Ender Şiar Argın

Geçtiğimiz aylarda Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlanan “2023 Eğitim Vizyonu” isimli belge, Türkiye’de eğitimin geleceğiyle ilgili önemli tartışmaları gündeme getirdi. Mevzu, AKP ve eğitim politikaları olunca kamuoyunda* eğitimin yapısal ve dönemsel sorunlarının tartışıldığı, köklü dönüşümlerin adımlarının atıldığı vb. bir eğitim planı beklentisi zaten yoktu. Ancak belgenin yayınlanmasından sonraki gelişmeler birkaç noktanın tekrar hatırlatılmasının önemini açığa çıkardı. Hele eğitim sistemi ve eğitimin niteliğine, hatta kavramsal içeriğine dair tartışmaların lise ve üniversite öğrencileri arasında yaygınlık kazandığı, ‘başka bir eğitim’ soruşturmasının görece daha fazla gündeme geldiği bir dönemde Eğitim Vizyonu’na ve genel olarak AKP ve egemen sınıfların eğitim anlayışına dair birkaç noktayı hatırlatmak önemli olacaktır. 

Eğitim; kavramsal içeriği, akademik, kamusal ve ekonomik yönleriyle oldukça geniş bir konunun başlığı elbette. Çünkü eğitim, liberal eğitim bilimcilerin iddia ettiğinin aksine tarafsız bir alan değil, sınıflar mücadelesiyle dolaysız bağı olan bir alandır. Egemen sınıfların, eğitimi; kendi egemenliklerinin devamını sağlayacak genç nesilleri gerekli bilgi ve becerilerle donatmak üzere kullandığını söylemeye gerek bile yok. Bu yazıda da eğitimin bahsettiğimiz bu esas içeriğine ve işlevsel kullanımına dair bir tartışma yürütülecek, Eğitim Vizyonu’nun bu bağlamda sermaye-eğitim-toplum üçgeninde hangi denkleme oturduğuna dair bazı sonuçlara varılacaktır.

EĞİTİM VE SINIFLAR MÜCADELESİ

Eğitim sözcüğünün kökenine dair bir ayrıntıyı hatırlatmak, sınıflar mücadelesi ve eğitim ilişkisini anlamak açısından kolaylaştırıcı olacaktır. İngilizce eğitim anlamına gelen ‘education’ sözcüğü, okunuşu birbirine benzer ancak anlamları açısından birbirine zıt iki Latince sözcükten türetilmiştir. Bu sözcüklerden ilki, öğrenen özneyi dışsal amaçlar doğrultusunda özel bir beceriyle donatmak için talim ettirmek (bireyi insan gücüne dönüştürmek) anlamına gelen ‘educare’ iken ikincisi ileri götürmek, özerkleşmek ya da aşmak anlamına gelen ‘educere’ sözcükleridir.[1] Aslında iki sözcük içeriği ve uygulanışı açısından çok farklı iki eğitim anlayışını ifade ediyor. Kapitalizmin ve egemen sınıfların eğitim anlayışı ilk kelimeye daha uygun olarak şekillenmiştir.

Eğitim, her şeyden önce iktisadi yapıdan, toplumsal yaşamın maddi temelinden ayrı ve bağımsız değerlendirilemeyecek bir alandır. Kapitalist toplumda eğitim, egemen sınıfın ideolojisini ve dünya görüşünü, toplumsal olayları ve ilişkileri yorumlama biçimini yaygınlaştırmasının; dolaysız olarak kendi sınıf çıkarlarını bütün toplumun çıkarları olarak formüle etmesinin araçlarından biridir.

Kapitalizmde eğitim kurumları, piyasada alınıp satılan bir meta olan emek gücünün mevcut endüstri, teknoloji ve üretimin ihtiyaçlarına uygun olarak geliştirilmesinin, bir yönüyle yeniden üretiminin araçlarıdır. Yani emek gücünün mevcut kapitalist rekabet koşullarında satın alınmaya değer bir özellik kazanması, bu özelliğiyle sermaye dolaşımına girmesi ve sermaye birikiminin kaynağı olması için örgütlenmiş en önemli yapılar eğitim ve eğitim kurumlarıdır: “Toplumsal yaşamın, üretim süreçlerinin ve ilişkilerinin egemen sınıfın ihtiyaç ve çıkarlarına uygun olarak yeniden üretimini ve sürekliliğini sağlamak, eğitim sistemi üzerinden önceden belirlenmiş eğitim programları aracılığıyla düzene uygun ve uyumlu bireyler yetiştirmeyi gerektirir.”[2]

