı: TÜPRAŞ ve Petkim’de TİS görüşmeleri de Ocak ayında başladı. Son yıllarda iş cinayetlerinin arttığı ve esnek çalışma saldırısının hedefi olan TÜPRAŞ ve Petkim’de ücret artışı, iş güvenliği ve işçi sağlığı talebinin yanı sıra“esnek çalışma” uygulamalarını reddeden bir mücadelenin öne çıktığı bir TİS süreci yaşanacak görünüyor. Petkim’de “grev yasağı” olması, geçmiş yıllarda olduğu gibi patronların sözleşmeyi YHK’ya götürmeye çalışması TİS görüşmeleri sırasındaki mücadele seyrini etkileyecektir.
😎 Diğer TİS görüşmeleri: 2019 TİS görüşmelerinin kapsamı yukarıda yedi maddede sıralanan iş kollarından ibaret değil. Tersine her işkolundan pek çok işletmede, grup sözleşmelerinden bağımsız TİS görüşmeleri de yapılacak. Enflasyonun tırmanışa geçtiği, işçilerin yaşam ve çalışma koşullarının hızla kötüleştiği dikkate alındığında, ülkenin her yanındaki irili ufaklı TİS görüşmelerinin geçmiş yıllara göre çok daha ses getirici biçimde sürmesi doğaldır. Bu da sınıf partisi ve emekten yana çevrelerin, yerel sendikal platformların görev ve sorumluluklarını, bu gelişmeleri dikkate alarak yenilemeleri ihtiyacını doğuracaktır.
TİS’LERDE ÖNE ÇIKACAK TALEPLER
2018 yılında “Kriz var”, “Kriz geliyor” gerekçesiyle patronlar ve Hükümetin aldığı ya da almak istediği halde alamadıkları önlemler, “Krizin yükünü reddetme mücadelesi”nin taleplerinin önemli bir bölümüne ışık tutuyor.
Bu talepleri şöyle sıralayabiliriz:
1-) Krizin yükünün işçilere yıkılmasına hayır: Her şeyden önce, 2018 yılı boyunca süren mücadeleler içinde ortaya çıkan ve çerçeve içindeki bölümde de belirtilen;
– Kriz gerekçesiyle işten çıkarmaların yasaklanması,
– Ücretsiz izin, ücretsiz fazla mesai uygulamalarının kaldırılması,
– Esnek çalışma uygulamalarına son verilmesi,
– Enflasyonun işçiye çıkardığı faturanın “ek zam” olarak ödenmesi ve TİS zamlarının bu ek zam üstünden ele alınması,
– Hükümetin İşsizlik Fonu’ndan elini çekmesi,
– “Konkordato” üstünden krizin yükünün işçilere yıkılmasının reddedilmesi…
2-) Bireysel Emeklilik Sistemi (BES)’e hayır: Son “torba yasa”yla tüm çalışanların BES’e katılması ve üç yıl boyunca çıkmaması zorunlu hale getirildi. BES tüm emekçilerden üç yıl süreyle her ay en az yüzde 3’ük “kriz vergisi” kesilmesine dönüştü. Bu yüzden de “BES’e hayır” talebi, krizin yüküne karşı mücadele talepleri içinde öne çıkacak taleplerden birisi haline geldi. Bu talebin TİS’lerde de öne çıkarılması ayrıca önem kazandı.
3-) Asgari ücret vergi dışı olsun, vergiler ‘tavana’ yayılsın: Asgari ücretin vergi dışı olması uzun zamandan beri işçi ve emekçilerin talebidir. Ama Erdoğan yönetimi tam tersini yaparak, en alt vergi dilimini 18 bin TL’ye indirip asgari ücretlinin en geç Haziran’dan itibaren yüzde 20’lik vergi dilimine girmesini sağladı! Bu yüzden vergilerin “tavana yayılması”, TİS’lerin önemli bir talebidir. Ki, son yıllarda “dilimli vergi” yerine “az kazanandan az, çok kazanandan çok, sabit oranda vergi alınması” talebi yayılmaktadır. Bu kapsamda yoksulluk sınırı altındaki gelirlerden yüzde 10 sabit vergi alınması talebinin yanı sıra zenginlerden daha çok vergi alınması talebi öne çıkmaktadır. Çünkü Hükümet, vergi sistemini krizin yükünün emekçilere yıkılmasının mekanizmalarından biri olarak kullanmaktadır. Bu yüzden de TİS’lerde vergi ile ilgili talepleri önceki yıllara oranla daha çok vurgulamak önemlidir.
