Tahir Şilkan

…Edebiyat, proletaryanın genel davasından bağımsız, bireysel bir girişim olamaz. Edebiyat genel proletarya davasının parçası olmalıdır.[1]

Marksist düşünce, sanat ve edebiyat üzerine bilimsel ve felsefi görüşlerini ortaya koyarak, dünyanın sanatsal olarak özümlenişinin, sanatsal kültürün toplumsal yaşamda, toplumsal gelişmede ve toplumun dönüştürülmesinde taşıdığı gerçek önemi anlamaya, yorumlamaya çalışmıştır. Marx ve Engels’in sanat üzerine yazdıkları, kuramlarının bütünüyle tam bir uyumluluk gösterir.

Marx’a göre sanat ve edebiyat toplumu yalnız açıklamamalı, toplumun dönüştürülerek değiştirilmesi mücadelesinde yer almalıdır. Önemli olan, insanın sanatsal gelişmesi ile estetik eğitiminin yeni bir toplumsal sistemin kurulması ile uyumlu ve tutarlı olmasıdır.

Marx ve Engels’e göre sanat, somut gerçeklikten ve insanın toplumsal varoluşundan ayrılamaz. Sanatı, üretim ilişkileri ile üretici güçler arasındaki karşılıklı, karmaşık ilişkinin belirleyiciliğinde, toplumun bir bütün olarak çözümlenişinde aramak gerekir.

Sanat, bir toplumsal bilinç biçimidir ve bu bilincin kaynakları insanın toplumsal varoluşunda aranmalıdır. Zihinsel bir üretim biçimi olan sanatın gelişmesinde insanlığın emeğinin payı vardır; insanın sanatsal yaratım gücü ve estetik duygularının gelişmesi insanın emeği ile ortaya çıkmıştır. Her şeyi yaratan insan emeğidir; insanın alet yapma becerisi geliştikçe, bilinci ve estetik duygusu gelişmiş, insan nesneleri yeniden biçimlendirme yeteneğini kazanmıştır.

Sanatsal yaratıcılık ve sanatın gelişmesi, toplumsal gelişmeyle ve toplumun sosyo-ekonomik yapısıyla bağlantılıdır.

Marx ve Engels kapitalizm sürecinde, sanatçının yaşadığı çatışmanın, yaşamdaki gerçek çatışmaların ideolojik bir yansıması olduğunu tespit ederler. Bu tespit sanatın, ideolojik mücadelede önemli bir silah olduğunu gösterir. Sanat ve edebiyat, sömürücü sınıfların çıkarlarına hizmet ederek gerici bir nitelik kazanabileceği gibi ezilenlerin, emekçilerin yanında yer alarak ilerici bir nitelik kazanabilir. Sanatçıların ezilenlerin, emekçilerin safında yer alması sanatta yanlılık ilkesini doğurmuştur.

Dünya edebiyatına “Ve Durgun Akardı Don”, “Uyandırılmış Toprak”, “Don Kıyısında Hasat” gibi unutulmaz romanları kazandırmış Sovyet yazarı Mihail Şolohov’un bu konuda yaptığı tespit somut ve çarpıcıdır: “Sanat insanların zihin ve yüreklerini etkileme gücüne sahiptir” diyen Şolohov sözlerini şöyle sürdürür. “Bence ‘sanatçı’ olarak nitelenme hakkı, bu etkiyi insanlığın yararına ve insanların ruhlarında bir güzellik dünyası yaratmak için kullanan yazarlara aittir.[2]

***

Marx ve Engels, sanatsal yetinin belli bireylerde yoğunlaşması ve geniş kitlelerde bu yetinin baskıda tutulmasını işbölümünün sonuçlarından biri olarak görürler. Toplumun komünist bir düzen içinde örgütlenişiyle birlikte, bireyin kendisini sadece bir ressam, bir heykeltıraş vb. haline getiren, belirli bir sanata bağlı kalışının da ortadan kalkacağını, sanatçı adının onun mesleki gelişmesinin sınırlılığını göstereceğini söyledikten sonra sözlerini şöyle tamamlarlar: “Komünist bir düzende ressamlar yoktur, başka etkinliklerinin yanı sıra resimle de uğraşan insanlar vardır.[3]