Eğitimin kapitalizmde ulaştığı bu kurumsallaşma düzeyi, temel olarak kapitalizmin nitelikli emek gücüne duyduğu ihtiyaçtan kaynaklanır. Çünkü kapitalist üretim ve sömürü mekanizmasının ihtiyaçları doğrultusunda emek verimliliğini arttırmaya yönelik zorunluluk nitelikli emek gücüne duyulan ihtiyacı kışkırtır. Sermaye sınıfı, hem sermayenin birikim ve dolaşımına esneklik ve hız kazandırması hem de rekabet koşullarında artı-değeri arttıracak şekilde nitelikli işgücünü yetiştirmesi bağlamında eğitime araçsal bir anlam yükleyerek eğitim-piyasa-istihdam mekanizmaları arasında dolaysız ilişkiler kurar. Eğitim bu ilişkiler bağlamında gelişir. Üstelik bunlar kapitalizmin gelişmiş olduğu ülkelerde mesleki eğitim-genel eğitim arasındaki ilişkiyi de belirsizleştirir.

DÜNYA VE TÜRKİYE’DE EĞİTİMDE NEOLİBERAL DÖNÜŞÜM

Günümüzde “bilgi toplumu”, “bilgi ekonomisi”, eğitim reformu, yaşam boyu öğrenme, performans kriterleri, e-öğrenme, verimlilik, vb. gibi eğitim alanındaki değişimleri anlamak için 80’li yıllardan itibaren uygulamaya sokulan neoliberal ekonomi politikaları ve bu politikaların ülkeler sathında eğitim alanına yansımalarına ve uygulama yöntemlerine bakmakta fayda var. “Bilgi toplumu” söylemine göre eğitimin sağladığı bilgi, bilginin niteliği ve yönetimi ekonomik rekabet için temel haline gelmiş; yüksek becerili emek gücüne ihtiyacın karşılanması, verimliliği artırmak ve yeni hizmetler sağlamak için yatırım yapılacak en önemli alanlarından biri haline gelmiştir. Toplum ve eğitim arasında kurulan bu ilişki kapitalist sınıflar tarafından eğitimde gerçekleştirilecek değişimler açısından önemlidir, bu tartışmalara birazdan geleceğiz.

Burada bir parantez açalım. Bu yazıda eğitim ve eğitim kurumları ile burjuvazinin nitelikli/vasıflı emek gücüne olan ihtiyacı arasındaki dolaysız ilişkiyi inceliyoruz. Ancak elbette kapitalizm açısından nitelikli emek gücüne duyulan ihtiyaç, vasıfsız/niteliksiz emek gücüne olan ihtiyacı ve bağımlılığı ortadan kaldırmaz. Aksine genel olarak ara sınıf ve tabakaların mülksüzleşerek ücretli emekçiler sınıfına katılması, gelişmiş ülkelerdeki hizmet sektöründeki vasıfsız işler, bağımlı ülkelerde eski tip üretim biçimlerinin çözülmesi ve proleterleşme sürecinin hızlanması vb. de kapitalizmin bugünkü yöneliminin en önemli unsurlarından biridir. Kapitalizm vasıfsız emek gücüne duyduğu ihtiyacı, çeşitli borçlandırma ve mülksüzleştirme yollarıyla, işsizler ordusunun mevcut durumuyla, eğitim hakkına ulaşamayan genç nesillerle vb. karşılamayı bir şekilde sürdürüyor. Bu ihtiyacın en azından kısa ve orta vadede ortadan kalkması gibi bir durumdan da söz edemeyiz. Ancak bizim burada üzerinde durduğumuz nokta; detaylı bir tartışmayı gerektiren burjuvazinin vasıfsız emek gücüne ulaşmasının araçlarını incelemek değil, ‘eğitim’ alanı ile mevcut hedefleri ve günümüzdeki ihtiyaçları arasındaki ilişkiyi, bununla birlikte nitelikli emek gücünün kapitalistler açısından kıymetini soruşturmaktır.

Günümüze kadar eğitimde amaç ve amaca uygun müfredatın şekillenmesi, rekabet koşullarının ve piyasanın ihtiyaçları dikkate alınarak sermaye çevrelerinin ve hükümetlerin çeşitli reformlarına konu olmuştur. 2023 Eğitim Vizyonu da aslında bu bağlamda Türkiye’ye ve AKP’nin eğitim anlayışına ‘özgü’ olmayan, dünyadaki egemen eğitim anlayışıyla olan ilişkisiyle de tartışmamızın konusudur.

Bugün OECD ve Dünya Bankası’nın teknik “insan kaynakları” ve “insan sermayesi” yaklaşımı eğitimin her düzeyinde başat hale gelmiştir.[3] Eğitimin içeriği büyük ölçüde piyasanın taleplerine uyarlanmakta ve piyasanın talepleri doğrultusunda “insan gücü yetiştirme” hedeflenmektedir.

