Arif Koşar

GİRİŞ

Teknoloji ve inovasyon[1] çağdaş kapitalizmin en önemli unsurlarından biri. Teknolojinin sağladığı olanakları kimi coşkuyla, kimi endişeyle, kimi de umursamazlıkla karşılasa da teknoloji yaşamımızı derinden etkileyen bir olgudur. Ancak insanlar çoğunlukla teknolojiyi maddeleşmiş ürün biçiminde, tezgahta ya da piyasada olduğu haliyle görür ve bilirler. Sadece verili bilgiye indirgenemeyecek olan teknolojinin bu yüzeysel görünümün ötesinde kapitalist ilişkiler içerisinde oldukça önemli ve kritik bir rolü vardır.

Günümüzde egemen iktisat anlayışı neo-klasik varsayımlara dayanmaktadır. Her arzın kendi talebini yarattığını ileri süren Say Kanunu[2] gibi her teknolojik yeniliğin kendi talebini yarattığı kabul edilmiştir. Teknoloji odaklı bu yaklaşıma göre inovasyon tüm temel ekonomik problemlerin üstesinden gelebilecek -neredeyse mucizevi- bir güce sahiptir. Ekonometrik/matematiksel analizin getirdiği “kanıt”larla desteklenen bu yaklaşım ekonomi politikasına dair tartışmalarda da baskın hale gelmiştir. Politik çerçeve durmaksızın yinelenen bir biçimde teknolojinin önemi; firmaların, endüstrilerin ve ülkelerin teknolojik potansiyellerini geliştirmek için planlar ve özel sektörün taleplerine uygun kamu araştırmalarının yönlendirilmesi tarafından karakterize edilmektedir.[3]

Teknolojik yenilik -ya da inovasyon- içinde bulunduğu ve şekillendiği kapitalist üretim ilişkileri ve onun kaçınılmaz yapısal sorunları göz ardı edilerek her türlü derde deva olarak sunulmaktadır. Aşırı üretim, krizler, işsizlik, giderek bozulan gelir dağılımı gibi kapitalizmin başkaca dinamikleriyle ilişkili olan sorunlar teknolojik yenilik hızıyla açıklanmaya çalışılmış, her şey inovasyonla başlatılıp bitirilmiştir. Neoklasik yaklaşım ve evrimci iktisadın tüm farklılıklarına rağmen ortaklaştığı nokta inovasyonu neredeyse tüm toplumsal sorunların çözümünde merkeze koymalarıdır.

Teknolojik yeniliklere bu tür bir kuramsal yaklaşım ve inovasyon odaklı iktisadi politikanın ardındaki temel varsayım teknolojik yeniliklerin neo-klasik anlamda katma-değer ya da artı-değer yarattığı fikridir. Neo-klasik kuram, “marjinal fayda” analizi ile her türlü üretim faktörünün sunduğu katkı ölçüsünde ortaya çıkan değerden pay aldığını, kapitalistin ya da -sabit sermaye olan- makinelerin bu kapsamda yeni bir değer yaratma kapasitesine sahip olduğunu ileri sürmüştür.[4] Schumpeter’in çalışmalarında, 1980 sonrası evrimci iktisat dahil neo-Schumpeteryan araştırmalarda ve çağdaş neo-klasik sentezde teknolojik yeniliğin değer yaratan en temel -belki de tek- unsur olduğu kabul edilmektedir. Bu varsayımdan yola çıkılarak tüm iktisadi yapının inovasyonu teşvik edecek biçimde organize edilmesi, esnekleştirilmesi ve rekabetçi hale getirilmesi neo-liberal politik paradigmanın temel öğelerinden biri haline gelmiştir.

Bu makalede çağdaş kapitalizmde inovasyonun, özellikle de çeşitli türlerden teknolojik yeniliklerin iktisadi anlamda yeni bir değer yarattığı iddiası tartışılacaktır. “Literatürde Teknolojik Yenilik ve Değer” başlıklı birinci bölümde iktisadi literatürde teknolojik yeniliğin, özellikle iktisadi değer tartışması bağlamında ele alınış biçimleri, “İnovasyon Söylemi” başlıklı ikinci bölümde günümüzde anaakım iktisadi varsayımlara dayanarak ileri sürülen teknolojik yenilik söylemi incelenecektir. “İnovasyon ve Büyüme Çelişkisi” başlıklı üçüncü bölümde, son 30 yılda gerçekleşen teknolojik yenilik dalgasına ve patent sayısı gibi göstergelerdeki büyük artışa rağmen temel ekonomik sorunların varlığını sürdürdüğü, bunun teknoloji odaklı iktisat söyleminde yarattığı çelişki ve karmaşa ele alınacaktır. “İnovasyon Fetişizmi ve Artı-Değer” bölümünde teknolojik yeniliklerin değer yaratıp yaratmadığı çeşitli kuramcıların iddiaları ve emek değer teorisi bağlamında ele alınacak, sonuç bölümünde ise teknolojik yeniliklerin kapitalist rekabette kritik bir işleve haiz olduğu ancak yeni bir değer yaratmayıp elde edilen tekelci konum vasıtasıyla farklı vasıf düzeylerindeki emek gücünün ürettiği artı değerin transferini sağladığı savunulacaktır.

1. LİTERATÜRDE TEKNOLOJİK YENİLİK VE DEĞER

Ekonomi politiğin ortaya çıkışından itibaren üretim, teknoloji ve teknolojik yenilikler ilişkisi dönemin tarihsel şart ve ihtiyaçlarına göre çeşitli biçimlerde ele alınmıştır. Klasik ekonomi politiğin kurucusu Adam Smith teknoloji ve makineleri ayrı bir başlıkta ve başlı başına bir konu olarak işlememiştir. Ancak konunun ikinci planda kalması, onun geleceğe dair önemli sonuçlar çıkarmadığı anlamına gelmez. Smith makinelerin iyileştirilmesinin emek üretkenliğini arttırdığını belirtmiştir. Konumuz açısından önemli bir unsur olarak, artı-değeri ve zenginliği makinelerin değil emeğin yarattığını vurgulamıştır. Bu emek değer kuramı açısından can alıcı önemdedir.[5] Klasik ekonomi politiğin diğer bir önemli ismi David Ricardo, Smith’in değer teorisinde bazı çelişkileri ve ikilemleri aşmıştır. Makinelerin geliştirilmesi ile giderek işçilerin yerini alacağını, bu nedenle işsizliğe yol açacağını ifade etmiştir. Bununla birlikte Smith’ten devraldığı ve emek değer teorisinin temeli olan değeri makinelerin ya da teknolojik yeniliklerin değil emeğin yarattığı fikrini sürdürmüştür.[6]

Karl Marx için de üretim sürecinde makineler yeni bir değer yaratmayıp kendi değerlerini ürüne -aşınmaları oranında- aktarmaktadır. Teknolojik yenilikler ise tüketim maddeleri ve uzun vadede emek gücünün değerinin düşmesine neden olarak -yeni bir değer yaratmamakla birlikte- göreli artı-değerin yükselmesini sağlamaktadır. Ayrıca kısa vadede teknolojik yeniliği gerçekleştiren kapitalist, ürününü daha ucuza mal ettiği için artı bir kar elde etmektedir. Bu iki yöntem ile elde ettiği fazladan kar onu sürekli olarak üretim araçlarını geliştirmeye yöneltmektedir. Dolayısıyla teknolojik yenilikler, kapitalist ilişkilere dışsal değil aksine sermaye birikiminin bir unsurudur. Teknolojik yeniliklerin üretimi (bilim ve teknolojinin üretimi) sermayenin yeni bir üretim alanı (Ar-Ge) haline geldiği gibi ortaya çıkan yenilikler daha fazla kar için kullanılmaktadır.[7]

Doğuşundan bir süre sonra ekonomi politik biliminin doğrultusu değişmiş, kapitalizmi bilimsel olarak anlama çabasından onu açıklama ve mazur göstermeye yönelmiştir. Bu eğilim neo-klasik iktisat ile doruk noktasına ulaşmıştır. Bu okulun ilk adımı emek değer kuramının işlevsiz kabul edilmesi ve yerine sübjektif değere (fayda) dayalı “marjinal fayda” yaklaşımının getirilmesi olmuştur.

Neo-klasik iktisatta 1980’li yılların başına kadar teknolojinin ekonomik sisteme dışsal olarak geliştiği ve kamusal nitelikte[8] olduğu varsayılmıştır. Neo-klasik büyüme teorisinin en önemli isimlerinden birisi olan Solow’un modeli, üretimi yalnızca emek ve fiziksel sermaye girdileri ile açıklamakta, teknolojiyi dışsal bir değişken olarak kabul etmekteydi.[9] Şirketlerin mevcut teknolojilerden kendilerine en uygun olanı özgürce seçtiği ve kullandığı kabul edilmişti. Teknolojik gelişme üretim fonksiyonunda yukarı doğru kaymayla açıklanmıştı ve ekonomi dışı faktörlerden biriydi.[10] Üretim fonksiyonu üzerindeki hareketin nedeni girdi artışlarına bağlanırken, bu kaymanın girdi artışlarına atfedilmeyen kısmı teknolojik gelişme olarak yorumlanmıştı. Solow’un (1957) yaptığı çalışmaya göre, ABD’de 1909-1949 döneminde ortaya çıkan GSMH artışının yüzde 87.5’i teknolojik gelişmeden kaynaklanmıştı.[11]

Bu modelde ekonomik büyümenin temel nedeni teknolojik gelişme olmasına rağmen teknolojik ilerleme dışsal değişken olarak kabul edilmiştir. Yarı-iletken teknolojilerin hızla geliştiği ve üretim süreçlerine uygulandığı 1970’li yılların sonundan itibaren neo-klasik Solow modelinin ekonomik büyümeyi açıklamada yetersiz olduğu görüşü giderek ağırlık kazanmıştır. Aynı yıllarda neo-klasik büyüme kuramının teknolojik gelişmeye olan bilinmezci yaklaşımına tepki olarak neo-Schumpeteryan çalışmalar ve evrimci kuram ortaya çıkmış ve ivme kazanmıştır.[12]

Evrimci kurama geçmeden önce onun en önemli esin kaynağı olan Joseph A. Schumpeter’in yaklaşımı hakkında biraz bilgi vermek gerekir. Schumpeter özellikle inovasyona (yenilik) dayalı rekabeti ve büyümeyi öteki iktisatçılardan daha fazla vurgulayan, bu yönüyle de günümüz dünyasında giderek daha fazla referans verilen bir düşünürdür.[13] Teknolojik yeniliğin ekonomik büyümedeki rolünü kapsamlı bir biçimde ele alan ilk düşünürlerden birisidir.[14]

Schumpeter’e göre ekonomik gelişmenin temeli ve motoru girişimcinin gerçekleştirdiği yeniliklerdir.[15] Teknolojik yenilik değer yaratan temel unsurdur. Mucit ile yenilikçiyi, dolayısıyla icat ile inovasyonu birbirinden ayırmaktadır. İktisadi süreçlere uygulanmayan icadın ekonomik bir işlevi yoktur ve icadı iktisadi hayatın itici gücü olarak kullanan girişimcidir. Ona göre mucit fikir verir, girişimci uygular. Girişimcinin uyguladığı fikrin ilk kez öne sürülmüş olması da gerekmez.[16] Böylece girişimci yeni ürün ve üretim süreçlerini yaşama geçiren, bu özelliği ile ekonomik hayatta geri döndürülmez dönüşümler yaratan bir faktördür.[17] Yenilik ise “faktör fiyatları”nda bir düşüş olmaksızın maliyette bir azalış elde edildiğinde ortaya çıkar. Başka bir deyişle yenilik yeni bir üretim fonksiyonu yaratmaktır.[18]

Schumpeter’e göre kapitalizmde “girişimci” sürekli olarak teknolojik yenilik üretmek ve uygulamak zorundadır. Buna göre girişimciler yeni ürünler yaratarak refahın artmasına yardımcı olurlar. Bunu yaparken geçici tekeller ortaya çıkar ve bu tekeller büyük karlar elde eder. Schumpeter, bu tekellerin elde ettiği karı, inovasyonun büyük ve belki de tek yeni değer yaratan unsur olduğu tezinin kanıtı olarak görmüştür. Yeni ve daha iyi ürün üreten şirketler eski ürünleri ve onları üreten şirketleri tasfiye eder. Schumpeter bunu “yaratıcı yıkım” olarak tanımlamıştır. Yaratıcı yıkım sürecinde ortaya çıkan tekeller toplum için yararlıdır. Çünkü, ancak bu yolla yenilikçi “girişimciler” toplumu dönüştürürler.[19]

