Murat Özveri[1]
1. Grev Hakkı
En geniş anlamda grev, birden fazla işçinin kendi aralarında anlaşarak veya bir sendika çatısı altında sendikanın aldığı karara uyarak üretimi durdurmasıdır. Bir eylemin sıradan bir iş bırakmadan farklı olarak grev sayılabilmesi için sadece işçilerin çalışmama haklarını kullanmaları yetmez. Ayrıca işyerinin çalışmasını da durdurmaya dönük olması, işyerinde üretimi durdurmayı amaçlaması gerekir. Grev üretimi durdurma amacına dönük olduğu için doğası gereği zor unsuruna dayanmaktadır. İşyerini çalıştırmak isteyen işverenin bu isteminin engellenmesi için işvereni üretimi durduracak düzeyde baskı altına alacak bir etki yaratılması hedeflenmek zorundadır.
Grev yine doğası gereği iki yararın veya iki temel özgürlüğün çatışma halidir. Bir tarafta çalışma ve ticaret özgürlüğünü, sözleşme serbestisi temelinde sonuna kadar kullanmak isteyen işveren diğer tarafta ise topluca hareket, işverenin çalışma ve ticaret özgürlüğünü, dolayısıyla da sözleşme serbestisini sınırlayan toplu eylem hakkı yer almaktadır. Grev içinde barındırdığı “zor” unsuru hukuken tanınmadığı sürece işverenin çalışma özgürlüğüne, teşebbüs kurma hakkına, ticaret özgürlüğüne yapılmış haksız bir müdahale olarak görülecektir. Ne zaman ki grevin içerisinde barındırdığı zor unsuru hukuken tanınmıştır, grev yasadışı olmaktan çıkmıştır. Kuşkusuz grev hakkı üzerinden işverene uygulanan zorun hukuken meşru kabul edilmesi işçiler açısından çok önemli bir aşamadır.
Hukuk, grevi meşrulaştırırken greve hukuki bir tanım getirmiştir. Her hukuki tanımda olduğu gibi tanımlayıp meşrulaştırırken aynı zamanda grev hakkını sınırlandırmıştır. Grev hakkının hukuken yapılan tanımı ve koşulları, grevin hukukun çizdiği sınırlar içerisinde etkili bir hak olarak kullanılıp kullanmayacağını belirleme özelliğine sahiptir.
Bir başka deyişle, grev hakkı olmadan sendikaların işçilerin haklarını etkili bir şekilde koruyacak toplu iş sözleşmeleri yapmaları, işçilerin haklarını ve toplu sözleşmeyi korumaları olanaklı değildir. Basitçe söyleyecek olursak; sendikalar üyelerinin çıkarlarını koruyup geliştirmek amacıyla kurulmuş örgütlerdir. Sendikaların bu amaçlarına uygun hareket etmelerini sağlayacak etkin mücadele araçlarıyla donatılmış olmaları zorunludur. Güçlü işveren karşısında sendikaları ve dolayısıyla işçileri etkili bir güç haline getirecek araçlar olmadan sendikaların var oluş amaçlarına uygun davranmaları olanaklı değildir. Bu nedenle hukuk sistemimizde grev hakkı kolektif haklar içerisinde yer alan üç temel haktan birisidir. Toplu iş sözleşmesi hakkı ve grev hakkı bulunmayan bir sendika hakkından söz etmek anlamlı değildir. Bu nedenle sendikal haklar başlığı içerisinde yer alan, sendika hakkı, toplu iş sözleşmesi hakkı ve grev hakkı varlıkları bir diğerinin varlığını koşullandıran, birisi olmayınca diğerlerinin de olamayacağı bir bütünlük içerisinde yer alırlar. Bu bütünlük kolektif hakların bölünmezliği ilkesi ile ifade edilmektedir. Sendika hakkının grev hakkı olmaksızın anlamlı olmaması kolektif hakların niteliğinden doğan bir zorunluluktur.
Grev hakkı sadece kolektif haklar içerisinde yer alan bir hak değildir. Grev hakkı aynı zamanda sendika hakkını, özellikle de toplu sözleşme hakkını tanımlayan, bu hakların var olup olmayacağını belirleyen olmazsa olmaz bir unsurdur. Sendika ve toplu sözleşme hakları grev hakkından soyutlayarak tanımlanamaz. Grev hakkı bulunmayan bir örgütün adı sendika olsa da hukuki ve sosyolojik olarak bu örgüte sendika demek olanaklı değildir. Grev ve toplu sözleşme hakkı bulunmayan sendika ile herhangi bir derneği ayırt etmek olanaklı değildir. Sendikayı dernekten ayırt eden özellik grev hakkıyla donatılmış toplu sözleşme hakkıdır. Grev hakkının var olmadığı ya da yasaklandığı koşullarda imzalanan bir toplu sözleşmeye de toplu sözleşme demek olanaklı değildir. İşçi ile işveren arasında imzalanan bireysel iş sözleşmesinden toplu iş sözleşmesini ayıran bireysel iş sözleşmesinden farklı olarak birden fazla işçinin hak ve borçlarını belirlemiş olması değildir. Grev hakkının güvencesi altında güçlerin eşitlendiği koşullarda yapılmış olmasıdır. Bu nedenle sendika hakkı grev ve toplu sözleşme haklarını içeren bir kavramdır. Sendika, toplu sözleşme ve grev haklarının bütünlük içerisinde yer aldığını ifade eder.[2] Sendika, toplu sözleşme ve grev hakkının bütünlük içerisinde yer almış olmasının hukuki sonucu ise bu hakların bölünemeyeceği, birisine yöneltilen sınırlamaların diğerlerini de sınırlayacağı, birisine getirilen güvencenin ise diğerlerini de kapsayacağıdır.
Sendikal hakların bölünmezliği ilkesi İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) kararlarında altı ısrarla çizilen bir ilkedir. İHAM’a göre “toplu sözleşme, sendika hakkının temel öğesidir, o yoksa özünden yoksundur”.[3] İHAM’ın bu bütünsellik içerisinde yer alan sendikal hakların gerçek anlamda varlığından söz edebilmenin koşullarını “sendika kurma ve sendikalara üye olma, sendika tekliği anlaşmalarının yasaklanması, sendikanın, işvereni, üyeleri adına dile getireceği istekleri dinlemeye ikna etmeye çaba gösterme hakkı (kısaca, sesini işverene duyurma hakkı)” olarak sıraladığı, vurgulanmıştır.[4] Aynı yaklaşımı, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) organlarından biri olan Sendika Özgürlüğü Komitesi (SÖK) kararlarında da görmek olanaklıdır. SÖK’e göre; grev hakkı, “sendika hakkının temel öğelerinden biridir.”[5] Yine SÖK’e göre, “Grev hakkı 87 sayılı Sözleşme ile güvence altına alınmış sendika özgürlüğünün ayrılmaz bir parçasıdır.”[6]
Diğer yandan grev hakkı işçilerin güç kullanarak işvereni anlaşmaya zorlama aracıdır. Kendisini sözleşme özgürlüğü ile meşrulaştıran kapitalist bir sistemde işçilerin üretimi durdurarak işvereni anlaşmaya zorlamalarının bir hak olarak kabul edilmesi elbette kolay olmamıştır. Nitekim grev önce işçilerin topluca işledikleri bir suç olarak görülmüş ve ağır cezaların uygulandığı kovuşturmaların konusu yapılmıştır. Güzel, 1926’da yürürlüğe giren 765 sayılı ceza yasasıyla, 1936 yılında kabul edilen 3008 sayılı iş yasasıyla, 1947’de yürürlüğe giren 5018 sayılı sendikalar yasasıyla ve grev hakkını kullanan işçiler için cezalar öngörülmesini, iş yasasının ceza yasasına dönüştürülmesi olarak nitelendirmiştir. Güzel’e göre, grev hakkını kullanan işçiler için “getirilen yaptırımlarla greve gitmekle banka soygunu neredeyse aynı düzeyde cezalandırılırmıştır.”[7] Gerçekten de grev hakkının hukuki serüveni açık ya da dolaylı yasaklamalarla başlamış ve halen de sürmektedir.
