Fulya Alikoç
Gündelik dilde “kadın işçiler” ile “işçi sınıfında kadınlar” dendiğinde belirgin bir fark gözetilmiyor olabilir; her ikisinde de hâlihazırda ücret karşılığı çalışmakta olan kadınların kastediliyor olması muhtemeldir. Ancak işçi sınıfı en geniş ekonomi-politik anlamıyla sömürülebilir emek gücü kütlesi olarak tanımlandığında kapsam biraz farklılaşır. Aktif çalışan işçi nüfusunun yanı sıra; doğal nüfus artışıyla yetinmesi mümkün olmayan kapitalist birikimin zorunlu olarak yarattığı göreli aşırı/artık nüfus da, yani hem faal hem de yedek işgücü ordusundaki işçi, işsiz, yarı işçi yarı-işsiz tüm bileşenler de hesaba katılmalıdır. Bu, özellikle ezilen cinsiyet olarak kadınlar söz konusu olduğunda geçerlidir. Biraz daha açılacak olursa, “işçi sınıfında kadınlar”; emek arzında bulunan ve şu veya bu şekilde istihdam edilen işçiler, emek arzında bulunan ama istihdam edilmeyen işsizler, çeşitli sebeplerle hâlihazırda emek arzında bulun(a)mayan ama başkaca geçim araçlarından da yoksun olan potansiyel işçiler, emek gücü sunma kapasitesini yitirmiş işçiler gibi işçi sınıfının tipik bölüklerindeki kadınlardır.
Genel olarak işçi sınıfının bileşiminde bu tipik bölükler arasındaki nispi oran; daralma, genişleme ve durgunluk dönemlerinde değişir. Kapitalist birikimin bu çevrimleri, göreli aşırı/artık nüfus ya da yedek işgücü ordusu üzerinde, ayın yerküredeki okyanuslara yaptığı gibi bir medcezir etkisi yaratır, onu kitleler halinde işgücüne çeker ve işgücünden iter.[1] Ancak yine kadınlar söz konusu olduğunda, kapitalist birikimin bu genel yasasının yanı sıra özel ve belirleyici bir diğer faktör daha devreye girer: ataerki.
Kendi başına bir üretim sistemi teşkil etmeyen ve sermaye birikiminin bir uğrağı olan emek gücünün yeniden üretimi, özellikle de -erkek ya da kadın- işçinin doğumu, gündelik bakımı ve nesilsel çoğalması gibi asli uğrakları, kapitalizmin önceki toplum biçimlerinden ataerkil karakterini muhafaza ederek devralıp kendi ihtiyaçlarına uygun şekilde modifiye ettiği ailede gerçekleşir.[2] Yani işçi sınıfında kadınlar, sadece sınıfın çeşitli bölüklerinin tümünde yer almakla kalmazlar, aynı zamanda bu bölüklerin doğurucusu ve bakım angaryasının yüklenicisidirler. Bir yandan ev içi angarya, kadınları bazen ömür boyu atıl işgücünde tutar bazen de kapitalizmin dönemsel ihtiyaçlarına bağlı olarak kesintili ve istikrarsız bir emek gücü haline gelmesini koşullar. Diğer yandan, çoğunlukla ailedeki erkek işçiye ödenen ücret, kadının bu atıl ve/ya istikrarsız emek gücü olarak yeniden üretiminin koşulu haline gelir. Kadının aile içinde erkeğe bağımlılığının da, erkeğe ödenen ücretin asli gelir, kadına ödenen ücretin “tali katkı” olarak olağanlaştırılmasının da altında yatan maddi koşul budur. Bu, aynı zamanda aile içinde kadın ile erkek arasındaki gerilimi yaratan zemindir. Başka hiçbir sınıfın hanesinde yoksullaşma, tekelci burjuvazinin en gerici kesimleri tarafından kışkırtılan erkeklerin failliğinde bu denli kadına şiddete dönüşmez. Kadınlar tüm engelleri aşıp işgücüne katılabildiklerinde, istihdam edilen bölüklerinde mi işsiz bölüklerinde mi yer alacaklarının belirlenmesinde yine üretim ilişkilerinden türeyen erkek egemen tahakküm devrededir; kadınlar en düşük ücretli işlerde istihdam edilir, kadın işsizliği daha uzun sürer, işyerinde ya da iş görüşmelerinde ayrımcılık, taciz ve mobbing kapitalizmde vakayı adiyedendir. İşçi sınıfında kadınların konumu belirlenirken tüm bu değişkenlerle birlikte düşünmek bir zorunluluktur.
İşgücünde Olamayan Kadınlar: Ev İçi Angaryanın Yüklenicileri
Kadınların yukarıda çerçevesi çizilen en geniş anlamıyla işçi sınıfı içerisindeki konumlanışında, özel olarak da göreli artı nüfus içerisinde tuttuğu yeri anlamak ve buradaki ataerkil etkiyi görebilmek için öncelikle işgücüne katılım düzeyine bakmak yerinde olur. Mevcut durumu irdelemeden önce AKP’nin ilk iktidara geldiği yıllarda, örneğin 2006’da yüzde 25 olan kadınların işgücüne katılma oranının, yüzde 30-35 bandına çekildiğini, ancak 2020’de pandeminin de etkisiyle yine yüzde 30,3’e gerilediğini, 2022 itibariyle yüzde 35’in üzerine tekrar çıktığını belirtelim.
| TOPLAM | ERKEK | KADIN | |||||
| Sayı (bin) | Sayı (bin) | Oran (%) | Sayı (bin) | Oran (%) | |||
| 15+ yaş nüfus | 65.926 | 32.624 | 49,5 | 33.302 | 50,5 | ||
| İşgücüne katılanlar | 35.733 | 23.478 | 67,5 | 12.255 | 34,3 | ||
| İşgücüne katılmayanlar | 30.193 | 9.146 | 30,3 | 21.047 | 69,7 | ||
| GENEL | ERKEK | KADIN | |||||
| İşgücüne katılma oranı | 54,2 | 72 | 36,8 | ||||
Tablo 1. 15+ Yaş Nüfusta İşgücüne Katılan ve Katılmayanların Cinsiyete Göre Dağılımı
Kaynak: 2024 TÜİK İşgücü İstatistikleri’nden derlenerek hazırlanmıştır.
2024 yılına ait TÜİK İşgücü İstatistiklerinden derlenerek oluşturulan Tablo 1’de, 15 yaş üzerindeki kurumsal nüfusun yarısından biraz fazlasını oluşturan kadınların sadece yüzde 36,8’inin emek arzında bulunduğu, yani işgücüne katılabildiği görülüyor.[3] Tersinden söyleyecek olursak, çeşitli nedenlerle emek arzında bulunmayan, bulunamayan ya da bulunmak “istemeyen” 30 milyon 193 bin kişinin 21 milyon 47 bini (yüzde 69,7’si) kadın. Emek arzında bulunmama nedenlerine bakıldığında cinsiyetçi işbölümü daha da belirginleşiyor.
|
İŞGÜCÜNE KATILMAMA NEDENİ |
GENEL | ERKEK | KADIN | |||
| SAYI (bin) | ORAN (%)* | SAYI (bin) | ORAN (%)** | SAYI (bin) | ORAN (%)*** | |
| Ev işleriyle meşgul olanlar | 7.376 | 24,4 | 0 | 0 | 7.376 | 35 |
| Çalışamaz halde (engelli) | 6.326 | 21 | 1.930 | 21,1 | 4.396 | 20,9 |
| Emekli | 4.352 | 14,4 | 3.235 | 35,4 | 1.118 | 5,3 |
| Eğitim-öğretimde olanlar | 4.070 | 13,5 | 1.743 | 19 | 2.327 | 11 |
| Diğer | 3.846 | 12,7 | 641 | 7 | 3.205 | 15,2 |
| İş bulma ümidi olmayanlar | 2.171 | 7,2 | 970 | 10,6 | 1.201 | 5,7 |
| İşbaşı yapabilecek olup iş aramayanlar | 1.897 | 6,3 | 560 | 6,1 | 1.338 | 6,4 |
| İş arayıp işbaşı yapamayacak olanlar | 153 | 0,5 | 67 | 0,7 | 86 | 0,4 |
| TOPLAM | 30.193 | 9.146 | 21.047 | |||
| *Tüm işgücüne katılmayanlar, ** işgücüne katılmayan erkekler, *** işgücüne katılmayan kadınlar arasındaki oranı gösterir. | ||||||
Tablo 2. İşgücüne Katıl(a)mayanlar ve Nedenleri
Kaynak: 2024 TÜİK İşgücü İstatistikleri’nden derlenerek oluşturulmuştur.
