Fuat Yücel Filizler
İktisatçı Michael Roberts[1] Çin’i şöyle değerlendiriyor:
“Çin, bırakın emperyalist bir ekonomi olmayı, kapitalist bir ekonomi bile değil (Carchedi & Roberts, 2021). Marksist terminolojide, bir ‘geçiş ekonomisi’, yani kapitalizm ile sosyalizm arasında, ancak muhtemelen sosyalizme doğru gidiyor. Bu geçiş, sermaye ve onun ‘silahlı insan grupları’ tarafından devlet iktidarının kaybı ihtimalini de içermektedir (Marx, 1875). Geçiş ekonomisi, piyasa güçlerine bırakılmak yerine, üretim araçlarının ve kredinin büyük bir bölümünün ortak mülkiyetine ve yatırım ve üretim planlamasına sahiptir.”
Roberts sosyalizmin Marx’tan çıkarsadığı birkaç kriterini sıraladıktan sonra, Çin’in sosyalist de olmadığını söyleyerek devam ediyor:
“Bu kriterlere göre Çin açıkça sosyalist değildir. Çin, kapitalist devlet gücü ortadan kaldırıldığı ve kapitalist üretimi azaldığı için bir geçiş ekonomisidir, ancak Çin sosyalizme geçiş yapmak için diğer kriterleri de karşılamamaktadır: özellikle, gelirler ve kişisel servet üzerinde herhangi bir eşitleme veya kısıtlama yoktur; ve büyük kapitalist sektör, tam tersine, istikrarlı bir şekilde azalmamaktadır. Ama öte yandan kapitalistler devlet mekanizmasını kontrol etmemektedir, bunu Komünist Parti yetkilileri yapıyor; değer yasası (kâr) ve piyasalar yatırıma hükmetmez, büyük devlet sektörü hakimdir; ve bu sektör (ve kapitalist sektör) ulusal planlama hedeflerini (gerekirse kârlılık aleyhine) karşılama yükümlülüğü altındadır.”[2]
Emperyalizm
Roberts Çin’in emperyalist olmadığı iddiasını, Çin’in dünya çapındaki yatırımlarının sermaye fazlası ya da düşen kâr oranlarının sonucu olmadığı, bu nedenle Lenin’in emperyalizm tanımındaki temel bir etmen olan sermaye ihracına uymadığı varsayımı ile gerekçelendirmeye çalışıyor. Roberts’e göre, Çin’in dünya çapındaki yatırımları, “Afrika ve sair devletlerde olduğu gibi teknolojik hünerini ve etkisini küresel olarak yaymaya çalışmak” gibi iyi niyetli bir çaba. Bununla birlikte Roberts’in tam da aynı yazısının aynı bölümüne koyduğu üretkenlik grafiği, Çin’de yıllık ortalama emek üretkenliği artışının 2010 sonrasında dramatik yavaşlama eğilimini gösteriyor.[3]
Çin’de çok belirgin bir aşırı sermaye birikimi/sermaye fazlası ve aşırı kapasite sorunu var. Son 15 yıllık dönemde emek üretkenliği ve sermaye üretkenliği artışlarında ve makro ekonomik büyüme hızında belirgin yavaşlamalar, bunun göstergesidir. 2008 krizi sonrasında Çin’in bir yandan dış yatırımlarında diğer yandan içte gayrimenkul emlak balonunda görülmemiş artışlar aşırı birikim/aşırı kapasite sorunun bir başka göstergesidir. Aşırı kapasiteyi azaltmanın Xi Jinping yönetiminin ekonomi politikalarının önemli hedef ve uygulamaları arasında olması da, aşırı sermaye birikimi sorunun çok açık bir başka göstergesidir.
Çok belirgin bir aşırı sermaye birikimi, aşırı kapasite, aşırı üretim krizi olan sert 2008 krizi ve sınıfsal-toplumsal mücadelelerinin sıçramalı gelişimi, 2012’de yönetime gelen Xi çekirdeğini, “aşırı kapasiteye karşı mücadele”yi bir ekonomi politikası bileşeni haline getirmek zorunda bıraktı. Devlet Mülkiyetindeki Şirketlerdeki (DMŞ) parti denetim birimlerinin sorumluluklarından biri yatırımları, rejimin sanayi politikası önceliklerine uygun olup olmadıkları ve aşırı kapasite sorununa yol açıp açmayacakları açısından denetlemeye çalışmak. Xi döneminde, özellikle son yıllarda, yıllık ve 5 yıllık büyüme öngörülerinin makro-ekonomik bağlayıcı hedef olmaktan çıkarılmasının, yine aşırı birikim/aşırı kapasite sorunlarıyla ilişkisi son derece açık. Yine merkezi iktidarın en büyük ve stratejik DMŞ’ler dışındaki, yerel idareler bünyesindeki irili ufaklı binlerce DMŞ’den aşırı kapasite sorunu olanları (yerel idareler istihdam, vergi geliri gibi kaygılarla bunları ellerinde tutmaya çalışır) kapatmaya teşvik etmesi, bir diğer gösterge.
Aşırı kapasite sorunu Çin rejimi için, yalnızca 2008 krizinin bir yankısı değil, bugün de basıncını hissettiren ve ortadan kaldırılamayıp yalnızca yönetilmeye çalışılan oldukça yapısallaşmış bir sorun. Çin, uluslararası tedarik zincirlerinde rekabet gücünü ve göreli artı-değer payını artırabilmek için, yeni teknoloji alanları başta olmak üzere, halen dünyanın en yüksek sınai-teknolojik yatırım/GSMH oranı ve temposuna sahip ülke. Bir yandan durmaksızın daha büyük ve daha zorlu sınai-teknolojik yatırımlara girişmek, diğer yandan durmaksızın aşırı kapasiteyi azaltmaya, eritmeye, bertaraf etmeye çalışmak, Çin ekonomisinin tipik kısır döngülerinden biri.
Yeni Kurumsalcı Kalkınma İktisadı
Roberts sosyalist ekonomi için bir dizi kriter çıkartarak, Çin’in bunlardan yalnızca ikisine uyduğunu söyleyebiliyor.[4] Kamu mülkiyeti ve denetimi ile planlama. Öyleyse bu konulara Roberts’le tartışma içinde kendi bakışımızı geliştirelim.
Michael Roberts’ın “Çin’in kalkınmasının ekonomi-politiği” değerlendirmeleri, Yeni Kurumsalcı Kalkınma İktisadının bir miktar Marksist terminoloji ile süslenmiş biçimidir. Yeni kurumsalcı kalkınma iktisadı, en başta burjuva anaakım iktisadın kalkınma ve devlet fetişlerini sorgulamaz. Çalışma grubunun adının “kalkınmanın politik-ekonomisi” olarak konulması, kalkınma iktisadının Marksist bir eleştirisi olmadığını, tersine, Marksist ekonomi-politik eleştirisinin tarihsel-eleştirel niteliğinin içinin boşaltıldığına işaret ediyor.
Yeni kurumsalcı iktisat, neoklasik/neoliberal iktisada “devleti geri getirmek” sloganıyla, bizzat onun içinden doğdu. Neoklasik iktisattan bir kopuş değil, neoklasik iktisadın devlete “piyasa aksaklıkları”nı denetleme ve düzenleme rolü verildiği ve devletin de bizzat girişimci devlet haline getirildiği bir revizyonudur. 1980’lerin “Japonya mucizesi”, 1990’ların “Asya kaplanları mucizesi”, neoliberalizme devletle birlikte kalkınmacılığın da geri getirilmesinin önemli etkenleri oldu. Böylece bir yeni kurumsalcı kalkınma iktisadı da ortaya çıktı.
Yeni kurumsalcı kalkınma iktisadı, geriden gelen ülkelerin gelişmiş kapitalist ülkelere “yetişme” (catch-up) sorun ve yöntemleri çerçevesinde şekillenir. Başka deyişle, geleneksel kalkınma yazınının, neoliberal kapitalizm içinden ve uluslararası rekabetçiliğe ve yeni teknolojilere geçiş sorunu bağlamındaki yeni bir versiyonudur. Güney Kore, Hindistan, Brezilya, Çin, Türkiye gibi ülkelerin “kalkınma” deneyimlerini inceleyerek, “başarılı ve başarısız kalkınma modelleri” üzerine ölçütler, perspektifler, öneriler geliştirmeye çalışır.
Yeni kurumsalcı kalkınma iktisadına göre, “yetişmeci” ülkelerde bir özel sektör/sermayedarlar vardır, bir de bunlardan özerk, sınıf karakteri belirsiz, planlama, sanayi politikaları yapmak isteyen kalkınma heveslisi devlet. Yeni kurumsalcı kalkınma iktisatçıları, sermayedarlar ile özerk kalkınmacı devlet arasındaki ilişkileri, çelişkileri, hangisinin belirleyici olduğu veya olması gerektiği, bu iki unsur hangisinin kontrolünde nasıl bir araya geldiğinde başarılı bir “yetişmeci kalkınma” olabileceği tarzında analizler yapmaya çalışır.
Yeni kurumsalcı kalkınma iktisadında, sınıflar, sınıf ilişkilerinin analizi yoktur. Michael Roberts’in “Çin’in kalkınmasının ekonomi-politiği” yazılarında olduğu gibi, bir takım “kapitalistler” ve bir takım “parti-devlet yetkilileri” vardır; hemen her türlü değerlendirme, birbirine dışsal görülen bu iki unsurdan hangisinin belirleyici olduğuna indirgenir. Sermayenin emek ile, devletin emek ile ilişkileri, asıl bunlardan hangisinin belirleyici olduğu, üretim ilişkileri ve sınıf mücadelesi analize dahil edilmez. Yok sayılır. Yeni kurumsalcı kalkınma iktisadı, özellikle de onun devlet-merkezci kolu, kalkınma ve devleti anaakım iktisada geri getirmiştir, ama, üretim ilişkilerini, sınıfları, sınıf mücadelesini, Marksist kapitalizm ve devlet eleştirisini geri getirmekten özenle uzak durarak.[5] Uzlaşmaz sınıf karşıtlığını yok sayıp, sermayedarlar ile devlet arasındaki çekişmeleri (ki aslında sermayenin özel ve genel çıkarları arasındaki çekişmelerden başka bir şey değildir) “ana çelişki”ymiş gibi sunarak.
Bu yüzden yeni kurumsalcı kalkınma iktisadının, devlet-merkezci ve BRİC’çi kolu da, tarihsel, eleştirel, maddeci değildir. İçini boşalttığı bir miktar Marksist terminoloji kullanıyor görünse de, bunu Marksizmi en bağdaşmaz olduğu bir şeye, kapitalist işbölümü ve soyut emeğe dayalı meta fetişizminin devlet ve kalkınma fetişizmi versiyonlarına kenar süsü kılmak için yapar.[6]
Kurumsalcı kalkınma iktisatının devletçi versiyonu, kalkınmacılığı ve planlamacılığı devletin doğasından gelen “üstün nitelikleri” gibi görür ve gösterir. Devletin tüm iyi niyetli çabalarına karşın kalkınma başarısız olursa, devlete dışsal addedilen özel sektörün, piyasanın suçu olarak “ideal devlete” dışsallaştırılacaktır. Yeni devletçi kalkınma iktisadının devleti, kapitalizme, kapitalist sınıfa, piyasaya “doğası gereği” dışsal ve karşıt sayması, devlet fetişizminin ta kendisidir. Dünya kapitalizminin eşitsiz gelişme dahil hareket yasalarının bir sonucu olan kapitalist kalkınmacılığın, “kapitalist olmayan yoldan kalkınma” diye fetişleştirilmesi de cabası.
Yeni devletçi kalkınma iktisadı, liberalizmin ekonomi ile siyaset, toplum (sermayedarlar) ile devlet düalizmlerini olduğu gibi devralıp tersine çevirmekle, “kapitalist olmayan bir yol” geliştirilebileceğine inanır. Oysa kapitalizmde sermaye ile devlet arasındaki işbölümüne dayalı ayrım biçimseldir. Günümüzde devletin çok daha dolaysız kapitalist girişimci devlet haline gelmesiyle, bu ayrım daha da incelmiş ve daha geçişli hale gelmiştir.
Günümüzde artan sayıda kapitalist devletin “bölge gücü, dünya gücü” olma söylem ve hevesleriyle yeniden yetişmecilik/kalkınmacılık potasına girmeye başlaması, bu devletlerin “kapitalizm-dışı doğası”ndan kaynaklanan bir şey değildir. Tersine dünya kapitalizminin eşitsiz gelişmesinin, sermayenin ve piyasanın iç ve dünya çapındaki hareket yasalarının bugünkü biçim ve işleyişinin bir sonucudur.[7] Bu, devletlerin yalnızca burjuvazinin devletleri olmakla kalmayıp, form olarak da baştan aşağıya “girişimci devlet”, çok daha dolaysız olarak kapitalist şirket devleti haline gelmesinin bir sonucudur.
Yeni devlet-merkezci kalkınma iktisadı çerçevesindeki “Çin’in kalkınmasının ekonomi-politiği”nin, bir dönemki “Japonya mucizesi” ve “Asya kaplanları mucizesi”ne dair anaakım “kalkınmacılık” fetişisti değerlendirmelerden tek farkı, Çin’in kapitalist gelişiminin “kapitalist olmayan yoldan” gerçekleştiğini iddia ederek daha da bayağılaşmasıdır.
Çin’deki ve dünyadaki üretim ilişkilerinin, sınıf ilişki, çelişki ve mücadelelerinin tarihsel-somut analizini bir yana bırakarak yapılabilecek bir Çin değerlendirmesi, Çin’in ABD’ye ne kadar yetişip yetişemediği ve Çin’deki bir takım sermayedarlar ile bir takım parti-devlet yetkililerinden hangisinin belirleyici olduğu ve Çin-ABD çelişkisi ile Çin içindeki sermaye ile parti-devlet çekişmelerinin ne olduğu, yani mali oligarşik kapitalist güçler arasındaki çelişkilerin temel alındığı, sınıf çelişkilerin örtüldüğü, Çin ve dünya proletaryasının kendi öz sınıf çıkarlarını gerçekleştirmek yerine bu kapitalist güçlerden birine karşı öbürüne yedeklenmeye sevk edildiği, bir “kapitalist olmayan kapitalizm” ütopyası ve fetişizmidir.
Michael Roberts’in “Çin’de devlet mülkiyeti ve denetimi ağırlıklıysa ve planlama varsa, Çin kapitalist değildir” dolayındaki Çin yorumları, formalist ve fetişist bir mantığa dayanıyor. Çin’de parti-devletin sermaye üzerinde belirleyici olduğunu kanıtlamaya çalışırken, kapitalist üretim ilişkilerinin, artı-değer sömürüsünün belirleyici olup olmadığı sorusunu en baştan devre dışı bırakıyor. “Hakim devlet sektörü”nün değer yasasını sınırlandırdığını ve hatta devlet sektöründe değer yasasının işlemediğini ileri sürerek, DMŞ’lerdeki artı-değer sömürüsünün üzerini örtüyor. Devlet mülkiyeti, denetimi ve planlamanın somut biçimlerinin somut analizinden de kaçınıyor. Örneğin devlet şirketlerinin tümüyle kârlılık esasına göre işletildiğini, GSMH’deki payı %20 civarında olan DMŞ’lerin kârlardaki payının %50’yi geçtiği, DMŞ hisselerinin Çin ve dünya borsalarında işlem gördüğü, “karma mülkiyet reformu”yla devlet şirketlerinin ve özel şirketlerin birbirinden hisse almasının teşvik edildiği veya DMŞ’lerin yönetim ve denetiminin hangi kriterlere göre, nasıl yapıldığı hiç yok Roberts’in değerlendirmelerinde. “Devlet mülkiyeti, denetimi, planlama varsa kapitalist değildir” yeni devletçi kalkınma iktisadı mantığında, kendisi üretim ilişkileri bağlamında analiz edilip açıklanması gereken, Çin’in kapitalist olmadığını “açıklayıcıymış” gibi gösteriliyor. Roberts, Marksistler tarafından sayısız kez analiz edilerek ortaya konmuş bir şeyi, kamu mülkiyetinin kapitalist mülkiyetin bir biçimi olduğu gerçeğine, hiçbir analiz yapmadan gözlerini kapatıyor. Çin’deki devlet mülkiyeti ve denetimine dair fetişist varsayımları, örneğin Türkiye devlet varlık fonundaki THY gibi şirketlerin “kapitalist olmadığını” söylemekten ayrışmıyor.