Grev hakkı Türkiye’de devletin en fazla müdahale ederek kontrol altında tutmaya çalıştığı bir alan olma özelliğini taşımaktadır. 2012’de kabul edilen ve hâlâ yürürlükte olan 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun genel gerekçesinde de bu müdahale net ifadelerle vurgulanmıştır. Gerekçede, “öteden beri Türk iş hukukunda devletin fazla müdahale ettiği ve denetim altında tuttuğu grev ve lokavt alanı yeniden düzenlenmiştir”[8] sözleri ile grev hakkına müdahale edildiği, müdahalenin amacının denetim altında tutmak olduğu kabul edilmiştir. Ancak tasarının genel gerekçesinde yapılan bu kabule, ILO denetim organlarının kararlarına, İHAM kararlarına karşın grev hakkına ilişkin sınırlandırmalar eski 2882 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu’nun özüne dokunmaksızın 6356 sayılı yasada da sürdürülmüştür.
2. Grev Yasakları
Grev yasaklarının bir kısmı doğrudan grevi, bir kısmı ise sendikal örgütlenme dahil tüm örgütlenmeleri yasaklamıştır. Kolektif hakların bölünmezliği ilkesi ışığında baktığımızda, aslında örgütlenme hakkına ilişkin yasaklama, grev hakkını, grev hakkına ilişkin yasaklama da sendika hakkının yasaklanması sonucunu doğurmuştur.
2.1. Memaliki Mahsusa Demiryollarının Usulü Zabıtasına Dair Nizamname
30 Mayıs 1283, miladi 1867 tarihinde yürürlüğe giren nizamnamenin, birinci ve ikinci maddeleri 2004[9] yılına, işçilere işi bırakma yasağı getiren 5. madde dahil nizamnamenin tamamı 2008 yılına kadar yürürlükte kalmış, nizamname tüm hükümleri ile 2008 yılında yürürlükten kaldırılmıştır.[10]
1867 yılından 2008 yılına kadar 141 yıl yürürlükte kalan Nizamnamenin grevi yasaklayan hükümleri 15.07.1963 tarihinde kabul edilip, 24.07.1963 tarihli Resmi Gazetede yayınlandıktan otuz gün sonra 24.08.1963 tarihinde yürürlüğe giren 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu uygulanana kadar demiryollarında grevi yasaklamıştır.
Aslında nizamname demiryolu yapmanın, işletmenin ve korumanın önemi nedeniyle, demiryolu yapımını, işletmesini korumaya dönük önlemler içermekte, bir anlamda demiryolu işletmeciliğinin esaslarını belirlemektedir. Ancak, Nizamname bu esasları belirlerken birinci ve beşinci maddelerinde işçilerin bireysel veya toplu eylemlerini cezalandırmaya dönük hükümler getirmiştir. 19. yüzyıl koşullarında demiryolu yapımında çalışan işçilerin ağır çalışma koşullarına karşı işyerini terk edip işten ayrılarak veya topluca tepki göstererek ağır çalışma koşullarından kendilerini koruma amaçlı eylemleri ceza hükümleri ile engellenmek istenmiştir.[11] Nitekim 1. Maddesi “Her kim ki” öznesi ile başlayan Nizamname, “demiryolunu tahrip etmek ve bozmak veya arabaların yürümesine” engel olmak fiillerine ceza getirmiştir. Aynı maddede telgraf haberleşmesinin kesintiye uğratılması çabaları da yaptırım kapsamına alınmıştır.[12]
Nizamnamenin beşinci maddesi tren seferlerinde hazır bulunmayan veya terk eden makineci veya kılavuzların işten çıkartılacağı, ayrıca altı aydan iki seneye kadar hapisle cezalandırılacağı hükmünü getiriyordu.[13] İşi bırakmayı açıkça yasaklayan bu hüküm Koç Tarafından haklı olarak grev yasağı olarak nitelendirilmiştir.[14]
2.2. Maadin Nizamnamesi (1869)
Grevi yasaklayan hukuki düzenlemelerden bir diğeri 1869 tarihli Maadin Nizamnamesidir. Nizamname, zorunlu çalışmayı kaldırmış, işçilere uygun bir ücret ödenmesini öngörmüş, madendeki tehlikelerin mühendislerce belirlenerek maden sahiplerine bildirilmesi yükümlüğü getirmiş, madenlerde meydana gelen iş kazalarında işçilere ve ailelerine tazminat ödenmesi yükümlülüğünü kabul etmiştir.[15] İşçilerin haklarını korumak için çağına göre önemli hükümler getiren nizamname işçilerin örgütlenerek bu hakları grev yoluyla almalarına veya korumalarına ise grevi yasaklayarak engel olmuştur. Nizamnamenin 63. Maddesi işçilerin maden üretimini terk edip işi bırakmalarını veya işverenlerin maden üretmelerini ihlal etmelerini yasaklamıştır. Nizamnamenin 63. Maddesine göre, “Maadin imalatı terk ve tatil olunur veyahut eşyayı madeniyeyi imal ile melüf olan sınıfın ihtiyacat-ı sanayileri ihlal kılınır ise vali-i vilayetin ve mühendisinin bu yolda olan mütalaaları derakap canib-i idareye ifade ve iş’ar olunacaktır.”[16]
2.3. Tatil-i Eşgal Kanunu
1909 tarihli Tatil-i Eşgal Kanunu görünüşte grev hakkını düzenlemek için kabul edilmiştir. Ancak bu öyle bir düzenleme olmuştur ki, kanun 8. maddesinde getirmiş olduğu ayrık hükümlerle o günün koşullarında neredeyse var olan tüm işletmeleri sayarak grev yasağı getirmiştir.[17]
2.4. 765 Sayılı Ceza Kanunu (1926)
765 Sayılı Türk Ceza Kanunun “İş ve çalışma hürriyeti aleyhindeki cürümler” ile ilgili 201. maddesi 1933 yılında yapılan değişikliğe kadar korkutma, tehdit veya cebir ve şiddet veya başka suretlerle çalışma özgürlüğüne engel olmasına cezai yaptırım getirmişti. 765 Sayılı Türk Ceza Kanunu 1933 yılında 2275 Sayılı Kanun’la değiştirilmiştir. Değişiklikle “İş ve çalışma hürriyeti aleyhindeki cürümler” başlıklı 201. maddeye yeni bir fıkra eklenerek, grev Türk Ceza Kanunu aracılığı ile hapis cezasıyla yaptırıma bağlanmış bir suç olarak düzenlenmiştir.[18] Grevi suç olarak tanımlayan 765 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 201/2 maddesi şöyledir:
“Her kim cebrü şiddet veya tehdit ile gerek ameleyi ve gerek ticaret ve sanat sahiplerini veya müteahhitleri yevmiyeleri azaltıp çoğaltmağa veyahut evvelce kabul edilen şartlardan başka şartlar altında mukaveleler kabulüne icbar etmek maksadile bir işin tatiline veya nihayet bulmasına sebebiyet verir veya tatilin devamına âmil olursa altı aydan beş seneye kadar hapis ile cezalandırılır.”
Görüldüğü gibi çalışma hakkını, herkesin dilediği iş ve sanatı yapmasını güvence altına alan 765 sayılı yasanın 201/1 maddesinden farklı olarak 2275 sayılı yasayla ceza yasasına eklenen ikinci fıkra doğrudan grev hakkına dönüktür.[19] Madde işçileri, işvereni veya müteahhitleri cebir ve şiddet kullanarak ücretlerin arttırılması, önceden kabul edilen çalışma koşullarının değiştirilmesi için işin durdurulmasını yasaklamıştır.
2.5. 3008 Sayılı İş Kanunu
Grev konusunda 1936 yılında kabul edilen 3008 Sayılı İş Kanunu ilk kez “grev” sözcüğünü kullanarak net bir yasak getirmiştir. 3008 sayılı yasanın 72. maddesine göre “Grev ve Lokavt, yasaktır.”
3008 sayılı yasa hangi işçi eylemlerinin grev olduğunu, hangi işçi eylemlerinin grev niteliğinde kabul edileceğini 73. Maddesinde göstermiştir. Yasa 127-130 maddelerinde ise 73. Maddede tarif edilen grev veya grev niteliğinde eylemlere katılan, bu eylemleri teşvik ve öncülük eden, bu eylemleri kamu işyerlerinde gerçekleştiren işçilere verilecek idari para cezası, hafif hapis cezalarını belirlemiştir. Ayrıca bu işçiler grev sırasında verdikleri zararı tazminle yükümlü tutulmuşlardır. İşverenin yapmakla ödevli oldukları işleri yapma konusundaki ihtarına uymayan işçilere işverenin haklı fesih hakkı saklı kalmak kaydıyla idari para cezası uygulanması kabul edilmiştir.
