Nuray Sancar 

Marx ve Engels Komünist Manifesto’da kapitalizmi ve sınıf mücadelelerini tahlil ettikten sonra proletarya partileri için çıkardıkları sonucu bir yol haritası olarak formüle etmişler ve “Tüm öteki proletarya partileri gibi komünistlerin de ilk amacı proletaryanın sınıf olarak oluşması, burjuva egemenliğinin yıkılması ve proletaryanın siyasal iktidarı ele geçirmesi…[1] diye yazmışlardı.

Ekim Devrimi de bu yol haritasını izlemiştir. Zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyi olmayan işçilerin, işverenlere karşı, çalışma koşullarının düzeltilmesi, yasal hakların elde edilmesi, sosyal güvenlik ve güvence talepleriyle sürdürdükleri tekil, kendiliğinden mücadeleleriyle başlayan, giderek bu hedefleri aşan hareketinin birleştirilmesi ve bu mücadeleler içinde eğitilmeleri, nihayet kapitalizmi alaşağı edebilecek bir güce ulaşmak için örgütlenmeleri proletarya partisinin göreviydi. İşçi sınıfının “kendinde sınıf”tan “kendisi için sınıf”a dönüşmesi, fabrika içindeki hak mücadeleleri ile sosyalist devrim arasındaki süreçte, işçi partisinin kesintisiz, istikrarlı faaliyetinin ve her tarihsel dönüm noktasında sınıflar arasındaki ilişkileri analiz ederek geliştirdiği taktiklere işçi sınıfının büyük çoğunluğunun kazanılması için sürdürülen çabanın sonucu olarak gerçekleşen bir bilinç değişimiydi. Geçen bölümde bu sürecin başlıca karakteristik özellikleri Ekim Devrimi bağlamında ele alınmıştı.

Bu bölümde, Rusya işçi sınıfının müttefikleriyle birlikte gerçekleştirdiği devrimin başlıca özelliklerine değinilerek, yine işçi sınıfının ilk mücadele programı olan Komünist Manifesto’da yer alan öngörünün nasıl gerçekleştirileceği işlenecektir. Marx ve Engels’in bu önemli öngörüsü şöyle ifade edilmişti: “Proletarya kendi siyasal egemenliğini, tüm sermayenin adım adım burjuvazinin elinden koparılmasına, tüm üretim araçlarının devlet elinde, yani egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletarya elinde yoğunlaştırılmasına ve üretici güçlerin büyüklüğünün olabildiğince hızlı artırılmasına kullanacaktır.[2]