4-) İşçi sağlığı ve iş güvenliği önemli: 2018 yılında iş cinayetlerinde hayatını kaybeden işçi sayısının 1923 gibi yüksek bir sayıya ulaşması, TİS’lerde iş güvenliği ve işçi sağlığı ile ilgili taleplerin ne kadar aciliyet kazandığını göstermektedir. Bu yüzden 2019 TİS’lerinde işçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili taleplerin öne çıkması bir zorunluluktur.
5-) Ek zam talebi: 2018, beklenmeyen biçimde artan enflasyon karşısında “ek zam” talebinin yaygınlaştığı bir yıl oldu. Enflasyonda bir düşme beklenmediği, hatta emekçinin enflasyonunun çok daha yükseleceği dikkate alındığında, “ek zam” talebi 2019’da da sürecektir. Kuşkusuz TİS’lerdeki ücret talebi “ek zam talebini” de içerecek biçimde belirlenirken, sendikasız işyerlerindeyse bu talep yakıcı biçimde kendini hissettirecektir.
TİS’LER KRİZİN YÜKÜNÜ REDDETME MÜCADELESİNİN BİR DAYANAĞI OLMALIDIR
Yukarıdaki tablo, Türkiye işçi sınıfı ve kamu emekçilerinin önemli bir bölümünün sermaye hükümetiyle TİS için masaya oturacağını ve böylece daha iyi çalışma ve yaşam koşulları için sermayeye karşı harekete geçmek durumunda olduğunu göstermektedir.
Bu durumda geniş emekçi kesimler, tartışarak belirledikleri talepleri elde etmek için nasıl mücadele edeceklerini de gündeme alacaklar ve bunun için harekete geçeceklerdir.
Ancak gündemi belirleyen, sadece işçi ve emekçiler arasındaki hareketlenme değildir. Eğer öyle olsaydı, emek mücadelesi daha kolay olurdu. Sermaye sınıfı ve Hükümet de TİS’leri “fırsata çevirmek”, sendika bürokrasisiyle de işbirliği içinde manevralara girişmek, dolayısıyla krizin yükünü emekçilere yıkmak için her yolu deneyecektir.
Kapitalist toplumda krizler iki biçimde etki yaratırlar. Bunlardan birincisi; işten çıkarmalar, patronların TİS’leri tanımaması, olağan koşullardaki çalışma kurallarının işçiler aleyhine değiştirilmesi, “kriz önlemleri” adı altında alınan önlemler yoluyla krizin patronlar için bir imkana çevrilmesidir. Ama öte yandan krizler, kapitalist sistemin röntgenini çekerek, işçi ve emekçilerin nasıl ezilip sömürüldüklerini görmesini; krizden ve enkazın altından nasıl kurtulacaklarını anlamalarını da olağanüstü kolaylaştırır. Bu, sınıfın örgütlenme ve mücadele zeminini olağanüstü genişletir.
Burada hangi yanın öne çıkacağı, işçilerin krizin yükünü reddetme mücadelesinin başarısı tarafından belirlenecektir.
Bu konuda adım atıldığı ölçüde krizin yarattığı işsizlik, yoksullaşma, çalışma ve geçim koşullarının ağırlaşmasına karşı etkili bir mücadele yürütülebilir.
Aksi halde, krizin ortaya çıkardığı bütün sorunlar, işçilerin bireysel kurtuluş yolları aramasına, örgütlülüklerin dağılmasına yol açar ve mücadelenin zayıflayıp yenilgiye uğramasına yol açar.
2018’de krizin yükünü işçilere yıkma girişimlerine karşı örgütlenip karşı durulabildiği işyerleriyle, patronların dayatmalarına boyun eğilen işyerlerinde farklı sonuçlar alınması bunu gösteriyor. Dolayısıyla 2019’daki TİS’lere, işçilerin, bu deneyimlerin ışığında, bunlardan sonuçlar çıkararak ve mücadele dinamiklerinin hiç de küçümsenmeyecek dayanaklarına sahip oldukları bilinciyle gitmesinin koşulları vardır.