Devlet Mülkiyeti
Çin’de DMŞ’lerin GSMH içindeki payı son 30 yılda 5’te 4’ten 5’te bire kadar düşmüş durumda. Roberts, buna doğrudan devlet mülkiyetinde görünmemekle birlikte devlet denetim kurumu SASAC’ın (Kamu Mülkiyetinin Denetim ve Yönetimi için Devlet İdaresi) denetim uyguladığı işletmeleri de katarak, devlet mülkiyeti ve/veya denetiminde olan şirketlerin payının “yüzde 50’nin üzerinde” olduğunu söylüyor. Çin’de doğrudan ya da dolaylı parti-devlet denetimi altındaki şirketlerin, resmi istatistiklerde DMŞ olarak görünenlerin epey üzerinde olduğu doğru. Ancak bu denetimin SASAC tarafından uygulandığı kuşkulu. Xi yönetimi, belli stratejik şirketler ve sektörler üzerindeki kontrolü, devletin bürokratik kontrolü olmaktan çıkardı, SASAC’ı bir dönem boyunca büyük ölçüde işlevsizleştirdi. Yerine daha sıkı ama aslen kriz yönetim ve kontrolü, verimlilik ve kârlılık kıstaslarına göre parti ilgili komisyon ve sekreterleri tarafından yapılan “düzeltici ve düzenleyici” denetimi geçirdi. DMŞ’lerin yönetimi de bir dönem için devlet bürokrasisine bağlı olmaktan çıkarıldı. Yine Parti üyesi olan ama profesyonel yöneticiler getirildi. Bu yöneticilere Parti denetimi ile birlikte, piyasa süreçleri çerçevesinde daha fazla özerklik ve inisiyatif tanındı. (Çin’de DMİ’lerin denetimi konusundaki karmaşa ve gelgitler için bkz. yazımızın “Denetim” alt bölümü)
Roberts, Çin’deki devlet mülkiyetine “ortak mülkiyet” diyerek bir kelime oyununa başvuruyor. Kimlerin “ortak mülkiyeti”? DMŞ’lerde çalışan işçilerin mi, işçi sınıfının mı, halkın mı, tüm toplumun mu? Hiçbirinin! Hiçbirinin DMŞ’lerin mülkiyetinde, kararlarında, denetim ve yönetiminde, strateji ve politikalarında, kârlarında, önceliklerinde en ufak bir payı ve inisiyatifi yok. DMŞ’lerde de Tam Zamanında Üretim, Yalın Üretim, Esnek ve Çevik Üretim gibi çalışma/sömürü yoğunluğu ve temposunu son haddine kadar artıran üretim ve emek organizasyonu biçimlerine başvurulduğunda, bunları işçilere soran yok. Hangi DMŞ’lerin stratejik olduğunu, hangilerinin hisse paylarının özel şirketlere satılacağını, hangilerinin kapatılacağını da işçilere soran yok. Roberts’in “ortak mülkiyet” kelime oyununun Türkiye’deki “KİT’ler bizimdir” saflığından farkı yok.
Marx mülkiyeti bir toplumsal ilişki olarak; “başkasının emeğinden yararlanma hakkı” olarak tanımlar. Kapitalizmde özel ve kamusal-özel mülkiyet ilişkileri sınıflar arası ilişkinin temel bir biçimini oluşturur. Bu açıdan mülkiyet yalnızca birilerinin bir şeye (üretim araçlarına) sahip olması (yani o şeyle ilişkisi) değil, başkalarını o şeyden yararlanma olanağından yoksun bırakması ve dolayısıyla, üretim araçlarından kopartılmış/yoksunlaştırılmış başkalarının emeğini sömürme hakkıdır. Roberts’in anlamadığı bu. O mülkiyeti “şeylerle ilişki” biçiminde düşünüyor, bu yüzden kâğıt üzerinde “herkesin”miş gibi görünen devlet mülkiyetini fetişleştiriyor. Bu fetişist yaklaşımda sınıflar ortadan kayboluyor! Roberts, devlet mülkiyetindeki araç ve olanaklardan, örneğin devlet bankalarının büyük çaplı ucuz kredilerinden, devletin şirketlere tahsis ettiği arazilerden ve doğal kaynaklardan, üretim araçlarından vb. kimlerin yararlandığı, kimlerin ise bunlardan yararlanma hakkından yoksun bırakıldığı sorusunu sormuyor. Devlet mülkiyetindeki araç ve olanaklar vasıtasıyla, kimlerin kimlerin emeğinden yararlandığını, sömürdüğü sorusunu da soramıyor. Yalnızca Çin’deki devlet mülkiyetinin yönetimine işçilerin, halkın katılamayışından şikayet ediyor. Böylece yine kendi söylediklerini çürütmüş oluyor. İşçi sınıfının, halkın devlet mülkiyetindeki üretim araç ve olanaklarına dair karar, yönetim, denetim olanaklarından yoksun bırakılması, devlet mülkiyetinin “ortak mülkiyet” değil kapitalist mülkiyetin bir biçimi olmasının sonucudur.
Buradan bir adım daha atarsak, Çin’de devlet mülkiyetinin “ortak mülkiyet” olduğu iddiası, devletin de karşıt sınıfların ortak devleti ya da sınıflar üstü devlet olduğu imasına varır. Marksist olduğu iddiasıyla dünya çapında tanınan bir iktisatçı, Çin’e “kapitalist olmayan” kaş yapayım derken Marksizmin gözünü oyuyor.
Roberts’in Çin’in kapitalist olmadığını tartışılmaz addettiği şu hüküm cümlesine bakalım:
“Ama kapitalistler devlet mekanizmasını kontrol etmemektedir, bunu Komünist Parti yetkilileri yapıyor; değer yasası (kâr) ve piyasalar yatırıma hükmetmez, büyük devlet sektörü hakimdir; ve bu sektör (ve kapitalist sektör) ulusal planlama hedeflerini (gerekirse kârlılık aleyhine) karşılama yükümlülüğü altındadır.”
Cümlede başvurulan kriterlerin hiçbiri Çin’in kapitalist olmadığına dair bilimsel bir kanıt oluşturmuyor. Kapitalist ülkelerde “kapitalistler” devlet mekanizmasını “kapitalist bireyler veya bireyler toplamı olarak” kontrol etmez, kapitalist sınıf olarak kontrol ederler. Roberts’in Çin’i değerlendirme yazısı boyunca olduğu gibi bu “hüküm” cümlesinde de sınıf kavramını kullanmaktan kaçınması, yaptığı değerlendirmeleri yeterince içi boş hale getiriyor. Tarihte ne yazık ki, adı “komünist” olup kendisi çoktan kapitalizme entegre olmuş birçok “komünist parti” gördük. Devleti ve ekonomiyi yönetenler, kapitalist sınıfın bir uzantısı ve temsilcisi olabileceği gibi bizzat bir bileşeni de olabilirler. Devlet ve parti bürokrasisi “kapitalistleri” bir sınıf olarak bizzat kendisi, kendi içinden üretiyor ve yeniden üretiyor olabilir.[8]
Roberts’e göre Çin’de birtakım kapitalistler, birtakım yetkililer var, ama, artı-değer sömürüsü var mı, varsa tüm ekonomiyi belirleyici mi, “devlet sektöründe” artı-değer sömürüsü var mı, Çin’de sınıflar var mı, varsa “kapitalistler”, “işçiler” ve şu “yetkililer” arasındaki sınıf ilişkileri nedir ve nasıl işliyor, bir türlü öğrenemiyoruz.
Kapitalist ekonomilerdeki özel şirketler/tekeller de “gerektiğinde” kârsız veya zararına işletilebilir. Dünyanın en büyük özel şirketlerinden Amazon’un, Walmart’ın yeni girdikleri bir ülke piyasasında rakiplerini ezip piyasa hakimiyetini tesis edinceye kadar, bazen 4-5 yıl boyunca kârsız veya zararına işletmeyi göze almaları gibi birçok örnek biliniyor. Yeni teknoloji şirketlerinin, platform şirketlerinin, start-upların yeni ürünler ve inovasyonlar için yeterli bir piyasa oluşuncaya kadar, kredi mekanizmalarıyla, belli bir dönem boyunca kârsız veya zararına işletilebildiğinin birçok örneği biliniyor. Kapitalist ekonomilerdeki KİTlerin, fiyat kontrol mekanizmalarıyla, özel şirketlere artı-değer ve kâr aktaracak biçimde, zararına işletilmesinin birçok tarihsel örneği de biliniyor. Günümüz kapitalist ekonomilerinde, borçlarını bile çevirmez hale gelmiş, zarar eden ve fiilen batık zombi özel şirketlerin çeşitli kredi, teşvik, ihale mekanizmalarıyla nasıl ayakta tutulduğunun birçok örneğini Türkiye’den de biliyoruz.
Roberts, bu kez “kâr aleyhine” gibi bir kelime oyunuyla, “Çin’deki devlet sektörü ve parti/devlet yetkililerinin”, kapitalizm aleyhine çalıştığı izlenimi yaratıyor. Kapitalist planlama ve denetim biçimleri dahil devletin ekonomiye her türlü müdahale, planlama, kamu mülkiyeti, denetim ve düzenleme biçiminin “kâr aleyhine” (değer yasası karşıtı, piyasa karşıtı vb.) olduğu ezberi, Marksist bir yaklaşım değil, bir klasik liberalizm dogmasıdır. Örneğin kapitalist ekonomilerde belli şirketlerin belli koşullarda kârsız/zararına işletilmesi, bunların hiç de “kâr aleyhine” olduğu anlamına gelmez. Bir dönemki KİT’lerin zarar etmesi bunların sağladığı ucuz girdilerle özel şirketlerin kârlılığını artırmak içindi. Belli bir şirketin bir dönem için kârsız/zararına işletilmesi, belli bir vadede çok daha yüksek tekelci artı-kârlar elde etme hedefiyle olabilir.
Hem Çin’de DMŞ’ler gayet kârlıdır ve tamamen kapitalist verimlilik/kârlılık kriterine göre işletilir. DMŞ’lerin zararına işletilmesi uygulamalarından çoktan vazgeçildi. 1990’larda ve 2000’lerin başlarında, DMŞ’lerin yarısından fazlası, tipik “zarar ediyor” argümanıyla özelleştirildi veya kapatıldı. 2008 krizi ardından Xi iktidarı DMŞ’leri tümüyle verimlilik/kârlılık ve uluslararası sermaye piyasası süreçlerine bağlı hale getirdi. Kârlılık ve sermaye piyasası kriterleri o kadar belirgin ki, DMŞ’lerin tek tek ve toplam ortalama verimlilik, kâr/kârlılık istatistikleri her ay, 6 ay ve yıl itibarıyla ayrıca açıklanır ve özel şirketlerinkiyle karşılaştırılıp yarıştırılır. Bu günümüz kapitalizm evresinin girişimci devlet, kapitalist şirket-devlet modelinin ta kendisidir.
Roberts, Çin DMŞ’lerinin kârlılığı konusunda susuyor, Çin’de “yatırımların değere/kâra ve piyasaya tabi olmadığını” söyleyerek bir kelime oyununa daha başvuruyor. Oysa kapitalist ekonomilerde yatırımlar, özellikle de uzun vadeli ve büyük çaplı yatırımlar, hemen kâr beklentisiyle yapılamaz. En hızlı, en kolay, en risksiz kâr arayışı yatırımlara engel olarak, kısa vadede kârlılığı yükseltir görünse de giderek düşürür ve rekabette geri kalmaya yol açar. Bugün ABD emperyalist kapitalizmi de yeni kurumsalcı iktisat jargonunda “devlet-özel sektör işbirliği” denilen çerçevede, uzun vadeli, büyük çaplı sınai-teknolojik yatırımlara yöneliyor. Ama bu tabii ki ABD’nin sınai-teknolojik yatırımlarının “kâr aleyhine” yatırımlar olduğu anlamına gelmiyor. Çin’inkiler niye bu anlama gelsin?
Kapitalizmde yeni sınai-teknolojik AR-GE’ye, tasarım ve ürünlere yapılan uzun vadeli ve büyük çaplı yatırımlar, gelecek belirsizlikleri nedeniyle her zaman risklidir. Başarısız olursa onca büyük çaplı maliyet ve harcama buhar olur. Başarılı olursa yine risklidir, çünkü bir dönem için göreli artı-değeri, artı-kârı artırsa da, bir noktasından sonra ortalama kâr oranlarını daha fazla düşürme eğilimi gösterir. Ama kapitalist güçler, istesinler istemesinler, krizin ve rekabetin zorlamasıyla uzun vadeli ve giderek büyüyen çaplı yatırımlara girişmek durumunda kalırlar. Şimdi yüksek maliyetli, uzun vadeli bir AR-GE sürecini düşünelim. Yatırım için yapılan harcamalar ve süreci yürüten bilimsel ve teknik emek gücünün aldığı ücretler ne olursa olsun, süreç tamamlanıp piyasaya çıkmadıkça, henüz “değere/kâra ve piyasaya tabi değil”miş gibi görünür. Hatta bu süreçte yapılmak istenen yeniliğin mevcut koşullarda bir piyasası bile olmayabilir. Ama böyle bir yatırım sürecinin “değere/kâra ve piyasaya tabi olmadığı”nı söylemek demagojiden ibarettir. Çünkü yatırım zaten piyasa ve kâr payını yükseltmek veya yeni bir kâr piyasası yaratmak, göreli artı-değeri yükseltmek, artı-kâr elde etmek amacıyla yapılmaktadır. Ürün piyasaya çıkmadan burada değer, artı-değer, kâr, piyasa vb. potansiyel olarak vardır. Tamamlanıp üretime dönüştüğü/piyasalaştığı durumda, potansiyel artı-değer de, üretilen yeni metalardaki göreli artı-değerin bir parçasını oluşturur. Çin’dekiler dahil kapitalist yatırımlarda, göreli artı-değer sömürüsünü artırma, rakiplerinin artı-değerinin bir kısmını transfer etme, artı-kâr elde etme, uluslararası kapitalist artı-değer zincirlerinde pay ve kontrolünü artırma vb. dahil, kapitalizmin temel hareket yasalarıyla bağdaşmayan hiçbir şey yoktur.
Roberts’in “kapitalist olmayan” diye gösterdiği, Çin’in start-up inovasyon tarzı teknolojik girişimlerinin çoğu başarısız olmasına karşın bunlara yatırım yapmaya devam etmesi olabilir. Ama bunun adı “kapitalist olmayan” yatırım değil, risk sermayesidir ve Batı kapitalizminde de durum böyledir. Bu tür 100 teknolojik girişime yatırım yapıldığında, bunlardan 74-95’i başarısız küçük bir kısmı başarılı olduğunda, başarılı olanlar diğerlerinin maliyet ve zararlarını karşılar, yüksek tekelci konum kazanarak yüksek kâr elde eder, risk sermayesi de toplam yatırımlarının karşılığını fazlasıyla alır.[9] Risk sermayesi mali sermayenin en vahşi, en asalak, en spekülatif, en pervasız gaspçı kesimlerinden biridir.
Roberts’in Çin’in, Batı kapitalizmindekinden farkı olmayan risk sermayesini, “kapitalist olmayan/kâr aleyhine yatırım” diye sunması “kamuculuk”la paketlenmiş bir liberal eğilime işaret ediyor. Çin’deki yatırımların “değer/kâr ve piyasaya bağlı olmadığı” iddiası, piyasaya verili bir meta üreten kapitalist bir fabrikanın içindeki ürün işleme aşamalarının henüz meta olmamasından hareketle, bu fabrikanın çıktılarının “değer/kâr ve piyasaya bağlı olmadığını” ileri sürmeye benzer!
Roberts kelime oyunlarını bırakıp, Çin’de GSMH’ye oranı dünya çapında en yüksek olan yatırım temposunun, neden işçilerin yaşam standartlarını yükseltemez hale geldiğini, neden güdük sosyal güvenlik sistemini iç göçmen işçileri de kapsayacak biçimde geliştirmeye yatırım yapılmadığını, bu yatırımların tam tersine neden Kod 996’yı (haftada 6 gün-72 saat çalışma) koşulladığını açıklamalıydı.
