Arif Koşar

GİRİŞ

1970’li yıllardan itibaren uluslararası kapitalist rekabetin şiddetlenmesiyle teknolojik gelişme ve yeniliklerin önemi artmıştır. Kar ve rekabete dayalı kapitalist sistemde, şirketler teknolojik yenilikler vasıtasıyla üretim maliyetlerini düşürmek, mevcut pazarları derinleştirmek ve yeni pazarlar yaratmak zorundadır.

Hem anaakım iktisat literatüründe hem de yaygın politik söylemde Ar-Ge ve teknolojik yenilikler şirket ve ülkelerin “sürdürülebilir” büyümesinde temel bir unsur olarak kabul edilmiştir. Buna göre bir ülkede refahın ve istihdamın artması, o ülkenin inovasyon yapma ve adapte etme kapasitesiyle orantılıdır.[1] Emperyalist veya bağımlı, geç veya erken kapitalistleşmiş hemen hemen tüm ülkelerde “inovasyonu teşvik eden politikalar” belirlenmekte, kimilerinde strateji haline getirilerek uygulanmaktadır.

Bu kapsamda şirketlerden başlayarak tüm ülke ekonomileri inovasyona odaklanmalı, eğitim sisteminden kültürel dünyaya kadar her şey rekabetçi, dolayısıyla da inovatif temelde organize edilmelidir.[2] Küresel rekabetin alabildiğine arttığı koşullarda uluslararası planda var olabilmek, oyunun içinde kalabilmek için bu, zorunlu bir koşuldur.[3] Ya yaratıcı olunacak, Ar-Ge faaliyetleri temelinde buluş ve inovasyonla sağlıklı bir büyüme sağlanacak ya da maliyet temelli rekabetin hükmünü yitirdiği dünyada her şey zamanla kaybedilecektir! Günümüzün “teknoloji devrimi”ne ve “bilgi toplumu”nun gereklerine uyum sağlamaktan başka çare yoktur.

Ar-Ge ve inovasyona dayalı büyüme stratejisi, küresel rekabetin ve neoliberal düsturun en önemli unsurlarından biridir. Hükümetler bu çerçevede stratejiler oluşturmakta, Ar-Ge’ye ayırdıkları payı arttırmaktadır. Bununla birlikte bu iktisadi söylem, neoklasik iktisadın genel zaafını tekrarlayarak, bilim ve teknoloji üretimindeki (Ar-Ge) tekelleşmeyi ve tekellerin kontrolündeki piyasaların yeni girişlere kapalı olduğunu dikkate almamaktadır. Tekellerin dışındaki şirketlere kalan ise Ar-Ge’nin uluslararasılaşması ve bağımlılık ilişkilerinin yeniden üretimi temelinde sınırlı bir hareket alanı olmaktadır. Dolayısıyla herkesin inovasyon pastasından çabası oranında pay alacağı ideal bir piyasa varsayımı kapitalist bir ütopik söylem olarak şekillenmektedir.

Bu makalenin temel konusu Ar-Ge ve inovasyon merkezli ekonomik söylemin göz ardı ettiği bilim ve teknoloji üretimindeki tekelleşme, kapsamı ise bu tekelleşmenin genel bir görünümüdür.

Bu çerçevede “Ar-Ge ve İnovasyonun İşlevi” başlıklı ilk bölümde kapitalist rekabet ve sermaye birikimi açısından Ar-Ge ve inovasyonun önemi ve zorunluluğu, “Ar-Ge’nin Evrimi” başlıklı ikinci bölümde Ar-Ge faaliyetlerinin mucidin laboratuvarından tekellerin araştırma merkezlerine uzanan tarihsel süreci kısaca özetlenecektir. “Dünyada Ar-Ge üretimi” bölümünde belirli ülke ve şirketlerin tekelci kontrolü istatistikler temelinde ortaya konulacak; dördüncü bölümde bu tekelleşmenin bazı sonuçları izlenecektir. Beşinci bölümde Ar-Ge faaliyetlerinde hiyerarşik bir işbölümü temelinde süren uluslararasılaşmaya değinilecek, “Sonuç” bölümünde ise Ar-Ge ve inovasyona dayalı ekonomik söylemin neoliberal politika ve emperyalist bağımlılık ilişkilerini sürdürülmesi işleviyle yüklü olduğu savunulacaktır.

1. AR-GE VE İNOVASYONUN İŞLEVİ

OECD’nin Frascati Kılavuzu‘na göre Ar-Ge; “insan, kültür ve toplumun bilgisinden oluşan bilgi dağarcığının arttırılması ve bu dağarcığın yeni uygulamalar tasarlamak üzere kullanılması için sistematik bir temelde yürütülen yaratıcı çalışmalar”dır.[4] Başka bir tanımda ise Ar-Ge makro açıdan yeni doğa ilkelerinin bulunmasından başlayıp yeni ürün ve üretim araçları yapımı ve denenmesine kadar bir dizi uygulamayı ifade etmektedir.[5] Mikro açıdan ise tüm işletme işlevlerinin ekonomik yönden bilimsel yöntemlerle incelenip analiz edilmesi, yorumlanması ve geliştirilmesi ile ilgili uygulamaların tümünü içerir.[6]

İşletmeler tarafından yapılan Ar-Ge faaliyetlerinin hedefi, ekonomik büyüme amacıyla teknolojik yenilik yani inovasyondur.[7] Kar maksimizasyonu ve karın sürekliliği amacı ile hareket eden şirketler milyarlarca dolarlık Ar-Ge yatırımını, “bilim-teknoloji gelişsin, insanlığa bizim de bir katkımız olsun” diye değil, doğrudan ticari bir fayda üretmek üzere yapmaktadır.

OECD ve Eurostat, Oslo Kılavuzu’nda üç tür inovasyon tanımlamıştır: Ürün yenilikleri, süreç yenilikleri, organizasyonal ve pazarlama yenilikleri.[8] Kapitalist rekabet açısından hepsi önemli olmakla birlikte, diğerlerine baskın olan iki yenilik türü üründe yenilik ve üretim süreçlerinde yeniliktir.

Rekabet ve maksimum kar arayışı temelinde işleyen kapitalizm kendi içsel işleyiş mekanizması gereği üretimi artırmak, emeğin üretken gücünü yükseltmek ve böylece ürün fiyatlarında düşüşe yol açmak zorundadır.[9] Bireysel kapitalistlerin ürettiği aynı özelliklere sahip ürünlerde en temel unsur fiyat rekabetidir.[10] Tam da bu nedenle uluslararası tekeller üretimlerini (ya da bir kısmını) üretim maliyetlerinin daha düşük olduğu ülkelere kaydırmışlardır. Ancak, sermaye içi rekabet tek boyutlu değildir. Fiyat rekabeti nedeniyle karlar üzerindeki baskı arttıkça sermaye yeni ürünler geliştirmek, böylece yeni pazarlar yaratmak ve mevcut pazarları derinleştirmek zorunda kalmaktadır.[11] Bunun için Ar-Ge harcamaları ve teknolojik yeniliklerin derinlikli bir biçimde kullanılması uluslararası rekabetin zorunlu ve kritik bileşenlerinden birisidir. Fiyat rekabetinin yanı sıra teknolojik yenilik (inovasyon) rekabeti 1970’lerden sonra, en azından belli başlı sektörlerde başat bir unsur haline gelmiş, Ar-Ge faaliyetleri temel bir önem kazanmıştır.

Ar-Ge ve inovasyon merkezli bu iktisadi politika büyük sermaye grupları, uluslararası tekeller, OECD, Dünya Ekonomik Forumu, Dünya Bankası gibi uluslararası organizasyonlar ve ticari danışmanlık şirketleri tarafından savunulmaktadır.[12] Ülkeler Ar-Ge yatırımlarını artırmak üzere bilim ve teknoloji stratejileri oluşturmakta, bu kapsamda şirketlere vergi indirimi, sigorta primi desteği, vergi muafiyeti ve gümrük muafiyeti gibi destekler sağlanmaktadır. Genel olarak bilim, teknoloji ve inovasyon politikalarının belirlenmesi ve uygulanması konusunda ülkeler arasında hızlı bir yarış ve benzeşme söz konusudur.[13] ABD’nin, Brezilya’nın, Türkiye’nin ya da Malezya’nın bilgi, teknoloji ve yenilik politikaları karşılaştırıldığında aralarında büyük benzerlikler olduğu görülebilir.[14] Ar-Ge’ye verilen desteklerin yanında ülkeler “Ulusal İnovasyon Sistemleri”ni geliştirmeye çalışmaktadır.  

Şirketlerin teknolojik yenilikler aracılığıyla üç biçimde aşırı-kar elde etmesi mümkündür:

Birincisi; üretim sürecindeki teknolojik gelişmelerle metaların fiyatlarının zamanla düşmesi ve böylece işgücünün değerinin azalmasına bağlı olarak göreli/nispi mutlak değerin artmasıdır.[15] Bu daha genel ve uzun süreli bir sonuç olduğundan yıl sonu karını heyecanla bekleyen bireysel kapitalistin stratejisinde yer bulmaz.[16] Bu, bireysel kapitalistlerin rekabet içerisindeki davranışlarının kendilerini aşan ve sermayenin organik bileşiminin giderek yükselmesiyle kapitalist krizlere yol açan sonuçlarından birisidir.

İkincisi; üretim sürecindeki teknik bir değişim, birim işçi başına üretilen mal ya da hizmet miktarını yani verimliliği yükseltir. Eğer üretim sürecindeki bu yenilik tüm sektörde henüz yayılmamış ve bireysel kapitalistin bir ayrıcalığı durumundaysa, bu düşük üretim maliyeti onun normalin üzerinde bir kar elde etmesini sağlar.[17]

Üçüncüsü ise yeni bir ürünün icat edilmesi ya da geliştirilmesiyle ortaya çıkan yeni piyasada, öncü olmanın sağladığı tekelci avantajı kullanan bireysel kapitalistin sağladığı aşırı kardır.[18] Örneğin dünyanın en büyük akıllı cep telefonu tekellerden birisi olan Apple, Iphone marka telefonlarının hem teknolojik üstünlüğü hem de imajı sayesinde büyük bir tekel karı elde edebiliyor. Keza, yine Apple’ın dijital müzik çaları Ipod, piyasaya sürüldükten kısa bir süre sonra wolkman’leri piyasadan sildi[19] ve özellikle başlangıçta büyük bir tekel karı elde etti. Birçok yeni teknolojik ürünün birinci ya da ikinci kuşak üreticisi aşırı kar sağlamıştır.

Ar-Ge ve teknolojik yeniliğin günümüz kapitalist rekabeti ve sermaye birikimi açısından son derece önemli rolüne rağmen, inovasyon temelli iktisadi strateji/söylemin varsayımları ekonomik ve toplumsal gerçekliğin en temel olguları ile çelişki halindedir. Bu makalede ele alınan konu açısından üç temel varsayımdan bahsedilebilir:

İlki piyasada yer alan “aktör”lere ilişkindir. Buna göre isteyen her “girişimci” özgür bir biçimde Ar-Ge’ye yatırım yapar, inovasyona dayalı katma değer üretir ve şirketini büyütebilir. Neo-klasik iktisatta ana ekonomik aktör, tam bilgi ortamında rasyonel davranış sergileyen tek tip temsili firmadır.[20] Oysa Ar-Ge faaliyetleri, günümüzde yüksek düzeyde maliyetli altyapı yatırımına bağlıdır ve bu nitelikteki yatırımı küçük ve orta ölçekli yatırımcıların yapması mümkün değildir. Tam da bu eşitsiz “olanaklar” (yani sermaye birikim düzeyi) nedeniyle, Ar-Ge harcamalarının çok büyük bir kısmı tek tip firmalar değil büyük tekeller tarafından gerçekleştirilmektedir. Küçük ve orta ölçekli işletmelere düşen inovasyon misyonu ise Ar-Ge alanındaki mevcut eşitsiz işbölümü nedeniyle oldukça sınırlıdır. Bu tür işletmeler, henüz başlangıç halindeki buluşların/inovasyonların “sınama tahtası” olarak, bunların tekellere devredilmesinde belirli bir işleve sahip olurlar.[21]

İkincisi, inovasyona dayalı bir strateji izlendiğinde ve inovatif bir ekosistem yaratıldığında çeşitli sektör ve ürün piyasalarında başarılı olunabileceği tezidir.[22] Bu yaklaşım ürün piyasalarının serbest rekabetçi olduğunu varsaymaktadır. Ülkelerdeki ürün piyasaları uluslararası şirketlere ve rekabete açılmıştır ve tekellerin etkinliği/kontrolü altındadır. Piyasalara büyük bir sermaye gücüne sahip olmadan girmenin ve rekabet etmenin koşulları alabildiğine sınırlandırılmıştır. Örneğin otomobil üretmek isteyen bir kapitalist, çeşitli yenilikler yapmış olsa bile, günümüz dünya otomobil pazarının tekelci yapısı göz önünde bulundurulduğunda buraya eşit bir “aktör” olarak giremez. Piyasa tekeller tarafından paylaşılmış ve büyük ölçüde kapalıdır. Mevcut sert ve yıkıcı rekabet esasen yine bu tekeller arasında sürmektedir.