Bu paragrafın önemi, eski devlet aygıtını parçalayarak iktidarı ele geçirmiş olan işçi sınıfının devrimi yapmış olmakla tamamlanmış olmayan tarihsel görevine odaklanması, devrim öncesinde bilinçli ve örgütlü bir özne olmayı bir süreç içinde başaran sınıfın yeni ve zahmetli bir sürece girmiş olacağına işaret etmesidir. Egemen sınıf olarak örgütlenmiş işçi sınıfının tüm üretim araçlarını devlet elinde toplaması, tüm sermayenin adım adım burjuvazinin elinden koparılması ve üretici güçlerin büyüklüğünün olabildiğince hızlı artırılması gibi koşullar, işçi sınıfının sömürücü sınıflar ile birlikte kendi varlığının da gereksizleşeceği komünist toplumun ilk, gerçekleşmesi ise bir süreç gerektiren koşullarıdır. Devrimden sonra da sınıflar mücadelesinin kalmadığını, işçi sınıfının yenilmiş ama henüz yok olmamış eski egemen/sömürücü sınıflar ile işinin bittiğini, devrim süresince ittifak halinde birlikte yol yürümek zorunda olduğu ama geleneksel egemen ilişkileri her gün yeniden üretmeye teşne kır ve kentin küçük mülk sahibi sınıflarının dönüştürülmesi gibi bir sorununun kalmadığını ve hatta proletarya ile bu kesimler arasındaki sonsuz barışın kendiliğinden kurulmuş olduğunu varsayan ve böyle düşünerek sosyalizmi spekülatif bir teoriye indirgeyen “sosyalistler”, sosyalizmi bir gece ansızın kurulabilen bir cennet olarak tasavvur ettikleri için, Sovyet devrimi ve sosyalizmi hakkında metafizik çıkarımlar yapmaya hazırdırlar. Oysa birincisi; üretici güçlerin gelişkinlik düzeyinin son derece geri, sermaye birikiminin yavaş, insan kaynaklarının ilk savaşta heba olduğu bir ülkede üretici güçleri bir parça geliştirebilmek için burjuva meta üretimi sürecini NEP döneminde teşvik etmek durumunda kalan, iki dünya savaşı arasında bir iç savaş yaşayan, İkinci Dünya Savaşı sırasında en iyi kadrolarını kaybeden, kısa süren ömrü boyunca iktisadı uzun süre “savaş ekonomisi” istiminde tutmaktan başını alamayan işçi sınıfı iktidarının hepi topu birkaç on yıla sığan sosyalist inşa süreci, içerdeki sınıflar arasındaki ilişkiler ve ülkenin emperyalist kuşatma altında maruz kaldığı ablukalara yok hükmü verilerek değerlendirilemeyecek kadar karmaşıktır. İkincisi; Bu ilk sosyalist tecrübe, kısa süren Paris Komünü’nden çıkarılan dersler bir yana bırakılırsa, inşa sürecine ilişkin bir deneyim hazinesine sahip olmadığı için Sovyet işçi sınıfının tek eğitim kaynağı yine sadece kendi deneyimi olmuş; sosyalizmin iktisadi, sosyal, kültürel ve politik veçheleri ile ilgili hamleleri hem sınıflar arasındaki ilişkilerin niteliği, boyutu ve düzeyi tarafından önemli ölçüde belirlenmiş hem de üretici güçlerin gelişme ivmesi tarafından koşullanmıştır. Üçüncüsü; NEP ile birlikte kapitalist meta üretimini teşvik ederek başlayan inşa süreci “sosyalist birikim”in koşulları yaratılıncaya kadar devlet mülkiyeti, kooperatifler, özel üretim gibi karma ekonomik yapıların bir arada bulunduğu tarihsel anlardan geçmiştir. Üretim araçlarının tamamen devletleştirilerek işçi sınıfının halka mal ettiği, özel üretim ve pazarlama sisteminin giderek gerilediği, küçük üretimin kolektifleştirildiği ve bu iktisada uygun işçi sınıfı bilinci ve kadroların yetiştirildiği düzeye gelinceye kadar geçen süre ise, zaman birimleriyle ölçülecek kadar kısa değildir. Bütün bunlara rağmen Sovyet işçi sınıfının yeryüzünün altıda birinde gerçekleştirdiği eser dünyanın en gelişmiş kapitalist ülkeleriyle yarışacak düzeydeki iktisadi gelişkinliğin sağlanması, en köklü burjuva demokrasilerinden daha fazla demokratik bir sistemin oluşması, çok uluslu, kültürlü ve dinli nüfusun barış ve dayanışma içinde bir arada yaşayabilmesini sağlayan bir siyasal sistemin kuruluşu ve giderek artan refahın bu birkaç on yıl içinde başarılmasından oluşur. Bu başarı ise, takvim hesabına göre oldukça kısa sürmüştür.

Sosyalist inşanın önümüzdeki verileri Sovyet işçi sınıfının, davasını ona bağlayan müttefik sınıfların ve partisinin sabırlı, kesintisiz ve olağanüstü çabasıyla gerçekleşmiştir. İnşa sürecinde gün yüzüne çıkan iç ve dış politik sorunların nasıl aşılacağına, sınıflar arasındaki güç ilişkilerinin düzeyine bağlı olarak kararlar vermek, bunları yeniden düzenlemek için taktikler geliştirmek, kendiliğinden ortaya çıkan durumlar arasından işçi sınıfını bir adım daha ileriye taşıyacak ve yeniden örgütlemeye yarayacak unsurları teşvik etmek, bunları erken tanıyarak gelecekle ilgili öngörülerde bulunmak, buna göre örgütlenmek, dünya kapitalistleri arasındaki çelişkileri yönetmek, işçi sınıfı ve ara sınıflar arasında hala yaşayan hurafelere ve geçmişin kalıntılarına karşı mücadele etmek, bir taktik platformdan diğerine geçerken saflardaki dağılmaları toparlama becerisini göstermekten başka sihirli formülü yoktur.

