Cemal Doğan
Türkiye, kapitalist dünyanın gelişmekte olan ülkeler kategorisinde yer alan, orta gelişmişlik düzeyinde, bağımlı bir ülke. Dünya kapitalist ekonomisiyle entegrasyon ve bağımlılık ilişkileri son otuz, özellikle de AKP hükümetleri dönemi olan son 18 yılda ivmelenerek yeni özellikler kazandı. Ulusal Kurtuluş Savaşının güdük ulusal kazanımlarının, yabancı sermaye ve meta hareketlerini sınırlayan ve ulusal ekonomiyi koruyan önlemlerin son kırıntıları da bu dönemde büyük ölçüde tasfiye edildi. Tüm yeraltı ve yerüstü kaynakları emperyalizmin sınırsız denebilecek düzeyde sömürüsüne, yağma ve talanına açıldı. Ekonomik politik tüm yönleriyle toplumsal yapı bu temelde yeniden şekillendirildi. Yerli ve milli olma demagojilerine karşın, Osmanlı İmparatorluğunun son yöneticileri gibi, bir yandan ülkeyi emperyalizme peşkeş çeken diğer yandan belli başlı emperyalist güçler arasındaki çelişmelerden yararlanarak mevziler kazanmaya çalışan Yeni Osmanlıcıların yönetimindeki Türkiye, her bakımdan daha bağımlı hale geldi. Eskilerin sonu biliniyor, yenilerin sonunu da göreceğiz, ancak eskilerden çok da farklı olmayacak gibi görünüyor.
Borsadan bankalar ve sigorta şirketlerine kadar tüm finans kuruluşları ve piyasasında emperyalist sermayenin payı artarken, etkinlik alanı genişledi. Ülke ekonomisi bakımından temel öneme sahip belli başlı büyük işletmelerin büyük bir bölümü ya doğrudan emperyalist sermayenin denetiminde ya da teknik bilgi, donanım, ara girdiler vb. pek çok bakımdan dışa bağımlı. Yüksek teknoloji gerektiren üretim dallarının ve üretim araçları üreten sanayinin zayıflığı ve geriliğiyse ülkemiz ekonomisinin bir başka özelliği.
Dış ticaretin toplamı Türkiye’nin gayri safi milli hasılasının (GSMH) yarısından fazlasını oluşturuyor. İhracat GSMH’nin dörtte birine yaklaşıyor. İhracatın büyük bölümünü de sanayi ürünleri oluşturuyor. Tarım ürünleri, değer olarak ihracatın yüzde onu kadar ve Türkiye, tarım ürünleri de ithal eden bir ülke… Otomotiv, beyaz eşya başta olmak üzere birçok sektör ve işletme açısından pazarın en büyük bölümünü dış pazarlar oluşturuyor. Bazı işletmeler neredeyse üretiminin tamamını ya da ezici bir çoğunluğunu dış pazarlar için yapıyor ve bu işletmelerin önemli bir bölümü de ya yabancı sermaye ortaklı ya da Renault, Toyota gibi tamamen yabancı sermayeye ait. 2019 yılında üretilen 1.461.244 adet motorlu taşıt aracının 1.252.586’sı (yaklaşık yüzde 88’i), 28.538.758 adet beyaz eşyanın 22.092.563 adedi (yaklaşık yüzde 77’si) ihraç edildi.
Bağımlı kapitalist gelişme ve sanayileşmenin sonuçlarından biri de Türkiye’nin, dış ticareti açık veren bir ülke olması. Turizm ve diğer döviz gelirlerine karşın ülke büyüyen bu açığı; ancak, başta kredi, özel ve yerel yönetimler dahil devlet borçlanmaları, dolaylı ve dolaysız yatırımlar ve diğer biçimlerdeki yabancı sermaye girişleri ile kapatabiliyor. Ancak bu, sonsuza kadar ve sınırsızca sürdürülebilir olma özelliği taşımıyor.
Özellikle borç ve kredilerin miktarı ve süresini, başka etkenlerin yanı sıra alanın ödeme gücü ve gelişme seyri belirler. Şu ya da bu nedenle azami kârın gerçekleşmesi kesintiye uğradığında ya da bu bir risk olarak gündeme geldiğinde, yabancı sermaye girişi de kesintiye uğrar, aksamalar gündeme gelir. Aynı şey borçlanma ve krediler için de geçerlidir.
Sermayenin hangi biçim altında, nereye ve ne kadar akacağı, onun azami kâr temelinde kendisini genişleyerek yeniden üretmesi koşullarına, yanı sıra bununla da bağlantılı olan ihraç edenin stratejik-taktik çıkar ve tercihlerine bağlıdır. Kâr oranları düştüğünde ya da kârın gerçekleşmesiyle faiz ve ana para dönüşleri herhangi bir nedenle tehlikeye girdiğinde, stratejik-taktik çıkarlar ve tercihler değiştiğinde yabancı sermaye girişleri azaldığı gibi, başta “sıcak para” olarak da niteleneni olmak üzere ihraç edilen yabancı sermaye hızla daha güvenli limanlara doğru çekilir. Bu gerçekleştiğinde ise, sanayiden tarıma tarımdan ulaştırmaya kadar hemen tüm sektörlerde aksamalar kaçınılmaz hale gelir. Bu aksama ve tıkanmaların boyutları, başka şeylerin yanı sıra sermayenin bu çekilişin hızı ve eriştiği düzeye bağlıdır.
Yeniden sermaye girişinin başlaması veya artması, ancak en yüksek kârın gerçekleşmesi temelinde sermayenin yeniden üretim koşullarının en asgari düzeyde de olsa oluşması ve güvence altına alınmasıyla mümkündür. Savaş ve diğer politik-askeri gelişmeler ve stratejik-taktik tercih ve çıkarlar da özellikle devletler arasındaki sermaye hareketlerini etkilemekle birlikte, emperyalist sermaye hareketlerini başka etkenlerle birlikte bu belirler.
Ülkeye yabancı sermaye girişleri kapitalist gelişmeyi –bağımlılığın derinleşmesiyle birlikte olsa bile– hızlandırırken, geri çekilmesi ya da akışının kesintiye uğramasıysa ekonominin gelişme seyrini etkiler. Krizlerin, ekonomideki tıkanma ve aksamaların gündeme gelmesini hızlandırma, derinleştirme doğrultusunda etkide bulunur. Burjuva iktisatçılarının yanı sıra kendini Marksist olarak niteleyen çevrelerin oldukça geniş bir kesimi de önceki krizlerde olduğu gibi, son krizi de, para-döviz krizinin, ticaret ve ödemeler dengesi açıklarının, yabancı sermaye hareketleri ve akışının yavaşlaması ve geri çekilmesinin bir sonucu olarak ele alıyor.
Özellikle Türkiye’deki son gelişmeleri değerlendirirken; krizi yabancı sermaye girişlerinin azalması ve başta “sıcak para” olanı olmak üzere yabancı sermayenin çekilmesiyle, para politikaları ve krizleriyle açıklayanlar sorunu doğru ve gerçek hayatta olup bitene uygun bir biçimde ele almıyor, sebep ve sonuçlar arasındaki ilişkiyi tersyüz ediyorlar. Durgunluk ya da kriz, yabancı sermaye çekildiği ya da girişleri azaldığı için değil aksine ihraç edilen sermaye ve getirilerinin riske girmesine yol açan (kârların gerçekleşmesiyle ana para ve faizlerinin geri dönüşünü riske sokan) tıkanma ve aksamalar, daha yüksek ve güvenli kârlar elde edebileceği seçenekler vb. gündeme geldiğinde yabancı sermaye, en başta da “sıcak para” biçiminde olanı geri çekilmektedir.