Üçüncüsü, neoklasik iktisatta doğrusal yenilik modelleri her araştırmanın eninde sonunda inovasyona dönüşeceğini varsayar.[23] Dolayısıyla neo-klasik iktisadın ana amaçlarından birisi Ar-Ge faaliyetlerini artıracak politikalar tasarlamaktır. Ancak her araştırma bir teknolojik yenilikle sonuçlanmak zorunda değildir. Dolayısıyla büyük bir risk içerir ve her şirket bu riski alacak durumda değildir. Bu açıdan da tekeller avantajlı ve belirleyici konumdadır.

Görüldüğü gibi tek tip firma, rekabetçi piyasa ve araştırma-inovasyon ilişkisi düzeyinde kabul edilen üç varsayımda da göz ardı edilen temel olgu tekellerin egemenliğidir. Ar-Ge’de tekellerin egemenliği, kendi atölyesinde çalışıp icatlar yapan zanaatçı tipi teknoloji üretiminden dev araştırma merkezlerine uzanan ve sermayenin gerçek bir egemenlik kurduğu tarihsel bir sürecin sonucudur.

2. AR-GE’NİN EVRİMİ

18. ve 19. yüzyılın ilk yarısında sanayi devriminin temelini oluşturan teknik yeniliklerin tümü, zanaatkar ya da mühendis olarak tanımlanabilecek kişilerce gerçekleştirilmiştir.[24] Bilimsel ya da teknolojik ürünün meta haline gelmesi laboratuvarında fedakârca çalışan bilimcinin zanaatkâra benzeyen üretiminde gerçekleşmekteydi. O, çoğunlukla buluşunu satıyor, hatta patent alıyordu. Burada bilimcinin ürünü bir metadır, ancak zanaatkâra benzeyen bilimcinin emek süreci kendi özerk alanında kendi denetimi altındadır. Kapitalist, para sermayesi ile bilimciyi kendi hizmetinde meta üretmeye ancak dışsal olarak bağlayabilirdi. Bu bilimcinin emeğinin sermaye tarafından biçimsel olarak tahakküm altına alınmasıdır. Sermayenin bilim ile ilişkisi bu evrede emek süreci ve mekanizması açısından dışsaldır. Oysa bu devir 20. yüzyılın başında kapanmıştır.[25]

19. yüzyılda amatörce bir anlayışla, dağınık ve belirsiz zamanlarda yapılan çalışmalarla sürdürülen Ar-Ge faaliyetleri bugün geniş bir ölçeğe, bilimsel içeriğe ve mesleki uzmanlaşma boyutlarına ulaşmış bulunmaktadır.[26] Şirketlerin ayrı birimler olarak araştırma laboratuvarları kurmaya başlaması 19. yüzyılın ikinci yarısında özellikle Alman sanayinde görülmektedir. Bu bilimsel araştırmalar, 1870’lerle birlikte fizik ve kimya biliminde yaşanan gelişmelere dayanmıştır. Hoechst, Bayer ve BASF gibi firmalar bu alanda öncü olmuş, organik kimyadaki gelişme ve buluşları ticari alana aktarabilmek için endüstriyel Ar-Ge’ye yatırım yapmıştır.[27] Kapitalizmin 1870’lerde girdiği büyük krizin ardından yaşanan ve 1890’lara kadar süren durgunluktan sonra, teknolojik yenilik ile araştırma geliştirmeye yönelen yatırımlar hızlanmış, kurumsallaşmaya başlamıştır. Alman sermayesi bilimsel ve teknolojik üretimi üniversiteler, sanayi laboratuvarları, profesyonel meslek örgütleri, ticaret odaları, devlet destekli araştırmalar kanalı ile geniş bir şekilde örgütleme çabasına girmiş ve bilimi modern sanayinin temeli olarak kurumsallaştırmıştır. Alman sanayi ve akademisinin etkinliği ABD’yi de etkilemiş, ABD üniversitelerinin çoğunun devlet fonlarıyla desteklenmesi bu süreçte gelişmiştir. General Electric, Westing House, AT&T ve Dupont gibi büyük Amerikalı şirketler bilimi bir yandan teşvik ederken bir yandan da düzenlemeye girişmişlerdir.[28] Buna paralel biçimde devlet kurumları ve üniversitelerde endüstriyel araştırmayı destekleyen düzenlemeler yapılmıştır.

Böylece teknolojik ilerlemeler sermayenin doğrudan bir faaliyeti, kurumsal üretiminin bir sonucu olarak ortaya çıkmaya başlamıştır. 20. yüzyılda, özellikle en önemli teknolojik ilerlemelerin yer aldığı kimya, ulaşım ve telekomünikasyon gibi sektörlerde ilerlemeler uzmanlaşmış araştırma ve geliştirme laboratuvarlarında yürütülen sistematik çabalar sonucunda ortaya çıkmıştır. Yalnızca bilimsel faaliyet olarak, kâr amacı gütmeden yürütülen araştırma ve teknolojik gelişme eski önemini büyük ölçüde yitirmiştir.[29]

John D. Bernal, 1938 yılında ilk baskısını yapan “Bilimin Toplumsal İşlevi” kitabında, henüz o yıllarda bilimde yaşanan tekelleşmeyi şöyle betimlemiştir:

Ne var ki, bugün bilimin belli başlı uygulamalarını denetimi altında tutan rekabetçi değil tekelci sermayedir. İster tek bir firmanın egemenliği biçiminde olsun, ister aralarında anlaşarak fiyatları belirleyen ve işlemleri paylaşan çok sayıda firmanın egemenliği biçiminde, tekel koşullarında araştırma işine daha büyük miktarda para harcama olanağı vardır. Gerçekten de günümüz Britanya’sında hükümet dışında yürütülen sınai araştırmalarının 4/5’ü sayıları 10’ü geçmeyen büyük firmalar tarafından üstlenilmektedir. Almanya’da bu durum daha da gelişmiştir ve I. G. Farben Industrie gibi büyük sanayi kombinelerinin araştırma laboratuvarları, hükümet ya da üniversite kurumlarını geride bırakan önemli araştırma merkezleri haline gelmiştir.[30]

II. Dünya Savaşı sırasında savaş teknolojileri için dev araştırma merkezleri kurulmuştur. Bu tip merkezler sonraki dönemin de temel unsurlarından birisi olmuştur. Tekeller sermaye birikimleri oranında diğerleriyle rekabette üstün konuma geçmek için araştırma geliştirme işlevini kendi şirketleri bünyesine almışlar ya da sadece bu işlevi yerine getiren şirketler kurmuşlardır. Merkezi ve alt düzeydeki laboratuvarların etkinliği, bu araştırmaların şirketler ve devlet tarafından desteklenmesi giderek artmıştır. Laboratuvarlar arasında işbölümüne gidilmiş; büyük şirketlerin merkezi araştırma laboratuvarları temel araştırmalar ile uğraşırken, alt düzey araştırma laboratuvarlarına ise, bu temel araştırmalar doğrultusunda çıkan yeni teknolojilerden ürün geliştirme, yerleşmiş ürün ve süreçlerin geliştirilmesi görevi kalmıştır.[31]

Bu, bilimsel üretimin 19. yüzyıldaki gibi kapitalist kar mekanizmalarına biçimsel olarak bağlanmasından farklı bir evreyi ifade etmektedir. Bilim ve teknoloji üretimi sermaye birikiminin doğrudan bir uzantısı haline gelmiştir. Bilim insanının “bağımsız” ve “zanaatkar” formundaki üretimi yerini bilim emekçisinin doğrudan sermayenin ücretli çalışanı olduğu bir sömürü ve tahakküm ilişkisine bırakmıştır. Bilim ve teknolojinin üretim alanı, şirketlerin Ar-Ge bölümleri, doğrudan Ar-Ge’de uzmanlaşmış şirketler ya da şirketlerin ihtiyaçları doğrultusunda projelerini şekillendiren üniversite ve kamu kurumları olmuştur. Böylece sermayenin bilim üzerindeki biçimsel tahakkümünün yerini gerçek tahakkümü almıştır.[32]

3. DÜNYADA AR-GE ÜRETİMİ

Sektörel Ar-Ge harcamaları dört ana kategoriye ayrılmaktadır:

  • Ticari işletmeler
  • Yüksek eğitim kurumları
  • Devlet kurumları
  • Kar amacı gütmeyen kurumlar

OECD ülkeleri içinde yapılan Ar-Ge harcamalarının yüzde 69’u doğrudan kapitalist şirketler tarafından yapılmaktadır. Yüzde 17.6’sı üniversiteler, yüzde 11’i kamu kurumları, yüzde 2.4’ü kar amacı gütmeyen kurumlar tarafından gerçekleştirilmektedir.[33] Böyle bir kategorilendirme mümkün olsa da, diğer kurumların yaptığı çalışmalar da doğrudan kapitalistlerin ihtiyaçlarıyla uyumlu ya da onların yapamayacağı büyüklükteki araştırmaları yapmak üzere sürdürülmektedir.[34] 1970’li yıllardan beri üniversite-sanayi işbirliği ve üniversite teknoparkları ile bilimsel araştırmalar doğrudan sermaye birikiminin kısa ve orta vadeli çıkarlarına bağlanmıştır.

Bununla birlikte şirketlerin yaptıkları ya da fonladıkları Ar-Ge çalışmaları doğrudan uygulamaya, ürün veya üretim süreçlerinde yeniliğe odaklıdır. Ticari yarar sağlamayı hedefler ve Ar-Ge “performansı” açısından anlamlı bir kategoridir. Bu nedenle bu bölümde genel olarak önde gelen ülkelerin ve şirketlerin yaptıkları Ar-Ge harcamaları ele alınacaktır.

3.1. Ülkeler bazında Ar-Ge harcamaları

Dünya genelinde Ar-Ge yatırımlarında az sayıda ülkenin egemenliği söz konusudur. Grafik-1’de en yüksek Ar-Ge harcaması yapan 20ülkenin harcama miktarı görülmektedir. 2016 yılında ABD tek başına, dünyada yapılan Ar-Ge harcamalarının yüzde 25.6’sını yani dörtte birinden fazlasını gerçekleşmiştir. Çin yüzde 22.3’ünü, Japonya yüzde 8.3’ünü, Almanya yüzde 5.8’ini yapmaktadır.[35] Böylece sadece dört ülke dünya Ar-Ge üretiminin yüzde 62’sini, ilk 10 ülke yüzde 77’sini, ilk 20 ise yüzde 85’ini üstlenmektedir. Dünya Bankasının kişi başına düşen gelire göre yaptığı sınıflandırma dikkate alındığında, bu ilk 20’nin dışında kalan yüksek, yüksek-orta, düşük-orta ve düşük gelirli ülke kategorisindeki 175 ülke toplam AR-GE üretiminin sadece yüzde 15’ini gerçekleştirmektedir.

Grafik-1: İlk 20ülkenin Ar-Ge Harcamaları (Milyar dolar, 2016)

Kaynak: Unesco, Science,technology and innovation, http://data.uis.unesco.org/ (Erişim Tarihi: 07.08.2019).

