Ali Yaşar
1919’un Mart ayında dünya yeni bir Enternasyonal’in kuruluşuna tanıklık etmişti. Birinci emperyalist paylaşım savaşının yıkıntıları arasından yeni bir dünyayı kuracak güçler yeniden örgütleniyor, II. Enternasyonal’in çürümüş cesedi defnediliyordu. Rusya’da ilk işçi iktidarı kurulmuş, uluslararası işçi sınıfının ve dünyanın ezilen halklarının önünde hem sınıfsal kurtuluşa, hem de kurtuluş savaşlarına ve özgürlüğe giden yeni bir yol açılmıştı.
Bu sayıdan başlayarak III. Enternasyonal kuruluşunu ve faaliyetinin bazı temel yönlerini ve dünya çapında önem taşıyan bazı tespit ve tartışmaları bir dizi yazıda inceleyeceğiz. Bu sayıda kısaca ve ana hatları ile II. Enternasyonal’in çöküşünü ve bunun nedenlerini irdelemeye çalışacağız. Mart sayısında ise III. Enternasyonal’in kuruluşunu ele alacağız.
- ENTERNASYONAL’İN ÇÖKÜŞÜ
- Enternasyonal’in çöküşünü ve yeni bir enternasyonale giden yolu Lenin’in aşağıya aktaracağımız tespiti kadar güçlü vurgulayan bir açıklamayı bulmak oldukça zordur. Lenin şöyle yazıyordu:
“Yol açtıkları dehşete ve sefalete rağmen savaşların, insani kurumlarda çürümüş, eskimiş ve ölmüş olan şeyleri acımasızca açığa çıkardığı, teşhir ettiği ve bunları yıkarak az çok büyük yararlar sağladığı çoktan beri bilinmektedir. 1914/1915 Avrupa savaşı da insanlık için tartışılmaz yararlar getirmeye başlamıştır –uygar ülkelerin en ileri sınıfına, partilerinde korkunç bir çıbanın olgunlaştığını ve bir yerlerden dayanılmaz bir leş kokusu yayıldığını göstermiştir.”[1]
Lenin’in bu tespiti III. Enternasyonal’in kuruluşuna giden yolun hangi koşullarda açıldığının kısa bir özeti gibidir. Ama Lenin sadece II. Enternasyonal’in çöküşünü tespit etmekle kalmamış, işçi kitlelerine yeni bir Enternasyonal’in kurulacağını büyük bir güvenle açıklamıştır.
“Proleter Enternasyonal çökmedi ve çökmeyecek. İşçi kitleleri bütün engelleri aşarak yeni Enternasyonal’i kuracaktır. Oportünizmin bugünkü zaferi uzun süreli olmayacak, savaş gittikçe daha çok kurban istedikçe, işçi kitleleri oportünizmin işçi davasına ihanetini daha iyi kavrayacak, silahları her ülkenin kendi hükümetine ve kendi burjuvazisine karşı yöneltmenin zorunluluğunu daha iyi anlayacaktır.”[2]
- Enternasyonal neden çökmüştü? Kuşkusuz bu soru yanıtlanmadan yeni bir Enternasyonal’in kurulmasına ihtiyaç olup olmadığı sorunu açıklığa kavuşturulmuş olmayacaktır. Ne olmuştu da, II. Enternasyonal’in ünlü liderleri emperyalist savaşta kendi burjuvalarının peşine takılmıştı? Acaba burjuvazi bunları bir günde satın mı almıştı? Sorunun yanıtı elbette burada yatmamaktadır. Lenin’in de vurguladığı gibi, onların kişisel yaşamları ve özelliklerini incelemek biyografi yazarlarının ilgi alanına girmektedir. Tarihsel gelişmeleri açıklamak için ise, nesnel toplumsal gelişmelerden, sınıf ilişkilerindeki değişimlerden yola çıkılmalıdır.
