Çetin Akdeniz

 

Farklı uluslardan ve ulusal topluluklardan Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesiyle bağlı olarak farklı dönemlerde çeşitli devrimci dergi ve gazeteler yayımlanmıştır. Bunlardan biri de 2 Şubat 1976’da haftalık periyodlarla yayımlanmaya başlanan ve 28 Temmuz 1980 tarihine kadar yayınını sürdüren Halkın Kurtuluşu gazetesidir. Gazetenin arşivi 2 Şubat 2024 tarihi itibarıyla okurun bilgisine açılmış bulunuyor.[1] Bu kısa yazı, gazete arşivinden yararlanılarak ve sayı seçimi yapılmaksızın belirli aralıklı sayıların öne çıkarılan manşet, haber analiz ve başyazılarından hareketle kaleme alınmıştır.

45 ile 75 bin arası değişen tirajıyla Halkın Kurtuluşu, 1970’li yılların ikinci yarısında yayımlanmış yasal devrimci yayınların en başarılı, en saygın ve denebilirse en popüler örneklerinden biridir. Gazetenin manşetlerinin büyük çoğunluğu ya gelişmekte olan mücadeleye işaret etmek üzere ya mücadele ve örgütlenmenin geliştirilmesi ihtiyacı ya da artan saldırılara işaretle oluşturulmuştur. Dönem koşullarının, sınıf güç ilişkileriyle mücadele düzeyinin gazetenin yayın politikasında önemli bir etken işlevi gördüğü çok açıktır.

Örneğin sıkıyönetim koşullarında Ankara’nın merkezi yerlerinden birinde (Saman Pazarı-Anafartalar-Ulus bölgesi) gerçekleştirilen ve 1500 civarında kişinin katıldığı kitle gösterisine polis müdahalesiyle yaşanan çatışma, gazetede “Anafartalar’da Barikat Savaşları” başlığıyla yer almıştır. Yukarıdaki türden çok sayıda direniş haberi gazeteye manşet olmuş, değişik sayılarında öne çıkarılmıştır.

Siyasal baskı, yasak ve saldırı politikalarına karşı kitlelerin birleşik devrimci mücadelesinin geliştirilmesine duyulan ihtiyaç, yayım dönemi boyunca Halkın Kurtuluşu’nun sayfalarında dile getirilmiş; temel önemde bir görev olarak işaret edilmiştir. Emperyalizme ve işbirlikçi egemen sınıflara (yerli gericilik) karşı mücadeleyi başlıca görev olarak alan gazete, on binlerce okurunun ve onların ulaştığı daha geniş emekçi kesimlerinin sömürü ve baskıya karşı devrimci politik tutum almasında dolaysızca rol oynamıştır.

Militan devrimci bir yayın politikası izleyen gazetenin ilk sayısının manşet ve sürmanşeti baskı ve saldırı sistemine karşı direniş-birleşme ve mücadele çağrı ve bildirisi olarak da okunabilir. Halkın Kurtuluşu (H.K.) 2. sayısında, sermaye ve hükümetin saldırılarına iş bırakarak yanıt verme çağrısını; 4. sayıda rüşvet ve saldırılar üzerinden kapitalizmin teşhirini; 5. sayıda Demirel yönetimindeki Milli Cephe Hükümetinin halk kitlelerine yoksulluk ve işsizlik dayatan bütçesini; 7. sayıda 12 Mart generallerinin rüşvet ve yolsuzluk olaylarını; 10. ve 11. sayılarda artan baskı ve saldırıları manşete çıkarmış, 11. sayıda “Fasizme Ölüm Halka Hürriyet“ sloganı eşliğinde mücadele çağrısını yinelemiştir.

Gazetenin 15. sayısında faşist şiddetin kitle şiddetiyle püskürtülmesi çağrısı yer alıyor. 20. sayıda işçi hareketindeki gelişmeler öne çıkarılmıştı. 24. ve 28. sayıda işçilere ve gençlere yönelik gerici saldırılar birinci sayfanın ana konusunu oluşturuyor; 30. sayıda halk kitlelerine ve özellikle de gençliğe yönelik saldırılara karşı sessiz kalmama çağrısı yapılıyor. Halkın Kurtuluşu’nun 22 Kasım 1976 tarihli 32. sayısında, “Kahrolsun Sovyet Sosyal Emperyalizmi” başlığı manşete çıkarılmış. Aynı sayıda, gazeteye yönelik baskılara işaret ediliyor ve dönemin burjuva gazetelerinden biri olan Güneş gazetesinin provokatif söylemine dikkat çekiliyor. 40, 41 ve 42. sayıda siyasi cinayetlere, işkencelere karşı ülke düzeyinde yükselen mücadele ve gerçekleştirilen eylemler öne çıkarılmıştı. “İsyan ateşiyle dolu 20 bin yürek faşizmi, işkenceleri, siyasi cinayetleri protesto için yürüdü” ifadesi 41. sayının manşetini oluşturmuştu. Gazetenin 42. sayısında, İsmail Gökhan Edge’nin Diyarbakır’da işkence edilerek katledilmesi üzerine başlatılan işkenceleri ve faşist cinayetleri protesto kampanyası kapsamında yapılan eylemler genişçe yer alıyor.