Schumpeter’in teknolojik yeniliği merkeze alan bu görüşleri, özellikle 1980’li yıllardan itibaren yeniden ve yenilenmiş bir biçimde gündeme gelmiştir. Neo-Schumpeteryen geleneğin en önemli okulu olan evrimci iktisat Nelson, Winter, Arrow, Dosi, Stiglitz ve Atkinson gibi yazarların 1980’lerin sonundan itibaren “Journal of Evolutionary Economics” ve “Journal of Economic Literature” gibi dergilerde yazdıkları yazılarla gündeme gelmiştir.[20] Farklı odak noktaları olsa da neo-Schumpeteryan iktisatçılar şirket odaklı bir teknolojik gelişme/yenilik tanımı getirerek, neo-klasik yaklaşımın göz ardı ettiği bazı unsurları analizlerine dahil etmiştir. Buna göre, teknoloji ekonomiye ve şirketlere dışsal değildir. Bilim ve teknoloji sadece üniversite ve devletin araştırma laboratuvarları vb. kurumlarda değil doğrudan şirketler tarafından da üretilmektedir. Yapılan Ar-Ge harcamaları mutlaka bir yenilikle sonuçlanmayabilir, başarısızlık ihtimal dahilindedir. Şirketler istedikleri teknolojileri bedelsizce kullanamazlar. Güçleri ve büyüklükleri oranında teknolojiden farklı yararlanma kapasitesine ve eşit olmayan olanaklara sahiptir. Ayrıca Ar-Ge faaliyetleri ve teknoloji “mülkiyet rejimi”nin etkisi altındadır. Ar-Ge harcamaları ve sonucunda ortaya çıkan teknolojik yenilikler fikri mülkiyet hakları ile korunmaktadır. Böyle bir piyasada firmalar arasında Ar-Ge farklılıklarından kaynaklanan teknolojik asimetri kaçınılmazdır.[21]

Hem teknolojik yeniliklerin giderek rekabette daha da öne çıkan bir unsur haline gelmesi hem de neo-Schumpeteryan ve özellikle evrimci iktisatçıların eleştirileri karşısında neo-klasik teori, büyüme modeline teknolojik yeniliği de dahil etmek zorunda kalmıştır.[22] Ancak temel varsayımlarını korumuştur. Bununla birlikte neo-Schumpeteryan iktisadın ana odağı da teknolojinin ekonomik gelişme, ilerleme, işsizlik, gelir dağılımı vb. niteliksel etkilerinden doğrusal, determinist ve niceliksel -bir bakıma neo-klasik- rotaya kaymıştır. GSMH ve verimlilikte artış ve uluslararası rekabetçilik üzerinde teknolojinin etkilerinin ekonometrik (niceliksel) analizine odaklanılmıştır. İki okulda da niceliksel araştırmalarla desteklenen teknolojik yeniliklerin ekonomik büyüme ve katma değer -yeni değer- yaratmanın kilit unsuru olduğu varsayımı teknoloji, ekonomi, gelir eşitsizliği, işsizlik arasındaki ilişkilerin göz ardı edilmesine ve kör bir teknolojik determinizme yol açmıştır. Böyle bir yaklaşım teknolojinin içinde geliştiği bağlamı, onun ekonomik ve toplumsal ilişkiler tarafından güçlü bir biçimde etkilendiği gerçeğini göz ardı etmektedir. Aşırı üretim, işsizlik, gelir dağılımındaki eşitsizlik gibi mevcut olgular kapitalist sermaye birikimi, kapitalistler arasındaki rekabet ve üretimin plansız doğasıyla açık bir biçimde bağlantılıdır ve bütün bunların teknolojik gelişmelerin biçimi ve uygulanması açısından güçlü etkileri vardır.

Teknolojinin ekonomi ve toplumda tüm diğer koşullardan bağımsız ilerici ve olumlu bir rol oynadığı argümanı sırasıyla iki varsayıma dayanmaktadır: ilki, teknoloji, büyüme ve istihdam arasındaki belirleyici, neredeyse otomatik, güçlü (Schumpeteryan) bir bağlantının varlığı. İkincisi (genellikle üstü kapalı olan), teknolojik rekabetin her zaman olumlu bir ekonomik ve sosyal toplam oyunundan oluştuğu ve bunun geçmişte doğru olduğu günümüzde de geçerli olduğu ve gelecek için de doğru olmaya devam edeceğidir. Bu iki varsayımın kombinasyonu teknoloji ve ekonomik-sosyal gelişmeler arasındaki ilişkinin oldukça basitleştirilmiş bir şemasının ortaya konulmasına katkı sunmuştur. Bunun neo-klasik kuramın temel varsayımı olan Say kanununun bir tür neo-Schumpeteryan yeniden üretimi olduğu ileri sürülebilir ki, tam da bu nokta, onu günümüzün neo-liberal ve anaakım ekonomi politikaları ile yakınlaşmaya itmektedir: her teknolojik yenilik kendi talebini yaratır.[23]

2. İNOVASYON POLİTİKASI VE SÖYLEMİ

Bu neo-klasik ya da onunla merkezi unsurları açısından ortaklaşan yaklaşım ekonomi politikasına dair tartışmalarda da baskın hale gelmiştir. Teknolojik yenilikler ekonomik krizi, düşük büyüme ve yüksek işsizlik oranları gibi sorunları atlatmada anahtar olarak tanımlanmıştır. Teknolojik yeniliklerin ekonomik ve sosyal ilerlemeci doğasına dair sınırsız bir inanç vardır.[24] Günümüzde hem egemen iktisat anlayışı hem de ekonomik büyümeye ilişkin popüler yazında Ar-Ge faaliyetleri ve teknolojik yenilikler katma-değer yaratan en önemli güç olarak tanımlanmakta ve önemli bir yer tutmaktadır.

Martin Weitzman’a göre gelişmiş bir ülkenin uzun vadeli büyümesi doğrudan doğruya teknolojik ilerlemeye ve yeniliklere bağlıdır.[25] Paul Krugman için üretkenliğin artması yani üretim sürecindeki yenilikler refahın en önemli kaynağıdır. Çünkü her ülke geniş doğal kaynaklara sahip değildir ve zenginliği arttırmanın yolu kişi başına düşen üretim miktarının artmasıdır.[26] Mori’ye göre de bilim ve teknoloji, ekonomik büyüme ve sürdürülebilir büyümenin en etkin aracıdır.[27]

Yenilik odaklı bu yaklaşıma göre bilgi, özellikle de teknolojik bilgi, azalan verimler kanuna uymayan, böylece büyümeye büyük katkı sağlayan özel bir sermaye türüdür.[28] Teknolojik yeniliğin hazırlayıcısı olan Ar-Ge faaliyetleri de büyümenin altın anahtarıdır.[29] Acemoğlu ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada bilgi tabanını geliştirmek için şirket, hükümet ve üniversitelerin üstlendikleri Ar-Ge faaliyetlerinin ekonomik büyümenin önemli bir bölümünden sorumlu olduğu sonucuna varılmıştır.[30] Lin’e göre yeniliklerle sonuçlanan Ar-Ge faaliyetleri uzun dönemli teknolojik gelişme ve ekonomik büyümenin temelidir.[31]

Teknolojik yeniliklerin ekonomik büyüme ve rekabet gücü açısından önemi farklı okullardan iktisatçıların üzerinde anlaştıkları bir konudur.[32] 1980’li yıllardan itibaren teknolojik yeniliklerin üretim süreçlerine hızlı bir biçimde uygulanmasıyla iktisatçılar Ar-Ge harcamaları ve ekonomik büyüme üzerine odaklanmış ve çok sayıda çalışma yapmışlardır.[33] Bu çalışmalarda, sömürü ilişkileri, artı-değerin paylaşımı ve transferleri gibi unsurları dikkate almaksızın, büyümenin betimsel bir şeması çıkartılmış, teknolojik yeniliklerin büyümedeki payı araştırılmıştır. Özellikle bağımlı ülkeler için farklı neticelere ulaşılmış olsa da genel olarak doğrusal bir ilişki olduğu sonucuna varılmıştır.[34]

Bu varsayımlara dayanarak Ar-Ge’ye ayrılan payın artırılması ve inovasyonu teşvik eden bir ekonomik ekosistem oluşturulması için önerilen/zorlanan “bilgi toplumu” politikaları neoliberal dönüşümün temel bir unsuru haline gelmiştir. Bu politikalar uluslararası ekonomik kurumlar ve ticari danışmanlık şirketlerince teşvik edilmiş, geliştirilmiş, gündemde tutulmuş ve yeniden üretilmiştir.[35]

İnovasyon politikalarına popüler söylemde de ütopik ve kurtarıcı bir rol biçilmiştir. Geoffet West’e göre inovasyon “uygarlığımızın sürdürülebilmesi” için “gerçekten” kritik bir öneme sahiptir. Kapitalist sistemde açık dönüşüm döngüleri gerçekleşecekse gittikçe artan bir inovasyon hızı gerekmektedir.[36] İnovasyon artık bir lüks değil gerekliliktir. Şirketlerin yaratıcı ve yenilikçi olmaktan başka seçeneği yoktur. Diğerlerine ayak uydurmak ve kemer sıkma tedbirlerinden etkilenmemek için şirkette çalışan her seviyede insanın yaratıcı bir şekilde düşünebilmesi ve davranabilmesi gerekir ki şirketler inovasyon yarışında etkili olabilsin. Grant ve Grant bu durumu “inovasyon yap ya da öl” biçiminde tanımlamıştır.[37]

Başta teknolojik gelişmenin kapitalist rekabet ve GSMH gibi ekonomik büyüme göstergelerindeki kritik rolü olmak üzere, hepsinin belirli bir gerçekliğe denk düştüğünü, “teknoloji savaşları” ile -yüzeysel olarak- doğrulandığını söylemek mümkün. Ancak bütün bu değerlendirmelerin arka plandaki -ve makalenin esas tartışma konusu- temel varsayım Schumpeter ile güçlenen bir önermedir: sermaye birikiminin ve büyümenin kaynağı yeniliktir.[38] Bu varsayım, kapitalist ekonomide girişimcinin karının –yani artı-değerin- temel kaynağının teknolojik yenilikler olduğu fikrini içermektedir.

3. İNOVASYON VE BÜYÜME

Son 30 yılda bilgi ve iletişim teknolojilerindeki büyük ilerlemeye rağmen ekonomi büyüme rakamları beklentilerin oldukça altında kaldı.[39] 2008 krizinden önce küresel ekonomi yılda yüzde 5 civarında büyüyordu. Şimdi ise bu oran yüzde 3 ila 3.5 civarında.[40] Almanya’da Endüstri 4.0 stratejisine, ABD’de yapay zeka ve Nesnelerin İnterneti[41] gibi alanlarda yapılan yatırımlara, Japonya’da Toplum 5.0 projesine ve bu ülkeler dünyanın en inovatif şirketlerine ve “ekosistem”lerine sahip olmasına rağmen ekonomik büyüme oranları hala oldukça düşük. OECD’nin gelecek senaryosu da oldukça karamsar: Bir yandan “dördüncü endüstri devrimi” tespiti yapılırken diğer yandan uzun vadede dünya ekonomisindeki büyüme hızının yüzde 3.5’ten 2060 yılında yüzde 2’ye düşeceğini öngörülüyor.[42] Bu da teknolojik yenilik ve inovasyonun katma değer yaratarak ekonomik büyümeye yol açtığı biçimindeki ortodoks inancın sorgulanmasına yol açıyor.