Türkiye’de neoliberal dönüşüm politikaları 24 Ocak kararları ve 1980 darbesi sonrası uygulamaya sokulan yapısal uyum ve istikrar programlarıyla gündeme gelmiştir. Kamu harcamalarının kısıtlanması ve piyasa-eğitim ilişkisiyle özelleştirmelerin ilk adımları “kendi okulunu kendin yap” söylemiyle örtük biçimde atılmıştır. Hatta 80 sonrası dönüşümün altyapısını 1965 yılında kabul edilen Özel Öğretim Kurumları Kanunu, 60’ların sonunda gündeme gelen özel meslek yüksekokulları girişimi ve özel okul teşviklerinin arttırılmasına bağlamak mümkündür. 80 sonrası ilk kalkınma planı olan 5 yıllık planda eğitimde özelleştirmeye dair adımlar, çok açık ifadelerle belirtilmiştir: “Devlet-işçi-işverenin katılacağı mesleki yaygın eğitim fonu kurulacaktır”, “özel okullar teşvik edilecektir”, “eğitim hizmetlerinin maliyetine katılma uygulamalarına başlanacaktır”.

Eğitim alanındaki esas özelleştirme adımları kamusal eğitimin finansmanından devlet desteğinin çekilmesi, bu desteğin özel okullar yararına kullanılması, eğitimin her düzeyinin çeşitli biçimlerde paralılaştırılmasıyla (katkı payı, harç vb.) atılmıştır.

YENİ EĞİTİM ANLAYIŞI VE HEDEFLERİ

90’lı yıllardan itibaren uluslararası sermayenin de desteğiyle eğitimdeki dönüşüm daha sistematik bir hale geldi. Dünya Bankası-MEB arasında imzalanan protokoller, Avrupa Konseyi ile imzalanan protokol ve “Temel Eğitime Destek Projesi”, 98’de imzalanan GATS, Bologna Süreci vb. etaplarla bu süreç sürdürülmüştür. Özelleştirme adımlarıyla birlikte eğitimin içeriği de bir yandan piyasanın ve istihdam politikalarının ihtiyaçlarına yanıt verecek bir yandan da post-modern eğitim, bilim ve düşünce anlayışını güçlendirecek biçimde dizayn edilmiştir. Girişimcilik, liderlik, kariyer planlama, bilinçli tüketicilik vb. eğitimin hedefleri haline getirilmiştir.[4]

1980’lerden itibaren daha öncesinde bir vatandaşlık hakkı olarak tarif edilen eğitim, yarı-kamusal bir hizmet olma özelliği kazanmıştır. 90’lardan itibaren ise neoliberal dönüşüm politikalarıyla birlikte eğitim ile istihdam politikaları iç içe geçmiş, kapitalizmin mesleki eğitime yüklediği misyon bütün bir eğitim sistemine yüklenmeye başlanmıştır. Aynı zamanda 1990’lardan sonraki eğitim politikaları; Avrupa ve ABD merkezli post-modern “bilgi toplumu” ve “emeğin dönüşümü” vb. tezlerle de beslenmiş, Türkiye’deki sermaye çevreleri içinde yaygınlaşan “rekabet”, “verimlilik”, “nitelikli işgücü”, “yaşam boyu eğitim” vb. gibi kavramlar üzerinden şekillenmiştir.[5]

Yaşam boyu eğitim tekelci burjuvazi açısından nitelikli emek gücünün yetiştirilmesinin ötesinde bir anlam taşır. Değişen piyasa koşullarına ayak uydurmayı sağlayacak ‘esnekliği’ ve beceriyi de kazandırması yaşam boyu eğitimin en büyük ‘avantajlarından’ birisidir. 1970’lerde örgün eğitimin dışında kalan toplumsal kesimleri hedefleyen bir kavram olarak kullanılan yaşam boyu eğitim, 90’lardan sonra hedef genişletmiş, piyasa mekanizmalarının ihtiyaçlarıyla öğrenim faaliyeti bütün yaşama yayılmış, tek tek bireyleri çalışma yaşamında daha esnek ve daha nitelikli hale getirecek formülasyonun temel köşe taşlarından biri olmuştur. Bu formülasyona göre eğitimin karşılandığı alanlar yaygınlaşacak, kişisel gelişim ve donanım önem kazanacak, böylelikle üniversite diplomalarının yanı sıra sertifika programları, meslek edinme kursları, kişisel gelişim merkezleri sermayenin ve iş dünyasının ihtiyaç duyduğu esneklik ve beceriye uygun bireyleri yetiştirecektir. Yaşam boyu eğitim yöneliminin sağladığı esneklik genel olarak eğitim alanının esnekleştirilmesini beraberinde getirecektir:[6]