45. sayı, tütündeki sömürüye ve tütün üreticilerinin sorunlarına dikkat çekiyor. 47. sayıda 12 Mart cuntasının 6. yılı dolayısıyla cuntanın halk düşmanı politikaları teşhir ediliyor ve mücadele sürecine dair bilgiler veriliyor. 28 Mart 1977 tarihli 50. sayıda, seçimlerde devrimci proletaryanın tavrına ilişkin görüşler ortaya konmuş; kitle mücadelesinin yükseliş haberleri ve Kızıldere’nin yıl dönümü öne çıkarılmış. 11 Nisan 77 tarihli 52. sayıda “sömürü ve zulüm dünyası seçimle yıkılmaz” manşetiyle seçimlerin kurtuluş getirmeyeceği belirtilerek kitle mücadelesinin geliştirilmesi politikası savunulmuş. 25 Nisan 1977 tarihli 54. sayıda yaklaşan 1 Mayıs için ülke düzeyinde alanlara çıkma çağrısı yapılarak şiarlar ve talepler sıralanmış. “Yaşasın proleter enternasyonalizmi, yaşasın dünya proleter devrimi!” sloganı dikkat çekiyor. 55, 56 ve 57. sayıda 1 Mayıs 1977 katliamı, ana haber başlığı ve yorumların konusunu oluşturuyor. CIA-Kontrgerilla taktikleri kapsamında girişilen faşist tertip, katliam ve revizyonist yasakçılık teşhir ediliyor.

“Halkın Kurtuluşu Devrimle Olacaktır!” şiarı 58. sayının sürmanşetini oluşturuyor. Genel seçimlere bağımsız adaylarla katılma taktiğinin hangi koşulların ve ihtiyacın ürünü olarak gündeme geldiği açıklaması buna eşlik ediyor. 6. Haziran 1977 tarihli 59. sayıda 40 bin işçinin grevde olduğu belirtilerek ‘Genel Grev’ çağrısı yapılıyor. 4 Temmuz 1977 tarihli 63. sayıda “Kahrolsun Faşist Diktatörlük, Yaşasın Devrimci İşçi-Köylü İktidarı” şiarı manşete çıkarılarak tüm sermaye partilerinin sömürü sisteminin hizmetinde olduklarına dikkat çekilmiş ve mücadelenin yaygınlaştırılması çağrısı yapılmış. 65. sayıda seçimlerin sömürü ve zulüm düzeninden kurtuluşu sağlayamayacağı belirtilerek işçi sınıfı ve emekçi kitle mücadelesinin ürünü bir devrim için mücadele ihtiyacı vurgulanıyor. 68. sayıda kapitalist sömürünün teşhirine geniş bir yer verilmiş. 70. sayıda Kürtlere yönelik baskı ve saldırılara dikkat çekilerek bu şovenist inkârcı politikaya karşı mücadelenin önemi üzerinde duruluyor. Hayat pahalılığına ve yoksulluğa karşı mücadele çağrısı bir diğer önemli konu başlığını oluşturuyor. 74. sayıda işkencecilerden ve faşist katillerden hesap sorulması talebi ve IMF programının içerdiği tehlikeler öne çıkarılarak mücadele gerekliliği vurgulanıyor. 3 Ekim 1977 tarihli 76. sayıda NATO ve Amerikan emperyalizmine karşı mücadele sorunu işleniyor. 31 Ekim 1977 tarihli 80. sayıda işsizliğe, pahalılığa ve diktatörlüğün saldırılarına karşı yaygınlaşan kitle eylemleri manşete çıkarılmış. 86. sayının manşeti “NATO’ya Hayır!” şeklinde. Emperyalist sömürü ve faşist baskılara dikkat çekilerek buna karşı mücadele çağrısı yapılıyor. 88. sayıda Milliyetçi Cephe Hükümeti’nin çökmekte olduğu belirtilerek mücadelenin yükseltilmesine vurgu yapılmış. 101. sayıda faşist provokasyonlar, sol maceracılık, parti sorunu üzerine yazılar var. Proleter Devrimcilerin birliğinin önemi üzerinde duruluyor. 102. sayıda ülke düzeyinde yaygınlaşan mücadele örnekleri veriliyor. 