İzlenen ya da izlenecek ekonomi politikaları –ve onun bir unsuru olarak para politikaları– genel olarak toplumsal gelişme sürecini, özel olarak da krizin oluşum ve gelişme sürecini elbette etkiler. Ancak, ekonominin gelişme sürecini hükümetlerin izlediği ekonomi politikalar değil, aksine hükümetlerin izlediği ve izleyeceği ekonomi-politikaları, son tahlilde, temsilcisi olduğu sınıfın çıkarları doğrultusunda ekonominin gelişme süreci ve bu gelişmeyi yöneten kapitalizmin yasaları belirler. Burjuvazinin farklı kesimleri ve hükümetlerinin izlediği ya da izlenmesini öngördüğü ekonomi-politikalar, özel olarak da aralarındaki farklılıklar bu temelde şekillenir. Egemen sınıfın çeşitli kliklerinin yanı sıra, ezen ve ezilen, sömüren ve sömürülen sınıflar arasındaki mücadeleler ve güçler ilişkisi de izlenecek ekonomi politikalar üzerinde etkide bulunur. Ancak emperyalizm ve tekellerin egemenliği yıkılmadıkça onların temel çıkarlarına aykırı bir ekonomi politika izlenemeyeceği gibi, mevcut ekonomik sistem içinde ve onun gelişme sürecinin temel yasalarını gözetmeyen onlarla tamamen karşıtlık içinde olma bir yana şu ya da bu düzeyde çelişen farklı ekonomi politikaları uygulama girişimleri de tam bir iflas ve hüsranla sonuçlanır. “21. yüzyıl sosyalizmi” uygulamalarıyla sonuçları bunun en yakın örnekleridir.
Özellikle finans kapitalin egemenliği çağında ve bu nedenden dolayı, krizler, pazarlarla üretimin uyumsuz büyümesi ve aşırı üretim temelinde ortaya çıkıp gelişmesine karşın, genellikle mali krizler olarak, borsa ve para krizleri biçiminde uç vermektedir.[1] Bu durum, burjuva iktisatçıları ve çevreleri tarafından krizin gerçek temelini hasıraltı etmek, onun, izlenen ekonomi politikaları, mali ve para politikaları vb. temelinde geliştiğini ileri sürmek, kapitalist sistemi aklamak için kullanılmaktadır.
Son krizin karakteristik özelliklerinden biri, sanayideki krizin bir ödemeler dengesi ve mali kriz olarak değil, ama para krizinden önce patlaması ve gelişmesidir. Krizin aşırı üretim kaynaklı ortaya çıktığı ve geliştiğinin açık ve net bir biçimde görünür olması, bunu gölgeleyecek biçimde öncelikle mali bir kriz vb. biçiminde uç vermemesidir.
Tüm bağımlı kapitalist ülkeler gibi Türkiye’de de temel üretim ve dolaşım araçları, ülkenin yeraltı ve yerüstü kaynakları genel olarak sermayenin en başta da emperyalist ve işbirlikçi yerli tekellerin denetimi altındadır. Üretimin giderek daha büyüyen bölümü kar için, en yüksek karı elde etme amacıyla ve iç ve dış pazarlar için yapılmaktadır. Devrevi gelişme, onun bir evresi olarak aşırı üretim ve krizler bu temelde kaçınılmaz hale gelmektedir. Bağımlılık ilişkileri, ülkenin yer altı ve yer üstü kaynaklarının emperyalistler tarafından yağmalanması ve sömürülmesi, diğer alanlarda olduğu gibi ülke ekonomisinin gelişmesini de etkilemekte, eşit olmayan dengesiz gelişmeyi, mali, sınai, tarım gibi ekonominin tüm belli başlı sektörleri ve unsurlarının ve aralarındaki ilişkilerin gelişme seyrinin yanı sıra, pazarların ve üretimin uyumlu bir biçimde büyümemesi bakımından da derinleştirmekte, krizin tahrip edici sonuçlarını daha da ağırlaştırmaktadır.
BÜYÜME ORANLARINDA GENEL BİR DÜŞME
Dünya kapitalist ekonomisinin, sermaye ve metaların uluslararası dolaşımının, özel olarak da Türkiye’nin ekonomik ilişkilerinin ağırlıklı olduğu ülkeler ve ekonomik birliklerin gelişme seyri, ülkemiz ekonomisinin gelişme sürecini de doğrudan ve her zamankinden daha fazla etkiliyor. Bu ve sonuçları göz önüne alınmadan, ülkemiz ekonomisinin gelişme seyri ve olası gelişmeler de doğru tahlil edilemez ve gerekli sonuçlar çıkarılamaz. Ancak bundan dünya kapitalist ekonomisinin gelişme seyrinin Türkiye ve diğer bağımlı ülkeler ekonomilerinin gelişme seyrini belirleyen tek etken olduğu sonucu çıkarılamaz ve aralarında bire bir mekanik bir ilişki kurulamaz. Kapitalist dünya ekonomisi büyürken de şu ya da bu ülke krize girebilir ve geçici süreler için de olsa, ekonomisi, dünya ekonomisiyle farklılaşan bir seyir izleyebilir.
Dünya ekonomisinin son yıllardaki gelişme sürecine ilişkin çok şey söylenebilir ve sıralanabilir. Bunların içinde en önemlilerinden biri; hiç kuşkusuz, ekonominin büyüme oranının düşmeye başlamasıdır. Dünya ölçeğinde başta sanayi olmak üzere, toplam toplumsal üretim ve kapitalist pazarın gelişmesine ilişkin veriler bunu açıkça gösteriyor.
2017’de yüzde 3.6 olan toplam dünya sanayi üretimi büyüme oranı, 2018’de yüzde 3.1’e, 2019’da %0.8’e geriledi. 2019 yılının son iki çeyreği ve bu yılın ilk çeyreğinde, önceki çeyreklere göre büyüme oranı, sırasıyla; yüzde -0.1, yüzde 0.3 ve yüzde -4.2. Pandeminin de –özellikle Çin üzerindeki– etkisiyle 2020 birinci çeyrekte sert düşüş yaşanıyor.
Türkiye’nin dış ticaretinde ve doğrudan sermaye yatırımlarında ön sırada olan başta Almanya olmak üzere Euro bölgesinin toplam sanayi üretiminin; son üç yıllık büyüme oranı, sırasıyla; yüzde 3.1, yüzde 0.9 ve yüzde -1,5. Son üç çeyrek büyüme oranları da, sırasıyla; yüzde-0.7, yüzde -1.0 ve yüzde -3.6. Bu rakamların gösterdiği açık: Türkiye’nin ekonomik ilişkilerinde en ağırlıklı yere sahip Euro bölgesinin sanayi üretiminde sürekli bir düşüş, son üç çeyrekte negatif büyüme ve endüstriyel-ticari bir kriz… Sanayi üretiminin yanı sıra Euro bölgesinin ithalatı da son üç çeyrekte daralmaya devam ediyor.
