Aysel Ebru Okten
Giriş
Suriye’de 2011 yılında başlayan iç savaş milyonlarca insanı yerinden etti. Komşu ülkeler başta olmak üzere mülteciler[1] için zorunlu bir göç süreci başladı. Türkiye, bu süreçte en fazla mülteciye ev sahipliği yapan ülke olarak öne çıktı. Resmi rakamlara göre, Türkiye’de yaklaşık 3,6 milyon Suriyeli mülteci bulunuyor. Ancak, Suriye’deki savaşın seyri değiştikçe, nihayetinde Esad’ın düşüşü sonrasında, Suriyelilerin geri dönüşü tartışmaları da gündeme geldi.
Siyasi Atmosfer: Suriye’de Ne Oldu?
Yaklaşık 14 yıl boyunca süren Suriye Savaşı, yaklaşık 10 günlük bir süre içerisinde HTŞ’nin zaferi ile sonuçlandı. Süreç, gelişmeleri yakından takip edenler için adeta bir devir teslim töreni gibi oldu. Ülkenin yönetimini ele geçiren eski El Kaideci Heyet Tahrir el-Şam birlikleri Colani liderliğinde, diğer ülkelerle diplomatik ilişkilere başlama evresine geldi. Suriye savaşının bitmesi, Esad yönetiminin son bulmasında adeta bir kahraman gibi sunulan Colani ve cihatçı silahlı örgütünün yönetimi devralması, elbette Lübnan, İsrail, Ukrayna savaşları ve emperyalist devletlerin bölge hedeflerinden bağımsız ele alınamaz. HTŞ ile birlikte cihatçıların bölgede güç kazanması, sadece Suriye değil tüm bölge için emperyalistler ve bölgenin gerici güçleri tarafından yaratılan tahribatın ve yeni çıkmazların da habercisi durumunda. Dosya konusu itibariyle Suriye’nin siyasi atmosferine dair yazılar/değerlendirmeler olacağı için bu başlığı uzun tutmadan yazımızın asıl konusu olan Suriyelilerin geri dönüşü tartışmasını geçebiliriz.
Geriye Dönüş: Suriyeliler Geri Döner Mi?
İçişleri Bakanlığı’nın açıklamasına göre, Türkiye’de geçiçi koruma kapsamında güncel olarak 2 milyon 901 bin 478 kişi yaşıyor. Aralık 2023’e göre bu sayıda 310 bin civarında bir azalma olduğu görülüyor.[2]
Esad’ın devrilmesi sonrasında geri dönenler bu sayıya dahil olmakla birlikte, son bir yılda, geri gönderme merkezlerinde tutulmalar, “isteğe bağlı” geri dönüş evraklarının zorla imzalatılması, kentlerde artan yoksulluk, pogroma varan şiddet, Suriyelilerin geri dönüşünde diğer önemli etkenler oldu. İletişim Başkanlığı’nın Aralık 2024 tarihli açıklamasında İçişleri Bakanı Yerlikaya, 25 binden fazla Suriyelinin Suriye’ye geri döndüğü bilgisini verdi.[3]
Dolayısıyla sayıları neredeyse 3 milyon olan Suriyelilerin geri dönüşüyle ilgili açıklanan resmi rakamlara bakıldığında, kitlesel bir dönüş olmadığı ortada. Bununla birlikte Esad’ın düşmesi sonrasında Suriyelilerin yoğun yaşadığı kentlerde kutlamaların yapıldığı, mikrofonlar uzatıldığında “Türkiye’ye teşekkür ederiz ama vatan gibisi yok”, “bir an önce geri döneceğiz” diyerek çoşkularını dile getiren kişilerin de olduğunu gözlemlendi. Coşkunun asıl nedeninin Esad’ın gidişi olduğunu ise, görüştüğümüz Suriyelilerden sıklıkla duyduk. Bu noktada geriye dönüşün birçok dinamiği bünyesinde taşıdığını belirtmek gerekir. Zorunlu göçün bir tarafı olan Türkiye, “ensar” ve “muhacir” söylemleri ile bir yandan Suriyelilere “kucak” açsa da, milyonlarca insanın Türkiye’de açlık ve sefalet koşullarında en altta yaşamaya çalıştığını biliyoruz.