Tablo 1’de görüldüğü üzere; işgücüne katılmama nedenleri cinsiyete göre büyük değişkenlik gösteriyor. İlk bakışta çalışamaz durumda (engelli) olan, iş bulma ümidi olmayan, işbaşı yapabilecek olup iş aramayan kadınların sayısının erkeklerden çok daha fazla olduğu görülebilir. Yine bir zamanlar istihdamda yer almış erkeklerin kadınlara oranla emeklilik haklarından daha fazla yararlanarak emek arzında bulunmak zorunda kalmaması bir başka veri olarak okunabilir. Ancak şüphesiz, en çarpıcı sonuç ev işleriyle meşgul olduğu için işgücüne katılmayanların tamamının kadın olmasıdır. İşgücü dışında olan 21 milyon 47 bin kadının yüzde 35’inin emek arzında bulunmama nedeni ev içi angarya.[4] Üstelik bu nedenle işgücüne katılamayan 7 ila 7,5 milyon kadın ne dar tanımlı ne de geniş tanımlı işsizlik (atıl işgücü) verilerinde yer bulabiliyor ne de potansiyel işgücü olarak değerlendiriliyor. Örneklem biraz daraltılıp işgücüne katılmama nedenleri arasında çalışamaz halde (engelli) olma, emekli olma ve eğitim-öğretimde olmayı çıkardığımızda, işgücü dışındaki geri kalan 13 milyon 206 bin kadında bu oran yaklaşık yüzde 56’ya çıkıyor. Ölçek genişletilip 15 yaş üzeri kadın nüfusunda çalışabilir durumda olan (emekli, engelli ve öğrenci olmayan 25 milyon 461 bin kadında) ortalama her 10 kadından 3’ünün aile içinde sundukları karşılıksız emek yüzünden işgücüne katılamadığı görülüyor.
Hanehalkı tiplerine göre fertlerin işgücü durumuna bakıldığında karşımıza çıkan veriler de bu durumu doğruluyor. Kadınların işgücüne katılma oranı “çekirdek aile bulunmayan ve birden fazla kişiden oluşan” hanelerde yüzde 50,9 iken “tek çekirdek aileden oluşan” hanelerde yüzde 38,2’ye ve “en az bir çekirdek aile ve diğer kişilerden oluşan” hanelerde (geniş aile) yüzde 33,5’e kadar geriliyor.[5] Aile nüfusu arttıkça kadınların işgücüne katılma oranında belirgin bir düşüş yaşanıyor.
Hanedeki işlerin kim tarafından halledildiğini gösteren “Türkiye Aile Yapısı Araştırması” kadınlara yüklenen angaryanın nicel büyüklüğünü ortaya koyar nitelikte. Araştırmada tanımlı hane içi on dört görevin onu (yemek, çamaşır, ütü, bulaşık, basit dikiş, çay servisi, sofra kurma kaldırma, evin günlük toplanması ile haftalık/aylık temizliği ve çocuk bakımı) ortalama yüzde 85 oranında hanehalkı ferdi olan kadınlara yüklenmiş durumda; yüzde 10,4’ü hanedeki erkekler tarafından, yüzde 2,5’i hane dışından birinin yardımıyla, 0,9’u bir kurumun yardımıyla, 1,2’si ücret karşılığında yaptırılıyor. Geri kalan işler ya kısmen hane dışından ücretle gerçekleştirilen badana/boya ve tamir/onarım ya da fatura ödeme ve alışveriş yapma gibi hane gelirinin yönetiminden oluşuyor.[6] Özetle söylemek gerekirse aile içinde geleneksel olarak erkeklere özgülenmiş işlerde kısmen ücret karşılığında hane dışından hizmet satın alınırken geri kalan tüm işler ataerkil tahakküm ilişkileriyle kadınlara özgülenerek para harcanmadan gerçekleşiveriyor. Kapitalizmin emek gücünün yeniden üretimi için kadınlara yüklediği bu angaryada çocuk bakımı esası oluşturuyor. Aynı araştırmaya göre, çocuk bakımı görevi yüzde 94,4 oranında hanehalkı ferdi kadınlara yüklenirken yüzde 2,3 oranında hanedeki erkekler tarafından yerine getiriliyor, yüzde 2,1 oranında hane dışı -kuvvetle muhtemel yine kadın- bir tanıdık ya da akraba yardım ediyor, yüzde 1,2 oranında ücretsiz bir kurumda, yüzde 0,7 oranında ücret karşılığında (evde ücretli bakıcılar ya da özel kurumlar) gerçekleşiyor.
Hane içi işlerde ve özellikle çocuk bakımındaki bu cinsiyetçi dağılımı burjuva devletin ataerkil karakteriyle, Türkiye özelinde tekelci sermayenin ülke tarihindeki en gerici siyasal iktidarını temsil eden AKP-Erdoğan yönetiminin politikalarıyla birlikte düşünmek gerekiyor. 2024 verilerine göre Türkiye’deki 6 yaş altı yaklaşık 6,3 milyon çocuk bulunuyor.[7] MEB verilerindeyse resmi ve özel kreş, gündüz bakımevi, anaokulu ve anasınıfında olan toplam çocuk sayısının 1,95 milyon olduğu görülüyor.[8] Bu yazı kapsamında; 0-2 yaş aralığında devletin işlettiği ücretsiz-resmi kreş olmadığını ve yalnızca Aile Bakanlığı’na bağlı özel kreşler açılabildiğini, iş kanununa göre 150 ve üzeri kadın çalıştıran işletmelerdeki özel kreş sayısının 12 (351 çocuk) olduğunu, 3-6 yaş aralığındaki okul öncesi eğitimde özel kurumların ücretsiz-resmi anaokullarına oranının istikrarlı bir şekilde yükseldiğini, ücretsiz kurumlar içerisinde de kamu kurumlarında çalışan memurların çocuklarının faydalandığı kreşlerin sayısı azalırken Diyanet İşleri ile dernek adı altındaki cemaat kurumlarının MEB’e bağlı resmi anaokullarına oranının katbekat arttığını not düşmekle yetinelim. Tüm bu kurumların dışında kalan 4-4,5 milyon çocuğun bakımı kadınların sırtında.
Özetle, Türkiye kapitalizminin Erdoğan’ın ağzından nüfus artış ihtiyacını bağladığı ülke bekası kadının katmerlenen ev köleliği demek. 2025 “Aile Yılı” vesilesiyle de tekraren 3-5 çocuk doğurması salık verilen, çalışabilir yaşta ve durumda olan on milyonlarca kadına sunulan seçenek, bugünün ve geleceğin proletaryasını doğurup bakarken çoğu durumda işgücüne katılmayıp ailedeki erkeğe bağımlı yaşamak, hanedeki yoksullaşmanın ittiği oranda ama ataerkil pranganın izin verdiği menzilde emek gücü piyasasına en kırılgan ve güvencesiz şekilde girip çıkmak. Kadınların Türkiye proletaryasının faal ya da yedek bölüklerinde bulunma biçim ve düzeylerini, tüm acısını kadınların yaşadığı kapitalizmin bu çelişkili denklemi belirliyor.
Yedek İşgücü Ordusunda Kadınlar
Kadınlara bağlanan bu ev içi angarya prangası, işçi sınıfının yedek işgücü ordusunun ana gövdesini oluşturan işsiz bölüğünde de etkisini hissettiriyor. Bilindiği gibi TÜİK’in işsizlik sayı ve oranları işgücüne katıldığı halde referans haftasında -1 saatlik bile olsa- istihdamda olmayıp son 4 hafta içerisinde aktif iş arama kanallarından birini kullanan ve 2 hafta içerisinde işbaşı yapabilecek olanlar gibi son derece dar bir kesimi gösteriyor. Gerçek işsizlik tablosunu ortaya koymaktan son derece uzak olsa da bu sayı ve oranın göreli artık nüfusun en akışkan kesimini, yani faal işçi bölüklerine görece daha hızlı girip çıkan kesimini oluşturduğu söylenebilir.
Bilimsel araştırmacılar tarafından “dar tanımlı işsizlik” olarak değerlendirilen bu verilere göre 2024 yılında işsiz sayısı 3 milyon 113 bin; bunun 1 milyon 444 bini kadınlardan oluşuyor. Genel işsizlik oranı ise yüzde 8,7 olarak gerçekleşmiş görünüyor; erkeklerde bu oran yüzde 7,1 olarak açıklanırken kadınlarda yüzde 11,8. Biraz daha detaylandırıldığında işsiz erkek ve kadınlar arasında, 1 yıl ve daha uzun süreli işsizlerin oranı sırasıyla yüzde 15,2 (253 bin) ve yüzde 24,4 (353 bin). Yani dar tanımıyla bile, emek arzında bulunan kadınlar erkeklerden çok daha uzun süre işsiz kalıyor.