Yatırımların yanı sıra Türkiye’nin finansal ilişkileri ve ticaretinde önemli bir yeri olan dünyanın en büyük ekonomisi ABD’de ise, son üç yılın sanayi büyüme oranları sırasıyla; yüzde 2.3, yüzde 3.9 ve yüzde 0.9. Son üç çeyrekte sanayi üretiminin büyüme oranları ise şöyle: yüzde 0.3, 0.1 ve -1.8 Yönetici kliği, Çin’deki pandemi ve dış ticaret dahil ekonominin büyümesindeki yavaşlamayı fırsata çevirerek atak yapma hesapları içinde olan ABD’nin sanayi üretimi ve ekonomisinde, son yılların en büyük çeyreklik düşüşü gerçekleşti. Salgının ABD’de yaygınlaşması ile birlikte bu düşüş daha da arttı.
FED’in 2019’da faiz artırımını durdurması ve akabinde düşürmeye başlaması ve pandemiyi de kullanarak piyasaya trilyonlarca dolar sürmesinin nedenlerinden biri, başkanlık seçimlerinin yaklaştığı bir dönemde, ABD ekonomisi ve özellikle de sanayi üretiminin büyüme oranının düşmeye başlaması. Sanayi üretimindeki gerileme ve onu izleyen düşüş, alınan korumacı önlemlere karşın, üretimin pazarlardan daha hızlı büyümesinin kaçınılmaz sonuçlarından biri. Bilindiği gibi, doların altın karşısındaki değer kaybı ve zayıflaması ve buna bağlı olarak uluslararası eşdeğer para birimi olma işlevinin daha da erozyona uğramasını engellemek vb. nedenlerle, FED, 2016’dan itibaren faizleri arttırmaya başlamıştı.
Çin, son yıllarda Türkiye’nin ekonomik ilişkilerinin hızla geliştiği ülkelerden biri ve dünyanın ikinci büyük ekonomisi. Çin, bir süredir, mali dengeleri bozan ve köpüklerin büyümesine de yol açan, iç pazarı canlandırmaya yönelik bir ekonomi politikası izliyor. Ancak, Çin ekonomisinin özel olarak da sanayi üretiminin büyüme hızı, hala diğer belli başlı emperyalist güçlerin büyüme oranlarının üstünde seyretse de, geriliyor. 2017’de yüzde 6.5 büyüyen Çin sanayi üretimi, 2018’de yüzde 6.3’e, 2019’da yüzde 5.7’ye geriledi. Geçen yılın son iki çeyreğinde ise ancak yüzde 0.5 ve yüzde 2.2 büyüyen Çin sanayi üretimi, bu yılın ilk çeyreğinde, pandeminin de etkisiyle, yüzde -12.2 oranında daraldı.
2018 yılında bir önceki yıla göre büyüme oranı yüzde 2.6’dan yüzde 1’e gerileyen Japon sanayi üretimi, 2019 yılında, büyüme bir yana, yüzde -2.6 daraldı. 2019 ikinci yarısından itibaren son üç çeyreklik büyüme oranları da, sırasıyla, yüzde -1.0, yüzde -3.6 ve yüzde 0.4 olarak gerçekleşti. (Japonya sanayi üretiminin bu yılın ilk çeyreğinde büyümesi tamamen anlaşılır ve bir önceki çeyrekte %-3.6 olan oranla bağlantılı.)
2017’de yüzde 4.8 olan dünya ticaret hacmi büyüme oranı, 2018’de yüzde 3.3’e, 2019 da ise yüzde -0.3’e (negatif büyüme, mutlak daralma) geriledi. Son 3 çeyrek ise, bir önceki çeyreğe göre bu oranlar şöyle: 2019 üçüncü ve dördüncü çeyreklerde yüzde 0.7 ve yüzde -0.5. Bu yılın birinci çeyreğinde ise yüzde -2.5. Salgının ekonomiyi etkileyen bir faktör özelliği kazanmadığı ya da böyle bir faktörün olmadığı 2019 yılında dünya ticaret hacmi, büyüme bir yana, daralıyor. Pandemiden önce başlayan negatife doğru bir gelişme seyri yaşanıyor. Salgının yaygınlaşmasının sonuçlarının ortaya çıkmasıyla birlikte bu daralma daha da artıyor. Dünya ticaret hacmi, kapitalist dünya pazarının gelişme seyrini her koşulda bire bir yansıtmıyor, ama dünya ölçeğinde ve kısa süre içinde ticari ilişkilerde köklü bir değişikliğe yol açacak korumacı önlemler alınmadığı sürece, dünya pazarının gelişme seyrini yansıtan en önemli verilerden biridir. ABD tarafından başlatılan ve başta ABD ve Çin olmak üzere ülkeler ve ekonomik bölgeler arasındaki ticari ilişkilerde daha çok başvurulan korumacı önlemlere karşın, bu, henüz dünya ticaretinde köklü yön değişikliklerine yol açacak düzeye ulaşmadı.
Veriler, dünya ekonomisinin büyüme hızının pandemiden önce düşmeye başladığını ve bu düşüşün pandeminin ortaya çıkmasından bağımsız olarak 2020 yılında da devam edeceğini göstermekteydi. Pandemi ve sonuçları, bu düşüşü daha da derinleştiren yeni bir etken ya da gelişme oldu. Pandemiden bağımsız olarak dünya ekonomisi büyüme hızının düşmesine yol açan etken ve birikimler, pandemi sürecinde zayıflamak bir yana gelişmeye devam etti.
Salgının ilk aylarında; ABD, İngiltere, İsveç, Hollanda gibi ülkelerde, pandeminin yayılması kayıtsızca izlenir ve hiçbir önlem alınmazken, Almanya ve Avusturya gibi bir çok ülkede ise sınırlı önlemler alındı. Çin, salgının yayılmasıyla birlikte daha katı önlemler alan bir ülke oldu. Ancak aralarında farklılıklar olmakla birlikte, salgının yayılmasını engellemek ve tahrip edici sonuçlarını en aza indirmek için tüm kaynaklar ve araçları harekete geçirme temelinde gerekli önlemler hiçbir ülkede alınmadı. Bununla birlikte, salgın ve alınan sınırlı önlemler tüm ülke ekonomilerini farklı düzeylerde etkiledi.
Pandemi bir çok ülkede gerilerken, yayılmasını engellemek için alınan sınırlı önlemler de bir süredir adım adım kaldırılıyor. Bu, kaçınılmaz olarak pandemi ve alınan önlemlerin de etkisiyle sert düşüşlerin yaşandığı aylara göre, dünya ekonomisinin büyüme hızında sınırlı artışların olmasına yol açıyor ve açacak. Fakat süreç ve veriler, dünya ekonomisi açısından neden olduğu sonuçların kısa dönemde bütünüyle ortadan kalkmayacağını gösteriyor. Öte yandan, pandeminin yeniden yayılmasını engelleyecek ve kontrol altına alınmasına sağlayacak bir gelişme (aşı, ilaç ya da Covid-19 virüsünde salgına yol açmayacak bir mutasyon vb.) olmadığı için, alınan sınırlı önlemlerin de kaldırılmasıyla birlikte salgınının yeniden parlaması ve yaygınlaşması olasılığı devam ediyor.