Dünya genelinde bilim ve teknoloji üretiminin tamamına yakınının iki istatistiksel bölgede toplanmıştır. 2016 yılı verilerine göre tüm dünyadaki Ar-Ge harcamalarının yüzde 86.1’i Kuzey Amerika-Batı Avrupa (yüzde 46,5) ve Doğu Asya-Pasifik (yüzde 39.6) bölgesinde yapılmaktadır. Orta ve Doğu Avrupa’da yüzde 4.5, Güney ve Batı Asya’da yüzde 3.3, Latin Amerika ve Karayipler’de yüzde 3.2, Arap ülkelerinde yüzde 2, Sahra Altı Afrika’da binde 8 ve Orta Asya’da dünya Ar-Ge harcamalarının binde 1’i kadar harcama yapılmıştır. Kuzey ve Asya-Pasifik ülkelerinin bilim ve teknoloji üretiminde dünyanın geri kalanına nazaran net bir üstünlüğü söz konusudur.

Grafik-2’de en yüksek harcamaya sahip dört ülkenin 2004 ila 2017 yılları arasında Ar-Ge harcamalarındaki değişim izlenebilir. Çin’in hızlı büyüme temposu ile önümüzdeki yıllarda ABD’yi geçerek birinci sıraya yükselmesine kesin gözüyle bakılıyor. Yakın zamana kadar ABD bu alanda açık ara liderdi. 2004 yılında ABD’nin Ar-Ge harcamaları 305 milyar dolarla en yakın rakibi olan Japonya’nın (117 milyar dolar) yaklaşık 3 katıydı. Aynı yıl Çin’in Ar-Ge harcaması 70, Almanya’nın 62 milyar dolardı. 2016 yılına gelindiğinde ABD’nin Ar-Ge harcamaları yüzde 69’luk artışla 516 milyar doları buldu. Çin’in ise yüzde 544’lük bir artışla 451 milyar dolar oldu ve ABD’nin hemen ardından ikinci sırada yer aldı. Aynı yıl Japonya 168 milyar dolarla üçüncü, Almanya 118 milyar dolarla dördüncü sırada yer aldı.[36]

Grafik-2: ABD, Çin, Japonya ve Almanya’nın yıllara göre Ar-Ge Harcamaları
(Milyar dolar, 2004-2017)

Kaynak: Unesco, Science, technology and innovation, http://data.uis.unesco.org/ (Erişim Tarihi: 07.08.2019).

Dünya genelinde en yüksek Ar-Ge harcamasına sahip olan bu dört ülke aynı zamanda en yüksek GSMH’ye sahip dört ülkelerdir. Dünyanın en büyük ülkeleri toplam Ar-Ge harcamalarının büyük bir kısmını üstlenmiştir. Diğer bölge ve ülkelere bakıldığında Ar-Ge harcamalarında büyük bir uçurum olduğu görülebilir. Bu eşitsizliği, ülke ve bölgelerin GSMH’dan Ar-Ge harcamalarına ayırdıkları pay oranında da izlemek mümkündür. Ülkelerin GSMH’lerinden Ar-Ge’ye ayırdıkları pay, o ülkelerin bilim ve teknoloji üretme gücü ve olanağının da göstergelerinden birisidir. En yüksek oranlara sahip ilk 20 ülke Grafik-3’te görülebilir. Buna göre İsrail GSMH’sının yüzde 4.58, Güney Kore yüzde 4.55, İsveç 3.31, Japonya 3.2, Avusturya 3.16, Danimarka 3.1, Almanya 3.04, ABD 2.8, Finlandiya 2.76, Fransa 2.19, Çin 2.13’ünü Ar-Ge harcamalarına ayırmaktadır. Ancak, burada GSMH boyutu da önemlidir. Örneğin Çin’de bu oran yüzde 2.13 olmasına rağmen, mutlak olarak diğer ülkelerden çok daha büyük Ar-Ge yatırımı yapmaktadır.

Grafik-3: Ülkelerin Ar-Ge Harcamalarının GSMH’ya oranı (2017)

Kaynak: Unesco, Science, technology and innovation, http://data.uis.unesco.org/ (Erişim Tarihi: 07.08.2019).

Ar-Ge harcamalarına ayrılan payda İsrail dışında ilk 20 ülke, Kuzey Amerika, Avrupa ve Asya-Pasifik ülkesidir. Kuzey Amerika ve Batı Avrupa’da GSMH’dan Ar-Ge’ye ayrılan payın oranı 2.42, Doğu Asya ve Pasifik’te 2.06 iken diğer tüm istatistiksel bölgelerde yüzde 1’in altındadır (bkz. Grafik-4). Bu rakamlardan görüldüğü üzere dünyanın bir kısmı bilim ve teknoloji üretimi için büyük kaynaklar ayırırken, diğer kısmı ise hem mutlak olarak hem de GSMH’ye oran olarak Ar-Ge harcamalarına yeterli kaynak ayırmamakta ya da ayıramamaktadır.[37]

Grafik-4: İstatistiksel Bölgelerde Ar-Ge Harcamalarının GSMH’ya oranı (2016)

Kaynak: Unesco, Science, technology and innovation, http://data.uis.unesco.org/ (Erişim Tarihi: 07.08.2019).

Sektörler bazında ileri teknoloji alanındaki Ar-Ge faaliyetlerinde yine emperyalist ülke ve birlikler belirleyici ve egemen konumdadır. AB şirketleri, dünya genelinde otomobil ve diğer araçlar sektöründeki yapılan toplam Ar-Ge harcamalarının yüzde 47’sini, havacılık ve savunmada yüzde 47’sini ve sağlık endüstrilerinde yüzde 29’ını gerçekleştirmektedir. ABD şirketleri dünya genelinde bilgi ve iletişim teknolojileri hizmetleri sektöründeki tüm Ar-Ge harcamalarının yüzde 68’ini, sağlık endüstrilerinde yüzde 47’sini, bilgi ve iletişim teknolojileri üretiminde yüzde 40’ını, havacılık ve savunmada yüzde 39’unu tek başına gerçekleştirmektedir. Japon şirketleri kimyada yüzde 32, otomobil ve diğer araçlarda yüzde 24, endüstrilerde yüzde 22, Çin şirketleri BİT üretiminde yüzde 14, endüstrilerde yüzde 14 ve diğer alanlarda dünya genelinde yapılan Ar-Ge harcamalarının yüzde 20’sini üstlenmektedir.[38]

Bilim ve teknoloji üretiminde önemli göstergelerden birisi de Ar-Ge faaliyetlerinde çalışan araştırmacı sayısı ve oranıdır. Dünyada en fazla araştırmacının çalıştığı ülke 1 milyon 692 bin kişi ile Çin’dir. Onu 1 milyon 371 bin araştırmacı ile ABD takip etmektedir. Tablo-1’de görüldüğü gibi Çin ve ABD’yi Japonya, Rusya, Almanya, Güney Kore, İngiltere takip etmektedir.

Tablo-1: Ülkelerin araştırmacı ve milyon kişi başına düşen araştırmacı sayısı

Ülke Araştırmacı sayısı Milyon kişi başına araştırmacı sayısı
Çin 1.692.176 1.205
ABD 1.371.290 4.256
Japonya 665.566 5.210
Rusya 428.884 2.979
Almanya 399.605 4.878
G. Kore 361.292 7.113
Britanya 288.922 4.391
Kanada 155.128 4.274
İtalya 133.706 2.249
İspanya 126.633 2.732
Türkiye 100.158 1.259

Kaynak: Unesco, Science, technology and innovation, http://data.uis.unesco.org/ (Erişim Tarihi: 07.08.2019).

Çin bir buçuk milyonun üzerinde mevcuda sahip araştırmacı ordusuna ve 4 milyonun üzerinde tam zamanlı Ar-Ge çalışanına sahip olmasına rağmen nüfusa oranla araştırmacı sayısı düşüktür. Milyon nüfus başına düşen araştırmacı sayısı Çin’de 1205 iken ABD’de 4256’dır. Güney Kore’de 7113, Japonya’da 5210, Almanya’da 4878’dir.

Ayrıca, yoğun Ar-Ge faaliyetlerinin bir sonucu olarak aynı ülke ve bölgeler, en fazla inovasyon gerçekleştiren şirketlere sahiptirler. Dünyanın inovasyonda lider 1000 şirketi içinde yapılan araştırmaya göre (Grafik-5) çeşitli sektörlerde en inovatif şirketler Kuzey Amerika, Avrupa, Japonya ve Çin şirketleridir.

Grafik-5: Ülkelere göreyüksek teknolojili sektörlerde faaliyet yürüten en yenilikçi şirketler

Kaynak: Jaruzelski vd, What the Top Innovators Get Right, https://www.strategy-business.com/feature/What-the-Top-Innovators-Get-Right?gko=e7cf9 (Erişim Tarihi: 07.08.2019)

3.2. Şirket bazında Ar-Ge harcamaları

Büyük Ar-Ge yatırımlarının temel koşulu büyük ölçekli sermaye birikimidir. Bilim ve teknoloji üretimi sermaye birikiminin bir uzantısıdır. Ne kadar büyük bir sermaye birikimi olursa o ölçüde kapsamlı Ar-Ge yatırımının olanakları ortaya çıkmış olur. Bu nedenle en yüksek Ar-Ge harcamaları yapan ülkelerin sermaye birikiminin en büyük olduğu ülkeler olması tesadüf değildir. Benzer bir tablo Grafik-5’ten de görülebileceği gibi şirketler için de geçerlidir.

Grafik-6: Dünyada en yüksek Ar-Ge harcaması yapan ilk 20 şirket (milyar dolar, 2018)

Kaynak: Statista, Ranking of the 20 companies with the highest spending on research and development in 2018, https://www.statista.com/statistics/265645/ranking-of-the-20-companies-with-the-highest-spending-on-research-and-development/ (Erişim Tarihi: 07.08.2019)

2018 yılında yaptığı 22.6 milyar dolarlık yatırımla Amazon (ABD) dünyanın en fazla Ar-Ge harcaması yapan şirketi olup ilk sırada yer alırken onu 16.2 milyar dolarlık harcama ile yine bir ABD şirketi olan Google (Alphabet) takip ediyor.[39] Şirket bazında da Ar-Ge harcamalarında emperyalist ülkelerin tam bir kontrol ve egemenliği vardır. İlk 20’de yer alan uluslararası şirketlerden 10’u ABD, 4’ü Almanya, 2’si Japonya, 2’si İsviçre, birer tanesi de Fransa ve Güney Kore merkezlidir. Dünyada Ar-Ge’ye en çok yatırım yapan 2 bin 500 şirketten 778’i ABD, 577’si AB[40], 438’i Çin, 339’u Japonya merkezlidir. Bu dört ülke/birlik, dünyada tüm şirketlerin yaptığı Ar-Ge yatırımlarının yaklaşık yüzde 90’ını gerçekleştiren 2 bin 500 şirketin yüzde 85’ten fazlasına sahiptir.[41]  

Bu 2500 şirket içinde de yoğun bir merkezileşme/tekelleşme söz konusudur. En üstteki 10 şirket toplam harcamaların yüzde 15’ini, 50 şirket yüzde 40.2’sini, 100 şirket yüzde 52.9’unu, 500 şirket yüzde 80.8’ini gerçekleştirmiştir. Sadece 6 şirket 10 milyar Euro’dan fazla yatırım yapabilmiştir. Ülke ve bölge düzeyinde de sonuçlar benzerdir. İlk üç ülkedeki şirketler toplam harcamaların yüzde 62’sini, ilk 5 ülkedekiler yüzde 75’ini, ilk 10 ülkedekiler yüzde 91’ini yapmaktadır.[42]

AB ve ABD’de ilk beş şirket kendi ülkelerindeki Ar-Ge harcamalarının yüzde 20’sini, Çin’deki beş şirket yüzde 28’ini, Japonya’daki yüzde 24’ünü yapmaktadır.[43]

Dünya Ar-Ge harcamalarında az sayıda şirketin hakim olmasında emperyalist sömürü ve tahakküm ilişkilerinin sağladığı avantajlar önemli ölçüde etkilidir.

İlk olarak, erken kapitalistleşmiş ve emperyalizm döneminde uluslararası sömürü ile büyük sermaye birikimi sağlamış ülkelerdeki şirketlerin, oldukça yüksek maliyetli Ar-Ge yatırımları için bağımlı ve geç kapitalistleşmiş ülkelere kıyasla oldukça büyük fonları vardır. Bu fonlar sömürge ve bağımlı ülkelerin sömürüsü temelinde emperyalist ülkeler ve bu ülkelerdeki belli başlı şirketlerde birikmiştir. Bu nedenle en büyük Ar-Ge yatırımlarının ABD, Çin, Japonya ve Almanya gibi başta gelen emperyalist ülkelerin şirketleri tarafından yapılıyor olması olağandır.