Sadece büyüme değil verimlilik rakamlarında da benzer bir tablo söz konusu. Dünya çapında üretkenlik 2005-2015 yılları arasında teknolojik ilerlemedeki “üstel büyüme”ye rağmen durgun kaldı. ABD’de emek üretkenliği 1947 ile 1983 yılları arasında yüzde 2.8, 2000 ile 2007 arasında yüzde 2.6 artarken 2007 ile 2014 arasında sadece yüzde 1.3 arttı. Akademik yazın, yavaşlamanın sebeplerini tartışmaya devam ediyor. Bunun nedenine ilişkin anaakımda üç tezden bahsedilebilir: İlki, çıktıların ölçülmesiyle ilgili problemler. Verimlilik artışı özellikle dijital platformlarda tüketicilerin yaşamlarını kolaylaştırıyor ancak bunlar çoğunlukla ücretsiz olduğu için çıktı hesaplarına yansımıyor. Ancak “ücretsiz yararlar”ın kapitalist ekonominin sorunlarının “çözüm”ü açısından bir anlamı olmadığı biliniyor. İkinci görüşe göre “üçüncü sanayi devrimi”nin üretkenlik kazanımları azalıyor ancak yeni teknoloji dalgasının üretkenlikte açacağı artışın henüz başlangıç dönemini yaşıyoruz. İşletmelerin öğrenmesi, ilgili yapısal reformların yapılması, tamamlayıcı yatırımların yapılması ve son yeniliklerin geniş çapta benimsenmesi ve uyarlanmasıyla verimlilik krizinin biteceğini savunuyorlar. Yani inovasyonlara devam etmeye ve zamana ihtiyaç var.[43] Üçüncüsü ise büyük teknolojik buluşların olmadığı bir dönemde yaşadığımız için büyüme ve verimlilikte bir tıkanmanın söz konusu olduğu görüşü.

Son görüşün savunucularından birisi İktisatçı Bob Gordon. Gordon’a göre 1970’lerden sonra yapılanlar daha önceki büyük buluşların (buhar motoru, elektrik enerjisi vb.) ikinci tur iyileştirilmeleri idi. Yeni bir büyük icat ya da icat kümesi ortaya çıkmadığı için büyüme de yavaşlamıştır.[44] İktisatçı Tyler Cowen de, büyük teknolojik devrimlerin ardından bir teknolojik düzlüğe gelindiğini ve bu düzlükte kalındığı sürece başarının mümkün olmadığını düşünüyor.[45]

Karşıt görüşe göre ise mevcut inovasyon olanakları tükenmiş değil. Paul Romer’e göre keşfedilmeyi bekleyen çok sayıda fikir olduğu gibi, mevcut fikirlerin farklı biçimlerde birleştirilmesi için çok sayıda olasılık var ve bunlar birbirinden türeyerek çoğalıyor.[46] Weitzman’a göre mevcut fikirlerin işlenmesi ile çok sayıda yeni inovasyon ve yeni bir büyüme dalgası sağlanabilir.[47] Sadece yeniliklerin olduğu yerden çıkarılması, bunun için yaratıcılığın ve uygulamanın teşvik edilmesi gerekir. Dünya Ekonomik Forumu Başkanı Klaus Schwab’a göre “Herkes için ekonomik büyüme ve verimliliği yeniden canlandırmak hepimizin ortak amacı ve burada teknolojiye büyük rol düşünüyor… Potansiyel yararlar daha önce eşi görülmemiş türden yararlıdır ve … kamu ve özel sektörün liderliği ve ortaklığı esastır.[48]

Bu iki karşıt kampın ortaklaştığı konu ise teknolojik gelişmenin “yeni değer” yarattığı fikridir. Yeterli inovasyon olmadığı sürece ekonominin büyümeyeceği varsayılmaktadır. Gerçekten de inovasyonlarla yeni sektörler, iş alanları ve piyasalar ortaya çıkarmaktadır. Daha fazla emek gücü üretim sürecine katılıp üretilen artı-değer miktarı arttırılıp kar sıkışması, bir süre için olsa da, azaltılabilir.[49] Yüksek teknolojiye sahip ülkelerdeki kapitalistler az gelişmiş teknolojiye sahip ülkelerdekilere kıyasla toplam üretilen artı-değerden daha fazla pay almaktadır. Ancak sorunun merkezine inovasyonun “değer yaratıcı” misyonunun konulması, onun emek gücünün verimliliğini artırma ve daha fazla artı-değere el konulması işlevinin üstünü örtmektedir. Ana akımın hatası onun önemini vurgulaması değil, onun işlevini yanlış tanımlaması ve teknoloji fetişizmi ile sermaye birikimini inovasyona indirgemesidir.

4. İNOVASYON FETİŞİZMİ VE ARTI-DEĞER

Dünyanın en büyük şirketleri, Ar-Ge faaliyetlerine olağanüstü yatırımlar yaparak yeni patent başvuruları yapıyor, yeni özellikli ürünleri piyasaya sürüyor ve rakiplerine kıyasla büyük karlar elde ediyor. Dolayısıyla Ar-Ge faaliyetleri ve inovasyon ile uluslararası şirketlerin karları/büyümeleri arasında bir ilişki olduğu açık. Öyleyse inovasyon ve onu hazırlayan süreç olarak Ar-Ge faaliyetlerinin değer yaratan temel bir unsur olarak tanımlanması, en azından görünümde, bir gerçekliğe denk düşmektedir.

Milyarlarca dolarlık Ar-ge yatırımlarının yapıldığı, ileri teknoloji ürünlerinin tüketici piyasasında giderek yayıldığı günümüzde bildiğimiz anlamda emek, hele de rutin bir işe gidip gelen, vasıfsız ya da orta vasıflı “alelade” işçi/emek-gücü ne anlam ifade edebilir ki? Üretimde robotların sayısının hızla arttığı, otomasyonun giderek yaygınlaştığı, bilgisayarların ve üstün teknik araçların çalışma yaşamında bunca ağırlık kazandığı ve giderek işçinin yerini aldığı koşullarda emeğin bu olağanüstü teknolojiden daha etkili olması, hele de daha fazla değer yaratmasını beklemek mümkün mü?

Neoklasik kurama göre her “üretim faktörü” (emek, toprak, makine, girişimci) üretilen üründen kendi katkısı oranında pay alır. Bu yaklaşımda değer sorunu ortadan kaldırılmış yerini satış fiyatı üzerinden elde edilen gelirin “üretim faktörleri”ne dağıtılmasına bırakmıştır. Değerin nasıl yaratıldığının bir önemi yoktur. Adam Smith’in ayrıntılı bir biçimde incelediği, Marx’ın ise onun açıklamakta yetersiz kaldığı noktaları açıklığa kavuşturarak geliştirdiği üretken ve üretken olmayan emek ayrımı önemini yitirmiştir. Piyasada yürütülen bir faaliyet sonucu kar elde ediliyorsa, o faaliyet/iş üretkendir. Buna göre –başlı başına konu edilmemekle birlikte- sadece emek değil “üretim”e katılan makine, kapitalist, spekülatör, hammadde, banka, sigortacı vb. her bileşen– değer yaratır. Görünüm böyledir. Ancak şeylerin görünüşü ile bu görünüşü ortaya çıkaran gerçek ilişkiler arasında fark vardır ve incelenmesi gerekir.

Bu bölümde emek gücünün değil inovasyonun değer yarattığı iddiasıyla 3 aşamalı bir tartışma yürütülecektir. Emek değer teorisi, başlı başına ve ayrıntılı bir biçimde ortaya konulmayacak[50], sadece inovasyona dayalı yeni değer yaratma iddiasının zayıflığı ve çelişkileri serimlenecektir.

İlk aşamada inovasyona odaklı bilgi ve iletişim sektöründeki popüler şirketlere yapılan aşırı vurgu, dünya ekonomisinin merkezinde bu şirketlerin bulunduğu ve sadece inovasyona odaklı şirketlerin dünya ölçeğinde büyük karlar elde ettiği yanılmasına yol açmaktadır. Bu aşamada büyük karların sadece inovasyonla ilgili olmadığı gösterilecektir. İkinci aşamada, inovasyon odaklı şirketlerin elde ettiği karın yeni bir değer yaratıldığı anlamına gelmediği, değer yaratmayan kimi işlerde de büyük karlar elde edilebildiği ifade edilecektir. Üçüncü aşamada ise inovasyonla yeni bir değer yaratılmadığı, başka alanlarda yaratılan değerin transfer edildiği savunulacaktır.

4.1. İnovasyon karın tek kaynağı değildir

Dünyanın en çok kar eden şirketlerinden bazıları aynı zamanda dünyanın en çok Ar-Ge yatırımı yapan ve patent alan şirketleri. Bu ilişki elbette bir rastlantı değil. Büyük Ar-Ge yatırımı yapmak için büyük sermaye birikiminin gerektiğini göstermektedir. Ancak her büyük kapitalist, kapsamlı bir Ar-Ge yatırımı yapmıyor, yapmak zorunda da değil. Ar-Ge yatırımının boyutları sermaye birikiminin düzeyine bağlı olduğu kadar, faaliyet sürdürülen sektöre ve ürünün özelliklerine de bağlıdır. Bu açıdan özellikle bilgi ve iletişim, makine, kimya ve ilaç, havacılık ve savunma sanayi yoğun Ar-Ge faaliyeti gerektiren sektörlerdir. Dolayısıyla bu düzeyde araştırma yapacak büyüklükte olmayan şirketlerin bu piyasaya girmesi imkansıza yakındır -oldukça zordur. Diğer yandan yeterli sermaye birikimine sahip şirketler büyük Ar-Ge yatırımları karşılığında dünyanın en karlı şirketleri arasında yerlerini almaktadır.

Grafik-1: Dünyada en yüksek Ar-Ge harcaması yapan ilk 20 şirket (milyar dolar, 2018)

Kaynak: Statista, https://www.statista.com/statistics/265645/ranking-of-the-20-companies-with-the-highest-spending-on-research-and-development/, 07.08.2019.

Grafik-1’de görülen ve Ar-Ge’ye en çok pay ayıran 20 şirketten 17’si dünyanın en karlı 100 şirketi arasında yer almaktadır. Öne çıkanlara bakıldığında Apple dünyanın en karlı 2’inci, Samsung 4’üncü, Google 7’inci, Facebook 14’üncü, Intel 15’inci, Microsoft 21’nci şirketidir.[51]

Bu tablo, bilgi ve iletişim gibi bazı sektörlerde Ar-Ge ve inovasyonun rekabet açısından kritik önemde olduğunu gösterirken, teknolojik yeniliklerin tek değer yaratıcı unsur olduğunu kanıtlamaz. Bütünsel bir çerçeveye bile gerek kalmadan başka birtakım olgulara bakıldığında, “günümüzde değer yaratan temel unsur teknolojik yeniliktir” iddiasının kolayca onaylanmadığı görülebilir.

Örneğin 2018 yılında dünyanın en karlı şirketi, büyük teknolojik yeniliklere imza atan, patent üstüne patent alan bilişim şirketleri değil Suudi Arabistan’ın petrol tekeli Aramco’dur. Ayrıca en karlı ilk 10 şirketten 6’sı bankadır. Yine Royal Dutch Shell, Gasprom, Exxon Mobil, Total, Lukoil, BP gibi enerji tekelleri listede önemli bir yer tutmaktadır. Dolayısıyla günümüz dünyasında kar elde etme açısından tek önemli faaliyetin bilgi ve iletişim sektörü, tek unsurun da inovasyon söylemek mümkün değildir. Geleceğe yönelik projeksiyonlarda da otomotiv, enerji, ağır sanayi, perakende ticaret, finans gibi alanların kar elde etme yeteneğini kaybedeceğine dair herhangi bir somut gösterge bulunmuyor. Dolayısıyla teknolojik yeniliklerin “katma değer” yaratma açısından tek unsur olmadığı görülmektedir. Aramco’dan dünyanın en büyük bankalarına kadar çok sayıda “geleneksel” işletmede teknolojik yenilik elde edilen karda neredeyse hiçbir rol oynamamaktadır.[52]

Bunlar henüz teknolojik yeniliğin değer yaratıp yaratmadığı sorusuna bir cevap değildir. Ancak, teknolojik yeniliğin tek/temel değer yaratıcı unsur olduğu biçimindeki tekno-fetişist teze bir yanıt olduğu söylenebilir. Görüldüğü üzere, bir doğal kaynağın sahipliğinden doğan tekel, dünyanın en büyük karını elde edecek düzeyde -neoklasik anlamda- katma değer yaratabiliyor.

4.2. Kar, daima yeni değer üretimi anlamına gelmez

Buraya kadar “kar” alanındayız ve değer tartışmasına girilmiş değildir. Üretim, ticaret ve finans arasındaki ilişki birbirine kopmaz bağlarla bağlı olmakla ve hepsinden kar elde edilmekle birlikte yeni değer üretimi açısından farklı özellikler gösterir.