Dünya ekonomisinin büyüme hızındaki düşüşün pandeminin yol açtığı sert düşüşlerle devam etmesi, dünya ölçeğinde; işsizliğin artmasına, alım gücünün gerilemesine, yoksulluğun ve geleceğe ilişkin güvensizliğin derinleşmesi ve yaygınlaşmasına, küçük ve orta işletmeler arasında iflaslar ve kapanmaların son dönemlerde görülmemiş bir hız ve oranda artmasına neden oldu. Dünya işçi sınıfı ve sömürülen emekçi kitleler, kendi öz tecrübeleriyle, artı-değer ürettikleri ölçüde bir değerlerinin olduğunu bir kez daha gördüler. Pandemi sürecinde, toplumsal eşitsizlikler derinleşirken, daha açık ve net görünür hale geldi. İşçi ve emekçiler arasında hoşnutsuzluk, yeni arayışlar ve mücadele eğilimleri gelişti. George Floyd’un öldürülmesinin ardından ABD örneğinde görüldüğü gibi, hızla diğer gelişmiş emperyalist ülkelere doğru yayılan kitlesel mücadelelerin gelişmesine yol açtı.
Pandeminin ve başta sanayi üretimi olmak üzere ekonominin tüm sektörlerindeki büyüme oranlarındaki düşüşün yüklerini, tekeller ve mali sermaye açısından en aza indirmek için; ABD’den Çin’e, Euro bölgesinden Rusya ve Japonya’ya kadar hemen tüm ülkelerde piyasaya sürülen trilyonlarca dolar, finans kapitalin, tekellerin kasalarına aktarıldı. Dünya ekonomisine hakim olan belli başlı kapitalist ülkelerde yatırıma dönüşemeyen, bir kısmı kendini genişleterek yeniden üretemeyen ya da bu sürecin kesintilerle ilerleyebildiği, para-sermaye biçiminde varlığın sürdüren sermaye ve borsalardaki köpük ve balonlar büyür, mali dengesizlikler derinleşirken, en güçlü paraların bile temsil ettiği değer düşmektedir. Dünyayı paylaşım mücadelesi şiddetlenirken, korumacı önlemlere daha çok başvurma, silahlanma ve savaş harcamalarıysa artıyor. Tüm bunlar, Türkiye’yi de ekonomik, politik ve her alanda etkileyecek olan çok yönlü sonuçlara yol açıyor. Dünya ekonomisi, ülkemizi krize sürükleyen çelişmeleri, aksama ve tıkanmaları derinleştirme yönünde etkide bulunan bir süreçten geçiyor.
TÜRKİYE’NİN AĞIRLAŞAN KRİZİ
Salgın, birçok ülkeden farklı olarak Türkiye’de; krizin sürdüğü, halkın çalışma ve yaşam koşullarının giderek kötüleştiği, kitleler arasında geleceğe ilişkin güvensizliğin, hoşnutsuzluk ve öfkenin arttığı, ülkeyi yöneten klik ve partiler ittifakının kitle desteğinin zayıflamaya devam ettiği, ancak tek adam yönetimi altında gerici-faşist bir rejim inşa etme girişimleri ve buna yönelik saldırıların yoğunlaşarak sürdüğü koşullarda gündeme geldi. Bu nedenle gerek işçiler ve emekçi kitleler bakımından gerekse ekonomik-politik tüm yönleriyle toplumsal gelişme süreci bakımından bir çok ülkeden daha ağır sonuçlara ve gelişmelere yol açtı.
Tek adamın başında bulunduğu yönetici klik, diğer alanlarda olduğu gibi, ekonominin gelişme seyrine ilişkin olarak da gerçeklerin ters-yüz edilmesine dayanan bir propaganda yürütüyor. Bunun için ekonominin gelişme sürecine ilişkin verileri çarpıtmanın ötesinde, bu verileri hazırlayan istatistik kurumuna (TÜİK) değişik zamanlarda birçok kez müdahale edildi. İstatistikleri hazırlama ve değerlendirme yöntemleri gibi, her kademede pek çok yönetici ve çalışanı değiştirildi. Sonuncusu 22 Mayıs’ta olmak üzere son bir yıl içinde iki başkan ve iki başkan yardımcısıyla Haziran başında kurumun 10 müdürü görevden alındı ve yerlerine yeni atamalar yapıldı. Son atamaların ilk sonucu, pandemi sürecinde milyonu aşkın işçi işsizler ordusuna katılırken, TUİK verilerine göre işsizlik oranının düşmesi oldu. Ancak ilk basamak verileri hazırlayan kurum ve örgütlenmeler (meslek odaları ve örgütleri, farklı sektörlerdeki kapitalistlerin birlikleri, merkezi ve yerel düzeyde bu alana ilişkin devletin alt kurumları vb.), tam bir denetim altına alınamadığı ve alınması pek mümkün olmadığı için doğru bilgi ve verilere ulaşma olanağı bütünüyle ortadan kalkmadı. Bu, aynı zamanda verilerin çarpıtılması ve buna yönelik müdahaleleri de sınırlıyor. Yukarda belirtilen nedenlerden dolayı ekonominin gelişme süreci ele alınırken, TÜİK’in yanı sıra başka kaynaklara da başvurulacak.
Eşit olmayan dengesiz gelişme kapitalist gelişme sürecinin başlıca yasalarından biridir. Ancak, Türkiye ekonomisi, son yıllarda, bu yasanın yanı sıra mevsimsel ve takvimsel etkenlerin neden olduğu dalgalanmaların ötesinde aşırı dalgalı ve istikrarsız bir gelişme gösteriyor. Tüm bu neden ve etkenler ekonominin büyüme yılları gibi, daraldığı, krize sürüklendiği yıllar için de geçerli. Son yıllarda Türkiye’nin sürüklendiği kriz de hükümetin izlediği ekonomi politikalarının da etkisiyle, özellikle sanayi üretiminde inişli çıkışlı ve son derece istikrarsız bir süreç olarak gelişiyor. Bazı aylarda veya çeyreklik dönemlerde sanayinin bir önceki yılın aynı dönemine ya da bir önceki aya göre geçici ve sınırlı büyümesi, gerçek büyümeyi tam yansıtmayan GSMH’a ilişkin büyüme verileri, TL-Dolar paritesindeki düşüşün geçici bir süre için de olsa durması/hız kesmesi vb. gelişmeler; büyük bir başarı, dış güçlerin başlattığı saldırıların püskürtülmesi ve dar boğazlardan çıkış olarak yansıtılıp propaganda ediliyor.