DİSK-AR tarafından “geniş tanımlı işsizlik” olarak sunulan, TÜİK’in işsizler, zamana bağlı eksik istihdam edilenler (kısmi süreli çalışanlar) ve potansiyel işgücü olanların bütünleşik sayı ve oranlarını ifade eden atıl işgücüne bakıldığında hem dar ve geniş tanımlı işsizlik arasındaki hem de erkek ve kadınlar arasındaki makasın daha da açıldığı tespit ediliyor. 2024’te atıl işgücü/geniş tanımlı işsizlik oranı toplamda yüzde 26,7 (yaklaşık 10,7 milyon); erkeklerde yüzde 21,6 ve kadınlarda yüzde 35,3 olarak gerçekleşmiş görünüyor. Pandemi sonrası düşüş trendinde olan dar tanımlı ve yükseliş trendinde olan geniş tanımlı işsizlik arasındaki makasın sürekli açıldığını defaatle vurgulayan DİSK-AR’ın TÜİK Mart 2025 raporundan derlediği eldeki en güncel verilere bakıldığında ise, toplam geniş tanımlı işsiz sayısı 11 milyon 730 bine, oranıysa yüzde 28,8’e çıkmıştır durumda. Aynı oran erkeklerde yüzde 23,1 iken kadınlarda yüzde 38,2.[9]
Kabaca bir ortalama vermek gerekirse, 2020’li yıllarda geniş tanımlı işsizliğin kadınlarda yüzde 35-40, erkeklerdeyse yüzde 20-25 bandında seyrettiği söylenebilir. Kadınlarda bu oranı artıran en önemli etkenin halihazırda işgücüne dahil olmayanlar arasındaki ümitsizler ile iş arayıp çalışmaya hazır olmayanlar ve iş aramayıp çalışmaya hazır olanların toplamını ifade eden potansiyel işgücünün erkeklere oranla çok daha yüksek olması ki burada yine ataerkil aile yükleri belirleyici.[10] İkinci bir etken ise kadınlar arasında zamana bağlı eksik istihdamın yani kısmi süreli çalışmanın yaygınlığı. TÜİK 2024 İşgücü verilerine göre, istihdam edilen erkeklerde haftalık ortalama fiili çalışma süresinin 45 saat iken kadınlarda 39,7 saat olması, ücretli çalışanlar arasındaysa kadınlarda yarı zamanlı çalışanların payının yüzde 9,8 (erkeklerde yüzde 5,5) olması bu tespiti destekliyor.
Tarım Dışı Proletaryada Kadınlar
Türkiye işçi sınıfının faal çalışan bölüğünde kadınların bugünkü konumuna gelindiğinde, sermaye birikim rejimindeki dönüşümlere bağlı olarak istihdamın genel yapısında ve özelde kadın istihdamında son birkaç on yıldır yaşanan değişimlerle birlikte düşünmekte fayda var. Geç kapitalistleşen pek çok ülkede benzer dönemlerde olduğu üzere, Türkiye’de de uluslararası sermayeye entegrasyon 1980 darbesiyle birlikte yeni bir boyut kazandı. Pek çok başka yerde defaatle vurgulandığı gibi, çeyrek yüzyıla varan AKP’li yıllar “neoliberal” olarak da anılan bu dönüşümün ivmelenmesiyle karakterizedir. Konumuz kapsamında bu dönüşümün kadın istihdamına yön veren en önemli boyutları; 1980 sonrası başlayan ama AKP döneminde büyük bir hız kazanan tarımsal küçük üreticiliğin çözülmesi ve muazzam bir emek gücü kütlesinin serbest kalması, sınai üretimde kamu işletmelerinin özelleştirilmesinin yanı sıra ihracata yönelik üretimin payının artması ve buradaki rekabetin gerektirdiği ucuz, esnek, güvencesiz ve kısmen kayıt dışı emek talebinin artması ve son olarak hem finansallaşma hem de başta eğitim ve sağlık olmak üzere kamu hizmetlerinin özelleştirilmesine bağlı olarak hizmetler sektörünün muazzam büyümesidir.[11]
Bu dönüşümün nicel bir ifadesi; 1990’lar boyunca yüzde 43 seviyelerinde seyreden kadın istihdam oranı AKP iktidarının ilk dönemini oluşturan 2000’li yıllarda (örneğin 2006’da yüzde 22) neredeyse yarı oranda gerilemesidir. Buradaki gerilemenin ana sebebi genel olarak tarımsal küçük üreticiliğin çözülmesinin kadınlara yansımasıdır. Tarım istihdamının ezici bir çoğunluğunun ücretsiz aile işçisi kadınlardan oluştuğu 1990’lı yıllardan itibaren (örneğin 1995’te yüzde 71,2’si, 2000’de yüzde 60,5’i kadın), AKP iktidarıyla birlikte tarımdaki kadın istihdamı yarının altına düşmüştür. Aynı dönemde sanayi istihdamında kadınların payı ise 1995’te yüzde 9,6’dan 2000’de yüzde 13,2’ye çıkmıştır. Sadece 2000-2004 yılları arasında, tarımda üretici kadın sayısı 3,5 milyondan 2,5 milyona; kadın istihdamında tarımın payı da yüzde 60’tan 50’lere düşmüştür. Aynı yıllarda kadın istihdamında sanayinin payı ise sadece 3 puan (760 binden 790 bine) artarak yüzde 13’lerden 16’ya çıkmış ve 2013’e kadar yüzde 15-16 bandında seyretmiştir.[12] Bununla birlikte kadın istihdamında hizmetlerin payı 2000’de yüzde 26’dan 2014’te yüzde 61’e dramatik bir artış yaşamıştır. Özetle tarımdaki çözülmeyle serbest kalan milyonlarca kadın, sanayi tarafından on binlerle ifade edilecek bir oranda absorbe edilebilmiş, bir kısmı işçi sınıfı bileşimindeki payı giderek artan hizmet sektörlerinde istihdama, önemli bir kısmı da atıl işgücüne katılmıştır.
2014-2024 arası son 10 yıla bakıldığında yukarıda özetlenen eğilimlerin devam ettiği gözleniyor; küçük üreticilik çözüldükçe kadınların tarım istihdamındaki payı azalmaya (yüzde 46’lardan 42’ye), sanayide ücretlilerdeki payı küçük oranlarla artmaya (ücretlilerde yüzde 22,3’ten 25,4’e) ve hizmetlerde ücretlilerdeki payı görece daha büyük oranda artmaya (yüzde 31,8’den 39,7’ye) devam ediyor.
Mevcut durumda Türkiye işçi sınıfının faal bölüğündeki kadınların nicel ve nitel durumuna dair bir resim ortaya çıkarmak, her söylediğinde iktidarın şaibe gölgesi bulunan TÜİK ile ondan daha az şaibeli olmayan Çalışma Bakanlığı verileri arasında bir kazı çalışması yapmayı gerektiriyor.
TÜİK 2024 işgücü verilerine göre 15+ yaş nüfus içerisinde istihdam edilen toplam 32 milyon 620 bin kişi içerisindeki tüm ücretlilerin sayısı 23 milyon 137 bin.
| TOPLAM ÜCRETLİ: 23.137 (bin) | |||||||
| TARIM: 634 | TARIM DIŞI: 22.503 | ||||||
| KAYIT İÇİ: 164 | KAYIT DIŞI: 470 | KAYIT İÇİ: 20.001 | KAYIT DIŞI: 2.502 | ||||
| ERKEK | KADIN | ERKEK | KADIN | ERKEK | KADIN | ERKEK | KADIN |
| 117 | 47 | 275 | 195 | 13.460 | 6.541 | 1.506 | 996 |
Tablo 3. Toplam Ücretlilerin Tarım İçi ve Dışı, Kayıtlılık ve Cinsiyete Göre Dağılımı
Kaynak: 2024 TÜİK İşgücü İstatistikleri’nden derlenerek oluşturulmuştur.