Türkiye’de yaşayan Suriyeli nüfusu içerisinde Halepliler ağırlıkta. 1 milyon 239 bin kişinin Halepli olduğunu, ikinci sırada ise 187 bin kişi ile İdliplilerin geldiği İçişleri Bakanlığınca açıklanan verilerden biri. Toplam nüfus içerisinde yüzde 61’in Halepli olduğu gözetildiğinde, Halep’in inşasının geri dönüşteki önemi de büyüyor. Haleplilerin büyük kısmı Sünni Arap olsa da, El Kaide devamcısı HTŞ güçlerinin kuracağı ülkede cihatçı bir yönetim anlayışını tümüyle benimsemediklerini, bu noktada Türkiye’de yaşayan Suriyeliler için cihatçı bir yönetimin genelde bir kaygı oluşturduğu söylenebilir. Görüştüğümüz Suriyelilerin geri dönüş için iki temel kaygıyı hissettiği görülüyor. İlki, Türkiye’de çocukları Arapça bilmeyen ve okula devam eden ailelerin yarı Türkiyeli olmuş çocukları için Türkiye üzerinden kurdukları gelecek planları. Türkiye’de ortalama her yıl 100 bin Suriyeli bebek doğuyor. 2011’de buraya gelmiş aileler açısından burada doğmuş çocukları neredeyse lise çağına gelmiş, hiç Suriyeyi görmeden büyümüş ve çocukluğunu burada geçirmiş. Bu aileler için çocukların durumu geri dönüş tartışmasında başat unsurlardan biri.
İkinci kaygı ise, burada bir yaşam kurmuş olanların geriye dönmek için benzer bir yaşamı Suriye’de yeniden kurup kuramayacağını henüz öngörememesi. Bunu garanti altına alıp dönmek istemesi. Döndükten sonra işsiz, topraksız kalacak olanlar için tablo Türkiye’de kalmaktan yana. Bununla birlikte, henüz Colani yönetiminin icraatlarının tam olarak netleşmemesi, cihatcı bir yönetim anlayışının neleri getirebileceği, Suriye’de günlük yaşantının nasıl seyredeceği, iktisadi temeller kadar siyasi olarak da nasıl bir gelecekle karşılaşacakları Suriyeliler için geri dönüşte temel soru işaretlerinden. Ayrıca 2011’den bu yana 230 bin Suriyeli Türkiye’den vatandaşlık aldı. Vatandaş olanlar açısından İsrail saldırıları, HTŞ’nin yönetim anlayışı, Suriye’nin üçe ayrılmış bölgesel yapısı gibi gelişmeler geriye dönüşlerde soru işaretlerini büyütüyor.
Tüm bunlara rağmen geriye dönen veya bu kararı aldığı için hazırlık yapanlar da mevcut. Geri dönüşler çoğunlukla Halep’e yakın olması nedeniyle Cilvegözü Sınır Kapısı’ndan gerçekleşti. İlk etapta genç ve orta yaşlı erkekler Suriye’ye döndü. Bunda asıl maksat, Suriye’deki durumu kontrol etmek, geri dönüş koşullarının olup olmadığını anlamak, varsa ev ya da toprağın durumunu öğrenmek ve buna göre aileleri ile birlikte dönüp dönülemeyeceğine karar vermek. Şimdiye kadar az sayıda olsa da aile olarak geri dönüşlerin gerçekleştiği sınırdaki gazetecilerden kamuoyuna yansıdı. İçişleri Bakanlığı’nın beklentisi ise, çocukların okullarının tatile girmesi ya da mezuniyetiyle birlikte yaz aylarında geriye dönüşlerin artması. Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın geriye dönüşü arttırmak için 3 geçiş izni hakkı tanıması da geçişleri arttıracak diğer bir düzenleme oldu. Sınırdan geçişlerde önemli bir nokta, geçişlerin kimlik belgeleri teslim edilerek ve parmak izi kontrolüyle yapılması. Eğer bir suç durumu var ise geriye dönüşe izin verilmediği de biliniyor. Eli kanlı cihatçı çeteleri sınırlardan güle oynaya alan iktidar, geriye dönüşlerde suça bulaşmış olanlara dair bir “hassasiyet güttüğünü” her fırsatta belirtiyor.