Marksistler açısından kamu mülkiyeti tartışmasında öncelikle söylenmesi gereken şunlardır: 1- Kamu mülkiyeti, kapitalist mülkiyetin bir biçimidir. 2- En az mülkiyet biçimi kadar önemli olan, kamu işletmelerinde üretim ilişkilerinin ele alınması, artı-değer sömürüsünün olup olmadığının ortaya konmasıdır. Neoliberal kapitalizm koşullarında şu eski formal “kamu”nun bile içi çoktan boşaltılmış, bırakalım “kamu” işletmelerini, doğrudan ekonomik görünmeyen devlet kurumları bile, verimlilik, performans, kârlılık işleyişine tabi hale getirilmiştir. Çin devleti bunun dışında değildir.
Geçiş
Çin modeli kuşkusuz bir “geçiş” biçimi olarak tanımlanabilir. Ama bu ne Michael Roberts’in iddia ettiği gibi kapitalizmden sosyalizme (kendisinin de itiraf etmek durumunda kaldığı bir “geçemeyen”) “geçiş”tir; ne de Sungur Savran’ın tersinden iddia ettiği gibi sosyalizmden kapitalizme geri dönüş/geçiş biçimidir.[10] Çin’de kapitalist restorasyon, sosyalizmin söylem ve kamuflaj düzeyinde içi tamamen boşaltılmış bazı biçimsel kalıntıları dışında, tamamlanmıştır. Çin’deki üretim (ve devlet) tarzını, Roberts’in ileri sürdüğü gibi “8 ölçütün 2’sine göre kapitalist değil, 6’sına göre sosyalist değil”, veya Savran’ın ileri sürdüğü gibi “ekonomisi büyük ölçüde kapitalist [bir kaç cümle sonra “sosyalist piyasa ekonomisi” diyor-bn], ama bürokrasisi burjuva üretmenin yatağına dönüşmüş olsa da henüz burjuva değil” gibi bulmacalara çevirmek, “diyalektik” adı altında eklektizmdir.
Çin’deki “geçiş modeli”, ne kapitalizmden sosyalizme ne de sosyalizmden kapitalizme geçiştir; zaten kapitalist olan Çin’in, “orta-ileri” ve giderek “yüksek” kapitalizme geçiş modelidir. Başka deyişle Batı/ABD kapitalizmine “yetişme-yakalama”, dünya (emperyalist) kapitalist patronajında yer almaya dönük bir geçiş modelidir.
Savran Çin’in durumunu, Sovyetler Birliği ve onun “geri dönüş sürecinin yasaları” referansı üzerinden tanımlamaya çalışırken yanılıyor. Sovyet modelleri veya Mao dönemi Çin modeli günümüz Çin’inin tarihsel referansı olmaktan çoktan çıkmıştır. Bunların kamuflaja dönük bazı biçimsel kalıntıları bir yana bırakılırsa, günümüz Çin’inin iki ana referansı şunlardır: 1- Başta Japonya, Güney Kore, Tayvan, belli ölçülerde de Batı Almanya olmak üzere, 2. Emperyalist Savaşta yıkıma uğramış kapitalist ülkelerin, savaş sonrası devlet koordinasyon ve planlamasına dayalı hızlandırılmış ve yoğunlaştırılmış kapitalist endüstriyel “kalkınma” modelleri. 2- 1990’lı yıllardan itibaren “neoliberal” kapitalizmin, ABD’den başlayıp yayılan “Yeni Kamu Yönetimi”, “Yönetişim”, “Etkin, düzenleyici ve girişimci devlet”, “Denetim, Düzenleme, Koordinasyon Kurulları”, “Ekonomi stratejisi ve politikası” modelleri.
Birincisi, Japonya, Güney Kore, Tayvan’ın 2. emperyalist kapitalist savaş sonrasından 1980-90’lara kadar süren, Batı kapitalizmine “yetişmeci”, “devlet ile tekelci özel şirketler işbirliği” ve kapitalist “planlama politikası”na dayalı, hızlandırılmış ve yoğunlaştırılmış, jet kapitalist modernizasyon, rasyonalizasyon, endüstrileşme, teknolojizasyon, tekelleştirme modelidir.[11] Bu ülkelerde bu model, devletlerin büyük bir hızla modern altyapıları kurması ve geliştirmesi, devlet ile iç içe geçmiş belli “seçilmiş” şirketlerin birleşmelerle, devletin ucuz ve bol finansman ve enformasyon aktarımıyla, deneyimli işçi, uzman ve yönetici aktarımıyla, o dönem “kongremela” veya “şabol” denilen muazzam bir sermaye yoğunlaşması ve merkezileşmesiyle ve tedarikçi-taşeron zincir ve ağları yayılımıyla, uygulandı. Siyasal planda ise Güney Kore ve Tayvan’da askeri-faşist rejimlerle, Japonya’da 1960-1993 dönemi boyunca tek başına iktidarda kalan LDP’nin neo-korporativizmiyle yürütüldü. Japonya’da çok güdük, Almanya’da biraz daha geniş burjuva demokrasisiyle birlikte, bu ülkelerin hızlandırılmış ve yoğunlaştırılmış endüstriyel kapitalist gelişimi planlama politikalarında, teknik ve yöntemsel olarak Nazizm/Faşizm döneminden alınıp uyarlanmış ögeler bile vardı. “Japonya mucizesi”, “Asya kaplanları” denilen dönemleri hatırlayanlar olacaktır. Japonya kapitalizmi gayet planlı-programlı-organize biçimde seçilmiş öncelikli sektörler (elektronik, otomotiv, gemi yapımı) ve devletle iç içe geçirilmiş seçilmiş tekelci şirketleriyle, Kalite Kontrol Yönetimi, Tam Zamanında Üretim, Yalın Üretim gibi üretim ve emek organizasyonlarıyla, adeta yarı-askerileştirilmiş emek kontrol ve disiplini mekanizmalarıyla, “ikili işgücü piyasasıyla” (çekirdek işçiler ve taşeron işçiler) dünya piyasalarını silip süpürmeye başlamıştı. ABD’nin GM, Ford, IBM, GE gibi devleri kendi iç piyasalarında bile bir dönem boyunca Japon tekelleriyle rekabet edemez hale gelmişti. Ama kimse, Japonya, G. Kore, Tayvan’ın uluslararası tekeller ve tekelci rekabet gücü oluşturma modeline, “kâr aleyhine”, “kapitalist olmayan yoldan kalkınma” demeyi aklından bile geçirmedi. Bu jet kapitalist endüstriyel gelişim, yoğunlaşma, tekelleşme ve en ileri kapitalist ülkelere “yetişme/yakalama” modelleri bölünmüş ve kademelendirilmiş işçi sınıfı üzerindeki mutlak ve göreli artı-değer sömürüsünü ve disiplinini yıkıcı biçimde yükselten ve yoğunlaştıran, yeni bir tür “devlet kapitalizmi” modeliydi.
Aslında kapitalist dünyada bir tür kapitalist planlama politikası biçimi ilk kez kapitalizmin 1930’lar buhranı döneminde ABD tarafından uygulanmaya başlandı. 2. Emperyalist Dünya Savaşı’ndan sonra ise, (1980’lere kadar süren dönemde) kapitalist dünyada çeşitli kapitalist planlama politikası biçimleri uygulanmayan ülke neredeyse kalmamıştı. “Azgelişmiş” denilen ülkelerde de emperyalist kapitalizmin yönergeleriyle “planlı kalkınma” modelleri uygulanmaya başladı.[12] Öyle ki liberalizmin her türlü devlet mülkiyeti, denetimi ve planlamasının “piyasa karşıtı” olduğu dogması, tüm kapitalist ekonomileri belli türden devlet mülkiyeti, denetimi, planlaması biçimlerinin sarması karşısında çöktü. Liberalizm, bu dogmasını incelterek, ama tabii sosyalist mülkiyet, denetim ve planlama biçimlerinden gayet hijyenik biçimde ayrıştırarak, “piyasa dostu” devlet mülkiyet, denetim ve planlama biçimlerini benimsemekle kalmadı. Bunların liberal kuramını da geliştirdi. Neoliberalizmin her türlü devlet müdahalesi ve kalkınmacılığın lanetlendiği ilk dönemlerinden sonra, yeni kurumsalcı kalkınma iktisadı biçiminde güncellenecek bu liberal revizyon kuramlarına müteşekkir olabiliriz, çünkü Marksizmi bu türden liberal kuramlarla eklektize eden yaklaşımları deşifre etme olanağını verir.
Liberalizm ekonomi ile siyaseti, toplum ile devleti pozitivist düalizm olarak görür. Piyasa ile planlama ilişkisine yaklaşımı da bu pozitivist düalizmin uzantısıdır. Piyasa ile planlamayı, denetimi, kamu mülkiyetini birbirine karşıt görür. Belli türden kamu mülkiyeti, denetimi, planlaması biçimlerinin kapitalist ekonomilerde yaygınlaşması üzerine, bu yaklaşımını inceltip yeni durum içinden yeniden üretir. Buna göre, kapitalist ekonomilerde de devlet mülkiyeti, denetimi, planlaması mümkün, hatta gerekli olabilir; ama kurucu öge, asli ve temel olan tabii ki piyasadır. Devletin ekonomiye müdahale ve politikaları, ancak piyasanın bütünleyicisi, piyasa dengesizliklerinin düzelticisi ve düzenleyicisi, hatta piyasanın derinleştiricisi, genişleticisi, geliştiricisi olarak var olabilirler.[13]
Roberts’in Çin’deki devlet mülkiyet, denetim ve planlama biçimlerini piyasa karşıtı/sınırlayıcısı (“kâr aleyhine”, “değer/kâr ve piyasaya tabi olmayan”) olarak görmesi, liberal düalizmin bir tezahürüdür. O tıpkı liberaller gibi, piyasa ile devlet mülkiyeti/denetimi/planlamasını birbirine dışsal olarak görüyor. Devamında ise, liberalizmin ters yüz ikizi olan bir anlayışla, Çin’de piyasanın, kârın değil “devlet sektörünün, denetiminin, planlamasının” belirleyici olduğunu iddia ediyor. Böylece Çin’de tali olduğunu varsaydığı özel mülkiyetin, değer yasasının, kârın, piyasanın (ve hiç bahsetmediği artı-değerin), hakim olduğunu ve kapitalist olmadığını varsaydığı devlet sektörüne dışsal olduğunu da ileri sürmüş oluyor. Bu yaklaşım diyalektik değil, eklektiktir ve Marksizmi liberalleştirme skandalıdır.
Gerçek bir sosyalist ekonomide kolektif mülkiyet, denetim ve planlama; piyasaya karşıt ve onu giderek daraltıp ortadan kaldırmaya dönük kurucu ve temel ögelerdir. Kapitalist ekonomide ise devlet mülkiyet, denetim ve planlama politikası biçimleri; kapitalist mülkiyet, kâr ve piyasanın uzantısına, bütünleyicisine ve kaldıracına dönüşür. Kapitalist mülkiyet, denetim, planlama biçimleri ile sosyalizminkiler arasında en temel ayrımları “geçiş” adı altında bulandıran, her şeyi birbirine karıştıran Roberts’in yaklaşımı, Marksizmin ağır liberal deformasyonuyla maluldür.
Girişimci ve Düzenleyici Devlet
Günümüz Çin modelinin daha yakın bir tarihsel referansı ise, neoliberal kapitalizmin 90’lı yıllardan itibaren, “minimal devlet” zırvasını geride bırakan, “etkin, düzenleyici, girişimci devlet” modelidir. Bu modelin öncüsü de, yine ABD emperyalist kapitalizmidir. Reagan’ın başkanlığı döneminde KHK ile “yıllık düzenleme planlamaları” başlatılmış, Clinton gibi sonraki başkanlar döneminde devam ettirilmiştir. 1993’te, ABD’de tüm kamu kurum ve işletmelerinde stratejik planlama ve performans planlamalarının hazırlanmasının zorunlu hale getirilmesi, “Hükümet Performansı Sonuçları Kanunu (Government Performance Results Act)” ile kurumsallaştırılmıştır. Böylece ekonomiye her türlü devlet müdahalesi, denetimi ve planlamasının lanetlenmesi bir yana bırakılarak, yeni bir kapitalist ekonomi politikası planlaması biçimine geçilmiştir.
“Yeni model”in başlıca saikleri şunlardır: 1- Kapitalist ekonomide “öngörülebilirlik ve risk yönetimi”ni esas alan, buna göre “düzeltme ve düzenlemeler” yapabilecek ekonomi politikası planlaması. 2- Ekonomi politikası planlamasında, “küreselleşme” çerçevesinde, en azından belli ve öncelikli sektörlerde, bölgesel ve küresel bağıntıları da içermesi/gözetmesi. 3- Kamu, özel sektör ve doğrudan ya da dolaylı olarak devlet ya da sermayeye bağlı “STK” ve vakıfları da içeren iş birliği, yani “yönetişim”.[14]
“Yeni kurumsalcı neoliberalizm” maddelerine, yine DB gibi küresel mali oligarşik organların yönergeleriyle kapitalist ülkelerde yaygınlaştıran “denetim ve düzenleme üst kurulları”nı, “yatırım ortamını iyileştirme koordinasyon kurulları”nı eklemek gerekir. Bankacılık, enerji, telekomünikasyon gibi kilit sektörlerden başlayıp yaygınlaştırılan “Denetim ve Düzenleme Kurulları”, Türkiye kapitalizminde önce ilgili bakanlık bürokrasisi ve sektördeki en büyük yerli ve yabancı tekelci şirket temsilcileri bileşimiyle başlamış, devletin özel sermaye işleyişini içselleştirmesiyle birlikte, hükümet ve devlet tarafından sürdürülmüştür.[15]
Bu gibi emperyalist kapitalist yönerge ve uygulamaların, birçok biçimini; örneğin “girişimci devlet, risk yönetimi, kamu-özel/üniversite-sanayi işbirliği, denetim ve düzenleme kurulları, yoikk” vb. – günümüzde artık Türkiye kapitalizminden de yeterince iyi biliyoruz.
Verimliliğe, performansa, kârlılığa dayalı “yeni kamu işletmesi yönetimi”, “kamu-özel işbirliği”, “yönetişim”, “denetim, düzenleme, koordinasyon kurulları” gibi ögeler dünyada ve Türkiye’de Marksistler tarafından yeterince analiz ve deşifre edildi. Burada bu ögelerin, yalnızca “kamu”nun “özel” sermayeye daha fazla sermaye birikim desteği ve kaldıracı olmasının ötesinde, özel sermaye ve piyasayla iç içe geçip içselleştirmekten başlayarak, “kamu” mülkiyet, yönetim, denetim ve planlama biçimlerinin bizzat ve çok daha dolaysız, çok daha derinlemesine kapitalistleşmesi ve piyasalaşması anlamına geldiğini belirtmekle yetinelim. Ancak nedense bu yeni “kapitalist ekonomi yönetim modeli”nin asıl kilit halkasını oluşturan “ekonomi yönetimi/politikası planlaması” ya da kısaca “planlama politikası” üzerinde hiç durulmamıştır.
Korkut Boratav, Çin’de Xi döneminde merkezi planlama anlayışının terkedilmesi ve makro-ekonomik büyüme öngörülerinin bağlayıcı hedef olmaktan çıkartılmasından sonra, bunların yerine geçirilen sanayi politikasını “geleneksel planlama anlayışının yeni bir versiyonu” olarak tanımlarken yanılıyor.[16] Bugün Çin’deki biçimiyle (ABD’dekinden çok farklıymış gibi görünse de birçok benzerlik taşır) “planlama politikası” ya da “sanayi-teknoloji strateji ve politikaları”, geleneksel merkezi planlama anlayışının yeni bir versiyonu değildir. Geleneksel merkezi planlama anlayışının tümüyle terkedilmesiyle, onun yerine geçirilen ve –çok farklıymış gibi görünse de– ABD’dekiyle birçok yönüyle yakınsayan/benzeşen, başlı başına yeni bir biçimdir. Planlamanın kendisinin temel olarak görüldüğü “sistem olarak planlama/planlama sistemi” ile “ekonomik politika planlaması/planlama politikası” birbirinden çok farklı şeylerdir. İkincisinde planlama temel ve piyasayı sınırlayıcı olarak görülmekten tümüyle çıkar. Giderek her türlü sosyal bağlamından sıyrılır. Çok büyük ölçüde tekniğe ve verimlilik, performans, kârlılık kriterlerine indirgenir. Başka bir deyişle, devlet mülkiyeti, denetimi, koordinasyonu, planlaması dahil her tür kriter, yöntem, politika ve uygulamada, piyasa “kurucu temel” haline gelir. Ekonominin siyasal yönetim ve denetiminde piyasa belirleyicidir ve artan ölçüde piyasa kriterleri uygulanır. Çin’de olduğu gibi parti-devletin ekonomi denetiminde, öncelikli “istikrar” kriteri, yani kapitalist üretim ve piyasa dengesizliklerini olabildiğince öngörmek ve düzenlemeye çalışmak ve “risk yönetimi”, yine bu kapsamdadır: Bu denetim biçimi de, piyasadan yola çıkar, piyasa ölçütleriyle ve piyasa yöntem ve araçları ile piyasa dengesizliklerini düzeltmeye ve düzenlemeye çalışır. Örneğin yapısal olan aşırı kapasite sorununun şu veya bu düzeyde öngörülmeye ve düzenlenmeye çalışması, tamamen piyasa koşulları ve araçları üzerindendir.
