Kadir Yalçın
Son derece zengin verileriyle tablo ortadayken, yanlışlığı bir yana, Rusya’nın “kapitalist bir ülke olduğu” ama “zayıf ekonomisi” ve “yetersiz sermaye ihracı” nedeniyle “emperyalist olmadığı” görüşünün kanıtı olarak iddia edilenlerin hiçbirinin Çin açısından geçerliliğinin iddia edilemeyecek olması, Çin’e olumlu yaklaşanlarla “ilgisizlik” pozisyonunda durmaya çalışanları bir açmazla karşı karşıya bırakır: Çin ya kapitalist emperyalist bir ülkedir ya da sosyalist bir ülke veya Troçki’nin kullandığı deyimle bir işçi devleti!
Sayısız aleyhte veri ortadayken Çin’i ne “sosyalist” ne de “işçi devleti” saymak kolaydır. Ancak Çin emperyalizmini hedef almaktan kaçınanların –emperyalist tanımlaması yapmalarına karşın “çok kutuplu dünya” ve onun bir gücü olarak “ilerletici” ve “halka yardım eden” “iyiliksever emperyalist” saydıkları Çin savunucularının emperyalizmi emperyalizm olmaktan çıkaran sahtecilikleri ayrı tutulursa– bu zor yükü sırtlanmaktan kaçınamayacakları ortadadır.
Dünyanın en devasa üretim “atölyelerinden”, sermaye ve meta ihracatçılarından ve iktisaden yayılmadığı kıta bırakmayan ülkelerinden biri olan Çin emperyalist sayılmayacaksa sıradan bir kapitalist ülke hiç sayılamaz. geriye kalan tek alternatif “sosyalist inşa sürecinde” bir ülke ve “yoz” ya da değil ama bir “proletarya diktatörlüğü” olduğudur. Bu iddianın birinci dereceden sahibi, Çin’de “uzun bir NEP dönemi” yaşanmakta olduğunu belirten Xi Jinping başta olmak üzere ÇKP ve ÇHC yöneticileridir. 2017’deki 19. ÇKP Kongresi’nde “Çin’e özgü sosyalizm yeni bir eşiği geçmiş ve yeni bir döneme girmiştir” diyen Xi, Çin’in “işçilerin ve çiftçilerin ittifakına dayanan, işçi sınıfının önderliğinde halkın demokratik diktatörlüğünün geçerli olduğu bir sosyalist ülke” olduğu iddiasındadır.[1] Xi, ÇKP MK Siyasi Bürosu’nun 26 Mayıs 2014’te düzenlenen 15. kolektif eğitim toplantısındaki konuşmasında ise, kapitalist bir kategori olan “pazarın belirleyici rolü”ne yaptığı vurguyla “sosyalist pazar ekonomisi” garabetini savunarak, gerçekte Çin’in kapitalist emperyalist bir ülke olduğunu açıklamıştır:
“Pazarın kaynakların tahsisinde belirleyici rol oynamasına izin verme formülasyonu, Partimizin Çin’de sosyalizmin gelişimini yöneten yasaları kavramada yeni bir teorik sıçrama ve Marksizmin Çin koşullarına uygulanmasında yeni bir başarıdır. Bu formülasyon Çin’de sosyalist pazar ekonomisinin geliştirilmesinde yeni bir aşamaya girdiğimizi simgeliyor.”[2]
Ancak bir ülkenin hem üretim, değişim ve dağıtım ilişkilerini belirleyen “piyasa ekonomisi”ne sahip ya da kapitalizmi restore etmiş olabileceği ve hem de “sosyalist bir ülke” sayılabileceği görüşü yalnızca ÇKP ve Xi gibi yöneticilerine özgü değil. Az sayıda olmayan parti, grup ve kişi bu düşüncede.
Bir ülkenin adı “komünist” olan bir parti tarafından yönetiliyor ve “sosyalistlik” iddia ediyor olması yeterli sayılarak, piyasa ilişkileri ve bürokrasinin egemenliğine rağmen eleştiriye açık “kötü” yanları olmasına karşın yine de bir “sosyalist ülke” olabileceği görüşü, modern revizyonizm savunageldiği tezler üzerine oturuyor.
Troçkist Karmaşa: İşçi Devleti, Sosyalizm ve Komünizm
Dolambaçlı teoriler ileri süren Troçki’nin görüşleri de gerçekte aynı kapıya çıkmaktadır.