Basit ama günlük yaşamda oldukça sık karşılaşılan bir örnek konuyu açıklamada faydalı olacaktır. Bir tüccar, elindeki sıradan bir heykelin antik çağdan kaldığını ileri sürüp bir müşteriye sattığında büyük miktarda kar elde edebilir. Ya da bir spekülatör, uygun koşullarda çok düşük bir fiyatla aldığı arsayı bir hafta sonra çok yüksek bir fiyata satarak büyük bir kazanç sağlayabilir. Bu işlem sonucu satıcı büyük kar elde etmesine rağmen söz konusu olan alıcının elindeki paranın satıcıya, satıcının elindekinin de alıcıya geçmesinden ibarettir. Hile sonucu satıcı kar, alıcı da zarar etmiştir. Kar ve zararın toplamı sıfırdır. Yeni bir değer yaratılmamış, sadece mevcut değerler el değiştirmiştir. Dolayısıyla bir ticari işlemden kar elde edilmiş olması, değer yaratıldığı anlamına gelmez. Aynı durum hileli olmayan para-meta ya da para-para (mesela para-hisse senedi) değişimleri için de geçerlidir.[53]

Ticari ve finansal faaliyetler üretimi teşvik eder ve çeşitli faaliyetlerin ekonomik ilişkilerle bağlantıları söz konusu olabilir. Ancak bu bağlantı her ticari faaliyetin yeni değer yarattığı anlamına gelmez. Marx, bu iddia karşısında, böyle bir mantıkla her şeyin değer yarattığı tezine ulaşılacağını ve bunun saçmalık düzeyine varacağını, ironik bir örnekle anlatmıştır:

Suçlunun üretken gücün gelişimi üzerindeki etkileri ayrıntılı olarak gösterilebilir. Hırsızlar olmasaydı, kilitler bugünkü yetkin düzeyine ulaşır mıydı? Kalpazanlar olmasaydı banknotlar şimdiki yetkinliğine varır mıydı? Ticaret sahtekarlıkları olmasaydı, mikroskop alelade ticaret dünyasına gelir miydi (Bkz: Babbage)? Pratik kimya, dürüst üretim çabalarına olduğu kadar, metalara hile karıştırılmasına da borçlu değil mi? Suç, mülke sürekli yeni saldırı yöntemleri nedeniyle, sürekli yeni savunma yöntemlerine vücut veriyor; bu yüzden yeni makineler icat edilmesinde, grevler kadar üretken oluyor. Ve özel suç alanını bir yana bırakırsanız, ulusal suç olmasaydı, dünya pazarı acaba varlık kazanır mıydı? İşin aslında acaba uluslar doğar mıydı?[54]

Dolayısıyla her toplumsal faaliyet (hırsızlık vb. suç dahil) iktisadi ilişkilerle bir biçimde bağlıdır. Ancak bu durum, tüm toplumsal ve iktisadi faaliyetlerin yeni bir değer yarattığı anlamına gelmez. Teknolojik yenilikler –yüksek düzeyde- kar elde etmede tek yol değildir, doğal kaynak sahipliği, finansal işlemler, emlak, meta satışı ya da spekülasyondan da büyük karlar elde edilebilir. Çeşitli faaliyetlerden kar elde edilmesi –ticaret örneğinde açıkladığımız gibi- ekonomik anlamda yeni bir değer yaratıldığı anlamına gelmez.

4.3. İnovasyon ve tekelci kar

Buraya kadar a- teknolojik avantajın aşırı kar sağlamanın tek yolu olmadığını, b- elde edilen her karın yeni değer yaratımı anlamına gelmediğini ifade ettik. Şimdi ise inovasyonla yeni değer üretilip üretilmediğini doğrudan tartışacağız.

Teknolojinin ve esasen de teknolojik gelişmelerin maddeleştiği makinelerin yeni bir değer yaratıp yaratmadığı klasik ekonomi politikçilerden beri önemli bir tartışma konusudur. Marx’ın geliştirdiği biçimiyle emek değer teorisinde, yeni değerin ancak emek gücü tarafından üretilebileceği ifade edilmiştir. Ancak klasik ekonomi politik, kapitalistin el koyduğu değerin kaynağını emek gücü olarak tanımlamak istememiş, onu girişimcinin aldığı riskin karşılığı ya da üretim araçlarının -sermayenin- getirisi olarak meşrulaştırmaya çalışmıştır. Neo-klasik iktisatta da daha önce ifade edildiği gibi kar, girişimcinin ya da sermayenin üretime katkısının meşru getirisidir. Gerçekten de insanlar arasındaki ilişkinin metalar arasındaki ilişki biçiminde görüldüğü piyasada, artı-değer ve kar, kapitalistin yatırımının -yani sermayenin- bir çıktısı olarak görülür.

Günümüzde, çağdaş teknoloji fetişizminin bir sonucu olarak makinelerin değer yarattığı fikri yeni bir biçimde ortaya çıkmıştır. George Caffentzis’e göre, eskiden neo-klasiklerin makinalar biçimindeki sermayenin metanın değerinden sorumlu olduğunu düşünmelerine benzer biçimde son on yılların fütürologları teknolojiye niteliksel olarak yeni bir rol biçmişler, makinanın değer üretebildiğini ileri sürmüşlerdir. Caffentzis’e göre, sadece bu fütürologlar değil, muhalif kimlikleriyle bilinen Hannah Arendt, Habermas, Baudrillard ve Negri de teknoloji nedeniyle kapitalist birikimin doğasında niteliksel bir değişim meydana geldiğini söyleyerek makinaların değer yaratabileceğini açık ya da örtülü ima etmişlerdir. Teknolojik yenilik sermaye ilişkisinden soyutlanıp, kendi başına değer yaratır olarak görülmektedir.[55]

Bu bölümde değer tartışması açısından iki tür teknolojik yenilik üzerinde duracağız. İlki üretim araçlarında; ikincisi üründe yapılan teknolojik yenilik. İlki daha genel ve tüm sektörleri yakından ilgilendiren bir konudur, çünkü üretim maliyetlerinin düşürülmesi ve verimliliği artmasını sağlar. İkincisi yine tüm sektörleri ilgilendirmekle beraber bazı sektörlerde rekabetin kısa vadeli ve zorunlu unsurudur. Örneğin yüzyıllık geçmişe sahip olan endüstriyel çelik üretiminde üretim teknolojisi ve ürün temel olarak aynı kalmasına rağmen[56], cep telefonu sektöründe herhangi bir ürün bir yıl ya da daha az bir sürede eskiyebilmektedir. Bir zamanların en yaygın telefon markası ve tekeli olan Nokia, o dönem yeni gelişen akıllı telefon piyasasına uygun yenilikleri yapamadığı için bugün cep telefonu piyasasından büyük oranda silinmiş durumdadır.

4.3.1. Üretim araçlarında/sürecinde yenilik ve artı-kar

Üretim sürecindeki teknik gelişmelerde şirketin amacı verimliliği, yani çalışan başına üretilen çıktı miktarını yükseltmektir. Böylece aynı ya da daha fazla miktarda ürün daha düşük bir maliyetle üretilecektir. Üretim sürecindeki teknolojik yenilikler çeşitli biçimlerde gerçekleştirilebilir.[57] Ancak bunlar tüm şirketlere otomatik olarak yayılmaz. Çünkü şirketlerin bu yenilikleri yapma ya da satın alma güçleri, ekonomik kapasiteleri, büyüklükleri ve çeşitli olanakları/becerileri farklıdır. Bu yenilikler vasıtasıyla bazı şirketlerin diğerlerine kıyasla daha düşük maliyetle üretim yapması yani ürünün değerinin piyasa değerinin altında olması ancak ürünün piyasa fiyatında satılması sonucu artı kar elde etmesi mümkündür ve oldukça yaygın bir durumdur. Kapitalist, kendi düşük “maliyet fiyatları ile, daha yüksek maliyet fiyatı ile üretilen aynı metaların piyasa fiyatları arasındaki farkı cebe indirir.[58] Çünkü piyasa fiyatı verili iken metanın ortalama maliyeti, üretim sürecinde yenilik yapan kapitalistin maliyetinden daha fazladır. Marx’ın deyişiyle yenilik yapan kapitalist artı-karı “metaların üretimi için toplumsal bakımdan gerekli ortalama emek-zamanı, yeni yöntemler ile yapılan üretim için gerekli olan emek zamanından daha fazla olduğu için yapılabilir. Onun üretim yöntemi toplumsal ortalamanın üzerindedir [ilerisindedir, A.K.]”.[59] Tam da bu artı-kar arayışı nedeniyle şirketler üretim süreçlerinde maliyetleri düşürmek için çeşitli tasarrufların ve organizasyonel arayışların yanında üretim araçlarını geliştirmek için bitmek bilmez bir çaba gösterirler.

Piyasadaki rekabet koşullarının şirketleri daha düşük maliyetli üretim ve teknolojik yeniliğe zorlaması, piyasa ilişkilerine yüzeysel bir bakışla da görülebilen olgulardan birisidir. Çünkü ileri teknoloji sağladığı maliyet avantajı ile şirketin rekabet gücünü ve karını arttırır. Öyle ki yeni ve ileri yöntemleri kullanmakta geri kalan bir kapitalist rakipleri tarafından bertaraf edilme tehlikesiyle karşılaşır.

Marx, Kapital’in birinci cildinde, göreli artı-değeri ele aldığı bölümde üretim araçlarını geliştirerek kapitalistin üretim maliyetini düşürme ve daha fazla kar elde etme çabasına/motivasyonuna dikkat çekmiştir. Dolayısıyla Marx için teknolojik gelişme bağımsız ya da dışsal bir olgu değil sermaye birikiminin bir uzantısıdır. Marx bu bölümde, kısa vadede az sayıda kapitalistin üretim maliyetlerini düşürüp tekelci avantaj ve bir artı-kar sağlama ile ilgili değildi. O, daha uzun vadede gerçekleşen, üretim araçlarının geliştirilmesi ve verimliliğin genel artışı ile geçim maddelerinin daha az emekle üretilmesi, böylece emek gücünün maliyeti ve değerinin düşmesi sonucunda artan göreli artı-değere odaklanmıştı.[60]

Bu soyutlamanın bir kademe altında, somut gerçekliğe gelindiğinde, Marx yeni üretim tekniklerinin bir anda tüm sektöre yayılmayacağını, bir süre bir şirket ya da şirket grubunun maliyet avantajıyla sektörde artı “artı-değer” sağlayacağını ifade etmişti.[61] Çünkü aynı ürün piyasasında şirketler farklı organik bileşime sahip olabilirler. Böylece her bir şirketin ürettiği ürünün bireysel değeri, sektördeki ortalama piyasa değerinden farklıdır. Bireysel değeri daha düşük olan ürünler (daha yüksek teknoloji ile üretilip daha ucuza mal edilenler) piyasa değeri temelinde şekillenen piyasa fiyatından satılacağı için bu kapitalistler ek bir kar elde etmektedir. Bu artı-karın kaynağı, piyasada ortalamadan daha fazla emek sarf edilerek üretilen, böylece bireysel olarak daha yüksek bir değer ihtiva eden (daha düşük teknoloji kullanılarak üretilen) metadaki artı-değerin piyasadaki değişim vasıtasıyla “yenilikçi” kapitaliste transferidir.