Çin’deki ilk belirimleri 2005’te görülmeye başlanan, ama Xi döneminde netleşen ve uygulamaya geçen “yeni ekonomi yönetimini planlama politikası”, sosyalizmin daha ziyade ideolojik düzeydeki bazı biçimsel kalıntılarını bir yana bırakırsak; aslen yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığımız Japonya/Güney Kore jet “kalkınma modelleri” ile ABD’den başlayıp tüm kapitalist dünyaya yayılan “etkin, düzenleyici, girişimci devlet”, “denetim, düzenleme, koordinasyon kurulları”, “ekonomi yönetimi performans politikaları” modeli sentezi üzerine kurulmuştur.
Dünya kapitalizminin 2001 ve özellikle 2008 krizleriyle birlikte, aslen Çin ve sonra Rusya, kısmen de Hindistan ve Brezilya gibi büyük kapitalist ekonomilerde gözlenen bu yeni “yetişme” fazını, BRICS ülkelerindeki “yeni tipte devlet kapitalizmi” modeli olarak tanımlayanlar oldu.[17] Her birinin özgünlükleri var – örneğin Rusya’nın devlet ve asıl Putin rejimi mülkiyet ve denetimindeki dev enerji şirket ve rantlarına dayanması gibi. “BRICS” tartışmasını farklı çalışmalara bırakarak, konumuz Çin olduğuna göre, şimdilik şunu söylemekle yetinebiliriz: Çin’e, yukarıdaki değerlendirmelerimiz ışığında, “neoliberal devlet kapitalizmi” veya aşağı yukarı aynı anlama gelmek üzere bir tür “yarı devlet kapitalizmi” demek mümkün görünüyor.[18]
Hemen “neoliberal devlet kapitalizmi mi olur, neoliberalizm ile devlet kapitalizmi bağdaşmaz şeyler” demeyin. Kapitalizmin hakimiyeti koşullarında, kapitalist üretim ve piyasa ile devlet mülkiyeti, denetimi, koordinasyonu, planlamasının birbiriyle bağdaşmaz ve birbirine dışsal şeyler olarak görmek, liberal fetişizmden başka bir şey değildir. Yukarıda liberalizm bir yana, neoliberalizmin de devletle nasıl kucaklaştığını/kaynaştığını gördük. Öncelikle Çin tipi kapitalizmin, bir “yarı devlet kapitalizmi” olarak bazı çizgilerini sıralayalım:
Belli seçilmiş DMŞ’lerin özelleştirilmemesi, korunması ve muazzam büyütülmesi. DMŞ’lerin tümüyle, devleşen cirolarının yanı sıra verimlilik, performans, kârlılık kriterlerine bağlanması. Belli hisse yüzdelerinin uluslararası sermaye piyasalarına açılması; New York, Londra vb. borsalarında işlem görmesi. DMŞ’lerin geleneksel devlet bürokrasisinden ayrıştırılan, profesyonel/teknokratik yöneticiler/CEO’lar ve –içlerinde bazen özel hisse sahiplerinin de olabildiği– yönetim kurulları tarafından yönetilmesi. DMŞ’lerin özelleştirilmeden özel şirket/tekel gibi işletilmesi, dünya sermaye piyasalarına açılması, giderek daha fazlasının dünyanın en büyük 500 şirketi arasına girmesi, ülke dışında yatırım yapabilmesi, başka şirketleri satın alabilmesi, bunların belli hisse paylarının da özel şirketler tarafından satın alınabilmesi. Dev DMŞ’leri bünyesinde toplayan, doğrudan devlet başkanlığı mekanizmasına bağlı, Devlet Konseyi (hükümet) ve Halk Konseyi (parlamento) ve devlet denetim kurumları dahil hiçbir konuda hesap verme yükümlülüğünün olmadığı, her türlü sermaye işlem ve hareketinin saklı tutulabildiği dev devlet varlık fonları. Bankacılık, enerji, telekomünikasyon, lojistik gibi kilit sektörlerde DMŞ’leri, yenilenebilir enerji, elektrikli otomobil, endüstriyel robotlar gibi yeni teknoloji alanlarında devletle iç içe geçmiş belli “seçilmiş” özel şirketleri, dünya piyasalarında tekelleştirmek, büyük, yüksek kârlı, agresif “küresel piyasa oyuncusu” haline getirmek. Devletin enerji, telekomünikasyon, lojistik gibi stratejik alanlarda büyük çaplı altyapı yatırımları, yeni teknolojiler gibi stratejik alanlarda ise “seçilmiş” özel şirketlerin takviyeli konumlandırılması ve bunlar üzerinden yine büyük çaplı devlet finansman, yatırım ve organizasyonları. Öncelikli ve stratejik olarak belirlenen sektör ve şirketlerde, seçmeli “ithal ikamecilik” benzeri himayecilik, yani ithalat-ihracatta sermaye-meta hareketi kontrolleri uygulanması.[19] Belli AR-GE, tasarım, inovasyon, yeni ürün süreçlerinde, finansal, sınai, teknolojik, organizasyonal, ticari; DMŞ’ler, özel şirketler, üniversiteler, yerel yönetimler gibi devlet ve özel çok çeşitli şirket ve kurum kombinasyonlarının, belli bir işbölümü ve işbirliği çerçevesinde, ağ, platform veya kümelendirme tarzında bir araya getirilerek, çeşitli süreçlerin birleşik, daha düşük maliyetli ve daha hızlı yürütülmesi. Ekonomik ve siyasi güç, iktidar ve kontrolün büyük ölçüde, uzun süreli ve görece istikrarlı bir çekirdek kabine iktidarında yoğunlaşması ve merkezileşmesi. Tek sendika olarak resmi devlet sendikası, emek büroları, yine partiye bağlı, başta gençlik örgütü ve ona bağlı Çin Gençliğinin Kalkınması Vakfı olmak üzere sayısız organizasyon ile uygulanan neokorporativizm. İşçi ücretlerinin düşüklüğü, sendikal ve sosyal hakların kısıtlılığı, çalışma sürelerinin uzunluğu ve yoğunluğu, despotik emek kontrol ve disiplin rejimleri…
İlk elde betimleyici düzeydeki bu çizgilerden önemlice bir bölümünü bugün ABD ve Türkiye dahil birçok başka kapitalist ülkede görmek mümkündür, ancak bu, hepsini “devlet kapitalisti” yapmaz. Belli bir tarihsel dönemde kapitalist devlet formlarının temel ortak sınıfsal karakteristiklerinin ötesinde bir dizi başka yanıyla birbirine benzeşmesi eşyanın tabiatı gereğidir. Özellikle Çin’in son 10 yılki hızlı dönüşüm ve yükseliş süreci ve göreli siyasal-ekonomik istikrar görünümü, Batı kapitalizmini ondan daha fazla esinlenir hale getirmektedir. Diğer yandan “yarı devlet kapitalizmi” modeli, “neoliberal” kapitalizmi, şirketleşmeyi, özel sermaye ve piyasa kriter, işleyiş ve ilişkilerini daha fazla içselleştirerek, Batı kapitalizmi modellerine daha fazla benzemektedir. Böylece bir yandan Çin, Rusya, Hindistan gibi devletlerin Batı kapitalizmine yetişmek için uyguladığı ekonomik-siyasi güç yoğunlaştırma modelleri, bu devletlerin daha fazla ve daha derin biçimde sermaye ve piyasa ilişkilerini içselleştirmesini ve sermaye ve piyasanın kurumsallaşmış biçimleri haline gelmesini sağlarken, diğer yandan Batı kapitalizmi modellerinin onların “devletçi” bazı çizgilerini almaya başlaması, “tencere dibin kara, seninki benden kara” hikayesi gibidir.
Bu yüzden Çin’i “yarı devlet kapitalizmi” olarak tanımlarken, Batı kapitalizminden farkının sanılan kadar büyük olmadığını ve birbirine daha geçişli olduğunu vurgulamış oluyoruz. ABD ve Çin bir dizi yönüyle artan ölçüde birbirine benzer; örneğin ABD’nin güneyi de Batı Avrupa, Japonya, G. Kore, Çin tekellerinin kârlı yatırım alanlarına dönüşür, ABD de belli alanlarda bu kez Çin’e karşı korumacılık uygulayıp bazı göreli “devletçi” çizgilere sarılır ve “sanayi-teknoloji strateji ve politikaları” uygularken veya 1940’lardan itibaren ABD’deki kritik teknolojik gelişmelerin önemli bir bölümü zaten Devlet-Pentagon menşeiliyken – Çin’in yeni tipte bir “yarı devlet kapitalizmi” olması, ABD kapitalizminin ise devlet kapitalizmi olmaması, yalnızca bir derece farkı değildir. Çin’de Roberts’in söylediği gibi bir parti-devlet sektörünün, ama onun söylediğinden farklı olarak kapitalist bir parti-devlet sektörünün ve kapitalist sınıfın parti-devlet “yüksek” bileşeninin, Çin kapitalizmine önemli ölçüde (ama mutlak biçimde değil) hakim olması, Çin’i “yarı devlet kapitalizmi” haline getirir. Diğer taraftan bu “yarı devlet kapitalizmi”ndeki devletin, kendine dışsal olan bir kapitalizmi denetleyip sınırlandıran değil, düpedüz sermayenin ve piyasanın kurumsallaşmış biçimleriyle, kapitalist girişimci devlet olması, onu ABD’ye benzetir.
Çin tipi kapitalizm tanımı için, Michael Roberts’in Marksizm adı altında yeni kurumsalcı iktisat (neo-Kautskyci ve liberalizm sentezi) bakışıyla yaptığı Çin değerlendirmesini tersine çevirmek yeterli olacaktır: Çin’de kapitalist sınıf zaten dev kapitalist şirketler topluluğuna dönüşmüş olan devlet mekanizmasını kontrol etmektedir, bu kontrolü kapitalist sınıfın genel çıkarları adına kapitalist sınıfın egemen bileşeni olan parti-devletin “yüksek” teknokratik burjuva sınıf kesimi yapmaktadır; Çin’de değer yasası/kâr, verimlilik/kârlılık ve piyasalar yatırımlara da, hegemon büyük devlet sektörüne de hükmeder; ve bu devlet kapitalizmi ile özel kapitalist sektör iç içe geçmiş olarak, Çin kapitalizminin öncelikli, yoğunlaştırılmış, hızlandırılmış sınai-teknolojik politika hedeflerini, ülke içinde ve dışında daha yüksek göreli artı-değer ve kârlılık lehine karşılama yükümlülüğü altındadır.
Kapitalist Sınıfın ‘Yüksek’ ve ‘Hakim’ Teknokratik Bileşeni
Çin’deki parti-devlet üst kademelerini ve Xi çekirdek iktidarını, kapitalist sınıfın tayin edici teknokratik burjuva sınıf kesimi olarak tanımlıyorum. Burjuva olarak tanımlanmaları için, Xi Jinping dahil hemen her birinin aileleri, akrabaları, yakınları üzerinden en küçüğü birkaç yüz milyon dolardan başlayan birkaç milyar dolara çıkan servetlerini (belgelenmiştir) bilmek yeterlidir. Ancak Çin burjuvazisinin “yüksek teknokratik” bileşeninin gücü, bir Jef Bezos veya Bill Gates’inki yanında pek mütevazi sayılacak birkaç yüz milyon veya birkaç milyar dolarlık aile servetlerinden kaynaklanmaz yalnızca. Aslen: 1- Çin büyük özel burjuva sınıf kesiminin çok büyük bölümünün KP üst kademeleri içinden üretilmesinden ve Çin özel kapitalistlerinin KP’ye üye olabilmesinden, KP ve devletin üst yönetim organlarında yer alabilmesinden, 2- Çin kapitalist devletinin ve devlet sektörünün mülkiyetini ve denetimini, toplum ve hatta parti-devlet içinde küçük bir azınlık olarak, fiilen ve kurumsal olarak, kendi ortak-özel ellerinde toplamış ve işletiyor olmalarından kaynaklanır. Roberts’in “ortak mülkiyet” dediği, ancak Çin burjuvazisinin ve onun içinde Çin parti-devlet üst kademelerinin piramitsel, fiili ve kurumsal olarak kamusal (“kamu adına”) anonim-özel mülkiyeti olması anlamında doğrudur.
Bürokratik yerine teknokratik kavramını “neoliberal” denilen kapitalizm döneminde, geleneksel devlet bürokrasilerinin büyük ölçüde tasfiye edilmesi ya da işlevsizleştirilmesiyle, yerini, devleti, devlet mülkiyetlerini, kurumlarını şirket gibi yöneten profesyonel yöneticilere bırakmış olması ve bir de tabii, Çin’deki yöneticilerin görülmemiş teknoloji fetişizmi (“teknoloji her şeyi çözer” anlayışı) itibarıyla kullanıyorum. Ancak parti-devlet yüksek kademelerinin ne kadar bireysel veya toplam servet sahibi oldukları ya da bürokrat mı teknokrat mı olduklarından daha önemli olan, Çin merkezli sermayenin/kapitalist sınıfın egemen fraksiyonu olarak, Çin sermayesinin genel çıkarlarını da tayin ediyor olmalarıdır.
Xi rejiminin en temel işlevi budur. Çin kapitalizminin/sermayesinin içte ve dışta genel çıkarlarını ve hedeflerini belirlemek, düzenlemek ve gerçekleştirmektir. Bu yüzden Xi iktidarının Çin burjuvazisinin şu veya bu bireyi, grubu veya kesimi ile gerginlikler yaşaması, bunlardan bazılarını silkelemesi veya cezalandırması, rejimin “kâr aleyhine”, “burjuvazi aleyhine”, “kapitalizm aleyhine” olduğunu göstermez. Burjuva sınıf kesimleri arasındaki eşitsiz gelişme ve çelişkileri gösterir. Xi çekirdek iktidarı elinde büyük bir güç yoğunlaşması ve merkezileşmesi, Çin burjuvazisinin “olağan sermaye birikim biçimleri”yle bu muazzam servetlere erişemeyecek, yeni ve daha yüksek bir sermaye birikim düzlemine geçemeyecek, ABD emperyalist kapitalizmiyle rekabet edemeyecek olmasından kaynaklanır.[20] Bunları sermayenin genel çıkarları adına ve sermayenin en güçlü ve organize kurumsallaşmış kesimi olarak yapmaya çalışan, tam da bu “yarı devlet kapitalizmi”nin yönetici-patronlarıdır.
Kapitalist devlet, zaten çeşitli sermaye gruplarının ve sermaye kesimlerinin özel çıkarlarını, sermayenin genel çıkarları haline getiren ve bunu tüm toplumun genel çıkarı olarak sunarak, halkı da bunun peşinden sürüklemeye çalışan mekanizmadır. Çin tipi “yarı devlet kapitalizmi” bu “özel/genel” diyalektiği üzerine kurulu sınıf devletinin, öncelikle karşıt sınıflar arasında, sonra da burjuva sınıf kesimleri arasında işleyişinin tipik olduğu kadar özgül bir biçimidir.