2010’lu yıllarda dış ticaret açığı ve borçlar ülke ekonomisinin gelişme süreci ve potansiyeli bakımından sürdürülemez bir düzeye doğru yükselirken, bağımlı kapitalist gelişme sürecinde derinleşen eşit olmayan, dengesiz gelişmenin tüm sonuçları giderek daha çok görünür hale geliyordu. Türkiye ekonomisi 2016 yılı ve özellikle son çeyreğinde; üretimin pazarlardan daha hızlı genişlemesine bağlı olarak, birçok sektörde stokların büyümesine ve kredi piyasasından perakende ve toptan ticarete kadar hemen tüm alanlarda aksamalar ve tıkanmalara, nakit para darlığına, başta küçük ve orta olanları olmak üzere birçok şirket ve işletmenin iflasın eşiğine gelmesine yol açan bir sürece girmişti. Diğer etkenlerin yanı sıra, ilişkilerin gerilmesine bağlı olarak Rusya’ya yapılan ihracatın düşmesi tarımı da etkilemişti. Farklı üretim dalları ve üretimle pazarlar arasında eşit olmayan dengesiz gelişme; tarımda da bazı ürünlerde fazla üretimi, bazı ürünlerde de ithalatı zorunlu kılacak düzeyde üretim açıklarını gündeme getirmişti.
Erdoğan ve hükümetleri, MHP desteğinde tek adam tek parti yönetimini kurma ve bunun için anayasa referandumu, cumhurbaşkanlığı, genel ve yerel seçimlerinin yapılacağı bir sürece krizle girmemeyi de gözeten bir ekonomi politikası izlemeye yöneldi. Ülkenin kullanılabilecek tüm kaynaklarıyla olanakları mali dengeleri de daha da bozacak pervasız bir tutumla harekete geçirildi ve bu çerçevede bilinen paketler ardı ardına açıklanarak uygulanmaya başlandı. İzlenen ekonomi politikasıyla açıklanan ve uygulanan paketlerin bazı unsur ve yönleriyle mali dengelerin daha da bozulmasına yol açacağı, başta uluslararası finans kuruluşları olmak üzere tekelci burjuvazinin çeşitli kesimleri ve burjuva iktisatçıları tarafından da dile getirildi. İflasları ertelemeye, bir süre için de olsa iç pazarın daralmasını vergi iadeleri, kredi genişlemesi ve diğer teşviklerle engellemeye ve ekonomiyi canlandırmaya yönelik paketlerin yanı sıra Rusya ile ilişkilerin düzelmesi ve dünya ekonomisinin büyüme hızının artması gibi etkenlere de bağlı olarak, ekonomi, kısa süreli de olsa bir büyüme sürecine girdi. 2016 yılında yüzde 3.4 olarak gerçekleşen sanayi üretimi büyüme hızı, 2017’de yüzde 9’a yükseldi. Ancak, tüm bu önlemler ve izlenen ekonomi politikası, 2018’de sanayi üretiminin büyüme hızının sert biçimde düşerek, yüzde 1.1’e gerilemesini ve ülkenin krize sürüklenmesini engelleyemediği gibi, mali dengeleri daha da bozarak, mali bir krizin unsurlarını geliştirdi.
2018, aynı zamanda, TL’nin altın ve başta dolar olmak üzere güçlü uluslararası paralar karşısında büyük kayıplara uğradığı ve aşırı denebilecek bir düzeyde dalgalandığı ve para-döviz krizi olarak da nitelenen para krizinin patladığı bir yıl oldu. Bu krizi hızlandırıp ağırlaştıran etkenlerden biri de Erdoğan ve hükümetlerinin izlediği ekonomi-politika ve uyguladığı paketlerdi. ABD ile ilişkilerdeki gerilim ve spekülatif girişimlere de bağlı olarak, Ağustos ayında dolar-TL paritesi 7 TL’yi aştı. ABD ile ilişkilerde gerilimin düşmesi, piyasaya büyük miktarlarda döviz sürülmesi ve faizlerin yükseltilmesiyle birlikte dolar-TL paritesi 5.30-5.50 aralığına çekilebildi ve sonraki yılda da bir süre bu aralıkta seyretti. Bu, Erdoğan ve yönetimi tarafından “dış düşmanların başlattığı saldırıların püskürtülmesi” ve “yeni bir zafer” olarak propaganda edildi. Oysa ortada ne zafer ne de bir başarı vardı. Tek adam ve yönetimi, Trump ve ABD yönetimi karşısında boyun eğmiş, bu da yetmezmiş gibi, aşağılanmış ve tahkir edilmişti. Aksi yöndeki tüm açıklamalara karşın faizler yükseltilmiş, döviz rezervleri milyarlarca dolar erimiş, üstelik TL yılın toplamında dolar karşısında yüzde 40’a yakın değer kaybetmişti. Ancak FED’in faiz artırımını önce durdurması, sonra da düşürmesine bağlı olarak doların altın karşısında gerilediği bir süreçte, TL, dolar karşısında, 2019 ikinci çeyreğinden itibaren tekrar değer kaybetmeye başladı. EVDS’nin verilerine göre, 2019’un ikinci yarısında ortalama 5.73 TL olan dolar, 2020’nin ilk yarısında 6.45 TL oldu.
Dünya toplam sanayi üretimi ve ticaret hacminin düştüğü, bunun Türkiye’nin toplam ihracatını da etkilediği 2019 yılında ise, Erdoğan ve hükümetlerinin “krizden çıktık, büyüme sürecine girdik” demagojisine karşın, sanayi üretimi, büyüme bir yana, bir önceki yıla göre yüzde 0.6 oranında daraldı. Bu daralma 2008 yılındaki daralmanın üstünde olmakla birlikte, 2009 yılındaki daralmanın oldukça altında. Ancak, bu, yıllık bazda, 2008 ve 2009 kriz yıllarındaki yüzde -0.56 ve -9.88 oranındaki küçülmeden sonraki ilk daralma.[2] Rakamlar, genel olarak ekonominin, özel olarak da sanayi üretiminin gelişme eğilimini göstermesi bakımından önemli: yüzde 9’ün üstünde bir büyümeden, önce yüzde 1,2’ye, sonra yüzde -0.6’ya doğru bir düşüş.
TUİK’in verilerine bakılacak olursa, sanayi üretimi, korona salgınının henüz ekonominin gelişme seyrini etkileyecek sonuçlara yol açmadığı 2020 yılının ilk ayları ve çeyreğinde, önceki yılın aynı dönemine göre artmış görünüyor. Geçen yılın son çeyreğinin yanı sıra bu yılın ilk çeyreğinde de sanayi üretiminin önceki yılın aynı dönemine göre artmış olması, saray yönetimi tarafından “ekonominin istikrarlı bir büyüme sürecine girmesi” olarak yansıtıldı. Ancak tartışmalı TÜİK verilerine göre sanayi üretimi önceki yılın aynı dönemlerine göre artmış olsa bile, diğer temel göstergelerle birlikte ele alındığında, istikrarlı bir büyüme sürecine girildiğini göstermiyor. TUİK’in verilerinde; bu yılın ilk çeyreğinde, sanayi üretimi, bir önceki yılın ilk çeyreğine göre artmış görünmekle birlikte, bir önceki çeyreğin hem de 2018 yılı aynı döneminin altında seyrediyor.[3] Toplam yatırım harcamaları da 2019 yılında azalmaya devam etti. Sorunun bir diğer önemli yanı da başka etkenleri de olmakla birlikte, bu “büyüme”nin kredi piyasasının genişlemesinden kaynaklanıyor olmasıdır. Tüketici kredileri 2019 yılı ikinci yarısında, özellikle son aylarındaki artışlarla yaklaşık yüzde 16 büyüdü. Bu büyüme, piyasaya yüksek miktarlarda para sürme eşliğinde içinde bulunduğumuz yılda da devam etti. Geçen yılı sonundan bu yılın haziran ayına kadar toplam banka kredilerindeki artış yaklaşık yüzde 17. Faizlerin düşürülmesi ve kredi verme koşullarının esnekleştirilmesi, hafifletilmesi için tam bir denetim altındaki devlet bankaları harekete geçirildi. Özel bankalar teşviklerin yanı sıra çok yönlü bir baskıyla kredi verme koşullarını hafifletmeye ve faizleri indirmeye zorlandı. Salgının ekonominin gelişme seyri üzerindeki etkilerinin görülmeye başladığı sonraki aylardaysa, başta sanayi ve ticaret olmak üzere hemen tüm sektörlerde küçülme başladı.