Henüz Kapital’in üçüncü cildinin yayınlanmadığı bir dönemde Marx’ın bu yaklaşımını eleştiren iktisatçı Vilfredo Pareto, yeni makinelerin artık-değer yaratılmasında rol oynadıklarının kabul edilmesi gerektiğini aksi halde “girişimci”nin yeni makine kullanması için bir sebep olmayacağını savunmuştu. Mademki artan üretkenlik malların değerini düşürmekten başka bir sonuç vermiyordu, kapitalist niçin yeni makine kullanmak istesin? Pareto’nun analizi şöyleydi: fiyatlar kararlı bir denge seviyesinde oldukları zaman, makine kendi aşınmasının değerinden daha fazlasını ürüne geçiremeyebilir. Ne var ki, yeni bir makine kullanılmaya başlanır başlanmaz, fiyatlar hemen böyle bir seviyede karar kılmazlar. Aradan bir zaman geçer. İşte bu süre zarfında makinenin ürüne aktardığı değer onun aşınma ve yıpranan kısmının değerinden daha büyük olabilir. Bu iki miktar arasındaki fark, müteşebbisi yeni makine kullanmaya sevk eden dürtüyü sağlar. Yeni teknolojilerin artı-değer yarattığı kabul edilmezse, kapitalistin yeni makine kullanmaya kalkışması için hiçbir sebep olamaz.[62]

Oysa Pareto’nun mantığına göre makineler fiyatlar kararlı denge durumlarına gelinceye kadar geçen süre içinde değişim değerleri yaratabiliyorsa, her zaman değer yaratabilir olmalıdır.[63] Pareto’nun yanılgısı Marx’ın teknolojik gelişme ile geçim maddelerinin fiyatlarının düşeceği ve göreli artı-değerin artacağı yönündeki tespitini yanlış anlaması ve onun teknolojik yenilik yayılıncaya kadar bazı firmalara ek bir kar sağladığı gerçeğini görmediğini zannetmesidir. Marx, teknolojik yenilikle şirketlerin ek bir kar sağlamadığını söylememiştir. Aksine şirketlerin ek bir kar sağladığı, bunun peşinde koştukları, rekabetin bu nedenle teknolojik yenilikleri teşvik ettiğini ifade etmiştir. Marx’ın vurguladığı ve Pareto’nun anlamadığı şey, özellikle Kapital’in üçüncü cildinde ele alınan, elde edilen artı-karın kaynağının yeni bir değer yaratımı olmadığı, daha düşük organik bileşimli sermaye tarafından üretilen metalarda mevcut bulunan artı-değerin transfer edilmesi olduğudur.[64] Pareto kar ile artı-değeri ayırt edemediği için yanlış bir varsayımla hatalı bir tespit yapmakta, bu tespit de hatalı bir eleştiri ile sonuçlanmaktadır.

Schumpeter ise Pareto’dan çok daha açık bir biçimde karın ve artı-değerin kaynağının girişimcinin yenilik faaliyeti olduğunu savunmuştur.[65] Yeniliklerin ekonomik büyümede gözle görülür bir rolü olmakla birlikte, Schumpeter’de kendini gösteren sadece yeni teknolojinin değer yarattığı fikri oldukça zayıf bir tezdir. Her türlü ekonomik gelişmenin altında yatan olgunun inovasyon gibi tek bir nedene bağlanması ciddi boşluklar barındırmaktadır.[66] Sweezy’nin belirttiği gibi gerek artı-değer gerek de onun özel bir biçimi olarak kar, sadece teknolojik yenilik sürecinde değil, herhangi bir teknolojik yeniliğin olmadığı koşullarda da düzenli olarak elde edilmektedir.[67] Hiçbir kayda değer yenilik yapmayan çok sayıda şirket emek gücünün ürettiği değere el koyarak sermaye birikimini sağlamaktadır.[68]

Schumpeter teknolojik yeniliklerin rekabetteki rolüne dikkat çekerken doğru bir halkayı kavramakla birlikte, artı-değeri emek gücünün kapitalist tarafından sömürüsü yerine teknolojik yeniliklere mal etmesi, bunu girişimcinin adeta devrimci misyonu olarak ifade etmesi, kapitalistin ya da makinelerin değer yaratması biçimindeki neo-klasik varsayımın etkisinden çıkamadığını göstermektedir. Teknolojik yeniliğin değer yarattığı iddiası ile çok basit bir gerçeğin, yeniliğin teşvik edilmesi yönündeki çabaların temelinde yatan emeği verimli hale getirme güdüsü ve hedefinin üstü örtülmektedir.[69]

Kullanılmasının emek verimliliğini arttırıcı etkisinin yanında teknolojik yeniliklerin üretilmesinin kendisi de bir emek sürecinin ürünüdür. Neo-klasik iktisadın varsaydığının aksine teknolojik yenilik bağımsız, gökten yeryüzüne düşmüş bir nesne değil, bilim insanları ve vasıflı işgücü tarafından yürütülen, büyük oranda kurumsallaşmış ve sermaye birikiminin bir uzantısı/türevi haline gelmiş Ar-Ge faaliyetlerinin sonucudur. Burada üretilen “yenilik fikirleri” kapitalist tarafından özel mülkiyet altına alınır. Dolayısıyla teknolojik yenilik aracılığıyla emek gücünün sömürüsü ve onun üzerinde kurulan gerçek tahakkümle birlikte, teknolojik yeniliğin kendisi kapitalist üretim ve sömürü sürecinin bir ürünü haline gelmiştir. Bilimsel üretimin emek sürecinin daha fazla yenilik yaratmak üzere örgütlenmesinin kendisine bakmak yerine bunun ürünü -yenilik- değer yaratan temel öğe olarak görülmektedir. Emek üretkenliğinin artmasını sağlayarak artık emeğin artmasını sağlayan da bir emek sürecidir.[70]

4.3.2. Üründeki yenilik ve artı-kar

Şirketler için ikinci yenilik konusu üründe yenilik ya da yeni bir ürün üretmektir. Yeni ürünü piyasaya sürme başarısı gösteren ilk şirket ya da şirketler tekelci konumlarını kullanarak aşırı kar elde eder. Dünyanın önde gelen teknoloji şirketlerinin performansı incelendiğinde, kuvvetli Ar-Ge altyapısı ve güçlü yenilik yönetimi kabiliyetine sahip işletmelerin ürettikleri yeni özellikli ürünlerle pazar fırsatından fazlasıyla yararlandığı görülebilir.

Yeni üründen elde edilen fazla karın kaynağı ise daha açıktır. Çünkü bu ürüne sahip olan şirket yeni açılan piyasa ya da alt piyasada tekel konumundadır ve bu sayede ek bir kar elde etmektedir. Schumpeter bunun farkındadır ve açıkça ifade eder. Ona göre girişimciler yeni bir ürünü piyasaya sürdüklerinde geçici tekel konumuna gelirler. Yeni ürün başarılı olduğunda üretici şirket, eski ürünleri üreten şirketleri tasfiye eder. Yaratıcı yıkım olarak tanımlanan bu süreçte ortaya çıkan tekeller Schumpeter’e göre ilerici bir rol oynarlar ve toplumu geliştirirler. Dolayısıyla aslında Schumpeter de yeni ürünle elde edilen karın temelinin bu tekel konumu olduğunu görmektedir. Ancak, neo-klasik değer kuramını benimsediği için artı-değer ve karı, yani iki ayrı soyutlama ve gerçeklik düzeyini kabul etmemektedir. Böylece tekel karını yeni bir değer üretimi olarak görmektedir.

Tekel konumundaki bir şirket, ürününü kendi değerinin üstünde satma olanağına sahiptir. Ancak bu tekelin ürününün fiyatını keyfince belirlediği anlamına gelmez. Tüketicilerin gelir düzeyi, ürünün başka ürünlerle ikame imkanı vb. sınırlar söz konusudur. Marx’ın ifadesiyle, “Biz tekel fiyatı dediğimiz zaman, genel üretim fiyatı ve ürünlerin değeri tarafından belirlenen fiyattan bağımsız olarak, yalnız ve sadece alıcıların şiddetli satın alma arzularına ve ödeme güçlerine göre belirlenen bir fiyatı kastediyoruz.[71] Belirli sınırlar olmakla birlikte tekelci ürünün fiyatı onun değerinin üzerindedir. Dolayısıyla ek bir kar, bir tekel karı elde edilmektedir. Sorun, Schumpeter’in ifade ettiği gibi bu tekel karının yeni bir değer üretimi anlamına gelip gelmediğidir. Ya da Meek’in ifade ettiği gibi kapitalizmin tekelci aşamasında karın tek ve biricik kaynağı emek değil ve kârlar emek tarafından yaratılan artık-değeri aşmakta mıdır? Eğer karlar emek tarafından üretilen artı-değeri aşıyorsa tekelci konum, teknolojik olanaklar ve diğer metotlar yeni bir değer yaratıyor demektir.[72]

Oysa tekelci konumun yeni bir değer yarattığı fikri oldukça zayıf bir tezdir. Çünkü tekel, fiyatı daha düşük tutup daha az kar ettiğinde az değer yaratmış ama bir sene sonra fiyatı yükselttiğinde daha fazla değer yaratmış demektir. Bu tekelin yönetim kurulunun kararına -belki de ruh haline- göre yeni iktisadi değer yaratılması anlamına gelir ki, üretim ve ticaretin büyük kısmını ellerinde tutan tekellerin ve onların oldukça etkili oldukları dünya ekonomisindeki “katma değer”in böyle belirlenmesi mümkün değildir. Aynı mantık hiçbir şey yapmayan sadece elinde bulunan arsayı “uygun zamanda” satan spekülatör için de geçerlidir. Spekülatör elde ettiği karı, yaptığı spekülasyon sonucu yeni bir değer yarattığı için değil, başka alanlarda üretilen artı-değere el koyma becerisini gösterdiği için elde eder.

Dolayısıyla tekel karı, yeni bir değer üretimi değil başka alanlarda üretilen değere piyasa aracılığıyla el konulmasıdır. Marx’ın deyişiyle:

Artık-değerin ortalama kâra eşitlenmesi çeşitli üretim alanlarında ve özellikle toprak mülkiyeti üzerinde sun’i ve tabiî tekeller şeklinde engellerle karşılaşsa ve böylece tekel şartları altında üretilen malların üretim fiyatlarını ve değerlerini aşan bir tekel fiyatının meydana gelmesi mümkün olsa da malların değerleriyle verilmiş bulunan sınırlar bu yüzden kaldırılmış olmaz. Bazı malların tekel fiyatları sırf ve sadece diğer mal üreticilerinin bir kısım kârlarını tekel fiyatlarına sahip mallara aktarırlar. Artı-değerin çeşitli üretim alanları arasında dağılışında yer itibariyle dolaylı olarak bir bozulma olabilir; ne var ki, bununla bizatihi bu artı-değerin sınırlarında bir değişiklik meydana gelmiş olmaz.[73]

Benzer bir biçimde Yiğit Karahanoğlu’nun yeni ürünlerden yüksek kar edilmesine ilişkin verdiği cevap ve örnek şöyledir: “Sorunun yanıtına yönelik olarak yapabileceğimiz en genel geçer tespit şudur: Yeni çıkan ürünün arzının tekelci niteliği nedeniyle fiyat bir önceki ürüne göre daha yüksek bir düzeye çıkmaktadır. Bunu gündelik hayatlarımızda yine kolayca gözlemleyebilmekteyiz. Yeni model bilgisayarların, cep telefonlarının arz edildiği günlerde gazetelerde karşılaştığımız haberler bunun bir göstergesidir. Ipod’ları, Iphone’ları alabilmek için insanların günler öncesinden mağazaların önünde sıraya girmeleri, o metanın hayali ile sokaklarda gecelemeleri, tekelci arzın insan zihinlerini ve davranışlarını nasıl kontrol edebildiğinin bir göstergesidir. O ilk haftada, dünyada o ürüne sahip olmayı başaran sayılı birey olma sıfatının tekilliği, arzın tekel niteliğini oluşturur ve yüksek fiyat olarak kendisini iktisatçılara gösterir.[74]

Şurası açık olmalı: İleri teknolojili yeni ürün tek ya da az sayıda şirket tarafından üretildiğinde bir tekel karı sağlamaktadır. Ancak bu ürün çok sayıda şirket tarafından üretilir hale geldiğinde –eğer gelirse- başlangıçta sağlanan tekel karı yerini ortalama bir kâra bırakacaktır. Yine üretim maliyetlerini düşüren bir teknolojik yenilik, ilgili sektördeki tüm şirketler tarafından kullanıldığında, başlangıçta az sayıda şirket tarafından yararlanılan maliyet avantajı tüm şirketler için geçerli olacak ve bir avantaj olmaktan çıkıp ortalama üretim koşulu haline gelecektir. Dolayısıyla bir teknolojinin kullanılmasının sağladığı artı-kar, o teknolojinin kullanılması nedeniyle değil ancak onun sağladığı tekel durumu nedeniyle elde edilmektedir.

Elbette, kapitalist için önemli olan artı-karın kaynağının ne olduğu değil ona sahip olunmasıdır. Kapitalist üretim maliyetlerinin düşürülmesi için her yolu dener. Teknolojik yenilikle tekelci konuma sahip olup yüksek bir karı –tekel karı- piyasadan çekip almak için çabalar. Ancak teknolojik yeniliğin herkes tarafından uygulanması koşullarında, bu teknoloji henüz yeni icat edilmiş ve uygulamaya geçmiş olsa bile, herhangi bir fazla kara vesile olamayacağı açıktır. Dolayısıyla aşırı karın teknolojik yenilikten değil, bu yenilik vesilesiyle sağlanan tekelci konumdan geldiği açıktır.