Çin bugün en azından bazı sektörlerde, kapitalist DMŞ ve özel şirketleriyle ABD ile rekabet edebilecek bir güce yakınlaşmış görünüyor. Ama tam da bu “devlet kapitalizmi” modelinin karakteristiği olan; parti-devlet kontrol ve yönlendirmesinde olan tüm güç ve olanakları “öncelikli” addedilen “seçilmiş” sektör ve şirketlerde yoğunlaştırma boyutu bir yana bırakılıp, genel düzeyde bir karşılaştırma yapıldığında, Çin’deki emek üretkenliğinin halen ABD’nin %43’ü civarında, Çin’deki ücretlerin ABD’dekinin 10’da biri civarında olduğunu görüyoruz. Michael Roberts Çin’in İGİ (İnsani Gelişme İndeksi) itibarıyla yükselmesini övüp GİNİ (Gelir Eşitsizliği İndeksi) hızla gerilediğine hayıflanırken, bir eklektizm örneği daha veriyor. İnsani Gelişme İndeksi, Dünya Bankası’nın “Değişen Dünyada Devlet” başlıklı “kalkınma” raporuyla birlikte dünya çapında yaygınlaştırılıp “ölçülmeye” başlandı. Amartya Sen, Peter Evans gibi yeni-kurumsalcı iktisatçıların pek derin incelemelerine dayanan İGİ’de, satın alma gücü/tüketim kapasitesi, eğitim düzeyi gibi piyasa saikleriyle ölçülüp değerlendirilen “insani gelişme”, toplumsal bir ihtiyaç ve amaç değil, yalnızca emek üretkenliğinin, yani göreli artı-değer sömürüsünün artırılmasının bir aracıdır. “Entelektüel sermaye, sosyal sermaye, eğitim-kalkınma bağlantısı, sanayi-üniversite işbirliği” benzeri neoliberalizmin yeni aletler seti arasındadır. Roberts, Çin’in dünya kapitalizminin “İGİ ligi”nde yükselişini de “kapitalist olmadığının” bir argümanı olarak kullanmaya kalkışırken, bunun küresel mali oligarşik organların, niteliksel bir amaç değil kapitalist emek sömürüsünün yeni gereklerine uyarlanmış bir sermaye aracı olarak yönergeleştirdiğini dahi görmüyor ya da görmezden geliyor. İGİ niteliksel toplumsal gelişmeyi değil, piyasa ölçütleriyle “insan sermayesi”ni ölçer, GİNİ ise eşitsizliğin derinliğini ölçer. Burada asıl temel ikincisi olmakla birlikte, bu iki indeks arasında bir çelişki olmadığını görürüz. Çin’de iç eşitsizliğin resmi rakamlarda bile hızla daha kötüye, gerçekte çok daha kötüye gittiğini görüyoruz: Mutlak ve göreli artı-değer sömürüsünün büyüyüşünü ve işçi-emekçi kitlelerden (ve parti-devletin denetimindeki kaynaklardan) burjuvaziye kâr ve gelir aktarım mekanizmalarının büyüyüşünü ve hızlanışını gösterir.
Belli sınıf, kesim, sektör ve şirketlere dönük güç yoğunlaştırması ve seçili güç kapasitelerinin bunlar için seferber edilen her türlü siyasal, toplumsal, ekonomik olanak, kaynak ve kapasiteyi soğurması ne kadar artar ve hızlanırsa, sermaye birikiminin mutlak genel yasası, sınıflar arasında o kadar keskin ve hızlı işleyecektir. Bu “Çin tipi devlet kapitalizmi”nin karakteristik bir özelliğidir. Çin de zaten oldukça güdük olan sosyal güvenlik sisteminin artan hoşnutsuzluk ve tepkilere karşın geliştirilmemesi ve iç göçmen işçi aileleri de kapsayacak biçimde genişletilmemesi, veya iç göçmen işçi ailelerinin çoğunun rejimin aradığı türden “nitelikli işçi” olabilmek için yüksek öğretim olanağına sahip olamaması, ki bu örnekler çokça uzatılabilir, Çin tipi ekonomide, bırakalım Roberts’in iddia ettiği gibi kapitalizmin hareket yasalarının sınırlandırılmış olmasını, başta sermaye birikiminin mutlak genel yasası ve kâr oranların düşme eğilimi (ve buna karşıt etkenlerin harekete geçirilmesi) yasası olmak üzere, nasıl kesin ve hızlı biçimde işlediğini gösteriyor. Çin’in dünya kapitalizminin başına güreşme mekanizmalarının, bir ve aynı zamanda, sermaye birikiminin mutlak genel yasasının (servet/sefalet birikimi karşıtlığının) dünya çapındaki işleyişinin başına güreşmesi olduğunu gösteriyor.
Bir kere daha altını çizerek vurgulayalım: Kapitalizmin “etkin, düzenleyici, girişimci devlet” modeli, piyasa karşıtı ve kısıtlayıcısı olmak bir yana; kapitalizmin değer, artı-değer, göreli artı-değer, kârlılık yasalarının daha etkin, daha sınırsız ve göreli daha istikrarlı işletilmesine dönüktür.
Çin tipi yarı devlet kapitalizmi modeli, tam da kapitalizmin hareket yasalarıyla daha derin bütünleşme üzerine kurulmuştur ve daha keskinleşerek işlemelerine yol açıyor.
Denetim
Xi rejiminin üç temel önceliği: 1- Ekonomik, toplumsal, siyasal istikrar. 2- İç ve dış güvenlik. 3- Sermaye birikiminin teknolojik gelişmeyle içte ve küresel olarak yeni bir düzleme yükseltilerek kapitalist dünya patronajı arasında yer almak.
Çin, “devlet güdümlü ekonomi” ya da “komuta ekonomisi” değildir.[21] Çin, kapitalist devlet denetim, düzenleme, koordinasyonu gibi bunun bazı belirimlerini gösterse de bir “kontrol ekonomisi” de değildir. Çin, yine Batı emperyalist kapitalizminin ideologlarının lanse etmeye çalıştığı gibi “China, Inc.” (Çin A.Ş., yani devleti ve ülkesi ile tek bir total şirket) de değildir.[22] Merkezi planlama ekonomisi hiç değildir.
Xi rejimi denetimi olabildiğince partide ve onun üst çekirdeğinde toplamaya çalışsa da, birbiriyle de rekabet halinde çok sayıda kurum ve “özne”nin olması, denetim süreçlerini sık sık içinden çıkılmaz hale getiriyor. Partinin denetim komisyonları, devletin denetim kurumları, hükümet (devlet konseyi) bakanlıklarının denetim kurumları, DMŞ’ler, özel şirketler, işveren birlikleri, yerel idareler vb… Örneğin yerel idareler, birbiriyle rekabet içinde, kendi bünyelerindeki şirketlere avantaj sağlayabilmek için parti-iktidar’ın önceliklerini kılıfına uydurabiliyor, iktidarın kârlı olmayan devlet şirketlerinin kapatılması yönergelerine karşın vergi, istihdam ve daha fazla yatırım çekebilme kaygısıyla buna ayak direyebiliyor. Ya da tam tersine, iktidarın önceliklerine uyduklarını gösterebilmek için, yine birbiriyle rekabet halinde, aşırı kapasiteye yol açabiliyor. Xi bir dönem SASAC’ı kenara itip denetimi parti komisyon ve sekreterlerine verdi. Ama bu da istenilen sonucu vermemiş olacak ki, daha sonra SASAC’a yeniden bazı yetkiler ve denetim planlaması politikaları oluşturma görevi verdi; çeşitli sektör ve alanlarda oluşturulan partinin “liderlik grupları”nı da yeniden “devlet denetim kurumları”na dönüştürdü. Çin’deki bu gibi parti-devlet mekanizmaları, Batı kapitalizmindeki “denetim, düzenleme, koordinasyon kurulları”nın Çin muadilidir.
Denetim konusundaki karmaşa ve gelgitlerin başlıca nedenlerini şöyle özetleyebiliriz: Birincisi, Xi çekirdeğinin elinde daha büyük bir güç ve iktidar yoğunlaştırması ve merkezileştirmesine karşın, Çin’deki hakimiyetinin mutlak olmadığı, kendini yeniden hissettirmeye başlayan güç ve paylaşım mücadelelerinden görülebiliyor. Xi’nin Pandeminin ikinci dalgasını ve gayrı-menkul-emlak krizini yönetemeyişi, Çin ekonomisinin (Çin standartlarına göre) durgunlaşma eğilimi, burjuvazinin diğer kesimlerinin ve kenara itilen devlet bürokrasisi ve ordunun homurtularının artmasına yol açıyor. Xi’nin bu kesimleri yönetmekte zorlandığını, belli tavizler vermesinden (SASAC’ta olduğu gibi) görmek mümkün.
İkincisi, pandemiden itibaren reel ücret artışları ve ortalama refah artışının durması ve alt sınıflar için gerilemeye başlaması, artan genç işsizliği, yeni bir sıçrama yapan eşitsizlik, kitlelerin hoşnutsuzluğunu yeniden artırmaya başladı. Ekonomik denetim ve sanayi politikalarının hiçbir toplumsal ihtiyacı kapsamaması daha fazla sorgulanır hale geldi.[23]
Üçüncüsü, kapitalist üretim ve piyasanın hakimiyeti koşullarında, hem de yine piyasa ölçüt ve araçlarıyla yapılmaya çalışılan piyasa dengesizliklerinin denetlenmesi ve düzenlenmesi çabasının, kapitalizmin yapısal çelişki ve dengesizliklerini ortadan kaldıramayacağı, bu içsel çelişkilerin en fazla semptomlarını “düzeltmek” ve ötelemekle sınırlı kalacağı, belirginleşiyor. Bu, kapitalizmde yine kapitalist saikler ile yapılan denetim, düzenleme ve koordinasyonun mümkün ve gerekli olmadığı anlamına gelmez. Tam tersine, sermaye ne kadar yoğunlaşır ve merkezileşirse ne kadar tekelleşirse, denetim, düzenleme, koordinasyon ve bir tür planlama o kadar zorunlu hale gelir. Yalnızca hangi türden olursa olsun hiçbir denetim, düzenleme, planlama yöntem ve politikasının kapitalizmin yapısal sorun ve çelişkilerini çözemeyeceği ve belli bir dönem için “risk yönetimi”ni, “kriz yönetimi”ni başarsalar bile, üretici güçlerin toplumsal niteliği ile kapitalist üretim ilişkileri arasındaki çelişkiyi ve sınıf çelişkisini engelleyemeyecekleri, tam tersine son tahlilde daha da keskinleştireceklerini gösterir.
Daha önemli olan ise bu kontrolün içerik ve biçiminin, kriterlerinin ne olduğudur.
Çin’de denetim yukarıda belirttiğimiz üç öncelik halkası çerçevesinde yapılır: İstikrar, güvenlik, sermaye birikiminin yeni ve daha yüksek bir teknolojik düzleme yükseltilmesi.
Güvenlik kriterine bir örnek: Rejim, 2022’de kamu-özel tüm dijital platform ve sosyal medya uygulamalarından güvenlik önlemlerini yükseltmelerini istedi. Güvenlik önlemi yalnızca ABD’nin teknolojik sızmalarına karşı değildi, aynı zamanda Çinli işçilerin, genç kuşakların teknolojik tespit ve takibi zorlaştıran haberleşme aplikasyonları kullanıyor olmalarına karşıydı. Çin’in Alibaba, Tencent, Badiou gibi dijital platform devleri, maliyetlerini artırdığı, kamuoyundaki itibarlarını ve kullanıcı sayılarını düşürdüğü için bu tür önlemleri almayınca, rejim onlara birkaç milyar doları bulan güvenlik cezası kesti. Xi rejiminin başından itibaren, Çin, “kamu güvenliği” denilen iç güvenlik harcamaları dış güvenlik harcamalarını aşan ilk ve tek ülke oldu. “Kamu güvenliği” harcamalarının önemli bölümü teknolojik emek ve kitle kontrol sistem ve uygulamalarına gidiyor.
Ekonomik istikrar kriterine bir örnek: Denetim aygıtları, Çin’de fotovoltaik güneş panelleri üreten şirketlere bir noktada aşırı kapasite uyarısı yaptı. Ama Çin merkezli güneş panelleri şirketleri zaten dünya piyasasının çok altında fiyatlarla devlet bankalarının ucuz aşırı kredisiyle aşırı kapasiteyle üretim yapıyorlardı. Yani aşırı kapasiteyi, dünya güneş panelleri pazarındaki pay ve kontrolünü artırmak için yine Çin kapitalist devleti körüklüyordu. Aynı devlet, bir noktadan sonra güneş paneli şirketlerine ucuz finansman ve sübvansiyonları azaltarak, üretimi düşürmeye zorladı. Böylece güneş paneli özel şirketleri iflastan kurtarılmış oldu. Ama işçi çıkarmalarına karşı hiçbir denetim uygulanmadı! Çin’de en önemli ekonomik denetim kriterlerinden biri, yapısal aşırı kapasiteyi ve aşırı borçları, ortadan kaldırılması mümkün olmasa da yatırım ve kredileri denetleyerek, olabildiğince azaltmaya ve yavaşlatmaya çalışmaktır. İşe yarıyor mu? Güneş paneli örneğinde olduğu gibi bazen yarıyor, Evergande krizinde olduğu gibi bazen yaramıyor. Aslında bu iki örnek, rejimin kendi denetim kriterlerinde bile çifte standartlarını gösteriyor. Örneğin küresel pazarlarda aşırı kapasite olduğunda bazen buna karşı düzenleme yapıyor, bazen da tam tersine aşırı kapasiteyi, muazzam ucuz finansmanla, fiyat kırarak, iflas eden yabancı şirketleri satın alarak, pazarları ele geçirmek için kasten körüklüyor. Daha çarpıcısı, aşırı birikim, aşırı kapasite, aşırı üretim krizine giren şirketlerin kapanma, işçi atma, emek gücünün daha ucuz olduğu alanlara taşınma dalgalarını teşvik ediyor. İşçi atmaya, işçilerin hak edişlerini gasp etmeye karşı hiçbir denetim yok. Rejimin böyle bir “denetim kriteri” yok. Bu yüzden denetim kriterleri için de, hangi sınıf için hangi sınıfa karşı, sorusunu sormak bile fazla.
Yolsuzluğa karşı denetim kriteri: Çin’de yolsuzluk operasyonları ve yolsuzlukla mücadele mekanizmaları ve denetimleri, hem “istikrar” hem de “daha yüksek bir sermaye birikim düzlemine geçiş” halkalarının bileşenidir. Önceki dönemde parti ve devlet içindeki görülmemiş düzeydeki yolsuzluk, hem iç klikler arası güç, paylaşım, çeteleşme mücadelelerini azdırıp iktidarın altını oyuyordu, hem de çeşitli iç ve dış kapitalist güçlerin merkezi iktidarın (yani egemen burjuva kesimin) ortaya koyduğu “sermayenin genel çıkarları” çizgi ve düzeneklerinin çevresinden dolanıp işlerini bağlamalarını kolaylaştırıyordu. Dahası sermaye birikimini yükseltmek için gerekli muazzam kaynakları kesintiye uğratıyor ve daha büyük çaplı yatırım temposunu zora sokuyordu. Xi rejimi kuşkusuz “yolsuzlukla mücadele” düzeneklerini, aynı zamanda siyasal baskı ve koz olarak kullanmaktadır. Tabii kapitalist devletlerdeki tüm yolsuzlukla mücadele uygulamalarında olduğu gibi, bunun aslında tüm yolsuzlukları tek merkezde toplama ve diğer türlü yolsuzlukları da onun onay ve komisyonuna bağlama anlamını da içerdiğini unutmamak gerekir.
Madde ve örnekler istendiği kadar uzatılabilir. Ancak bu kadarı, Çin’deki denetim mekanizma, yöntem ve kriterlerinin hiçbirinin “piyasa aleyhine” olmadığını, tam tersine piyasa temelinde, piyasa ölçüt ve araçlarıyla, sermaye ve piyasanın kurumsallaşmış biçimi olarak artı-değer ve kârlılığı artırma ve piyasa risk ve kriz yönetimi çerçevesinde olduğunu göstermeye yeter.
Çin’de kapitalist ekonomi içinde ve üzerindeki denetim ister parti ister devlet bürokrasisi tarafından yapılsın, özünde, aslen Batı kapitalizminin icat ettiği “risk yönetimi”nin bir yarı-devlet kapitalizmi versiyonudur.