Bilinir ki, “tek ülkede sosyalizm” olmaz diye düşünen Troçki “dünyadaki hiçbir ülke, sosyalizmi kendi ulusal sınırları içinde inşa edemez”[3] iddiasındadır. SSCB’de olduğu gibi “yalıtılmış bir işçi devletinin başarıları ne kadar önemli olursa olsun, ‘tek ülkede sosyalizm’ programı[nın] küçük-burjuva bir ütopya” olduğunu ileri sürer ve “yalnızca bir Avrupa ve devamında da dünya sosyalist cumhuriyetler fedarasyonu[nun], uyumlu bir sosyalist toplumun gerçek arenası olabil”mesini mümkün görür.[4] Ona göre belirli bir ülkede başarıya ulaşan proletarya devriminin önünde “iki seçenek vardır: a) dünya proleter devriminin gelecekteki zaferine kadar, tek ülkede proletarya diktatörlüğünün iktisaden güçlenmesine yönelik… olan yol (Rusya’da Sol Muhalefet’in bakış açısı); b) tecrit edilmiş bir ülkede bir ulusal sosyalist toplum kurmaya ve bunu ‘mümkün olan en kısa zamanda’ gerçekleştirmeye yönelik yol (şimdiki resmi tez).”[5]
Troçki’nin ne Marx ne de Lenin’le uyum içinde olan ilginçliği, tek tek ülkelerde “işçi devleti” ve “proletarya diktatörlüğü”nü olanaklı görmesi ve “işçi devleti” olarak tanımladığı SSCB’nin bir proletarya diktatörlüğü olduğunu kabul etmesi, ama tek ülkede varlığını olanaksız saydığı sosyalizmin ikisinin de zeminini oluşturmamasıdır. Proletarya “işçi devleti” ve proletarya diktatörlüğünün sosyal temelidir, ama egemen sınıf olarak örgütlendiği ülkede sosyalizmi inşa etmeye girişememekte, onun ancak “iktisaden güçlenmesine yönelik” bir yol izlemek ve bu içerikli önlemler almakla yetinebilmektedir!
Anlamlı olabilir mi? “Proletarya diktatörlüğünün iktisaden güçlenmesine yönelik” olan kamulaştırmalar sosyalizmin inşasından başka ne olabilir? Proletarya diktatörlüğünü güçlendirecek olan, herhalde zorunlu bir geçici geri geçilme olarak uygulanmış olan NEP ya da düpedüz kapitalizm olamaz. Ama kapitalizm değilse, sosyalizmden başka üçüncü bir “yol” mu vardır ki, Troçki böyle garip bir “yol” peşine düşmüştür?
Troçki’nin bulanık görüşleri, herhalde, onun, sosyalizmi ve sosyalizmin inşasına girişilmesini neredeyse komünizmin ikinci aşamasıyla özdeşleştirdiği ve tek ülkede olanaksız olduğunu ileri sürdüğü şeyin sosyalizm değil ama komünizm (ya da sosyalizm birinci aşama olarak tanımlandığında, ikinci aşaması) olduğu şeklinde anlaşılabilir. Sovyetler’e sosyalizmin kuruluşunu yasaklayan bu bulanık görüşlerin sosyalizmi komünizmle ya da onun birinci aşamasını ikinci aşamasıyla karıştırıyor olması, sosyalizmde sınıflar ve kentle kır arasındaki çelişkilerin ortadan kalkacağı iddiası ve proletarya diktatörlüğü kavrayışıyla da uyum içindedir.
Marx’ın proletarya diktatörlüğünü kapitalizmle komünizm arasında “geçiş dönemi” olarak tanımladığı bilinir. Weydemeyer’e mektubunda Marx, şunları yazmıştır:
“… modem toplumdaki sınıfların ya da bunlar arasındaki savaşımın varlığını keşfetmiş olma onuru bana ait değildir. Burjuva tarihçileri bu sınıf savaşımının tarihsel gelişimini, burjuva iktisatçılar da sınıfların ekonomik anatomisini benden çok önce açıklamışlardır. Benim yeni olarak yaptığım: 1) Sınıfların varlığının ancak üretimin gelişimindeki belirli tarihsel evrelere bağlı olduğunu; 2) Sınıf savaşımının zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne vardığını; 3) bu diktatörlüğün kendisinin bütün sınıfların ortadan kaldırılmasına ve sınıfsız bir topluma geçişten başka bir şey olmadığını tanıtlamak olmuştur.”
Ama kapitalizmle komünizm arasındaki “geçiş”e, yani proletarya diktatörlüğüne komünizmin birinci aşaması olarak sosyalizmden başka hangi üretim ilişkisi denk düşebilir? Kapitalizm de, sosyalizm de olmayan Troçkist bir muamma mı?
Açıktır ki, savaş komünizmi, NEP vb. türü geçici önlemler bir yana proletarya diktatörlüğünün ekonomik altyapıya ilişkin önlemleri sosyalist içeriklidir ve başka türlü olamaz!
SSCB ve Revizyonizm
Troçki, gerçekte, günümüzde Çin’le ilgili gündemde olan “tartışma”nın bir benzerini yakın geçmişte Sovyetler Birliği ile ilgili yürütmüştü. Önce, Troçki, proletarya diktatörlüğüyle (ve aslında onun tek üretim ilişkisi ve iktisadi temeli olabilecek sosyalizmle) bürokrasinin egemenliğinin uyuşabildiği düşüncesiyle, SB’ni proletarya diktatörlüğüne sahip bir ülke saymasına karşın “Stalinist bürokratik diktatörlük” tanımlamasıyla egemenliğin bürokrasinin elinde olduğunu iddia etmişti. Ardından modern revizyonizmin egemenliği ve kapitalizmin restore edilmesine rağmen, revizyonistlerle “orta yolcular”[6] SB’ni sosyalist ülke saymaya devam ettiler.
İşçi sınıfının devrimci partisinin kapitalizmin restorasyonu ve sosyal emperyalist bir ülkeye dönüşmesine karşın, çöküp dağıldığı 1990 öncesinde, SB ve SBKP’yi revizyonizmle suçlamakla birlikte “sosyalist” olarak tanımlamayı sürdüren “orta yolcu” akımlara yönelttiği eleştiriler arşivlerdedir. Revizyonizmi, kötü bir “sosyalizm türü” sayıyorlardı, modern revizyonizmin ekonomik temelinin kapitalizm olduğunu anlamamakta ısrarlıydılar.
