Yusuf Akdağ
“Demokratik haklar” sorunu, günümüzde, hemen tüm kapitalist ülkelerde ve genel olarak uluslararası alanda sorundur: Sadece tekelci kapitalizm dünyada el atmadık alan bırakmadığı için değil. Sadece pazar ve etki alanları üzerine emperyalist rekabetin kızışmasıyla bağlı siyasal-askeri saldırganlık hız ve yoğunluk kazandığı için de değil. Emperyalist olsun olmasın tüm kapitalist ülkelerde sermayenin merkezileşmesi ve yoğunlaşmasının devasa boyutlarda gerçekleşmesine de bağlı olarak mali oligarşinin artan gücü, tarihsel olarak ömrünü doldurmuş klasik burjuva demokrasisini (serbest rekabetle uyumlu ve zamandaş), bu daha dar ve en üst sermaye tekelinin çıkarlarını ifade edecek şekilde darlaştırır ve Lenin tarafından ifade edildiği üzere siyasal gericilik, tekellerin iktisadi çıkar ve hakimiyetleriyle bağdaşır biçimde baş köşeye oturtulurken, burjuva diktatörlüğünün bu biçiminin her bir ülkedeki şekillenişi farklılıklar göstermiş, ancak ona karakteristik özelliğini veren sınıfsal çıkar tümü açısından belirleyici olmuştur. Karşıt sınıfların mücadelesine bağlı olarak, aralarında kapitalist emperyalizmin Almanya ve İtalya gibi ülkelerinde milyonlarca emekçinin katline, kültürel yıkıma ve uluslararası alanda gericileşmeye götüren sonuçlarıyla belirgin faşist biçimler alan, sonraki yıllarda da özellikle Amerikan emperyalizmi koruması ve desteğinde bir düzineyi aşkın bağımlı ülkede iş başına gelen faşist diktatörlükler, burjuva karakteriyle demokrasi ve demokratik haklar sorununun gündemde olması ya da kalmasını nedenleyen uluslararası ve ulusal ölçekli gelişmeler içinde yer almıştır.
Burjuva demokrasisi burjuvazinin sınıf hakimiyetinin ifadesi olmasına, bu sınıfın hakimiyeti koşullarında demokratik hak ve özgürlüklerin, sistem içi hak ve özgürlükler sınırlarında olmakla kalmayıp tekelci hakimiyet nedenli olarak daha da biçimsel hale gelmiş olmasına rağmen, bu karakterli haklar için mücadele, işçi sınıfı ve emekçilerin siyasal değil sadece iktisadi-sosyal mücadelelerinin de konusu olmaya devam etmiştir. “Sol” sapmalar ve sağ uzlaşmacı liberal teslimiyet politikaları bir yana bırakıldığında, sömürüden kurtuluş hedefine bağlanmış sosyalistler açısından, işçi sınıfı ve emekçilerin acil talepleri -iktisadi-sosyal ve politik- için mücadele; bu bağlamda olmak üzere demokratik özgürlükler sorunu aktüel olmaya devam etmiştir.
- yüzyılın ilk çeyreğinin bitimine çok da zaman kalmayan günümüzde, ister burjuva demokratik koşulları yaşamış ABD ve Batı Avrupa ülkeleri, ister tekelci kapitalizm koşullarında burjuva demokratik devrimler sürecine girmiş ve “demokrasi”leri kör-topal ve biçimsel kalmış ya da olan ülkelerde, isterse Ortadoğu-Afrika’nın monarşist-feodal despotizmlerinde olsun, burjuva demokratik özgürlükler sorunu, yine -ve eğer illaki söylenecekse yeniden aktüel öncelikli mücadele sorunu haline gelmiştir. Böyle olmasında, sosyalizmin yenilgisinin ve işçi sınıfının uluslararası hareketinin sermaye ve gericilik tarafından ve işçi hareketi içinde burjuvazinin çıkar ajanlığını üstlenmiş işçi aristokrasisinin (sendikal bürokrasi dahil) işbirliğiyle geriye atılmasının özel bir payı vardır. Bundandır ki, sermaye hakimiyetine son verilmesi programatik hedefiyle karşı karşıya olunan bu ülkeler proletaryası, bu hedefinden kopmaksızın, burjuva demokratik haklar için mücadeleyi asla ihmal etmeme ve yürütme acil göreviyle yüz yüzedir.