Planlama
Çin’de DMŞ’lerin önemli bir bölümü, özellikle yerel idarelerin bünyesindekiler, zaten daha önce, planlamanın dışına çıkartılmış durumdaydı. Xi rejimi, en büyük ve stratejik kabul edilen DMŞ’ler dışında kalan, yerel idareler bünyesindeki binlerce DMŞ’yi daha kapatılmaya teşvik ediyor. Gelirler merkezi iktidarın elinde toplanırken harcamaların yarı-özerk yerel idareler tarafından yapılması, yereller arasında nitelikli emek gücü ve sermaye/yatırım çekebilmek için rekabet, yanı sıra devlet işletme, kurum ve idarelerinin (ve özel şirketlerin) birbirinden borçlanabilmesi ve harcamaların borçla yapılabilmesi, DMŞ’lerin mülkiyetinin de üzerinden her türlü spekülatif ve hayali sermaye işlemi yapılabilecek “finansal mülkiyet” haline gelmesi ve borsaya düşmesi, DMŞ’ler ve özel şirketlerin birbirinin hisselerini alıp satabilmeleri, kaynak dağılım ve tahsisinin de verimlilik, performans, rekabet gücü, kârlılık etkenlerine göre yapılması, makro-ekonomik büyüme öngörülerinin bağlayıcı hedef olmaktan çıkarılması, Çin’deki planlamanın içini büsbütün boşaltan etkenlerden yalnızca birkaçı.
Burada çok kritik bir nokta şudur: Sosyalist planlamada ekonomiye kaynak tahsisi ile toplumsal ihtiyaçların karşılanması/gerçekleştirilmesi asla birbirinden ayrılmaz, bir bütündür. Kapitalizminin eski planlama biçimlerinde bile, en azından emek üretkenliğinin hızlı arttığı dönemlerde, toplumsal ihtiyaçlar asla öncelikli görülmese bile, en azından en yakıcı olanların kısmen ve piyasa koşulları içinde kalarak hafifletilmesi gözetilebilir. Günümüz sanayi politika planlamasında ise, ekonomiye kaynak tahsisi ve dağılımı ile toplumsal ihtiyaçlar birbirinden pişmemiş fasulye ile suyu gibi ayrıştırılır, giderek en acil toplumsal ihtiyaçlar bile yok sayılır.[24]
Çin’de bu “sanayi politikası”nı tasarlayan ve yürütenler, durmaksızın “kendi kendini programlayan robotların yürüteceği üretim sistemleri, uzaktan kontrol edilen akıllı limanlar, sürücüsüz ulaşım sistemleri” gibi şeylerden bahisle, birikimli ve derinleşen her türlü toplumsal, ekonomik, siyasal sorunun halledilmiş olacağını yalnızca “varsayıyorlar”. Xi’nin son dönemlerde sanayi politikalarında esamisi okunmayan toplumsal sorun ve ihtiyaçları, “ortak refah çağrısı” adı altında zenginlerin yoksullara bağışı gibi lütuf ve vicdan kampanyaları ile örtmeye çalışması, tam da toplumsal ihtiyaçların sanayi politikalarından kovulmasının göstergesidir.
Peki, Çin’de gayrimenkul-emlak balonu ve çöküntüsünün, bu çapta spekülasyon, dolandırıcılık, skandalların, bu çapta ekonomik dengesizliklerin, “parti yetkilileri”nin haberi ve ilişkisi olmadan, onlar yüklü paylarını almadan yürütülmüş olması mümkün mü? Çin’de parti-devlet yapıp ettiği her şeyin “bilimsel” olduğunu iddia eder: Gerçekte bilimsellik, pragmatizmin resmi makyajıdır. Her türlü planlama, denetim, kriter kapitalist sınıfın işine geldiği kadarıyla vardır.
Michael Roberts’in savunduğunun aksine, yalnızca belli üretim girdi ve çıktılarında, belli tüketim ürünlerinde fiyat kontrolü ve belli üretim alanları/ürünlerde korumacılık/sermaye kontrolü uygulamalarına bakarak, bir planlama biçiminin kapitalist olmadığı söylenemez. Fiyat kontrolü pek ala ücretleri düşük düzeyde tutmak, belli sektör ve şirketlere artı-değer/kâr aktarmak için de yapılabilir. Belli seçilmiş sektör ve ürünlerde ithal ikamecilik, himayecilik, ithalat-ihracat sınırlamaları, geçmişteki örneklerinden iyi bildiğimiz gibi (ki bugün artan sayıda kapitalist devlet bu gibi yöntemleri uyguluyor) içte sermaye yoğunlaşma ve merkezileşmesinin/tekelleşmenin artırılması, rant ve artı-kârlar ve belli bir vadede uluslararası planda da göreli artı-değer/kâr payını yükseltmek için uygulanabilir. Üstelik Çin pazarındaki yabancı tekeller de bu korumacılık uygulamalarından daha kârlı çıkabilir. Roberts gibi bunları kendi başına kapitalizm-dışı/kâr aleyhine sayacak olsaydık, Türkiye’de bir dönemki KİT çıktılarına, temel gıda ürünlerine fiyat kontrolü/sübvansiyon uygulanmasını veya kamu arazilerine gecekondu yapımına göz yumulmasını veya bugünkü TOKİ’yi kapitalizm dışı saymamız gerekirdi.
Çin gibi görülmemiş düzeyde endüstriyel kapitalist bir ülkede[25], kapitalist değer yasası hakim ve kadirdir. Roberts’in Çin’de “hakim devlet sektörü, belli alanlarda fiyat kontrolü, sermaye kontrolü” gibi nedenlerle değer yasasının geniş çaplı kısıtlandığı, bu alanlarda işlemediği veya saptırıldığı üzerinden yaptığı spekülasyonlar, Marksist değer kuramı üzerine büyük bir cehaleti değilse tahrifatçılığı yansıtıyor. Herhangi bir kapitalist ekonomide, değer yasasının kısıtlandığı, ertelendiği, saptırıldığı ya da daha özgül biçimlerde işlediği bir dizi durum ve alan vardır. Ama bunlar kapitalist bir ekonomide değer yasasının temel ve hakim olmadığı, geçersiz olduğu, o ülkenin kapitalist olmadığı anlamına uzaktan yakından gelmez. Tam tersine değer yasasının işleyişindeki bu tür anomali ve özgüllükler, kapitalizm tarafından daha fazla değer/artı-değer/kârlılık için kullanılır. Örneğin kapitalist bilişim endüstrisindeki açık kaynak kodlu yazılım platformlarına, parasız müşterek yazılım kütüphanelerine, bilişim kapitalistleri tarafından göz yumulur, hatta “değer yasasının olmadığı” bu tür yazılım araçları teşvik edilir. Çünkü bunlar bilişim şirketlerinin sermaye ve emek gücü maliyetlerini düşürür, bilişim işçilerinin emek üretkenliğini, dolayısıyla onlar üzerindeki göreli artı-değer sömürüsünü artırır. Bu yüzden Roberts’in Çin’deki kapitalist üretim tarzı, artı-değer ve sınıf ilişkilerinin en ufak tarihsel-somut bir analizini içermeden, değer yasası üzerinden yaptığı spekülasyonlar, Çin’in “kapitalist olmadığı”nı ileri sürebilmek adına, Marx’ın değer kuramını tahrif etmeye ve işçi sınıfına bir saldırıya dönüşüyor.[26]
Planlama teknik bir sürece, şeyler arası ya da insanlarla şeyler arası ilişkiye indirgenemez. Şu kadar üretim artışı, bu kadar yatırım temposu, şu kadar teknolojik ilerleme, kendi başına planlamanın başarılı olup olmadığını göstermez. Çünkü bunların hepsi insanlarla şeyler arası ilişkinin ifadesidir, toplumsal ilişkiler üzerine hiçbir şey söylemez. Planlama bir toplumsal üretim ilişkisi biçimidir, bu yüzden yalnızca nelerin planlanıp planlanmadığını değil, kimler tarafından kimlerin çıkarına nasıl planlandığına da bakmak gerekir. Çin’de merkezi planlamanın olduğu önceki dönemde, 250 milyon iç göçmen işçinin aşırı düşük ücretlerle günde 12 saat “çıplak emek gücüne alçaltılarak” vahşice sömürüldüğü, yılda 120 bin işçinin iş cinayetlerinde öldüğü, “ıslah edilmiş hapishane” tarzı fabrika-yatakhane çalışma rejimi koşullarında, o “merkezi planlama”ya “sosyalist planlama” denilebilir miydi? Peki günümüz Xi dönemi Çin’inde, 300 milyon iç göçmen işçinin sosyal güvenlik sorununun, 100 milyondan fazla işçinin kayıtsız çalıştırılması sorununun, 2023’te %21,3 ile doruğa çıkmış genç işsizliği sorununun, milyonlarca boş ev ve hayalet şehirler varken milyonlarca evsiz sorununun kendisine kâğıt üzerinde bile yer bulamadığı bir “planlama”ya, “kapitalist olmayan, kapitalizmi sınırlayan, kâr aleyhine planlama” denilebilir mi?
Çin merkezli dev Alibaba özel sermaye grubunun sahibi olduğu (Türkiye’deki en büyük e-ticaret platformu şirketi ve sermaye piyasası değeri Koç Holding’inki bile aşmış en büyük hayali sermayesi) Trendyol da kendi bünyesinde planlama yapıyor. Bu planlama, hangi alan ve kesimlerden müşterilerin hangi ürünleri sipariş edeceğini önceden %80’e yakın bir doğruluk payıyla algoritmik olarak öngörebiliyor. Ve o müşteri Trendyol sitesinde istediği ürünü daha tıklamadan, o ürün Trendyol’un tedarikçileri tarafından üretilmiş ve müşteriye en yakın dağıtım merkezine gelmiş oluyor. Metaların üretim, dolaşım ve dağıtımında, harika teknik, hesap, kontrol ve dakik planlama. Ama bu planlamada “değere/kâra ve piyasaya tabi olmayan” hiçbir şey yok. Tam tersine, Trendyol’un dağıtımını yaptırdığı ürünlerden aldığı artı-değer ve kâr payını artırmak, doğrudan ve dolaylı olarak çalıştırdığı 10 binlerce işçi üzerindeki sömürüsünü artırmak ve her şeyi daha fazla piyasalaştırmak için yapılıyor. Burada da bir kontrol var. Trendyol’un, tedarikçilerinde çalışan işçiler, dağıtımı yapan işçiler ve müşteriler üzerinde, gayet planlı ve hızlandırılmış artı-değer sömürüsü, soygun, realizasyon kontrolüdür. Michael Roberts Alibaba iştiraki Trendyol’un planlamacılığını da “kapitalist olmayan” planlama olarak mı görürdü bilemeyiz, ama kesin olan bu planlama biçiminin, tahakkümü altında çalıştırılan on binlerce işçinin ezici çalıştırılma, sömürülme, güvencesizlik, sakatlanma ve yağmalanma koşullarına karşı hiçbir önlem içermediği gibi, tümünü son sınırına kadar koşullamasıdır. Tam da Çin’deki bugünkü planlama biçiminin, Kod 996’yı (haftada 6 gün 72 saat çalışma) kaldırmak, çalışma saatlerini azaltarak patlayan genç işsizliğini çözmek bir yana, bir yanda 72 saat çalışmayı diğer yanda işsizlik patlamasını koşullaması gibi.
Çin’in son 10 yılda yeni teknolojilere yaptığı yatırım düzeyi ve orta-ileri teknolojilerdeki sıçramalı gelişim düzeyi kuşkusuz göz ardı edilemez. Ancak Çin’in son yıllarda “nitelikli üretici güçler” diye etiketlenen resmi sanayi politikası, “nitelikli üretim ilişkileri” (yani özel mülkiyetin, piyasanın ve meta-sermaye ilişkilerinin giderek daraltılması ve kaldırılması, üretim ve mülkiyet ilişkilerinin toplumsallaştılması) amacını tabii ki kapsamıyor.[27] Tersine dikkatleri Çin’deki kapitalist üretim/sınıf ilişkilerinin tarihsel-somut analizinden uzaklaştırmaya çalışıyor. Bu haliyle fazlasıyla, kapitalizme ve kendi ülkelerinin emperyalist kapitalizmine entegre olmuş 2. Sarı Enternasyonal partilerinin “üretici güçler teorisi”ni çağrıştırıyor. “Nitelikli üretici güçler”in geliştirilmesi ve mevcut üretim ilişkilerinin buna uyarlanmasıyla, “Çin tipi sosyalizm”in de gelişeceği varsayılıyor.
Kuşkusuz üretici güçlerin yeni ve daha ileri bir düzlemde toplumsallaşma niteliği, tarihteki dar Sovyet ve Çin örneklerinden çok daha gelişkin bir sosyalizmin de koşullarından birini oluşturuyor. Bununla birlikte, Marksizmin üretici güçlerin toplumsallaşması, kapitalist özel üretim ilişkileri ile bağdaşmazlığı ve bununla içsel olarak bağlantılı uzlaşmaz sınıf karşıtlığı ve mücadelesi perspektifinden yoksun “nitelikli üretici güçler” ideolojisi ve politikasının, kapitalizm koşullarında olup olacağı, her şeyin daha fazla emek-değer niceliğine indirgenmesi ve emek üzerindeki hem mutlak hem de göreli artı-değer sömürüsünün büyümesi ve yoğunlaşmasından ibarettir.
“Nitelikli üretici güçler” sloganı, kuşkusuz bilim insanlarını, mühendisleri, teknik ara elemanları da kapsıyor. Peki Çin’in sırtında yükseldiği, işçi sınıfının yarısından fazlasını oluşturan vasıfsız iç göçmen işçiler ne olacak? Bölgelere göre asgari ücret 300-400 dolar arasına denk geliyor. Çin’de en kötü devlet üniversitesinin yıllık fiyatı ise 3 bin dolardan başlıyor, “nitelikli” bilim-teknoloji enstitü ve üniversitelerinde 50 bin dolar ve daha üstüne kadar çıkıyor. (Birisi “fiyat kontrolü” mü demişti?) Ve Çin’in sanayi politikasında, durmaksızın daha esnek-güvencesiz koşullara mahkum edilen, durmaksızın kapatılan ya da ücretlerin daha düşük olduğu iç bölgelere ya da ülke dışına taşınan fabrikaların çoğunlukla hak edişleri bile ödenmeden ortada bıraktığı göçmen işçilerin ne olacağına dair bir şey yok. Pandemiden itibaren Çin’de inşaattan imalat sanayine ve bütün ekonomiye yayılan işçi ücretlerini aylar boyunca ödememek ya da eksik ve geç ödemek, kıdemleri ödemeden işten çıkarmak giderek büyüyen bir dalgaya dönüşmesine karşın, sanayi politikasında sermayenin işçilere karşı hak gasplarını engellemeye ve/veya telafi etmeye dair de hiçbir şey yok. Roberts Çin’de değer yasasının kısıtlandığını söylerken haklı, ama tersinden: Değer yasası milyonlarca işçinin sermaye tarafından gasp edilen, toplamı trilyon yuanları bulan hak edişlerine gelince “işlemiyor”!
Toplumsal İstikrar
Çin son 170 yıllık tarihinde üç büyük devrim (1861, 1911, 1947) ve son 45 yıllık tarihinde üç büyük kitle isyan ve direnişleri dalgası (1989, 1990’ların sonlarından itibaren çitlemelere karşı yoksul köylü isyanları, 2005-2015 döneminde işçilerin fiili kitle grevi dalgaları başta olmak üzere yıllık sayısı 180 binlere varan kitle eylemi) yaşamıştır.
“Kapitalizmin 2008-9 küresel kriziyle, Çin’de de aşırı sermaye birikimi, aşırı kapasite, aşırı üretim krizleriyle birlikte, on yılların birikimini taşıyan sınıfsal, toplumsal, cinsel, ulusal çelişkiler de patlamalarla açığa çıktı.