Lenin’in inşa sürecine dair “Sosyalizm eşittir elektrifikasyon artı Sovyetler” formülü ise Sovyetlerde gündelik hayat içinde sürdürülen iktisadi ve siyasi mücadelenin temel yönelimine işaret etmesi bakımından kıymetlidir. Onun üretici güçlerin geliştirilmesi için seçtiği elektrifikasyon ve Sovyetler kavramı; bir yandan işçi sınıfı ve emekçilerin kendi kaderlerini tayin edebilmek, yasama ve yürütme süreçlerine etkin katılımını garanti altına alabilmek için organların yaratılmasına, ama bunun gerçekleşebilmesi için toplumsal zenginliğin artırılması gerektiğine dikkat çeker. Özgür, bilinçli, eğitimli bir nüfusun ön koşulu refah düzeyinin yükseltilmesidir.

İnsanlar maddi hayatlarını; geçim imkânlarını, toplumsal ilişkilerini, bu ilişkileri düzenleyen kurumları, toplumsal manevi hayatı düzenleyen ilkeleri üretirken kendi iradelerinden bağımsız, önceki kuşaklardan devraldıkları koşullar içinde hareket ederler. Bu ilişkilerin yeniden üretilebilmesinin koşulu, belirli bir üretim tarzına özgü toplumsal üretim ilişkileri ile insanın hem bir parçası olduğu hem de oluşmasında rol oynadığı üretici güçler arasında bir denklik, uyumluluk ilişkisinin bulunmasıdır. Ne var ki ne üretim ilişkileri ne de bu ilişkilerin kuruluş biçimine bağlı toplumsal hayat; donmuş, insanların iradelerinden bağımsız olarak hazır buldukları bir çerçeve içinde ilelebet sürmez. Üretici güçlerin maddi unsurlarını geliştiren, değiştiren bilimsel teknolojik yenilikler; bu güçlerin canlı unsuru olan işçilerin üretim toplumsal bir karakter taşıyorken mülkiyetin özel olması arasındaki çelişkinin oluşturduğu cendere içinde yaşamayı reddederek mücadele sürecine girmesi kurulu toplumsal ilişkilerin mevcut, yeniden üretim koşullarını sarsar. Üretim araçlarının özel mülkiyetine sahip burjuva sınıf üretici güçlerin, kendi sınıf iktidarını, özel mülkiyet sistemini, bunları meşrulaştıran politik ve ideolojik kurum ve cihazlarını sarsacak ve nihayet ortadan kaldıracak biçimde gelişmesini engellemek için elinden geleni yapar. Sermayenin genişletilmiş yeniden üretim sürecinde işçileri fabrika içinde kurulu makinanın bir uzantısı, çarkın basit bir dişlisi, sabit sermayenin düşük bir ücret karşılığında telafi edilen amortisman çıktısı olarak sonsuza dek tutabilmek için sisteminin bütün kaynaklarını harekete geçirir. İşçi sınıfı mücadelesinin yükselip burjuvazi için bir hayat memat sorunu ortaya çıkardığı zamanlarda ise egemen sınıf sahip olduğu devletin olanaklarını kullanarak sınıfın yeniden üretimi için gerekli amortisman payını, ona toplumsal ödünler yükleyerek yükseltebilir veya bu hareketi zorla bastırarak bu payı eski, en düşük oranında tutmaya çalışır.