Türkiye gibi ülkelerde ise, “demokratikleşme serüveni” farklı bir seyir izlemiştir. Demokratik haklar için mücadelenin Türkiye’de neden hala önemli olduğu sorunu -üzerine çokça yazıldığı akılda tutularak söylenirse- bu kısa makalenin ‘konu girişi’ni oluşturuyor. Bu konu, 24 Haziran “Türkiye Başkanlık Sistemi” ve artık burjuva diktatörlüğünün “asma yaprağı” olma işlevi dahi sakatlanmış “parlamento” seçimleri dolayısıyla yeniden ve daha popülerlik kazanmış haliyle gündemdeki yerini ve de önemini koruyor. Ancak demokrasi sorunu ve bu sorun üzerine bir tartışma bizim açımızdan özel olarak işçi sınıfı ve kent-kır emekçilerinin hak ve özgürlükleriyle bağlıdır. Yani bu sorun, burjuva sınıf diktatörlüğü ve tekelci gericiliğin hakimiyeti koşullarında küçük burjuvazi, ezilen ulus(lar), cins(iyet)ler, dini-mezhebi azınlıklar dahil toplumun çeşitli diğer kesimlerine yönelik tekelci baskı ve saldırganlık olarak belirginleşen siyasal-iktisadi ve kültürel tekele karşı mücadele gibi daha geniş kapsamlı bir sorun olmasına rağmen, sosyalistler, toplumun hangi kesimini hedefliyor olursa olsun siyasal baskının her türüne karşı mücadeleyle yetinmeyecek, proletarya ve emekçilerin siyasal demokrasi mücadelesinde eğitim görmeleri için çaba gösterecek, ama hem de, ve özel olarak bu mücadelenin burjuva demokratik karakterdeki hakların kazanılması sınırlarında kalmaması; halk için demokrasi olarak gerçekleşmesi; halkın demokratik egemenliğine dayanan halk iktidarı aracıyla uygulanabilir bir demokrasi olması için çaba gösterirler. Sosyalistler demokrasi ve siyasal özgürlükler sorununu bununla da sınırlamazlar. Onun, ekonomik-sosyal temel ve dayanaklarıyla ancak proletaryanın sosyalist iktidarı ve sistemine geçişle gerçekliğe kavuşabileceğini bilerek, proletaryanın bu hedefle bağlı mücadele hattında ilerlemesi için çaba gösterirler.
Yukarıdaki açıklamadan başlıca üç unsur öne çıkar. İlki, Türkiye’nin Batı türü bir demokratikleşme sürecine (yani feodalizm-kapitalizm; feodal aristokrasi-burjuvazi çatışmasının ürünü bir burjuva demokrasisi) tekelci kapitalizm koşullarında adım atması, işçi sınıfı ve emekçilerin mücadele gücünü oluşturdukları toplumsal gelişmenin ürünü bir demokratikleşme ve onunla bağlı burjuva hak eşitliğinin gerçekleşmeyip, ülkenin sosyo-iktisadi koşullarından da güç alan antidemokratik gerici karakteriyle biçimsel haliyle -ve bazen de askeri-sivil faşist biçimler alarak- bir “demokrasi” olmasıdır(!). Bu durum, içeriği burjuva demokratik olan haklar (örnek olsun ulusal tam hak eşitliği, kadın-erkek hak eşitliği, dinin devlet eliyle toplumsal dayatılmasının reddi, vb. gibi) için mücadeleyi zorunlu kılar. İkincisi, bu ilkiyle bağlı talepler üzerinden gelişen demokratik haklar mücadelesinin araç ve yöntemlerini, çeşitlilik ve yeni biçimlerle zenginleştirilmiş olarak yürütülmesinin ihmal edilemezliğidir. Parlamenter biçimler bu kapsamda yer alırlar ve örnek olsun, sosyalistlerin burjuvazinin iki yüzlüce de olsa “halk iradesine baş vurma”ya yöneldikleri her durumda, işçi-emekçi mücadelesinin gelişme düzeyini ve güçler ilişkisini hesaba katan somut koşullar değerlendirmesiyle bağlı seçim ittifakları oluşturma, seçimlere bağımsız adaylarla katılma ya da koşulları oluştuğunda “boykot” taktiğine baş vurmaları, bu duruma bağlı olarak gündeme gelir. Üçüncüsü, ilk ikisinin de bağlandığı halk egemenliği ve proletarya iktidarı hedefiyle belirlenmiş mücadelenin kapsam ve içeriğinin burjuva sınırları aşması gerekliliğini açıklar. Gerçekleşmesi, gerçekleştirilmesini garanti edecek devrim ve iktidarın alınmasıyla bağlıdır. İşçi sınıfı ve kent-kır emekçileri başta olmak üzere halk yığınlarının bütün yönetim işlerini doğrudan ve temsilcileri aracıyla ele almalarını sağlayacak halkın dolaysız egemenliği; her kademedeki temsilcilerin gerektiğinde değiştirilmeleri ve görevlerinden geri alınmalarının yine halkın kendisinin iradesinde olduğu demokratik bir iktidarı ifade eder. Emperyalist gericiliğe karşı ülkenin bağımsızlığı, ekonomik ve diğer her türden bağımlılığa son verilmesi, tekellerin mülkiyetindeki varlığa el konması, çözülmemiş burjuva demokratik karakterdeki toplumsal sorunların çözümü, vb., bu iktidar aracıyla gerçekleştirilerek proletaryanın devrimci iktidarına yol alınır.