Ülke ekonomisinin gelişme seyrini gösteren verilerden biri de sanayinin temel bir girdisi ve enerji kaynağı olan elektrik üretimi ve tüketimidir. Elektrik tüketimi sanayi ve ekonominin büyüdüğü 2017 yılında, bir önceki yıla göre 5.79 artarken, 2018 yılında bu oran yüzde 0.76’ya, 2019 yılında ise yüzde -0.59’a geriledi. Geçen yılın Ekim ayından itibaren tekrar artmaya başlayan elektrik tüketimi sanayi üretimindeki artışa paralel olarak, bu yılın ilk çeyreğinde de devam etti. Ancak elektrik tüketimi sonraki aylarda tekrar düşmeye başladı. Elektrik üretimindeyse, 2017 yılında yüzde 7.94 olan büyüme oranı, 2018 ve 2019 yıllarında, sırasıyla yüzde 0.77 ve yüzde -0.60’a geriledi.
Kapitalist üretim koşullarında üretim kâr amacıyla ve pazar için yapılır. Kâr, ancak ve ancak metanın dolaşım sürecini tamamlamasıyla gerçekleşebilir. Bu olmadıkça kâr gerçekleşmez ve üretim kesintiye uğrar. Ancak üretimin ve pazarın gelişmesini belirleyen etken ve yasalar farklı olduğu için, bunlar kapitalizm koşullarında uyumlu gelişmez. Üretimin pazarlardan daha hızlı büyümesi, kaçınılmaz olarak toplumun ihtiyaçlarından bağımsız olarak –çünkü üretimin amacı toplumun ihtiyaçlarını karşılamak değil, kârdır, en yüksek kârdır–, fazla üretime, stokların birikmesine, üretimin şu ya da bu düzeyde aksamasına ve kesintiye uğramasına yol açar. Bunu pazarın daha da daralması izler.
Tarih sahnesine çıkışını takiben birleşmiş bir dünya pazarı yaratan kapitalizmde, iç pazar, dış pazarlarla birlikte gelişir, bu ikisi birbirine bağlıdır ve bir bütünün unsurlarını oluştururlar. Bu, Türkiye açısından da böyledir ve dış pazar gibi iç pazar da başta üretimin birinci ve ikinci kesimleri (üretim araçları üreten kesimle tüketim malları üreten kesim) olmak üzere, ekonominin çeşitli dalları, kapitalist işletmeler ve sektörler arasındaki meta alım-satımı olarak birbirleriyle değişime giren iki temel unsurdan, üretim ve tüketim malları toplamından oluşur. Perakende ticaret hacmine ilişkin veriler, iç pazarın bir kesimini oluşturan tüketim malları pazarının gelişme seyrini bire bir olmasa da yansıtan verilerden biridir. TÜİK’in verilerinde; bir önceki yıla göre 2017’de yüzde 5.7 olarak gerçekleşen perakende ticaret hacmi büyüme oranı 2018’de yüzde 1.5’e, yılın ikinci yarısındaki tüketici kredilerindeki genişlemeye karşın 2019’da ise yüzde -0.1 geriledi. Önceki yıllarda olduğu gibi, perakende ticaret hacmi, bu yılın ilk çeyreğinde de düşmeye devam etti ve gene TÜİK’in verilerine göre pandeminin etkisini gösterdiği Nisan ayında, bir önceki aya göre, yüzde -21 civarında daraldı. TÜİK’in enflasyon oranına ilişkin açıklamalarıyla gerçek hayattaki enflasyon arasındaki fark ve emekçilerin alım gücündeki düşüş, perakende satışlar ve tüketim malları pazarındaki daralmanın TÜİK verilerinden daha fazla olduğunu göstermektedir.
Farklı alanlardaki kapitalist işletmeler ve şirketlerin oluşturduğu birlik, sendika, dernek gibi kuruluşların açıkladıkları veriler, kapitalist pazarın diğer bir bileşeni olan kapitalist işletmeler ve sanayinin çeşitli sektörleri arasındaki ticaretin de birçok sektörde büyüme bir yana, daraldığını göstermektedir. Örneğin başta üretim araçları üreten kesimi olmak üzere sanayinin önemli bir girdisi ve unsuru olan nihai mamul çelik tüketimi, demir-çelik birliğinin verilerine göre, 2018 yılında yüzde -15, 2019 yılında ise yüzde -15.6 daraldı. Çelik sektöründe bu yılın ilk çeyreğinde nihai mamul tüketimi, geçen yılın aynı dönemindeki sert düşüşe bağlı olarak yüzde 42,3 oranında artıyor görünse de, sanayinin toplamında olduğu gibi, 2018 yılının düzeyine dahi ulaşamadı. Yanı sıra, geçen yılın aynı dönemine göre ihracat miktar itibariyle yüzde 11,6 azalırken iç talebe bağlı olarak ithalat yüzde 33,3 arttığı için, yerli üretim açısından, toplam pazar aynı oranda büyümedi. Salgının etkilerinin ortaya çıkmasıyla birlikte ise, geçici bir özellik taşıyan bu artış da sona erdi ve tekrar daralma başladı. Bu yılın ilk çeyreğinde çelik üretimi, geçen yılın aynı dönemine göre artmakla birlikte, miktar olarak, 2018 yılı aynı döneminin altında kaldı. Mart ayından itibaren ise, pandeminin de etkisiyle tekrar düşmeye başladı.
Pazarın diğer bir bileşeni olan ihracat, 2015 ve 2016 yıllarındaki daralmanın ardından, 2017’de yüzde 10 büyüdü. İhracatın büyüme oranı, 2018 yılında yüzde 7’ye, 2019 yılının geçici verilerine göre yüzde 2’ye geriledi. Bu eğilim, bu yılın ilk aylarında da devam etti. Pandeminin dünya ölçeğindeki etkilerinin ağırlaşmasıyla birlikte durum daha da kötüleşti ve Nisan ve Mayıs aylarında daha büyük düşüşler oldu.