2.6. 5018 Sayılı İşçi ve İşveren Sendikaları ve Sendika Birlikleri Hakkında Kanun
5018 Sayılı İşçi ve İşveren Sendikaları ve Sendika Birlikleri hakkında kanun 20 Şubat 1947 tarihinde kabul edilmiş, 26 Şubat 1947 tarihinde 6542 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Sendika hakkını yasal olarak düzenleyen ilk yasa olan 5018 sayılı yasa grev kavramına sadece yasaklar bölümünde yer vermiştir. 5018 sayılı yasanın 7. maddesinde 3008 sayılı yasanın grevi yasaklayan 72. maddesine atıf yapılarak grevin suç olduğu, bu suçu işleyen veya teşvik eden, teşebbüste bulunan sendikaların mahkeme kararı ile geçici veya sürekli olarak kapatılacağı hükmü getirilmiştir.[20] Yasanın gerekçesinde grevin yasaklanması olağan olarak kabul edilmiş, bu yasağa aykırı davranma halinde sendikaların mahkeme kararı ile kapatılabileceğine açıklık getirildiği vurgulanarak, mahkeme kararı ile kapatmanın kendisi ileri bir adım olarak sunulmuştur. Yasanın gerekçesinde bu yaklaşım şöyle açıklanmıştır:
“Tasarıda [5018 sayılı yasa tasarısında] bazı yasaklar konmakta, bu yasaklarla ve grev ve lokavt yasağına riayetsizlik halinde sendikaların mahkeme karariyle kapatılabileceği tasrih edilmektedir. Bu suretle kapama kararı idari mercilere değil, kaza mercilerine verilmiştir ki, Dernekler Kanunumuza hâkim olan zihniyet de budur.”[21]
5018 sayılı yasa grev yasağı konusunda her ne kadar 3008 sayılı yasadaki grev yasaklarına atıf yapmışsa da bu atfı yaparken getirmiş olduğu “teşvikte bulunmaları veya bu fiillere teşebbüs edilmesi” ifadesiyle grev yasağını genişletmiştir. 5018 sayılı yasayla artık “greve teşebbüs veya teşvik” adı altında yeni iki suç oluşturulmuştur.[22] Güzel, greve teşvik deyimi üzerinden oluşturulan bu yeni suçu 5018 sayılı yasaya dönemin Başbakanı Recep Peker’in eklediği, bu gelişmeyi yine dönemin Çalışma Bakanı Sadi Irmak’ın anılarında şu sözlerle açıkladığını belirtilmiştir:
“Tarihi bir hatıra olarak şunu anlatmalıyım: Tasarıyı ben bir sosyal hak tasarısı olarak Bakanlar Kurulu’na verdim. Fakat rahmetli Recep Peker’in [Peker 1950’de vefat etmiştir] başkanı bulunduğu kabinede bu kanuna benim [Sadi Irmak] itirazıma greve teşvik diye yeni bir suç şekli eklenmiştir. Ben böyle bir suç ihdasının karşısındaydım. Esasen grev yasaktı. Bu yasağa bir de greve teşvik suçu eklenmesi yersizdi. Ben o zaman iki alternatif arasında kaldım. Birincisi bunu bir prensip meselesi yaparak bakanlıktan çekilmek, ikincisi ne olursa olsun Türkiye’de ilk kanunî sendikaların kurulmasını sağlamak için bu pürüze katlanmak ve ilk fırsatta bu pürüzü ayıklamak. Ben ikinci şıkkı tercih ettim.”[23]
5018 sayılı yasanın gerekçesinde grev yasağı olağan olarak görülüp sendikaların mahkeme kararı ile kapatılması olumlu bir adım olarak vurgulansa da yasağı düzenleyen ve yeni yasaklar oluşturan 7. madde yargılama sürecinin detaylarını da düzenlemiştir. Bu düzenlemeye göre, henüz yargılama sürerken sorgu yargıcı veya mahkeme yargılamanın her aşamasında sendikal faaliyetleri yasaklayabilecektir. Cumhuriyet Savcıları da yargılama devam ederken mahkemeden sendikal faaliyetlerin durdurulmasını isteyebilecektir. Mahkeme, yargılama devam ederken sendikal faaliyetlerden yasaklama kararı verdiğinde sendikalara kayyum tayin edilecektir. 5018 sayılı yasa 7. maddesindeki bu düzenleme ile haklarında karar kesinleşmeden sendikaların faaliyette bulunmalarının yasaklanmasının önünü açmıştır.
3. Grevin Yasal Güvence Altına Alınması Tartışmaları
Sendikal örgütlenme açısından Cumhuriyet sonrası dönemde 1946 yılı önemlidir. 5 Haziran 1946 tarihinde kabul edilen 3512 Sayılı Cemiyetler Kanunu, 4919 Sayılı “Cemiyetler Kanununun bazı maddelerinin değiştirilmesine dair kanun” ile değiştirilmiştir.[24] Sendikalar açısından önemli değişiklik sınıf esasına ve adına dayalı dernek kurma yasağının kaldırılması olmuştur. Yasağın kalkmasıyla birlikte ülkenin birçok ilinde sendikalar kurulmuştur. Emek yazınında 1946 sendikacılığı olarak adlandırılan[25] ve yaklaşık altı ay sürmesine karşın “özgür sendikacılık” [26] olarak nitelendirilen bu dönemde işçilerin hızla sendikalaşması iktidarı kaygılandırmıştır. Devrin İç İşleri Bakanı Şükrü Sökmensüer hızla sendikalar kurulmasını “Kısa bir zamanda memleketimizin muhtelif şehirlerinde yerden biter gibi sendikalar üremiş ve türemiştir” sözleriyle dile getirmiş, kurulan bu sendikaları komünistlerin “demokratik hürriyetlerden faydalanma taktiğine uygun” olarak örgütlenen yapılar olarak suçlamıştır.[27] İktidar 1946 yılında kurulan sendikaları ilan ettiği sıkıyönetimin 16.12.1946 tarihli kararı ile kapatmıştır.[28] 1947 yılında grev yasağını genişleterek kabul eden 5018 sayılı sendikalar yasası kabul edilmiş, ancak grevin yasal düzlemde kabul edilmesi tartışmaları hem sendikalar yasasının tartışıldığı mecliste hem yasa sonrası devam etmiştir.