İkincisi, Almanya, ABD, İngiltere gibi ülkeler kapitalizme oldukça erken bir zamanda geçtikleri ve sanayi devriminin sonuçlarından ilk yararlanan ülkeler oldukça için, bu ülkelerde bilim ve teknoloji üretiminin sermayenin doğrudan denetimine girmesi 1800’lü yılların sonları gibi oldukça erken bir tarihte olmuştur. Bilim ve teknoloji üretimi yer yer sıçramalar gösterse de tarihsel birikime yaslanmakta ve ilerlemektedir. Dolayısıyla bu tarihsel birikime sahip olan ülkelerde en ileri teknoloji şirketlerinin ortaya çıkması ve bu şirketlerin teknolojik yeniliklerin merkezi olması daha mümkündür.

Elbette, burada ifade edilen tarihsel olgular kesintileri, sıçramaları, eşitsiz büyüme ve bu tahakküm ilişkilerinden kurtuluş mücadelelerini reddetmez. Günümüz emperyalist bağımlılık ilişkilerinin yeniden üretilmesindeki tarihsel devamlılığı ve yapısallığı gösterir. Bilim ve teknoloji üretiminde Batı üstünlüğüne rağmen, özgün koşullarda Çin, önceleri teknolojiyi kopyalayarak, ardından da üreterek Ar-Ge faaliyetleri alanında dünyanın en önemli güçlerinden birisi haline gelmiştir. Devasa nüfusu, şirketlerin büyük devlet fonları ile desteklenmesi, ticari kapasitesi ve teknoloji transferini zorlayabilmesi ile Çin, oldukça özgün koşulları emperyalist amaçları doğrultusunda değerlendirmiş ve büyük ölçüde başarılı olmuştur. Keza geç kapitalistleşmiş bir ülke olan Japonya, teknoloji yoğun üretimi ile emperyalist bir güç haline gelmiş, ortaya çıkan büyük sermaye birikimi ile büyük ölçekli Ar-Ge faaliyetlerine girişmiştir. Dolayısıyla bazı geç kapitalistleşmiş ülkeler de, kapitalizmin eşitsiz gelişim dinamiklerine dayanarak emperyalist ülkeler durumuna gelmiş, bu emperyalist sömürü ile büyük fonları Ar-Ge harcamalarına ayırabilmişlerdir.

Bununla birlikte Ar-Ge faaliyetleri yüksek oranda merkezileşmiş/yoğunlaşmış faaliyetlerdir. Ülkelerde çok az sayıda firma toplam Ar-Ge harcamalarında yüksek oranda pay sahibidir. ABD’de 100 firma (şirketlerin binde 3’ü, 2014 yılı) toplam Ar-Ge harcamasının yüzde 55’ini, Almanya’da 100 firma (şirketlerin binde 9’u, 2013 yılı) yüzde 64.8’ini, Japonya’da 100 firma (şirketlerin yüzde 2.4’ü, 2014 yılı) yüzde 68.1’ini gerçekleştirmektedir.[44]

Şekil-1: Dünyanın en inovatif 10 şirketi

Kaynak: Jaruzelski vd, What the Top Innovators Get Right, https://www.strategy-business.com/feature/What-the-Top-Innovators-Get-Right?gko=e7cf9 (Erişim Tarihi: 07.08.2019)

Şirketler bazında inovasyonda yine yüksek düzeyde Ar-Ge harcamaları yapan şirketler üst sıralarda yer almaktadır. Strategy and Analysis’ın altı nitelik üzerinden yaptığı değerlendirmeye göre dünyanın en inovatif şirketi Apple. Onu yine dünyanın en fazla Ar-Ge harcamalarını yapan Amazon, Alphabet (Google), Microsoft gibi bilgi ve iletişim sektöründeki şirketler izliyor. İlk 10’da Samsung dışındaki büyün şirketler ABD şirketi.

4. AR-GE ÜRETİMİNDEKİ TEKELLEŞMENİN BAZI SONUÇLARI

Emperyalistler arasındaki mücadele ve yeni güçlerin eşitsiz gelişimi her zaman söz konusu olmakla birlikte, emperyalist ülkeler ve bağımlı ülkeler arasında yapısallaşmış bir ayrılık, uçurum ve işbölümü söz konusudur. Bilim ve teknoloji alanındaki bu üstünlük patent gibi fikri mülkiyet hukukuna dayalı tekelci mülkiyet ile korunmaktadır. Ancak bu fikri “koruma” sadece fikri mülkiyet haklarına değil zaten bu şirketlerin dünya üretim ve ticaretindeki tekelci hakimiyetine[45] ve ülkelerinin emperyalist tahakkümünün sağladığı olanaklara dayanmaktadır.[46] Dolayısıyla Ar-Ge üretimindeki tekelleşme nasıl sermaye birikiminin bir uzantısıyla, onun sağladığı olanakların korunması ve gerçeklik haline gelmesi de yine emperyalist sömürü ilişkileri ve sermaye egemenliğinin bir sonucudur.

Ar-Ge’ye yapılan yatırımlardaki tekelleşme, ortaya çıkan bilimsel ve teknolojik bilginin de tekelleşmesi sonucunu getirmektedir. Bu, aynı zamanda, üretilen bilginin ticarileştirilmesi sürecidir. 2017 yılında dünya genelinde toplam 3 milyon 170 bin patent başvurusunun 1 milyon 306 bini Çin orijinli kurum ve bireyler tarafından gerçekleştirilmiştir. Çin, tek başına kendisini takip eden ABD (524 bin 835), Japonya (460 bin 660) ve Güney Kore’nin (226 bin 568) toplamından daha fazla patent başvurusu yapmıştır. Beşinci sıradaki Almanya’nın (176 bin 235) başvuru sayısı da eklendiğinden bu beş ülkenin dünya genelindeki patent başvurularının yüzde 85.1’ini yaptığı görülmektedir.[47]

Grafik-7: Ülke tabanlı patent başvuru sayısı (2017)

Kaynak: WIPO, https://www3.wipo.int/ipstats/IpsStatsResultvalue (Erişim Tarihi: 20.07.2019).

Patent başvuru sayısında 1970’li yıllardan itibaren başlayan hızlı yükselişiyle Japonya 2011 yılına kadar ABD’nin önünde ilk sırada yer almıştı. 1990 yılında Japonya’nın yaklaşık 330 bin patent başvurusu varken, ABD’nin 91 bin, Almanya’nın 31 bin, Güney Kore’nin 9 bin, Çin’in ise sadece 6 bine yakın patent başvurusu vardı. 2000 yılında Japonya’nın patent başvuru sayısı 491 bine çıkarken, ABD’nin 280 bin, Almanya’nın 135 bin, Güney Kore’nin 86 bin, Çin’in ise 26 bin kadardı. 2012 yılında Çin 561 bin başvuru ile hem Japonya’yı (490 bin) hem de ABD’yi (473 bin) geçerek ilk sıraya yükseldi. Bir yıl sonra, 2013’te ABD (501 bin) Japonya’yı (473 bin) geçerek Çin’in (734 bin) ardından ikinci sıraya yükseldi. Bu tarihten itibaren Çin hızlı yükselişini sürdürdü. Japonya, Güney Kore ve Almanya’da küçük bir düşme ile ABD ise küçük bir yükselişle mevcut durumunu korudu.[48]

Grafik-8: Seçilmiş ülkelerin yıllara göre patent sayısının değişimi (1990-2017)

Kaynak: WIPO, https://www3.wipo.int/ipstats/IpsStatsResultvalue (Erişim Tarihi: 20.07.2019).

Patent başvurularının nerede yapıldığı da diğer önemli bir konudur. Örneğin ABD gibi uluslararası piyasalarda tekelci egemenliği olan bir ülke, patent başvurularının yüzde 44’ünü ABD dışında yapmıştır. Emperyalist yarışa daha geç katılan Çin için bu oran sadece yüzde 4.6’dır. Diğer büyük emperyalist ülkeler olan Almanya ve Japonya’da ise bu oran sırasıyla yüzde 58.4 ve 43.5’tir. Bu rakamlar Çin’in daha uzun bir emperyalist geçmişi olan Almanya, ABD ve Japonya ile karşılaştırıldığında, henüz yüksek teknoloji alanında dünya piyasalarında yeterince etkili olamadığını da göstermektedir.[49] Bu, sağlık endüstrisi, otomobil, bilgi ve iletişim hizmetleri gibi yüksek teknolojili sektörlerde dünya genelinde yapılan Ar-Ge harcamalarında Çin’in payının oldukça düşük olması ile de görülmektedir.[50]

Bilim ve teknoloji üretimi ya da Ar-Ge faaliyetlerinin verimliliğinin önemli göstergelerinden birisi de yayınlanan bilimsel ve teknik makale sayısıdır. Bu alanda Çin (426 bin 165 makale[51]) ve ABD’nin (408 bin 985) diğer ülkelere kıyasla açık bir üstünlüğü söz konudur. Yine Almanya, Japonya, Güney Kore gibi Ar-Ge üretimine büyük yatırımlar yapan ülkeler bilimsel ve teknik makale sayısında ilk 10’da yer almışlardır.

Grafik-9: Bilimsel ve teknik dergilerde yayınlanan makale sayısı (2016)

Kaynak: World Bank, Scientific and technical journal articles, https://data.worldbank.org/ (Erişim Tarihi: 20.07.2019).

Ar-Ge faaliyetlerinin belirli şirket ve ülkelerde tekelleşmesi, bu şirket ve ülkeleri ileri teknolojili ürün ve hizmet piyasalarında tekelci konumlarını korumalarını sağlıyor. Diğer yandan bu şirket ve ülkeler dünya piyasalarında tekel konumuna sahip olduklarından elde ettikleri aşırı kar ile Ar-Ge faaliyetlerini karşılayabilecek bir fona sahip oluyorlar. Dünyanın en büyük Ar-Ge yatırımı yapan 20 şirket içerisinde yer alan 6 otomobil şirketi aynı zamanda dünya otomotiv piyasasını kontrol eden başta gelen tekellerdir: Volkswagen (Almanya), Toyata (Japonya), Ford (ABD), General Motors (ABD), Honda (Japonya) ve Daimler (Almanya).[52]

Yine yüksek teknoloji temelli sektörlerde Ar-Ge harcamalarında lider olan şirket ve ülkelerin egemen olduğu görülüyor. Dünyanın en büyük Ar-Ge harcamasını yapan Amazon, e-ticaret alanında dünya lideri durumundadır. İkinci sıradaki Google, internet arama motorları piyasasının neredeyse tek başına hakimi olduğu gibi milyarlarca cep telefonunda kullanılan Android yazılımının sahibidir. Intel, çip üretiminde dünya lideri, Apple cep telefonu piyasasında dünyanın en büyük tekellerinden birisidir. Facebook Instagram ve Youtube’a sahip olmanın yanı sıra hala dünyanın en büyük sosyal ağıdır. Samsung elektronik ürün piyasasında dünyanın en büyük tekellerinden biridir. Johnson& Johnson, Novartis, Pfizer, Roche, Merk gibi Ar-Ge harcamalarında dünya lideri olan şirketler aynı zamanda kendi faaliyet alanlarında da dünya lideri konumundalar.[53]

Yine belli başlı emperyalist ülkeler, üretim süreçlerinde en gelişmiş teknolojiyi kullanma konusunda başı çekmektedirler. İlk sırada Japonya vardır. Hollanda ikinci, Almanya üçüncü sıradadır. Almanya’yı çok yakın değerlerle ABD ve Birleşik Krallık, ardından Fransa, Çekya, İspanya, Slovakya ve Çin takip etmektedir.[54] Araştırma yoğun endüstrilerin toplam üretilen gayrisafi katma değer içindeki payında Almanya yüzde 11.9 ile dünyada ilk sıradadır.[55] Onu yüzde 9.4 ile Japonya, yüzde 5.5 ile ABD, yüzde 3.5 ile Birleşik Krallık takip etmektedir. Almanya yüksek teknolojili ürün ihracatında Avrupa’da birinci, dünyada ikincidir.[56] 

Bu ve daha birçok örnekle gösterilebileceği gibi Ar-Ge alanındaki tekelci konum ile üretim ve piyasalardaki tekelci konum birbirini tamamlamaktadır. Uluslararası tekellerin büyük ölçekli sermaye birikimi, onlara bilim ve teknoloji üretiminin kontrolünü ellerinde tutma olanağı sağlamaktadır.