Sadece adı değil, ideolojik ve politik kökleri modern revizyonizmde olan ve revizyonizmden koptuğunu kanıtlayacak bir özeleştirisi bulunmayan günümüz TKP’si de revizyonizmi “reel sosyalizm” olarak tanımlayıp savundu. SSCB ve SBKP’nin dağılmasından yıllar sonra da modern revizyonizmi savunmaktan vazgeçmeyen TKP yayını Gelenek dergisi, Özgürlük Dünyası ile yürüttüğü polemikte revizyonizmi “hata”, kapitalizmin çoktan restore edildiği SSCB’nin Kruşçev ve Brejnev yönetimindeki modern revizyonizmin egemenlik dönemini ise hala “sosyalist kuruluş süreci” ve “mirası” saymayı sürdürdü:
“Sovyetler Birliği’nde ‘reel’ karşılığını bulan sosyalist kuruluş sürecini bütünüyle mirasımız sayıyor ve Sovyetler Birliği’ne karşı emperyalist ideologlar önderliğinde sürdürülen saldırıların, isterse ‘devrimci’, hatta ‘komünist’ ön ekleriyle yapılmış olsun, işçi sınıfının uluslararası mücadelesine zarar verdiğini düşünüyoruz. Bu ‘aşırı ortodoks’ Marksizm olarak nitelendiriliyorsa, öyle olsun. Söz konusu olan Sovyetler Birliği olduğunda tavrımız hâlâ aynı; hatalarımız olabilir, bunlar da bizimdir, utanacak bir durumda da değiliz; hatalarımız daha iyi ve daha gelişkin ama yine ‘reel’ bir sosyalizmi kurma sürecimizde başvuru kaynaklarımız arasında yer alacaktır.”[7]
Üstelik revizyonizmi benimseyip savunmak “ortodoks Marksizm”di!
Devrimci ve Kruşçev sonrası revizyonizmin egemenliği ve kapitalizmin restorasyonu süreçlerini ayırt etmeden üzerine konuştuğu “Sovyet sosyalizmi” ile ilgili olarak yazmaya “tarihimizin en değerli parçalarından birisi” diye başlayan K. Okuyan da aynı düşüncede:
“TKP Programı bu nedenle yalnızca inkarcı veya ‘unutkan’ bir yaklaşımı reddetmekle kalmamış, Türkiye’de sosyalizm mücadelesi verilirken reel sosyalizmin birçok başlıkta son derece kritik bir referans noktası olabileceğine de işaret etmiştir.”[8]
TKP Programının yaklaşımı da Brejnev’le modern revizyonizmin egemenlik döneminde kapitalizmin restore edildiği 1970’ler SSCB’sine “sosyalizm” payesi veriyor:
“Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin öncülüğünde işçiler yeryüzünde bir düşü somut olarak inşa ediyordu… 1970’lerde gireceği ekonomik krize kadar büyümeyi sürdüren dünya kapitalizmi ile prestijli ve muzaffer sosyalizm arasındaki rekabete Soğuk Savaş damgasını vurdu. Sosyalizm Soğuk Savaş döneminde de ilerlemesini sürdürdü. Sosyalizm, dünyanın neredeyse üçte birine yayılırken… Sosyalizmin ilerlediği, kapitalizmin geri çekildiği bu konjonktürde 1970’lerde…”[9]
Programa göre, Rusya, SSCB değil, Rusya Federasyonu olarak, TKP’nin revizyonist SSCB’nin çözülüp dağılmasına ertelediği “karşı-devrim sonrasında kapitalist restorasyon sürecinden geç”mişti!
Bir başka örnekse, revizyonist Britanya KP’nin “piyasa sosyalizmi”ni Marksizm-Leninizme dayandırması. 2019’da bir heyetle Çin’e giden Britanya KP heyetinden yürütme komitesi üyesi J. Havard, partinin günlük gazetesi “Morning Star”da yayınlanan “İngiliz Komünistler 2019’da ‘Çin’e Özgü Sosyalizm’den ne anladı?” başlıklı metinde şunları söylüyor:
“Modern bir Birinci Dünya toplumuna doğru ilerlemek için kapitalizmi kullanmaları tamamen Marksist Leninist teoriye dayanıyor. Çin karakteristiğini tanımlamak zor, ama Sovyetler Birliği’nin çöküşündeki hatalardan ders aldıklarını söyleyebilirler. Bence Yugoslavya modeline baktılar, Yugoslavya’nın dağılmasında yaşananları bir kenara bırakırsak, Tito’nun piyasa sosyalizminin gerçek ekonomik modeline baktılar.”[10]
Ancak revizyonizm ve “piyasa sosyalizmi” denen kapitalizm türünü –eleştirilecek sorunları olsa bile– sosyalizme eşitleyen sadece revizyonistlerle “orta yolcular” değil.
Troçki ve SSCB
Troçki de benzer düşüncede ve Stalin yönetimini “bürokratik diktatörlük”, inşa edilmekte olan sosyalizmi “ekonomizm”le suçlamalarına rağmen “işçi devleti”nin, proletarya diktatörlüğünün varlığıyla (ve gerçekte onların kendisinden başka dayanağı olamayacak sosyalizmle) bağdaştırabildi.