Sermaye sınıfının ve hükümetin seçimden sonra daha pervasız önlemleri devreye sokacağı ve krizin yükünü işçilerle emekçilere yıkmak için daha sonuç alıcı program ve planları hayata geçirmek isteyeceği açıktır.
Bu konuda Hükümetin, patronların ve patron örgütlerinin ortak hedeflere sahip olduğunu hem geçmiş mücadelelerden hem de son bir yıl içinde, “krizi önleme yöntemleri”nden görüyoruz.
Bu yüzden, şimdiden söylenebilir ki, patronlar ve hükümetin krizin yükünü işçilere yıkmak için TİSleri kullanacağı, dolayısıyla TİS’leri baskı altına alacağı tartışmasızdır.
Bugüne kadarki uygulamaları dikkate aldığımızda Hükümet ve patronların 2019 TİS’lerini istedikleri biçimde sonuçlandırmak için şöyle önlemler alacağını söylemek bir kehanet sayılmaz:
1-) İşçilerin ücret taleplerinin baskılanması için ücretlerdeki artışı “öngörülen enflasyon”a bağlayarak, TİS’leri fiilen anlamsızlaştırmak; bu, TİS’in fiilen ortadan kaldırılması demektir.
2-) İşçilerin taleplerini “kriz var” gerekçesiyle sınırlamak; ki bu sınırlama 2009 krizinde olduğu gibi, kimi işyeri ve işkollarında ücretlerin doğrudan düşürülmesine kadar da götürülebilir. Yeter ki, işçiler “hayır” demesin!
3-) TİS masasına işçilerin ağırlıklarını koymalarını için yapacakları eylemlerin polis-patron işbirliği ile engellenmesi, hatta yasaklanması.
4-) “Esnek çalışma” uygulamalarının TİS’lere geçirilmesi için (1990’lardan beri patronlar esnek çalışma yöntemlerini TİS metinlerine sokmak için uğraşıyor) dayatmalar yapmak; bunun için krizin yarattığı ortamı kullanmak.
5-) TİS’lerde uyuşmazlığa gidilmesi durumunda grevler yasaklanarak TİS’lerin Yüksek Hakem Kurulu’nda (YHK) bağıtlanmasını devreye sokmak; patronlar, bütün TİS’lerin mümkün olduğunca YHK’ya gitmesi için koşulları zorlayacaklardır.
6-) TİS’ler etrafındaki mücadeleyi boşa çıkarmak için psikolojik baskı uygulamak; grev yasakları bir “Demokles Kılıcı” olarak kullanılacağı gibi, baskıların “ekonomik OHAL” ilan edilmesine kadar götürülmesi sürpriz olmayacaktır!
GİDİŞATI BELİRLEYECEK OLAN İŞÇİLERİN İNİSİYATİFİDİR
Yukarıda söylenenleri yineleyelim: 2019 TİS’leri etrafında sürecek mücadele, aynı zamanda krizin yükünün hangi sınıfa fatura edileceğini belirleyecek bir mücadeledir. Elbette patronlar TİS’lerde krizin faturasını işçilere çıkarmayı amaçlarken, işçiler de sermayeye çıkarmak için taleplerinde ısrar edeceklerdir.
Eğer emek cephesi sadece “tehditleri” sayarak, patronların ne kadar emek düşmanı, Hükümetin ne kadar sermaye yanlısı olduğunu yineleyen bir “teşhir”le yetinirse, şu açık ki, yukarıda sözü elden saldırılara yenileri de eklenerek, TİS’ler işçilerin aleyhine gelişecek; krizin yükünün işçilere, emekçilere yıkılmasının dayanağına dönüştürülecektir. Bundan kuşku duymamak gerekir. Sermaye sınıfının sözcüleri, bunu başaracaklarını düşünerek “krizi fırsata çevirmek”ten söz edebiliyorlar.
Biz de, bu yüzden saldırılara karşı işçilerin, emekçilerin, sendikalarının, sınıf partisi ve tüm emekten yana güçlerin birlik olmasından, ortak bir mücadele hattına girmeleri gerektiğinden söz ediyor; bu ortak mücadeleyle işçilerin masaya ağırlığını ortaya koyarak, TİS’leri kendi isteklerine yakın biçimde sonuçlandırmaları gerektiğine vurgu yapıyoruz.