SONUÇ

Teknolojik yeniliklerin günümüz ekonomisinin temel bir unsuru olduğu, tüm büyüme ve refah dinamiklerinin onda toplandığı hem ana akım literatürün hem de egemen politika konseptinin kabulüdür. Buna göre bir ülkenin zenginleşmesi, refahının artması, ekonominin sürdürebilir büyümesi, ihracat ve istihdam hacmini yükseltmesi ancak ve ancak Ar-Ge kapasitesi ve inovasyon üretme yeteneğine bağlıdır. Öyle ki Tom Orlik’in ifadesiyle “21. yüzyılda küresel ekonominin kontrol savaşı inovasyon teknolojilerinin kontrolü üzerinden kazanılacak ya da kaybedilecektir.[75]

Teknolojik güce tek yanlı ve aşırı bir vurgu yapmakla birlikte bu tespitler bir gerçekliğe dayanmaktadır: Günümüz ekonomisinde özellikle belirli sektörlerde teknolojik yeniliklere dayalı rekabet kritik bir önem kazanmaktadır. Daha ileri teknoloji kullanan şirket ve ülkeler hem tekelci konumları hem de sahip oldukları yüksek verimlilik nedeniyle büyük bir artı-kar / tekel karı elde etmektedir. Teknolojik yenilik bunun tek yolu değilse de en önemli ve stratejik yollarından birisidir. Bu nedenle teknolojiye yapılan ve fetişizme varan bu vurgu kapitalist ilişkilerden soyutlanarak ele alınan gerçekliğin çarpıtılmış bir resmidir.

Son 30 yılda inovasyonun ekonomik değişimi hızlandırmadaki rolü iktisadi çalışmaların ana merkezi olmuştur. Bu çalışmalar yığını tarafından benimsenen arz yönlü ve mikro-ekonomik perspektif teknoloji ile ekonomi arasında pozitivist vizyonun yükselmesine ve inovasyonun şirketlerin, endüstrilerin, bölgelerin ve ülkelerin hatta bireylerin ve işçilerin kaderleri dahil neredeyse her şeyi açıklayan sihirli bir rol kazanmasına katkı sunmuştur.[76] Bu perspektif doğrultusunda politik çerçeve; durmaksızın yinelenen bir biçimde teknolojinin önemi; firmaların, endüstrilerin ve ülkelerin teknolojik potansiyellerini geliştirmek için ihtiyaçlar; özel sektör talep ve ihtiyaçlarına uygun bir biçimde kamu araştırmalarının yönlendirilmesi gibi unsurlar tarafından karakterize edilmektedir.

Hem iktisadi literatürde hem de güncel politik stratejilerde inovasyona verilen bu rol, bilinçli ya da bilinçsiz bir biçimde inovasyonun ekonomik değer üretiminde başlıca unsur olduğu varsayımına dayanıyor. Ancak inovasyonun kapitalist rekabetteki kritik rolünden yola çıkarak ona her şeyi belirleyen sihirli bir güç vehmedilmesi, yanlış varsayımlara dayanmakta ve sonuçta tek yanlı politika önerileriyle sonuçlanmaktadır.

İnovasyonla şirketlerin başlıca iki tür rekabet avantajı sağladığı söylenebilir: İlki Ar-Ge çalışmaları sonucunda üretim sürecinde yenilik yapması diğer şirketlere göre maliyetleri düşürmesi, ikincisi üründeki yeniliklerle çekim merkezi olması ve böylece yeni pazarlara girme, daha fazla kar elde etme olanağı. Dolayısıyla şirketler karlarını yükseltmek için yenilik peşinde koşarlar.[77] Bu bağlamda yenilik ve Ar-Ge rekabet ortamında fark yaratma, işletmelerin öne geçmelerini ve ayakta kalabilmelerini sağlaması bakımından önemli rol oynar. Küresel rekabetin alabildiğine arttığı koşullarda uluslararası planda var olabilmek, oyunun içinde kalabilmek için bu, zorunlu bir koşuldur.[78]

Ancak kapitalist rekabet ve ekonominin zorunlu bileşeni olması, her türlü toplumsal olgu ve sorunun inovasyon kapasitesine indirgenebileceğini ya da onun her şeyi açıkladığını kanıtlamaz. İşsizlik, gelir adaletsizliği gibi sorunlar teknolojik gelişmelerle çözülmek bir yana, bunun ötesinde kapitalist üretim ilişkileri bağlamında sürekli yeniden üretilen problemlerdir. Teknolojik yenilikler her türlü sorunun otomatik çözümü olmadığı gibi, neo-liberal politik projenin temel odağı olan ekonomik büyüme sorununu dahi çözebilir durumda değil. Yoğun teknolojik gelişmelere ve inovasyon rekorlarına rağmen dünyanın en büyük piyasa ekonomileri düşük büyüme oranları girdabından hala çıkamamıştır.

Bu durum, teknolojik yeniliklerin onu kullanan ve üreten vasıflı ve vasıfsız emek gücünden bağımsız olarak, başlı başına değer üreten bir unsur olmadığının göstergelerinden birisidir. Teknolojik yenilikleri kullanan şirketler tek başına alındığında sahip oldukları tekelci konum nedeniyle yüksek karlar elde ederken bir bütün olarak büyüme oranları oldukça düşük seyretmeye devam etmektedir. Dolayısıyla yukarıdaki analizde de ifade edildiği gibi teknolojik yenilikler değerin kaynağı değil aracıdır. Teknolojik yeniliklerin yeni değer yarattığı iddiası, emek verimliliğini yükselterek elde edilen artı-karı gizleme işlevi görmektedir. Söz konusu olan yeni değer yaratımı değil, tekelci konum ya da yüksek teknolojinin sağladığı avantajlarla düşük teknoloji kullanan sektörlerde üretilen artı-değerin transferidir. Bu son on yıllardaki teknolojik atılıma rağmen kriz ve büyüme oranlarındaki sorunlu durum tarafından da doğrulanmaktadır.

KAYNAKLAR

Acemoğlu, D., D. Laibson ve J. A. List (2016) Makroekonomi, İstanbul: Beta.

Aslanoğlu M. (1990) “İktisadi Kalkınmada Uygun Teknoloji Yaklaşımı”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi SBE.

BCG (2019) The Most Innovative Companies 2019: The Rise of AI, Platforms, and Ecosystems, https://www.bcg.com/publications/collections/most-innovative-companies-2019-artificial-intelligence-platforms-ecosystems.aspx (Erişim Tarihi: 10.09.2019).

Blink, M. ve P. Vale (1990) Entrepreneurship and Economic Change, London: McGraw-HiIl Book Company.

Brynjolfsson, E. ve A. McAfee (2014) The Second Machine Age, İstanbul: Türk Hava Yolları Yayınları.

Coombs, R. vd. (1987) Economics and Technological Change, London: MacMillian Press.

Cowen, T. (2011) The Great Stagnation: How America Ate All the Low-hanging Fruit of Modern History, Got Sick and Will (Eventually) Feel Better, New York: Dutton.

Deloitte (2018) Artificial Intelligence Innovation Report, https://www2.deloitte.com/content/dam/Deloitte/de/Documents/Innovation/Artificial-Intelligence-Innovation-Report-2018-Deloitte.pdf (Erişim Tarihi: 10.09.2019).

Demir, Ö. (1995) “Joseph A. Schumpeter: Hayatı, Eserler ve Katkıları”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 50(1): 155-172.

Dolanay, S. S. (2009) “Schumpeter Sisteminde Yenilikler, Ekonomik Gelişme ve Devresel Hareketler”, Uluslararası İktisadi ve İdari İncelemeler Dergisi, (1)2: 171-188.

Engels, F. (2003) Anti-Dühring. Çeviren: K. Somer, Ankara: Sol Yayınları.

Evangelista, R. (2015) “Technology, development and economic crisis: the Schumpeterian legacy”, Working Paper, Birkbeck College, University of London, London.

Fikir, Ö. ve A. K. Çetin (2017) “İktisadi Doktrinde Schumpeteryan Yaratıcı Yıkımdan Yaratıcı Birikime”, Girişimcilik ve İnovasyon Yönetimi Dergisi, 6(1): 27-64, sf. 40.

Fortune Global 500, https://fortune.com/global500/2019/search/?profits=desc (Erişim Tarihi: 10.09.2019).

Genç, M. C. ve Y. Atasoy (2010) “Ar-Ge Harcamaları ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: Panel Veri Analizi”, Bilgi Ekonomisi ve Yönetimi Dergisi, 5(2): 27-34.

Gordon, R. J. (2012) “Is US Economic Growrh Over? Faltering Innovation Confronts the Six Headwinds”, Working Paper, National Bureau of Economic Research, http://www.nber.org/papers/w18315 (Erişim Tarihi: 08.09.2019).

Grant, A. ve G. Grant (2015) Yaratıcılığı Kim Öldürdü?, Çeviren: Ç. Soy, İstanbul: NTV.

Guillemette, Y. and D. Turner (2018), “The Long View: Scenarios for the World Economy to 2060”, OECD Economic Policy Papers, No. 22, Paris: OECD Publishing, https://doi.org/10.1787/b4f4e03e-en.

Justman, M. ve M. Teubal (1991) “A Structuralist Perspective on the Role of Technology in Economic Growth and Development”, World Development, 19(9): 1167-1183.

Hagemann, H. (2003) ‘‘Schumpeter’s Early Contributions on Crises Theory and Business: Cycle Theory’’, History of Economic Ideas, 11(1): 47-67.

Karagol, T. E. Ve H. Karahan Hatice (2014) Yeni Ekonomi Ar-Ge ve İnovasyon, Ankara: Seta.

Karahanoğlu, Y. (2011) “Emek değer kuramı ve kriz”, Devrimci Marksizm, 15: 9-28.

Kaymak, M. (2010) “David Ricardo: bilimsel politik ekonominin burjuva sınırları”, Özgürlük Dünyası, 214, https://ozgurlukdunyasi.org/arsiv/36-sayi-214/304-david-ricardo-bilimsel-politik-ekonominin-burjuva-sinirlari (Erişim Tarihi: 20.09.2019).

Lin, H. C. (2002) “Shall the Northern Optimal R&D Subsidy Rate Inversely Respond to Southern Intellectual Property Protection?”, Southern Economic Journal, Southern Economic Association, 69(2): 381-397.

Lucas, R. (1988) “On the mechanics of economic development”, Journal of Monetary Economics, 22(1): 3-42.

Marx, K. (2012) Kapital: Birinci Cilt, Çeviren: M. Selik ve N. Satlıgan, İstanbul: Yordam.

Marx, K. (1997) Kapital: Üçüncü Cilt, Çeviren: Alaattin Bilgi, 3. Baskı, Ankara: Sol.

Marx, K. (1998) Artı-Değer Teorileri: Birinci Cilt, Çeviren: Y. Fincancı, Ankara: Sol.

Marx, K. (1979) Grundrisse, Çeviren: S. Nişanyan, İstanbul: Birikim.

Michelle, J., L. J. Miller ve W. Lu (2019) “These Are the World’s Most Innovative Countries”, Bloomberg, https://www.visualcapitalist.com/the-10-most-innovative-economies-in-2019/, (10.09.2019).

Mori, P. (2014) “Introduction”, Concept-Oriented Research and Development in Information Technology içinde, K. Mori (der.), New Jersey: Wiley, 3-27.

MÜSİAD (2012) Küresel Rekabet için Ar-Ge ve İnovasyon, MÜSİAD Araştırma Raporları, İstanbul: Pelikan Basım.

Narin, Ö. (2008) “Teknolojik Değişim: Türkiye’de Üretim Araçları Üretimi (1996-2005)”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kalkınma İktisadı ve İktisadi Büyüme Bilim Dalı, İstanbul.

Narin, Ö. (2008) “Kapitalizm ve Bilimin Üretimi, Bilimsel Emek Sürecindeki Dönüşüm”, İktisat Dergisi, 494-495, http://people.cs.deu.edu.tr/ilker/dosyalar/KapitalizmveBiliminUretimiBilimselEmekSurecindekiDonusum_OzgurNarin.pdf (Erişim Tarihi: 13.09.2019).