Ekim Devriminin üzerinden 13 yıl geçmiş, Troçki artık III. Enternasyonal içinde kalmanın imkansız olduğunu ve 4. Enternasyonal’in kurulması gerektiğini ilan etmişti:
“Sol Muhalefet… seksiyonlarının yaşamına aktif katılım yoluyla… politikasında ve rejiminde bir iyileşme elde etmeyi umarak Komintern’in bir fraksiyonu olarak hareket etti… [ama artık] Moskova’nın Enternasyonal karikatüründen kopmanın zamanı gelmişti…”[11]
Anlamı, herhalde Komintern’le birlikte kurucu partisi SBKP ve yön verip yönettiği sosyalizmi inşa eden bir proletarya diktatörlüğü olan SSCB’nin “gericileşmesi” olmalıdır. Zaten “bürokratik diktatörlük” tanımı yaparak yaftayı da asmıştır. Ama hayır! “SSCB’ye karşı ne yapmalıyız” sorusuna, “Şimdi Bolşevik Parti artık yok” demesine rağmen verdiği yanıt şöyledir:
“Ancak Ekim Devrimi’nin temel toplumsal içeriği hala canlıdır. Bürokratik diktatörlük elde ettiği teknik başarılara rağmen, kapitalist restorasyon olasılığını büyük ölçüde kolaylaştırmaktadır, ancak neyse ki restorasyon noktasına henüz ulaşılmamıştır. Elverişli iç ve her şeyden önce uluslararası koşullarda, işçi devletinin yapısı yeni bir devrim olmaksızın Sovyetler Birliği’nin toplumsal temelleri üzerinde yeniden canlandırılabilir.”[12]
Bulanıklık ve karmaşa olağanüstü: “Canlı” olan “Ekim Devriminin toplumsal içeriği” nedir, üretici güç olarak egemen sınıf olarak örgütlenen işçi sınıfının önünün ardına kadar açılması olarak bu içerik sosyalizmden başka ne olabilir? Ya “elde edilen başarılar”? onlar da içeriksiz olamaz! Restorasyon da yoktur! Bu sözü edilen restorasyon, kapitalizmin restorasyonu değilse neyin restorasyonudur? Ve eğer kapitalizmin restorasyonuysa, iyi kötü sosyalizm adına ne inşa edilmişse onun restorasyonundan başka bir şey olabilir mi? Ve üstelik “yeni bir devrim olmaksızın” işler yoluna girebilecektir! Demek ki “bürokratik diktatörlük” o kadar da kötü bir şey değildir!
SBKP’nin bittiği ve Komintern’den koparak yeni bir enternasyonal kurulması gerektiği saptaması yapmasına karşın Troçki’nin kafası hala karışıktır ve kendisini “Stalinistler”le aynı cephede varsayar: “Karşı-devrimle mücadelede, Bolşevik-Leninistlerin Sovyet cephesinin sol kanadını oluşturacağı açıktır. Bütün bu durumdan Stalinistlerle koalisyon halinde bir savaş bloğu çıkacaktır…”; “işçi devleti” zordadır, ama “bürokratik yozlaşmasına” karşın varlığı sürmekte ve herhalde az-çok olsa bile “proletarya diktatörlüğünün iktisaden güçlenmesine yönelik” önlemler alınıyor olmalıdır: “işçi devleti yalnızca dünya devrimci hareketinin müdahalesiyle kurtarılabilir.”[13]
Yine “proletarya diktatörlüğünün bonapartist yozlaşması” sözünü ettiği bir başka makalesinde, Troçki’nin “geçerli olan ‘devlet kapitalizmi’ değil mi?” sorusuna verdiği yanıtı şudur: “Sovyet sistemi, mevcut haliyle bile, üretici güçlerin gelişimine daha önce hiç ulaşılmamış bir ritim kazandırmaktadır… Proleter devrim kapitalist mülkiyeti kamulaştırmıştır… Kamulaştırılmış mülkiyet, planlı ekonomiyle birlikte ayakta durur ya da düşer.”[14] Ona göre, SSCB’de Sovyet sisteminin ve “işçi devleti”nin varlığı tartışmasız bir gerçektir; o kadar ki, üretici güçleri hızla geliştirmektedir. Hem de bürokratik diktatörlüğe rağmen! Ve kafa karışıklığı ilginç boyutlardadır: “Kapitalist mülkiyet kamulaştırılmıştır” ve “kamulaştırma” “devlet kapitalizmi” içerikli de değildir. Öyleyse, sosyalizm değilse nedir? Sonuç odur ki, bürokrasinin egemenliğiyle işçi devleti (ve gerçekte “sürekli devrim” tezi dolayısıyla kabule yanaşılmayan sosyalizm) bağdaşmaktadır!