Hiç kuşkusuz ki burada belirleyici olan, işçilerin ve kamu emekçilerinin geniş kesimlerinin, talepleri etrafında birleşmesi ve nefeslerini TİS masasında hem patronların hem de sendika yöneticilerinin ensesinde hissettirmesidir.
Yukarıdan beri söylenenlerden ve bugüne kadar TİS mücadelelerinden çıkarılan derslerden yola çıkarak, 2019 TİS’leri için şunları söyleyebiliriz:
1-) TİS taslaklarını işçiler hazırlamalı: TİS taslaklarının işçi yığınları içinde tartışılarak hazırlanması ve sendika yönetimlerinin bu taslakları geriye doğru revize etmesine izin verilmemesi son derece önemlidir. Çünkü böylece TİS talepleri, dar ve sınırlı bir işçi çevresinin talebi olmaktan çıkıp, en geniş kitlelerin etrafında birleştiği talepler haline gelebilir.
2-) TİS süreci şeffaf olmalı: TİS görüşmelerini izleyerek, patronların teklifleri ve bunun karşısında sendika ve işçi temsilcilerinin tutumunun günübirlik işçilere yansıtılması ve her aşamasında nasıl bir tutum alınacağının işçiler arasında tartışmaya açılması bir zorunluluktur.
3-) İşçiler TİS masasını baskı altına almalı: İşçiler ve kamu emekçileri sadece TİS görüşmelerini izlemekle yetinmemelidir; işyerlerinde kimi eylemler, protesto toplantıları, yürüyüşler, mitingler ve fiili grevlere kadar uzanan eylemlerle TİS masasına pratik olarak ağırlık koyulması gerçek bir TİS için belirleyici önemdedir.
4-) İşçi onayı olmadan TİS imzalanmamalı: Masada belirlenen TİS sonuçları sendikacı ve işçi temsilcileri tarafından işçi (ve kamu emekçisi) yığınlara sunularak ancak yığınlar “evet” dedikten sonra imzalanmalıdır. Gerçek bir TİS için bu, olmazsa olmazdır.
5-) Grevler ‘yasaklamaya rağmen’ de sürebilmeli: TİS’lerin gelişme sürecinde resmen ya da fiilen grev gündeme geldiğinde; grevi göze almak, grevi hükümetin yasaklaması durumunda da sürdürebilecek bir mücadele hattına girmek, ileri işçilerin ve mücadeleci sendikacıların hiç gözden kaçırmamaları gereken bir durumdur. Mücadeleyi böyle bir eksende ele almayan bir yaklaşım, bugünün koşullarında bir TİS’in yenilgiyle sonuçlanmasına önceden razı olmak anlamına gelir.
6-) İleri işçiler ve mücadeleci sendikacıların inisiyatif alması belirleyici olacak: Sendikaların ve konfederasyonların büyük ölçüde sendika bürokrasisinin denetiminde olduğu dikkate alındığında, yukarıda ana hatlarıyla belirlenmeye çalışılan bir TİS mücadelesi, ancak ileri işçiler (ileri kamu emekçileri) ve mücadeleci sendikacılar gerekli inisiyatifi aldıkları ölçüde mümkün olabilecektir. Bu da elbette hem işyerlerinde hem de yerellerde, ileri işçiler ve sendikacıların, “işyeri komiteleri”, “kurullar”, sanayi havzalarında, iller ve ilçelerde her sektörden ileri işçiler ve sendikacıları bir araya getiren “sendikal birlik” ve “sendikal platformlar”, “emek platformları” gibi, bugüne kadar ortaya çıkan örgüt biçimlerini geliştirerek mücadelenin önüne düşmelerini gerektirmektedir. Bunun nasıl olacağı aslında az çok bir mücadele deneyiminden geçmiş işçiler tarafından bilinmektedir, büyük Metal Direnişi sırasında da görülmüştür.
***
Sonuç olarak; elbette ki TİS’lerde sadece krizle doğrudan bağlantılı talepler değil aynı zamanda işkolu ve işyerinin özgün talepleri, işçi sağlığı iş güvenliği gibi krizle doğrudan bağlantılı olmayan ama sınıf için son derece önemli talepler de gündemde olacaktır. Ama bunlar, TİS’lerin bu yılki “krizin faturasını kimin üstleneceği”ni belirleyici önemini azaltmayacaktır.