“Geleceğin çalışanları için eğitim ortak bir kültür olarak üretmek yerine, onlara hızla ve değişen koşullarda kolayca uygulamaya koyabilecekleri temel ve genel şeyleri öğretmeli.(…) Eğitimin amaçlarını dönüştürmek için en kolay yol, eğitim sistemini daha da esnekleştirmektir. Devlet okulları sistemi, herkesin toplumsal kaderine ve finansal kapasitesine uygun bir eğitim almasına yol açacak rekabetçi bir eğitim sistemine dönüştürülmelidir.”[7]

Bu çerçevede eğitim politikalarının temel belirleyeni istihdam piyasaları olmuş, bu doğrultuda rekabeti sağlayacak, kendisini hızlı ve esnek teknolojik değişimler karşısında sürekli yenileyecek, güncel teknolojik bilgiyi hem üretecek hem de uygulayacak, hızlı değişimlere ayak uydurabilmek için ‘öğrenmeyi öğrenecek’ bir işgücü yetiştirilmesi ihtiyacı temel motivasyon kaynağı olarak öne çıkmıştır. Böylelikle eğitim-istihdam ilişkisi temelinde ortaya koyulan planlamayla, eğitim kurumlarını, bu kurumlarda üretilen bilginin niteliğinin değişimini ve bu kurumlardaki öğrencilerin potansiyel birer işgücü olarak görülüp donanımını sağlayan politikalar öne sürülmüş ve çeşitli söylem ve kavramlar geliştirilmiştir. “Çağa ayak uyduran” bir eğitim anlayışı, burjuvazinin, uluslararası güç ve rekabet dengeleri açısından eskisinden daha fazla önem verdiği bir mesele olarak gündeme gelmiştir.

Türkiye’de büyük sermaye çevrelerinin en büyük örgütlerinden TÜSİAD bahsettiğimiz eğitim anlayışına denk düşecek ilk adımları atmış, 1994  yılında ‘Türkiye’de ve Dünyada Yükseköğretim, Bilim ve Teknoloji’ isimli raporuyla, eğitimin ticarileştirilmesi yönündeki isteklerini yoğunlaştırmış, hatta raporun daha ilk maddesinde bilgi toplumu ve küreselleşme sürecinin gerektirdiği insan profilini açıklıkla ifade etmiş ve üniversitelerin bu yeni tipte insanın yetiştirme merkezleri olarak dönüştürülmesini talep etmiştir.[8] TÜSİAD’IN bu raporu, bir bakıma eğitim anlayışının ve bu anlayışa denk düşen eğitim sisteminin yeniden yapılandırılmasının ‘strateji belgesi’ olarak sonraki süreci büyük ölçüde şekillendirmiştir.

Sonrasında YÖK tarafından atılan adımlar üniversitelerin bu planlamaya uygun yapılanmasında önemli rol oynamıştır. Çeşitli uygulamalarla YÖK, üniversitelerde eğitim-sanayi ilişkisini kurmaya çalışmış, piyasa ekonomisi ihtiyaçları doğrultusunda rekabetçi bir eğitim süreci kurgulamış; verimlilik, standartlaşma, kalite vb. gibi kavramlarla bu sürecin stratejilerini geliştirmiştir. Kulüp ve toplulukların faaliyetlerinden, eğitim müfredatının içeriğine, üniversitenin yönetim organizasyonundan, toplumsal pozisyonuna neredeyse üniversitelerin bütün alanlarında bu anlayış ve yönelim temel belirleyici etken haline gelmiştir. Üniversitelerin dönüşümüne dair atılan adımlar arasında 1996’da gündeme gelen YÖK Yasa Tasarısı önemlidir. Tasarı, yükseköğrenimin temel sorununu “üniversitelerin mevcut yapısının, uluslararası pazarın kalite standartlarına tam anlamıyla uyum sağlamakta zorlanması” olarak tanımlamış, bu sorunun çözümü olarak da piyasa ilişkilerine göre tanımlanan, eğitimin içeriğini, idari ve mali yapısını, akademik işleyişini, bizzat sermaye çevrelerinin içinde yer alarak belirlediği bir üniversite modeli ortaya koymuştur.[9] Üniversitelerin fiili olarak sermayenin ihtiyaçlarına göre örgütlenmiş kurumlar olması yönündeki eğilimin ilk adımları bu tasarıda bulunabilir. Sonrasında üniversitelere dair gündeme getirilen hemen her türlü reformun da bu çerçevede ele alındığı söylenebilir. Yine YÖK’ün 2006 raporunda üniversitelerin kalkınma ve rekabet koşullarında ‘yol gösterici’ işleviyle ve kalkınmanın temel ‘öznesi’ olarak vurgulanması bu anlamda önemlidir.