Otomotiv sektöründe, otomobil dahil motorlu taşıt araçlarında iç pazar, önceki yıllara göre, 2018 ve 2019’da, sırasıyla yüzde -35,0 ve -23, ihracat ise yüzde -1,0 ve -5 oranında daraldı.[4] İç pazar, bu yılın ilk çeyreğinde geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 41.3 genişlemesine karşın; miktar olarak, geçen yılın son çeyreğinin yanı sıra, 2018 bir yana, önceki yılların aynı döneminin bile altında kaldı. Daha da önemlisi, yüksek gibi görünen bu büyüme oranının, asıl olarak, geçen yılın aynı dönemindeki sert düşüşün yanında, taşıt alım kredilerinin kolaylaştırılması ve faizlerinin düşürülmesinden kaynaklanıyor olması. Toplam üretim, bu yılın ilk çeyreğinde geçen yılın aynı dönemine göre yüzde -5,6 oranında azalmasına karşın; toplam stok, azalmak bir yana, 5.250 adet arttı. Nisan ve Mayıs aylarında ise, iç ve dış pazarlarla birlikte üretim de daraldı.
Türkiye, beyaz eşya üretimde, son yıllardaki 28 milyon adedi aşan üretimiyle, Avrupa’da birinci, dünya ölçeğinde ise Çin’den sonra ikinci sırada bulunuyor. 2018’de beyaz eşyada iç satışlar yüzde 17 azalırken, dış satımın yüzde 6 artması sonucu, toplam pazar, yüzde 1 oranında daraldı. 2019’da, iç satışların yüzde 6.4, dışsatımın yüzde 1 azalması sonucu, toplam pazar yüzde 2 daraldı.[5]
Yılın ikinci yarısındaki büyümeye bağlı olarak, 2019 yılında, tekstil yüzde 2.2, hazır giyim sektörü yüzde 6.9 oranında büyüdü. Tüm teşviklere karşın inşaat sektöründe stoklar eritilemedi ve geçen yılın sonuyla bu yılın başında birçok sektör geçici de olsa büyürken, inşaat sektörü küçülmeye devam etti. 2018’de yüzde -2,1 küçülen inşaat sektörü, 2019’da yüzde -8,6 daraldı. Sektör, bu yılın ilk çeyreğinde de yüzde -1.5 küçüldü. İnşaat malzemeleri sanayi 2019’da yüzde -13 daraldı.
Ziraat Odaları Birliği Başkanının açıklamalarına göre, 2019 yılında toplam bitkisel üretim yüzde 1.8 kırmızı et üretimi yüzde 3.4 artarken, tavuk eti üretimi yüzde 1.4 oranında azaldı. Ancak önceki yıllarda olduğu gibi, 2019 yılında da patates, kuru soğan, kabak gibi 11 üründe fazla üretim ve bundan kaynaklı olarak üretici fiyatlarında ciddi düşüler oldu. Son iki yılda tarım makinalarının en önemlilerinden biri olan traktörde iç satışlar geriledi: 2017’de 72.909 olan iç satışlar, 2018’de 48.356’ya, 2019’da da 26.297’ye düştü. Traktör satışlarındaki bu gerilemeye bağlı olarak, traktör üretimi de azaldı. 2017 yılında 53.841 adet olan traktör üretimi, 2018’de 37.686’ya, 2019’da yaklaşık yüzde 36.6 oranında düşerek 23.899 adete geriledi. Kriz, tarımsal ürün iç pazarını da etkiledi. Tarımsal ürün ihracatının yüzde 1.1 artması ve ithalatın yüzde 4.1 azalması, iç pazardaki daralmanın yolaçtığı kaybı kısmen de olsa telafi etti.
Tüm veriler, sanayi üretimi ve iç pazarda 2019 ikinci yarısı ve bu yılın ilk çeyreklerinde, bir önceki yılın aynı dönemlerine göre görülen sınırlı büyümenin geçici olduğunu bazı sektörlerde stokların gerilemesi ya da dış satışların artması gibi etkenlerin yanı sıra ve daha çok da yukarda belirtilen koşullarda gerçekleşen faizlerdeki indirim ve kredi genişlemesinden kaynaklandığını göstermektedir. Öte yandan, dünya ekonomisinin gelişme süreci, içinde bulunduğumuz yılda da ihracat büyüme oranının düşmeye devam edeceğini göstermektedir.
MALİ SIKIŞMIŞLIK KISKACINDA GÜNÜ KURTARMA ÇABASI
Erdoğan ve hükümetleri hiç kuşkusuz mali sektörü tamamen bir yana itmiyor, mali sektördeki gelişmeleri de gözeten bir ekonomi politikası izliyorlardı. Ancak, seçimlere kadar öncelik, iflasların ve üretimdeki düşüşün engellenmesi, iç pazarın geçici bir süre için de olsa canlandırılması amacıyla eski sıkı para politikası terk edilerek faizlerin düşürülmesi ve piyasaya para pompalanması oldu. Seçimlerin atlatılmasından sonra, Erdoğan ve hükümeti, bütçe açıklarının büyümesini ve mali bir krizin patlamasını engellemeye yönelik saldırıları yoğunlaştırdı. Ertelenen zamlar uygulamaya konulurken, ücretlerdeki artışı enflasyonun çok altında ve en düşük düzeyde tutmaya, başta eğitim ve sağlık olmak üzere kamu harcamalarını kısmaya yönelik saldırılar yoğunlaştı. Yatırımlar durma noktasına çekilirken, vergileri arttırmaya yönelik düzenlemeler gündeme getirildi.
Son yıllarda Erdoğan ve hükümetlerinin izlediği ekonomi politikaların da etkisiyle mali bir krizin unsurları da gelişti ve birikti. 2018 yılında 72 milyar 813 milyon TL olan bütçe açığı, olağanüstü durumlar için Merkez Bankasında tutulan 40 milyar TL civarındaki yedek akçe, işsizlik fonu gibi fonlarda birikmiş paralar da kullanılmasına karşın, 2019 yılında 123 milyar 693 milyon TL’ye yükseldi. Bütçe açığı, 2020 yılında da artarak devam ediyor. Büyüyen bu açık, para basarak ve borçlanarak kapatılıyor. TL’nin değer kaybı sürerken faiz giderleri; bir önceki yıla göre, 2019’da yüzde 35 artarak, 99 milyar 940 milyar liraya yükseldi. Açıkları finanse etmek için yapılanlar, TL’nin değer kaybının yanı sıra açıkları arttıran sonuçlara yolaçıyor.
Batık kredilerin miktarı her yıl bir öncekine göre artıyor. Ekonomi istikrarlı bir büyüme sürecine girmedikçe aksine daraldığı koşullarda bu artış devam edecek. Henüz banka iflasları gündemde değil, ancak süreç böyle devam ederse bunlar da gündeme gelebilir.
2017 yılında 58.6 milyar dolar olan dış ticaret açığı, 2018 yılında 40.8 milyar dolara, 2019 yılında ise 16.6 milyar dolara geriledi. Yabancı sermaye girişlerinin bir önceki yıla göre artmasına da bağlı olarak, 2019 yılında, cari işlemler dengesi fazla verdi. Ancak bu yılın başlarından itibaren, dış ticaret açığı, tekrar büyümeye başladı. Önemli bir döviz giriş kaynağı olan turizm sektörü bu yıl gerileyecek.