107.sayıda işçi ölümleri, DİSK’in yasakçı politikasının teşhiri, çeşitli kentlerdeki halk direnişleri öne çıkarılmış.15 Mayıs 1978 tarihli 109. sayıda artan baskı ve saldırılara dikkat çekilerek ücretlerin dondurulmasına karşı mücadelenin önemi üzerinde durulmuş. İşçi sınıfı ve sendikalar içindeki devrimci çalışmanın önemi bir diğer konu başlığını oluşturuyor. 5 Haziran 1978 tarihli 112. sayının sürmanşetinde “Ne Amerika Ne Rusya, Ne NATO Ne Varşova!” şiarı var. Ayrıca 8 Haziran 1976 Antep direnişi, yıldönümü bağlantılı olarak ele alınarak Hüseyin Cevahir, Sinan Cemgil, İbrahim Kaypakkaya gibi devrimcileri anma etkinliklerine yer verilmiş. 26 Haziran 1978 tarihli 115. sayıda Rusya ile yapılan anlaşmalar ele alınarak yeni kölelik anlaşmalarına karşı mücadelenin önemi üzerinde durulmuş. Sınıf mücadelesi alanındaki gelişmeler haberleştirilmiş ve Parti Bayrağı’na yönelik baskılara işaret edilerek ideolojik-teorik alandaki mücadelenin önemine dikkat çekilmiş. 118. sayıda ücretlerin dondurulması ve Türk-İş yönetiminin uzlaşmacı tutumu öne çıkarılarak buna karşı mücadele çağrısı yapılıyor. Çin’in Arnavutluk’a yönelik baskıları bir diğer analiz konusunu oluşturuyor. 120. sayı, işçi sınıfına karşı bir tuzak olan “Toplumsal Anlaşma”ya karşı alanlara çıkış gerekliliği manşete çıkmış. Üretici köylünün düşük taban fiyatlarına karşı feveranları bir diğer önemli haber başlığını oluşturuyor. İşçi mücadeleleri “Sınıf Mücadelesi Cephesinden” köşesi altında verilmeye devam ediyor. 14 Ağustos 1978 tarihli 122. sayıda “Üç Dünya Teorisi”nin karşı devrimci bir teori olduğu belirtiliyor ve Aydınlık grubunun provokatif girişimleriyle demagojik saldırı politikası teşhir ediliyor. Kars Göle’de yapılan ve binlerce kişinin katıldığı mitingin haberi manşete çıkarılmış ve mücadelenin yaygınlaştırılmasının önemi üzerinde durulmuş. 28 Ağustos 1978 tarihli 124. sayıda “IMF Denetime Geldi!” manşeti altında dayatılan ekonomik politikaya karşı mücadele çağrısı yapılıyor. Aydınlık çetelerinin Halkın Kurtuluşu okurlarına fiili saldırıları ve devlet güçleriyle işbirlikçi politikasının teşhiri bir diğer önemli konu başlığını oluşturuyor. 25 Eylül 1978 tarihli 128. sayıda MİT-MHP iş birliğiyle Elazığ’da girişilen provokasyon ve saldırı politikalarına dikkat çekiliyor ve mücadelenin yaygınlaştırılması ihtiyacı öne çıkarılıyor. Bir diğer yazı konusunu Aydınlık-TİKP yazarlarının üçdünyacı görüşleri ve Dersim’de Yusuf Dal’ın katledilmesi oluşturmuş. 2 Ekim 1978 tarihli 129. sayıda Amerikan üsleri ve burjuva iktidarın ABD ile iş birliği sorunu manşete çıkarılıyor. Saldırı ve katliamlar 132. sayının da manşetini oluşturuyor. Başyazıda reformist politikaların faşizmin alternatifi olmadığı ve olamayacağı belirtiliyor. 30 Ekim 1978 tarihli 133. sayıda, THKO Ekim Konferansı ve TDKP İnşa Örgütü’nün kuruluşu manşetten haber yapılmış. Devam eden sayfalarda “THKO’nun dünü-bugünü” özetlenmiş. 6 Kasım 1978 tarihli 134. sayıda THKO Konferans Belgeleri’nden özet bilgiler aktarılmış. Öne çıkarılan bir diğer konu Kürt köylülerine yönelik jandarma baskısı. Dünyadaki gelişmeler gazetenin ele aldığı diğer önemli bir konu olmuş. 4 Aralık 1978 tarihli 138. sayıda yoğunlaşan ve yaygınlaşan faşist saldırılar manşete çıkarılarak bunlara karşı kitlesel mücadele ihtiyacına işaret ediliyor. Çin’deki kapitalist gelişmenin analizi konu başlıklarından bir diğerini oluşturuyor.