Tablo 3’teki dağılımdan hesaplanabileceği üzere, faal işçi sınıfının neredeyse tamamını (tüm ücretlilerin yüzde 97,3) oluşturan 22,5 milyon tarım-dışı ücretlinin yüzde 33,5’i (7,5 milyon) kadın.[13] Daha çok büyük kent merkezlerinde yoğunlaşan bu proleter kesimde kadınların görece düşük oranda yer almasında ev içi angarya yüzünden işgücüne katılamamanın belirleyiciliği asla unutulmamalı. Devletin hem kreş açmayarak hem de 150 ve üzeri kadının çalıştığı işletmelerde kreş açma zorunluluğunu denetlemeyerek çocuk bakımını tamamen aileye yüklediği bu proleter hanelerde kadınlar, burjuva hemcinslerinin sahip olduğu hizmet satın alma olanaklarından ve kırsaldaki enformel bakım ağlarından büyük oranda yoksun.
|
SEKTÖR |
GENEL
TOPLAM (bin) |
KADIN | ||
| Sayı (bin) | Sektör içi oran (%) | Cinsiyet içi oran (%) | ||
| İnşaat | 1.665 | 99 | 5,9 | 1,3 |
| Sanayi | 5.820 | 1.477 | 25,4 | 19,7 |
| Ticaret ve Hizmetler | 15.017 | 5.961 | 39,7 | 79 |
| TOPLAM | 22.502 | 7.537 | 33,5 | 100 |
Tablo 4. Tarım Dışı Ücretlilerin Sektörel Dağılımında Kadınlar
Kaynak: 2024 TÜİK İşgücü İstatistikleri’nden derlenerek oluşturulmuştur.
Tablo 4’te de gösterildiği üzere, kadınlar tarım-dışı faal proletaryanın kadınlar kabaca 3’te 1’ini oluşturuyor.[14] Yine kabaca ifade edersek, kadınların sanayi işçilerinin 4’te 1’ini, ticaret-hizmet işçilerinin ise 5’te 2’sini oluşturuyor. Kadınların genel olarak sanayide daha çok dayanıksız ve dayanıklı tüketim malları ile görece artan oranda ara mal üretiminde yoğunlaştığı söylenebilir. Hizmetlerde ise, Türkiye işçi sınıfını büyüten özellikle dört sektörde toplam işçi sayısının artışında kadınların sayısındaki artışın payının yarıdan fazla olduğu gözleniyor. Bunların başında ise özelleştirmelerin en derinden yaşandığı eğitim ve sağlık hizmetleri geliyor. 2014-2024 yılları arasında sayısı 1 milyon 297 binden 1 milyon 940 bine çıkan eğitim işçilerindeki bu 643 binlik artışın 509 bini kadın. Buna bağlı olarak eğitim sektöründeki ücretliler arasındaki kadınların payı da yüzde 49,2’den yüzde 59,1’e çıkmış durumda. Bu durum, sayısı her geçen gün artan özel okulların bilindik sebeplerle büyük oranda kadınları istihdam ettiğini sonucuna götürüyor. Yine sağlıktaki ticarileşme de benzer bir tablo sunuyor. Aynı yıllarda sağlık ve sosyal hizmet işçilerinin sayısı 952 binden 1 milyon 982 bine, 1 milyon gibi muazzam bir artış sergiliyor. Bu artışta sayısı 644 binden 1 milyon 415 bine çıkan kadınların payı belirleyici. Yine benzer bir çoğalma gösteren konaklama ve yiyecek hizmeti veren işletmelerdeki işçi sayısı son on yılda 481 bin artarak 1 milyon 498 bine dayanmış durumda ki bu artışın yüzde 57,2’si kadınlardan oluşuyor. Kadınların sayısı 219 binden 494 bine, ücretliler arasındaki payı da yüzde 20,4’ten 33’e muazzam bir artış gösteriyor. Son olarak hizmetlerde; 2 milyon 984 bin işçiyle en kalabalık alt-sektörü oluşturan toptan ve perakende ticaretteyse kadınların sayısı 548 binden 986 bine; ücretliler içindeki oranı da yüzde 25,2’den yüzde 33’e çıkmış durumda. Bunda her mahallede pıtrak gibi biten zincir marketlerin payı etkili.
Görülüyor ki tüm kutsal aile nutuklarına rağmen dümeninde AKP-Erdoğan’ın olduğu Türkiye kapitalizmi için ücretli kadın emeği ne nicel ne de nitel olarak tümden vazgeçilebilir. Örgütsüz olduğu oranda işçi sınıfı içerisindeki rekabeti artıran bu düşük ücretli, güvencesiz ve en esnek işgücü ordusu sömürücülerin iştahını kabartmaya devam ediyor. 2025-2028 yıllarında hayata geçirilmesi planlanan Ulusal İstihdam Stratejisi’nde; hizmetlerde turizm sektöründe, sanayide geleneksel olarak kadın oranının zaten görece yüksek olduğu tekstil ve kimya imalatında, metalde de otomotiv, alüminyum, çelik ve makine imalatında dijital dönüşümle “beceri uyumsuzluğu” sorununun giderilerek kadın istihdam oranının artırılması hedefi ilan ediliyor.[15] Bu hedef öncelikli sektörlerde kapsayıcı istihdamın artırılması söylemleriyle allanıp pullanıyor. Ne tesadüftür ki; metaldeki görece yüksek oran bir kenara bırakıldığında bu sektörler, ülkenin en kalabalık ve en örgütsüz işkolları.
Sendikalaşma ve Kadınlar: Örgütsüzlerin En Örgütsüzü
Sayıları yaklaşık 3 milyonu bulan kamu emekçileri dışarıda tutulduğunda, tarım dışı kayıtlı ücretlilerin kendi içindeki sektörel dağılımı ve bu dağılımda kadınların örgütlü-örgütsüz konumunu az çok belirlemek için, detaylı cinsiyet verilerinin eksik olduğu TÜİK verilerinden ÇSGB verilerine doğru kazıyı biraz daha derinleştirmek gerekiyor. Kamu emekçileri ile kayıt dışı ücretlilerin dışarıda tutulduğu Bakanlığın Ocak 2025 bültenine göre, 5,3 milyonu kadın olmak üzere tarım-dışı yaklaşık 16,7 milyon işçi bulunuyor. Bu tarım dışı faal işçiler arasında toplam sendikalı sayısı 2 milyon 480 bin, genel sendikalaşma oranı ise yüzde 14,9.[16] Üçte biri kadın olan bu ücretliler toplamında sendikalıların 4’te biri (yaklaşık 605 bin) kadın. Cinsiyetlere göre örgütlenme eğilimindeki farkı gösterir bir veri daha not edelim; kadınlar arasındaki sendikalaşma oranı yüzde 11,4 iken erkekler arasında bu oran yüzde 16,5. Kabaca ifade etmek gerekirse her 10 kadından sadece 1’inin sendikalı olduğu söylenebilir.
Yine de niteliksel sonuçlara varmak için belli başlı hizmet ve sanayi işkollarına bakmakta fayda var. Kadınların çoğunluğunun kümelendiği hizmetlerle başlamak gerekirse tarım-dışı proletaryanın çeyreğinden fazlasını oluşturan 10 No’lu “Ticaret, Büro, Eğitim ve Güzel Sanatlar” işkolu birinci sırayı hak ediyor. Yaklaşık 4 milyon 470 bin işçinin çalıştığı bu işkolu, aynı zamanda 2 milyon kadının (yüzde 45,4) dahil olduğu, kadınların en kalabalık olduğu işkolu. Toptan ve perakende satış mağazalarından büro-ofis çalışanlarına, özel sektör öğretmenlerinden güvenlik görevlilerine, kurumlardaki çaycı-odacılardan çağrı merkezi çalışanlarına, edebiyat ve güzel sanat emekçilerinden (set işçileri, oyuncular, müzisyenler, yazarlar vb.) ücretli avukatlara ve mali müşavirlere, neredeyse tek ortak noktası ücretli çalışmak olan milyonlarca emekçiyi kapsayan bu işkolunun mücadeleci sendikalar tarafından “torba işkolu” olarak anılması şaşırtıcı olmasa gerek. Hal böyle olunca; pek çok sendikanın kendi alanındaki tüm emekçileri örgütlese dahi yüzde 1’lik (yaklaşık 45 bin üyeye tekabül eden) ulusal yetki barajını aşmaları mümkün olmuyor. Zaten yüzde 7,2 (yaklaşık 322 bin işçi) ile, inşaat ve konaklamadan sonra sendikalaşma oranının en düşük olduğu üçüncü işkolu. Ancak neredeyse tamamı özel sektörde ve ağırlıkla toptan ve perakende satış mağazalarında olan işkolundaki mevcut örgütlülük büyük oranda kamuya, bakanlıklar ve bağlı işyerleri ile üniversitelere dayanıyor. Bunlar dışında yetkili sendikalar, son yıllarda kendiliğinden eylemleriyle de gündeme Migros, CarrefourSA, Metro, Şok Market gibi perakende satış mağazalarında ve kısmen AVM çalışanları arasında örgütleniyor. Yukarıda son on yılda gösterdiği muazzam artışa değinilen ve yüzde 59’u kadın olmak üzere sayısı 2 milyona dayanan özel okullardaki eğitim işçileri ise neredeyse tamamen örgütsüzlüğe terk edilmiş durumda. Bu işkolunda örgütlenen Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası’nın üye sayısı tüm çabalara rağmen sadece 11 bin.