İşçi sınıfı mücadelesinin bu küçük ödünler ya da şiddet yoluyla durdurulamadığı, işçi kitlelerinin üretim araçlarının özel mülkiyeti ile üretim biçiminin toplumsal karakteri arasındaki çelişkinin çözülmesini bir varlık yokluk sorunu olarak görmeye başlamalarıyla karakterize olan örgütlü sınıf bilinci, kapitalizmin her gün yeniden üretmeden var olamayacağı temel çelişkisini ortadan kaldırarak daha doğrusu kapitalist üretim tarzını ve bunun içinde cereyan eden üretim ilişkilerini yıkarak işçi sınıfının yeni bir sürece adım atmasında itici güç haline gelir.

Sovyetler Birliği’nde devrim; çarlık zamanında başlatılan sanayileşmenin işçilerin iliğine kadar sömürüldüğü, en küçük hareketin şiddetle cezalandırıldığı, savaşın zaten derme çatma üretici güçleri yıkıma uğrattığı, bunun ülkenin tamamında açlık, yoksulluk ve işsizliğin olağanüstü yükselmesine neden olduğu koşullarda gerçekleşmişti. 1905 devrimi öncesinde başlayan ama bastırılan, 1917 Ekim devrimi yaklaşırken yeniden yoğunlaşan grevler, giderek yıpranmış ve meşruiyetini yitirmiş Çarlık oligarşisini ayakta duramaz hale getirmiş ve devrim bu iktidarı tarihin çöplüğüne süpürmüştü.

İşçi sınıfı iktidara geldiğinde yönetmek üzere aday olduğu ülkenin iç pazar için ancak sınırlı bir üretime elveren fabrikalarıyla, kentleri beslemesi beklenen tarımsal üretimde çöküntüyü fırsata çeviren toprak aristokratlarının küçük köylülerden gasp ettiği topraklarda sürdüğü hükümle, bu iktidarı yıkmak için iktisadi sabotajlar düzenleyen eski sınıfların kalıntıları ve nihayet Çarlık dönemi generallerinin komutasındaki beyaz orduların başlattığı iç savaş ile yüz yüze kalmıştı.

Devrimi gerçekleştirmiş, siyasi iktidarı ele geçirmiş işçi sınıfının eserini koruyabilmesinin yegane koşulu, şimdi artık kentte ve kırda üretim araçlarının çeşitli biçimlerde tebarüz etmiş özel mülkiyetine son vermek gibi önemli bir rolü oynayacağı tarihsel bir düzlemde, sosyalist birikimin genişletilmiş yeniden üretiminin maddi olanaklarını yaratırken aynı zamanda sosyalist üretim tarzıyla uyumlu üretim ilişkilerini, hem kuracak hem de bu ilişkileri kendi gelişim sürecinin ihtiyaçları doğrultusunda sürekli yenileyerek yeniden üretecek bilinçli ve modern üretici güçler haline dönüşmekti. Sovyetlerde sosyalizmin güvence ve güvenliğinin dışarıda Avrupa’nın başka ülkelerindeki proletarya devrimlerinin başarısı içeride de sosyalizmin iktisadi temellerini hızla güçlendirmekten geçtiğini düşünen Bolşevik Parti için, diğer ülkelerdeki devrimci isyanların kanla bastırılması ülkenin kapitalist-emperyalist güçlerin kuşatması karşısında yalnız kalması anlamına geliyordu. Bu koşullarda, başka ülkelerde kurulu proletarya iktidarlarının devrimci desteğinden yoksun bir sistemin ayakta kalabilmesi geleneksel sınıfların mülkiyetten arındırılarak toplumsal ilişkilerin üzerindeki gölgesinin bertaraf edilmesi, sosyalist üretim ilişkilerinin düzenlenmesi ve nihayet toplam toplumsal refah düzeyini yükseltecek bir bölüşüm sisteminin hızlıca kurulmasıydı.