Marx ve Engels’in ortaya koyduğu düşünceleri benimseyen Rus Devriminin önderi Lenin, Marksist teoriyi geliştirip güçlendirmiştir. Lenin Alman İdeolojisi’nden Marx ve Engels’in yukarıda alıntılanan cümlesine benzer bir düşünceyi, “Parti Edebiyatı ve Parti Örgütü” başlıklı makalesinde ifade eder: “…Edebiyat, proletaryanın genel davasının bir parçası, Partinin ‘küçük bir çarkı ve vidası’ olmalı ve örgütümüz tarafından, ayrımsız her yere, yaşayan proletarya davasının hayat dolu akışının bir parçası olarak götürülmelidir. Böylece, ‘yazarın işi yazmak, okuyucununki de okumak’ diyen o yarı Oblomovcu, yarı bezirgan, eski Rus ilkesinin ayaklarını yerden kesmelidir.[4]

Lenin, sanat deyince önce kitlelerin sanatsal ve estetik eğitimini düşündüğü kadar, sanatın toplumu dönüştürücü ve herkesin sanatsal yaratımlarda bulunabilme olanağına kavuşturulmasındaki eğitsel işlevi de göz önünde bulundurur, halkın sanatsal gelişme düzeyi ile sanatın gelişme düzeyi arasındaki ilişkinin eşzamanlı bir ilişki haline getirilmesi gerektiğini söyler. “Ancak bu zemin içinde, gerçek, büyük bir sanat yükselecektir.Sanat ve edebiyat gerçekliği bilmenin, kavramanın yollarından biri olduğu kadar gerçekliği yansıtmanın yollarından biridir. Ancak bu da yetmez. İnsan bilinci gerçekliği yalnızca bilip yansıtmaz, aynı zamanda onu yaratır. Sanat gerçekliğin yalnız edilgen bir yansıması değil, aynı zamanda etkin bir biçimde yaratılmasıdır. Esas olan da gerçekliği yansıtmak değil yeniden yaratabilmektir[5] değerlendirmesini yapan Lenin, tüm halkı, işçileri, emekçileri edebiyatın yaratıcı gücünden yararlanmak için, “kendi düşmanlarını daha yakından tanımamızı öğreneceği” Rus edebiyatını okumaya, “kendi kurtuluş davalarını sonuna kadar götürmelerine engel olan, o kendi güçsüzlüklerinin nerede yattığını anlamaya” çağırır. Lenin, “ileriye gitmek için bunu anlamaları gerekir” tespitini yapacaktır.

  1. YÜZYIL RUS EDEBİYATI

Lenin, “Rus Devriminin Aynası Olarak Leo Tolstoy” başlıklı, Proletary’nin Eylül 1908 tarihli 35. sayısında yayınlanan makalesinde; Tolstoy’un “Çarlık Rusyası’na duyulan kini, daha iyi gelecek için oluşan özlemi, geçmişten kurtulma isteğini hem de gelişmemiş düşleri, siyasal deneysizliği ve devrim karşısındaki gevşekliği yansıtmıştır” diyecektir. Rus Edebiyatının iyi ve dikkatli bir okuyucusu olan Lenin, Tolstoy’un yarım yüzyılı aşan edebi faaliyeti süresince yaratmış olduğu bir dizi büyük yapıtta, 1860 sonrasında bile yarı köle durumunda olan o eski, devrim öncesi Rusyası’nı, toprak ağası ve köylünün kırsal Rusyası’nı büyük bir ustalıkla anlattığını söyleyecektir.

Lenin, Tolstoy’un ölümü üzerine, Sosyal Demokrat’ın Kasım 1910 tarihli 18. sayısında yayınlanan L. N. Tolstoy başlıklı makalesinde şunları yazacaktır.

…Tolstoy Rusya tarihinin devrim öncesi dönemini anlatırken, öylesine birçok büyük sorunu ortaya atmayı başarmış ve bunda öylesine yüksek bir başarıyla sanatsal güce erişmiştir ki, yapıtları dünya edebiyatının en büyükleri arasında yer almıştır. Köle sahiplerinin çizmeleri altında ezilen bir ülkenin kendini devrime hazırlayışı, Tolstoy’un aydınlatışı sayesinde, tüm insanlığın sanatsal gelişmesinde ileriye doğru atılmış bir adım olmuştur.

Lenin, Tolstoy’un yapıtlarının Rus köylü hareketinin hem güçlü hem de güçsüz yanlarını, hem kendi gücünü hem de sınırlılığını belirttiğini dile getirdikten sonra sözlerini şöyle sürdürür:

Tolstoy’un, devlete ve polisle işbirliği yapan resmi kiliseye kızgın, tutkulu, çoğu kez amansızca sert karşı çıkışı, yüzyıllar boyu toprak köleliğinin, devlet eliyle zorbalık ve soygunun, kilise düzenbazlığının, dolandırıcılık ve hilebazlığın yol açtığı dağ boyu öfke ve nefreti içinde biriktirmiş, ilkel köylü demokratik kitlelerin duygularını ifade eder.