Ve anlaşılacağı gibi, bu sorunun yanıtı, kuşkusuz ani bir değişikliğe yol açan bir olayda değil, gittikçe olgunlaşan sınıf uzlaşmacılığına dayalı politikalarda, özellikle 19. yüzyılın son on yılı ile savaşın başlangıcı olan 1914’e kadar uzanan dönemde izlenen hatta, kısacası bütün bir tarihsel gelişmenin özelliklerinde yatmaktadır. Savaş, sadece, olgunlaşan bu oportünizmin açığa çıkmasına yol açmıştır. II. Enternasyonal’in ünlü liderleri de bu eğilimlerin temsilcileri olarak bir rol oynamışlardır. Yeni bir devrimci gelişme, ancak bunların dışında, egemen olanın yıkılması ile olanaklı olabilirdi ki, III. Enternasyonal’in yola çıkma hikayesi tam da buradan başlar.
Lenin’in tespitleri ile ifade edilecek olursa:
“II. Enternasyonal’in çöküşü, en açık ifadesini, Avrupa’nın resmi sosyal-demokrat partilerinin çoğunluğunun kendi inançlarına ve resmi Stuttgart ve Basel kararlarına korkunç ihanetlerinde bulmuştur. Fakat oportünizmin tam zaferi, sosyal-demokrat partilerin ulusal-liberal işçi partilerine dönüşmesi anlamına gelen bu çöküş, sadece, II. Enternasyonal’in bütün tarihsel döneminin, 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başlangıcının sonucudur. Batı Avrupa’da burjuva ve ulusal devrimlerin kapanması ve sosyalist devrimlerin başlamasına geçiş dönemi olan bu dönemin nesnel koşulları oportünizmi yaratmış ve beslemiştir.
“Avrupa ülkelerinin bir bölümünde, bu dönemde proleter ve sosyalist hareket içinde genel olarak oportünizm çizgisinde seyreden bir bölünme (İngiltere, İtalya, Hollanda, Bulgaristan ve Rusya’da böyledir), Avrupa ülkelerinin öteki bölümünde ise eğilimlerin aynı çizgide uzun süreli ve inatçı bir mücadelesi gözlenmektedir (Almanya, Fransa, Belçika, İsveç, İsviçre’de böyledir). Savaşın neden olduğu büyük kriz bütün örtüleri yırtmış, geleneksel olan her şeyi süpürüp atmış, çoktan olgunlaşmış olan çıbanı patlatmış ve oportünizmi gerçek rolünde, burjuvazinin müttefiki olarak göstermiştir. Bu unsurların işçi partilerinden tamamen, örgütsel olarak ayrılması zorunlu olmuştur.”[3]
Burada, oportünizmle hesaplaşma sadece ideolojik mücadele ile sınırlanmamış, örgütsel ayrılığa kadar götürülmüş, sermayeye ve hükümetlere karşı mücadelede uygulanan politika ve taktiklerde ayrı bir yol izlenmeye başlanmıştır. Sonradan da görüleceği ve kanıtlanacağı gibi, bu yola girmeyen, en azından bunun için mücadele etmeyen parti, grup ve akımların işçi sınıfının devrimci ideallerine bağlı kalması olanaklı olmayacaktır. Esasen Lenin’in de ısrarla vurguladığı gerçek budur. Bunun için, biraz uzun olsa da, şu alıntılar konuyu oldukça aydınlatmaktadır:
“Emperyalist dönemde, bir ve aynı parti içinde, devrimci proletaryanın öncüsünün yanında, ‘kendi’ ulusunun ‘büyük güç’ konumundan kaynaklanan ayrıcalıklardan kırıntılar elde eden yarı küçük-burjuva bir işçi sınıfı aristokrasisinin varlığı imkansızdır. Oportünizmin, bütün ‘aşırılıklar’a yabancı yekpare partinin ‘haklı bir nüansı’ olduğu eski teorisi, artık işçiler için en kötü yanılgı, işçi hareketi için en büyük engel haline gelmiştir. İşçi kitlelerinin derhal nefretini kazanan açık oportünizm, oportünist pratiği Marksist sözcüklerle haklı gösteren ve bir dizi safsatayla devrimci eylemlerin zamansızlığını vs. kanıtlamak isteyen bu orta yol teorisi kadar tehlikeli ve zararlı değildir.