Lenin Sovyetlerdeki iktisadi hamleyi elektrifikasyon kavramını kullanarak açıklamıştı. Bu kavram sadece ülkenin en ücra bölgelerinde bile sanayileşebilmenin koşullarını gerçekleştirebilmek için enerji üretiminin gerekliliğine dikkat çekmiyor aynı zamanda Sovyet iktisadının gelişiminin önünün açılmasının öncelikleri içinde önemli bir yer tutan elektriklendirme ile bu kalkınma siyasetinin ilk simgelerinden birisini de oluşturuyordu. Marx nasıl el çıkrığını feodal üretim tarzının, buhar enerjisini de kapitalist üretim tarzının simgesi olarak görmüşse Lenin de Sosyalist üretim tarzının elektrifikasyon ile simgelendiğini düşünüyordu. Ancak bu sadece simgesel bir tercih olmamıştı. Lenin şöyle yazar: “2-7 Şubat 1920’de yani bir yılı aşkın bir zaman önce Rusya Sovyetleri merkez yürütme komitesi elektrikleşme üzerine bir karar kabul etti. Bu kararda şöyle deniyordu ‘Taşımacılığı örgütlemeyi, yakıt ve iaşe bunalımının üstesinden gelmeyi, salgın hastalıklara karşı savaşmayı, disiplinli emek orduları oluşturmayı amaçlayan en dolaysız, en özsel, en geciktirilmez, en öncelikli görevler yanında Sovyet Rusya daha sistemli bir iktisadi kuruluşa girişme, ulusal ekonomi için devlet planını bilimsel bir biçimde hazırlama ve bu planı aşama aşama gerçekleştirme olanağını ilk kez buluyor. Elektrikleştirmenin öncelikli değerinden ötürü… onun sanayi, tarım, taşımacılık…vb. bakımından taşıdığı değeri göz önünde bulundurarak… Rusya Sovyetler merkez yürütme komitesi, yüksek ulusal iktisat konseyini, tarım halk komiserliği ile birlikte bir elektrik santralleri yapım projesi hazırlamakla görevlendirmeyi kararlaştırır…”[3]

Bir yıl sonra Yeni İktisat Siyaseti Koşullarında Sendikaların İşlev ve Görevleri adlı Pravda’da yayınlanan makalesinde ise başlıca koşulunun elektrifikasyon olduğu sanayileşmenin temel hedeflerini “kapitalist boyunduruktan kurtulmak ve yeni emek düzeninin kurulması” olarak açıklar: “Devlet iktidarını ele geçiren proletaryanın en önemli ve en temel görevi ürünlerin miktarını artırmak, toplumun üretken güçlerini olağanüstü yükseltmektir. Bu görev bugün savaştan kaynaklanan yıkım, açlık ve çöküntüden dolayı özellikle acil bir görev durumuna geldi. Bu nedenle büyük sanayinin kalkındırılması alanında olanaklı olan en hızlı ve en sağlam başarılar, emeğin kapitalist boyunduruktan tüm kurtulma çalışmasının ve sosyalizmin zafer kazanmasının olmazsa olmaz koşuludur. … Genel kural olarak fabrika yönetimlerinin en yüksek bir işletme özgürlüğünden de yararlanarak üretimin ve verimliliğin yükselmesi ve kârların artması alanında elde edilen gerçek başarıları sıkı sıkıya denetleyerek en yetkili ve en uzman yöneticileri titizlikle seçerek, ücret tutarlarının saptanmasının olduğu kadar, kağıt paranın, yiyecek tayınlarının iş giysilerinin ve tüm öteki gereç biçimlerinin dağıtımını da özerk bir biçimde yönetmeleri gerekir.”[4]

1925’te yapılan SBKP 14. kongresinin, Stalin’in okuduğu faaliyet raporunda elektrifikasyon yine önemle vurgulanır ve aradan geçen birkaç yıl içinde enerji santrallerinin düzeyi ile ilgili bilgi not edilir: “Ekim Devrimi’nden önce ülkedeki elektrik işletmelerinin kapasitesi 402 bin kilovat kapasitesindeydi, şimdiye dek 152 bin 350 kilovat kapasiteli santraller inşa ettik ve 1926 yılında 326 bin kapasiteli yeni santraller işletmeye açılacak. Eğer gelişme aynı tempoyla devam ederse bu durumda SSCB’nin elektrifikasyonu planı on yılda yaklaşık olarak 1932’de gerçekleşmiş olacaktır. Elektrik santrallerinin inşasına paralel olarak üretim programı 1925/26 için savaş öncesi düzeyin yüzde 165-170’i olarak hesaplanan elektroteknik sanayi de gelişmektedir.”[5]