Gerçekten de Tolstoy, devrim öncesi Rusya’da, ilkel sermaye birikiminin sonucu olarak yaşanan yoksulluk, açlık, vahşet, fuhuş vb. afetlerle gelen kapitalizm karşısında köylünün duyduğu dehşeti çok büyük bir ustalıkla anlatmayı başarmıştır.

Ancak” der Lenin, “Tolstoy’un dünya edebiyatına yapıtları ile birinci sınıf katkılarda bulunmuş, büyük bir sanatçı deha olması, onun düşüncelerindeki çelişkileri görmemizi engelleyemez. Bir yanda, toplumda düzmeciliğe ve ikiyüzlülüğe dikkate değer şekilde güçlü, dosdoğru ve içten bir karşı çıkış, öte yanda ‘ben günahkar, ben kötü insanın biriyim, ahlaken mükemmel olmaya çalışıyorum’ diye sızıldanan İsa’ya tutkun bir toprak ağası. Bir yanda, kapitalist sömürünün acımasızca eleştirilişi, hükümet rezaletlerinin, gülünç haldeki mahkeme ve devlet yönetiminin sergilenişi; servet artışı ve uygarlığın gelişmesi ile emekçi kitleler arasında yoksulluk, düşkünlük ve sefaletin artması, öte yanda, boyun eğmeyi, ‘kötülüğe şiddetle karşı koymamayı’ vaaz eden çatlak bir ses. Bir yanda en aklı başında gerçekçilik, bütün her türlü maskenin yırtılıp atılışı, öte yanda, dünyada en ters şeylerden birinin, yani dinin vaaz edilişi, resmen atanan papazların yerine gönüllü hizmet edecek papazların getirilmesi için, başka bir deyişle en ince, dolayısıyla en iğrenç biçimiyle dinin ve din kurumlarının toplum hayatının çeşitli kesimlerindeki yerini güçlendirmeye çalışma, dini iktidar için çaba gösterme…[6]

Tolstoy’un, bu çelişkileri nedeniyle “ne işçi sınıfı hareketi ile bu hareketin sosyalizm mücadelesi içindeki rolünü ne de Rus devrimini anlayabilmesine imkan olmadığını” söyleyen Lenin, Tolstoy’un doğru biçimde değerlendirilmesini, ancak bu çelişkilerin ilk kez düğümlendiği bir sırada, devrimin kapıya dayandığı bir anda, oynadığı siyasal rolle ve mücadelesiyle, halkın özgürlüğü ve kitlelerin sömürüden kurtuluşu mücadelesine önderlik edebileceğini ispatlamış Sosyal-Demokrat proletaryanın yapabileceğini söyler.

Egemen sınıflara güçlü ve içtenlikle suçlamada bulunmuş Tolstoy’un, rejimin ayakta durmasına yardım eden kilise, mahkemeler, militarizm, ‘yasal’ nikah, burjuva bilimi gibi bütün kurumların işleyişindeki sahteliği apaçık ortaya serdiğini söyleyen Lenin, “Leo Tolstoy’un edebi yapıtlarını okumakla Rus işçi sınıfı, kendi düşmanlarını daha yakından tanımayı öğrenecektir; ancak bütün Rus halkı da Tolstoy’un öğretisini inceleyerek, kendi kurtuluş davalarını sonuna kadar götürmelerine engel olan o kendi güçsüzlüklerinin nerede yattığını anlamak zorundadır. İleriye gitmek için bunu anlamaları gerekir.[7]

***

  1. Yüzyılın büyük Rus edebiyatçıları ezilen, insan sayılmayan, toprak ağalarının boyunduruğu altında ürettiklerinin hasadını kendileri yaparak beylerinin ambarına dolduran ve satış için pazara giden ürünlerin çürükleri, kokmuşları, ambarlarda unutulmuşlarıyla yetinmek zorunda kalan köylülerin yaşadığı acıları bütün çarpıcılıklarıyla anlatırlar.