KAPİTALİST SINIFLAR VE EĞİTİMİN RE-ORGANİZASYONU

Eğitimin kapitalist üretim ilişkilerinin gelişen ihtiyaçlarına uygun yeniden örgütlenmesinde Türkiye burjuvazisinin attığı adımlar dair birkaç hatırlatma önemli olacaktır. Avrupa ve ABD merkezli eğitim modelini yakalamak isteyen tekelci burjuvazinin çeşitli fraksiyonları, eğitime dair beklentilerini ve isteklerini ‘hiç çekinmeden’ dile getirmiş, piyasa-eğitim arasında kurulan ilişkiyi gizleme gereği bile duymamıştır.

TÜSİAD’ın 2006’daki raporunda nitelikli emek gücü-rekabet ilişkisi çerçevesinde eğitimde kimi yapılandırmalara işaret edilmiş, vurgu ‘insan sermayesi’ne yapılmıştır;

“… Eğitim ve diğer öğrenme araçlarıyla kazanılan beceriler, bireyleri daha verimli kılmaktadır. (…) Eğitim bir yandan işgücünün hareketliliğinin (uyum gücünü) arttırırken, diğer yandan nitelikli işgücü düzeyini arttırarak sermayenin de hareketlilik kazanmasına katkı yapmaktadır.”[10]

TÜSİAD, yine 2006 yılında yayınladığı Eğitim ve Sürdürülebilir Büyüme isimli raporunun henüz giriş cümlelerinde desteklediği ekonomi ve eğitim anlayışını açıklıkla ilan etmiştir: “TÜSİAD, Türkiye’de liberal ekonomi kurallarının yerleşmesinin yanı sıra, ülkenin insan ve doğal kaynaklarının teknolojik yeniliklerle desteklenerek en etkin biçimde kullanımını; verimlilik ve kalite yükselişini sürekli kılacak ortamın yaratılması yoluyla rekabet gücünün artırılmasını hedef alan politikaları destekler.”[11]

Yine MÜSİAD’ın 2006 raporunda Eğitim Bakanlığı yerine Eğitim ve İnsan Kaynakları Bakanlığı kurulması yönündeki önerisi, ‘insan sermayesi’ ve ‘nitelikli işgücü’ yöneliminin yansımalarından biri olarak dikkat çekiyor. TÜRKONFED’in 2006 raporu da önemli tespit ve taleplerle öne çıkıyor. Önceliğin mesleki eğitimde olduğu daha ilk cümlelerden ilan ediliyor: “Değişim ve gelişimin hız kazandığı bir dönemde, yeniden yapılandırılmış bir mesleki ve teknik eğitimin istihdam piyasasına ve ekonomiye kazandıracağı güç ve ivme tartışılmazdır.[12]

Ancak raporun toplamında mesleki eğitim ve istihdam piyasaları arasında kurulan ilişkinin, tüm genel eğitimi kapsayacak biçimde değişim geçirdiğinin tespit edilmesi önemlidir. Yine rekabet koşullarına yapılan vurgu, uluslararası rekabette Türkiye’nin genç nüfusu ile ön plana çıkmasını sağlayacak, gençlerin işgücüne katılımını kolaylaştıracak önlemlerin talep edilmesi ve eğitimin bu ihtiyaçlarla yeniden yapılandırılmasına duyulan ihtiyaç raporun dikkat çekici noktalarından biridir: “Önümüzdeki dönemde, eğitim, Türkiye’nin genç nüfus yapısından ve içinde bulunduğu demografik değişimden yararlanmasına ve insani gelişme ve rekabet gücü alanlarında gelişme sağlamasına katkı yapabilecek tek ortak faktördür ve ülkemiz için stratejik önemdedir.[13]

Özetle, sermaye çevreleri açısından eğitim araçsallaşmış; nitelikli emek gücü yetiştirmeye ve meslek kazandırmaya indirgenen bir faaliyet haline gelmiştir. Eğitim faaliyetlerinin entelektüel yönü zayıflamış, teknik ve üretimci piyasa anlayışına mahkum edilmiş, bilginin metalaşma süreciyle bu yönelim güçlenmiştir. Kişisel ilgi alanları ve yetenekleri kazanma, kültürel, bilişsel ve bedensel donanım edinme, analitik-bilimsel düşünme vb. gibi işlevler arka planda tutulmuş, iş piyasaları nezdinde bireylerin bütün yaşamının sınırları kendilerini daha verimli ve esnek kılacak bilgiyi edinmeleri buna uygun bir çalışma hayatı sürdürmeleri hedefine göre çizilmiştir. Eğitim ve bilimsel bilgi, rekabetin temel avantajı olarak stratejik bir önem kazanmış, emperyalizm koşullarında bu stratejik öneme uygun adımlar atılmıştır:

Eğitim kurumları arasında rekabet başlamış, bireylerin mesleki yeterliliklerini, verimliliklerini arttırmak adına sertifika ve benzeri programlar, özel sektör ve üniversiteler tarafından pazarlanarak eğitimde metalaştırma süreci yoğunlaşarak artmış, öğrenciler eğitimlerine devam ederken bile, potansiyel birer işgücü olarak görülmeye başlamış ve böylece eğitimin çıktısı olan öğrenciler istihdam piyasalarının girdisi olarak tanımlanmıştır.[14]

EĞİTİM VİZYONU VE ORTAÖĞRETİMİN DÖNÜŞÜMÜ

2023 Eğitim Vizyonu tam da bu denklemde önemli bir yere oturuyor. Kısaca özetlemeye çalıştığımız sürecin, piyasa ve istihdam merkezli bir eğitim anlayışının ürünü olması nedeniyle üzerine tartışılmayı hak ediyor. Şimdiye kadar eğitim vizyonunun çeşitli veçhelerine, felsefi ve ideolojik yönlerine, insan ve toplum anlayışına dair tartışmalar gündeme gelmiş, ancak ekonomi ve politik pozisyonuna dair tartışmalar daha arka planda kalmıştır. Vizyon Belgesi; demokratik, bilimsel, ana dilinde eğitim gibi temel sorunları görmezden gelmesi, öznel idealist ve teolojik içeriği itibariyle ve felsefi yönleriyle de eleştirilmeyi hak ediyor elbette.[15] Ancak buradaki derdimiz sermaye sınıfları ve eğitim ilişkisinin somut örneği olarak Eğitim Vizyonu’na bakmak olduğu için bu sorunu başka bir tartışmaya bırakmakla yetinelim. Belgede dikkat çeken birkaç noktayı buraya taşımak, toplamda belgenin pozisyonuna dair yorumumuza yardımcı olacaktır.

Eğitim Vizyonu belgesinin hemen her bölümünde en önemli vurgu 21. yüzyılın ihtiyaçlarına uygun insan tipi yetiştirmektir ve buna uygun biçimde eğitim politikalarını dizayn etmek; bu çerçevede belgenin misyonu olarak öne çıkıyor. Yukarıda hatırlattığımız gibi aslında bu dizayn süreci 90’lardan itibaren, günümüz koşullarına ve sermayenin ihtiyaçlarına uygun beceri ve yeterliliklere uygun bireyler yetiştirme yönelimi olarak TUSİAD, MÜSİAD raporlarının, YÖK uygulamalarının bir devam projesinden başka bir şey değil. Örneğin biyo-teknoloji, akıllı şehirler ve insanlığın geleceği, yapay zekâ uygulamaları, güç, egemenlik ve uluslararası ilişkiler, çevresel güçlüklere karşı yaratıcı yaklaşımlar, insan-makine etkileşimi vb. gibi dersler sertifika ve proje dersleri olarak; finans, yönetim bilimleri, işletme, Python kodlama, girişimcilik vb. gibi dersler seçmeli dersler olarak tanımlanıyor; günümüz teknolojik gelişmelerine ve üretimin ihtiyaçlarına uygun genç ve nitelikli işgücü yetiştirme talebi öne çıkıyor.[16]

Sektör ve sektörel işbirliği kavramları da defalarca kullanılarak hemen her bölümde, ana eksenin piyasa merkezli eğitim olduğu hatırlatılıyor, eğitimde yapılacak kimi dönüşümlerin de sermayenin ve işgücü piyasasının kontrolünde olacağı ilan ediliyor. Ayrıca son dönemde iş garantili ‘özel meslek liseleri’ vb. adımlarla daha fazla gündeme gelen, Vizyon Belgesi’nde ise sektörel işbirliği ve ortaklıklarla daha derli toplu ifade edilen bu uygulamaların, yine yukarıda değindiğimiz kamusal eğitim finansmanından devlet desteğinin çekilmesi ve burjuvazinin desteğine, aynı zamanda tasarrufuna ve inisiyatifine bırakılma sürecinin de devamı olacağını ve bu süreci oldukça hızlandıracağını söyleyebiliriz. AKP’nin 24 Haziran seçim beyannamesinde de organize sanayi bölgelerine yeni meslek liseleri kurulmasına ve meslek liselerinin üretimin güncel ihtiyaçlarıyla şekilleneceğine dair maddeleri hatırlayabiliriz. Vizyon Belgesi’nin gizlemediği gerçek açıktır: Mesleki ve teknik eğitim modeline sektör temsilcilerinin (iş insanları, girişimciler vb.) katılımı sağlanacak, işgücü piyasasındaki ve ekonomideki hızlı değişimlere cevap verebilecek esnek bir eğitim planlaması yapılacak, özel sektörün ve sermayenin rolü güçlendirilecek, odalar ve borsalara (ve patronlara) çok daha fazla sorumluluk verilecek. “Esnek ve modüler müfredat” diye sunulan mesleki eğitim planlaması daha fazla ucuz işgücünü beraberinde getirecek.