“30-40 milyon işçinin işini kaybettiği, sert ücret düşüşlerine karşın gıda fiyatlarının hızla tırmandığı 2008-9 ve sonrasında Çin’in doğu kıyısındaki büyük sanayi kuşağında işçi eylemleri yükselişe geçti. Kitleselleşmeye ve militanlaşmaya başladı. Mart 2008’de Tibet isyanı çıktı. Mayıs 2008’de Sichuan’da okul binalarının çökmesiyle 10 bini öğrenci olmak üzere 70 bin kişinin öldüğü deprem, büyük acı ve infiale yol açtı. Aynı yıl Pekin’de yapılan dünya yaz olimpiyatları için yapılan çok sayıda stadyum, tesis, yol ve diğer altyapılar için on binlerce kişinin yerlerinden, evlerinden edilmesi ve yoksulların kentten uzaklara sürülmesi, protesto gösterilerine neden oldu. Aynı yıl milyonlarca işsizin geri dönmek zorunda kaldığı kırlarda işsiz işçi ve yoksul köylü isyanları yayıldı. Xinhua’da yerel polis karakolunda bir genç kıza tecavüz edilerek öldürülmesi üzerine en az 30 bin kişinin katıldığı isyanda 100’den fazla devlet, polis ve parti binası tahrip edildi ve yakıldı. Temmuz 2009’da Xinjiang (Sincan) Uygur isyanı patladı. Aynı yıl Nanjing’de eğitim masraflarını karşılayabilmek için sokak satıcılığı yapan öğrencilerin polis tarafından dövülmesi üzerine binlerce öğrenci polisle çatıştı. Devletin eylem yapan öğrencilerin diplomalarını feshedeceğini açıklaması üzerine öğrenci eylemleri büyüdü. 2010’da Çin’deki Honda ve diğer otomobil fabrikalarında büyük fiili militan kitle grevleri yayıldı.
“Çin’deki tüm bu sınıfsal, toplumsal, cinsel, ulusal, siyasal çelişkilerin dikişlerinin patlamaya başlaması, mevcut sermaye birikim modelinin sınırlarına dayandığını gösteriyordu.”[28]
Xi çekirdeğinin 2012’de iktidara geçmesi ve 2015’ten itibaren başlattığı ekonominin, toplumun, devletin-rejimin yeniden yapılandırılması programları, önceki sermaye birikim biçiminin ekonomik, toplumsal, siyasal hiçbir açıdan sürdürülemez hale gelmesinin; Çin burjuvazisinin ve onun tehlikeye giren genel çıkarları adına onun “yüksek” parti-devlet bileşeninin, yeni bir kapitalist birikim ve güç konfigürasyon ve koordinasyon biçimi arayışının sonucuydu. Xi’nin açıkladığı “Kuşak ve Yol Projesi”, “Made in China” gibi dev sermaye program ve projelerinin hiçbiri Xi’nin kendi icadı değildi. Bunlar Çin parti-devlet-burjuvazisinin üst kesimlerinin artan sıkışması ve güç ve paylaşım mücadeleleri içinde, 2005’ten itibaren bir çıkış arayışı çerçevesinde tartışılıyordu. Örneğin geleneksel planlama anlayışından vazgeçip sanayi-teknoloji politika planlarına geçişe dair çalışmalar veya aşırı sermaye birikimine küresel-kurumsal bir kanalın oluşturulmasına dair ilk tasarımlar, Xi iktidarının epey öncesinde kendini göstermeye başlamıştı.[29]
Günümüz Çin kapitalizmi, kuşkusuz kendine özgü yanlarla birlikte, aslında büyük ölçüde, kendinden önceki kapitalist “kalkınmacılık” deneyimlerinin en “başarılı” modelleri ile, neoliberal kapitalizmin 90’lı ve 2000’li yıllardaki yeni kurumsalcı sürümlerinin, Çin’e uyarlanmış bir sentezidir. Bu açıdan Çin’in Dünya Bankası gibi küresel mali oligarşik organların, “etkin, düzenleyici, girişimci devlet”, “yolsuzlukla mücadele”, “yeni kurumsalcı kalkınma iktisadı”, “denetim, düzenleme, koordinasyon kurulları”, “risk yönetimi/krizi yönetimi”, “yeni teknolojilere geçiş” ve belki hepsinden önemlisi “neoliberal emek organizasyonları” gibi yönergelerinin en sıkı takipçisi ve kendine uyarlayarak uygulayıcısı olduğu bile söylenebilir.
Çin rejimi, oldukça güçlü bir tarihsel devrim, isyan, direniş geleneği olan 100 milyonlarca işçi ve emekçinin yalnızca baskılarla zapt edilemeyeceğini bilecek kadar bir yönetim tecrübesine sahiptir. Xi rejimi döneminde, asgari ücret reel olarak 2 kata yakın, beyaz yaka ücretleri reel olarak 3 kata yakın artırıldı. Hukou sistemi, kısmen esnetildi. Yıllık iş cinayetleri sayısı 120 binden 20 binlere doğru düşürüldü. Kırlarda çitleme ortadan kaldırılmasa bile, sınırlandırıldı. Büyük çaplı yolsuzluk operasyonları yapıldı. DMŞ yöneticilerinin maaş ve yan ödemeleri, aynı işletmede çalışan işçilerin ortalama ücretinin 8 katı ile sınırlandırıldı.
Ancak bunlar Xi rejiminin kitlelere lütfettiği değil, işçi sınıfı ve emekçilerin 2005-2015 dönemindeki, eski aşırı düşük ücretli, fabrika-yatakhane tarzı, fason-montaj sermaye birikim rejimini sürdürülemez hale getiren büyük mücadele dalgalarının tarihsel kazanımlarıydı. Ücretlerdeki reel artışta, ilkel birikim çerçevesinde kırdan kente sürüklenen bol iç göçmen emeği arzının son bulmasının da etkisi vardı. Ayrıca Xi rejimi, bir dönem için reel ücret artışlarını, Çin burjuvazisinin genel çıkarları adına, sermayeyi teknolojik yatırımlara zorlamak için de kullandı. Tabii teknolojik yatırım olsun olmasın, sermayenin ücretlerin daha düşük olduğu Çin’in iç bölgelerine ve başka ülkelere kaydırılmasını da teşvik etti. Hem onca altyapı yatırımı, aynı zamanda sermayenin hareket serbestisini artırmak, yeni ve daha ucuz emek gücü rezervlerine ulaşmak için yapılmamış mıydı?
Xi rejimi kitlelerin mücadele kazanımıyla aldıklarını, farklı biçimlerde fazlasıyla geri almaktan da imtina etmedi. İç göçmen işçilerin büyük imalat sanayi fabrikalarında yoğunlaşan istihdamını, ücretlerin daha düşük, çalışma saatlerinin daha uzun, daha parçalı ve güvencesiz “hizmet” sektörüne doğru kaydırdı.[30] Esnek, güvencesiz, kayıtsız çalışma biçimleri yaygınlaştırıldı. Kod 996 (haftada 6 gün 72 saat “gönüllü” çalışma), işsizliği minimum düzeyde tutma eski ilkesinin adım adım gevşetilmesi…
Hukou sisteminin kısmen esnetilmesiyle, daha önce fabrika-yatakhane rejimiyle kentsel yaşam ve toplumdan dışlanan iç göçmen işçilerin önemli bölümü, kent çeperlerindeki sefilhanelere yığılarak düşük ücretli, güvencesiz, geçici işlerle “durgun nispi artı-nüfusu” oluşturduğu, neo-korporativist mekanizmalarla “içerilerek dışlandığı” bir duruma geçildi.
Çin’deki çok allanıp pullanan bir dönemki reel ücret artışlarına karşın, ücretler halen çok düşüktür. Bölgelere göre 300-400 dolar civarına denk gelen asgari ücretler, halen Türkiye’deki asgari ücretin epey altındadır. Göçmen işçilerin kendi mücadeleleri ile fabrika-yatakhane sisteminin daraltılmasıyla, ortaya çıkan konut sorunu, Çin’de kentteki köyler denilen güvencesiz işçi alanlarında, tuvaleti dışarıda olan bir iki oda kirası bile o “reel” artışı götürmeye yetmektedir.
Ücretler pandemi döneminde ise son 15 yıl içinde ilk kez dondurulmuş, teknik-eğitimli-vasıflı emek ihtiyacının artmasıyla bir dönem hızla yükselen beyaz yakalı işçilerin geniş alt ve orta kesimlerinin ücretleri de son birkaç yılda yeniden düşmeye başlamıştır. “Orta düzey refah ülkesi olduk” propagandası, daha ziyade kendini orta sınıf sanan beyaz yakalıların tüketim artışına dayanıyordu. Türkiye’de 2001-2008 krizleriyle yaşanan “boşuna mı okuduk” şokunu, Çin’de hızla genişleyen beyaz yakalı emekçi kesimler, 2020’lerde yıkıcı işçileşme dalgalarıyla yaşamaya başladılar. Son yıllarda Çin’de iç tüketim artışının durması, ücretlerin durgunlaşması veya düşmesi, ödenmeyen ücretler, işten atma dalgaları ve genç işsizliğinde patlamadan bağımsız değil.[31]
Sonuçlar
Çin’de varolan “Çin tipi sosyalizm” ya da “ne kapitalist ne sosyalist olan ve bunlardan birinden ötekine geçemeyen geçiş” değil, Çin tipi kapitalizmdir. Yarı-devlet kapitalizmidir. Bir tür devlet kapitalizmi olması, Batı kapitalizminden daha az, daha sınırlandırılmış kapitalist olduğunu göstermez. Yalnızca ABD emperyalist kapitalizmine göre halen birçok alan ve konuda daha geri olduğu ve bu açıyı bu tarzda kapatmaya çalıştığını gösterir. Çin bu açıyı daha fazla ve daha kilit alanlardan kapatmaya devam edebilir mi, ederse ne olur, edemeyip bir dönemki Japonya gibi bir durgunlaşma sürecine girerse ne olur? İlk elde bu yazıdan bazı mütevazi çıkarımlar da yapmak mümkün olmakla birlikte, bu sorular, Çin’in daha derin bir analizini, başta tekleyen ve dünya hegemonyası irtifa kaybetmeye devam eden ABD olmak üzere, bir bütün olarak dünya kapitalizminin uzlaşmaz çelişkilerinin tarihsel gelişim süreç ve doğrultusu içerisinde ele alan daha kapsamlı analizleri gerektirir. Bu yazının ilk eldeki mütevazi amacı ise, Çin’in üretim tarzının adını koymaya çalışmaktı.
Bunu belli bir teorik derinlik de kazandırmaya çalışarak Michael Roberts’le polemik içerisinden yapmak ise, bu yazının ikinci amacını oluşturur. 1930’ların Sovyetler Birliği’nde donup kalmış ve genellikle onu da doğru dürüst tahlil edememiş bir yaklaşımla ve/veya sosyalizm yerine ikame edilmeye çalışan ya da kapitalizm koşullarındayken sosyalizme reformist geçiş biçimi olarak görülen bir “kamuculuk” anlayışıyla, bugünün Çin’i analiz edilemez. Sovyet ve 1947 sonrası Çin tarihindeki, Marx’ta varolana göre çokça daraltılmış, deformasyona uğramış ve ideolojikleşmiş kavram setiyle, hele ki şu “kamu”culukla günümüz Çin’ini ve dünyasını anlamak imkansızdır. Tam tersine, ABD ve Çin dahil günümüz kapitalizminin gelişme ve çürüme düzeyinden ve derinleşen iç çelişkinliğiyle oluşturduğu çok daha gelişkin bir komünizmin koşullarından, Sovyet ve Çin tarihini analiz etmek bile daha ilerletici olacaktır. Yoksa Roberts gibi Çin’deki mevcut “kamuculuk” biçimine bile neo-Kautskyci, sosyal demokratik, yeni-kurumsalcı, liberal kırması teorik skandallar pahasına, kapitalist olmayan/kâr aleyhine diye tav olacak noktaya gelmek; bugün en büyük eşiklerinden birini, kapitalist sistemi, onun içindeki uzlaşmaz çelişkilerin tarihsel gelişim süreç ve doğrultusundan, komünist devrimci temel ve eksenden aşmak konusunda yaşayan dünya proletaryasını aldatmaktan ve ufkunu kapitalizme daha fazla hapsetmekten başka bir işe yaramaz. “Devlet mülkiyeti, fiyat kontrolü, geleneksel planlama anlayışı, vb.” ile sınırlı, bunları da toplumsal ilişki biçimleri olarak değil teknik ve şeysel ilişki biçimleri olarak ele alan bir “sosyalizm” ya da “kapitalizm-dışılık” anlayışı, bugün ancak kapitalizmin içinde eriyip gitmenin başka bir adı olabilir.
Tarihsel deneyimlerdekinden çok daha gelişkin, komünizmi daha en başından itibaren içerimine almaya başlayan bir sosyalizm anlayışına ihtiyacımız var. Günümüz kapitalizminin geldiği gelişme ve çürüme, iç çelişkinlik düzeyinde bunun her zamankinden gelişkin olanak ve dinamikleri de var. Ve yalnızca “akıllı teknolojiler”, “yapay zeka” gibi yeni teknolojilerde değil, işçi sınıfının nicel ve nitel olarak devrimci yıkıcı ve kurucu potansiyelinin gelişiminde, çok yönlü toplumsallaşmış bireylerin daha yığınsallaşan oluşum potansiyelinin gelişiminde, yalnızca artı-değerin değil işbölümü ve değer yasasının daha hızlı sönümlendirilme potansiyelinin gelişiminde, çalışmanın haftada 30 saatten başlayarak kısaltılması potansiyelinin gelişiminde, emeğin üretimin zorunlu koşulu ve temeli olmaktan çıkıp çok yönlü özgür yaratıcı etkinliğe dönüşme potansiyelinin gelişiminde, bir bütün olarak toplumsallaşarak özgürleşme potansiyelinin gelişiminde, var. Yalnızca mülkiyet ve yönetim ilişkilerini çok daha ileri düzeyden kurmanın değil, en az bunlar kadar önemli üretim ve yeniden üretim ilişkilerini yeni ve çok daha gelişkin bir toplumsallaşma düzeyinden kurmanın, toplumun doğayla ilişkisini de onarıcı, koruyucu ve yeniden canlandırıcı biçimde kurmanın da gelişen potansiyelleri var. Sosyalizme dair referanslarımız bunlar olmalıdır, çok daha gelişkin ve geleceğe dönük olmalıdır.
Bugün içi büsbütün boşalmış bir “kamuculuk” kavanozundan “kapitalist olmayan” ya da “sosyalist Çin” çıkarmaya çalışmak ise, ancak bayatlamış bir illüzyon gösterisi olabilir.
Biz Çin’in ve hatta ABD’nin şu veya bu türden denetim, düzenleme, koordinasyon, sanayi-teknoloji planlama politikası ile boğuşup durmasında (ki bunlar önümüzdeki süreçte Batı kapitalizminde de daha fazla artacak gibi görünüyor), kamucu kavanoz gözlüklüler gibi “kapitalist olmayan” bir şeyler değil, bambaşka bir şey görüyoruz: Üretici güçlerin geldiği yoğunlaşma, merkezileşme ve toplumsallaşma düzeyinin, Marx’ın Kapital’de kullandığı bir kavramla “sosyal sermaye” düzeyinin, tüm neoliberal safsatalara karşın, bu tür uygulamaları zorunlu kıldığını görüyoruz. Ve önümüzdeki süreçte, kapitalizmin iç çelişki, kriz ve çalkantıları derinleştikçe daha da yaygınlaşıp yoğunlaşabilecek bu tür uygulamaların, kapitalizm koşullarında kendi başına “kapitalizm-dışı” olamayacağını, ama kapitalizmin yıkılması ve çok daha gelişkin bir sosyalizmin kurulması doğrultusundaki tarihsel zorunluluk eğiliminin alametleri arasında olduğunu, ancak mali oligarşik sermaye diktatörlüğünün yıkılmasıyla, hem geleneksel sosyalizmin hem de bugünkü kapitalizminkileri kökten aşan, çok daha gelişkin planlama, denetim, mülkiyet, üretim, yeniden üretim, yönetim ilişkilerine ve doğayla ilişkilere dayanan bir sosyalizmin kurulabileceğini, kurulması zorunluluğunu ve potansiyellerini görüyoruz.
[1] Michael Roberts, thenextrecession.wordpress.com blogu dünya çapında olduğu gibi Türkiye’de de solda bilinen ve takip edilen bir iktisatçıdır. IIPPE (Ekonomi Politiği İlerletmek için Uluslararası İnisiyatif) ve ona bağlı Çin’in Kalkınmasının Politik-Ekonomisi Çalışma Grubu’nun önde gelen üyesidir. Roberts’in makaleleri BRIC/Kuşak ve Yol Girişimi Dergisi ve Türkiye’de Aydınlık Dergisinde de yayınlanmaktadır.