Puşkin, Gogol, Çehov, Dostoyevski, Turgenyev, Gonçarov, Lermontov, Tolstoy, Çernişevski, Dobrolyubov, Herzen, Şçedrin ve devrimden sonra da yazmaya devam eden Gorki gibi büyük ustalarıyla 19. yüzyıl Rus edebiyatı, Rus insanının Çarlık Rusya’sında karşı karşıya kaldığı zulmü, yoksulluğu, sömürüyü, tüm toplumu kuşatan bağnazlık ve cahilliği gerçekçi biçimde sunmayı başarmıştır. “Siyasal özgürlüklerden yoksun bir toplumun çığlıklarını duyabileceği tek kürsü edebiyat kürsüsüdür” diyen Herzen’in sözünün gereğini en iyi biçimde gerçekleştirmiştir.

  1. yüzyılın toplumsal gerçekliğini romanlarında yansıtan Balzac, Stendhal ve Flaubert’den haberli olan 19. yüzyıl Rus edebiyatçıları, gerçekçi edebiyatın en seçkin eserlerini vermişlerdir.

Klasik Rus edebiyatının başyapıtlarından sayılan “Suçlu Kim” romanında Aleksandr Herzen, Rus yaşamını toplumsal ve psikolojik açıdan ele alarak, Çarlık Rusyası’ndaki toprak sahiplerinin asalak ve bayağı yaşamlarını, toprak sahibinin kamçı ile dövmesi sonucu yaşamını yitiren arabacıyı, rejimin katıksız savunucusu eğitim sistemini teşhir ettiği için sansürün hışmına uğrayacaktır.

Saltıkov Şçedrin, Lenin’in 320 kez alıntı yaptığı bir yazar olarak, Rusya’da devrim öncesi yaşanan sömürüyü, emekçilerin yoksulluk ve sefaletini bütün çıplaklığıyla sergileyen eserler vermiştir.   Şçedrin’in “Golovlev Ailesi” romanının temel karakteri İyiduşka’dan hareketle “sömürü düzeni var oldukça ikiyüzlü, geveze, hain İyiduşkalar hep olacaktır; belki biçim değiştireceklerdir ama varlıklarını sürdüreceklerdir” diyen Lenin, Şçedrin’in Ekim Devrimi’ne kadar yaşayıp halk düşmanlarını geçirdikleri değişiklik açısından değerlendiremeyişine ve Golovlev Ailesi’ne yeni bölümler ekleyemeyişine çok hayıflanacaktır.

Şçedrin, özgürlük, eşitlik, insanın yüceliği uğruna toplumsal kötülüklere karşı amansız mücadele etmiş, gerek kendi döneminde gerekse de daha sonra toplumsal düşünce ve özgürlük hareketlerine büyük katkılarda bulunmuştur.[8]

Turgenyev ve Çernişevski 19. yüzyılın ortasından itibaren Çarlık Rusyası’ndaki değişimi, “Babalar ve Oğullar” ile “Nasıl Yapmalı?” romanlarında çok gerçekçi biçimde ortaya koymuşlardır. Karl Marx, Çernişevski’yi daha iyi anlayabilmek ve onunla tartışabilmek için Rusça öğrendiğini yazar. “Nasıl Yapmalı?” birçok ilerici kuşağın yetişmesinde, yetkinleşmesinde çok etkili olmuş bir eserdir.

Plehanov ve Lenin “Nasıl Yapmalı?” romanını defalarca okuduklarını söyleyeceklerdir. Lenin’in eşi Krupskaya şöyle yazar: “Lenin öyle büyük bir dikkatle okuyordu ki bu romanı, satır aralarından öyle incelikler bulup çıkarıyordu ki şaşıp kalıyordum.

Lenin, ağabeyinin bu kitaba vurgun olduğunu, ağabeyinin idamından sonra kendisinin romanı yeniden okuduğunu, bu okumanın birkaç hafta süren ayrıntılı bir okuma olduğunu söyleyerek, ancak o zaman derinliğini anlayabildiğini ifade edecektir.

Yazdıklarıyla Rus halkını derinden etkileyen, heyecan ve coşku içerisinde bırakan Dostoyevski, Puşkin üzerine yaptığı konuşmada, Rus halkına duyduğu sevgiyi ve umudu gözler önüne serer. Puşkin üzerine konuşmasında uzun şiiri Yevgeni Onegin için: “… Gerçekçi bir gözle yazılmış, ayağı yere sapasağlam basan bir eserdir. Bu şiirin, gerçek Rus hayatını dile getiren yaratıcı gücüne, eserin sanat mükemmelliğine Puşkin’den önce kimse ulaşmamıştı” değerlendirmesini yapan Dostoyevski şöyle devam eder: “… Puşkin’in bütün eserleri; Rus benliğine, Rus benliğinin manevi gücüne inancı ile dolup taşar. İnancın olduğu yerde umut vardır. Rus insanının geleceği karşısında duyulan büyük umut…” sözlerini edecektir.