5. AR-GE’NİN ULUSLARARASILAŞMASI

Ar-Ge belirli merkezlerde toplanmış ve tekelci kontrol altında olmakla birlikte, bağımlı ve “gelişmekte olan”ülkelerde de artış içindedir. Gelişmiş ülkelerdeki önemli ve büyük teknoloji şirketleri, Ar-Ge yatırımlarını “gelişmekte olan” ülkelere kaydırmaktadır. Örneğin General Electiric’in Çin’de büyük bir araştırma merkezi varken, Çin’in telekomünikasyon şirketi Huawei araştırma yatırımlarını Çin dışına da taşımıştır.[57]

Ar-Ge ve inovasyona dayalı büyüme stratejileri, sadece emperyalist ülkelerde değil tüm dünyada neoliberal politikaların bir parçası olarak gündeme gelmektedir. Ancak Ar-Ge faaliyetlerinin uluslararasılaşması, nispeten yakın bir dönemin olgusudur. Özellikle 1990’lı yıllar dönüm noktasıdır ve bunun için belirli tarihsel koşulların ortaya çıkması gerekmiştir:

  • Uluslararasılaşan sermayenin 1970’lerdeki krizinin ardından azalan kar oranları karşısında dünya pazarlarında yükselen rekabetin bir gereği olarak Ar-Ge çalışmalarını yoğunlaştırması,
  • Bilgi ve iletişim teknolojilerinde çok hızlı ve güçlü biçimde yaşanan gelişmelerin uluslararası alana yayılması ve etkinlik kazanması,
  • GATTS ve TRİPS gibi uluslararası düzenlemeler sayesinde fikri mülkiyet “hak”larına dair hukuksal düzenlemelerin yapılması, patent hakları ve kurumlarının yerleşmesi, standartlaşmanın kurumsal düzenlemesi olan standart tespit kurumlarının kurulması,
  • Ülkelerde gerekli nitelikli emek gücü havuzunun yaratılması,
  • Ülkelerin Ar-Ge teşviklerine dair düzenlemeler.[58]

Bütün bu gelişmeler Ar-Ge’nin uluslararasılaşmasının zeminini hazırladığı gibi, tekeller arasındaki rekabet tarafından da zorunlu kılınmıştır. Rekabetin önemli bir unsuru haline gelen inovasyon, dünyanın dört bir tarafında Ar-Ge faaliyetleri ile üretilmekte, bunlar patentlerle özel mülkiyet alınmakta ve ticarileştirilmektedir. Ancak bu Ar-Ge üretimi, yukarıda ifade edilen verilerden de görüldüğü gibi emperyalist merkezlerin ve uluslararası tekellerin egemenliğine karşı değil onun bir uzantısı ya da bu temel mekanizmayı bozmayacak bir işbölümü temelinde işlemektedir.

Uluslararası tekellerin üretim maliyetlerinin daha düşük olduğu ülkelere sermaye ihracına yönelmesi gibi Ar-Ge faaliyetlerinin bir kısmı da maliyetlerin daha düşük olduğu ülkelere taşınmaktadır. Tekellerin Ar-Ge faaliyetlerini taşımasında bu ülkenin yatırım olanaklarının yanı sıra verdiği Ar-Ge desteklerinin de önemli etkisi olmaktadır. Örneğin Türkiye’de 5746 Sayılı “Araştırma, Geliştirme ve Tasarım Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun” ile yabancı Ar-Ge yatırımlarına büyük teşvikler verilmiştir. Türkiye’de bu kapsamda Ar-Ge yatırımı yapan uluslararası tekellerden bazıları şunlardır: Huawei (Çin), Jotun (Norveç), Ford (ABD), MAN (Almanya), MS Pharma (Luxembourg), Fiat (İtalya), Mercedes-Benz (Almanya), Procter&Gamble (İtalya), Unilever (Birleşik Krallık), Valeo (Fransa), Toyota (Japonya), Bosch (Almanya), Panasonic (Japonya).[59]

Kimi iktisatçılar tarafından Ar-Ge, inovasyon politikası ve ülke dışından gelen yatırımlarla “gelişmekte olan” ve bağımlı ülkelerin “gelişmiş” kapitalist ülkelere yetişme olanağının ortaya çıktığı, bu açıdan ülkeler arasında eşitliğin arttığı ileri sürülmektedir.[60] Oysa Ar-Ge’nin uluslararasılaşmasında, merkezi teknolojilerin üretiminin sermaye birikiminin yüksek olduğu erken kapitalistleşen ülkelerde kalması, bunun dışında kademelenen alanların geç kapitalistleşen ülkelerin bazılarına taşınması genelleşen bir olgudur. Yeni ürün ve üretim süreçlerini deneyen “sınama tahtası” işlevine sahip bu küçük ve orta ölçekli işletmeler “ekosistemi”, uluslararası tekellerin kendine eklemlediği “inovatif” “kültür ortamı” olmuşlardır. Uluslararası şirketler, dünya üzerine yayılan üretimlerinde bu “kültür ortamı”ndan yararlanmakta, onu etkilemekte, gelişmesi için olanakları uluslararası kurumlar ve devletlerarası anlaşmalar nezdinde desteklemektedir. Bu “inovatif” ortamda teknolojik yenilik üreten küçük ve orta ölçekli işletmeler ya tekeller tarafından satın alınmakta ya da buluşlarını tekellerin kullanımına sunmaktadır. Böylece sonuç alma konusunda önemli riskler taşıyan Ar-Ge çalışmalarındaki riskin önemli bir bölümü küçük ve orta ölçekli işletmelere aktarılmıştır.[61] Ar-Ge’nin uluslararasılaşması emperyalist hiyerarşi, işbölümü ve sömürü ilişkilerine karşı değil onun temelinde gerçekleşmektedir.[62]

SONUÇ

Maksimum ve sürekli kar arayışı temelinde işleyen kapitalizmde, Ar-Ge faaliyetlerine dayanan ürün yeniliği, özellikle yüksek teknolojili üretim alanında temel rekabet unsurlarından birisidir. Birbirine yakın fiyatlara sahip iki cep telefonu markasından birisinin daha iyi özelliklere ya da diğerlerinde bulunmayan tamamen farklı bir özelliğe sahip olması pazardaki rekabet açısından oldukça belirleyicidir. Bu pazarda kimi yenilikler, gerçek bir kırılma noktası yaratıp, yeni bir pazar alanı ortaya çıkartabilir. Örneğin akıllı cep telefonları, normal cep telefonu piyasasında kırılma yaratmış ve yeni şirketler cep telefonu piyasasında egemen olmuştur. Ancak bütün bu alanlar, uluslararası piyasalara güçlü erişimi olan, bunu emperyalist bir devletin desteğiyle güvenceye alan uluslararası tekellerin savaş alanıdır ve bu alana dışarıdan girmek imkansız olmasa bile imkansıza yakındır.

Küresel rekabet koşullarında bir ülke ya da şirketin “oyun”da kalabilmesi ve rekabetçiliğini sürdürebilmesi için inovasyona dayalı bir büyüme stratejisinin en temel unsur olduğu günümüz ekonomisinin temel kabullerinden birisidir. İnovasyon ise sistemli ve istikrarlı bir Ar-Ge faaliyetlerinin sonucu olabilir ve “sürdürülebilir” bir büyümenin teminatı olarak görülmektedir.

Ancak, sermaye birikimi ve sömürüden bağımsız bir inovasyon ve büyüme söylemi sorgulanmaya muhtaçtır. Özellikle 2008 krizinin ardından Ar-Ge harcamaları ve inovasyonda dünyanın başta gelen ABD, Almanya ve Japonya gibi ekonomilerinin hala “sağlıklı” ve “sürdürülebilir” bir büyüme oranı sağlamamış olması Ar-Ge ve inovasyon yatırımlarının tek başına sihirli bir anahtar olmadığını göstermektedir. Bir yandan “dördüncü endüstri devrimi” tespitini yapan OECD, diğer yandan uzun vadede dünya ekonomisindeki büyüme hızının yüzde 3.5’ten 2060 yılında yüzde 2’ye düşeceğini öngörmektedir.[63]

Ar-Ge ve inovasyon temelli ekonomik söylemde ifade edilenin tersine, her isteyen girişimcinin Ar-Ge çalışmaları yaparak ve patent alarak piyasada yer edinmesi, yaratıcılığa dayalı “katma değer” yaratması bilgi ve teknoloji üretimine devasa kaynaklarının yatırıldığı günümüzde gerçekçi bir öneri değildir. Küreselleşme söylemindeki uluslararası piyasalara özgürce girmeyi ve rekabet etmeyi öngören serbest piyasa miti teknoloji üretimi, ürün ve hizmet piyasalarında tekelleşme ile pratikte ortadan kaldırılmış, ancak egemen iktisat ve ekonomi politika tartışmalarında sanki varmış gibi davranılmaktadır.

Ar-Ge faaliyetlerinin yüksek maliyetli ve risk içeren doğası, bunu ancak büyük sermaye birikimine sahip şirket ve devletlerin gerçekleştirmesini mümkün kılmaktadır. Ar-Ge üretiminin uluslararası ölçekte yaygınlaşmasında ise temel güç uluslararası tekellerdir. Merkezi teknolojilerin üretiminin sermaye birikiminin yüksek olduğu erken kapitalistleşen ülkelerde kalması, bunun dışındakilerin geç kapitalistleşen ülkelere taşınması genelleşen bir olgudur. Teşvik edilen inovasyon ortamında küçük ve orta ölçekli işletmeler “sınama tahtası” işlevi görmektedir.

Makalede ifade edilen verilerden de görüldüğü gibi hem Ar-Ge faaliyetlerinde hem de bu faaliyetler sonucu başvurusu yapılan ve alınan patent sayılarında, buna dayalı yüksek teknolojili mal ve hizmet üretimi alanlarında uluslararası tekellerin ve belirli ülkelerin kesin bir üstünlüğü vardır. Bu egemenlik ağı içerisinde, eşitsiz ve sıçramalı gelişmeler yaşanmakta, yer yer yeni güçler dahil olmakta, diğerleri geriye düşebilmektedir. Ancak buna rağmen emperyalist ülke ve uluslararası tekellerin temel sektörlerde ve üretilen artı-değer üzerinde istikrarlı bir biçimde devam eden hakimiyeti söz konusudur. Ar-Ge’nin uluslararasılaşması ise emperyalist işbölümü, sömürü ve tahakküm ilişkilerine karşı değil onun temelinde gerçekleşmektedir.[64]

KAYNAKLAR

Akçomak, İ. S. (2016) “Bilim, Teknoloji ve Yenilik Politikalarının Kuramsal Çerçevesi”, TEKPOL Working Paper Series, https://docplayer.biz.tr/39515227-Bilim-teknoloji-ve-yenilik-politikalarinin-kuramsal-cercevesi.html#show_full_text (Erişim tarihi: 20.08.2018)

Arthur, C. (2017) Dijital Savaşlar: Apple, Google, Microsoft ve İnternet Savaşı, Çeviren: A. Önsan, İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları.

Asheim, B. T.; Smith, H. L. ve Oughton, C. (2011) “Regional Innovation Systems: Theory, Empirics and Policy”, Regional Studies, 45(7): 875-891.

Barutçugil, İ. S. (1981) Teknolojik Yenilik ve Araştırma Geliştirme Yönetimi, Bursa: Bursa Üniversitesi Yayınları.

Barutçugil, İ. (2009) ARGE Yönetimi, 1. Baskı, İstanbul: Kariyer Yayınları.

Başaran Özdemir, F. (2016) “Bilgi ve İletişim Teknolojileri Sektörü”, Bilim, Teknoloji ve Yenilik içinde, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi, 409-438.

BCG (2019) “The Most Innovative Companies 2019: The Rise of AI, Platforms, and Ecosystems”, https://www.bcg.com/publications/collections/most-innovative-companies-2019-artificial-intelligence-platforms-ecosystems.aspx (Erişim Tarihi: 20.07.2019);

Bernal, J. D. (2011) Bilimin Toplumsal İşlevi, Çeviren: Tonguç Ok, İstanbul: Evrensel Basım Yayın.