[2] Roberts, M. (2022) “China: A Socialist Model of Development?”, BRIQ/Belt & Road Initiative Quarterly, 3(2), 24-45. Aynı yazının Türkçe çevirisi için bkz. Roberts, M. (2022) “Çin: Sosyalist Bir Kalkınma Modeli mi?”, BRİC Kuşak ve Yol Girişimi Dergisi.
[3] Roberts Çin üzerine bir dizi yazısında Çin’de kâr oranlarının düştüğünü kabullenmekle birlikte, bunun gayrimenkul balonu ve krizinden ve reel ücret artışlarından kaynaklandığı, imalatta yüksek yatırım temposunun var olduğu ve eğer kâr oranları düşseydi yatırımın da düşmesi gerekirdi gibi yaklaşımlarla realize etmeye çalışıyor. Örneğin bkz: Roberts, M. (2024) “China’s unfair ‘overcapacity’”, https://thenextrecession.wordpress.com/2024/04/10/chinas-unfair-overcapacity/
[4] Roberts, M. (2023) “As a transitional economy to socialism?”, Journal of Global Faultlines, 9 (2):180-197. Roberts’in benzer savları fazla bir şey eklemeden ısıtıp ısıtıp öne sürdüğü çok sayıda yazısı var. Örneğin “China: Three Models of Developement”, thenextrecession.wordpress.com/wp-content/uploads/2015/09/china-paper-july-2015.pdf ve “China’s Next Decade”, thenextrecession.wordpress.com/2024/03/08/chinas-next-decade/
[5] Oğuz, Ş. (2013) “Kurumsalcı Bir Kurgu Olarak Kalkınmacı Devlet: Tarihsel ve Kuramsal Bir Eleştiri”, Amme İdaresi Dergisi, Cilt 46, sf. 4.
[6] Geç kapitalistleşen ülkelerde “kalkınma” kavramının eleştirisi için bkz. Tuna, G.; M. Y. Öztürk, F. Ercan (2008) “Günümüz Gerçeğinden Hareketle Geçmişe Bakmak (2006-1960): Kalkınma mı Sermaye Birikimi mi?”, İş, Güç, Endüstri İlişkileri Dergisi, Cilt: 10, Sayı: 4. (TMMOB Sanayi Kongresi 2007 metninin genişletilmiş biçimi) Yazarlar, geç kapitalistleşen ülkelerdeki, kapitalizmin sömürü ve çelişkilerini örtmek için bir ideolojik fetiş haline getirilen “kalkınma” kavramını deşifre ediyorlar ve yerine sermaye birikimi kavramını öneriyorlar.
[7] Oğuz, age.
[8] Çin’de 2016 yılı itibarıyla, eski ya da halen merkezi veya yerel KP üyeleri, en büyük 100 özel şirketin 95’inin ve en büyük 10 özel dijital platform/internet şirketinin 8’inin kurucusu veya sahibi durumundaydı. (Bkz. Roberts, M. (2021) “When did China become capitalist?”, IIPPE) Roberts’in bu veriyi de Çin kapitalizminin kapitalist olmadığının göstergesi olarak sunması şaka gibi. Daha mizahisi, Roberts’in aynı yazısında, Deng Şio Ping dönemindeki kapitalizm-piyasa restorasyonlarını “Çin’in NEP’i” diye güzellemesi!
[9] “Risk sermayesi”nin kârları girdiği yüksek oranlı zarar riskinin karşılığıymış gibi görünür ve gösterilir, ama aslında, yüzbinlerce teknoloji emekçisinin varını yoğunu adadığı teknolojik inovasyon emeği ve az sayıda başarılı olanların da geliştirdikleri ürünlerin üretiminde çalışan işçilerden elde edilen artı-değerden alınan yüksek yatırım-hisse paydır.
[10] Savran, S. (2023) “Kapitalizmden Sosyalizme Geçişin ve Sosyalizmden Kapitalizme Geçişin Yasaları”, Uluslararası Çin ve Marksizm Sempozyumu, https://www.youtube.com/watch?v=0CSKsSKHB_8
[11] Kapitalizmde tekelci sermaye yoğunlaşması ve merkezileşmesi ile kapitalist planlama biçimleri arasında bir ilişki vardır. Üretici güçlerin toplumsallaşma düzeyi ve tekelci sermaye yoğunlaşması önünde sonunda bir tür planlamayı zorunlu kılar. Tersi de doğrudur, geç kapitalistleşmiş bir ülkenin, uluslararası piyasalarda rekabet, kâr payı ve kontrol gücünü yükseltecek tekeller oluşturabilmesi de bir tür planlamayı gerektirir.
[12] Bu dönemde Sovyetler Birliği’nin nüfuzu altındaki “azgelişmiş” ülkeleri ise “kapitalist olmayan yoldan planlı kalkınma” hayaleti sardı. “Ne kapitalist ne sosyalist ama kapitalist olmayan yoldan kalkınma” söylemleri, Marksistler tarafından yeterince deşifre edilmiş ve çürütülmüştür. Buna karşın, Michael Roberts’in günümüz Çin’ine dair değerlendirmeleri, bir dönemki “kapitalist olmayan yoldan kalkınma” söylemleriyle birçok paralellik taşıyor. Birinciler trajediyken, ikincisi komediye dönüşüyor!
[13] Uçar, A. Y. (2014) “Kapitalizmde Planlama: Tarihsel ve Toplumsal Çözümleme”, Amme İdaresi Dergisi, Cilt 47, s. 3, sf. 43-68.
[14] Uçar, agy.
[15] Cebeci, A. (2012) “Bilmediğimiz Kapitalizm – Gizli Elin Kurumsallaşması: YOİKK”, Sav Yayınları, İstanbul. Cebeci’nin önemli kitabının başlığı dahi konumuz açısından anlamlı ve aydınlatıcı: “Bilmediğimiz Kapitalizm”, kapitalizmi ve geçirdiği dönüşümleri bilmeden yapılan değerlendirmelerin, örneğin Roberts’in Çin’i mülkiyet, denetim ve düzenleme mekanizmalarına ilişkin soyut ve fetişist varsayımlarla değerlendirmesinde olduğu gibi ne büyük yanılsamalara yol açtığını gösteriyor. “Gizli elin/piyasanın kurumsallaşması” kavramı ise, bu tür denetim, düzenleme ve koordinasyon kurullarının, piyasaya karşıt ve sınırlayıcı olmak bir yana, sermayenin ve piyasanın kurumsallaşması, yoğunlaştırılmış ve güçlendirilmiş ifadesi olduğunu ortaya koyuyor. Dolayısıyla sermayenin genişleyen yeniden üretiminin denetim, düzenleme ve koordinasyonun organlarının kendileri kapitalizmin/piyasanın ve azami sömürü/kârlılık hedeflerinin kurumsallaşmış biçimi haline geldikten sonra; bu denetim, düzenleme ve koordinasyonun devlet/iktidar partisi tarafından mı yoksa devlet-özel şirket temsilcileri bileşimiyle mi yapıldığı yalnızca biçimsel bir fark haline geliyor.
[16] Boratav, K. (2024) “Çin Ekonomisinde Dinamizm ve Durgunlaşma”, https://sendika.org/2024/03/cin-ekonomisinde-dinamizm-ve-durgunlasma-korkut-boratav-sol-702432
[17] Şimşek, O. (2015) “Yeni Devlet Kapitalizminin Yükselişi: Küresel Ekonomi-Politik Bir İnceleme”, Atılım Sosyal Bilimler Dergisi, 5(2), 106-144.
[18] Nathan Sperber’in Çin’i “Yarı-Devlet Kapitalizmi” olarak tanımlaması, bazı önemli analiz ve yaklaşım farklılıklarına karşın, aşağı yukarı benim “neoliberal devlet kapitalizmi” yaklaşımıma denk düşüyor. Devlet mülkiyet, denetim, koordinasyon ve politika planlaması bizzat kapitalist ölçütler ve hedeflerle yapılıyorsa, bizzat sermaye birikiminin/piyasanın kurumsallaşmış biçimiyse, “yarı devlet kapitalizmi” de yerinde bir tanım haline gelir. Bkz. Sperber, N. (2019) “Planning in China and quasi-State Capitalism”, Actual Marx, 65(1), 35-53.
[19] Çin’in belli teknolojik girdileri ABD merkezli daha ileri teknoloji şirketlerinden satın almak yerine, ithal ikameci sermaye kontrolüyle, bunları ilk elde daha yüksek maliyetle de olsa kendisinin üretmeye çalışması ve kendi iç pazarında himayeci tekel konumuyla bunların kullanılmasını mecbur kılması gibi. Roberts’in Çin’in belli teknoloji alanlarında bu gibi ithal ikamecilik, korumacılık, sermaye kontrolleri uygulamasını da “kapitalist olmayan, kâr aleyhine” diye sunması, yine liberal iktisatçıları çağrıştırıyor. Marx ise, kapitalist gelişimde korumacılığı, kapitalist dünya pazarıyla bütünleşmenin yolu ve iç pazardan başlayarak dünya pazarında tekel oluşturmanın aracı olarak tanımlar. Bkz. Marx, K. (2010) “Serbest Ticaret Üzerine Konuşma”, Felsefenin Sefaleti içinde, 7. Basım, Sol Yayınları, Ankara.
[20] Aslında bu da salt Çin’e ve geç kapitalistleşmiş ülkelere özgü bir durum değildir. Sermaye birikimi salt bireysel kapitalistlerin salt kendi çalıştırdıkları işçilerden soğurdukları artı-değerin bir kısmını yatırıma dönüştürmesiyle sınırlı kalsaydı, bugün Çin’inki bir yana, ABD emperyalist kapitalizminin de yerinde yeller esiyor olurdu. Kapitalizmde artı-değer her daim temel olmakla birlikte, çeşitli sömürgecilik biçimleri, ilkel birikim mekanizmaları, kredi sistemi, banka-sanayi sermayesinin kaynaşması olarak mali sermaye, tekeller ve tabii ki kapitalist devletin kapitalist üretim ilişkilerini çeşitli yeniden üretim ve düzenleme biçimleri, “kaynak tahsis” mekanizmaları, despotik çalıştırma organizasyonları, sermaye birikimini alabildiğine yoğunlaştırır, merkezileştirir, hızlandırır ve yükseltir. Günümüzde kapitalizmin krizi, eşitsiz gelişimi, kapitalist güçler rekabetinin kızışması, ABD emperyalist kapitalizmin dünya hegemonyasındaki irtifa kaybı, ABD ve Batı kapitalizmini de bu yöntemlere daha fazla başvurmaya sevk etmektedir. Çin kapitalizmini bir tür “yarı devlet kapitalizmi” olarak yarı-özgün kılan, hem daha ucuz emek gücü üzerinde mutlak ve göreli artı-değer sömürüsü bileşimini hem de ilkel birikim, ucuz kredi sistemi, denetim, düzenleme, koordinasyon kurulları gibi kapitalist devlet mekanizmalarını, kurumsallaşmış sermaye ve piyasa mekanizmaları olarak daha yoğun kullanmasıdır.
[21] Hirson, M. (2019) “State Capitalism and the Evolution of ‘China, Inc.’”, ABD-Çin Ekonomik ve Güvenlik Gözden Geçirme Komisyonu’nun ABD Kongresine sunulmak üzere hazırlanan rapor taslağı, February 7, 2019
[22] Chuang (2022) “Is China a Capitalist Country?”, chuangcn.org, https://chuangcn.org/2022/03/china-faq-capitalist/
[23] Xi yönetimi kitleleri de yeniden beklentiye sokacak birkaç “istikrar düzenlemesi” arayışında. Bu çerçevede, Evergrande skandalından sonra tam 4,1 trilyon dolar değerinde konut boş-ölü yatarken 3 yıldır kılını kıpırdatmadığı halde, şimdi, bu konutların bir kısmının tabii daha fazla borçlanarak yerel idareler tarafından satın alınıp ödeme güçlüğü olan kesimlere daha düşük fiyattan satılacağı veya kiraya verileceği türünden bir taslağın hazırlandığı söylentisi dolaşıyor. İşte Roberts’in fetişleştirdiği “kamuculuk”! Milyonlarca evsiz varken, milyonlarca boş, ölü yatan ev “kamulaştırılamıyor” bile. Devlet bunların bir kısmını satın alarak asıl olarak müteahhit/emlak şirketlerini kurtarmaya çalışıyor. Ve satın alınan konutlar, ihtiyacı olanlara parasız ya da sembolik bir ederle dağıtılmayıp, zaten düşmüş değerleri üzerinden yine satılmaya ve kiraya verilmeye çalışılırken, bu tür site konutlarını satın alacak, kiralayacak parası olmayan iç göçmen işçilere yine kent-köylerdeki tuvaletsiz sefilhaneler düşüyor.
[24] Uçar, agy.
[25] Çin’in sınai üretimi, ABD, Almanya, Japonya, Güney Kore dahil, kendisinden sonra gelen 9 ülkenin toplamından fazladır! Bkz. Boratav, agy.
[26] Marksizme dönük saldırı ve tahrifatların Marx’ın bilimsel-eleştirel değer kuramından başlatılması, gelenekseldir. Çünkü Marx’ın değer kuramı bir kez kabul edildiğinde, kapitalizmdeki sömürü ve çelişkiler, sermayenin hareket yasaları, demirden bir tarihsellik-mantıksallıkla bunun üzerine inşa edilir. Bu yüzden Sweezy ve Samir Amin’den, Harvey ve Negri’ye, Roberts’e kadar tüm neo/post Marksistler, kapitalizmde değer yasasının işlemediği ya da tam işlemediği, geçersiz ya da ölçülemez olduğu alanlar keşfetmeye, bunun üzerinden de işçi sınıfını kenara iten, bir takım neo/post modern “özneler” icat etmeye çalışırlar. Negri’de işçi sınıfı yerine geçirilen “özne”, “çokluk”, Roberts’te ise Çin parti-devletidir!
[27] Çin rejiminin “nitelikli üretici güçler” sloganında da bir kelime oyunu var. Daha yüksek üretkenliğe ulaşmış eğitimli ve teknik emek gücü, yeni teknolojiler, salt kullanım değeriymiş gibi gösteriliyor. Böylece bu tür emek gücü, teknoloji ve diğer üretim araçlarının sermaye ve meta karakteri örtülüyor. Bu da üretici güçler ile üretim ilişkilerini birbirine dışsal gören, liberal pozitivist düalizmin bir biçimi. Üretici güçler ile üretim ilişkilerinin birbirine içerili olduğu, üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki belirleyicilik ilişkisinin yalnızca ilkinin ikincisini belirlediği biçimde tek yanlı olmadığı, kapitalist üretim ilişkilerinin de üretici güçleri kârlılık kriterine göre şekillendirdiği ve bununla sınırladığı ve hepsinin ötesinde üretici güçlerin toplumsal gelişimi ile kapitalist üretim ilişkilerinin bağdaşmazlığı örtbas ediliyor. Böylece Roberts’in “devlet sektörünü piyasaya/kâra dışsal” sayması gibi, neden artı-değer konusunu yok saydığını da daha iyi görebiliriz. Öyle ya, devlet sektörünün hâkim olduğu üretici güçler de, kapitalist üretim ilişkilerine “dışsal”! Aslında kaşık da yok!
[28] Filizler, F. Y. (2022) Xi Jinping Döneminde Çin’de Sınıf Savaşımları ve Covid İsyanı, Devrimci Proletarya E-Kitap Dizisi 9.
[29] Kennedy, S. (2021) “Report and debates: Chinese State Capitalism: Diagnosis and Prognosis”, J. Blanchette (ed.), CSIS.
[30] Çin’de 2008-2021 döneminde, imalatta çalışan iç göçmen işçilerin oranı %38’den %27’ye düşerken, “hizmetler”de çalışanların oranı %33’ten %50’nin üzerine çıktı. Bkz. Chuang (2023) “Isn’t China World’s Sweatshop?”, Chuangcn.org, https://chuangcn.org/2023/05/china-faq-sweatshop/
[31] Çin’de Xi döneminde yeni çalışma rejimi ve son dönemki sınıf-kitle mücadeleleri için bkz. F. Y. Filizler (2022) Xi Jinping Döneminde Çin’de Sınıf Savaşımları ve Covid İsyanı, Devrimci Proletarya E-Kitap Dizisi 9. Özellikle “Emek Rejimi” bölümü.