“Bu teorinin en önde gelen temsilcisi ve aynı zamanda II. Enternasyonal’in en önde gelen otoritesi Kautsky, kendisinin birinci sınıf bir ikiyüzlü ve Marksizmin orospulaştırılmasında bir virtüöz olduğunu göstermiştir. Milyonluk Alman partisinde, Südekum ve Scheidemannlar tarafından hararetle savunulan bu ‘otorite’ye öfkeyle sırt çevirmeyecek tek dürüst, sınıf bilinçli ve devrimci sosyal-demokrat yoktur. Eski liderler kesiminin neredeyse onda dokuzu burjuvaziye iltihak ettikten sonra, görüldüğü gibi proleter kitleler dağılmış ve şovenizm cümbüşü, savaş halinin ve askeri sansürün baskısı karşısında çaresiz kalmışlardır.
“Fakat savaşın yol açtığı ve şimdi daha da genişleyen ve derinleşen nesnel devrimci durum, kaçınılmaz olarak devrimci bir hava yaratacak, en iyi ve en bilinçli proleterleri çelikleştirecek ve aydınlatacaktır. Kitlelerin ruh halinde ani bir değişiklik sadece mümkün değil, aynı zamanda gittikçe daha muhtemel hale gelmektedir –tıpkı Rusya’da 1905 başlarında ‘Gaponculuk’la başlayan, birkaç ay, bazen birkaç hafta içinde, geri proleter kesimlerden proletaryanın devrimci öncüsünü izleyen bir milyonlar ordusunun oluştuğu ani değişiklik gibi. Güçlü devrimci bir hareketin bu savaştan hemen sonra, bu savaş süresince vs. gelişip gelişmeyeceğini kimse bilemez, fakat her halükârda ancak bu yönde bir faaliyet, sosyal-demokrat faaliyet adını hak eder. Bu çalışmayı genelleştirecek ve yönlendirecek, proletaryanın kendi hükümetine ve kendi burjuvazisine karşı devrimci mücadelesini desteklemeye hazır olanların birlik ve beraberliğini geliştirecek şiar, iç savaş şiarıdır.
“Rusya’da devrimci sosyal-demokrat proleter unsurların küçük-burjuva oportünist unsurlardan tamamen kopması, işçi sınıfı hareketinin tüm tarihince hazırlanmıştı. Bu tarihten hiçbir şey bilmek istemeyen, ‘fraksiyonculuğa’ karşı deklarasyonlarıyla, Rusya’da proleter partinin, oportünizmin çeşitli türleriyle uzun süreli mücadele içinde çelikleşen bu partinin gerçek oluşma sürecini kavrama olanağını kendi kendilerinin elinden alanlar, bu kopuşa en kötü hizmeti yapmaktadırlar.
“Bugünkü savaşa katılan bütün ‘büyük güçler’ arasında kısa süre önce bir devrim geçirmiş tek ülke Rusya’dır: bu devrimin burjuva içeriği, proletaryanın tayin edici rolü dikkate alındığında, işçi hareketindeki burjuva ve proleter eğilimler arasında bölünmeye neden olmak zorundaydı. Rus sosyal-demokrasisinin proleter kitle hareketiyle birleşmiş (ve 1883–1894 yıllarında olduğu gibi sadece düşünsel bir eğilim olarak değil) bir örgüt olarak var olduğu tüm bir yirmi yıl süresince (1893–1914), proleter-devrimci ve küçük burjuva-oportünist akımların mücadelesi sürüyordu.
“Rusya işçi sınıfı ve Rusya Sosyal-Demokrat İşçi Partisi, “enternasyonalist”, yani gerçekten devrimci ve tutarlı devrimci taktiğe bütün tarihi tarafından hazırlanmıştır.”[4]
Kuşkusuz bütün bu gelişmenin ayrıntıları Lenin’in ve Bolşeviklerin mücadelesinin tarihinde bulunmaktadır. Burada daha ayrıntıya girmeye gerek yok, ama II. Enternasyonal partileri içinde, sayıları az da olsa, bazılarının çizgisinde tutarlılık bulunmasa da, emperyalist savaşa karşı tutum alan, uluslararası proletaryayı mücadeleci bir hatta çekmeye çalışan parti, akım ve devrimci önderler olmuştur. Şimdi kısaca III. Enternasyonale giden yolun köşe taşlarını kısaca hatırlayalım.