***

Çok güçlü eserlerle Çarlık Rusyası’nın gerçekliğini yansıtan yazarların öne çıkması, Ekim Devrimi öncesinde Rus edebiyatının yalnız güçlü yazarlardan, gerçekçi yazarlardan oluştuğunu göstermez. Şair ve yazarların önemli bir kısmı da burjuva düzeninin savunucusu ve koruyucusu bir edebiyatı Rus halkına sunuyorlardı. En başta Dostoyevski’nin ortaya koyduğu düşünceler kapitalizmin her alanda desteklediği ve haklı bulduğu düşüncelerdi.

Baskıcı Çarlık rejimine karşı mücadele eden, Belinski gibi devrimci, ilerici yazarlara hakaret eden, köle edinmenin kolaylaştırılmasını savunan, Rusya’nın yayılmacı bir politika izlemesini talep eden Dostoyevski, toprak sahiplerini savunan düşünceler ortaya koyuyordu. Dostoyevski özellikle Puşkin üzerine yaptığı konuşma sonrasında, bütün Rus gençliğini derinden etkileyen bir yazar olarak çok seviliyor, düşüncelerine değer veriliyordu. Çok güçlü bir anlatıcı olması, düşüncelerinden etkilenen genç yazarları, Rusya’da sermeye birikimi ile gelişen kapitalizmin savunucusu yapıyordu.

Emekçilerin yazarı Maksim Gorki, Sovyet Edebiyatı başlıklı yazısında, Dostoyevski’nin düşüncelerinin etkisini değerlendirmeden Rus edebiyatını ve aydın kesiminin büyük bir çoğunluğunun 1905-1906 yıllarından sonra radikal ve demokrat düşüncelerden, burjuva düzeninin korunması ve savunulması düşüncelerine sapmasını anlamanın imkansız olduğunu söyler. Böyle bir edebiyatın savunucularından Pyotr Struve, toprak ve mülk sahiplerinin taleplerini savunurken, 1905 Devrimi sırasında öldürülen devrimciler için şu satırları yazıyordu: “Bizi halkın gazabından korurken süngü kullandıkları için yetkililere şükran borçluyuz.

Burjuva düzenin savunucusu yazarlar bu sözleri iktidarın her gün onlarca işçi ve köylüyü, devrimciyi astığı günlerde söylüyorlardı. Ekim Devrimi öncesi süreçte (1907-1917), Rusya’da çok önemli bir aydın grubu Çarlık rejiminin savunucusu gerici fikirleri, muhafazakâr düşünceleri savunuyor, devrimci düşüncelere karşı savaş açıyordu. Maksim Gorki aynı yazısında bu dönemi şöyle niteliyordu:

…1907-1917 yılları arasındaki dönem, Rus aydınları tarihinde en utanç verici on yıl diye anılmaya hak kazanmış bir dönemdir.[9]

Gorki, devrimin arifesindeki uzlaşmacı edebiyatı irdelerken 19. Yüzyıl Rus gerçekçiliğiyle karşılaştırarak şunları söyler: “Eski edebiyat tüm Rus demokrasisinin düşüncelerini, duygularını, ruh halini özgürce yansıtırdı, ‘çağdaş edebiyat’ ise umut ve cesaretlerini ta derinden kaybetmiş, ellerinin altında ne bulurlarsa bunlara delicesine saldıran küçük burjuva gruplarının telkinlerine yumuşak başlılıkla boyun eğiyor…[10]

Lenin 13 Aralık 1909’da Novy Dyen’de yayınlanan “Vekhi Üzerine” başlıklı yazısında, N. Bardayev, S. Bulgakov, P. Struve ve diğer karşıdevrimci liberal burjuvazi temsilcilerinin, Belinski ve Çernişevski’nin de içinde olduğu Rus halkının en iyi temsilcilerine yönelik saldırısına verdiği yanıtta şunları yazacaktır: “…Rusya’da liberal burjuvazinin korktuğu ve nefret ettiği asıl şey, Rusya’da işçi sınıfının demokratik hareketinden çok, işçi ve köylülerin birlikte hareketidir. Onlar, Narodnizm ile Marksizm’de ortak olan şeyden, kitlelere seslenerek demokrasiyi savunmalarından korkmakta ve ondan nefret etmektedir. İçinde yaşadığımız dönemin belirgin özelliği, Rusya’da liberalizmin demokrasiye bütünlükle sırt çevirmiş olmasıdır…