İşkolundaki az sayıdaki toplam sendikalıların yaklaşık yüzde 39,7’si kadın; işkolundaki kadınların ise yüzde 6,2’si sendikalı. Kaba bir tahminde yaklaşık 127 bin 700 sendikalı kadının yüzde 90’ı da yetkili üç sendikada: Türk-İş’e bağlı Tez-Koop-İş (50 bin) ve Koop-İş (46 bin) ile HAK-İŞ’e bağlı Öz Büro-İş (20 bin).[17] Bu “torba” niteliğinin ve yetki barajının işçilerin sendikalaşıp toplu sözleşme imzalamasının önüne koyduğu genel engelin, zaten örgütlenmesi bilindik erkek egemen engeller yüzünden yeterince zor olan kadınların önünde özel bir engele dönüştüğünü söylemek mümkün.
Çağrı merkezi çalışanlarının son birkaç yılda yaşadıkları çarpıcı bir örnek. İşveren örgütü Müşteri Deneyimi Yönetimi ve Teknolojileri Derneği’ne göre müşteri temsilcisi olarak çalışan 167 binin üzerinde işçinin yüzde 70’i kadın.[18] Yaş ortalaması 27 ve öğrenim düzeyi yüksek bu işçi kitlesi sendikal deneyimden yoksun. 2024 yılında İletişim-İş sendikasının da desteğiyle yürütülen #İletişimdeKal kampanyasıyla örgütlenme yolunda bir adım atmışken “torba işkolu” adeta kapitalistlerin elinde bir “sopa işkolu”na dönüştü. Uluslararası mevzuata göre iletişim işkolunda olmaları gerekirken işverenlerin talep ve itirazlarıyla iletişimden 10 No’lu torba işkoluna geri alındılar. Çoğunluğu evden ve/ya hibrit çalışan, dolayısıyla emekçilerin birbirinden izole ama her an yönetici denetimi altında olduğu bu çalışma alanında örgütlenmek yeterince zorken yetki barajını aşacak bir örgütlülüğün başarılması daha da zor. Hal böyle olunca yüzde 70’i kadın olan 167 bin işçinin sendika ve TİS hakkı fiilen engellenmiş oluyor ve çağrı merkezi çalışanı kadınlar görüşmelerde maruz kaldıkları sözlü şiddet, tehdit, mobbing gibi ihlaller karşısında kendi sınıf örgütüyle birlikte mücadele olanaklarından yoksun bırakılıyor. Bu durumda işkolu yönetmeliği ve yetki barajı kadınların özgün sorunlarını pekiştiren bir yaptırıma dönüşüyor. İlk bakışta genel bir talep olarak görünen ve öyle de olan torba işkolunun düzenlenmesi ve yetki barajının kaldırılması kadınlar için daha acil bir talebe dönüşüyor.
Yine hizmetler alanında, 18 No’lu “Konaklama ve Eğlence İşleri” 436 bini kadın olmak üzere 1 milyon 170 bin işçi ile tarım-dışı işçilerin ve kadınların en kalabalık dördüncü işkolu. Buna karşılık, sadece 54 bin işçi sendikalı ki bunun beşte üçü kamuda. Yani özel turizm işletmelerinde sendikalı sadece 18 bin işçi var. Yüzde 4,6 ile ülkenin en örgütsüz ikinci işkolu. Yetki barajını aşan tek sendika 46 bin üyeye sahip TÜRK-İŞ’e bağlı TOLEYİS. HAK-İŞ’e bağlı OLEYİS (3 bin) ile DİSK’e bağlı Dev Turizm-İş (bin 700) sendikalarının yakın gelecekte yetki barajını aşması pek gerçekçi durmuyor.
Neredeyse yarısı kadın olan turizm işkolunda sendikalıların yüzde 37,8’i (20 bin 321) kadın; kadınlar arasındaki sendikalaşma oranıysa yüzde 4,7. Mevsimsel etkinin çalışma koşullarını belirlediği turizm sektöründe kadınlar, en ağır hak ihlalleri ve insanlık dışı muameleler karşısında bu muazzam örgütsüzlükleri oranında savunmasız durumda. Sektörün en dinamik olduğu yazlık turizm merkezlerinden Bodrum’da yapılan bir araştırmanın bulguları genel sorunları yansıtır nitelikte.[19] Özellikle yüksek sezonda hasta, raporlu ve hatta yaralı olduğu halde türlü tehditle çalışmaya zorlanan kadınlar, işe geri alınmayacakları korkusuyla gebelik ve doğum izinlerini kullanmıyorlar. Otellerde kat hizmetlerinde çalışanlar 20 kiloya varan kimyasal bidonlarını, ağır temizlik malzemelerini, bütün kattan çıkan kirli nevresimleri, restoran ve barlarda serviste çalışanlar ise ağır gıda ve içecek kolilerini taşımak zorunda bırakılırken çalışmadan kaynaklanan bel fıtığı ve omurga bozuklukları meslek hastalığı olarak kayıtlara geçmiyor. Üniforma zorunluluğunun olduğu yerlerde çoğunlukla beyaz rengin tercih edilmesi kadınların çalışmalarını regl dönemlerinde daha da zorlaştırıyor. Sektörün işe alım metotlarından biri olan hemşehricilik örgütsüzlüğün güçlendirdiği işçiler arası rekabetle de birleşerek kadınlar üzerinde bir mobbing mekanizmasına dönüşebiliyor. Sözünü kesme, yok sayma, bedensel utandırma, psikolojik şiddetin vurma, dövme, yumruklama, ısırma ise en çok maruz bırakıldıkları fiziksel şiddetin yaygın biçimleri. Neredeyse tamamı kadın olan kat hizmetlerinde çalışanlar ise işveren ya da yöneticilerin kendi kişisel işlerini yapmaya, evlerini temizlemeye ve çocuklarına bakmaya zorlanıyor. Müşteriler tarafından da sık sık hırsızlıkla suçlanıyor, kişisel dolapları ve hatta üstleri zorla aranıyor. Turizm işçisi kadınlar hem birlikte çalıştıkları erkeklerden hem de müşterilerden gelen sözlü cinsel tacizleri vakayı adiyeden sayar durumda. Ofiste çalışan görece eğitim düzeyi yüksek kadınlar, hamile kaldıklarında terfilerinin iptal edildiğini, cinsel yakınlaşma karşılığında terfi teklifi aldıklarını belirtiyor. Cinsel tacize en çok maruz kalanlar ise müşterilerle doğrudan temas halinde olanlar. Artan oranda göçmenlerin çalıştığı “müşterilerin mahremine giren” kat hizmetlilerinin en dezavantajlı kesimini oluşturduğu belirtiliyor, SPA çalışanları “Mutlu son var mı?” sorusuyla muhatap oluyor. Yiyecek içecek servisinin yapıldığı restoran ve barlarda çalışanlar ise mütemadiyen dokunma yoluyla taciz edildiklerini ifade ediyor. Müşterinin “gönlünü hoş etme” zorunluluğunu kabul etmeyip yöneticilerine bildiren kadınlar yöneticilerinden “En fazla bir gece gözlerini kapatırsın ne olacak ki” türevi yanıtlarla karşılaşıyorlar. Mekânsal tasarımı gereği kör noktaların bol olduğu turizm işletmelerinde özellikle erkek çalışanlar tarafından tekil ve çoklu tecavüze uğradığını belirten kadınlar var. Ancak bunların neredeyse hiçbiri rapor edilmiyor. Devlet, burjuva karakterini hakkıyla veriyor; turizm sektöründe çalışan kadınların yaşadığı bu insanlık dışı koşulları ortadan kaldırmakla değil, Ulusal İstihdam Stratejisi kapsamında kadınların becerilerinin uyumlulaştırılarak istihdamın artırılmasıyla ilgileniyor.