***
Türkiye işçi sınıfının Marksist-Leninist partisi, 24 Haziran seçimlerinde izlenecek politik taktiğini, işçi ve emekçilerin devrimci iktidarı hedefiyle bağlanmış, ve içinde bulunulan politik-iktisadi ve sosyal koşullarda halkın yararına olan, somut talepleri için mücadeleyi ilerletici işlev gören bir tutumu esas alarak belirledi. İşçi sınıfı ve emekçilerin yararına olanın burjuvazinin çeşitli klikleri ve politik fraksiyonları arasında tercih yapmak olmayıp, halkın kendi demokratik egemenliği için mücadeleyi sürdürmek olduğunu propaganda ederken, ülkenin içinde bulunduğu koşullarda, demokratik haklar mücadelesini ileriye götürecek taleplerle HDP’yi ve “Cumhurbaşkanı” adayını destekleme tutumu izledi. Taktik platformunun ve somut talepler mücadelesinin bağlandığı acil görevler programı doğrultusunda ve sosyalist hedeflerinden kopmaksızın, emperyalizm ve tekelci gericiliğin çıkarlarını en rafine biçimiyle temsil eden siyasal-askeri saldırganlık merkezine karşı, işçi-emekçi mücadelesini ilerletecek bir çalışma yürüttü. Bu tutum ve izlenen taktik politika, halkın demokratik egemenliği ve sosyalizm için mücadele program ve politikasına; sermaye diktatörlüğüne son verilmesi ve işçi -emekçi iktidarının kurulması hedefiyle bağlıydı. Başka biçimde söylenirse, asıl hedefe varmak için geçilmesi gereken yol ve elde edilmesi bu hedefe varışa hizmet edecek yöntem, araç, mevzi ve kazanımlar arasında kurulması zorunluluk gösteren bağ, bu taktik politikayla ve bu politikada somutlanmış oluyordu.
Tekelci sermayenin ve mali oligarşinin yoğunlaşmış ekonomik, siyasal ve askeri zorbalığının “tekel”ci bir siyasal iktidar eliyle yığınlara dayatıldığı koşullarda, proletarya ve emekçilerin yararına olan, kapitalist sömürü ve burjuva sınıf egemenliğinden kurtuluş mücadelesiyle, aktüel en önemli sorun ve görev olarak öne çıkan siyasal gericiliğin yoğunlaştırılmasına ve merkezi devlet iktidarının despotik zorbalığına karşı barikat örme -bunun gerektirdiği ittifaklar, güç ve eylem birliklerinden geri durmayarak- ve mevzii kazanımlar için mücadeleyi birleştirmekti. Sınıf partisi, işçi ve emekçilerin taleplerini ve kitle hareketinin ihtiyaçlarını gözeten, mücadeleyi ilerletici bir politik çalışmayla buna uygun düşen bir tutum içinde oldu. Siyasal gericiliğin yoğunlaştırılmasına; tekelci-oligarşik zorbalığa karşı demokratik haklar mücadelesini ilerletecek ittifaklar için gösterdiği çabaya uygun pratik içinde oldu (HDP’yi destekleme) ve aynı zamanda sosyalist amaçlarıyla bağlanmış halkın demokratik egemenliği için mücadele gerekliliğini propaganda çalışmasını sürdürdü. Bu gerekliydi çünkü, sermaye tekelinin hakimiyetinde daraltılmış, budanmış ve esas olarak ancak emekçilerin mücadelesiyle elde edilebilir olan, buna rağmen ama yine de her fırsatta kısıtlanarak biçimselleştirilmesi mümkün burjuva demokratik hak ve özgürlükler, emek gücünün sömürülmesine engel olmadıkları gibi, sermaye tekelinin çıkarlarıyla bağlı olarak siyasal gericiliğin yoğunlaşması, yönetimin oligarşik merkezileşmesi ve şimdi Türkiye’de olduğu üzere burjuva yönetim aygıtının “milletin isteği” üzerine riyakar söylemler eşliğinde “Tek-el”de toplanmasına da engel oluşturmazlar. Bu bir yana, sermayenin çıkarlarının en üst düzeyde ve merkezi olarak temsili ve korunmasını ifade eden burjuva devletinin