Gorki de, “ülkesinin küçük burjuva aydınlarının, tarihin kendisine dünyayı yeniden kurma, bütün halkların mutluluğunu sağlama görevini verdiği proletaryaya katılıp güçlenmek yerine, yozlaşma ve zihinsel yoksullaşma içerisine düştüklerini…” ifade eder.[11]

***

Lenin 1910 yılında yayınlanan bir yazısında, yaşanılan dönemi iki devrim dalgası arasında yaşanılan bir geçiş dönemi olarak niteler. Bu süreçte yapılması gerekenin, kitleler arasında yeni, proleter bir kültürün yaratılması ve yayılması olduğunu ifade eder. Proleter biliminin geliştirilmesi ve proleterler arasında hakiki yoldaşça ilişkilerin kurulmasıyla, sanata proleter özlem ve deneyler doğrultusunda yön verilmesi gerektiğinin altını çizerek, proleter sanat ve edebiyat alanında gerçek bir otorite olan Maksim Gorki’nin partiye üye olmasından onur duyacaklarını ifade eder.

Karşı-devrimci liberal burjuvazinin temsilcilerinin toprak ve mülk sahiplerinin iktidarını savunması ve işçi, köylü birliğinden korkusunu yansıtan utanç dolu eserlerine en anlamlı yanıtı Maksim Gorki verecektir. 19. yüzyıldan itibaren yazdığı gerçekçi yapıtlara, dünyanın her yerinde milyonlarca genci ilerici, devrimci düşüncelere yönelten Ana romanını ekleyen Maksim Gorki o zaman, Ekim Devrimi’ni gerçekleştirecek partinin saflarına katılmakta tereddüt etmeyecektir.

Şimdi artık yeni bir dünya kurmanın ve bütün halkların mutluluğunu sağlamayı amaçlayan proletaryanın zamanıdır. Lenin’in Parti Edebiyatı ve Parti Örgütü makalesinde sözünü ettiği, emekçilerden yana, işçilerin emekçilerin zengin dünyasından beslenen, sürekli kendini yenileyerek gelişecek özgür bir edebiyat yaratmanın zamanıdır. Gerçekte burjuvaziye bağlı iki yüzlü “özgür” edebiyatın karşısına açıkça işçi sınıfından yana özgür bir edebiyat çıkarmanın zamanıdır. “Bu edebiyat özgür olacaktır” der Lenin ve devam eder: “Çünkü bu edebiyatta; hırs ve kariyerizm değil, sosyalizm düşüncesi ve emekçilere duyulan yakınlık esas olacaktır. Bu edebiyat özgür olacaktır; Sahte sıkıntı, bireysel kapris ve iç sıkıntılarının yerine yüz milyonlarca emekçiye hizmet edecektir.[12]

EKİM DEVRİMİ’NİN EDEBİYATI

Çarlık Rejimini yıkarak, sömürü ve zulmün olmadığı yeni bir devlet kurulmasını sağlayan proletarya artık kendi edebiyatını yaratacaktır, yaratmalıdır. Şimdi emekçi halkın bağrından gelen Ekim Devrimi’nin yaratıcı yazarlarının zamanıdır. Onlardan halkın beklentisi yüksektir. Devrimin yarattığı, gerçek anlamda yeni bir edebiyata gereksinim vardır. İnsanlığın tarihindeki en büyük değişimi anlatacak yeni kitaplar yazılmalıdır. Mihail İvanoviç Kalinin’in Mihail Şolohov’a söylediği sözlerle ifade etmek gerekirse; “Biz okurların siz yazarlardan beklediği yalnızca kitaplar değil, bize hayatımızın çok yönlü resmini veren iyi kitaplar istiyoruz, biz gerçek kitaplar okumak istiyoruz, hiç değilse onlarca yıl yaşayacak kitaplar.[13]

Maksim Gorki, “Sovyet Edebiyatı” başlıklı Sovyet Yazarlar Birliği’nin 1934 yılındaki Birinci Kongre’sine sunduğu tebliğde, “insanlığın bütün bilgilerinin kaynağı olan emeğin, kitlelerin emeğinin, uygarlığın en büyük örgütleyicisi ve bütün fikirlerin yaratıcısı olduğunu iyice anlamamız gerekir” dedikten sonra sözlerini şöyle sürdürür: “…Emeği kitaplarımızın başkişisi yapmalıyız. Yani emek süreçleri içinde örgütlenen insanı, ülkemizde çağdaş teknolojinin sağladığı olanaklarla donanmış ve emeği, daha kolay ve üretken yaparak onu bir sanat düzeyine çıkarmakta olan örgütlü insanları anlatmalıyız kitaplarımızda. Emeği bir yaratıcılık olarak görmeyi öğrenmeliyiz…[14]

İnsanlık tarihinin en büyük değişimi, ancak, edebiyat genel proletarya davasının parçası haline getirilerek başarılabilecektir.