40. sayı “İş, Toprak ve Hürriyet” talebini başlığa çıkarmış. Uluslararası komünist harekete revizyonist saldırı başyazının konusunu oluşturuyor. İşçi sınıfına ve gençliğe saldırı politikalarına karşı mücadele çağrısı var. Halk güçlerinin demokratik anti-emperyalist mücadele platformunda birliği ihtiyacı vurgulanıyor. 141 ve 142. sayılarda MHP-Kontrgerilla iş birliğiyle gerçekleştirilen Maraş katliamı teşhir ediliyor. Maraş katliamı gerekçesiyle ilan edilen sıkıyönetim karşısında mücadeleden geri adım atılmamasının önemi üzerinde duruluyor. 143. sayıda sıkıyönetimin devrimci basına ve ilerici-devrimci örgütlenmelere yönelik saldırılarına dikkat çekiliyor ve “yeni dönemin özellikleri” üzerinde duruluyor. Sendika üst bürokrasisinin, baskı siyasetini desteklediği belirtiliyor ve işçilerin buna karşı mücadele etmesinin önemine işaret ediliyor. 148. sayıda saldırıların artması ve kitle örgütlerinin sıkıyönetim komutanlarının emriyle kapatılmasını konu edinen yazıların yanı sıra devam eden zamlara işaret edilerek zamların geri alınması talebi öne çıkarılmış. Dünyadaki gelişmeler bir diğer önemli konu başlığını oluşturuyor. Çin’in Vietnam’a saldırısı üzerinde duruluyor ve uluslararası komünist hareketin saflarından buna karşı yükseltilen protestolara işaret ediliyor. Dış haberlerden birinde de THKO Konferans Belgeleri’nin kısa özetinin “Vanguardia Obrera, 20 Ocak tarihli sayısında” yayımlandığı belirtiliyor. 150. sayıda sıkıyönetim saldırıları, Kürt halkına, işçilerin talepleri için mücadelesine ve ilerici basına yönelik baskı ve yasaklara işaret edilerek mücadeleden geri adım atmama gerekliliği vurgulanmış. 153. sayıda Milliyetçi Cephe Hükümetlerinin sömürü, soygun, zam ve zülüm politikasını temsil ettikleri belirtilerek 1 Mayıs’ın daha ileri mücadeleler için güçlü bir şekilde kutlanmasının önemi vurgulanarak sıkıyönetim uygulamalarına karşı bazı eylemlerin haberi verilmiş. 156. sayıda 1 Mayıs kutlamalarının geniş şekilde yapılacağı alanların adresleri verilmiş ve sıkıyönetimin kaldırılması talebi öne çıkarılmış. 28 Mayıs 1979 tarihli 160. sayıda CHP hükümetinin politikalarının burjuvazinin çıkarlarını ifade ettiği dile getiriliyor; işbirlikçi burjuvaziyle emperyalistler arasındaki ilişkilere dikkat çekiliyor ve saldırı politikalarının kapitalist bunalımla bağı üzerinde duruluyor. 18 Haziran 1979 tarihli 163. sayıda sıkıyönetim saldırılarına ve faşist baskı yasa ve uygulamalarına dikkat çekilerek sıkıyönetimin kaldırılması talebi öne çıkarılmış. İşçi sınıfına ve küçük üreticilere yönelik ekonomi politikalara karşı mücadele sorunu ele alınmış. 165. sayıda işçilerin talepleri için mücadele örnekleri verilerek sınırsız grev hakkının tanınması isteniyor. Faşist saldırılara karşı sürdürülen mücadeleye uluslararası alandaki destek örneklerinden de özetler verilmiş. Bir diğer önemli konu başlığı Mao Zedung’un ideolojik siyasal görüşlerinin eleştirisine ayrılmış. 170. sayıda, Kürt ulusal taleplerine karşı Ecevit yönetiminin inkarcı politikası eleştiriliyor. Üretici köylülerin sorunları ve talepleri irdeleniyor ve faşist cinayetler protesto ediliyor. 3 Eylül 1979 tarihli 173. sayıda Kürt halkına yönelik saldırıların yanıtsız kalmayacağı ve talepleri için mücadelenin yok edilemeyeceği üzerinde duruluyor. Faşizme karşı mücadele birliği sorunu bir diğer önemli konu başlığı. 177. sayıda Manşet Adana’da halk kitlelerinin faşist saldırı politikalarına karşı direnişine ayrılmış. “Adana’da Barikat Savaşı“ndan söz ediliyor. Tekel işçilerinin Adana ve İzmir’de sıkıyönetime rağmen mücadeleden geri adım atmadığı belirtiliyor. 29 Ekim 1979 tarihli 180. sayı, anti faşist eylem birliğinin ülke düzeyinde gerçekleştirilmesi çağrısını öne çıkarmış. 185. Sayıda SALT Anlaşması teşhir ediliyor. 24 Aralık 1979 tarihli 188. sayıda Sıkıyönetimin 19 ilde yeniden uzatılmasına karşı çıkılıyor, Adana halkının direnişi genişçe konu edilerek grev, gösteri, direnişten genel greve bir mücadele hattı örülmesine olan ihtiyaç üzerinde duruluyor. “Bugünkü görev” deniliyor; “ülke çapında bütün çalışanların genel grevini gerçekleştirmek için yapılan hazırlıkları ilerletmek ve geniş emekçi kitleleri bu eyleme hazırlamaktır. Bunun için bütün devrimcileri, ilericileri, demokratları, işçi ve emekçileri ve halk gençliği bütün fabrikalarda, işyerlerinde, okullarda ve bütün birimlerde genel grev gruplarını örgütlemeye ve tüm ilerici, demokrat, devrimci örgüt ve kişileri faşist diktatörlüğe karşı mücadelede birliğe çağırıyoruz.” 190. sayıda Sovyetler Birliği’nin Afganistan’a yönelik askeri politikası teşhir ediliyor. 12 Şubat 1980 tarihli 193. sayıda Mensucat Sanayi’de 5500 işçinin direnişe geçmesinden de söz edilerek genel grev ihtiyacı üzerinde duruluyor ve Türk-İş’in sendika patronlarının grev karşıtlığı teşhir ediliyor. 195. sayıda 1 Mayıs’ın kutlanması için kararlılık gösterilmesi ihtiyacına dikkat çekilerek tüm alanlarda 1 Mayıs’ın kutlanacağı belirtiliyor. Erdal Eren’in idam kararına karşı kampanya kapsamında sürdürülen mücadele bir diğer yazı konusu. 28 Temmuz 1980 tarihli 198. sayıda (bu yayımlanan son sayı olmuştur), “Emperyalizmin ve gerici egemen sınıfların ekonomik ve politik krizinin derinleştiği”ne dikkat çekiliyor. Karşı devrim güçlerinin yükselen devrimci mücadeleyi boğabilmek için amansız bir saldırıya giriştikleri ve halk kitlelerinin sivil faşist çeteler başta olmak üzere kendilerine yönelen silahlı saldırılara karşı silahlı savunma ihtiyacı duyduğu belirtilerek “Biz tüm devrimcileri ülke çapında faşizmin saldırıları karşısında güçlü direnişler ve mücadeleler örgütlemeye çağırıyoruz” denilmektedir.