Geri Dönüşün Tarihsel Bağlamı
Geri gönderme tartışmaları yakın tarihin önemli bir bölümünde sıcak bir konu olmuştur. İkinci Dünya Savaşı sonrasında özellikle Doğu Avrupa ülkelerinden batıya göçen gruplar üzerinden sürdürülen tartışmada, 1951 yılında imzalanan Mültecilerin Statüsüne ilişkin Cenevre Sözleşmesi’nin “geri göndermeme” ilkesine referans verilmiş, ancak çoğunlukla sözleşmenin asli kararlarını yok sayan yeni kararlar alınmıştır. 1970’li yıllardan itibaren neoliberal politikaların hız kazanması ile Batı’da göçmenlere duyulan ihtiyaç güvencesizlik ve “kullan-at” işleyişinden öteye geçememiştir. Göçmenler ile birlikte yaşam ve “entegrasyon” gibi sözleşmenin de ortaya koyduğu ilkeler bir kenara bırakılmıştır. Bunun yerine kaynak ülke (göç veren) içinde ve sınır bölgelerine yakın “güvenli bölgelerde” geçici koruma modeli ile göçün geçiciliği üzerine bir plan kurgulanmıştır.[4]
İlerleyen yıllarda batıda yükselen terör eylemlerinin giderek göçmen topluluklar ile eşleştirilmesi ve genelleştirilmesi, göçmenlerin sürekli olarak kriminalize edilmesine neden olmuştur. Bu noktada iltica rejimlerinde güvenliği önceleyen dışlayıcı politikalar öne çıkmış, kalıcı çözümler bir kenara bırakılmıştır. Kalıcılıktan geçiciliğe, sosyal haklar, vatandaşlık gibi unsurlardan dışlayıcı ve geri dönüş odaklı politikalara dönüş gerçekleşmiştir.[5] Bu durum da göçmenleri Geri Kabul Anlaşması gibi anlaşmalarla sınırlarda muhafaza etme, Avrupa’nın hemen dışındaki ülkeleri Avrupa devletlerinin bekçisi yapma, bu ülkeleri de göçmenler için bekleme odasına dönüştürme sürecini beraberinde getirmiştir.
Türkiye de Suriyeliler için adeta bir bekleme odasına dönüştürülmüş, geçiçi koruma rejimi ile milyonlarca insan “geçicilik” belirsizliğiyle 14 yıl boyunca ülkede “misafir” edilmiştir. Bu “misafirliğin” artık bir an önce son bulması talebi ise, Avrupa’da olduğu gibi Türkiye’de aşırı sağın ana siyasi söylemlerinden biri olmuş, fakat durum yalnızca aşırı sağ ile değil kendilerini demokrat kabul eden çevrelerden zamanında zorunlu göçe maruz kalmış kimselere kadar pek çok çevrede etkili olmuştur. Ana muhalefet partisinin seçim söylemlerinden biri olan “bir günde davulla zurnayla geri göndeririz” sloganlarına kadar gelinmiştir. CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in 24 Nisan 2024 tarihinde Gazeteci Şaban Sevinç’e “CHP’nin sığınmacı politikası, sığınmacıların ülkelerine geri gönderilmeleri üzerine. Entegrasyon politikamız yok” sözleri meseleye dair sundukları çözümün kapsamının geri göndermekten öteye geçmediğini göstermektedir.[6]
Bu noktada insan onuruna yakışan, güvenli ve gönüllü bir geri dönüşün nasıl olacağı tartışması önem kazanmaktadır. Göçmenlerin geri dönüş kararının gönüllü olmasının en başat belirleyicilerinden biri, göç ettikleri ülkelerin onları geri kabul edebilecek bir durumda olması ve bu geri dönüşü istemesidir.[7] Ancak böyle bir durumda gerçekleşen bir geri gönderme sürecinde geri dönüş kararlarının fiziksel, hukuki, sosyal ve psikolojik güvensizliğin olmadığı bir ortamda verildiği ve göçmenlerin bir baskıya maruz kalmadan gelecekleri hakkında karar verebildiği bir durumdan söz edilebilir. Bu tanımın kendisi uluslararası alanda kabul gören gönüllülük derecesidir. Mülteci konumunda oldukları ülkede düşmanca, dışlayıcı bir tutuma maruz kalmalarından dolayı geri dönmek istemeleri ise, geri dönüşe isteksiz bir biçimde karar vermelerine ve baskıya maruz kaldıklarına işaret eder. Bu gönüllü geri dönüşe zorlama hali olarak kabul edilir. Bu durum, fiziksel olarak gözaltına alınarak zorla sınır dışı edilmeye kadar gelebilir. Bahsettiğimiz bu olgunun Türkiye için benzerliği ise, Suriyeliler için Esad’ın düşmesinin hemen öncesinde sıklıkla “gönüllü geri dönüş” formlarının imzalatıldığı, işkence ve zora dayalı bir biçimde Geri Gönderme Merkezlerinde tutulma, fiziksel gözaltılar yoluyla sınıra gönderilme ve sınır dışı edilme şeklinde gerçekleşmekteydi. Aslında iktidar, muhalefetten farklı gibi görünse de, binlerce mülteciyi zaten zorla gönderiyordu. Bu operasyonlar “Türkiye’nin Huzuru” adı altında İçişleri Bakanlığı tarafından sıklıkla paylaşılıyordu.