Ekim Devriminin önderi Lenin’in çağrısı doğrultusunda, devrimden önce sınırlı sayıda insanın okuma olanağı bulduğu, 19. yüzyıl Rus edebiyatının gerçekçi, görkemli yazar ve eserleri yüz binlerce basılmaya başlandı. Okuma yazma seferberliği dışında Sovyet halklarının dillerinde basılan Batı edebiyatının yüz akı edebiyatçıların eserleri çevrilerek yayınlandı. Balzac, Dickens, Stendhal, Flaubert, Heine, Schiller, Shakespeare ve diğerlerinin kitapları yüz binlerce basılarak dağıtıldı. Ekim Devrimi öncesinde de yazan Maksim Gorki ile Şolohov, Aleksi Tolstoy, Gladkov, Mayakovski, Leonov, Fedin, Fadeyev, Serafimoviç, Furmanov gibi yazarlar Ekim Devriminden sonra yazdıkları eserlerle yeni dönemin temsilcileri oldular. Rus dilinde yazılan önemli eserler Sovyet halklarının dillerine çevrildi ve en uzak yerleşim yerlerine bile ulaştırılarak okunması sağlandı.

***

Şolohov “Ve Durgun Akardı Don” romanı üzerine çalışırken, Leningrad metal işçileri ile çok yakın ilişkide olduğunu, onların eleştirilerinin kendisinin ilk kitaplarını yazarken yaptığı yanlışları anlamasına ve düzeltmesine çok önemli katkı sağladığını söyler. İşçi okurlarla Sovyetler Birliği yazarları arasında kurulacak bağın gelişmesinin edebiyatı yücelteceğini tespit eden Şolohov, işçi sınıfının kültür düzeyinin yükselmesinin önemine dikkat çekecektir. Genç yazarların fabrikalardan ve kolektif çiftliklerden çıkarak ustalaşmasını sağlamanın Sovyet Yazarlar Birliği ve parti örgütünün en temel görevlerinden biri olduğunu söyleyen Şolohov, “Onlar bizim yardım ve desteğimizle yerimizi alacaklar ve ancak bunu sağladığımız zaman Sovyet edebiyatı daha iyi kitaplar yaratacaktır.

Sovyet edebiyatının konusunun ne olması konusunda Maksim Gorki’nin “Sovyet Edebiyatı” tebliğinde ortaya koyduğu düşünceler önemli ve anlamlıdır.

-Eski yaşam biçiminin kökten değiştirildiği ve dünyayı değiştiren gücün aslında kendisi olduğunu anlamaya başlayan insanda oluşan onur duygusunu, yeni Sovyet yurttaşındaki değişimi, gelişimi, halkın kendisine olan saygısının büyümesini anlatan bir edebiyat.

– Çocukları görmeyen bir edebiyat yerine, yeni insan niteliklerinin ortaya çıkışının en iyi biçimde gözlemleneceği çocuklar üzerine yazmaya başlayan bir edebiyat.

-Tarihin, dünya nüfusunun yarısını oluşturan kadınlara olan eskiden kalma ve utanç verici borcu, dünyadaki bütün öteki erkeklere örnek olmak üzere önce bizim ülkemizin erkekleri tarafından ödenmelidir. Sovyet kadınını güçlü biçimde betimleyen, onlara fazlasıyla hak ettikleri konumu veren bir edebiyat.

-Sovyet edebiyatı yalnız Rus dilinin edebiyatı değil birliğin edebiyatı olmalıdır. Rusça yazanlar çok diye diğer halkların ürünlerini yok saymayan, sanatın değerini nicelikle değil, nitelikle ölçen bir edebiyat. Geçmişimizde dev bir Puşkin var demek, Ermeniler, Arnavutlar, Tatarlar, Ukraynalılar ve öteki uluslar, edebiyat, müzik, resim ve mimarlık alanında büyük ustalar çıkarma yeteneğinden yoksun demek değildir.