“Daha önceki bir dizi yazıda, üretim araçlarının millileştirilmesiyle belirlenen ekonomik başarılarına rağmen…” diye başlayarak devam eder: “Aynı zamanda, korkunç bürokratik yozlaşmaya rağmen, Sovyet devletinin, kamulaştırılmış üretim araçları temelinde ekonomi ve kültürün gelişimini sağladığı ve bu sayede bürokrasinin ve toplumsal eşitsizliğin tasfiyesi yoluyla emekçilerin gerçek kurtuluşunun koşullarını hazırladığı ölçüde, hala işçi sınıfının tarihsel aracı olmaya devam ettiği gerçeğini ortaya koyduk.”[15]
Peki, kendi kafasındaki yozlukla “Stalinist bürokratik diktatörlük” dediği şeyin “proletarya diktatörlüğünün yozlaşmış bir biçimi” olduğu görüşünde olan ve sosyalist inşayla bağdaşabildiğini düşünen Troçki bu safsatayı nasıl açıklıyor? Şöyle:
“Sovyet bürokratizmi, kent ile köy arasındaki, proletarya ile köylülük arasındaki, ulusal cumhuriyetler ve bölgeler arasındaki, köylülüğün farklı grupları arasındaki, işçi sınıfının farklı katmanları arasındaki, farklı tüketici grupları arasındaki ve nihayet bir bütün olarak Sovyet devleti ile kapitalist çevresi arasındaki toplumsal çelişkilerin ürünüdür… Bu çelişkilerden yararlanarak bürokratik mutlakiyet rejimini yaratır… Bu çelişkileri istismar eden bürokrasi, iktidarı kitle örgütlerinin elinden aldı. Bu anlamda bürokrasinin diktatörlüğünden ve hatta Stalin’in kişisel diktatörlüğünden söz edebiliriz. Ancak bu gasp, bürokrasi diktatörlüğünün toplumsal içeriği proleter devrim tarafından yaratılan üretici ilişkiler tarafından belirlendiği için mümkün oldu ve kendini sürdürebildi. Bu anlamda, proletarya diktatörlüğünün çarpıtılmış ama kuşku götürmez ifadesini bürokrasi diktatörlüğünde bulduğunu tam bir haklılıkla söyleyebiliriz.”[16]
Troçki, yalnızca sosyalist içerikli olabilecek “proleter devrim tarafından yaratılan üretici ilişkileri” bir türlü tanımlamaz. Ama, Lenin’in çağrılarıyla etkisini kırmaya yönelik sürekli mücadele yürütülmesine rağmen, kapitalizm ve toplumsal geriliğin, cahilliğin bir sonucu olarak kapitalist mülkiyetin kamulaştırılmasından sonra da varlığını sürdüren “bürokratizmi” hayalinde Stalin, parti, Sovyetler ve proletarya diktatörlüğü şahsında cisimleştirerek, onu, maddesi proleter, ama yalnızca “ruhu” küçük burjuva olarak resmeder:
“Sovyet bürokrasisi –geleneklerinde ‘Bolşevist’ ama gerçekte geleneklerinden çoktan vazgeçmiş, bileşiminde ve ruhunda küçük burjuva– proletarya ile köylülük… bürokratik merkezciliğin… toplumsal temeli budur.”[17]
Troçkistler ve Çin
Troçkist Sosyalist Parti (İngiltere) de onun görüşlerini günümüz Çin’ine uygulayarak, hiçbir zaman burjuvaziyi ve kapitalist sömürü ilişkilerini tasfiyeye yönelmemiş ve dolayısıyla hiç sosyalist olmamış olan ÇHC’nin 1949’dan beri hala “devlet kapitalizmine doğru ilerlediği”, ama kapitalizme varmadığı görüşündedir:
“Xi’nin rejimi diktatör bir tek parti rejimidir. İşçileri ve siyasi muhalefeti bastırmaktadır. Stalinist kökenlerinden aynı derecede demokratik olmayan bir devlet kapitalizmi biçimine doğru ilerlemektedir. Bürokratik otokrasiye ve krizle boğuşan, modası geçmiş kapitalizme karşı gerçek demokratik sosyalizmi savunuyoruz.”[18]
Türkiye’den, Troçkist 4. Enternasyonal’e bağlı DİP yöneticilerinden Levent Dölek’in “Çin’de sürekli devrim”[19] üzerine metni ve dolayısıyla çok sayıda gruptan oluşuyor olsa da Troçkizmin günümüz Çin’i üzerine değerlendirmeleri de benzer.
“Çin devriminin gerçekleşme biçiminin Ekim Devrimi’ne benzemiyor oluşuna dayanarak Çin’de bir işçi devletinin kurulmuş olma olasılığını reddetmek doğru değildir”[20] diyen Dölek, Çin’de bir “işçi devleti” kurulduğu görüşünde:
“Üçüncü Çin Devrimi [1949’da ÇHC’nin kuruluşunu ilan eden Çin demokratik devrimi] ile birlikte Çin’de bir işçi devleti kuruluyordu. Bu sadece devlet mülkiyeti ve dış ticaret tekelinden ileri gelmiyordu… işçi sınıfı hayat boyu iş güvencesine, kamusal eğitim ve sağlık hizmetine kavuşuyordu.”[21]
Ancak Dölek de, Troçki’nin SSCB ile ilgili olarak yaptığı “bürokratik diktatörlük” tanımlamasıyla eşgüdümlü olarak ÇHC’nin “işçi sınıfının öz örgütlerine dayanan bir işçi demokrasisi ile yönetilm”ediği düşüncesinde ve ona göre, Çin’de “devlet baştan itibaren yozlaşmış bir işçi devleti karakteri taşıyordu”.[22]
Buna rağmen, yine Troçki’nin SSCB ile ilgili belirttiği “kamulaştırmalar”ın Çin’de de gerçekleştirildiği görüşünde Dölek. Oysa Çin’de ulusal devrim düşmanı sayılan az sayıda komprador nitelikteki burjuvanın mülküne el kondu. Genel manada burjuvazinin mülksüzleştirilmesi süreci hiçbir zaman işlemedi. Aksine, Mao’nun üç üçte bir sistemine göre burjuvazi sistemin kalıcı bir bileşeni oldu, iktidardan üçte bir pay aldı. Bazı işletmeler kamulaştırma adı altında devlet-özel ortaklığı olarak “eski” sahiplerinin yöneticiliğinde işletildi ya da düpedüz özel mülkiyet olarak kaldı. Kısacası burjuvaziyi hedef alan genel bir kamulaştırma hiç gerçekleşmedi.