440 milyar dolar civarındaki dış borcun 164.5 milyar dolarını kalan vadeye göre kısa vadeli dış borç stoku oluşturuyor. Bu dolara ve Euro gibi güçlü para birimlerine olan talebi arttırıyor. Mevduatlar içinde dolar ve diğer güçlü paraların oranı ve miktarı artmaya devam ediyor. Milyarlarca dolar piyasaya sürülmesine karşın TL’nin değer kaybı engellenmiyor ve döviz rezervleri eriyor. Eğer yeni dış kaynak bulunamazsa dış borçların ödenmesi ve ithalatın sürdürülmesinde aksamalar kaçınılmaz hale gelecek. Türkiye swap anlaşmalarıyla, belli başlı emperyalist güçler arasındaki çelişkilerden de yararlanarak nefes almaya, günü kurtarmaya çalışan bir ülke konumunda. Katar ve Çin bir yana bırakılacak olursa belli başlı ülkelerden hiçbiriyle yeni swap anlaşmaları yapılamadı.
Pandemi tek adam ve yönetiminin tüm iddialarına karşın, Türkiye kapitalizmi, egemen sınıfları ve yönetici kliği için atılım yapacakları bir fırsat değil, açmazlarını derinleştiren bir etken oldu ve sürdükçe de olmaya da devam edecek. Yeni normale geçişle birlikte ekonomide önceki aylara göre kısa süreli canlanmalar olsa da bunlar, önümüzdeki aylarda, özellikle Türkiye açısından istikrarlı bir büyümeye geçişin ve krizden çıkışın başlangıcı olmayacak. Bu kriz devrimci bir durumun gelişmesine yol açacak kadar derinleşmez ve derinleşse bile işçi sınıfının öncülüğünde ezilen ve sömürülen sınıflar bu köhne düzenin yıkılmasını ve yeni bir toplumsal düzenin kurulmasını gerçekleştiremezse; bağımlı Türkiye kapitalizmi, bu krizden de çıkar ve bir sonraki durgunluk ya da krize kadar devam edecek olan geçici bir canlanma, büyüme sürecine girer. Sorun krizden çıkış olanağının olup olmaması değil, bunun kısa vadede olup olmayacağı ve en önemlisi de işçi sınıfının en bilinçli, en kararlı ve en fedakar unsurlarının ve onların devrimci örgütünün üstlendiği tarihsel görev ve sorumlulukların gereğini ne ölçüde yerine getirecekleridir.
Ekonomik kriz ve onunla birleşen salgın ve sonuçları işçilerin, kır ve şehrin yarı-proleter kitlelerinin yanı sıra küçük mülk ve işletme sahiplerinin durumunu daha da kötüleştirdi. Özellikle şehirlerdeki küçük işletmelerin bir kısmı kapanırken bir kısmı da kapanmanın eşiğine geldi. İşsizlik artarken temel tüketim maddeleri fiyatları hükümetin enflasyona ilişkin açıklamalarının çok üstünde seyrediyor. Başta işçiler olmak üzere ezilen ve sömürülen kitlelerin yaşam ve çalışma koşulları daha da ağırlaşır, hoşnutsuzluk, geleceğe ilişkin güvensizlik kitleler arasında derinliğine ve yaygınlığına gelişirken, kendi öz deneyimleriyle öğrenme süreçleri ilerliyor.
Saray yönetimi ve cumhur ittifakının militarist-bürokratik aygıt üzerindeki hakimiyetinin güçlendiği süreç aynı zamanda onların, kitle desteklerinin zayıfladığı, toplumsal dayanakları arasında çözülmenin ilerlediği bir süreçtir. Önümüzdeki dönem yönetici kliğin, krizin yüklerini halkın sırtına yıkmak, ülke yönetimini elinde tutmak, burjuva-liberal muhalefet de dahil her türlü muhalefet ve direnişi sindirmek için saldırılarını yoğunlaştıracağı bir süreç olacaktır. Seçim ve siyasi partiler yasalarında gerici anti-demokratik değişiklik hazırlıkları, barolara, mimar mühendis ve tabip odalarına yönelik girişimler, ana muhalefet partisi dahil her türlü muhalefete yönelik tehdit ve baskılar, milletvekillerinin tutuklanması ve vekilliklerinin düşürülmesi, salgın günlerinde bile HDP’li belediyelere yönelik kayyum atamaları, artan soruşturmalar, toplu sözleşme ve grevlerin ertelenmesi, toplantı ve gösteri yasakları vb. bunun çarpıcı örnekleridir. Yönetici kliğin iktidarda kalabilmek için de gündeme getireceği saldırılar ve düzenlemeler, parlamenter zeminde kalan bir mücadeleyle değil, bunu da yadsımayan ancak, işçilerin, tüm ezilen ve sömürülen toplumsal sınıf ve grupların birleşik, örgütlü, kitlesel direnişi ve mücadelesiyle püskürtülebilir. Onların egemenlikleri, krizden krize sürüklenen bu köhne toplumsal düzenleri ancak böyle bir mücadele temelinde yıkılabilir ve yerine krizlerin, baskının ve sömürünün olmadığı yeni bir toplumsal düzen kurulabilir.
[1] Ekonominin belli başlı sektörlerini etkisi altına alan bir aşırı üretim krizinin yansıması, ilk belirtileri olma özelliği taşımayan, ancak genel bir krize dönüşmeyen sınırlı aksama ve tıkanmalarla da beslenen ve ekonomik gelişme üzerinde de sınırlı etkilerde bulunan para krizleri ve mali krizler de gündeme gelebilir. Sorun bunların gündeme gelip gelmeyeceği değil; ekonominin belli başlı sektörlerini kapsayan genel bir krizin, özel olarak da son krizin nasıl ve hangi temelde ortaya çıktığı, belirleyici olanın ne olduğu.
[2] 2008-2009 krizi, Türkiye’de de yaklaşık bir yıl sürmüş ve bu bir yıl içinde sanayi üretimi yüzde 20 civarında düşmüştü.
[3] ABD’nin faizleri yükseltmesi, altın dolar paritesinin dolar lehine yükselmesi, uluslararası sermaye hareketlerinin yanı sıra Dolar-TL paritesini de etkilemişti. Dolar, altın ve diğer uluslararası para birimleri karşısında değer kazanırken, Türkiye’de ekonomideki tıkanmalar, bunları aşmak için piyasaya para pompalanması ve ekonomik paketler TL’nin değer kaybını hızlandırdı. 2016’da 3.020 TL olan yıllık ortama dolar kuru, 2017’de 3.648 TL’ye, 2018’de yüzde 40’a yaklaşan bir artışla 4.828’e ve 2019’da 5.674 Türk Lirasına yükseldi.
[4] Otomotivde son iki yılda toplam üretim, iç ve dış pazarlardan daha çok daraldığı için stoklarda bir gerileme oldu. Otomobil dahil tüm motorlu taşıt araçlarında stoklar, 2018’de 12.891 ve 2019’da ise 6.181 azaldı. Ancak, otomobil dahil yerli motorlu taşıt araçları toplamında, var olan stoklara, 2015’de 13.965, 2016’de 17.996 ve 2017’de 595 adet motorlu taşıt aracı eklenmişti. Bu nedenle son 2 yıldaki azalmaya karşın stok birikimi, kriz öncesinin, 2017 yılı düzeyinin altına inmiş değil.
[5] İthal edilenler de dahil, toplam beyaz eşya stok birikimi, 2018’de 37.913 adet azalırken, 2019 yılında tekrar 65.712 adet arttı. Beyaz eşyada stok birikimi kriz öncesinin de üstünde.