Sınıf partisi ve yerellerde emek mücadelesinden yana çevreler, kendi gelecekleri ile işçi sınıfı mücadelesi arasında bağ kuran her kesim 2019 yılındaki gündemlerini, yılın bu özelliğini dikkate alarak belirlemek durumundadırlar.
AKP Hükümeti ve sermaye krizi fırsata dönüştürmekte kararlı
Kuşkusuz ki Erdoğan ve Hükümeti, “Kriz mriz yok. Kriz var diyenler iç ve dış düşmanların sözcülüğünü yapıyor” derken ve ekonomide her şeyin yolunda gittiği konusunda mangalda kül bırakmazken, aslında çok ciddi bir ekonomik krizle karşı karşıya olunduğunu herkesten daha iyi biliyorlar! Ama onlar, krizin yıkıcı etkilerini seçim sonrasına ertelemek için “kriz yok” propagandası yaparken, krizin faturasını işçilere çıkaracak önlemleri devreye sokmaya başladılar bile. Ki bugün de bu sözde “kriz önleme” önlemlerini uygulamak için her fırsatı kullanmayı, yani “krizi fırsata çevirme” hamlelerini sürdürüyorlar.
Bugün de devam eden bu hamlelerin başlıcaları şunlardır:
İşten çıkarmalar: 2018 yılı içinde patronlar, kriz bahanesiyle pek çok işletmede belki kitlesel değil ama yaygın biçimde işçi çıkardılar.
Ücretsiz izinler: Pek çok küçük ve orta boy işletmede patronlar, işten atmanın yanı sıra “ücretsiz izinleri” de yaygın biçimde dereye sokarak, bunu, krizin yükünü işçilere yüklemenin yöntemi olarak kullandılar.
Ücretsiz fazla mesai: Gerçekte pazar sıkıntıları olmayan işletmelerin patronları da krizi bahane ederek, işçilere ücretini ödemedikleri fazla mesaileri dayatarak “kriz” baskısını, sömürüyü artırma girişimlerinin dayanağı yaptılar.
Ücret ödememe: Özellikle de küçük işletme patronları, işçilerin ücretlerini düzensiz ödeyerek, taksitlendirerek ya da hiç ödemeyerek krizin faturasını en kestirme yoldan işçilere çıkardılar.
Esnek çalışma uygulamalarının devreye sokulması: Patronlar, yıllardır devreye sokamadıkları, işçilerin çalışma koşullarını ağırlaştıran kimi “esnek çalışma uygulamalarını” devreye sokmaya çalıştılar. Büyük işletmelerde bu girişim işçiler tarafından reddedilirken, birçok işyerinde ise, bu yeni esnek çalışma yöntemlerinin uygulamaya sokulduğu biliniyor.
İşsizlik fonu yağması: Hükümetin son yıllarda “her eksiğini” işçilerden kesilen primlerle oluşturulan İşsizlik Fonu’ndan karşılamak için doğrudan ve dolaylı yöntemler kullandığı biliniyordu. Ancak krizle birlikte, İşsizlik Fonu “patronlara can suyu verilen bir kaynak” olarak kullanmaya başlandı. Sendikaların fonun yağmalanmasına ses çıkarmaması fonun yağmalanmasını kolaylaştırmaktadır.
Konkordato ilanı: Patronlar, özellikle yılın son çeyreğinde, içlerinde 50-60 yıllık tanınmış firmaların da yer aldığı firmaların “konkordato” ilan etmelerini kullanarak, krizin faturasını dolaylı yoldan işçi sınıfına yıkmayı amaçladılar.
Patronların bu uygulamalarına işçiler, en azından adı kamuoyunca da bilinen işletmelerde, boyun eğmeyerek, toplu iş bırakmaya kadar giden eylemlerle yanıt verdiler. Patronlar, kimi zaman girişimlerini geri çekmek zorunda kalsalar da, ülke çapında işten atmalardan esnek çalışma uygulamalarına kadar çeşitli yöntemler sürdürülüyor. Bunların daha da yoğunlaşacağı görülüyor.
Patronlar, bu yöntemleri 2019’da krizin derinleşmesi ve yaygınlaşmasına paralel olarak daha çok kullanacaktır.