Deloitte (2018) “Artificial Intelligence Innovation Report”, https://www2.deloitte.com/content/dam/Deloitte/de/Documents/Innovation/Artificial-Intelligence-Innovation-Report-2018-Deloitte.pdf (Erişim Tarihi: 20.07.2019).

Demandt, B. (2019) Global Car Sales Analysis 2018, http://carsalesbase.com/global-car-sales-2018/ (Erişim Tarihi: 20.07.2019).

European Commission (2018) The 2018 EU Industrial R&D Investment Scoreboard, https://iri.jrc.ec.europa.eu/scoreboard18.html (Erişim Tarihi: 20.07.2019).

Fortune Global 500, https://fortune.com/global500/2019/search/?profits=desc (Erişim Tarihi: 20.07.2019).

Freeman, C. ve L. Soete (2003) Yenilik İktisadı, Çeviren: E. Türkcan, Ankara: TÜBİTAK.

GTAI (Germany Trade and Invest) (2018) Economic Overview Germany: Market, Productivity, Innovation, https://www.gtai.de/GTAI/Content/EN/Invest/_SharedDocs/Downloads/GTAI/Brochures/Germany/economic-overview-germany-market-productivity-innovation-en.pdf?v=10 (Erişim Tarihi: 20.07.2019).

Guillemette, Y. and D. Turner (2018), “The Long View: Scenarios for the World Economy to 2060”, OECD Economic Policy Papers, No. 22, Paris OECD Publishing, , https://doi.org/10.1787/b4f4e03e-en.

Jaruzelski, B.; Chwalik, R. ve Goehle, B. (2018) What the Top Innovators Get Right, https://www.strategy-business.com/feature/What-the-Top-Innovators-Get-Right?gko=e7cf9 (Erişim Tarihi: 07.08.2019)

Marx, K. (1979) Grundrisse, Çeviren: S. Nişanyan, İstanbul: Birikim Yayınları.

Marx, K. (1992) Felsefenin Sefaleti, Çeviren: A. Kardam, 5. Baskı, Ankara: Sol Yayınları.

Marx, K. (1997) Kapital: Üçüncü Cilt, Çeviren: Alaattin Bilgi, 3. Baskı, Ankara: Sol Yayınları.

Marx, K. (2012) Kapital: Birinci Cilt, Çeviren: M. Selik ve N. Satlıgan, İstanbul: Yordam Kitap.

McClellan, J. E. ve H. Dorn (2006) Dünya Tarihinde Bilim ve Teknoloji, Çev: Haydar Yalçın, Ankara: Arkadaş Yayınları.

Michael, E. P. (1990) The Competitive Advantage of Nations, London: Macmillan.

MÜSİAD (2012) Küresel Rekabet için Ar-Ge ve İnovasyon, İstanbul: Pelikan Basım.

Narin, Ö. (2008) “Teknolojik Değişim: Türkiye’de Üretim Araçları Üretimi (1996-2005)”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kalkınma İktisadı ve İktisadi Büyüme Bilim Dalı, İstanbul.

Narin, Ö. (2008) “Kapitalizm ve Bilimin Üretimi, Bilimsel Emek Sürecindeki Dönüşüm”, İktisat Dergisi, 494–495, http://people.cs.deu.edu.tr/ilker/dosyalar/KapitalizmveBiliminUretimiBilimselEmekSurecindekiDonusum_OzgurNarin.pdf (Erişim Tarihi: 20.07.2019).

Narin, Ö. (2009) “Bilim Üretim Süreci ve Üniversitelerde Dönüşüm”, Almanak: 2008 Analizleri, İstanbul: SAV, http://almanak.savportal.org/index.php/tr/item/297-bilim-uretim-sureci-ve-universitelerde-donusum (Erişim Tarihi: 20.07.2019).

Niinikoski, M. L. ve Kuhlmann, S. (2015) “In discursive negotiation: Knowledge and the formation of Finish innovation policy”, Science and Public Policy, 42(1): 86-106.

OECD (2005) Frascati Kılavuzu 2002: Araştırma ve Deneysel Geliştirme Taramaları İçin Önerilen Standart Uygulama, İstanbul: Tübitak.

OECD ve Eurostat (2005) Oslo Kılavuzu: Yenilik Verilerinin Toplanması İçin İlkeler, 3. Baskı, İstanbul: Tübitak.

OECD (2017) OECD Science, Technology and Industry Scoreboard 2017, https://www.oecd-ilibrary.org/sites/9789264268821-en/1/2/1/1/index.html?itemId=/content/publication/9789264268821-en&_csp_=8f65655d155463ebf0a186484e88cc30&itemIGO=oecd&itemContentType=book#ch1-sect1-1 (Erişim Tarihi: 20.07.2019).

OECD (2018) OECD Science, Technology and Innovation Outlook 2018, https://www.oecd.org/sti/oecd-science-technology-and-innovation-outlook-25186167.htm (Erişim Tarihi: 20.07.2019).

Partington, R. (2019) “Saudi oil company named world’s most profitable business”, The Guardian, 1 Nisan 2019, https://www.theguardian.com/business/2019/apr/01/saudi-aramco-oil-world-most-profitable-business-apple-exxon (Erişim Tarihi: 20.07.2019).

Porter, M. E. ve Stern, S. (2001) National Innovative Capacity: The Global Competitiveness Report 2001-2002, New York: Oxford University Press, 2-18.

Schumpeter, J. A. (1942) Capitalism, Socialism and Democracy, New York: Harper & Brothers.

Schwab, K. ve N. Davis (2019) Dördüncü Sanayi Devrimini Şekillendirmek, Çev. N. Özata, İstanbul: Optimist Yayınları.

Slaper, T. F., Hart, N. R. vd. (2011) “The Index of Innovation: A New Tool for Regional Analysis”, Economic Development Quarterly, 25(1): 36-53.

Statista, Ranking of the 20 companies with the highest spending on research and development in 2018, https://www.statista.com/statistics/265645/ranking-of-the-20-companies-with-the-highest-spending-on-research-and-development/ (Erişim Tarihi: 07.08.2019).

Steinmueller, E. (2010) “Economic of Technology Policy”, Hall, B. ve N. Rosenberg (der.), Hand Books in Economics, Economics of Innovation: Cilt 2 içinde, North Holland: Amsterdam, 1181-1218.

Strategy& (2019) “The 2018 Global Innovation 1000 Study”, https://www.strategyand.pwc.com/innovation1000#VisualTabs1|GlobalKeyFindingsTabs1 (Erişim Tarihi: 07.08.2019).

Unesco, Science, technology and innovation, http://data.uis.unesco.org/Index.aspx?DataSetCode=SCN_DS&lang=en# (Erişim Tarihi: 07.08.2019).

WEF (2019) “Europe: Competing for Global Innovation Leadership”, http://www3.weforum.org/docs/WEF_Innovate_Europe_Report_2019.pdf (Erişim Tarihi: 20.07.2019);

WIPO (2018) World Intellectual Property Indicators 2018, https://www.wipo.int/edocs/pubdocs/en/wipo_pub_941_2018.pdf (Erişim Tarihi: 20.07.2019).

Wonglimpiyarat, J. (2010) “Innovation Index and Innovative Capacity of Nations”, Futures, 42: 247-253.

World Bank, Innovation and Entrepreneurship, https://www.worldbank.org/en/topic/innovation-entrepreneurship (Erişim Tarihi: 20.07.2019).

World Bank, Scientific and technical journal articles, https://data.worldbank.org/indicator/IP.JRN.ARTC.SC?locations=US-CN-1W-JP-DE-GB-KR&most_recent_value_desc=true (Erişim Tarihi: 20.07.2019).

Yıldızoğlu, E. (28.12.2018) ABD-Çin gerginliği: Yeni Soğuk Savaş’a doğru mu?, BBC Türkçe, https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-46692891 (Erişim Tarihi: 07.08.2019).

Zerenler, M., Türker, N. ve Şahin, E. (2007). “Küresel Teknoloji, Araştırma-Geliştirme (AR-GE) ve Yenilik İlişkisi”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 17: 653-667.


[1] Porter, M. E. ve Stern, S. (2001) National Innovative Capacity: The Global Competitiveness Report 2001-2002, New York: Oxford University Press, 2-18, sf. 3.

[2] Asheim, B. T., Smith, H. L. ve Oughton, C. (2011) “Regional Innovation Systems: Theory, Empirics and Policy”, Regional Studies, 45(7): 875-891, sf. 886.

[3] World Bank, Innovation and Entrepreneurship, https://www.worldbank.org/en/topic/innovation-entrepreneurship (Erişim Tarihi: 20.07.2019).

[4] OECD (2005) Frascati Kılavuzu 2002: Araştırma ve Deneysel Geliştirme Taramaları İçin Önerilen Standart Uygulama, İstanbul: Tübitak, sf. 30.

[5] Ar-Ge’nin üç temel faaliyet alanı vardır: 1. Temel araştırma, görünürde herhangi bir özel uygulaması veya kullanımı bulunmayan ve öncelikle olgu ve gözlemlenebilir gerçeklerin temellerine ait yeni bilgiler edinmek için yürütülen deneysel veya teorik çalışmadır. 2. Uygulamalı Araştırma, yeni bilgi edinme amacıyla yürütülen özgün araştırmadır. Bununla birlikte uygulamalı araştırma, öncelikle belirli bir pratik amaç veya hedefe yöneliktir. 3. Deneysel geliştirme, araştırma ve/veya pratik deneyimden elde edilen mevcut bilgiden yararlanarak yeni malzemeler, yeni ürünler ya da cihazlar üretmeye; yeni süreçler, sistemler ve hizmetler tesis etmeye ya da halen üretilmiş veya kurulmuş olanları önemli ölçüde geliştirmeye yönelmiş sistemli çalışmadır (OECD, Frascati Kılavuzu 2002, sf. 30)

[6] Barutçugil, İ. (2009) ARGE Yönetimi, 1. Baskı, İstanbul: Kariyer Yayınları, sf. 27.

[7] Slaper, T. F., Hart, N. R. vd. (2011) “The Index of Innovation: A New Tool for Regional Analysis”, Economic Development Quarterly, 25(1): 36-53, sf. 37; Zerenler, M., Türker, N. ve Şahin, E. (2007). “Küresel Teknoloji, Araştırma-Geliştirme (AR-GE) ve Yenilik İlişkisi”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 17: 653-667, sf. 657-658.

[8] OECD ve Eurostat (2005) Oslo Kılavuzu: Yenilik Verilerinin Toplanması İçin İlkeler, 3. Baskı, İstanbul: Tübitak, sf. 20-21.

[9] Kapitalizmin teknik ilerleme ve yenilik zorunluluğunu ayrıntılı inceleyen düşünürlerin başında Schumpeter gelmektedir. Ona göre, bilgi ve teknolojideki gelişmeler ekonomik yapıyı kökten değiştirmekte, eski olanı yıkmakta ve yeniyi yaratmaktadır. “Yaratıcı yıkım” kapitalizmin esas temelidir; bilgi, teknoloji ve inovasyon bu iktisadi büyümenin/evrimin temel dinamiğidir (Schumpeter, J. A. (1942) Capitalism, Socialism and Democracy, New York: Harper & Brothers, sf. 83). Schumpeter, teknolojik yenilik üzerine önemli görüşlerine ve Marx’tan yararlanmasına rağmen, teknolojik yenilik ile sermaye birikimi arasındaki bağlantıya gereken önemi vermemiştir. Ekonomik büyümeyi emek gücü ile sermaye arasındaki sömürü ilişkisi çerçevesinde değil teknolojik yenilik temelinde ele almıştır.

[10] Marka, özgün tasarım, bilişsel unsurlar vb. tüketiciyi cezbedecek başkaca etkenler de rekabette etkili faktörlerdir.