BAZI KİLOMETRE TAŞLARI
Emperyalist büyük devletler arasındaki ilişkilerin giderek gerginleşmesi ve genel bir savaşa doğru gidebileceğinin güçlü belirtilerinin ortaya çıkması, II. Enternasyonal’in Kasım 1912’de İsviçre’nin Basel kentinde olağanüstü bir konferans toplamasına yol açtı. Yayınlanan manifesto, daha önce Stuttgart toplantısında –bu toplantıda Lenin ve Luxemburg tarafından kaleme alınan paragraf– alınan kararları temel alıyordu.
Basel manifestosu, “Bütün ülkelerde sosyalist partilerin ve sendikaların savaşa karşı savaş konusunda tamamen hem fikir olduğunu memnuniyetle” vurguluyor, devamla şu tespitleri yapıyordu:
“…Hükümetler şunu bilmelidir ki, Avrupa’daki şartlar ve işçi sınıfının tavrı böyle oldukça, kendi varlıkları için tehlike yaratmaksızın savaş çıkarmaları mümkün değildir. Fransız-Alman savaşını devrimci Komün’ün izlediği, Rus-Japon savaşının Rus İmparatorluğu halklarının devrimci gücünü harekete geçirdiği, silahlanma yarışının kıtada ve İngiltere’de sınıf çelişkilerini görülmedik tarzda derinleştirdiğini ve yaygın grevlerin fitilini ateşlediğini unutmamalıdırlar. Bir dünya savaşı felaketinin düşüncesinin dahi kaçınılmaz şekilde işçi sınıfını tetikleyip ayaklandıracağını anlamamak çılgınlıktan başka bir şey değildir. Proletarya, kapitalistlerin çıkarları için, hanedanların tutkuları için, gizli diplomatik anlaşmalar onuruna birbirine kurşun sıkmayı cinayet olarak görür.”[5]
Bu manifesto, dünya işçilerine çıkarılmış, savaşa doğru atılacak bütün adımlara militanca karşı çıkma çağrısıyla son buluyordu.
Emperyalist savaş patladığında bu manifestonun ruhuna sadık kalınmadığını, Alman, Fransız, Belçika partilerinin önderlerinin “vatan savunması” adına kendi burjuvalarının peşine takıldıklarını biliyoruz. Karl Liebknecht Alman parlamentosunun savaş ödenekleri konusundaki ilk oylamasında “partinin birliği adına” olumlu oy kullanmış, ancak bir sonraki oylamada tek ret oyunu kullanarak, sonradan Alman Komünist Partisi olacak partinin işaret fişeğini ateşlemişti. Buna karşın Çarlık Rusya’sında Bolşevik milletvekilleri Duma’da ret oyu vermiş, Sibirya’ya sürülmüşlerdi.
İkinci Enternasyonal’in nasıl bir güce sahip olduğunu anlamak, savaşa karşı devrimci bir tutum geliştirmesi durumunda olabilecekleri az çok öngörmek için şu tabloya bakmak yararlı olacaktır.