İktidar dışı odakların geri gönderme konusundaki söylemleri “insanlık dışı” olarak kabul edilmekle birlikte “onlar istediklerini desinler, biz göndermeyeceğiz” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, tam olarak bu söyleminden iki hafta kadar sonra “Türkiye’de Ulusal Destekli Gönüllü Geri Dönüş Mekanizmasının Desteklenmesi” (NAVRR) projesinin açılış toplantısını gerçekleştirerek gönüllü geri dönüşü desteklediğini ifade etmişti.[8] 3 Mayıs 2022’de ise, İdlib’de inşaatı tamamlanan briket evlerin teslim törenine video mesajla katılarak “Güvenli bölgelere 500 bin Suriyeli geri dönüş yapmıştır. Briket evler, bu adımlardan biriydi. 1 milyon Suriyeli kardeşimizin gönüllü geri dönüşünü sağlayacak yeni bir projenin hazırlıkları içindeyiz” diyerek geri dönüşlerin devam edeceğini söylemişti.[9] Geri dönüşlerin Türkiye sermayesi için, nasıl bir fırsata çevrileceğinin anlaşılması açısından briket evler projesi bir işaret olarak kabul edilebilir.
Onurlu, Gönüllü ve Güvenli Bir Geri Dönüş Mümkün Müdür?
Onurlu bir geri dönüşün olabilmesi için insan haklarına uygun bir süreç işletilmesi elzemdir. Şiddet ve tehdit ortamının ortadan kalktığı, kişi güvenliğinin sağlandığı, geriye dönüş koşullarının hukuki temellerde yürütüldüğü, insan hakkı ihlallerinin ortadan kaldırılması için bağımsız bir yargı sürecinin işletildiği, sağlık, barınma, eğitim gibi temel ihtiyaçların karşılandığı, kamu hizmetlerine erişim, insani çalışma koşullarına uygun çalışabilme hakkı gibi hakların güvenceye alındığı koşullar olması önemli. Türkiye’deki Suriyelilerin geri dönüşteki en büyük kaygıları da yukarıda belirttiğimiz insani koşulların sağlanması açısından duyulan kaygıdır. Elbette bu koşullar Türkiye’de de yok. Ancak, Suriyeliler uzun yıllardır Türkiye’de yaşamanın vermiş olduğu belirli bir rutine sahipler. Suriye ise tam bir belirsizlik içerisinde. Birçok Suriyeli geriye dönüşte nasıl bir yönetim altında yaşayacaklarını, ülkede güvenliğin ne kadar sağlanabildiğini veya savaş ihtimali gibi konularda endişe taşıyor. Suriye’ye döndüğünde elektriksiz, altyapısız, suya erişimin kısıtlandığı kentsel koşullarda yaşamanın zorlukları geri dönüş konusunda kaygıların yükselmesine neden oluyor. Eğitim ve sağlığa ulaşabilme gibi kamu hizmetlerinden yararlanma konusunda da Suriye’de henüz bir aşama kaydedilemediği ortada. Tüm bu sorunlar varken Suriyelilerin hızlıca, kitleler halinde geri döneceğini beklemek ise, iktidar ve “muhalif” çevreler açısından bir hayalden öteye geçemeyecektir.
Günümüz dünyasında 30’un üzerinde uzun süreli mültecilik durumu yaşanmaktadır.[10] Bu mültecilik hallerinin ortalama süresi son on yılda neredeyse iki katına çıkmıştır. Uzun yıllar süren mültecilik durumlarında geriye dönüşler azalmaktadır. Suriyelilerin uzun süreli mültecilik hallerinden dolayı çeşitli nedenlerle geri dönüşleri beklendiği kadar olmayacaktır. Geri dönüş örneklerinde uzun süreli mültecilik durumlarını yaşayanların geri dönüşlerinin çok daha sorunlu ve daha az sürdürülebilir olduğu görülmektedir.