***

Yukarıda, manşetlerinden ve birinci sayfasında öne çıkarılan yazı konularından yapılan özet aktarmalar, Halkın Kurtuluşu gazetesinin yayımlandığı süre boyunca işçi sınıfı ve kent-kır yoksullarının, topraksız köylülerle küçük üreticilerin, gençlik ve kadın emekçi kitleleriyle Kürtlerin taleplerini savunduğunu; emperyalizme ve işbirlikçi burjuvaziyle büyük toprak sahiplerinin her türden sömürü ve baskısına karşı mücadelenin ilerletilmesi ve yaygınlaştırılması hattında yayın yaptığını gösteriyor. Gazete halk hareketinin bütün yönlerine ilişkin gelişmeleri başlıca en önemli konu olarak işlemiş; grev ve direniş haberlerini öne çıkarmış, gençlik, kadın, kır ve kent emekçilerinin mücadelesinin birleştirilmesine hizmet eden bir yayın politikası izlemiştir. Halkın Kurtuluşu, yayımcılarının da ifadesiyle emperyalizme, büyük sermayeye ve büyük toprak sahiplerinin diktatörlüğüne karşı halkın birleşik direnişinin geliştirilmesi çabasının ürünü bir gazete olmuştur.

Gücünü ve meşruluğunu halkın mücadelesinden alma anlayışıyla yayımını sürdüren Halkın Kurtuluşu, polis baskısı ve baskınlarına, yasal sorumlularına yönelik yüzlerce yılı bulan cezalara (748 ila 1050 yıl arasında ceza istenmiştir), Olağanüstü Hal uygulamaları ve sıkıyönetim yasaklarına rağmen, özellikle de genç militan devrimcilerin fedakârlığı ve korkusuzca çalışmaları sonucu meydanlarda, işçi grev ve gösterilerinde, gençlik ve kamu emekçilerinin eylemlerinde, mahallelerde, işyeri ve fabrikalarda emekçi kitleleriyle buluşmayı başaran bir gazete olmuş; işçi grev ve direnişlerinin sesi-bildirisi, birleştirici-örgütleyici aracı olma işlevi görmüştür.

Halkın Kurtuluşu on binlerce kişinin etrafında bir araya geldiği ve çevresiyle birlikte daha geniş kesimler üzerinde etkide bulunan bir örgüte ad olarak da anılıyor ve kullanılıyordu. Gazete, devrimci görüşlerin daha geniş kesimlere ulaşmasını sağlayarak işçi sınıfı ve emekçilerin talepleri için mücadelede daha ileri mevzilere yönelmesi ve belirli en ileri ve siyasal bilinçli kesiminin devrimci örgüt ve partinin saflarında birleşmesine hizmet etmiştir.

Devrimci propaganda-ajitasyon ve siyasal teşhir aracı olmakla kalmamış, ulaştığı yerlerde devrimci okur kitlesi ve taraftar gruplarının ortaya çıkmasını da sağlamıştır.

Örgütlü çalışmasının olmadığı birçok yörede Halkın Kurtuluşu okurları ortaya çıkmış ve onlar gazetenin savunduğu görüşler doğrultusunda faaliyet yürütmüşlerdir. Kitle mücadelesi, devrimci yayın organlarına ilgiyi artırırken, bu yayın organlarının da yayılmasına aracı oldukları devrimci fikirler, henüz merkezi düzeyde örgütlü ilişkilerin içine alınamayan bir potansiyeli de doğuruyor ve örgütlü kümelenmeler ortaya çıkıyordu.

Halkın Kurtuluşu, burjuvazi ve sermayeye karşı mücadelenin devrimci tarzda geliştirilmesine, emperyalizme ve işbirlikçi burjuvaziyle büyük toprak sahiplerinin her türden baskı ve sömürüsüne karşı mücadelenin ilerletilmesine hizmet eden bir yayın organıydı.

Emperyalizme ve işbirlikçi tekelci burjuvaziyle büyük toprak sahipleri diktatörlüğüne karşı mücadele çizgisinde halk kitlelerinin örgütlü mücadelesinin geliştirilip yaygınlaştırılmasını hedefleyen bir yayın politikası izleyen Halkın Kurtuluşu’nun birçok sayısında Kürt halkına yönelik baskı politikası teşhir ediliyor, ulusal taleplerine dikkat çekilerek mücadelenin haklılığına işaret ediliyor; Kürtlere yönelik ulusal baskıya karşı mücadele çağrısında bulunuluyor; kontrgerilla ve polis-jandarma zorbalığını teşhir eden haber ve makalelere yer veriliyordu. Tüm milliyetlerden Türkiye işçi ve emekçilerinin sermaye ve burjuva devlet iktidarına karşı mücadelesini ileriye taşıma hedefine bağlı olarak somut-aktüel durum ve koşullardan hareketle belirlenen siyasal taktikleri öneriyor; mücadele biçim ve araçlarının emekçilerin mücadele, bilinç ve örgütlenme düzeyleri göz ardı edilerek belirlenmesine karşı çıkıyor; emekçi kitle hareketine sol sekter yabancılaşmayı da kitle mücadelesini geriye çeken sağ uzlaşmacılığı da reddediyordu.

Yayıncılığının bu devrimci hattı, onun, dönemin en çok izlenen, okunan, dikkate alınan devrimci yayın organlarından biri olmasını sağlayan başlıca etkenlerden biriydi. Dönemin yoğun ideolojik-siyasal tartışma ortamında, okuma, öğrenme, tartışarak anlama istemi oldukça yaygındı. Eğitim toplantıları ve kitlesel panel ve seminerler, savunulan görüşlerin yaygınlaştırılmasına hizmet ediyordu.1975-1978 dönemi, Türkiye tarihinde denebilir ki başkaca örneği, daha önce görülmemiş yaygınlıkta ‘sol-devrimci fikirlerin gelişimi’ dönemi olmuştur.[2] TİP’in kuruluşu sonrasında yaşanan kitlesellik bu bakımdan işaret edilmesi gereken bir olgu olmakla birlikte, ideolojik-teorik sorunların ve politik görüşlerin kitlesel toplantılarda tartışılarak yaygınlaştırılmak üzere geniş kesimlere benimsetilmeye çalışılması söz konusu olduğunda, 1975 başı-1978 sonu dört yıllık dönem, tüm öncekilerden daha baskın bir özellik gösterir.

Bu dönem diğer yandan, ‘İşçi ve komünist hareketin genel çizgisi’ üzerine 1960’lı yıllarda başlayıp ‘70’li yıllarda uluslararası alanda devam eden tartışmaların ve bağlı olarak gerçekleşen ayrışmaların Türkiye devrimci hareketinin saflarında yoğun şekilde yaşandığı bir dönemdi.