3.1. ‘Grev hak değil ihkakı haktır[29], tehlikelidir’
1947 yılında Sendikalar yasa tasarısı mecliste tartışılırken Çalışma Bakanı Sadi Irmak’tır. Grev hakkına karşı çıkan Çalışma Bakanı Irmak grev ve lokavtı “bir bakıma bir sınıfın kendi vasıtasiyle ihkakı hak etmesi demektir” sözleriyle tanımlayıp grev hakkını liberal ekonomilere özgülemektedir. Irmak’a göre:
“Arkadaşlar; gerek Grev gerek Lokavt bir bakıma bir sınıfın kendi vasıtasiyle ihkakı hak etmesi demektir. Yani amele sınıfı, sayısına, patron ise sermayesinin azemetine güvenerek fikirlerini ve emellerini mukabil tarafa empoze etmeleri mânasına gelir. Bu, şüphesiz liberal ekonomi rejimlerinde belki yerinde bir tedbirdir. Çünkü liberal rejimlerde malûmunuz olduğu veçhile Devlet ekonomik ve sosyal faaliyetlere aktif olarak müdahale etmez. Sınıflara kendi aralarında dâvalarını halletmek imkânını verir. Memleketimizde de liberal bir rejim takip etseydik bu rejimin tabiî haklarını tanımamız icabederdi. Fakat biz Devletçi bir rejime sahibiz. Gerek C. H. Partisinin ana prensibi, gerekse muhterem muhaliflerimizin programlarında da devletçilik ana prensip olarak yer tu[t]muş bulunuyor, Anayasamız da Devletçiliği tesbit etmiş bulunuyor. Böylece bu görüşle grevin memnuiyetini devam ettirmekte bir hak ve mantık vardır. Çünkü Devlet, burada sınıflar arasında çıkan ihtilâflarda hakem olmayı kabul etmiş bulunuyor.”[30]
Grev hakkına şiddetle karşı çıkanlardan birisi de sendikalar yasa tasarısı konusunda görevlendirilmiş komisyonun sözcüsü Hulusi Oral’dır. Oral, “grev bir hak mıdır ihhakı hak mıdır” diye sorarak başladığı konuşmasında, kendi sorduğu sorunun yanıtını grevi hukuken hak olarak kabul etmek olanaklı değildir sözleriyle vermiştir:
“Grev bir hak mıdır, yoksa ihkakı hak için bir cebir, bir tazyik mıdır? Bunun hukuki cephesini alırsak bunu demokrasinin icabı olarak bir hak olarak kabul etmek imkânı yoktur. Bu, doğrudan doğruya âmme menfaatında, iktisadi Devlet Teşekküllerine doğru giden bütün dünyada, Devlet teşekküllerine karşı olduğu kadar fertlerin, kapitalist dediğimiz işverenlerin mevcut durumlarını her vakit arızaya, şahsi olduğu kadar olanların her türlü menfaatleriyle beraber umumun menfaatini baltalıyacak kadar tehlikeler arzeder.”[31]
3.2. Grev Hakkının Tanınmasını İstemek İrticadır
Sendika hakkının 5018 sayılı yasayla; grev hakkı, toplu iş sözleşmesi hakkı olmadan da olsun görüşüyle düzenlenmesinden sonra sendikalaşma ivme kazanmıştır. Sendikalaşmanın artması, bu artıştan rahatsız olan hükümeti işçilerin sendikalara yönelmesini sınırlandırmak için bireysel iş yasasında işçi lehine önemli değişiklikler yapmaya itmiştir. Bu doğrultuda 3008 sayılı iş yasası 25 Ocak 1950 tarihinde kabul edilen 5518 sayılı “İş Kanunu’nun bazı maddelerinin değiştirilmesi hakkında Kanun” ile oldukça kapsamlı değişiklikler geçirmiştir. Bu değişikliklerin görüşüldüğü Meclis’te konu grevin yasak olmasına gelmiştir. Grev yasağını savunan devrin çalışma bakanı grev hakkını irtica ile ilişkilendirerek grev hakkının istenmesini irticacılık olarak nitelendirmiştir. Çalışma Bakanı’na göre:
“Eğer irtica yaparsak, (…) Devletin vazifeleri hususunda şu anda haiz olduğumuz telâkkilerden vazgeçersek veya bundan kırk, elli hatta otuz sene evvelin modası olan liberal nizama, dönecek olursak, o takdirde hakikaten greve de, lokavta da lüzum olacaktır.”[32]
4. Kalıcılaşan Grev Korkusu
Türk sendikacılık hareketinin gelişiminde yasal sistem her zaman belirleyici unsurlardan birisi olmuştur. Yasa koyucu uzun bir süre grev hakkına sahip bir sendikal hareketten ürkmüş, özellikle sermaye birikiminin yetersiz olduğu koşullarda çalışanların bu hakka sahip olmalarının ülkenin ekonomik gelişimini olumsuz etkileyeceği endişesini taşımıştır. Bu endişe ilk sendikalar yasasının çıktığı Meclis-i Mebusan’dan günümüze kadar dozu farklılaşsa da hep var olagelmiştir.[33]
Türkiye’de grev hakkından duyulan korku siyasi iktidarın kendi kontrolü dışında örgütlü bir gücün varlığından duyduğu endişeyle birleşerek süreklilik kazanmıştır. Geç başlayan sanayileşmeyle gerekçelendirilen kolektif hak karşıtlığı, giderek “sendikalar aracılığı ile düzen bozulacak” korkusuna dönüştürülmüştür. Aynı endişeyi Başbakan İsmet İnönü’nün 4 Mayıs 1950 tarihli İzmir’deki seçim nutkunda da görmek olanaklıdır:
“Grev hakkı, hür işçilerin haklı bir talebi olarak bizim karşımıza çıkarılıyor. Bir defa, grev hakkının esaslı bir lüzum olduğu, eskisi gibi değil, şimdi birçok memleketlerde bile münakaşa mevzuudur. Ancak, ben, grev hakkının bizim bünyemize göre lüzumlu veya lüzumsuz olduğu mevzuunu da münakaşa etmeyi acele ve faydasız görürüm. Belki bir gün biz de grev hakkını kabul ederiz. Fakat, ondan evvel yapacağımız işleri tamamlamak lazımdır.”[34]
Muhalefetteyken grev hakkını savunan, iktidardaki CHP’yi grev hakkına karşı çıktığı için eleştiren DP’nin, iktidara gelmesinden 6 yıl sonra, 1956 yılında, DP’li çalışma bakanı Mümtaz Tarhan’ın Meclis’te yapmış olduğu konuşma da aynı endişeyi vurgulamaktadır:
“Grevi neden yapmadık? Ağır bir topu çamurlu, kaygan bir satha yerleştirmeden evvel zemini kuvvetlendirmek lazımdır… Grev hakkını şimdiye kadar niye realize etmedik? Grev yapmak için önce gelişmiş bir sanayiye sahip olmak gerekir, sanayimiz daha bebek halinde idi. Bu sanayiyi daha bebek halinde öldüremezdik.”[35]
Demokrat Parti’nin grev hakkını yasallaştırmaktan kaçınmak için kullandığı bu gerekçeye karşın “hem grev hakkı dönem içerisinde giderek işçi hareketinin hemen tamamı tarafından sahiplenilen ve savunulan bir temel hakka dönüşmüştür, hem de gerçekleşen çok sayıda iş bırakma ile bu hak, sınırlı sayıda örnekle de olsa, fiilen kullanılmıştır.”[36] Grev hakkının gerekliliği işçi hareketinin değişik siyasal görüşe sahip temsilcileri tarafından benimsenmiş ve ısrarla savunulmuştur.[37] İşçiler grev hakkı için kampanyalar yapmışlar, hükümete telgraflar göndermişler, Çalışma Meclisinde grev hakkını savunmuşlar, Çalışma Bakanı ile görüşmüşler, bu kampanyalarda basında ve bilimsel toplantılarda grev hakkının gerekliliğine ilişkin yazılar yayınlanmasını sağlamışlardır.[38]
İşçiler ve sendikalar grev hakkının yasalaşması için kendilerine bu hakkı vereceğini vaat eden, bu vaatle onların desteğini alan ama iktidara gelince grev hakkını yasayla düzenlemekten kaçınan Demokrat Parti iktidarına grev hakkını düzenleyen yasal düzenleme için baskı yaparken fiilen de grev hakkını kullanmaktan çekinmemişlerdir.[39]
DP iktidarı işçiler ile “iyi günler”in yaşandığı ve ekonomik sorunların yaşanmadığı 1950-1954 dönemi ve ilişkilerin gerginleşmeye başladığı, ekonomik sorunların yaşandığı 1955-1960 dönemi olarak iki ayrı dönem olarak incelediğinde, ilk dönemde 22 kez, ikinci dönemde ise 14 kez greve gidildiği görülmektedir. Grevlerin yaklaşık yüzde 65’i özel kesimde meydana gelmiştir. Kamu kesiminde meydana gelen grevlerin yüzde 60’ını ise limanlarda yükleme ve boşaltma işlerinde çalışan işçiler gerçekleştirmiştir. İşkolları açısından bakıldığında limanlarda yükleme boşaltma işlerinde çalışanlar 8 grevle ilk sırayı almaktadır. Onu 7 grevle dokuma sanayi ve inşaat izlemektedir. Dörder kez greve gidilen ulaşım ve gıda sanayi ise grevlerin yoğunlaştığı diğer iş kollarıdır. Büyük çoğunlukla özel sektöre ait olan bu iş kollarının temel özelliği ise çalışma koşullarının ağır olup işçilere oldukça düşük ücret ödenmesidir.[40]
Bu endişe yasal alanda yasaklama biçiminde karşımıza çıkmıştır. Yasa koyucunun, sendika hakkını tanıdığı zaman grev hakkından, grev hakkını tanıdığı koşullarda ise bu grevin siyasi iktidarın politikalarının belirlenmesini etkileyecek şekilde kullanılmasından her zaman ürkmüş olduğu görülmüştür. Yasa koyucu, 1947 yılında çıkarılan 5018 sayılı Sendikalar Yasası’nda olduğu gibi ya grevi tümüyle yasaklamış ya da siyasi iktidarın kararlarını etkilemeyecek şekilde düzenlemiştir. Nitekim grev hakkı üzerindeki yasak, 1961 Anayasasında grevin temel bir hak olarak düzenlenmesiyle kalkmıştır. Ne var ki bu kez de her hak gibi grev hakkı da sınırsız olamaz kabulü devreye girmiş, grev hakkının sınırları “kanuni grev/kanun dışı grev” ayrımı ile grev hakkının etkin kullanılmasına karşı önlemler alma dönemi başlamıştır. Grev hakkının istisnaları başlığı altında yapılan bu düzenlemeler istisnayı kural haline getirecek şekilde evrimleşmiş, grev yapılması istisna, etkili grevin yapılmaması kural haline dönüşmüştür. Grevin yasak olduğu işyerleri ve işkollarının geniş tutulması, grev yasaklarına dönüşen grev ertelemelerine ilişkin hükümler, grev kırıcılığını özendiren, grev kırıcılığına karşı etkili önlemler içermeyen mevzuat yığını grevi kâğıt üzerinde var olan ancak fiilen etkili kullanılması olanaklı olmayan bir hak haline getirmiştir. Grev hakkının sınırlanması tartışmaları 1961 Anayasasında grev hakkını düzenleyen maddeyle birlikte başlamış ve halen sürmektedir.