Geri Dönüşün Ekonomisi: Suriyelier Giderse Ne Olur?
Geri dönüş tartışmasında en başat feveranlardan biri, “peki şimdi bizim patronlarımız ne yapacak” oldu. Sermaye çevreleri açısından, ucuz, kayıtsız, güvencesiz, örgütsüz bir biçimde çalışan Suriyeliler giderse patronlar atölyelerini kapatır, Türkiye’nin ekonomisi kötü etkilenir biçimindeki görüşler sıklıkla ifade ediliyor. Türkiye’de yaklaşık bir milyon Suriyeli işçi var. Bu işçiler arasında yaklaşık 100 bini çalışma iznine sahip. Geri kalan büyük yekun çalışma izni olmadan kayıtsız, güvencesiz ve en düşük ücretle çalışarak yaşamlarını sürdürmeye çalışıyor. Tablonun vahameti, büyük sermayenin çıkarları doğrultusunda çalışan bir ekonomide, özellikle küçük işletme sahipleri açısından bir fırsata dönüşmektedir. Bundan dolayı kayıtsız bir biçimde onlarca insanı atölyelerinde çalıştıran patronlar için Suriyelilerin dönüşü bir felaket gibi karşılanıyor. Çünkü, yerlerine aynı kölelik koşullarını kabul edecek yerli işçi bulamayacaklarını biliyorlar.
Suriyelilerin kitlesel bir biçimde geri dönüşü bugün açısından gerçekçi değil. Yine de az çok geri dönüşlerin olması çeşitli sektörlerde Suriyelilerin yarattığı işgücü arzında kısmi düşmelere yol açabilir. Bu da, yerli işçilere az sayıda yeni iş olanağı sağlayabilir. Ancak, Suriyelilerin çalıştığı işletmelerde kayıt dışı istihdam, düşük ücret ve kölece çalışma koşulları geçerli olduğundan yerli işçilerin koşa koşa bu işlere talip olacağı şüpheli. Küçük işletmeler yoğun sömürüye dayalı olduğu için bu işletme patronlarının işçilere benzer koşulları dayatacağı söylenebilir. Tekstil sektörüne baktığımızda, binlerce işçi aynı atölyelerde yerli-göçmen demeden kayıtsız çalıştırılabiliyor. Tarım, inşaat ve ayakkabı gibi sektörlerde benzer bir tablo mevcut. Suriyeliler gibi yerli işçileri en kötü koşullarda çalışmaya razı edemediğinden, bu tür bir istihdamla ayakta duran kimi küçük işletmelerin kapanması da söz konusu olabilir. Suriyelilerin geri dönüşü ile ücret düzeylerinde artış yaşanabileceği öngörüsü ise ancak kitlesel bir geri dönüşle gerçekçi sayılabilir. Ancak bu bile işçilerin mücadelesi ile gerçekleşebilecek bir kazanım olabilir.
Suriyelilerin kitlesel geri dönüşü ile kiraların düşeceği iddiası, küçük bir gerçeklik payı olsa da doğru değildir ve yanlış bir tespite dayanmaktadır. Çünkü, Suriyelilerin hiç olmadığı ya da Suriyeli oranının diğer bölgelere göre çok düşük olduğu bölgelerde bile kiralar zaten yüksektir. Mültecilerin büyük kısmı derme çatma evlerde yaşamaktadır. Ancak kiralar ülke genelinde yükselmiştir. Kira artışlarının temel nedeni mülteci nüfusun ev kiralama talebi değil, konutun bir yatırım aracı olarak kullanılması, konut alanındaki tekelleşme, inşaat şirketlerinin politikaları, çok sayıda konutun boş tutulması ve barınma hakkının fiilen ortadan kalkmış olmasıdır. TÜİK verilerine göre, son 20 yılda hane başına en az 3 konut üretildiği belirtilmekle birlikte, Suriyeli nüfusun en yoğun yaşadığı kent olan İstanbul’da (yaklaşık 503 bin Suriyeli yaşıyor) 1 milyon 800 bin konutun boş durumda olduğu hesaplanmıştır.[11]
Ekonomiyle ilişkili bir diğer tartışma, Suriyelilerin gitmesi ile kamu harcamalarındaki azalma ile ilgili. Suriyeliler için yapılan harcamalar Avrupa Birliği üzerinden sağlanmakta, fakat harcamaların boyutları bilinmemekte ve şeffaflık sorunu yaşanmaktadır. Dünyanın neresinde olursa olsun mültecilere kitlesel olarak kapılarını açan tüm ülkelerde verilecek hizmetlerin kamu bütçesi maliyetlerinde bir artış meydana getireceği aşikardır. Fakat Türkiye gibi ülkeler bu maliyetler karşısında AB’nin sınır bekçiliğini yaparak, hem ciddi bir ekonomik destek almakta, hem de mültecilerden siyasi bir koz olarak faydalanmaktadır. Geçen 14 yılda defalarca bunun etkileri görülmüştür.