“1. Dünya Savaşı arifesinde İkinci Enternasyonal, 22 ülkeden toplam 12 milyon civarında seçmene sahip 27 sosyalist ve işçi partisini kapsıyordu. Lorwin partilerin gücünü şöyle sıralıyor: Alman Sosyal Demokrat Partisi 1 milyon 85 bin üyeye sahipti ve 1912 seçimlerinde 4 milyon 250 bin oy aldı; 145 bin üyeli Avusturya Sosyalist Partisi’nin 1907 seçimlerindeki oyu 1 milyon 41 bindi, partinin Çekoslovakya’da 144 bin, Macaristan’da 61 bin üyesi vardı. 80 bin 300 üyeli Fransız Sosyalist Partisi’nin 1914 seçimlerindeki toplam oyu 1 milyon 400 bindi; İtalyan Sosyalist Partisi 50 bin üyeye ve 1913 seçimlerinde 960 bin seçmenin desteğine sahipti; ABD Sosyalist Partisi’nin 125 bin 500 üyesi; 1912 seçimlerinde 901 bin oyu vardı. Belçika, İsveç ve Arjantin sosyalist partileri ile Avusturalya ve Yeni Zelanda işçi partileri, bu yıllarda geniş oy desteğine sahip partiler arasındaydı. Aynı dönemde tüm sendika üyelerinin parti üyesi kabul edildiği Büyük Britanya İşçi Partisi’nin 1 milyon 612 bin bağlı üyesi bulunuyordu. Lenin, 1913’te Duma’ya oportünist sosyal demokratları (Menşevikler) seçen yedi bölgede 214 bin, altı Bolşevik vekilin seçildiği bölgelerde ise 1 milyon 8 bin işçi bulunduğunu belirtiyor.”
“1914’te başlıca sosyal demokrat partilerinin parlamentodaki temsilci sayıları ise şöyleydi; Almanya 110, Fransa 103, Finlandiya 90, Avusturya- Macaristan 80, Danimarka 32, Norveç 23, Rusya 13, Hollanda 16. İkinci Enternasyonal’in etkisi ve önderliği altında ayrıca çok sayıda sendikal örgütlenme de yer alıyordu. 1912’de merkezi Berlin’de bulunan, Karl Legien’in genel sekreteri olduğu Uluslararası Sendikalar Sekretaryası’na bağlı 19 ulusal sendikal merkezin toplam üye sayısı 7 milyon 394 bin 461’di. Bunlardan 2.553.162’si Almanya’da, 2.054.526’sı ABD’de, 874.281’i Büyük Britanya’da, 387.000’i Fransa’daydı. Avrupa’daki işçi kooperatifleri de büyük oranda sosyal demokrat bir önderlik altındaydı. 1914’te Avrupa’daki 30 bin dağıtım kooperatifinin toplam 9 milyon üyesinden yaklaşık 3 milyonu İngiltere’de, 2 milyonu Almanya’da, 1.5 milyonu Rusya’da, 881 bini Fransa’da bulunuyordu. vb…”[6]
Buraya aktardığımız rakamlar birer ayrıntı gibi görülmemelidir. Ortaya çıkan güç önemlidir ve işçi sınıfı kendisine ve sosyalizme bağlı kalmış tarihin en kritik anlarından birinde, devrimci önderler tarafından yönetilmiş olsaydı, kuşkusuz gelişmeler özellikle Avrupa’da çok farklı yönlerde olabilirdi. Avrupalı sosyalistler ve bazı aydınlar bu ve daha sonraki tarihsel döneme eleştirel yaklaşırken, nedense kendi durumlarını sessizlikle geçiştirirler; Bolşevizme, Ekim devrimine yönelttikleri eleştirilerde kendilerini oldukça ‘özgür’ hissederler. Ancak bu durumun uluslararası sosyalizmin ilk büyük yenilgisine yol açtığını vurgulamak gerekir.
Kuşkusuz savaşın vahşeti ve yıkımı artıp dünya işçi sınıfı ve emekçilerinin kanı ve canı muharebe meydanlarında döküldükçe sosyalist güçler arasında savaşa karşı çeşitli toplantılar ve konferanslar gündeme geldi. Ancak bu konferanslarda alınan kararların hemen hemen tümünün ortak noktası Lenin ve Bolşeviklerin önerdiği “savaşa karşı iç savaş, kendi burjuvazisine ve hükümetine karşı savaş” ilkesi reddedilmekte ve genel olarak savaşa karşı mücadele, kapitalizmin mahkum edilmesi, sosyalizmin savunulması çerçevesi ile kısıtlı kalmaktaydı, yeni bir enternasyonalin kurulmasıysa kabul görmemekteydi.