4.1. Devam Eden Grev Yasakları
275 sayılı Yasayla başlayan kanuni grev – kanun dışı grev ayrımı 2822 ve halen yürürlükte olan 6356 sayılı yasalar aracılığı ile sürdürülmüştür. 6356 sayılı yasa 58. maddesinde yapmış olduğu grev tanımıyla birlikte bir dizi grev biçimini ve işçilerin toplu eylemini yasa dışı grev kapsamına almıştır. Yasanın 58. madde gerekçesinde yasaklanan genel grev, siyasi amaçlı grev ve dayanışma grevini yasal iş mücadelesi aracı olarak görmenin olanaklı olmadığı ileri sürülmüştür. Gerekçeye göre, işyeri işgali, işi yavaşlatma, verimi düşürme ve diğer direnişler ise işçilerin bağlılık borcu ile iş görme borcuna aykırılık oluşturan eylemlerdir.[41]
Uluslararası Çalışma Örgütü’ne (ILO) bağlı Sendika Özgürlükleri Komitesi (SÖK) ise yasayı hazırlayanlar gibi düşünmemektedir. SÖK’e göre, “dayanışma grevlerinin genel olarak yasaklanması isabetli değildir. Şayet desteklenen grev yasal bir grev ise dayanışma grevi de yasaldır.”[42]
SÖK ayrıca, sendikanın işveren tarafından tanınması (yetkili kabul edilmesi) için yapılan grevlerin meşru olduğunu belirterek, “toplu pazarlıkla ilgili uyuşmazlıkların kabul edilmesi için yapılan grevlerin”[43] yasaklanmasının örgütlenme özgürlüğünün ihlali olduğuna karar vermiştir.
SÖK, hükümetin uyguladığı ekonomik politikaların ortaya çıkardığı çalışma yaşamına ilişkin sosyal sonuçları protesto etmek için yapılan ulusal grevin yasaklanması veya yasa dışı ilan edilmesini örgütlenme özgürlüğünün “ağır ihlali” olarak görmüştür.[44] SÖK’e göre, “asgari ücretin artırılması, yürürlükteki toplu sözleşmelere saygı gösterilmesi ve ekonomik politikaların değiştirilmesi amacıyla yapılacak genel grevler meşrudur ve sendikaların normal faaliyetleri arasındadır.”[45] SÖK “Genel bir grev yasağı, sınırlı bir süre için ve ciddi bir ulusal kriz halinde kabul edilebilir”[46] demiştir.
Kısaca SÖK grev türleri konusunda genel bir yasaklamayı uygun bulmamıştır. Diğer yandan SÖK “sendika denetimi dışında yapılan düzensiz grevler (wild-cat strike), işi yavaşlatma, işi durdurma, işyeri işgali gibi eylemler, ancak bu eylemler barışçıl olmaktan çıktığında sınırlanabilir” görüşündedir.[47]
4.2. 6356 Sayılı Yasada Grev Yasaklarının Bulunduğu İşler
6356 sayılı yasanın 62. maddesi can ve mal kurtarma, cenaze ve defin, elektrik, doğalgaz, bankacılık, petrol üretimi, tasfiyesi ve dağıtımı ile nafta veya doğalgazdan başlayan petrokimya işlerinde grev yapılmasını yasaklamıştır. Maddeye göre, mezarlıklarda, Milli Savunma Bakanlığı ile Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığınca doğrudan işletilen işyerlerinde; kamu kuruluşlarınca yürütülen itfaiye ve şehir içi toplu taşıma hizmetlerinde ve hastanelerde grev yapılamaz.
Maddenin gerekçesinde yine ILO dayanak gösterilerek “grev ve lokavtın yasak olduğu işler ve yerler ILO’nun talepleri de dikkate alınarak yaşamsal nitelik gösteren temel kamu hizmetleri ile sınırlandırılmıştır” denilmiştir. Ancak, ILO denetim organlarından SÖK, “grev hakkının iki durumda sınırlanabileceği veya yasaklanabileceğini kabul etmektedir: 1) devlet adına otorite icra eden kamu görevlilerinin (public servants exercising autority in the name of the State) çalıştığı kamu hizmetlerinde veya 2) durması nüfusun tümünün veya bir bölümün yaşamını, kişisel güvenliğini veya sağlığını tehlikeye atabilecek, kelimenin dar anlamıyla, zorunlu/temel hizmetlerde.”[48]
Dar anlamda temel hizmetlere örnekler veren SÖK, “Hastaneler, elektrik, su, polis ve silahlı güçler, itfaiye, hava trafik kontrolü gibi”[49] işleri sıralamıştır. SÖK’e göre,
“Mutfak atıklarının toplanması alanındaki bir grevin halkın hayatını, sağlığını veya güvenliğini tehdit edecek şekilde uzaması halinde temel bir hizmet niteliğini kazanabilir ve yasaklanabilir. (p.126, paragraf 591)” “Ev atıklarının toplanmasında asgari bir zorunlu hizmet kabul edilebilir. (p. 131, paragraf 623)”
“Demiryolu taşımacılığında genel ve uzun süren bir grev halkın refahını tehlikeye sokan ulusal bir kriz halini alırsa asgari bir hizmet kabul edilebilir.” (p. 131, paragraf 620)[50]
SÖK, “Dar anlamda temel hizmetler kavramına girmeyen” örnekleri de “Radyo-TV, petrol tesisleri, limanlar, bankalar, metal ve maden işkolları, ulaştırma sektörü, demiryolları, metro ulaşımı, posta hizmetleri, yapı işkolu, oto sanayi, tarım işleri, devlet basımevi işleri, eğitim sektörü gibi”[51] sözleri ile sıralamıştır.
Yasanın, grev yasakları içerisinde sıralamış olduğu iş ve işyerlerinden “can ve mal kurtarma işlerinde”, “mezarlıklarda”, “hastanelerde”, “elektrik üretim ve dağıtım işlerinde”ki yasakların uluslararası normlar açısından bir ölçüde savunulabilir olduğu belirtilmiştir.[52] Ancak grev yasağı kapsamına alınmış olan “petrol üretimi, naftadan başlayan petro-kimya işleri, bankacılık hizmetleri, askeri işyerleri, kamu kuruluşlarınca yürütülen şehir içi toplu taşıma hizmetlerini” uluslararası normlara uygun olduğunu söylemek olanaklı değildir.
Belirtmeliyiz ki grev yasağı bulunan işler 6356 sayılı yasanın 62. maddesinde sayılan işlerle sınırlı değildir. 5188 sayılı Özel Güvenlik Hizmetlerine Dair Kanun 17. maddesinde özel güvenlik görevlilerinin greve katılmalarını yasaklamıştır. Bir diğer grev yasağı getiren yasal düzenleme de 6362 Sayılı Sermaye Piyasası Kanunudur. Anılan yasanın 137/2. maddesine göre “Bu Kanun uyarınca kurulan ve faaliyet gösteren borsalar ve teşkilatlanmış diğer pazar yerleri, merkezî takas kuruluşları, merkezî saklama kuruluşları ile MKK [Merkezi Kayıt Kuruluşu] tarafından yürütülen hizmetlerde grev ve lokavt yapılamaz.”
Tüm bu yasakların altında devletin sermaye birikim sürecini sermayenin çıkarlarını en iyi şekilde koruyacak, devlet kontrolünde ve yasal çerçevenin dışına çıkmayan, şeklen var olan ancak etkili olmayan bir sendikal yapı oluşturma gayreti yatmaktadır. Grev yasaklarının tarihsel gelişimi iktidarda hangi siyasi parti olursa olsun grev yasaklarını olanaklı oldukça sürdürdüğü, grev hakkını muhalefette iken işçilerin rızasını almak için sözde kabul etmiş göründüğünü göstermektedir. Aslında tüm bu grev yasakları Anayasanın 90.maddesindeki yollama nedeniyle hukuka da açıkça aykırıdır. Ne var ki konu grev yasağı olduğunda anayasanın 90. Maddesi de göz ardı edilebilmektedir.