Bilimsel sosyalizmin, işçi sınıfının enternasyonal karakterde dünya görüşü olması özelliği, revizyonizm ve oportünizme karşı mücadele çizgisinde bir yayıncılığa ihtiyacı artırmıştı. Çin ve Sovyetler Birliği yönetimi ve bu ülkelerin “komünist partileri” arasında sürmekte olan ideolojik çatışmanın yanı sıra, Enver Hoca ve Arnavutluk Emek Partisi’nin bu ideolojik saflaşma ve politik cepheleşme karşısındaki devrimci tutumu ve ideolojik görüşleri de dikkatle izlenmekteydi. Halkın Kurtuluşu’nun 22 Kasım 1976 tarihli 32. sayısının manşete çıkardığı, “Kahrolsun Sovyet Sosyal Emperyalizmi” başlığı, bu ayrışmalarda durduğu yeri ve benimsediği fikri kuvvetle ve alenen dile getirmekteydi.

Marksizm-Leninizm’in temel teorik görüşleri benimsenip savunulmadan, sosyalist devrimci olunamazdı. Sosyalizm amacıyla bağlanmış mücadele, ülkemizin denebilir ki tüm devrimci örgütlerinin başlıca en önemli iddiasıydı. Hemen tüm devrimci örgütler kendilerini Marksist olarak niteliyor; Marksist-Leninist bir program ve mücadele çizgisine sahip olduklarını ileri sürüyor, proletarya diktatörlüğü aracıyla sınıfsız topluma ulaşılması için mücadele ettiklerini, en azından iddia ediyorlardı. Buna karşın, bu sonal hedefe varmak için izlenecek yol ve baş vurulacak mücadele biçim, yöntem ve araçları, taktik siyasal hat, ittifaklar vb. gibi temel önemdeki sorunlara yaklaşımlarında önemli farklılıklar vardı ve birbirleriyle ilişkileri de asıl olarak bu ikinciler üzerinden şekillenmekteydi. Bu tartışmaların Halkın kurtuluşu gazetesinin sayfalarına da yansıdığı görülüyor.[3]

‘70’li yıllar, özellikle de ikinci yarısı diğer yandan ve aynı zamanda petrol başta olmak üzere hammadde kaynakları üzerine büyük kapitalist güçler arası rekabetin kızıştığı; daha fazla kâr için burjuvazi ve hükümetlerinin sosyal-ekonomik baskıyı yoğunlaştırıp emekçi mücadelesiyle kazanılmış hakları budayarak bir süreç içinde daha fazla biçimsel hale getirme politikasının giderek artan şekilde öne çıkarıldığı bir dönemdi.

İşçi-emekçi kitlelerinin mücadeleye artan şekilde yönelmesi, on binlerce gencin devrimci örgütlerde bir araya gelmesi, emekçi kadınların baskı ve eşitsizliğe karşı hak eşitliği talebiyle hareket etmesi, Halkın Kurtuluşu gibi devrimci yayın organlarının yayın çizgisine dayanak oluştururken sermayenin devlet-hükümet kurumlarıyla kontra militarist güçlerinin saldırıları da artmaktaydı. Ev baskınları, gözaltılar, faşist cinayet çetelerinin pusu, provokasyon ve katliamları, mahkeme yasakları ve gazete sorumlularına yönelik yüzlerce yıllık ceza istemleri bu saldırılar arasındaydı. 1 Mayıs 1977 katliamı bu politikanın aleni olarak uygulamaya konduğu örneklerden biri oldu. Onu Çorum, Sivas, Malatya provokasyon ve saldırılarıyla 1978 Maraş katliamı izledi. Sivil faşist milisler-polis ve jandarma iş birliğinde sürdürülen saldırılar ve “faili meçhul” gösterilen cinayetler, mücadeleye yönelen ileri kesimlerin yanı sıra talepleri için direnme eğilimindeki emekçileri korkutarak yıldırma hedefliydi.

12 Eylül generalleri yönetime el koyduklarında, toplamında 60 bin işçinin grevi devam ediyordu. İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Dersim, Artvin-Fatsa, Çorum ve Antep başta olmak üzere çeşitli kentlerde işçi -emekçi direnişleri vardı. Tariş işçi direnişi ve Gültepe-Çiğli bölgesi emekçilerinin desteği, saldırılara karşı mücadele kapsamında ortaya çıkan bir diğer önemli gelişmeydi. DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler’in katledilmesine karşı yüzbinlerce işçi ve emekçinin gösterdiği tepki ve sokaklarda “sıkıyönetim de sökmeyecek, kahrolsun faşist diktatörlük” sloganları eşliğinde yapılan protestolar, mücadele kararlılığını gösteriyordu.

Mücadeleyle kazanılmış hak ve mevzileri tasfiye politikası, Halkın Kurtuluşu sayfalarında teşhir ediliyor, işkence ve katliamlarla sağlanmak istenen suskunluk reddedilerek direniş birikimi ve deneyimiyle mücadelenin geliştirilmesine çalışılıyordu. Gelişmelerin sermaye ve emek cephesi açısından ne ifade ettiğini analiz eden Halkın Kurtuluşu, faşist saldırganlığa karşı mücadele tutumunu öne çıkarıyor; burjuva devlet aygıtının mücadeleye yönelen ileri işçi ve emekçilere, devrimci ve komünistlere, ilerici gençlik kesimleriyle kadın emekçilere karşı bir şiddet makinesi olarak işlemekte olduğuna dikkat çekerek devrimci hatta bir mücadele ihtiyacını işaret ediyordu.