AKP-Erdoğan yönetimindeki devletin son çeyrek yıldır özel olarak ilgilendiği bir başka hizmet sektörü de sağlık. Sadece son on yılda işyeri sayısı 24 binden 55 binin üzerine çıkarken buna paralel olarak 17 No’lu “Sağlık ve Sosyal Hizmetler” işkolunda çalışan sayısı da 286 bin 500’den 761 bin 300’e çıkmış durumda. İşkolundaki işçilerin yaklaşık beşte üçü de bu artışın sebebi olan özel hastane ve polikliniklerde neredeyse tamamen örgütsüz çalışıyor. Zira özel sektöre bağlı işyerlerindeki sendikalaşma oranı yüzde 1,8. Aynı oran kamuda yüzde 78,8. Ocak 2025’te yüzde 35,7’ye varan genel sendikalaşma oranının son on yılda istikrarla artarak 7 katına çıktığı görülüyor. Ancak en dramatik artışın 2020-2021 yılları temmuz ayları arasında (bir yılda yüzde 14,5’ten 35,56’ya) yaşandığı düşünüldüğünde pandemi dönemi çalışma koşullarının sendikalaşma eğilimini oldukça güçlendirdiği söylenebilir.
Sağlık ve Sosyal Hizmetler yüzde 60,1 ile kadın oranının erkeklerden fazla olduğu tek işkolu. Ancak bu niceliksel üstünlüğün örgütlülük oranlarına yansımadığı ortada: Sendika üyesi 272 bin kişinin 150 bini (yüzde 55,1’i) erkek, 122 bini (yüzde 44,8’i) kadın. Yani ülkede kadınların erkeklerden fazla olduğu tek işkolunda sendikalıların çoğunluğu erkek. Bu durum cinsiyetlere göre sendikalaşma eğiliminin sorgulanmasını gerektiriyor: Erkeklerin sendikalaşma oranı 49,4 iken kadınlarda bu oran yüzde 26,6.
Şüphesiz kadınların yüklendiği ev içi angarya ile çalışma yaşamının genelinde hâkim olan erkek egemenlik belirleyici. Ancak özel olarak, yine erkek egemenliği ile karakterize sarı sendikacılığın ve sendikal bürokrasinin etkisi de kadın örgütlülüğü önünde bir engel. Son yıllarda üye sayısını artırıp 41 bin 500 üyeye ulaşarak yetki barajını aşan TÜRK-İŞ’e bağlı Sağlık İş’in yanı sıra, 224 bin üyesiyle sendikalıların ezici çoğunluğunu temsil eden HAK-İŞ’e bağlı Öz Sağlık-İş işveren ve hükümet yanlısı tutumuyla işkolunda patron sendikacılığının hakimiyetini garanti ediyor. Bununla birlikte, son birkaç yıldır dalgalar halinde kendini gösteren sağlık işçilerinin eylemlerinde kadınların öne çıktığını da söylemek mümkün.
Yine son birkaç yıldır özellikle de büyükşehirlerde irili ufaklı ama az çok süreklilik arz eden eylemleri ve iş bırakmalarıyla gündemde olan bir diğer kesim ise belediye işçileri. Üçte biri kadın olan yaklaşık 992 bin işçinin çalıştığı 20 No’lu “Genel İşler” işkolu, yüzde 58,8 sendikalaşma oranıyla Türkiye’de yarıdan fazlası örgütlü olan tek işkolu. Ne var ki, sendikalaşma oranının son on yılda iki kattan fazla arttığı, ülkenin en örgütlü işkolunda kadınlar yine en örgütsüz bölüğü oluşturuyor: 583 bin 500 sendika üyesinin sadece yüzde 19,2’si kadın.
Son olarak işkolundakiler ile sendikalılar arasındaki cinsiyet dağılımının eşit oranda örtüştüğü tek işkoluna değinmekte fayda var. En kalabalıklar arasında sayılmasa da 339 bin işçinin yarısının erkek yarısının kadın olduğu 9 No’lu “Banka, Finans ve Sigorta” işkolu, yüzde 32 ile ülke ortalamasının iki katından fazla bir genel sendikalaşma oranına sahip. Üstelik 108 bin 670 sendikalının yarısını oluşturan kadınların da en örgütlü olduğu işkolu.
Sınai proletaryada kadınların güncel durumunu değerlendirirken çeyrek asra yaklaşan AKP iktidarı boyunca tamamlanan kamu teşekküllerinin özelleştirilmesinin işçi sınıfının örgütlüğünü dağıtan etkisini ve bu etkinin kadın işçiler nezdinde katlanan oranda yaşandığını akılda tutmak gerekiyor. Bu, en çok da kadınların sayıca ve/ya oransal olarak yoğun çalıştığı sınai sektörler olan tekstil, metal ve gıda için böyle.
Tekstilin kadınların en yoğun çalıştığı sektörlerin başında geldiği kapitalizm tarihinden de yaygın bilinen bir gerçek. 5 No’lu “Dokuma, Hazır Giyim ve Deri” işkolu 1 milyon 169 bin işçiyle ülkenin de en kalabalık beşinci işkolu. Bu toplam içerisinde 473 bin tekstil işçisi kadının oranıysa yüzde 40,5. Elde cinsiyet dağılımlı veriler olmamakla birlikte, erkeklerin yoğun olduğu halı ve iplik dokuma ile deri ürünleri imalatı dışarıda tutulup kadınların kümelendiği hazır giyim ürünleri imalatı özelinde bakılabilseydi bu oranın daha yüksek çıkacağı söylenebilirdi. Uluslararası moda tekellerine yönelik ihracatın öncelendiği, büyük oranda düşük ve orta teknolojili üretim yapılan bu emek yoğun sektör, çalışma saatlerinin en uzun, çalışma koşullarının en ağır, ücretlerin de kayıt içinde asgari ücret ve civarında kayıt dışında bunun da altında düşük tutulduğu sektörlerden biri. Bu durum toplumdaki en kırılgan, en örgütsüz ve en ezilen kesimleri, kadınları ve çocukları “becerileri en uyumlu” işçiler haline getiriyor. Her ne kadar ulusal-siyasal bir hareket olarak muazzam bir örgütlülük sergilese de, bir asırlık ulusal sorunun çözümsüzlüğündeki ısrar, bölgede sendikal anlamda örgütsüz Kürt emekçilerini ve özellikle de kadınları tekstil sektörü için yine “uyumlu” bir işgücüne dönüştürmüş durumda. Nitekim son yıllarda bölgeye akıtılan devlet teşvikleri, vergi indirimleri ve devletin sendikalaşma önüne koyduğu fiziki ve hukuki engeller, tekstil imalatının bölgeye kaydırılmasını ve çalışma koşulları bakımından da ucuz kadın emeğinin sömürüsüne dayanan “Bangladeş modeli”ni hayata geçirmenin zeminini hazırlıyor. AKP-Erdoğan iktidarının Ulusal İstihdam Stratejisi’nde kadın işgücünün “değerlendirilmesi” için öncelik verdiği sektörlerden birinin tekstil olması değerden kastın artı-değer olduğunu kendiliğinden açık ediyor. Yirmi yıl önce sendikalaşma oranı yüzde 73 olan tekstil işçileri,[20] tüm bu 19. yüzyılı andıran güncel koşullar karşısında dağıtılan sınıf birliğini yeniden sağlayabilmiş değil; 33 bin 400’ü (yüzde 33,4) kadın olan yaklaşık 100 bin sendika üyesinin olduğu işkolunda bugünkü genel sendikalaşma oranı yüzde 8,5. Diğer bir veriyle tamamlamak gerekirse, tekstil sektöründe çalışan kadınların sadece yüzde 7’si sendikalı.
Her ne kadar oransal olarak işkolundaki işçilerin yüzde 19’unu oluştursa da, kadınların sayısal olarak en kalabalık olduğu ikinci sanayi sektörü 1 milyon 988 bin işçinin çalıştığı metal işkolu. Türkiye sınai proletaryasının lokomotifini oluşturan bu işkolunda, özelleştirmelerin de yadsınamaz etkisiyle, son 20 yılda muazzam bir sendikasızlaştırma operasyonu yaşandığını söylemek abartı olmaz. Zira 2005’te yüzde 68,3 olan sendikalı oranı 2025’te yüzde 19,3’e kadar gerilemiş durumda. Ne var ki, metal işçileri AKP-Erdoğan iktidarının tüm işçi düşmanı politikasına rağmen, zaman zaman sendikal bürokrasiyi de aşarak grev yasaklarını delebilen işçi kesimlerinin başında geliyor. Ancak yirmi yıllık örgütsüzleştirme operasyonundan bakiye bu kısıtlı örgütlülük içinde kadınların yine en örgütsüz konumda olduğu görülüyor. İşkolunun kabaca 5’te 1’ini oluşturan kadınlar, sendikalıların yüzde 15’ini oluşturuyor; yaklaşık 383 bin sendikalı metal işçisinin sadece 57 bini. Yine Ulusal İstihdam Stratejisinde metal sektöründe (alüminyum, çelik, otomotiv ve makine imalatında) otomasyonla birlikte kadın istihdamının artırılması hedefi düşünüldüğünde, bugün yüzde 15 olan kadınlar arasında sendikalaşma oranının artırılması sınıf mücadelesi için özel bir önem taşıyor. Nitekim son yıllarda metal yan sanayii ile özellikle Çin sermayeli akıllı teknoloji ürünleri imalatındaki örgütlenme mücadelelerinde çoğunlukla deneyimsiz, genç ve kadın işçiler öne çıkıyor.