4.3. Grev Ertelemesi
Grev ertelemesi grev hakkının tanındığı 1963 yılından beri uygulanan bir kurumdur.[53] Asıl olan grev hakkının kullanılması olmasına karşın grev ertelemeleri, grev hakkının özünü ortadan kaldıracak sıklıkta kullanılan bir kurum olma özelliği taşımıştır. Üstelik 1980 12 Eylül Darbesi sonrasında grev ertelemesi anayasal güvenceye kavuşmuştur. “Grev ertelemelerinin Anayasaya girmesi, erteleme süresi sonunda uyuşmazlığın zorunlu tahkime götürülmesi ILO’nun yoğun eleştirilerine uğramıştır.”[54] SÖK’ün “Ulusal güvenlik ya da genel sağlık nedeniyle bir grevin ertelenmesi hükümetin değil tüm ilgili tarafların güvenini sağlamış, bağımsız bir organın sorumluluğu üstlenmesi ile gerçekleşebilir”[55] demesine karşın, grev ertelemesinde ısrar edilmiştir.
Anayasanın 54. maddesinin dördüncü fıkrası ile yasa koyucuya grev yasaklama ve erteleme konusunda geniş bir yetki tanınmaktadır. Böylece yasa koyucu anayasal bir hakkın özünü ortadan kaldırabilmektedir. 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu da (TİSGLK) geniş yasaklar ve erteleme mekanizması içermekteydi. Nitekim “Dönem boyunca toplu pazarlık ve grev hakkı ciddi bir biçimde ihlal edilmiş ve yaygın grev ertelemeleri yaşanmıştır. Bu dönemde toplam 252 grev erteleme kararnamesi yayımlanmış; 252 kararnamenin 209’unda milli güvenlik gerekçesine yer verilmiştir.”[56]
Grev ertelemesi aslında bir tür grev yasağıdır. Adının erteleme olması yasaklamayı yumuşatmaktadır. Oysa gerek anayasada gerekse yasada “erteleme” kavramının kullanılmış olması yanıltıcıdır. Gerçekte hem anayasa hem yasa erteleme adı altında grevlerin yasaklanması konusunda hükümete geniş yetkiler tanımaktadır. Uygulanmakta olan bir grev milli güvenlik ya da genel sağlık nedeniyle ertelendiğinde ertelemeyi gerektiren durumların var olduğunu bir an için kabul etsek ve grev ertelemeyi doğuran olay ortadan kalksa dahi grev bir kez ertelenenince yasa gereği bir daha uygulanması olanaklı olmamaktadır.
Ertelenen bir grevde taraflar altmış gün içerisinde anlaşamazlar ise uyuşmazlık zorunlu tahkim yoluyla giderilmekte, idari bir organ olan Yüksek Hakem Kurulu tarafların yerine geçerek karar vermekte, Yüksek Hakem Kurulu’nun kararı toplu iş sözleşmesi sayılmaktadır.
6356 sayılı yasanın “Grev ve lokavtın ertelenmesi” başlıklı 63. maddesine göre;
“Karar verilmiş veya başlanmış olan kanuni bir grev veya lokavt genel sağlığı veya millî güvenliği bozucu nitelikte ise Bakanlar Kurulu bu uyuşmazlıkta grev ve lokavtı altmış gün süre ile erteleyebilir. Erteleme süresi, kararın yayımı tarihinde başlar.
“Erteleme kararının yürürlüğe girmesi üzerine, 60’ıncı maddenin yedinci fıkrasına göre belirlenen arabulucu, uyuşmazlığın çözümü için erteleme süresince her türlü çabayı gösterir. Erteleme süresi içerisinde taraflar aralarında anlaşarak uyuşmazlığı özel hakeme de götürebilir.
“Erteleme süresinin sonunda anlaşma sağlanamazsa, altı işgünü içinde taraflardan birinin başvurusu üzerine uyuşmazlık Yüksek Hakem Kurulunca çözülür. Aksi takdirde işçi sendikasının yetkisi düşer.”
Görüldüğü gibi, 6356 sayılı yasa da 2822 sayılı yasada olduğu gibi grev erteleme yetkisini siyasi bir organ olan Cumhurbaşkanlığına vermekte, “genel sağlık”, “ulusal güvenlik” gibi tanımı zor, içeriği herkese göre farklı şekillerde doldurulabilecek nedenleri erteleme gerekçesi olarak kullanmaya olanak tanımaktadır.
Yasaya göre tarafların erteleme sonunda altı işgünü içinde Yüksek Hakem Kuruluna başvurmaları gerekmektedir. Bu süre içerisinde YHK’na başvurulmaz ise yaptırım olarak işçi sendikasının yetkisinin düşmesi belirlenmiştir.
5. Sonuç
Grev yasakları, özellikle “grev ertelemesi” adı altında yürütülen grev yasakları, grev hakkının kâğıt üzerinde kalmasını sağlamıştır. Türkiye’de grev hakkının etkili kullanımını sağlayacak yasal güvencenin bulunduğundan söz etmek olanaklı değildir. Daha açık ifadeyle Türkiye’de grev, sendika ve toplu pazarlık hakkı fiilen yoktur. Nitekim 2025 yılı kamu işyerlerinde işçilerle yapılan toplu pazarlığın toplu pazarlık olmadığı, işçilere ölümü gösterip hastalığa razı etmeye dönük bir tiyatro olduğu, maden sektöründe kararları alınan grevlerin erteleme adı altında yasaklanmasıyla ortaya çıkmıştır.
Grev muhalefetin yönettiği bir belediyede değilse, etkili sonuçları olacaksa hemen “milli güvenlik” gerekçesiyle grev yasaklanmaktadır. Bu yasaklamalara “keyfi” dememek olanaklı değildir. Bu durumda ortaya çıkan sonuç nettir: İktidar grev hakkını, grev muhalefet partilerinin yönettiği belediyelerde veya etkili olmayacak işyeri ve işkollarında kullanılan bir hak olarak görmektedir.
Üstelik grev hakkına saygı göstermemek sadece iktidara özgü bir tavır da değildir. Grev hakkına muhalefeti destekleyenler de saygı duymamaktadır. Muhalefeti destekleyen çok geniş bir kesim, ne zaman bir muhalefet belediyesinde grev uygulansa, iktidar belediyelerini işaret edip grev hakkını kullanan işçileri ötekileştirmekte hiçbir sakınca görmemektedir.
Açıktır ki grev hakkına işverenler de hiç saygı duymamaktadır. İşverenler hiç gözlerini kırpmadan, yasadışı yollara başvurmaktan çekinmeden grev kırıcılığı yapmayı kendilerinde bir hak olarak görmektedir.
Anayasa Mahkemesi grev hakkının erteleme adı altında milli güvenlik gerekçesiyle ertelenmesi, grev hakkının özüne dokunan hukuka aykırı bir müdahale olduğunu tespit etmiştir.[57] Ancak iktidar asla bu kararları dikkate almamaktadır.
Bu koşullarda Türkiye’de işçilerin grev hakkının varlığından söz etmek, Türkiye’de özgür toplu pazarlık düzeni vardır demek, dahası Türkiye’de sendika hakkı vardır demek fiilen de hukuken mümkün değildir. İşçiler ya “grev hakkı varmış” oyununu sineye çekip zorunlu tahkim (Yüksek Hakem Kurulu) ne verirse razı olacak ya da bu fiili durumun adını doğru takıp ellerinden alınan özgür toplu pazarlık hakkını var etmek için mücadele edeceklerdir. Türkiye işçi sınıfı çoktan beri sendika, grev ve toplu sözleşme hakkını var etme mücadelesiyle yüz yüze olduğunu anlamak zorundadır.
[1] Dr., Çalışma ve Toplum Dergisi Yayın Yönetmeni.
[2] Çelik, A. (2010) “Sendikal Haklar: Uluslararası Çalışma Hukuku ve Türkiye’nin Uyumsuzluğu”, Disiplinler Arası Yaklaşımla İnsan Hakları, ed. Selda Çağlar, Beta Yayınevi, sf. 255.
[3] Gülmez, M. (2010) “Sendikal Hakların Bölünmezliği: ‘Toplu Sözleşmesiz ve Grevsiz Sendika Hakkı, Özünden Yoksundur”, Çalışma ve Toplum, Sayı 26, sf. 17.
[4] Gülmez, age, sf. 28.