Ancak Elektrifikasyon sayesinde gerçekleştirilebilecek üretim araçlarının üretimi esasına dayalı hızlı iktisadi kalkınmanın Lenin’in işaret ettiği hedefine yani “işçi sınıfından disiplinli bir emek ordusu yaratmak suretiyle kapitalizmin boyunduruğundan kurtulma”ya ulaşması Sovyetler birliği’nin o zamanki tarihsel koşullarında, üretici güçlerin gelişmesinin önünde engel teşkil eden başka bir dizi mülkiyet biçimlerinden neşet eden sınıf pozisyonlarının ve ilişkilerinin de dönüştürülmesini gerektiren karmaşık; eski sınıf ilişkilerini her gün yeniden üretme potansiyeline sahip kırsal üretim tarzının tedrici olarak toplam kolektif üretim hazinesine eklendiği bir süreçtir. O zaman halk ekonomisi olarak adlandırılan Sovyet iktisadının parçalı yapısı, 14. Kongre Faaliyet Raporu’nda yer aldığı biçimiyle şu özellikleri içerir: birincisi; ürünleri ancak çok kısıtlı ölçüde meta biçimini alan köylü işletmelerinin oluşturduğu doğal iktisat; ikincisi meta payının köylü işletmesinde tayin edici rol oynadığı meta üretimi iktisadi formasyonu; üçüncüsü henüz ölmemiş olan ve NEP olduğu sürece belli bir sınıra kadar tekrar canlanacak olan özel kapitalizm; dördüncüsü proleter devletin istediği sınırlar içine hapsedebileceği devlet kapitalizmi; beşincisi ise üretim sürecinde iki düşman sınıfın proletarya ve burjuvazinin değil de yalnızca bir sınıfın, proletaryanın temsil edildiği devlet sanayisi; yani sosyalist sanayi…[6]

O halde Sosyalist inşa sürecinin esası; bu birbirinden farklı, bir yanıyla eski kapitalist üretim ilişkilerini ve bu ilişkilerin dayandığı sınıfsal katmanları yeniden üretmeye teşne iktisadi biçimlerin bir an önce aşılması ve toplam ülke ekonomisinin, üretici güçlerin eski sınıfların baskısından kurtularak özgür ve sonsuz gelişimi için kaynakların seferber edilebileceği bir düzeye ulaştırmaktır.

Bu bakımdan; “Herkesten yeteneğine herkese emeğine göre” diye özetlenebilen emek verimliliğini artırmaya ve ihtiyaç esaslı bölüşüm ilkesini uygulayabileceği bir düzeye doğru yola çıkan Sovyet kalkınması; işçinin emek gücünün ürününe, ona ertesi gün işbaşına gidebilmesini garanti edecek kadar bir ücret verdikten sonra tamamen el koyan; kendi ürettiği ürüne yabancılaşmış emekçiler üzerindeki sömürüyü sınırsız bir biçimde artırma derdindeki, bu emeğin ürünlerini daha fazla kar elde etmek üzere pazarlayan ve bölüşüm sürecinde de en yüksek kârı ve payı elde eden kapitalistlerin düzeninin iktisadi kalkınma anlayışından hem içerik hem de temel hedefler bakımından farklıdır.