[11] Üretim araçlarının gelişimi ve bu temelde göreli artı-değer artışı, aynı zamanda yeni tüketim ürünlerinin üretilmesinin zeminini hazırlamıştır. Artan uluslararası rekabet yeni ürün ve yeniliği daha büyük bir zorunluluk haline getirmiştir: “… nispi artı değerin üretimi yani üretici güçlerin artışı ve gelişmesine dayanan artık-değer artışı, yeni tüketimlerin üretilmesini gerektirecektir; dolaşım içinde ürünler çerçevesinin genişlemesi gibi, tüketim çerçevesi de genişleyecektir. Önce, varolan tüketimin nicelikçe genişlemesi, ikincisi, varolan ihtiyaçları daha geniş bir alana yaymak yoluyla yeni ihtiyaç yaratılması; üçüncüsü yeni ihtiyaçların üretilmesi, yeni kullanım değerlerinin keşfedilmesi ve yaratılması.”(Marx, K. (1979) Grundrisse, Çeviren: S. Nişanyan, İstanbul: Birikim Yayınları, sf. 446, vurgu bize ait).

[12] Örneğin OECD (2018) OECD Science, Technology and Innovation Outlook 2018, https://www.oecd.org/sti/oecd-science-technology-and-innovation-outlook-25186167.htm (Erişim Tarihi: 20.07.2019); WEF (2019) Europe: Competing for Global Innovation Leadership, http://www3.weforum.org/docs/WEF_Innovate_Europe_Report_2019.pdf (Erişim Tarihi: 20.07.2019); Deloitte (2018) Artificial Intelligence Innovation Report, https://www2.deloitte.com/content/dam/Deloitte/de/Documents/Innovation/Artificial-Intelligence-Innovation-Report-2018-Deloitte.pdf (Erişim Tarihi: 20.07.2019); BCG (2019) The Most Innovative Companies 2019: The Rise of AI, Platforms, and Ecosystems, https://www.bcg.com/publications/collections/most-innovative-companies-2019-artificial-intelligence-platforms-ecosystems.aspx (Erişim Tarihi: 20.07.2019); MÜSİAD (2012) Küresel Rekabet için Ar-Ge ve İnovasyon, İstanbul: Pelikan Basım. 

[13] Bkz. Steinmueller, E. (2010) “Economic  of  Technology  Policy”, Hall,  B.  Ve N. Rosenberg (der.), Hand Books in Economics, Economics of Innovation: Cilt 2 içinde, North Holland: Amsterdam, 1181-1218 ve Niinikoski, M. L. ve Kuhlmann, S. (2015) “In discursive negotiation: Knowledge and the formation of Finish innovation policy”, Science and Public Policy, 42(1): 86-106.

[14] Akçomak, İ. S. (2016) “Bilim, Teknoloji ve Yenilik Politikalarının Kuramsal Çerçevesi”, TEKPOL Working Paper Series, https://docplayer.biz.tr/39515227-Bilim-teknoloji-ve-yenilik-politikalarinin-kuramsal-cercevesi.html#show_full_text (Erişim tarihi: 20.08.2018), sf. 16

[15] Marx, K. (2012) Kapital: Birinci Cilt, Çeviren: M. Selik ve N. Satlıgan, İstanbul: Yordam Kitap, sf. 307-308.

[16] Bununla birlikte tarihsel süreçte sermayenin, geçim araçlarının fiyatlarını azaltarak, işçilerin ücretlerinin düşürülmesini hedeflediği örnekler vardır. 19. yüzyılda İngiltere’de toprak sahibi aristokrasinin savunduğu tahıl ithalatını sınırlandıran tahıl yasalarının kaldırılması için kapitalistler büyük bir mücadele vermiştir. Marx, konuyla ilgili 9 Ocak 1848’de Brüksel Demokratik Birliği’nde yaptığı konuşmada kapitalistlerin amaçlarını, kendi ağızlarından şöyle tarif etmiştir: “Tahıl üzerindeki gümrükten bir kez kurtulduk mu, dışarıdan daha ucuz tahıl ithal edeceğiz. Sonra da tahıl aldığımız ülkelerde ücretler arttığı anda da biz ücretleri düşüreceğiz. Böylece zaten sahip bulunduğumuz üstünlüklere ek olarak, bir de daha düşük ücret üstünlüğüne sahip olacağız ve bütün bu üstünlüklerle Kıtayı bizden satın almaya kolayca zorlayacağız” (Marx, K. (1992) Felsefenin Sefaleti, Çeviren: A. Kardam, 5. Baskı, Ankara: Sol Yayınları, sf. 207).

[17] Michael, E. P. (1990) The Competitive Advantage of Nations, London: Macmillan, sf. 72. Ayrıca “Kâr oranı düştüğünde, bir yandan, bireysel kapitalistlerin, gelişmiş yöntemler vb. ile kendi metalarının değerini, toplumsal ortalamanın altına düşürebilmelerini ve böylece, o günkü piyasa fiyatlarında fazladan bir kâr gerçekleştirebilmelerini sağlamak için, sermaye gayrete gelir. Öte yandan, hepsi de, genel ortalamadan bağımsız ve bu ortalamayı aşan fazladan bir kâr koparma amacına dayalı yeni üretim yöntemleri, yeni sermaye yatırımları, yeni serüvenler ile gözü dönmüşçesine girişimler yoluyla, bir kapkaççılık ve bu kapkaççılığı yaygın hale getiren ve isteklendiren bir ortam belirir” (Marx, K. (2003) Kapital: Üçüncü Cilt, Çeviren: Alaattin Bilgi, 4. Baskı, Ankara: Sol Yayınları, sf. 229, vurgu bize ait).

[18] Burada ayrıntılı bir biçimde tartışma olanağı olmamasına rağmen küçük bir notu eklemekte fayda var: Teknolojik yenilik ya da inovasyon aracılığıyla sağlanan aşırı-kar, emeğin değer yaratma gücünü yitirdiğine, kendi başına bilgi ya da teknolojik yeniliğin değer yarattığına kanıt olarak ileri sürülmektedir. Böylece emek gücü sömürüsüne dayalı eski toplumun ortadan kalktığı, “bilgi toplu”ma geçildiği varsayılmaktadır. Oysa yeni teknolojiler aracılığıyla yüksek kar sağlanan bu üç biçimde de elde edilen karın kaynağı teknolojik yenilik/inovasyon değildir. İlkinde, emek gücünün değerinin düşmesi ile -çalışılan toplam zaman değişmediği sürece- sermayenin el koyduğu artı-değer kitlesi artmaktadır. Burada mutlak çalışma süresinin uzaması değil, emek gücüne ödenen değerin (ücretin) azalması, böylece artı-değerin artması söz konusudur.[18] Daha kısa vadeli olan ikinci ve üçüncü biçimlerde şirket, üretim sürecinde ve üründe tekelci bir konuma sahip olduğundan artı bir kar elde edecektir. Yenilik/inovasyon bu karın kaynağı değil şirketin tekelci konuma gelmesini sağlayan araçtır. Tekelci konum nedeniyle (örneğin doğal kaynaklardaki tekelci konum), başka alanlarda da emek gücünün sömürüsü ile üretilen artı-değer tekellere transfer edilebilmektedir.

[19] Arthur, C. (2017) Dijital Savaşlar: Apple, Google, Microsoft ve İnternet Savaşı, Çeviren: A. Önsan, İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları, sf. 137, 169.

[20] Akçomak, Bilim, Teknoloji ve Yenilik Politikalarının Kuramsal Çerçevesi, sf. 10

[21] Narin, Ö. (2008) “Teknolojik Değişim: Türkiye’de Üretim Araçları Üretimi (1996-2005)”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kalkınma İktisadı ve İktisadi Büyüme Bilim Dalı, İstanbul, sf. 193-200.

[22] Neo-klasik iktisadın bu varsayımına göre her Ar-Ge harcaması teknolojik bilgi üretir; her teknolojik bilgi yeniliğe dönüşür ve her yenilik pazarda alıcı bulur. Akçomak, Bilim, Teknoloji ve Yenilik Politikalarının Kuramsal Çerçevesi, sf. 11.

[23] Akçomak, Bilim, Teknoloji ve Yenilik Politikalarının Kuramsal Çerçevesi, sf. 5.

[24] McClellan, J. E. ve H. Dorn (2006) Dünya Tarihinde Bilim ve Teknoloji, Çev: Haydar Yalçın, Ankara: Arkadaş Yayınları, sf. 335-36.

[25] Narin, Ö. (2009) “Bilim Üretim Süreci ve Üniversitelerde Dönüşüm”, Almanak: 2008 Analizleri, İstanbul: SAV, http://almanak.savportal.org/index.php/tr/item/297-bilim-uretim-sureci-ve-universitelerde-donusum (Erişim tarihi: 18.08.2019), sf. 5.

[26] Barutçugil, İ. S. (1981) Teknolojik Yenilik ve Araştırma Geliştirme Yönetimi, Bursa: Bursa Üniversitesi Yayınları, sf. 12

[27] Freeman, C. ve L. Soete (2003) Yenilik İktisadı, Çeviren: E. Türkcan, Ankara: TÜBİTAK, sf. 344-345.

[28] Narin, Ö. (2008) “Kapitalizm ve Bilimin Üretimi, Bilimsel Emek Sürecindeki Dönüşüm”, İktisat Dergisi, 494-495, http://people.cs.deu.edu.tr/ilker/dosyalar/KapitalizmveBiliminUretimiBilimselEmekSurecindekiDonusum_OzgurNarin.pdf (Erişim tarihi: 18.08.2019), sf. 12-13.

[29] Özgür Narin, Kapitalizm ve Bilimin Üretimi, Bilimsel Emek, sf. 16

[30] Bernal, J. D. (2011) Bilimin Toplumsal İşlevi, Çeviren: Tonguç Ok, İstanbul: Evrensel Basım Yayın, sf. 131.

[31] Narin, Kapitalizm ve Bilimin Üretimi, Bilimsel Emek Sürecindeki Dönüşüm, sf. 11, 12, 16.

[32] Narin, Bilim Üretim Süreci ve Üniversitelerde Dönüşüm, sf. 5.

[33] OECD (2017) OECD Science, Technology and Industry Scoreboard 2017, https://www.oecd-ilibrary.org/sites/9789264268821-en/1/2/1/1/index.html?itemId=/content/publication/9789264268821-en&_csp_=8f65655d155463ebf0a186484e88cc30&itemIGO=oecd&itemContentType=book#ch1-sect1-1, 18.08.2019.

[34] Örneğin, ABD devleti, internet dahil bilgi ve iletişim teknolojilerinin gelişmesinde, 1950’lerden itibaren uzunca bir süre başat rol oynamıştır (Başaran Özdemir, F. (2016) “Bilgi ve İletişim Teknolojileri Sektörü”, Bilim, Teknoloji ve Yenilik içinde, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi, 409-438, sf. 417-423).

[35] Yakın zamana kadar ABD bu alanda açık ara liderdi. 2004 yılında ABD’nin Ar-Ge harcamaları 305 milyar dolarla en yakın rakibi olan Japonya’nın (117 milyar dolar) yaklaşık 3 katıydı. Aynı yıl Çin’in Ar-Ge harcaması 70, Almanya’nın 62 milyar dolardı. Grafik-1’de görülebileceği gibi 2016 yılına gelindiğinde ABD’nin Ar-Ge harcamaları yüzde 69’luk artışla 516 milyar doları buldu. Çin’in ise yüzde 544’lük bir artışla 451 milyar dolar oldu ve ABD’nin hemen ardından ikinci sırada yer aldı. Aynı yıl Japonya 168 milyar dolarla üçüncü, Almanya 118 milyar dolarla dördüncü sırada yer aldı. 2017 yılına gelindiğinde ABD, Çin, Japonya ve Almanya’nın Ar-Ge harcamaları sırasıyla 543, 495, 175 ve 127 milyar dolar oldu.

[36] 2017 yılına gelindiğinde ABD, Çin, Japonya ve Almanya’nın Ar-Ge harcamaları sırasıyla 543, 495, 175 ve 127 milyar dolar oldu.

[37] Schwab, K. ve N. Davis (2019)      , Çeviren: N. Özata, İstanbul: Optimist Yayınları, sf. 85.

[38] EU (European Commission) (2018) The 2018 EU Industrial R&D Investment Scoreboard, https://iri.jrc.ec.europa.eu/scoreboard18.html (Erişim Tarihi: 18.08.2019)

[39] Strategy& (2019) “The 2018 Global Innovation 1000 Study”, https://www.strategyand.pwc.com/innovation1000#VisualTabs1|GlobalKeyFindingsTabs1, 18.08.2019.

[40] 135’i Almanya, 135’i Birleşik Krallık, 75’i Fransa, 59’u İsviçre.