Bununla birlikte Dölek’in Troçki’den daha açık sözlü olduğu su götürmez. Troçki bulanık görüşleri ve kafa karışıklığıyla lafı evirip çevirir ve bazı istisnalar bir yana Rusya’da sosyalizm ve sosyalist inşadan söz etmezken, Dölek Çin’de açık olarak “sosyalizmin inşa edildiğini” düşünüyor: “… bir idari birim olan ‘Hsiang’lar içindeki tüm kooperatifler halk komünü adı altında birleştirildi. Büyük devlet çiftliklerinin hakim olduğu istisnai bölgeler dışında kır nüfusunun %80’i halk komünlerinde yaşıyordu. Halk komünleri idare ve finansmanda belirli bir özerkliğe sahipti ve kendi ölçeğinde tarım, sanayi ve ticareti birleştiriyordu. Topraklar komün mülkiyetine geçmişti, güvenlik milisler aracılığıyla sağlanıyordu. Bu özellikleriyle halk komünleri kırda sosyalist inşanın simgeleri oldular.”[23]
Kooperatifleşme tabii ki iyidir, ancak kooperatifler, ne denli adı komün olan “merkezler”de birleştirilmiş olurlarsa olsunlar, henüz kapitalist kuruluşlardır ve grup mülkiyetleri ve “finansal özerklik”leriyle sosyalist ilişkilerin unsurları sayılamazlar. Lenin’in “Rusya’da kooperatifleşme sosyalizm demektir, sosyalizmin inşası demektir” dediği doğrudur. Bununla kooperatifleşmenin son derece dağınık küçük köylü mülkiyeti ve üretiminin kimi henüz bireysel mülkiyet olarak kalsa bile kimileri bir araya toplanarak kooperatif mülkiyeti altında ve özellikle başlıca tahıl karşılığı kamulaştırılmış sanayiden makine tedarik edip emek üretkenliği artarak birlikte üretmeye başlamalarının sosyalizm yolunda atılmış önemli bir adım olduğunu belirtmiştir. Ancak açıktır ki, kooperatifler ve kooperatif üretiminin sosyalist inşaya bağlanması, iki temel faktöre ihtiyaç duyar. İlki, Rusya’da olduğu gibi işçi sınıfının egemen sınıf olarak örgütlenmesi ve ikincisi sosyalist inşanın yön vericisi sanayinin kamulaştırılmasıdır. Yoksa kendi başına, bizatihi kooperatifler kapitalist niteliklidir ve kapitalizme özgüdür; neoliberalizmle birlikte sayıları azalıp önemsizleşseler bile, Türkiye ve özellikle devlet kapitalizmi uygulamalarına sahip diğer birçok kapitalist ülkede çok sayıda örneğine rastlanır. Çin’deyse, Dölek’in az sonra aktaracağımız iddiasının tersine ve üstelik iddiasının dayanağı olarak belirttiklerinin de kanıtladığı gibi, öncelikle burjuvazi hiçbir zaman ortağı olduğu iktidardan uzaklaştırılmadı ve hiçbir zaman –yoz ya da değil– proletarya diktatörlüğü kurulmadı; ve ikincisi sanayi hiçbir zaman tümden kamulaştırılmadı, devlet mülkiyetinin kapitalist niteliğinin yanı sıra özel mülkiyet hep varlığını korudu. Dolayısıyla Çin kooperatifleri “sosyalist inşanın simgeleri” olamadı.
Öte yandan bu yanılgısı bir yana, Dölek’in Çin’de sosyalizmin inşa edildiğini söylemesi ilginçtir. Üstelik sosyalizmin inşası “kooperatiflerle” tarıma özgü kalmamış, sanayiyi de kapsamıştır. Dölek, üstelik bunu, tasfiye edilmeyip “burjuvazi ile ittifak” yapıldığını sıklıkla yineleyen Mao ve ÇKP’yi de düzelterek ileri sürmektedir:
“Burjuvazi yalnızca politik olarak devrilmemiştir, mülksüzleştirilmiştir. ÇKP, ne kadar ulusal burjuvaziyle yapılan ittifaktan bahsederse bahsetsin, sürece ana karakterini veren büyük burjuvazinin geniş çapta mülksüzleştirilmesi olmuştur. Geriye kalan özel sektör ise ciddi anlamda kontrol altında tutulmuştur. Özel sektöre %25 ilkesi getirilmiştir. Bu ilkeye göre işletme kârının %25’inin işadamına, %25’inin vergiye, %25’inin işçilerin refahı ve sendikalara, % 25’inin ise sermaye birikimine ve işletmenin çeşitli masraflarına aktarılması zorunlu kılınmıştır. Böyle bir uygulamanın özel mülkiyeti muhafaza etmesine karşılık kapitalizmin işleyiş yasalarını net biçimde sınırlandırdığı ortadadır.”[24]
Özel mülkiyeti muhafaza ederek, %25’i oraya %25’i buraya hesabıyla sözü edilenin olsa olsa ucube “piyasa sosyalizmi” olabileceği açıktır; ancak yine açık olan bunun kapitalist bir biçim olduğudur.