Son olarak sınai proletaryada kadınların hem sayıca hem de oransal olarak yoğun çalıştığı gıda sanayiini ele alalım. Gıda sanayii, tıpkı metal gibi, son yirmi yılda adeta bir örgütlülük kırımının yaşandığı işkollarından biri. 2005 yılında gıda sanayi ile tamamı sendikalı şeker işçilerinin bütünleşik sendikalaşma oranı yüzde 79,4 iken bugün 2 No’lu “Gıda Sanayi” işkolunda bu oran 13,2’ye kadar gerilemiş durumda. Bu örgütsüzleştirmede baş rolü tütün, çay, fındık ve şeker işletmelerinin neredeyse tamamının özelleştirilmesi oynuyor. Genel sendikasızlaştırmanın etkisini geometrik bir katsayıyla yaşayan kadınlar ise 758 bin 600 işçinin çalıştığı işkolunun yüzde 37,7’sini teşkil etmelerine rağmen 100 bin sendikalının 4’te 1’ini oluşturuyor. Her 100 gıda işçisi kadından sadece 9’u sendikalı.
Hem hizmetler hem de sanayi sektörlerinin toplamından çıkan bu tablo, tekelci sermaye, işçi düşmanı AKP-Erdoğan iktidarı ile sendikal bürokrasi ittifakının işçi sınıfı mücadelesini ne kadar gerilettiğini genel olarak ortaya koymakla birlikte, kadın proleterleri de örgütsüzün en örgütsüzleri konumuna nasıl ittiğini ayyuka çıkarır nitelikte.
Tarım İstihdamında Kadınlar: Kayıtsız Ücretsiz Aile İşçileri
Her ne kadar toplam faal proletaryanın çok küçük bir kesimini oluştursa da, tarım üretimindeki sınıfsal dönüşüm bağlamında kadınların konumunu anlamak için güncel tarım istihdamının detaylarına da göz atmakta fayda var. Kapitalizmin küçük toprak sahibi üretici köylülüğü çözme eğilimi genel bir doğru. Ancak AKP-Erdoğan iktidarının inşaat rantına dayalı büyüme stratejisinin bu çözülmeyi hızlandırdığı da malum. Sadece 2020’li yıllara bakıldığında bile tarımın genel istihdamdaki payı yüzde 17,7’den 14,8’e; ücretlilerdeki payı yüzde 3,2’den 2,7’ye gerilemiş durumda.
2024 TÜİK verilerine göre toplamda 4,8 milyondan oluşan (ormancılık ve balıkçılık da dahil) tarım istihdamının yüzde 1,2’si işverenlerden, yüzde 43,6’sı kendi hesabına çalışanlardan, yüzde 13,1’i ücretli/yevmiyelilerden ve yüzde 42,1’i ücretsiz aile işçilerinden oluşuyor. Bu genel veriyi değerlendirirken, yüzde 82’si kayıt dışı olan tarım istihdamında sosyal güvencesizliği de bir değişken olarak hesaba katmak bir zorunluluk.
| İSTİHDAM EDİLENLERİN
İŞTEKİ DURUMU |
ERKEK | KADIN | ||||
| K. İÇİ (bin) | K. DIŞI (bin) | TOPLAM | K. İÇİ (bin) | K. DIŞI (bin) | TOPLAM | |
| Ücretli veya yevmiyeli | 117 | 275 | 392 | 47 | 195 | 242 |
| İşveren | 25 | 25 | 50 | 2 | 5 | 7 |
| Kendi hesabına çalışan | 473 | 1.355 | 1.828 | 24 | 254 | 278 |
| Ücretsiz aile işçisi | 73 | 729 | 802 | 108 | 1.395 | 1.503 |
Tablo 5. Tarım İstihdamının Kayıtlılık, İşteki Durum ve Cinsiyete Göre Dağılımı
Kaynak: 2024 TÜİK İşgücü İstatistikleri’nden derlenerek oluşturulmuştur.
Tablodan da görüleceği üzere, tarım istihdamında genel sınıfsal kompozisyonun cinsiyete göre dağılımına bakıldığında, erkeklerin büyük çoğunluğunun kayıt dışı kendi hesabına çalışanlar, kadınların ezici çoğunluğunun kayıt dışı ücretsiz aile işçiliğinde kümelendiği görülüyor. Diğer bir deyişle, küçük toprak ve tarımsal üretim araçlarının mülkiyetinin “aile reisi” erkeklerde olduğu hanelerde 1,5 milyon kadın başta gıda ve tekstil olmak üzere tarıma bağlı sınai kapitalistlerin kârı için neredeyse tamamen ücretsiz ve güvencesiz çalışıyor. Bu muazzam kadın nüfusu, tarımda kapitalist üretim ilişkileri hâkim oldukça, büyük oranda ev içi angaryanın haneye çakılı bıraktığı “işgücüne katılmayan” kitlelere ve yedek işgücü ordusuna, görece az oranda da ücretlilere katılmayı bekliyor.
Yazının ana konusuyla doğrudan ilişkili olan tarım proletaryasının ise yüzde 38,8’i kadın olmak üzere 624 bin kayıtlı ve kayıt dışı ücretliden oluştuğu görülüyor. Alışık olunduğu üzere, kayıt dışı ücretli oranı kadınlarda (yüzde 80,6) erkeklerden (yüzde 70,1) daha yüksek. 2024 yılı TÜİK verilerinde (117 bin erkek ve 47 bin kadın) 164 bin olarak hesaplanan toplam kayıt içi ücretli/yevmiyeli tarım işçisi sayısı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın (ÇSGB) Ocak 2025’te verilerinde 1 No’lu “Avcılık, Balıkçılık, Tarım ve Ormancılık” işkoluna kayıtlı 169 bin 412 işçi olarak karşımıza çıkıyor. Genel sendikalaşma oranının yaklaşık yüzde 25 olduğu işkolunda tarım proletaryasının yüzde 29,3’ünü oluşturan kadınlar, sendikalıların ise yüzde 13’ünü oluşturuyor.[21] Cinsiyete göre sendikalaşma eğilimini gösterir bir veri olarak not düşmek gerekirse; erkek tarım işçileri arasındaki sendikalaşma oranı yüzde 30,7 iken kadınlarda bu oran yüzde 11,2.
Sonuç Yerine
En geniş anlamıyla sömürülebilir emek gücü kütlesinde kadınların konumu genel hatlarıyla çizilmeye çalışıldığında ortaya çıkan tablo şu: Sayıları 2020’li yıllarda 7 ila 10 milyon arası değişen devasa bir kadın kitlesi, kapitalist sömürü çarklarında ezilmek üzere emek gücünün gündelik ve nesilsel yeniden üretimi için AKP-Erdoğan iktidarının gerici politikalarıyla ev içi angaryaya mahkûm edilmiş durumda. Dar anlamıyla işsizlerin yarısını oluşturan yaklaşık 1,5 milyon kadın yedek işgücü ordusunun en akışkan kesiminde iş bulma çabasıyla didiniyor. Tarım-dışı faal proletaryanın üçte birini oluşturan 7,5 milyon kadın ise örgütsüzlerin en örgütsüzü konumunda. Tarımda hâkim oldukça yüzbinlerce kadını sosyal güvencesiz işçileştiren kapitalist üretim ilişkileri, yaklaşık 1,5 milyon ücretsiz aile işçisi kadını tarıma bağlı sınai tekellerinin sömürü çarklarına mahkûm ederken küçük toprak sahiplerinin mülksüzleştirilmesi oranında da atıl ve potansiyel işgücüne doğru itiyor.
Büyük çelişki şurada ki; Türkiye işçi sınıfı içerisinde tekelci kapitalizm egemenliğini yıkmak için en çok sebebe sahip olan kadınlar, hem sendikal mücadeleye hem de sınıfın bağımsız politik örgütüne çok düşük sayı ve oranda katılıyor. Bu çelişkide ataerkil tahakküm ilişkilerinin belirleyici etkisi muhakkak. Ancak şu da yadsınması mümkün olmayan bir gerçek ki; başarılacaksa buna rağmen başarılacak.