Saldırıların kapsamı genişlemekte, tehditler artmaktaydı. Devrimci örgütlerin sürdürdükleri mücadele ve bu mücadelenin önemli araçlarından biri olan yayın organlarının engellenmesi, gerici-faşist saldırı politikasının önemli bir hedefiydi. Bu saldırı, baskı ve yasak politikalarına karşı alınan önlemler olmakla birlikte, bu önlemler giderek belirginlik gösterecek şekilde yetersiz kalmaktaydı. Sıkıyönetim uygulamasının başlamasıyla birlikte (önce 13 ilde uygulandı ve cuntanın işbaşına gelmesiyle tüm ülkede ilan edildi) devrimci gazete ve dergilere yönelik baskı ve yasak daha da yoğunlaştı ve sonuçta yasal devrimci gazete ve dergiler çıkarılamaz hale geldiler. Halkın Kurtuluşu’nun 193. sayısında bu duruma dikkat çekiliyor ve örgütlü devrimci mücadelenin bütün engellere ve ağır saldırılara rağmen bir biçimde devam edeceği belirtiliyordu.

12 Eylül darbesi ve cuntanın işçi-emekçi hareketine ve devrimci örgüt ve partilere yönelik çok yönlü ve kapsamlı saldırıları, sendikaları, gençlik ve kadın örgütlerini, devrimci parti ve örgütleri militarist zor aracıyla teslim alma hedefliydi. Generaller güç ilişkilerinin büyük burjuvazi ve emperyalist efendilerinin çıkarları yönünde düzenlenmesi için militarist zorbalığı öne çıkardılar.

Bu durum, mücadele araç ve yöntemlerinin farklı biçimleriyle geliştirilmesini acil ihtiyaç haline getirmekteydi. Halkın Kurtuluşu’nun yayınlanması olanağı ortadan kalkmıştı.

***

Halkın Kurtuluşu mücadeleyi güçlendirme ve yaygınlaştırma çizgisi izleyen devrimci bir gazeteydi. Gazetenin sayfalarında ülkenin hemen her fabrikası, işletmesi, kenti, mahallesi, okulundan, oradaki durum ve gelişmeleri yansıtan mektuplar yer almış, gazete yayın kurulu ve yazarları bu gelişmeleri ve olgusal nesnel durumu değerlendirerek slogan ve şiarlar belirlemeye çalışmışlardır.

Buna rağmen, gazetenin sayfalarında bazı yanlış fikirler de yer bulabilmiştir. Maocu devrimciliğin ve Üç Dünya Teorisi’nin etkileri Halkın Kurtuluşu’na da yansımış ve başkaca devrimci siyasi gruplarla polemik makalelerinde bu görüşler bir biçimde yer almıştır.[4] Ülkenin sosyo-ekonomik durumu; kapitalist gelişmenin düzeyi ve feodalizmin tasfiyesinin koşullarına ilişkin görüşlerde bazı unsur ve etkenleri azımsayan, bazısını ise abartan değerlendirmeler yer alabilmiştir. Ancak 1977 ilkbaharından itibaren Maocu-Üç Dünya teorisine karşı görüşlerin gazete sayfalarına yansıdığı görülmektedir. Üç Dünyacı sağ oportünizm mahkûm edilmiş, ardından Mao Zedung’un görüşlerinin Marksizm-Leninizmin temel teorik görüşleriyle çeliştiği ortaya konarak Maocu teoriye karşı ideolojik mücadele yürütülmüştür.[5]

Halkın Kurtuluşu’nun sayfalarında yayın dönemi boyunca ısrarlı şekilde öne çıkarılan görüş, egemen sınıf(lar)a karşı kitlelerin birleşik devrimci mücadelesinin geliştirilmesidir. Bu devrimci tutum, Üç Dünya Teorisinin reddi ve Mao Zedung’un görüşlerinin Marksizm’e aykırı düştüğü sonucuna ulaşılmasında da etkili olmuştur. Enver Hoca’nın başında bulunduğu Arnavutluk Emek Partisi’nin Marksizm-Leninizmi uluslararası alanda savunma kararlılığı bir diğer etkendir.

Halkın Kurtuluşu’nun on binlerce okurunun Üç Dünya Teorisi’nin reddi ve Mao Zedung düşüncesinin eleştirisi kapsamında gündeme getirilen devrimci Marksist görüşleri benimsemesinde, işbirlikçi yerli gericiliğe karşı mücadeleyi başından itibaren başlıca görev belirleyen politik anlayışı, dayanak ve etken olmuştur.

1976 2 Şubatı’ndan Temmuz 1980’e dek yayımlanan gazetenin sayfalarında bu türden kimi yanlış değerlendirmeler ile abartılı belirlemelerin de yer almış olması, onun devrimci rolünü, mücadeleyi geliştirici ve birleştirici işlevini karartacak bir özellik göstermemiştir.

Halkın Kurtuluşu’nun kitlesel etki gücü kazanmasında Deniz Gezmiş ve arkadaşlarına duyulan sevgi ve güven, militan devrimci bir çizgide yayın yapması, gazetenin geniş emekçi kesimlerine ulaştırılması, savunduğu görüşlerin kitlesel toplantı, seminer ve paneller aracıyla yaygınlaştırılması, merkezi düzeyde ve ülkenin birçok kentinde yürütülen siyasal kampanyalar (1976 DGM, 1977 İşkenceleri protesto ve seçim kampanyası, 1978 Maraş katliamı protestosu, 1 Mayıs mitingleri bunlardan bazılarıdır), kitlesel protesto ve mitingler önemli rol oynamıştır.