demokratik biçimleri de proletarya ve emekçiler üzerinde diktatörlüktürler ve bu türleri dahil burjuva devlet iktidarlarına son verilmesi, halk iradesinin gerçekleşmesinin, proletaryanın sınıf çıkarları ve emekçilerin haklarının korunmasının asgari gerekliliğini oluşturur. Emperyalizme bağımlılık ilişkilerinin devam ettiği, burjuva demokratik hakların kırıntısından bile artık söz edilemeyecek bir siyasal yönetim biçiminin oluşturulmakta olduğu bir ülkede, ezen ulus şoven milliyetçiliğiyle dini ideolojik dogma ve yönlendirmeyle yığınların küçümsenemez bölümünün tekelci sermayenin çıkarlarına yedeklenmeye sürüklendikleri somut siyasal koşullarda, emekçilerin karşı karşıya oldukları tehlikeleri açıklayan, ve buna karşı yığınların sosyo iktisadi talepleriyle bağlanmış demokratik haklar mücadelesini öne çıkaran bir politika izlenmeden ve bu politika pratikte yığınlarla buluşarak onların hareketinde maddi bir değiştirici güç durumuna dönüşmeden, bulunulan durumdan ileriye doğru devrimci bir “çıkış” mümkün değildir. Emperyalist bağımlılık ilişkilerine ve tekelci burjuvaziyle büyük toprak sahiplerinin egemenliğine son verme hedefiyle bağlanmış demokrasi ve demokratik haklar mücadelesi ancak böylesi bir mücadele hattında yürünerek ilerletilebilir. Burjuvazinin sınıf diktatörlüğü altında büyük acılar çeken ve demokratik talepleri zor yoluyla bastırılan halk kitlelerinin kendi iktidarlarına giden yol ancak böyle açılabilir. Halk iradesi ancak kendi iktidarı aracıyla egemenliğini sağladığı koşullarda, gerçekten belirleyici ve açık hale gelmiş olur. Burjuva iktidarı yerine halkın dolaysız iktidarı, burjuva demokrasisi yerine halk demokrasisi; demokrasi halk açısından ancak bu durumda somutluk kazanır. Bu mücadele ve bu iktidar istemi, işçi sınıfının kent-kır emekçileriyle birlikte kapitalist sömürü sistemine son vererek inşaya girişeceği sosyalizm hedefine, sosyalizm için mücadeleye bağlanmıştır. İşçi sınıfının hazırlığı ve emekçilerle ilişkisinin düzeyi tarafından belirlenecek iktidar mücadelesinin başarısı için, bu adım hazırlayıcı ve güçlendirici işlev görecektir.
Sınıf partisinin seçim taktiği ya da somut acil talepler mücadelesi bu daha genel olan ve esası oluşturan hedefe bağlanmıştır. HDP’nin desteklenmesi, onun programatik platformunun ve demokrasi anlayışının benimsenip bütünlüğü içinde savunulmasından farklı olarak, tekelci gericiliğe ve “faşişt bir rejimin inşası”na karşı, ezilen ulusun demokratik karakterdeki hareketiyle, işçi ve emekçilerin geniş kesimlerinin demokratik taleplerinin savunusu arasında kurulan bağ üzerinden somutlanan bir tutumu ifade eder. Eğer istenirse bu, devrim ve iktidar hedefiyle bağlı bir mücadele hattında yürüyen partinin, demokratik reformlar için mücadelede, bu potansiyele sahip güçlerle ittifak ya da işbirliği olarak da ifade edilebilir. Bu tutum ve bu politika, sosyalizm savunusuna ve sosyalizm mücadelesine hizmet eder ve halk demokrasisi için güçlerin birleştirilmesi ihtiyacıyla da bağlılık gösterir. İşçi sınıfına ve halk kitlelerine düşman olan sermaye diktatörlüğüne ve emperyalist-tekelci gericiliğe karşı mücadelenin ihtiyaçlarına uygun düşen bu politika, ülkenin somut koşullarında tek devrimci politika olmuş; HDP’nin “barajın altında bırakılması” gerici taktiğinin başarısız kalması yönünden de işlevli olmuştur.