[5] “SÖK’e göre; çalışma koşulları konusunda işverenlerle özgürce toplu pazarlık yapma hakkı, sendika özgürlüğünün temel öğelerinden birini oluşturur ve sendikaların, toplu görüşmeler aracılığıyla ya da başka her tür yasal yolla, temsil ettikleri kişilerin yaşam ve çalışma koşullarını düzeltmeye çaba gösterme hakkına sahip olmaları gerekir. Kamu yetkililerinin de, bu hakkı sınırlandırıcı ya da yasal kullanımını engelleyici tüm karışmalardan kaçınması gerekir. Bu türdeki tüm karışmalar, çalışan ve çalıştıran örgütlerinin yönetim ve etkinliklerini düzenleme ve eylem programları oluşturma hakkı bulunduğu ilkesinin çiğnenmesi anlamına gelir. Yine SÖK’e göre grev hakkı, “sendika hakkının temel öğelerinden biridir.” Gülmez M, (2008) “Sendika Hakkı, Toplu Sözleşme ve Grevi de İçeren Toplu Eylem Haklarını Kapsar Mı?”, Çalışma ve Toplum, Sayı 18, sf. 141.
[6] Kutal, M. (2012) “Toplu İş Hukukunda Yeni Bir Düzenleme (31.01.2012 Tarihli Kanun Tasarısı), Sicil Dergisi, Mart 2012, Sayı: 25, s. 174. “(p.113, paragraf 523)”
[7] Güzel, M. Ş. (2016) İşçiler Örgütleniyor (1939-1950), Sosyal Tarih Yayınları, İstanbul, sf. 384.
[8] Genel Gerekçe, Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporları, Yasama dönemi 24, Yasama yılı 2, 1/567, S. Sayısı 197, s. 5.
[9] Nizamnamenin 1. ve 2. Maddeleri 2552 sayılı Ölüm Cezasının Kaldırılması İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunun 1/L. Maddesi: “30.5.1283 tarihli Demiryollarının Usulü Zabıtasına Dair Nizamnamenin 1 ve 2’nci maddeleri yürürlükten kaldırılmıştır.” Resmi Gazete, Tarih: 21.7.2004, Sayı 25529.
[10] 5728 sayılı Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, Madde 578- “Aşağıdaki kanun hükümleri yürürlükten kaldırılmıştır.
- a) 30 Mayıs 1283; 8 Sefer 1284 tarih Demiryollarının Usulü Zabıtasına Dair Nizamname,” Resmi Gazete, Tarih: 8.2.2008, Sayı: 26781.
[11] “Osmanlı İmparatorluğu’nda 19. yüzyılda demiryollarının yapımı ve işletilmesi sırasında ağır çalışma koşullarına ve düşük ücretlere karşı ücretlilerin bireysel ve toplu tepkileri olmuş olsa gerek Büyük olasılıkla hoşnutsuzluğu göstermenin en yaygın biçimi, izin almaksızın veya önceden haber vermeksizin işten ayrılmak, çekip gitmekti. Bu ise ortak bir çabayla yürütülen trenin çalışmasını engelleyebilir veya kazaya neden olabilirdi. 1867 yılında kabul edilen bu Nizamnameye bu maddelerin konması bu nitelikte olayların veya eğilimlerin sonucu olabilir.” Koç. Y, (2019) Türkiye İşçi Sınıfı Tarihi Osmanlı’dan 2019’a, Tek Gıda İş, İstanbul, sf. 50.
[12] “Memaliki Mahsusa Demiryollarının Usulü Zabıtasına Dair Nizamname”, , Madde 1. “Herkim ki kasten demiryolunu tahrip etmek ve bozmak veya arabaların yürümesine mani olacak surette yola bir şey koymak ve atmak veyahut ne suretle olur ise olsun arabaların seyrühareketine mani olmak veya yolundan çıkarmak veyahut demiryolu mevkıfları meyanesinde cari olan muhaberatı telgrafiyenin inkitaına sebebiyet vermek gibi bir harekete içtisar edipte [cesaret edipte] işbu hareketi den dolayı bir gûna [türlü] sakatlık zuhur etmez ise bir seneden üç seneye kadar hapsedilir ve hareketi mezburesinden[yukarıda adı geçen] naşi [sebebiyle] telefi nefis vukubulur ise idam ve eğer ceriha zuhur eder ise muvakkat kürek cezasile mücazat kılınır.” https://mevzuat.kararara.com/mvzt/mvzt2/mvzt562.html, İ. T. 07. 2025.
[13] “Memaliki Mahsusa Demiryollarının Usulü Zabıtasına Dair Nizamname” , Madde 5. : Herhangi makineci veyahut kılavuz demiryolu arabalarının esnayı seyrühareketinde mevkiinde bulunmaz ise altı aydan iki seneye kadar hapis ile tedip olunur ve bundan başka o makule makineci veya kılavuzun tardı hakkında tarafı saltanatı seniyeden vukubulan emir derhal icra kılınacaktır.” https://mevzuat.kararara.com/mvzt/mvzt2/mvzt562.html, İ. T. 07. 2025.
[14] Koç, age, sf. 50.
[15] Koç, age, sf. 51.
[16] Deniz, Ö. (2022) “Osmanlı Devleti’nden Türkiye Cumhuriyeti’ne Grevlerin Çalışma Hayatındaki Yeri”, XVIII. Türk Tarih Kongresi Bildirileri, ed. Semiha Nurdan ve Muhammed Özler, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 469-482, sf. 473.
[17] Makal, A. (1997) Osmanlı İmparatorluğu’nda Çalışma İlişkileri: 1850-1920, İmge Yayınevi, Ankara, sf. 272. “1909 tarihli Tatil-i Eşgal Kanunu ile, çalışma ilişkileri alanında, işçi ve işverenlerin formel bir biçimde sendikalar kurması yasaklanmış oluyor. Her ne kadar bu yasaklama, yasanın kapsamına giren kuruluşlarla sınırlıysa da, dönem itibariyle bu kuruluşların gerek sayıca, gerek çalıştırdıkları işçi sayısı açılarından taşıdığı ağırlık, bu yasağın önem derecesini de yükseltmektedir.” Koç ise aksi görüşü savunmakta Tatil-i Eşgal Kanunun etkili olmadığını savunmaktadır. Koç’a göre, “Tatil-i Eşgal Kanununun sendikalaşma ve grev hakları konusundaki düzenlemeleri onyıllardır akademisyenler arasında bile tartışma konusudur. 1909 yılında işçilerin davranışlarının belirlenmesinde bu kanunun etkisi son derece sınırlıdır. Bu yıllarda 1909 yılında işçilerin büyük çoğunluğu okuma yazma bilmiyordu. Yayımlanan kanunlara erişebilmek de ayrı bir sorundu. 1909 ve sonrasında grevlerde görülen azalmanın öncelikli nedeni, içeriği günümüzde bile hâlâ tartışılan Tatil-i Eşgal Kanunu değil, 1908 grevlerinin büyük çoğunluğunun başarısızlıkla sonuçlanması ve sendikalaşma ve grev haklarının ayrılıkçı örgütler tarafından kullanılmasına karşı duyulan tepkidir.” Koç, age, sf. 92.
[18] Resmî Gazete, Tarih: 20.06.1933, Sayı 2432.
[19] Saymen, F. H. (1954) Türk İş Hukuku, Hak Kitabevi, İstanbul, sf. 343.
[20] Resmî Gazete, Tarih: 26.02.1947, Sayı: 6542.
[21] İşçi ve İşveren Sendikaları ve Sendika Birlikleri hakkında kanun tasarısı ve İçişleri, Adalet ve Çalışma Komisyonları raporları (1/125), T. B. M. M. Tutanak Dergisi, Kırk yedinci Birleşim, 20.02.1947, S. Sayısı: 88, s. 2.
[22] Mahiroğulları, A. (2015) “5018 Sayılı Kanun’dan 275 Sayılı Kanun’a Grev Hakkı Tartışmaları: Yasakçı Dönemden Serbesti Döneme Geçişin Yol Haritası”, Emek ve Toplum Dergisi, Cilt: 4, Yıl: 4, Sayı: 10 (2015/3), sf. 155.
[23] Güzel, age, sf. 384-385.
[24] Resmî Gazete, Tarih: 10.06.1946, Sayı: 6329.
[25] Makal, A. (2002) Türkiye’de Çok Partili Dönemde Çalışma İlişkileri: 1946-1963, İmge Yayınevi, Ankara, sf. 222.