Dölek’e göre, “burjuvaziyi mülksüzleştirip”, “kapitalizmin işleyiş yasalarını net biçimde sınırlandıran” Çin’deki “sosyalist inşa”yı gerçekleştirense, yaman bir çelişkidir, ama “yozlaşmış işçi devleti”dir: “Çin’de burjuvazi, modern burjuva toplumunun çerçevesini oluşturması gereken bir ulus devletin kurulması görevini üstlenemiyordu… bu görevleri ‘birilerinin’ üslenmesi ve proletaryanın programının parçası olan sanayide ve toprakta kamu mülkiyeti, dış ticaret tekeli ve herkese çalışma hakkı ile emek gücü piyasasının etkinliğini yitirmesi temelinde gerçekleştirmiş olmasını nasıl açıklarız?… Çin’de proletarya diktatörlüğü (yozlaşmış işçi devleti biçiminde) bu görevleri çözmüştür.”[25] Dölek, burjuvaziyi bunca el üstünde tutan ÇKP’ye yakıştırdığı “proleter” tanımlamasıyla “Proleter öncüsünün yanlış bir programatik ve politik yönelişe sahip olmasının yaratacağı sonuçları ayrıca ele” alacaktır; ancak “Çin’de yaşanan devrimin ÇKP önderliğindeki köylü ordusunun burjuvaziyi yenilgiye uğratarak başarıya ulaşmış olduğu açıktır”[26] görüşündedir.
Troçki’ye atıfla “Sürekli Devrim kuramının öngördüğü gibi ulusal kurtuluşun tam anlamda gerçekleşmesi için proletarya diktatörlüğü yönünde güçlü bir tarihsel eğilim olması[nın] ÇKP’yi sonunda iktidarı almaya zorla”dığını söyler:
“Aynı tarihsel eğilim[in], ÇKP iktidarına, ekonomik gücünü kullanarak sürekli tehdit yaratan burjuvazinin mülksüzleştirilmesi yönünde de etkili” olduğunu ekler. “Ancak” der, “ÇKP’nin iktidarı ele geçirişi salt bir tarihsel eğilimin ürünü olarak da görülemez. ÇKP bağımsızlığını önce Çin milliyetçi burjuvazisinden daha sonra da Stalinizmden koparak elde etmiştir. Bu bağımsızlıktır ki, ÇKP’nin iktidarı ele geçirmesini ve sosyalizme yönelmesini mümkün kılmıştır.”[27]
Çin devleti “yozlaşmış bir işçi devleti”dir, yine de buna karşın yönetici partisi olan ÇKP “sosyalizme yönel”ebilmiştir! Paye üstüne paye dağıtır: Hem “sosyalizme yönelmiştir”, hem de “Leninist partinin devrimci karakteri ÇKP’de mevcuttur”![28]
Çin, proletarya diktatörlüğüne de sahiptir, kapitalizmi de ilga etmiş ve sosyalizmin inşasına girişmiştir, ancak bir kusuru vardır: “Bürokrasinin egemenliği, işçi demokrasisinin oluşmasına fırsat vermemiştir”! Dölek şöyle yazar:
“Kurulan proletarya diktatörlüğü burjuvaziyi mülksüzleştirmiş ve kapitalizmi ilga etmiştir. Buna karşılık ÇKP’nin bürokratik karakteri işçi demokrasisini oluşmasına fırsat vermeden boğmuş, devrimin ulusal ölçekteki sürekliliğini bürokrasinin çıkarlarına terk ederek durdurmuştur.”[29]
***
Dünya genelinde olduğu gibi Türkiye’de de Troçkist hareketin Çin’e ilişkin değerlendirmeleri hatalı bir görüş olmanın ötesinde emperyalist gericiliğe sunulan bir destek olarak işlev kazanmaktadır.
Çin’i “sosyalizmi inşa eden”, “inşa sürecinde olan” ya da yozlaşmış olsa da bir “işçi devleti” olarak gören bu yaklaşım, eleştirilerine rağmen, Çin emperyalizmine ilerici bir rol biçmektedir. Troçkistler Çin’i “bürokratik bir diktatörlük”, “Stalinist bürokrasi”, “yozlaşmış işçi devleti”, “kapitalist restorasyon” sürecindeki “sosyalist ülke” gibi farklı nüanslarla tanımlarken, çok sert görünen bu eleştirilerin tamamı, dünyanın en büyük emperyalist güçlerinden birisi olduğu gerçeği karşısında, Çin’e eleştirel bir destek sunmaktadır. Troçkistlerin yaklaşımı, Çin’in ABD ve batı emperyalizmi karşısında her şeye rağmen ehven-i şer olduğudur ve Troçki’nin formülüyle eleştirileriyle Troçkistlerin fiilen Çin “cephesinin sol kanadını oluşturacağı açıktır.”