[41] EU, The 2018 EU Industrial R&D Investment Scoreboard, sf. 22-23. 25 milyon Euro’nun üzerinde Ar-Ge’ye yatırımı yapan 2500 şirketin harcamaları, dünya genelindeki şirket bazındaki Ar-Ge yatırımlarının yaklaşık yüzde 90’ını, toplam Ar-Ge yatırımlarının ise yüzde 54’üne karşılık geliyor.

[42] EU, The 2018 EU Industrial R&D Investment Scoreboard, sf. 26-27.

[43] EU, The 2018 EU Industrial R&D Investment Scoreboard, sf. 28. AB’deki bu beş şirketin dördü otomobil sektöründe, ABD’de dördü BİT sektöründe. Japonya’da da AB’ye benzer bir biçimde dört şirket otomobil sektöründendir.

[44] OECD, Science, Technology and Innovation Outlook 2018.

[45] Türkiye’nin önemli sermaye örgütlerinden MÜSİAD’ın hazırladığı Ar-Ge ve Teknoloji raporunda, pazarlara giriş engellerinden şikayet etmesi, uluslararası tekellerin egemenliğinin sermayenin dilinden ifade edilmesidir: “… ileri seviyede araştırma ve geliştirme faaliyetinde bulunan güçlü sanayi ülkeleri, rakiplerine pazara giriş engelleri koymaya devam etmektedirler. Bu engeller de az gelişmiş ülkelerin gelişmiş ülkeleri teknolojide yakalamalarını zorlaştırmakta ve aradaki uçurum giderek açılmaktadır.” MÜSAİD, Küresel Rekabet için Ar-Ge ve İnovasyon, sf. 30

[46] Ülkelerle tarihsel ilişkiler, pazara girme kolaylıkları, geniş ticaret ilişkileri ve diğer bağımlılık anlaşma ve ilişkileri, ayrıca ticaret ve teknoloji savaşları, gerektiğinde ambargo ve yüksek tarife uygulamaları ile ekonomik baskı vb.

[47] WIPO (World Intellectual Property Organisation) (2018) World Intellectual Property Indicators 2018, https://www.wipo.int/edocs/pubdocs/en/wipo_pub_941_2018.pdf, 18.08.2019, sf. 27. 2018 yılında uluslararası patent başvurularında ABD 56 bin 142 başvuru ile en fazla başvuru yapılan ülke oldu. Onu 53 bin 345 başvuru ile Çin, Japonya (49 bin 702), Almanya (19 bin 883) ve Güney Kore (17 bin 14) takip ediyor. Bu beş ülke 2018 yılında toplam başvuruların yüzde 77.5’ine sahip durumda. 2009 yılında bu beş ülkenin toplam patent başvurularındaki payı yüzde 69.2 iken, ağırlıklı olarak Çin ve Japonya’nın başvuru sayısındaki artışlar bu yeni orana ulaşıldı. Dünya Bankası’nın kişi başına düşen ortalama gelir ile yaptığı sınıflandırma ile kategorize edilen düşük gelirli ülkelerden 2018 yılında toplamda sadece 16 başvuru yapıldı. En fazla başvuru yapan ilk 20 ülkenin 17’i bu kategorizasyona göre -çoğunlu Avrupalı- yüksek gelirli ülke. Üç orta gelirli ülke ise Çin, Hindistan (2 bin 13) ve Türkiye (bin 578). Bkz. WIPO, https://www.wipo.int/edocs/pubdocs/en/wipo_pub_901_2019.pdf, sf. 21-22.

[48] WIPO, https://www3.wipo.int/ipstats/

[49] WIPO, World Intellectual Property Indicators 2018, https://www.wipo.int/edocs/pubdocs/en/wipo_pub_941_2018.pdf, sf. 27. Ülke dışında yapılan patent başvurularında 2017 yılında ABD 231 bin 572 patent başvurusu ile birinci sırada iken Japonya 200 bin 480 başvuru ile ikinci sırada yer almaktadır. Çin 60 bin 372 patent başvurusuyla, üçüncü Almanya (103 bin 62) ve dördüncü Güney Kore’nin (67 bin 522) ardından beşinci sıradadır. Bkz. https://www3.wipo.int/ipstats/IpsStatsResultvalue. Kanada’daki yerli olmayan başvurucuların yüzde 52.8’i, İsrail’dekilerin yüzde 51’i, Meksika’dakilerin yüzde 52.8’i, Norveç’tekilerin yüzde 75.3’ü ABD şirketleridir. Almanya’daki yerli olmayan başvurucuların yüzde 36.5’i, Endonezya’dakilerin yüzde 34.2’si, Güney Kore’dekilerin yüzde 32.9’sı ve Tayland’dakilerin yüzde 49’u Japon kökenlidir. Fransa’daki yerli olmayan başvurucuların yüzde 24.7’si, İtalya’dakilerin yüzde 31’i Alman şirketleridir. Bkz. https://www.wipo.int/edocs/pubdocs/en/wipo_pub_941_2018.pdf, sf. 27-28.

[50] EC, The 2018 EU Industrial R&D Investment Scoreboard, sf. 28.

[51] Çin’de yayımlanan bilimsel araştırma makaleleri 2016 yılında 409 bine karşılık 426 bin makaleyle ABD’yi geçmiştır. Bunda Çin’in 1995-2013 arasında bilimsel araştırmalara ayırdığı kaynağın 30 kat artarak, 243 milyar dolara ulaşmış olmasının büyük katkısı var. Bkz. Yıldızoğlu, E. (28.12.2018) ABD-Çin gerginliği: Yeni Soğuk Savaş’a doğru mu?, BBC Türkçe, https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-46692891 (20.08.2019).

[52] Demandt, B. (2019) Global Car Sales Analysis 2018, http://carsalesbase.com/global-car-sales-2018/, 18.08.2019.

[53] Burada yine bir not düşmekte fayda var: Tekelci avantaja sahip olmanın günümüzdeki en önemli yollarından birisi bilgi ve teknoloji üzerindeki (Ar-Ge faaliyetleri sonucu patent gibi fikri mülkiyet hakları ile sağlanan) hakimiyettir. Ancak tek yol bu değildir. Devlet korumasına sahip ya da doğal kaynak tekeline sahip olan bir şirket de bu tekeline dayanarak aşırı kar elde edebilir. Örneğin 2018 yılında dünyanın en çok kar eden şirketi, yüksek teknoloji tekellerinden birisi değil, petrol kaynakları üzerindeki tekeli sayesinde Suudi petrol şirketi Aramco oldu. Aramco, 111 milyar dolarlık karı ile dünyanın en karlı şirketi olurken, teknoloji devi Apple’ı (59.4 milyar dolar) neredeyse ikiye katladı (Partington, R. (2019) “Saudi oil company named world’s most profitable business”, The Guardian, 1 Nisan 2019, https://www.theguardian.com/business/2019/apr/01/saudi-aramco-oil-world-most-profitable-business-apple-exxon (Erişim tarihi: 18.08.2019). Tekelci konum vasıtasıyla elde edilen bu aşırı karın kaynağı, başka alanlarda emek gücünün sömürüsü temelinde üretilen artı-değerin piyasadaki değişim aracılığıyla tekellere transferidir. Ayrıca, bilgi ve iletişim teknolojileri sektöründe yer alan, bu nedenle yüksek düzeyde Ar-Ge harcamaları yapan şirketler dünyanın en büyük ve en karlı şirketleri arasına girmiştir. Ancak hala enerji, finans, otomotiv sektörlerindeki şirketler, dünyanın en büyük ve karlı şirketler listede başı çekiyor. Sıralama şöyle: 1. Saudi Aramco (Enerji), 2. Apple (Teknoloji donanım ve ekipmanları), 3. Çin Sanayi ve Ticaret Bankası (Finans), 4. Samsung (Teknoloji donanım ve ekipmanları), 5. Çin İnşaat Bankası (Finans), 6. JP Morgan (Finans), 7. Alphabet (Google) (Yazılım ve hizmetler), 8. Çin Tarım Bankası (Finans), 9. Amerika Bankası (Finans), 10. Çin Bankası (Finans), 11. Royal Dutch Shell (Enerji), 12. Gazprom (Enerji), 13. Wells Fargo (Finans), 14. Facebook (Yazılım ve hizmetler), 15. Intel (Yarı iletken teknolojileri), 16. Exxon Mobil (Enerji), 17. AT&T (Telekomünikasyon), 18. Citigroup (Finans), 19. Toyota (Otomotiv), 20. Çin Kalkınma Bankası (Finans) (Fortune 500 Global, 2019). Dolayısıyla, bu yazıda Ar-Ge faaliyetlerine odaklanılmış olması ve bunun kritik önemine işaret edilmesi, dünya ekonomisinin sadece bilgi ve teknoloji üretimi temelinde işlediği anlamına gelmemektedir.

[54] GTAI (Germany Trade and Invest) (2018) Economic Overview Germany: Market, Productivity, Innovation, https://www.gtai.de/GTAI/Content/EN/Invest/_SharedDocs/Downloads/GTAI/Brochures/Germany/economic-overview-germany-market-productivity-innovation-en.pdf?v=10, 18.08.2019, sf. 7.

[55] Avrupa’daki araştırmacıların yüzde 23’ü Almanya’da çalışmakta ve yaşamaktadır.

[56] GTAI, Economic Overview Germany, sf. 9.

[57] MÜSİAD (2012) Küresel Rekabet için Ar-Ge ve İnovasyon, MÜSİAD Araştırma Raporları, İstanbul: Pelikan Basım, sf. 35.

[58] Narin, Bilim Üretim Süreci ve Üniversitelerde Dönüşüm, sf. 9-10

[59] https://www.itohaber.com/haber/english/208499/global_investors_establish_126_r_d_centers.html. Bu teşviklerin başında vergi indirimi, sigorta primi desteği, gelir vergisi stopajı, belgesel vergi muafiyeti, gümrük muafiyeti gelmektedir. Ar-Ge merkezleri, proje faaliyetleri nedeniyle oluşan tüm masrafları kurumlar vergisi matrahından düşülmektedir. Ar-Ge sigorta primlerinin yarısı, destek personeli ile işveren payı, ayrıca projenin kira, su, enerji, bakım ve onarım, iletişim, ulaşım, sigorta masrafları gibi harcamaların yanı sıra kitap, dergi ve diğer bilimsel yayınlarla ilgili masraflar devlet tarafından karşılanır. AR-GE personeli için yüzde 80-95 oranında gelir vergisi stopaj indirimi bulunmaktadır.

[60] Wonglimpiyarat, J. (2010) “Innovation Index and Innovative Capacity of Nations”, Futures, 42: 247-253, sf. 247.

[61] Narin, Teknolojik Değişim: Türkiye’de Üretim Araçları Üretimi (1996-2005), sf. 194-5

[62] Narin, Teknolojik Değişim: Türkiye’de Üretim Araçları Üretimi (1996-2005), sf. 185-187.

[63] Guillemette, Y. and D. Turner (2018), “The Long View: Scenarios for the World Economy to 2060”, OECD Economic Policy Papers, No. 22, OECD Publishing, Paris, https://doi.org/10.1787/b4f4e03e-en. Verimlilik artışı son 20 yıldır, özellikle de 2008 krizinden sonra düştü. Bu trend, araştırma ve inovasyon faaliyetlerinin ekonomik büyüme ve sosyal refahı arttırma kabiliyeti konusunda endişelere yol açtı. Akademisyenler yavaşlamanın sebeplerini tartışmaya devam ediyorlar. Bazıları verimliliğin kökeni olan inovasyonun düşük oranlarına işaret ediyor. Diğerleri ivonasyon ile onun verimlilik üzerindeki etkileri arasında tarihsel zaman gecikmesine dikkat çekiyor. İşletmelerin öğrenmesi, ilgili yapısal reformların yapılması, tamamlayıcı yatırımların yapılması ve son yeniliklerin geniş çapta benimsenmesi ve öncü yenilikçilerin ötesinde uyarlanmasıyla verimlilik krizinin biteceğini savunuyorlar. Verimlilik yavaşlamasının bir kısmı için potansiyel bir açıklama da giderek artan dijital ekonominin yanlış ölçülmesidir. OECD, Science, Technology and Innovation Outlook 2018.

[64] Narin, Teknolojik Değişim: Türkiye’de Üretim Araçları Üretimi, sf. 185-187.