Bu konferanslardan hemen hemen en ilerisi İsviçre’nin Bern kenti yakınlarındaki bir köyde -Zimmerwald- 5-12 Eylül 1915’te yapıldı. Zimmerwald’da Rusya, Almanya, Fransa, Polonya, Norveç, Romanya, İtalya, Hollanda, İsviçre ve İsveç’ten toplam 38 delege bulunuyordu. O sıralarda Liebknecht askere alınmıştı ve toplantıya bir mektup gönderdi, C. Zetkin ve R. Luxemburg ise hapisteydi. Konferansta başlıca üç eğilim vardı ve Lenin sekiz kişilik sol gruba önderlik ediyordu, sağ grup ağırlıktaydı ve iki grubun arasında Troçki 5-6 kişilik “merkez” eğilimin başındaydı.
Lenin konferansa, savaşın derhal durdurulmasını, savaş kredilerinin reddedilmesini, sosyalistlerin İngiltere, Fransa ve Belçika hükümetlerinden çekilmesini ve kapitalist hükümetlerin devrilmesini isteyen karar ve manifesto tasarıları sundu. Bu karar tasarısı 19’a karşı 12 oyla reddedildi. Bir komisyona havale edilen manifesto ise sonunda kabul edildi. Bu manifesto, Lenin’in önerdiği belgenin bazı temel unsurlarını içeriyor, savaşı emperyalist savaş olarak niteliyor, derhal son verilmesini istiyor, eski önderleri kınıyor, ilhaksız barış talep ediyor, Stuttgart, Kopenhag, Basel kararlarının çizgisini benimsiyor, ancak sosyalizme hangi yoldan ulaşılacağı konusunu –iç savaş– muğlak bırakıyor, yeni bir enternasyonalin kurulması konusundaysa bir şey söylemiyordu.
Konferansta her ülkeden bir ile üç arasında değişen delege sayısından oluşacak bir Uluslararası Sosyalist Komite kuruldu. Bu komitenin merkezi olarak Bern seçildi, sekreterliğine de İsviçre Sosyal Demokrat Partisi’nden R. Grimm seçildi.
Sol kanat delegeleri manifestoyu yeterli bulmadıklarını belirten bir açıklama yaptılar. Burada “(Manifesto) ne açık oportünizmi, ne de radikal söylemlerin arkasına saklanan oportünizmi tanımlamaktadır… Manifesto savaşa karşı mücadelenin araçlarına dair açık bir tanımlama içermemektedir.” deniyordu. Lenin, daha sonra yaptığı değerlendirmede Zimmerwald hareketinin zayıflıklarına işaret ediyor, buna karşın ileriye doğru atılmış bir adım olarak görüp desteklenmesi gerektiğini vurguluyordu.
Zimmerwald hareketinin ikinci konferansı, 24-29 Haziran 1916’da yine İsviçre’de Kienthal köyünde yapıldı. Aradan 7 ay geçmiş, yığınların savaşa karşı öfkesi büyümüş, savaş karşıtı eylemler yoğunlaşmıştı. Harekete yeni katılımlar olmuştu. Hareket eskilerin yanı sıra Portekiz, ABD’den SP ve SLP dahil, 25 parti ve grubu kapsıyordu. İtalyan ve Bulgar sendikaları harekete katılmış, gençlik örgütleri aktif duruma gelmişti.
İki konferans arasında geçen sürede, Ocak 1916’da, Almanya’da Spartakistler Birliği kurulmuştu. Almanya’nın savaşta oynadığı büyük rol ve Alman sosyalistlerinin uluslararası prestiji dikkate alındığında bu önemli bir gelişmeydi. Spartakistlerin programı Luxemburg tarafından yazılmıştı ve bu program “yeni bir işçi Enternasyonal’i”nin ihtiyaç haline geldiğini kabul etmişti, ancak savaşı sona erdirecek devrimci eylem konusunda kesin bir şey söylemiyordu.