Sermaye İçin Kârlı Pazarlık: Suriye’nin Yeniden İnşası
Suriye’nin yeniden inşası için savaş sonrasında ülkenin ekonomik hattının belirlenmesi önemliydi. Yeni yönetim hızla Suriye burjuvazisinin temsilcileri ile bir araya geldi. Serbest piyasa ekonomisi kapsamında yeniden inşa için kararlar alındı. BM’nin Suriye Özel Temsilcisi Pedersen’in “Suriye’nin yeniden imarı için yaptırımların ivedilikle kaldırılması” çağrısı da emperyalist güçlerin bu pazar için heycanını ortaya koydu. Bu inşada önemli bir aktör olan ABD’den yapılan açıklamalarda ise, Suriye’ye “tanıma ve destek” karşılığında talep edilen ilkelere uyulması noktasında anlaştıkları dile getirildi. Türkiye de yeniden inşada etkili aktörlerden biri olacak gibi görünüyor. Ortaklığın temeli için çeşitli raporlar hazırlandığı biliniyor ve hükümet çevrelerinin dile getirdiği çeşitli planlar söz konusu. Suriye’deki kentlerin inşası, deniz ulaşımı, liman işletmeleri, kıta sahanlığı konusunda anlaşmalar yapılacağı, yeni ordunun eğitiminden, liman üslerinin tahsis edilmesine kadar birçok alanda Türkiye sermayesinin planlar var.[12] Suriye’nin inşasında gerekli çimento, enerji, çelik, inşaat, hazır giyim, gıda ve mobilya gibi sektörlerde faaliyet gösteren Türkiyeli şirketler Suriye pazarına hızlı bir giriş için adeta gün sayıyor. BM Kalkınma Programı Arap Devletleri Bölgesel Bürosu Direktörü Al Dardari’ye göre, Suriye 14 yılda 54 milyar dolar GSYH kaybına uğradı, nüfusun yüzde 65’i gıda güvensizliğiyle karşı karşıya ve yüzde 90’ı yoksulluk içerisinde. Ülkedeki 5,5 milyon konutun 2 milyonun yıkıldığı gözönüne alındığında Suriye’nin yeniden yapılanma ve inşa maliyetinin 400 milyar doları bulması beklenmekte. Bütün bunlar Türkiye sermayesinin iştahını kabartmakta, sektörel girişler için görüşmeler yapılmaktadır.[13]
Diğer başlıklar; Fırat’ın doğusu, Humus ve Lazkiye-Tartus aksında Türk askeri üsleri kurulması, bu üslerde verilecek askeri eğitimin Türkiye tarafından yapılması, iletişim altyapısının Türkiye tarafından kurulması, Şam’a tren yolunun canlandırılarak elektrik ağının geliştirilmesi ve limanlar arası koridorların oluşturulması, Suriye hava sahasının Türk savaş uçaklarına açılması ve SDG’nin kontrolündeki sınır kapıları, barajlar ve petrol kuyularının devrinin gerçekleştirilmesi şeklinde sıralanabilir. Türkiye’nin “güvenlik” adı altında SDG güçlerinin süreçten el çektirilmesi hususundaki ısrarı, ülke içinde Kürt Sorunu, ülke dışında yağmacı hedeflerini hayata geçirebilmesi için de hayati bir noktada duruyor.