Narin, Ö. (2010) “Smith ve Marx’ta Emekbölümü ve Teknoloji”, https://www.academia.edu/1521375/Smith_ve_Marxta_Emekbolumu_ve_Teknoloji (Erişim Tarihi: 13.09.2019).

OECD ve Eurostat (2005) Oslo Kılavuzu: Yenilik Verilerinin Toplanması İçin İlkeler, 3. Baskı, İstanbul: Tübitak.

OECD (2018) OECD Science, Technology and Innovation Outlook 2018, https://www.oecd.org/sti/oecd-science-technology-and-innovation-outlook-25186167.htm (Erişim Tarihi: 10.09.2019).

Özel, H. (2015) “Piyasa Sisteminin Dinamizmi ve İstikrarsızlığı: Weber ve Schumpeter”, İktisat ve Toplum, 67: 37-45.

Parasız, İ. (2008) Ekonomik Büyüme Teorileri, 3. Baskı, Bursa: Ezgi Kitabevi.

Pasinetti, L. L. (2003) Critique of the Neoclassical Theory of Growth and Distribution, www.unicatt.it/docenti/pasinetti/ PDF_files/Treccani.pdf, (Erişim Tarihi: 10.09.2019).

Pessoa, A. (2010) R&D and Economic Growth: How Strong Is the Link?, Economics Letters, 107: 152-154.

Petrescu, S. A. (2009) “Science and Technology for Economic Growth. New Insights from When the Data Contradicts Desktop Models”, Review of Policy Research The Politics and Policy of Science and Technology, 26(6): 839-880.

Rebelo, S. (1991) “Long-Run Policy Analysis and Long-Run Growth”, Journal of Political Economy, 99(3): 500-521.

Romer, P. (1990) “Endogenous Technological Change”, Journal of Political Economy, 98(5): 71-102.

Romer, P. (2008) “Economic Growth”, Library of Economics and Liberty, http://www.econlib.org/library/Enc/EconomicGrowth.html (Erişim Tarihi: 08.09.2019).

Schumpeter, J. A. (1939) Business Cycles: A Theoretical, Historical and Statistical Analysis or the Capitalist Process, https://pdfs.semanticscholar.org/a363/8345c2ae4c9205c66b444ce0f20ae0ac0494.pdf (Erişim Tarihi: 20.09.2019).

Schumpeter. J. A. (1947) “The Creative Response in Economic History”, Journal or Economic History, 7(2): 149-159.

Schwab, K. (2016) Dördüncü Sanayi Devrimi, Çeviren: Z. Dicleli, İstanbul: Optimist.

Schwab, K. ve N. Davis (2019) Dördüncü Sanayi Devrimini Şekillendirmek, Çev. N. Özata, İstanbul: Optimist.

Selik, M. (1982) Marksist Değer Teorisi, Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları.

Solow, R. M. (1956) “A Contribution to the Theory of Economic Growth” The Quaterly Journal of Economics, 70(1): 65-94.

Somel, C. (2014) Makroiktisada Giriş, İstanbul: Yordam.

Soyak, A. (1995) “Teknolojik Gelişme: Neoklasik Ve Evrimci Kuramlar Açısından Bir Değerlendirme”, Ekonomik Yaklaşım, 6(15): 93-107.

Sweezy, P. M. (1943) “Professor Schumpeter’s Theory of Innovation”, The Review of Economics and Statistics, 25(1): 93-96.

Ünsal, E. (2007) İktisadi Büyüme, Ankara: İmaj Yayınevi.

WEF (2019) Europe: Competing for Global Innovation Leadership, http://www3.weforum.org/docs/WEF_Innovate_Europe_Report_2019.pdf (Erişim Tarihi: 10.09.2019).

Weitzman, M. L. (1998) “Recombinant Growth”, Quartely Journal of Economics, 113(2): 331-360.

West, G. (2011) “Why Cities, Keep Growing, Corporations and People Always Die, and Life Gets Faster”, John Brockman’ın röportajı, http://edge.org/conversation/geoffrey-west (Erişim Tarihi: 09.09.2019).

World Bank, “Innovation and Entrepreneurship”, https://www.worldbank.org/en/topic/innovation-entrepreneurship (Erişim Tarihi: 20.09.2019).


[1] OECD ve Eurostat’ın hazırladığı Oslo Kılavuzu’nda inovasyon ürün, üretim ya da pazarlama süreçlerinde yenilik olarak tanımlamıştır. İcattan ya da Ar-Ge süreçlerinde üretilen bilgiden farkı doğrudan ticari bir faaliyet doğrultusunda uygulamaya geçirilmiş olmasıdır. Bkz. OECD ve Eurostat (2005) Oslo Kılavuzu: Yenilik Verilerinin Toplanması İçin İlkeler, 3. Baskı, İstanbul: Tübitak, sf. 20-21. Bu makalede inovasyon daha çok ürün ve üretim sürecinde teknolojik yeniliklere referans verecek içerikte kullanılacaktır.

[2] Jean Baptiste Say (1767-1832) klasik iktisatçı olmasına rağmen onun ileri sürdüğü “her arz kendi talebini yaratır” ilkesi neo-klasik iktisatçılar tarafından da benimsenmiştir. Bu varsayıma göre, her yeni üretim faaliyetinin sonucunda faktör sahiplerine dağıtılan ücret, faiz, kar ve rant tüketim ya da yatırım alanlarında harcanır. Tasarruf edilip harcanmazsa borç verilebilir para arzı artacağından faizler düşer ve bu sefer de yatırımcılar tarafından düşük faizle borç alınıp yatırıma harcanır. Böylece piyasa kendi dengesi içerisinde arz ve talebi eşitler. Bkz. Somel, C. (2014) Makroiktisada Giriş, İstanbul: Yordam, sf. 58.

[3] Evangelista, R. (2015) “Technology, development and economic crisis: the Schumpeterian legacy”. Working Paper, Birkbeck College, University of London, London, sf. 19.

[4] Pasinetti, L. L. (2003) Critique of the Neoclassical Theory of Growth and Distribution, www.unicatt.it/docenti/pasinetti/ PDF_files/Treccani.pdf, (Erişim Tarihi: 10.09.2019).

[5] Narin, Ö. (2010) “Smith ve Marx’ta Emekbölümü ve Teknoloji”, https://www.academia.edu/1521375/Smith_ve_Marxta_Emekbolumu_ve_Teknoloji, sf. 10 (Erişim Tarihi: 13.09.2019), Fikir, Ö. ve A. K. Çetin (2017) “İktisadi Doktrinde Schumpeteryan Yaratıcı Yıkımdan Yaratıcı Birikime”, Girişimcilik ve İnovasyon Yönetimi Dergisi, 6(1): 27-64, sf. 40.

[6] Kaymak, M. (2010) “David Ricardo: bilimsel politik ekonominin burjuva sınırları”, Özgürlük Dünyası, 214, https://ozgurlukdunyasi.org/arsiv/36-sayi-214/304-david-ricardo-bilimsel-politik-ekonominin-burjuva-sinirlari (Erişim Tarihi: 20.09.2019).

[7] Marx’ın teknolojik yenilik konusundaki görüşleri, ilerleyen bölümlerde tartışma biçiminde aktarılacağı için burada oldukça kısa bir özetle yetinilmiştir.

[8] Coombs, R. vd. (1987) Economics and Technological Change, London: MacMillian Press, sf. 142-143.

[9] Solow, R. M. (1956) “A Contribution to the Theory of Economic Growth” The Quaterly Journal of Economics, 70(1): 65-94, sf. 66.

[10] Soyak, A. (1995) “Teknolojik Gelişme: Neoklasik Ve Evrimci Kuramlar Açısından Bir Değerlendirme,” Ekonomik Yaklaşım, 6(15): 93-107, sf. 94.

[11] Aslanoğlu M. (1990) “İktisadi Kalkınmada Uygun Teknoloji Yaklaşımı”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi SBE, sf. 16-17.

[12] Soyak, Teknolojik Gelişme,sf. 98.

[13] Özel, H. (2015) “Piyasa Sisteminin Dinamizmi ve İstikrarsızlığı: Weber ve Schumpeter”, İktisat ve Toplum, 67: 37-45, sf. 37.

[14] Yaygın kanının aksine Schumpeter, teknolojik yenilik üzerinde ayrıntılı bir biçimde düşünen ilk düşünür değildir. Ondan önce Marx teknolojik yeniliklerin üretim sürecine uygulanmasının kapitalizmin zorunlu bir unsuru olduğunu, bu yeniliklerin kapitalist ilişkiler, sermaye birikimi ve işçi sınıfı açısından ne anlama geldiğini ayrıntılı bir biçimde incelemiştir.

[15] Justman, M. ve M. Teubal (1991) “A Structuralist Perspective on the Role of Technology in Economic Growth and Development”, World Development, 19(9): 1167-1183, sf. 1168.

[16] Schumpeter. J. A. (1947) “The Creative Response in Economic History”, Journal or Economic History, 7(2): 149-159, sf. 152-153.

[17] Blink, M. ve P. Vale (1990) Entrepreneurship and Economic Change, London: McGraw-HiIl Book Company, sf. 14-15.

[18] Schumpeter, J. A. (1939) Business Cycles: A Theoretical, Historical and Statistical Analysis or the Capitalist Process, https://pdfs.semanticscholar.org/a363/8345c2ae4c9205c66b444ce0f20ae0ac0494.pdf, sf. 84 (Erişim Tarihi: 20.09.2019).

[19] Demir, Ö. (1995) “Joseph A. Schumpeter: Hayatı, Eserler ve Katkıları”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 50(1): 155-172, sf. 164.

[20] Soyak, Teknolojik Gelişme,sf. 94.

[21] Soyak, Teknolojik Gelişme,sf. 101-102.

[22] Örneğin Romer, P. M. (1990) “Endogenous Technological Change”, Journal of Political Economy, 98(5): 71-102; Lucas, R. (1988) “On the mechanics of economic development”, Journal of Monetary Economics, 22(1): 3-42; Rebelo, S. (1991) “Long-Run Policy Analysis and Long-Run Growth”, Journal of Political Economy, 99(3): 500-521.

[23] Evangelista, Technology, development and economic crisis, sf. 11-12.

[24] Evangelista, Technology, development and economic crisis, sf. 19-20.

[25] Weitzman, M. L. (1998) “Recombinant Growth”, Quartely Journal of Economics, 113 (2): 331-360.

[26] Paul Krugman’dan aktaran Brynjolfsson, E. ve A. McAfee (2014) The Second Machine Age, İstanbul: Türk Hava Yolları Yayınları, sf. 89.

[27] Mori, P. (2014) “Introduction”, Concept-Oriented Research and Development in Information Technology içinde, K. Mori (der.), New Jersey: Wiley, 3-27, sf. 10-11.

[28] Parasız, İ. (2008) Ekonomik Büyüme Teorileri, 3. Baskı, Bursa: Ezgi Kitabevi, sf. 193.

[29] Karagol, T. E. Ve H. Karahan Hatice (2014) Yeni Ekonomi Ar-Ge ve İnovasyon, Ankara: Seta, sf. 9-10.

[30] Acemoğlu, D., D. Laibson ve J. A. List (2016) Makroekonomi, İstanbul: Beta, sf. 155.

[31] Lin, H. C. (2002) “Shall the Northern Optimal R&D Subsidy Rate Inversely Respond to Southern Intellectual Property Protection?”, Southern Economic Journal, Southern Economic Association, 69(2): 381-397, sf. 381.

[32] Petrescu, S. A. (2009) “Science and Technology for Economic Growth. New Insights from When the Data Contradicts Desktop Models”, Review of Policy Research The Politics and Policy of Science and Technology, 26(6): 839-880, sf. 847.

[33] Petrescu, Science and Technology for Economic Growth, sf. 847.

[34] Pessoa, A. (2010) R&D and Economic Growth: How Strong Is the Link?, Economics Letters, 107: 152-154, sf. 152.