[1] 1974-80 dönemi, Türkiye emekçi ve devrimci hareketi ve mücadelesinin en diri, en canlı ve yükseliş trendinin denebilirse en fazla dikkat çektiği dönemi olmuşsa, izledikleri yayın politikası belirli farklılıklar göstermekle birlikte Halkın Kurtuluşu, Devrimci Yol, Kurtuluş Sosyalist Dergi başta olmak üzere devrimci yayın organlarının sürdürdüğü propaganda, siyasal teşhir ve ajitasyon faaliyeti bunda önemli bir rol oynamışlardır. Halkın Kurtuluşu arşivine www.dibar.net/mobile/ adresinden ulaşılabilir.

[2] 1978 Aralık ayında başta Maraş’taki olmak üzere yaşanan provokasyon ve katliamlar gerekçe gösterilerek ilan edilen sıkıyönetimle birlikte örgütsel faaliyetler ve yasal yayımcılık giderek artan baskı ve kısıtlılıkla yüz yüze geldi ve eskisi denli kitlesel panel-seminer-tartışma toplantıları yapılamaz oldu.

[3] Devrimci hareketin saflarında yaşanan bölünmelerin sağlıklı olup olmadığı ayrı bir sorundu ve kolaylıkla söylenebilir ki çoğu kez, olgunlaşmış fikri ayrılıklar üzerinden değil ama ilk ve ham halleriyle ve tepkici tarzda ortaya atılan görüş ayrılıklarının giderek derinleştirilmesi şeklinde yaşanmaktaydı. Hemen tüm örgütler -ve bu örgütlerin bünyesinde ortaya çıkan hizip hareketleri- kendilerini Marksizm’in en sadık savunucusu olarak ilan ediyor; diğer örgüt veya partileri de oportünist olmakla suçluyorlardı. İddialarına bakılırsa, her örgüt ve her taraftarı “proleter devrimci”ydi; herkes “proletarya öncülüğünde gerçekleştirilecek devrim ile burjuva diktatörlüğüne son verilmesi ve kapitalist sömürünün tasfiye edilerek sosyalizmin inşası”ndan yanaydı! Tartışmaları, savunulan görüşlerin buna uygun olup olmadığıyla ilişkindi. Bu iddia ve suçlamalar kimi zaman kavgalara sebep oluyor, devrimci örgüt ve kişileri birbirlerinden uzaklaştırıcı rol oynuyor ve sonuçta mücadelenin birleşik bir güçle sürdürülmesi ihtiyacıyla çelişen tutumlara yol açıyordu.

[4] Gazetenin yayımlanmaya başladığı dönem, “uluslararası komünist hareketin genel çizgisi” üzerine SSCB ve Çin komünist partilerinin başını çektiği ideolojik-siyasal mücadelenin giderek sertleştiği ve uluslararası işçi ve komünist hareketin saflarında bölünmelere de yol açtığı bir dönemdi. Halkın Kurtuluşu’nu yayımlayan devrimci örgüt Krusçev revizyonizminin sosyalist Sovyetler Birliği’nde izlediği ekonomi-politikalarla sosyalizmin tasfiyesine ve kapitalist ilişkilerin yeniden egemen olmasına yol açtığını düşünüyordu. Çin partisi ve yönetiminin SBKP yönetimiyle süren polemiklerinde, SSCB yönetimini revizyonizm ile suçlaması değil sadece, Çin halk devrimi ve onun lideri Mao’nun uluslararası alandaki prestiji, Mao’nun görüşlerinin doğru olduğu düşüncesini beslemekteydi. Onun görüşlerinin ve bağlı olarak Üç Dünya Teorisi gibi oportünist uzlaşmacı bir teorinin Türkiye devrimci hareketi içinde taraftar bulması ve bazı devrimci örgütler tarafından bir dönem için de olsa savunulmasını sağlayan başlıca etken, bu uluslararası koşullar ve gelişmelerdi.

[5] ÇKP’nin Türkiye Şubesi mevziine yerleşen Doğu Perinçek ve ekibi, Üç Dünya Teorisi’nin en kararlı savunucusuydu. Bu teori, bütün ülkelerde sermaye diktatörlüğüne karşı mücadeleyi sabote edip gereksiz gösteriyordu. İşçi ve komünist partileri sınıf mücadelesini tatil edip “daha saldırgan ve daha tehlikeli Rus sosyal emperyalizmine karşı” burjuvazi yönetimindekiler dahil “üçüncü dünya ülkeleri”yle birlikte hareket etmeli; Batı Avrupalı emperyalist ülkelerin yönetimleriyle de ittifak yapmalıydılar. Aydınlık şeflerine göre “en güçlü-en saldırgan büyük güce karşı diğerleriyle işbirliği” yapılmaksızın yol alınamazdı. Bu da onları hakim sınıf devlet aygıtına yamanarak “güç toplama”ya yöneltiyor, işbirlikçi egemen sınıfa karşı mücadeleyi başlıca görev belirleyen devrimci gruplara karşı, burjuva diktatörlüğü ve kurumları cephesinden devrimcilere baskı kurmaya yöneltiyordu. Devrimci basını ideolojik etkiyle, devrimci örgütleri saflarında kargaşa yaratarak baskılamaya; onları Marksizm-Leninizm ve Mao’nun görüşlerini kavrayamamakla suçlayarak püskürtmeye çalışıyordu. Halkın Kurtuluşu başta olmak üzere ‘sosyal emperyalizm’ görüşünü savunan devrimci örgütler üç dünyacı oportünist teoriyi reddederek Aydınlık ekibiyle araya mesafe koymaya başladıklarında da, onları “sahte solcular”-“kontrgerillanın kontrolündekiler” türü alçakça iftiralarla karalayarak yöneticilerini ve aktif unsurlarını diktatörlük güçlerine jurnallemeye başladılar. Bu ihbar yayıncılığı 12 Eylül cuntasına ve siyasi polise “değerli hizmetler” sundu.