[1] Şüphesiz bu genel döngüsel eğilimlerin belirleyiciliğinin yanı sıra, bu tipik bölüklerde kimin hangi koşullarda yer alacağı üzerinde söz konusu coğrafyanın tarihsel olarak politik ve sosyolojik şekillenişi de etki eder: Kapitalizm; milliyetçilik, ırkçılık, göçmen karşıtlığı, mezhepçilik gibi burjuva toplumun doğuşunda ortaya çıkan ya da geçmişten devralınıp üretim ilişkilerinin gereklerine göre yeniden üretilen bir dizi tahakküm ilişkisini sömürülebilir emek gücü kütlesi içerisindeki ayrımları, bölünmeleri ve dolayısıyla rekabeti güçlendirmek için alabildiğine kullanır. Tüm bu tahakküm ilişkilerinin etkisi kadınlar için de geçerlidir. Bu yazıda kadınlar nezdinde özel ve temel faktör olan ataerkil tahakküm ilişkilerine odaklanılacaktır.
[2] Emek gücünün yeniden üretimi şüphesiz aile ile sınırlandırılamaz. Bölüşüm ilişkileri genelinde, işçinin (ve ailesinin) bireysel tüketimini koşullayan ücretlerin belirlenmesi, üretimin örgütlenme düzeni gibi bir dizi uğrak da bu süreçle birlikte ele alınmalıdır. Ek olarak, hem kalifiye işçi üretmek hem de burjuva topluma ve onun şu ya da bu ülkede aldığı özelliklere ideolojik bağlılığın sağlanması bakımından ulusal eğitim önemli bir rol oynar. Ulusal sağlık sistemi de işçinin üretme kapasitesinin belirli bir zaman dilimi için garantiye alınmasında etkilidir. Ancak işçi sınıfında kadının konumu konulu yazının bu bölümünde, emek gücünün yeniden üretiminin aile içindeki uğraklarına odaklanılacaktır.
[3] Daha detaylı veriler sunması ve dönemsel etkilerden görece arındırılmış olması dolayısıyla bu yazıda aylık ya da çeyrek yıllık veriler yerine 2024 yılına ait yıllık veriler kullanılmıştır. Aksi belirtilmediği sürece verilerin derlendiği kaynak: TUİK İşgücü İstatistikleri 2024. https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Isgucu-Istatistikleri-2024-54059 (Erişim: 4 Nisan 2025)
[4] İşgücüne dahil olmayan kadınların sayısı son 4 yılda yaklaşık 500 bin gibi görece ufak bir düşüş yaşarken, bu sayı içerisinde ev işleriyle meşgul olduğu için işgücüne katılamayanların sayısı 9 ila 10 milyon arası seyretmiş, oranı ise 2021’de yüzde 45,9, 2022’de yüzde 47 ve 2023’te yüzde 42,9 olarak gerçekleşmiştir. 2024 yılındaki dramatik düşüş, elbette kadınların işgücüne katılımında daha eşitlikçi bir politikanın sonucu olarak değil, şiddeti son bir yılda artan yoksullaşma yüzünden ev içi angaryaya rağmen kadınların emek arzında bulunmak zorunda kalmasıyla açıklanabilir. Uzun erimli verilere bakıldığında ev içi angarya yüzünden emek arzında bulunamayan kadınların sayısının ve oranının çok daha yüksek olduğu akılda tutulmalıdır.
[5] Aynı hanehalkı tiplerinde erkeklerin işgücüne katılma oranı sırasıyla; yüzde 74,7, yüzde 72,6 ve yüzde 70,6.
[6] TÜİK, Toplumsal Cinsiyet İstatistikleri 2022, sf. 73-77. https://www.tuik.gov.tr/media/announcements/toplumsal_cinsiyet_istatistikleri.pdf (Erişim: 6 Mayıs 2025)
[7] TÜİK, Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Sonuçları, 2024. https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Adrese-Dayali-Nufus-Kayit-Sistemi-Sonuclari-2024-53783 (Erişim 6 Mayıs 2025)
[8] MEB’e bağlı ücretsiz ve özel anaokulları, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na bağlı özel kreş ve gündüz bakımevleri, Diyanet İşlerine bağlı kurslar, belediye ve derneklerce açılan kreşler, kamu kurumlarında çalışan emekçiler için açılan kreşler ile özel işletmelerde açılan kreşler ile resmi ve özel okullardaki anasınıflarındaki toplam çocuk sayısı. MEB, Milli Eğitim İstatistikleri 2023-2024. https://sgb.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2025_03/19143714_meb_istatistikleri_orgun_egitim_2023_2024.pdf (Erişim: 6 Mayıs 2025)
[9] DİSKAR, İşsizliğin Görünümü Nisan 2025. https://arastirma.disk.org.tr/wp-content/uploads/2025/04/Issizligin-gorunumu-NISAN-2025.pdf (Erişim: 1 Mayıs 2025)
[10] 2024’te ev işleriyle meşgul olduğu için işgücüne katılamayan 7 milyon 376 bin kadının potansiyel işgücüne dahil edilmediğini tekrar vurgulamak gerek.
[11] Burada özetlenen dönüşümün daha detaylı analizi için bkz: Dedeoğlu, S. ve Yaman, M. (ed.) (2010) Kapitalizm, Ataerkillik ve Kadın Emeği: Türkiye Örneği, SAV Yayınları, İstanbul; Yaman, M. ve Dedeoğlu, S. (ed.) (2016) Kapitalizm, Ataerkillik ve Kadın Emeği: Neoliberal ve Muhafazakâr Dönem, SAV Yayınları, İstanbul. (2014 öncesi veriler bu iki kitaptan alınmıştır.)
[12] Yaman, M. (2016) “Türkiye’de Sanayi ve İstihdam Stratejileri Çerçevesinde Kadın İstihdamının Yönelimleri” Neoliberal ve Muhafazakâr Dönem içinde, sf. 12.
[13] TÜİK verilerinde “yöneticiler” sınıfındaki ücretlilerin ne kadarının kapitalist sınıfa mensup üst düzey yönetici olduğu belirtilmediğinden bu tabakanın görece küçük bir kesimi olduğu da düşünülerek ücretliler içerisinde değerlendirildi.
[14] Kayıtlı ücretliler arasında da oran önemli bir farklılık göstermiyor; kamu emekçileri ile sanayi, inşaat, ticaret ve hizmetlerde kayıtlı çalışanların toplamının (20 milyon) da yüzde 32,7’si (6,5 milyon) kadın.
[15]ÇSGB, Ulusal İstihdam Stratejisi: 2025-2028, sf. 21-27 https://www.csgb.gov.tr/cgm/dokumanlar/ulusal-istihdam-stratejisi/ (Erişim: 6 Mayıs 2025)
[16] ÇSGB Ocak 2025 İşkolları Tebliği’nde tarım dışındaki 19 işkolunda sendikalı verilerinden hesaplanmıştır. Genel bir hesaplama yapmak gerekirse; inşaat işçilerinde sendikalı oranı yüzde 3,2, hizmetlerde yüzde 16,7 ve sınai proletaryada yüzde 15,5 denebilir.
[17] Tahminler sendikaların sosyal medya hesaplarından derlenmiştir.
[18] https://www.aa.com.tr/tr/ekonomi/bolgesel-ve-ekonomik-kalkinmanin-gorunmez-gucu-cagri-merkezleri/3329952
[19] Eşitlik Araştırmaları ve Toplumsal Uygulamaları Derneği (ETUD), Mayıs 2024. Turizm Sektöründe Kadınların Çalışma Hayatında Yaşadıkları Şiddet ve Taciz: Muğla-Bodrum Örneği, sf. 27-35.
[20] ÇSGB, 2005 Ocak Ayı İşçi Tebliği’nden dokuma ve deri işçilerinin bütünleşik oranı olarak hesaplanmıştır. Yazının devamındaki 2005 yılına ait tüm veriler için bakınız: https://www.csgb.gov.tr/Media/di4ffvov/2005-ocak-ay%C4%B1-istatisti%C4%9Fi.doc (Erişim: 6 Mayıs 2025)
[21] ÇSGB, 2025 Ocak Ayı İşkolları Bülteni, https://www.csgb.gov.tr/Media/2eojuc2u/2025-ocak-tebliğ-son-hali_07-03.pdf (Erişim: 17 Nisan 2025)