[35] Örneğin OECD (2018) OECD Science, Technology and Innovation Outlook 2018, https://www.oecd.org/sti/oecd-science-technology-and-innovation-outlook-25186167.htm (Erişim Tarihi: 20.07.2019); WEF (2019) Europe: Competing for Global Innovation Leadership, http://www3.weforum.org/docs/WEF_Innovate_Europe_Report_2019.pdf (Erişim Tarihi: 20.07.2019); Deloitte (2018) Artificial Intelligence Innovation Report, https://www2.deloitte.com/content/dam/Deloitte/de/Documents/Innovation/Artificial-Intelligence-Innovation-Report-2018-Deloitte.pdf (Erişim Tarihi: 20.07.2019); BCG (2019) The Most Innovative Companies 2019: The Rise of AI, Platforms, and Ecosystems, https://www.bcg.com/publications/collections/most-innovative-companies-2019-artificial-intelligence-platforms-ecosystems.aspx (Erişim Tarihi: 20.07.2019); MÜSİAD (2012) Küresel Rekabet için Ar-Ge ve İnovasyon, MÜSİAD Araştırma Raporları, İstanbul: Pelikan Basım. 

[36] West, G. (2011) “Why Cities, Keep Growing, Corporations and People Always Die, and Life Gets Faster”, John Brockman’ın röportajı, http://edge.org/conversation/geoffrey-west (Erişim Tarihi: 09.09.2019).

[37] Grant, A. ve G. Grant (2015) Yaratıcılığı Kim Öldürdü?, Çeviren: Ç. Soy, İstanbul: NTV, sf. 118-222.

[38] Narin, Ö. (2008) “Kapitalizm ve Bilimin Üretimi, Bilimsel Emek Sürecindeki Dönüşüm”, İktisat Dergisi, 494-495, http://people.cs.deu.edu.tr/ilker/dosyalar/KapitalizmveBiliminUretimiBilimselEmekSurecindekiDonusum_OzgurNarin.pdf, sf. 16-17.

[39] Evangelista, Technology, development and economic crisis, sf. 14.

[40] Schwab, K. (2016) Dördüncü Sanayi Devrimi, Çeviren: Z. Dicleli, İstanbul: Optimist, sf. 38-39.

[41] Nesnelerin İnterneti (Internet of Things) ağ üzerinden makine ve çeşitli nesnelerin birbirine bağlantı halinde olmasını sağlayan teknoloji kümesine genel olarak verilen isimdir.

[42] Guillemette, Y. and D. Turner (2018), “The Long View: Scenarios for the World Economy to 2060”, OECD Economic Policy Papers, No. 22, Paris: OECD Publishing, https://doi.org/10.1787/b4f4e03e-en.

[43] Schwab, Dördüncü Sanayi Devrimi, sf. 41-42; OECD, Science, Technology and Innovation Outlook 2018.

[44] Gordon, R. J. (2012) “Is US Economic Growrh Over? Faltering Innovation Confronts the Six Headwinds”, Working Paper, National Bureau of Economic Research, http://www.nber.org/papers/w18315 (Erişim Tarihi: 08.09.2019).

[45] Cowen, T. (2011) The Great Stagnation: How America Ate All the Low-hanging Fruit of Modern History, Got Sick and Will (Eventually) Feel Better, New York: Dutton.

[46] Romer, P. (2008) “Economic Growth”, Library of Economics and Liberty, http://www.econlib.org/library/Enc/EconomicGrowth.html (Erişim Tarihi: 08.09.2019).

[47] Wietzman, M. L. (1998) “Recombinant Growth”, Quarterly Journal of Economics, 113(2): 331-360.

[48] Schwab, K. ve N. Davis (2019) Dördüncü Sanayi Devrimini Şekillendirmek, Çev. N. Özata, İstanbul: Optimist, sf. 11.

[49]… nispi artı değerin üretimi yani üretici güçlerin artışı ve gelişmesine dayanan artık-değer artışı, yeni tüketimlerin üretilmesini gerektirecektir; dolaşım içinde ürünler çerçevesinin genişlemesi gibi, tüketim çerçevesi de genişleyecektir. Önce, varolan tüketimin nicelikçe genişlemesi, ikincisi, varolan ihtiyaçları daha geniş bir alana yaymak yoluyla yeni ihtiyaç yaratılması; üçüncüsü yeni ihtiyaçların üretilmesi, yeni kullanım değerlerinin keşfedilmesi ve yaratılması. Başka bir anlatımla, kazanılan artık-emek salt niceliksel bir artış olarak kalmaz, emeğin (dolayısıyla artık-emeğin) niceliksel çeşitlenme alanını da sürekli olarak genişletir, emekleri ayrıştırır, çeşitlerini çoğaltır.” (Marx, K. (1979) Grundrisse, Çeviren: S. Nişanyan, İstanbul: Birikim Yayınları, sf. 446).

[50] Emek değer teorisi ayrı ve oldukça kapsamlı bir konu olduğu için, temel çizgilerini belirtmenin ötesinde ayrıntılı bir ele alış bu makale kapsamında mümkün değildir.

[51] Fortune Global 500, https://fortune.com/global500/2019/search/?profits=desc (Erişim Tarihi: 10.09.2019). Amazon yıllık 10 milyar dolarla 2008 yılında dünyanın en çok kar eden şirketleri arasında 54’üncü sırada yer almıştır. Volkswagen 27’nci, Roche 50’nci, Johnson & Johnson 25’inci, Merck 98’inci, Toyata 19’uncu, Novartis 35’inci, Pfizer 46’ncı, General Motors 77’nci, Daimler 71’inci, Siemens 88’inci sıradadır. Ford, Honda, Sanofi ilk 100’e girememiştir.

[52] Elbette bu, bahsi geçen sektörlerde teknolojik yeniliklerin kullanılmadığı ya da ilkel bir teknoloji ile işlerin yürüdüğü anlamına gelmez. Ancak literatürde ileri sürüldüğü gibi söz konusu olan –genel olarak- inovasyon yarışı değil mevcut ve elbette ilerleyen teknolojiler zemininde asıl faaliyetin sürdürülmesidir.

[53]Her zaman varsayılan şudur ki, o (değişim) her iki taraf (…) için de karlıdır; çünkü varlığın sağladığı zevkleri, karşılıklı olarak yalnızca değişim yoluyla elde ederler. Ama her zaman, yalnızca belli bir değerdeki varlık, eşit değerdeki bir başka varlıkla değişilir; sonuç olarak herhangi bir gerçek zenginlik artışı (…) söz konusu değildir.” Fizyokrat Francois Quesnay’den aktaran Marx, K. (1998) Artı-Değer Teorileri: Birinci Cilt, Çeviren: Y. Fincancı, Ankara: Sol, sf. 358. Friedrich Engels de konuyla ilgili şunları demiştir: “Bu artı-değer, ne alıcının metaları değerinin altında satın almasından gelebilir, ne de satıcının onları değerinin üstünden satmasından. Çünkü her iki durumda da herkes sırayla bir satıcı, bir de alıcı olduğuna göre, her bireyin kazanç ve yitikleri birbirini ödünler.” Engels, F. (2003) Anti-Dühring. Çeviren: K. Somer, Ankara: Sol, sf. 297.

[54] Marx, Artı-Değer Teorileri: Birinci Cilt, sf. 363-364.

[55] Narin, Ö. (2008) “Teknolojik Değişim: Türkiye’de Üretim Araçları Üretimi (1996-2005)”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kalkınma İktisadı ve İktisadi Büyüme Bilim Dalı, İstanbul, sf. 140.

[56] MÜSİAD (2012) Küresel Rekabet için Ar-Ge ve İnovasyon, İstanbul: Pelikan Basım, sf. 29.

[57] İlki, ilgili şirketin Ar-Ge faaliyetleri sonucunda o şirkete özgü yeniliklerle üretim verimliliği artırılabilir. İkincisi, özellikle makine ve imalat ekipmanları sektöründe -ve üretim aracı olarak kullanılan kimi ürünleri üreten diğer sektörlerde- üretilen yeni ürünlerin çeşitli işletmeler tarafından alınıp kullanılması. Örneğin Endüstri 4.0 olarak adlandırılan çalışmalar bağlamında Kuka, Siemens vb. Alman makine üreticileri ağ üzerinden birbirine bağlanabilen siber-fiziksel makineler üretmektedir. Bu ürünlerin satın alınarak kullanılması üretim verimliliğini arttırmaktadır. Üçüncüsü üniversite ya da devlet araştırma kurumlarında yapılan çalışmalar sonucunda üretilen bilgiler ve bunların ticari amaçlarla kullanılması. Dördüncüsü ticari danışmanlık şirketlerinin organizasyonal yenilik temelindeki danışmanlık hizmetleri.

[58] Marx, K. (1997) Kapital: Üçüncü Cilt, Çeviren: Alaattin Bilgi, 3. Baskı, Ankara: Sol Yayınları, sf. 233.

[59] Marx, Kapital: Üçüncü Cilt, sf. 233-234.

[60] Marx, K. (2012) Kapital: Birinci Cilt, Çeviren: M. Selik ve N. Satlıgan, İstanbul: Yordam, sf. 307-308. Herhangi bir ürünün üretim sürecinde yer alan canlı emek zamanı –emek gücünün ürüne kattığı toplam değer- değişmediği varsayılırsa, emek gücüne ödenen değer azaldığında, kapitalistin el koyduğu artı-değer artmaktadır. Marx, bunu göreli artı-değer olarak tanımlamıştır. Kapitalist işgününü uzatmak ve işi yoğunlaştırmak gibi yöntemlerle emek gücünün ürettiği değeri artırabilir. Ancak aynı miktarda emek gücüyle çalışma süresini ve iş temposunu yükselterek üretilen değeri artırmanın fiziki –ve elbette toplumsal- sınırları vardır. Dolayısıyla sermaye, teknolojik -ve organizasyonal- yeniliklerle verimliliği arttırarak geçim araçlarının -ve emek gücünün- değerinde düşme vasıtasıyla göreli artı-değeri artırmak zorundadır. Tam da bu nedenle teknolojik yenilik sermayenin ve kapitalizmin kaçınılmaz bir zorunluluğudur.

[61] Marx, Kapital: Üçüncü Cilt, sf. 233.

[62] Mehmet Selik, Marksist Değer Teorisi, sf. 117

[63] Selik, M. (1982) Marksist Değer Teorisi, Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, sf. 117.

[64] Marx, Kapital: Üçüncü Cilt, sf. 233-234.

[65] Dolanay, S. S. (2009) “Schumpeter Sisteminde Yenilikler, Ekonomik Gelişme ve Devresel Hareketler”, Uluslararası İktisadi ve İdari İncelemeler Dergisi, (1)2: 171-188, sf. 180-181.

[66] Hagemann, H. (2003) ‘‘Schumpeter’s Early Contributions on Crises Theory and Business: Cycle Theory’’, History of Economic Ideas, 11(1): 47-67, sf. 57.

[67] Sweezy, P. M. (1943) “Professor Schumpeter’s Theory of Innovation”, The Review of Economics and Statistics, 25(1): 93-96, sf. 95.

[68] MÜSİAD, Küresel Rekabet için Ar-Ge ve İnovasyon, sf. 29.

[69] Narin, Kapitalizm ve Bilimin Üretimi, Bilimsel Emek Sürecindeki Dönüşüm, sf. 16-17

[70] Narin, Kapitalizm ve Bilimin Üretimi, Bilimsel Emek Sürecindeki Dönüşüm, sf. 16-17

[71] Selik, Marksist Değer Teorisi, sf. 137

[72] Selik, Marksist Değer Teorisi, sf. 139

[73] Selik, Marksist Değer Teorisi, sf. 138.

[74] Karahanoğlu, Y. (2011) “Emek değer kuramı ve kriz”, Devrimci Marksizm, 15: 9-28, sf. 17.

[75] Tom Orlik’ten aktaran Michelle, J., L. J. Miller ve W. Lu (2019) “These Are the World’s Most Innovative Countries”, Bloomberg, https://www.visualcapitalist.com/the-10-most-innovative-economies-in-2019/, (10.09.2019).

[76] Teknoloji, ekonomi ve toplum arasındaki ilişkilere dair pozitivist ve determinist bakış sadece neo-klasik anaakım iktisatçılar arasında değil neo-Schumpeteryan literatürün büyük bir kısmında da etkilidir. Evangelista, Technology, development and economic crisis, sf. 11

[77] Genç, M. C. ve Y. Atasoy (2010) “Ar-Ge Harcamaları ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: Panel Veri Analizi”, Bilgi Ekonomisi ve Yönetimi Dergisi, 5(2): 27-34, sf. 33.

[78] World Bank, “Innovation and Entrepreneurship”, https://www.worldbank.org/en/topic/innovation-entrepreneurship (Erişim Tarihi: 20.07.2019).