[26]Çelik, A. (2010) Vesayetten Siyasete Türkiye’de Sendikacılık (1946-1967), İletişim Yayınları, İstanbul, sf. 84.
[27] “Yine demokratik hürriyetlerden faydalanma taktiğine uygun olarak işçi kütleleri Komünist Partisinin elinde bir âlet olmak üzere teşkilatlandırılmıştır. Kısa bir zamanda memleketimizin muhtelif şehirlerinde yerden biter gibi sendikalar üremiş ve türemiştir. (38) sendika kananı ve gayrisiyasi cemiyetler maskesi altında kurulan bu sendikaların kurucu ve yönelim uzuvlarını hemen hepsinin sicilli ve fanatik komünistlerden mürekkep oluşu vakıasının yanında, bunların gerçek mahiyetini, Komünist Partisi Genel Kurulunca tanzim edilip vilâyet komünistlerine gönderilen ve bir nüshası ele geçen talimatın şu satırları kâfi bir sarahatle anlatmaktadır.” Şükrü Sökmensüer, T. B. M. M. Tutanak Dergisi, VIII. Dönem, Cilt 4, Otuz yedinci birleşim, 29. 01. 1947. sf. 75.
[28] Makal, age, sf. 222.
[29] İhkakı hak, kendisini hak sahibi olarak görenlerin yasal yollara başvurmadan kendi gücünü kullanarak hakkı elde etmesidir. TCK 308. maddesinde suç olarak tanımlanmıştır.
[30] Irmak, S. (1947) T. B. M. M. Tutanak Dergisi, Dönem: VIII, Cilt :4, Toplantı:1 Kırk Yedinci Birleşim, 20. 02. 1947, sf. 303.
[31] Oral, H. (1947) T. B. M. M. Tutanak Dergisi, Dönem : VIII, Cilt :4, Toplantı:1 Kırk yedinci Birleşim, 20.02, sf. 315.
[32] Sirer, Ş. (1950) T.B.M.M. Tutanak Dergisi, Cilt 28, Toplantı 4, Birleşim 31, 18.01.1950, sf. 218-219.
[33] Özveri, M, (2013) TİS Yetki Sistemi ve Sendikasızlaştırma (1963-2009), Legal Yayınları, İstanbul, sf. 98.
[34] İnönü’nün bu konuda muhalefet lideri olarak altı yıl sonra tam aksi doğrultuda söyledikleri için bkz. Makal, age, sf. 260.
[35] Makal, age, sf. 267.
[36] Koçak, H. (2015) “Salonlardan Meydanlara Doğru: 50’lerden 60’lara İşçi Hareketi Grev Hakkının Peşinde”, Tanzimat’tan Günümüze Türkiye İşçi Sınıfı Tarihi 1839-2014 Yeni Yaklaşımlar Yeni Alanlar Yeni Sorunlar, ed. Y. Doğan Çetinkaya ve Mehmet Ö. Alkan, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, sf. 342-343.
[37] Koçak, haklı olarak grev hakkının işçiler tarafından benimsenmesine şu sözlerle vurgu yapmaktadır: “Hem Mayıs 1950 seçimleri öncesi hem de sonrası, o dönem destekledikleri partinin politikalarına gözü kapalı bağlılığa dönüşmüş partizanca tutumlar alarak zaman zaman kamuoyuna ‘grev istemediklerini’ beyan eden sendikalar/sendikacılar gibi tuhaflıklara rastlansa da, grev hakkı dönemin ortalarına geldiğinde işçi hareketinin içindeki farklı partilere mensup aktörlerce benimsenmiş ve ısrarla savunulur duruma gelmiştir” Koçak, H. (2015), age, sf. 343.
[38] Koçak, H. (2015), age, sf. 341-354.
[39] “Emek tarihinin en az bilinen dönemlerinden birini de Demokrat Parti’nin (DP) iktidarda olduğu 1950-1960 dönemi oluşturmaktadır. Grev yasağına ilişkin tartışmaların taraflarından biri olarak muhalefetteyken grev hakkının tanınmasını isteyen DP, iktidarda bulunduğu on yıllık süre içinde bu yasağı sürdürmüş, her yıl grev hakkı tanıyacak bir yasa tasarısının hazırlanmakta olduğunu açıklamıştır. Ne var ki, DP yanlısı sendikaların taleplerine rağmen on yıl boyunca bu yasa tasarısı bir türlü hazırlanıp meclise sunulamamıştır. Bununla birlikte, CHP döneminde olduğu gibi, DP döneminde de işçiler farklı nedenlerle, grev yasağına rağmen greve gitmekten kaçınmamıştır.” Akkaya, Y. (2010) Cumhuriyet’in Hamalları: İşçiler, Yordam Kitap, İstanbul, sf. 97.
[40] Akkaya, Y. (2010), age, sf. 98.
[41] Genel Gerekçe, Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporları, Yasama dönemi 24, Yasama yılı 2, 1/567, S. Sayısı 197, sf. 21
[42] Kutal, M. (2012), age, sf. 176 “(p.116, paragraf 534)”; Çelik, age, sf. 280 “Genel bir sempati grevi yasağı ihlale yol açabilir, desteklenen grevin kendisi hukuka uygun ise işçilerin sempati grevi yapabilmeleri gerekir.”
[43] Çelik, A. (2010) “Sendikal Haklar: Uluslararası Çalışma Hukuku ve Türkiye’nin Uyumsuzluğu”, Disiplinler Arası Yaklaşımla İnsan Hakları, Ed. Selda Çağlar, Beta Yayınevi, sf. 280
[44] Çelik, Sendikal Haklar, sf. 280.
[45] Çelik, age, sf. 280.
[46] Kutal, age, sf. 176 “(p.121, paragraf 570)”
[47] Çelik, age, sf. 280 “Bir diğer ifadeyle SÖK barışçıl olması koşuluyla işi yavaşlatma, işi durdurma ve işyeri işgali eylemlerini örgütlenme özgürlüğü kapsamında değerlendirmektedir.”
[48] Çelik, Sendikal Haklar, sf. 281, Kutal, M. (2012), age, sf. 176 “Grevin yasaklanabileceği dar anlamı ile temel hizmetler kavramını belirleyebilmek için halkın bütününün yada bir kısmının sağlığını, güvenliğini veya hayatını yakından ve acilen tehdit eden bir durumun mevcudiyeti aranmalıdır.” (p.123, paragraf 581, 582,583)”
[49] Kutal, age, sf. 176.
[50] Kutal, age, sf. 176.
[51] Kutal, age, sf. 176. “(p.124, paragraf 585)”
[52] Kutal, age, sf. 176. “Zira bu hizmetlerin kesintiye uğraması halkın hayatını ciddi ve acil biçimde tehlikeye sokabilir.”
[53] Kutal, age. sf. 177.
[54] Kutal, age, sf. 177.
[55] Kutal, age, sf. 177. “(p.121, paragraf 571)”
[56] Çelik, A. (2008) “Milli Güvenlik Gerekçeli Grev Ertelemeleri”, Çalışma ve Toplum, Sayı 18, 2008/3, sf. 106 “Milli güvenlik gerekçeli ertelemeler toplam ertelemeler içinde ezici bir üstünlüğe sahiptir. Erteleme kararlarının 159’u kamu kesimine ilişkindir. Bunu o dönemde kamu kesiminin ekonomideki ağırlığı ile açıklamak mümkündür. Bir diğer açıdan ise hükümet tarafı olduğu uyuşmazlıklarda ortaya çıkan grevleri erteleyerek haksız bir üstünlük elde etmiştir. Sağ ve muhafazakâr hükümet dönemlerinde yoğun bir grev erteleme yaşandığı görülmektedir. 252 grev ertelemesinin 164’ü Demirel hükümetleri döneminde (6 hükümet) gerçekleşmiştir. Grev erteleme rekoru 75 erteleme ile 6. Demirel hükümeti dönemine aittir. Bu dönemin (12 Kasım 1979-12 Eylül 1980) 24 Ocak kararlarının ardından yoğun grevlerin gündeme geldiği bir dönem olduğunun altını çizmek gerekir. Ecevit hükümetleri döneminde ise (3 hükümet) 48 erteleme yapılmıştı” Grev Ertelemeleri için ayrıntılı bilgi için Bkz. Çelik, age, sf. 87-132.
[57] AYM, Birleşik Metal İşçileri Sendikası [2. B.], B. No: 2015/14862, 9/5/2018., AYM, Kristal-İş Sendikası [GK], B. No: 2014/12166, 2/7/2015.