Çin, bugün işçi sınıfının olağanüstü yoğun bir biçimde sömürüldüğü, stratejik bazı sektörlerde kapitalist devlet mülkiyetinin hüküm sürdüğü, ancak pazar ilişkilerinin uzun zamandır hızla geliştiği, uluslararası tekellere ve dünyanın en zenginleri arasında yer alan çoğu Çin Komünist Partisi yöneticisi ya da üyesi multi-milyarder oligarklara sahip, Afrika, Latin Amerika ve Asya’da ABD ve diğer emperyalistlerle rekabet halinde sömürgeleştirme faaliyetleri yürüterek iktisadi olarak yayılan, ülke içinde milliyetçiliği politikalar izleyen Çin emperyalizmine ilişkin olarak eleştirel bir “işçi devleti” tanımlaması yapmak, basit bir yanlış tanımın ötesinde, dünyada emperyalist güç ilişkileri içinde büyük güçlere eleştirel bir yedeklenme riskini ve böyle devam ederse nesnel durumunu bünyesinde taşımaktadır.
Bunun somut örneği, Rusya’nın Ukrayna işgalinde görüldü. NATO’ya ve batı emperyalizmine karşı çıkmak adına, Rusya’nın “gelişmekte olan bir ülke”, “bağımlı bir ülke” olduğu iddiasıyla ve bunu kanıtlamak üzere Troçkistlerin de dahil olduğu cephenin gösterdiği yoğun çaba Rusya emperyalizmine politik destek biçimini aldı. Çin’in “yozlaşmış işçi devleti” olarak kabulü de, emperyalist mücadele içinde Çin emperyalizminin aklanmasına varacak yolu açmaktadır, açmıştır.
[1] Xi Jinping (2017) “Her Açıdan Orta Düzeyde Müreffeh Bir Toplum İnşa Etmede Belirleyici Bir Zafer Kazanın ve Yeni Dönemde Çin’e Özgü Sosyalizmin Büyük Başarısı İçin Çabalayın”, http://www.xinhuanet.com/english/download/Xi_Jinping’s_report_at_19th_CPC_National_Congress.pdf
[2] Xi Jinping’in “Ekonomide Pazarın ve hükümetin Rolü arasındaki ilişki” başlıklı konuşması ÇKP’nin teorik yayın organı Qiushi’nin İngilizce web sitesinde yayınlandı.
[3] Troçki, L. (1999) Sürekli Devrim: Sonuçlar ve Olasılık, çev. A. Muhittin, Yazın Yayıncılık, İstanbul, sf. 137.
[4] Troçki, “Rus devrimini savunurken”, sf. 11.
[5] Troçki, Sürekli Devrim, sf. 26.
[6] Türkiye’de özellikle 1970-80 yıllarında modern revizyonizmle Marksizm arasında yalpalayan, SSCB’yi “revizyonist” bir ülke olarak değerlendirmekle birlikte hala sosyalist sayan ve ideolojik eleştiriler yöneltmenin ötesinde politik tutumlar geliştirmekten kaçınarak, –bugünkü TKP’nin adını kendisinden aldığı– dönemin modern revizyonist TKP’si ile “Devrimci Yol” ve “Kurtuluş” gibi akım/örgütler “orta yolcu” olarak tanımlanırdı.
[7] Algün, H. M. (2007) “Polemik: Bir Kez Daha Özgürlük Dünyası”, Gelenek, Sayı: 95.
[8] Okuyan, K. (2003) “TKP Programı teorik tercihler”, Gelenek, sf. 79.
[9] TKP (2017) “Program”, https://www.tkp.org.tr/temel-metinler/program-2/
[10] Morning Star (2019) “What did British Communists Make Socialism Chinese Characteristics”, https://morningstaronline.co.uk/article/f/what-did-british-communists-make-socialism-chinese-characteristics-2019
[11] Troçki, L. (1933) “It is Imposssible to Remain in the Same International with the Stalins, Manuilskys, Lozovskys & Co.”, https://www.marxists.org/archive/trotsky/germany/1933/330720.htm
[12] Troçki, age.
[13] Troçki, age.
[14] Troçki, L. (1936) “The Class Nature of the Soviet State”, https://www.marxists.org/archive/trotsky/1936/01/classnatsu.html
[15] Troçki, L. (1935) “The Workers’ State, Thermidor and Bonapartism”, https://www.marxists.org/archive/trotsky/1935/02/ws-therm-bon.htm
[16] Troçki, age.
[17] Troçki, agy.
[18] Socialist Party (2021) “Response to Observer article on China”, https://www.socialistparty.org.uk/articles/32644/15-06-2021/response-to-observer-article-on-china/
[19] Dölek L. (2009) “Çin’de sürekli devrim”, Devrimci Marksizm, Sayı: 10-11, http://www.devrimcimarksizm.net/sites/default/files/levent-dolek-cinde-surekli-devrim.pdf. Makalede Dölek’ten yapılan diğer aktarımlar da aynı kaynaktan yapılmıştır.
[20] Dölek, agy, sf. 191.
[21] Dölek, agy, sf. 190-191.
[22] Dölek, agy, sf. 191.
[23] Dölek, agy, sf. 187-88.
[24] Dölek, agy, sf. 189.
[25] Dölek, agy, sf. 194-95.
[26] Dölek, agy, sf. 195.
[27] Dölek, agy, sf. 198.
[28] Dölek, agy, sf. 198.
[29] Dölek, agy, sf. 198-99.