Ortaokul ve lise düzeyinde planlanan tasarım-beceri atölyelerinin, uzunca bir süredir mesleki eğitim-genel eğitim arasındaki ayrımın ortadan kaldırılmasına dair yönelimi hızlandırmak üzere tasarlandığı söylenebilir. Ayrıca mesleki eğitim ile ilgili yeni düzenlemeler, Vizyon Belgesi’ne sermayenin ‘teknik ve kalifiye eleman’ ihtiyacına hızla cevap vermek üzere yeniden yapılandırılmasının somut karşılığı olarak yansıyor. Öyle ki yeni eğitim planına göre mesleki eğitime 9. sınıflarda başlanması, 11. sınıfın haftada 3 gününün ve 12. sınıfın tamamının stajda geçirilmesi öngörülüyor. Böylece hali hazırda meslek liselerinde başat sorun olarak öne çıkan staj sorunu, yeni düzenlemeyle daha da çözümsüz bir sürece girecek, öğrencilerin ortaöğrenim sürecinin 2 yılında doğrudan sektörün ucuz iş gücü kaynağı olarak kullanılmasının önü açılacak.

Yine Eğitim Vizyonu belgesinde dikkat çeken bir başka değişiklik kariyer planlaması ve rehberlik uygulamalarına dair. Genel anlamda yükseköğretim alanına dair girişimcilik, liderlik, kariyer vb. gibi kavramlar, Vizyon Belgesi’nde mesleki ilerlemeyi ve rehberlik çalışmalarına dair bir değişimi işaret ederek ortaöğretimin de bu çerçevede dönüşümünün ve yükseköğretim ile işbirliğinin önemli ayrıntıları olarak karşılık buluyor. Kariyer ofisleri olarak gündeme gelen yeni uygulama, aslında rehberlik ve danışmanlık işlevinin piyasa ve sektörel ihtiyaçlara doğru genişletilmiş biçimi olarak karşımıza çıkıyor: “Okullarda rehberlik ve psikolojik danışmanlık alanında, adayların uygulama becerilerinin geliştirilmesine önem veren, nitelikli uzman personel yetiştirilmesi hususunda Yükseköğretim Kurulu ile iş birliği yapılacaktır.[17]

Özet olarak Vizyon Belgesi ile açıklanan yeni ortaöğretim modeli aslında dünyada ve Türkiye’de 90’lardan beri eğitim alanında görülen neo-liberal dönüşümün ortaöğretime doğru genişletilmiş hali olarak ilan edildiğini söyleyebiliriz. 2023 Eğitim Vizyonu, piyasa ekonomisi koşullarında günümüz ihtiyaçlarına uyumlu, rekabet edebilecek bireyler, yani verimli ve nitelikli emek gücü yetiştirmeye odaklanarak sınıfsal niteliğini ortaya koymuştur. Mevcut haliyle yeni eğitim modelinin AKP’nin politik çıkarları ve burjuvazinin ekonomik ihtiyaçlarıyla şekillendiğini söyleyebiliriz. Böyle bir eğitim modelinin tüm dünyada olduğu gibi eğitimin yapısal ve sistemik sorunlarının hemen hiçbirini çözmeyeceğini, hatta derinleştireceğini söylemek yanlış olmayacaktır.


[1] Özsoy, S. (2011), “Bilginin Metalaşma Süreci: ‘Eğitimdeki Yapısal Dönüşüm’e İlişkin Bazı Çıkarımlar”, Fuat Ercan ve Serap Korkusuz Kurt (der.), Metalaşma ve İktidarın Baskısındaki Üniversite içinde, İstanbul: Sosyal Araştırmalar Vakfı, sf. 130.