Kienthal’deki konferansa 44 delege katıldı. Lenin ve Bolşevik grubun sunduğu karar tasarısı işçilere “silahları bırakın. Silahlarınızı sadece ortak düşmana, kapitalist hükümetlere çevirmelisiniz” çağrısında bulunuyordu. Öneri, sağ ve merkez delegeleri tarafından reddedildi. Zimmerwald Uluslararası Sosyalist Komitesi’nin önerdiği tasarı kabul edildi. Karar bir önceki karara göre ilerleme sağlıyor, sosyalizm için mücadele çağrısı yapıyor, “acil bir ateşkes, ilhaksız bir barış” için birleşik, kararlı bir mücadele çağrısı dışında pratik bir öneri getirmiyordu. Yeni bir enternasyonal konusunda sert tartışmalar yaşansa da, bu konu bir çözüme kavuşturulmadı.
Bolşevikler ve Zimmerwald solu bu sınırlı kararları belirli rezervlerle onayladı. Bolşevik Partisi Tarihi daha sonra bu sonucu şöyle özetliyordu:
“Kienthal Manifesto’su Konferansa birbiriyle çatışan değişik grupların aralarında bir anlaşma temelinde hazırlandı. Zimmerwald Manifestosu’na kıyasla ileriye doğru bir adım idi. Ama Kienthal Konferansı da, Bolşeviklerin politikasının yol gösterici temel ilkelerini; emperyalist savaşın iç savaşa dönüştürülmesi, kendi emperyalist hükümetinin savaşta yenilgisi ve III. Enternasyonalin örgütlenmesi gibi ilkeleri kabul etmedi. Buna rağmen Kienthal Konferansı, daha sonra III. Komünist Enternasyonal’i oluşturacak olan enternasyonalist unsurları ortaya çıkarması bakımından faydalı oldu. Lenin, sol sosyal-demokratlar arasında Rosa Luxemburg ve Karl Liebnecht gibi tutarsız enternasyonalistlerin hatalarını eleştirdi, ama aynı zamanda doğru tavır almalarında onlara yardımcı oldu. Burada, sonraki gelişmelerin de kanıtladığı gibi, yeni bir enternasyonal ancak işçi hareketinin yeni bir atılımı ile kurulabilirdi ve Ekim Devrimi bu sorunu köklü bir çözüme ulaştırdı. Lenin ve Bolşevik Partisi, devrim yapmış, iktidarı almış bir ülkenin komünistleri olarak III. Enternasyonal’in sağlam temeller üzerinde kurulmasının yolunu açmışlardı.”[7]
Bu bölümü bitirirken II. Enternasyonal üzerine kısaca bir değerlendirme yapacak olursak şunları söyleyebiliriz. İkinci enternasyonal döneminde işçi sınıfının partileri kurulmuş ve yaygınlaşmıştır. İşçi sınıfı, bu dönemde yasal çalışma olanakları kullanmak, parlamenter mücadele taktikleri geliştirmek, sendikalarda örgütlenmek, kooperatifler kurmak vb. gibi önemli deneyimler edinmişlerdir. Ancak özellikle 1890’lardan sonra sınıf uzlaşmacılığı, yasalcılığın fetiş hale getirilmesi, devrimci partilerin törpülenmesi vb. etkenler, 1871-1914 arasındaki nispeten “barışçıl dönem”de işçi sınıfı partilerinde işçi aristokrasisine dayanan bir oportünist eğilim gelişmesinin nesnel temellerini oluşturdu. Savaşın, olgunlaşmış oportünizminin sosyal şovenizme dönüşmesine yol açtığı görüldü. Uluslararası işçi sınıfının önündeki bu ceset kaldırılmalıydı ve işçi sınıfı bu görevi başarıyla yerine getirdi.
[1] V. İ. Lenin, Seçme Eserler: Cilt 5, Çeviren: Saliha N. Kaya, İnter Yayınları, Ankara, 1995, sf. 180
[2] Age, sf. 140
[3] Age, sf. 234-5
[4] Lenin, Seçme Eserler: Cilt 5, sf. 235-8.
[5] William Z. Foster, Üç Enternasyonal’in Tarihi, Çeviren: Can Saday, Yazılama Yayınevi, İstanbul, 2011, sf. 212
[6] Foster, Üç Enternasyonal’in Tarihi, sf. 212
[7] Stalin, Eserler, Cilt 15, Çeviren: İsmail Yarkın, İnter Yayınları, Ankara, 1990, sf. 192