Sonuç Yerine
Geri dönüşün hızlıca ve kitlesel bir biçimde gerçekleşmeyeceği, geri dönüşü yavaşlatan ve hatta engelleyen çok sayıda dinamiğin olduğu görülmektedir. Suriyelilerin uzun zamandır Türkiye’de ikameti, çocuklarının yerelleşmiş olması ve eğitimi, ağır sömürü koşullarına rağmen rutin iş hayatı ve en azından öngörülebilirlik, Suriye’deki belirsizlik devam ettiği sürece ülkede kalma gerekleri olarak işlevsel olmaya devam etmektedir. Ayrıca, Suriyelilerin ülkelerine dönüşü Türkiye’nin ötesinde aynı zamanda uluslararası bir gündem durumundadır. AB, BM gibi yapıların lojistik ve finansal desteği, fonlar oluşturulması, Katar, Suudi Arabistan, hatta ABD gibi ülkelerin müdahaleleri de belirleyici olacaktır. Türkiye’deki tartışmalarsa hemen tamamen sermayenin çıkarları etrafında sürmektedir.
[1] Yazıda kullanılan göçmen ve mültecilik nitelendirmeleri hukuki statü ya da Türkiye’nin imzacısı
olduğu 1951 Sözleşmesinde belirtilen tanımlamalara değil, sosyolojik tanıma referans vermektedir.
[2] Mülteciler Derneği (2025) “Türkiye’deki Suriyeli Sayısı Aralık 2024”, https://multeciler.org.tr/turkiyedeki-suriyeli-sayisi/
[3] Anadolu Ajansı (2024) “İçişleri Bakanı Yerlikaya: Son 15 günde Suriye’ye dönenlerin sayısı 25 bini geçti”, https://www.aa.com.tr/tr/gundem/icisleri-bakani-yerlikaya-son-15-gunde-suriyeye-donenlerin-sayisi-25-bini-gecti/3432689
[4] Black R. ve Koser K. (1999), “The End of the Refugee Cycle?”, in R. Black ve K. Koser (eds.), The End of the Refugee Cycle? Refugee Repatriation and Reconstruction (217), Oxford: Berghahn Books.
[5] İçduygu, A., ve Demiryontar, B. (2022), “Türkiye’de Devlet ve Suriyeli Mülteciler: Çelişkili Politikalar ve Araçsal Rasyonellik”, İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 21 (Özel Sayı), 316-334.
[6] Haberet (2024) “Özgür Özel Şaban Sevinç’e konuştu: Yeni anayasa için şart koştu”, https://www.haberet.com/gundem/ozgur-ozel-saban-sevince-konustu-yeni-anayasa-icin-sart-kostu-62976
[7] Newland, K. Ve B. Salant (2018) Balancing Acts: Policy Frameworks for Migrant Return and Reintegration, Washington, D.C.: Migration Policy Institute, https://www.migrationpolicy.org/research/policy-frameworks-migrant-return-andreintegration
[8] İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Başkanlığı (2022) “‘Türkiye’de Ulusal Destekli Gönüllü Geri Dönüş Mekanizmasının Desteklenmesi’ Projesi Açış Toplantısı Gerçekleştirildi”, https://www.goc.gov.tr/turkiyede-ulusal-destekli-gonullu-geri-donus-mekanizmasinin-desteklenmesi-projesi-acis-toplantisi-gerceklestirildi
[9] İçduygu, A., ve Demiryontar, B. (2022), “Türkiye’de Devlet Ve Suriyeli Mülteciler: Çelişkili Politikalar ve Araçsal Rasyonellik”, İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 21 (Özel Sayı), sf. 319.
[10] Loescher, G., Milner J., Newman E. ve Troeller G. (2008). Protracted Refugee Situations: Political, human rights and security implications, New York: United Nations University Press.
[11] Birgün Gazetesi (2022) “Binlerce Ev Boşken Konut Sorunu Var”, https://www.birgun.net/haber/binlerce-ev-bosken-konut-sorunu-var-381829
[12] Taştekin, F. (2025): “‘Kardeşim Şara’, Sihirli Eksen ve Riviera Budalası”, Gazete Duvar, https://www.gazeteduvar.com.tr/kardesim-sara-sihirli-eksen-ve-riviera-budalasi-makale-1754959
[13] DW (2025) “Türk Şirketleri Suriye’nin Yeniden İmarına Hazırlanıyor”, https://www.dwturkce1.com/tr/t%C3%BCrk-%C5%9Firketleri-suriyenin-yeniden-imar%C4%B1na-haz%C4%B1rlan%C4%B1yor/a-71292264