[2] Aydoğanoğlu, E.(2017, Eylül 22), Eğitim üzerinden sınıfsal ayrışma, Evrensel Gazetesi, https://www.evrensel.net/yazi/79919/egitim-uzerinden-sinifsal-ayrisma (Erişim Tarihi: 11.11.2019)

[3] Sayılan, F., Küresel Aktörler (DB ve GATS) ve Eğitimde Neo-Liberal Dönüşüm, sf. 44 https://www.jmo.org.tr/resimler/ekler/1e03cc77d4bbd6b_ek.pdf?dergi=HABER%2520B%25DCLTEN%25DD (Erişim Tarihi: 11.11.2019)

[4] Sayılan, F., Küresel Aktörler (DB ve GATS) ve Eğitimde Neo-Liberal Dönüşüm, sf. 49

[5] Uzunyayla, Ferda ve Ercan, Fuat(2011), Türkiye’de Eğitim Sistemine Yönelik Yeni Talepler ve Yeni Aktörlere Sınıfsal Bir Bakış, Fuat Ercan ve Serap Korkusuz Kurt(Der.), Metalaşma ve İktidarın Baskısındaki Üniversite içinde, İstanbul: Sosyal Araştırmalar Vakfı, sf. 198.

[6] Uzunyayla ve Ercan, Türkiye’de Eğitim Sistemine Yönelik Yeni Talepler ve Yeni Aktörlere Sınıfsal Bir Bakış, sf. 200

[7] Hirtt’ten aktaran Uzunyayla ve Ercan, Türkiye’de Eğitim Sistemine Yönelik Yeni Talepler ve Yeni Aktörlere Sınıfsal Bir Bakış, sf.201

[8] Gürüz, K., Şuhubi, E., Şengör, C., Türker, K., Yurtsever, E.(1994), Türkiye’de ve Dünyada Yükseköğretim, Bilim ve Teknoloji, https://www.tusiad.org/tr/yayinlar/raporlar/item/8926-turkiyede-ve-dunyada-yuksek-ogretim-bilim-ve-teknoloji-raporu (Erişim Tarihi: 12.11.2019)

[9] Emin, Y. (1997) 1997’de gençliğin gündemiÖzgürlük Dünyası, 84, https://ozgurlukdunyasi.org/arsiv/374-sayi-084/1509-1997de-gencligin-gundemi (Erişim Tarihi: 8.11.2019)

[10] Uzunyayla ve Ercan, Türkiye’de Eğitim Sistemine Yönelik Yeni Talepler ve Yeni Aktörlere Sınıfsal Bir Bakış, sf.204

[11] Türk Sanayicileri ve İş Adamları Derneği, Eğitim ve Sürdürülebilir Büyüme, sf. 4, https://www.tusiad.org/tr/yayinlar/raporlar/item/3611-egitim-ve-surdurulebilir-buyume-turkiye-deneyimi-riskler-ve-firsatlar (Erişim Tarihi: 11.11.2019).

[12] Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu, Haziran ’06 ’07 Faaliyet Raporu, sf. 15, http://www.turkonfed.org/tr/detay/178/turkonfed-2006-faaliyet-raporu/ (Erişim Tarihi: 11.11.2019).

[13] Uzunyayla ve Ercan, Türkiye’de Eğitim Sistemine Yönelik Yeni Talepler ve Yeni Aktörlere Sınıfsal Bir Bakış, sf. 205

[14] Uzunyayla ve Ercan, Türkiye’de Eğitim Sistemine Yönelik Yeni Talepler ve Yeni Aktörlere Sınıfsal Bir Bakış, sf.218

[15] Eğitimin egemen sınıflar eliyle dönüşümünün elbette farklı yönleri de mevcut. AKP’li yıllarda gittikçe kurumsallaşan dini eğitim meselesi; eğitimin dinci-gerici değerlere göre dizayn edilmesi, içeriğinin dogmatik görüşlerle şekillendirilmesi, tarikat/dinci yapıların örgütlenmesine açık hale getirilmesi vb. de bu yönlerden biri ve kuşkusuz önemsiz değil. Ancak yazı genel hatlarıyla eğitim-sanayi-sermaye ilişkisini incelediği ve ‘eğitimin gericileştirilmesi’ meselesi başka bir tartışma-incelemeyi hak ettiğinden üzerinde durulmamıştır.

[16] Kurul, N. (13 Haziran 2019) “İyi düşün iyi olsun hali: 2023 Eğitim Vizyonu ve ortaöğretim tasarımı”, Gazete Duvar, https://www.gazeteduvar.com.tr/forum/2019/06/13/iyi-dusun-iyi-olsun-hali-2023-egitim-vizyonu-ve-ortaogretim-tasarimi/ (Erişim Tarihi: 11.11.2019)

[17] 2023 Eğitim Vizyonu, sf. 54, http://www.ogretmenx.com/2023_VIZYON.pdf (Erişim Tarihi: 8.11.2019)