-Emeği, işçileri, temel alan bir edebiyat. Temel karakterlerini emekçiler arasından seçen, işçilerin eleştirisinden korkmayan; eleştiriden öğrenen ve yararlanan, özeleştiri yapmaktan çekinmeyen, sonsuz biçimde yararlanan bir edebiyat.

-Yaşamın bir yaratıcılık olduğunu ortaya koyan, insanın doğasal güçleri yenmesine, sağlıklı ve uzun bir yaşam sürmesine, sürekli gelişen ve değişen taleplerine uygun olarak, tek bir aile halinde bir araya getirilmiş olan insanlığın görkemli bir yuvaya dönüştürmek istediği dünya üzerinde yaşayanlara büyük mutluluklar vermeyi amaçlayan, insanların bireysel yeteneklerini geliştiren bir edebiyat.

Edebiyatın, yazarın görevi okuruna karşı dürüst olmak, insanlara gerçeği söylemektir, insanların yüreklerinde geleceğe ve bu geleceği kurmak için yeteneklerine olan inancı güçlendirmektir” diyor Şolohov.

Ekim Devrimi ve onun yarattığı edebiyat günümüzde de, bütün insanlığa yol göstermeye devam ediyor. Edebiyatın yaratıcı gücüne, onun insanların zihinlerini ve yüreklerini etkileme gücüne olan gereksinmemiz artarak sürüyor. Sanat ve edebiyatı insanlığın yararına ve insanların ruhlarında güzellik dünyası yaratmak için kullanan yazarları her dönemden daha fazla arıyoruz. Edebiyat insanlara karşı sevgiyi güçlendirmeli, ruhunu temizlemelidir. Onlara kötülüğe karşı mücadele gücü vermelidir. Edebiyat yaşamın gerçeğini savunmalıdır. İnsanlığın yaratıcı gücünü savunan, iyiliği, güzelliği yücelten, onuru ve geleceği kurma yolunda insanlığın en büyük desteği olmalıdır.

İnsanların yürek ve zihinlerini yakalayan, onların enerjisini körükleyen, iradesini güçlendiren ve diğer insanlar için, insanlık için, özgürlük ve kardeşliğin ışığı için, emperyalist-kapitalist barbarlığın karanlığına karşı mücadeleye çağıran, coşku ve umut veren bir edebiyat. Ekim Devrimi bu edebiyatın doğmasını sağlamıştı. Bu edebiyat, bugün de tüm insanlığın gereksinmesi olan edebiyattır.

 

[1] Lenin, Parti Örgütü ve Parti Edebiyatı, Toplu Yapıtlar, aktaran Aziz Çalışlar, Sanat ve Edebiyat, Evrensel Basım Yayın, 1. Basım, Eylül 1996

[2] Yazarın Sorumluluğu, Şolohov, De Yayınları, Aralık 1983, sf. 117

[3] Karl Marx-F. Engels’in Alman İdeolojisi’nden aktaran Aziz Çalışlar, Sanat Ve Edebiyat, sf. 108

[4] Karl Marx-F. Engels’in Alman İdeolojisi’nden aktaran Aziz Çalışlar, Sanat Ve Edebiyat, sf. 108

[5] Lenin, Sanat ve Edebiyat, Anılar A ısında yayınlanan makalesinde; kt. Aziz Çalışlar Sanat ve Edebiyat , Önsöz. ısında yayınlanan makalesinde;

[6]Lenin, Rus Devriminin Aynası Olarak Leo Tolstoy, akt. Aziz Çalışlar, age, sayfa 189, ısında yayınlanan makalesinde; 190

[7] Lenin, Tolstoy ve Proletaryanın Mücadelesi Makalesinden Aktaran Aziz Çalışlar, age, sf. 210, 211

[8] Mazlum Beyhan, Golovlev Ailesi, Önsöz, Kor Yayın, 1. Basım

[9] Maksim Gorki, Edebiyat Yaşamım, çev. Şemsa Yeğin, Payel Yay. sf. 251, 252

[10] Maksim Gorki, Aktaran: K. Zelinski, Sovyet Edebiyatı, Çeviren: Funda Savaş, Konuk Yayınları, 1978, İstanbul, sf. 36

[11] Maksim Gorki, age, sf. 252

[12] Lenin, Toplu Yapıtlar, Akt. Aziz Çalışlar, Sanat ve Edebiyat, sf. 187

[13] Mihail Şolohov, Yazarın Sorumluluğu, sf. 45

[14] Maksim Gorki, Edebiyat Yaşamım, sf. 256, 257