Nüfusun büyük bir çoğunluğunun köylülerden oluştuğu bir ülkede sosyalist iktisat topraksız ve hiçbir tarım aracına sahip olmadan, yaşayabilmek için miktarı doğal olayların sürprizlerine bağlı ürününün önemli bir kısmını toprak sahibi kulaklara vermek zorunda kalan yoksul köylünün kolektif üretime dahil edilmek üzere kolhozlarda örgütlenme fikrine kazanılması; kent küçük burjuvalarının, aydınların, sanayileşme sürecinde önemli bir manivela durumunda olan mühendislerin, diğer teknik elemanların işçi sınıfı davasını benimsemesi; bir kısmı her gün proleterleşirken diğer yarısı kulaklara katılan orta sınıf köylülüğün kontrol altında tutulması; nihayet büyük toprak ağaları ve NEP burjuvazisinin tasfiyesi gibi hedefleri olan bir sınıf mücadelesi evresidir bu dönem aynı zamanda.

Bu hedefler devrimci sürecin 1917 Ekim’inde bitmediğinin göstergesidir. Sovyetler Birliği Komünist Partisi yeni bir evreye girmiş, işçi sınıfının egemen sınıf altında örgütlendiği koşullardaki sınıf mücadelesini de tıpkı devrim öncesinde olduğu gibi uygun taktikler geliştirerek yönetmiştir. Her mülkiyet biçimi ve arkaik sınıf ilişkisi tasfiye edilip proletaryanın düzeni tahkim edilirken, işçi sınıfı dışındaki emekçilerin kendi deneyimleriyle öğrenmeleri, sosyalist iktisat geliştikçe kolektif üretimin ve yaşamın nimetleriyle bireysel kapitalist üretimi kıyaslama imkanlarının çoğalmasının sağlanması, feodal-kapitalist toprak ilişkilerinin kesintisiz teşhiri ve böylelikle köylülerin ve kentli ara sınıfların giderek sovyetikleştirilmesi mümkün olabilmiştir. Bu kuşkusuz iktidardaki işçi sınıfı ve partisinin sınıf ilişkilerini politik manevralarla yönetme becerisinin ürünüdür.

Sosyalist devlet için sanayileşme hem bir yaşamsal sorundur; ülke nüfusunun ihtiyaç duyduğu metaların üretilmesi, toplumsal refahın güçlendirilmesi; kreşler gibi kadın işgücünü açığa çıkaracak olan ve toplumsal eşitliğin başlıca kurumlarının yaygın ve erişilebilir hale getirilmesi, her emekçi aileye sağlıklı konutların yapılması; parasız sağlık ve eğitim iddiasının boş bir vaat haline gelmemesi, işsizlik diye bir sorunun kalmaması ve nihayet sosyalist maneviyatın ve kültürün geliştirilmesi yoluyla onların birer üretici güç olarak özgür gelişimlerinin yolunun açılmasının başlıca koşuludur. Hem de Sosyalizmin temellerini oyan karma iktisadi tablonun dönüştürülmesi sürecinde, mülk sahibi sınıfların sadece baskısına maruz kalan değil, onların kültürünü, alışkanlıklarını hala üzerlerinde taşıyan, yaşam biçimlerini geçmiş inanışların belirlediği geniş köylü kitleleriyle kentli ora sınıfların adım adım ve tedricen sosyalist birikimin ve hayatın unsurları haline getirilebilmesi için öncelikli koşuldur.Ve elbette bir dizi ambargoya maruz Sovyet ülkesinde işçi sınıfının üretim araçlarındaki mülkiyetinin tesisi taşıma suyla yani dışarıdan ithal edilerek edinilen üretim araçları üzerinden olmayacaktır. Bu bakımdan sanayileşme aynı zamanda, kuşatma ve tehdit altındaki işçi sınıfı iktidarının olası müdahaleler karşısında askeri savunmasını ve becerisini geliştirebilmesinin de şartıdır.

  1. Parti kongresinin faaliyet raporu şöyle der: “Köy yoksulları hala yardım alan zihniyetinden kurtulamamış durumdadır, GPU’ya, hükümet makamlarına, mümkün olan her şeye güveniyor bir tek kendine, kendi gücüne güvenmiyor. Tam da bu edilgenlik ve bu yardım alan zihniyeti köy yoksullarının bilincinden silinip atılmalıdır. Söz konusu olan kendi ayakları üzerinde durabilmeleri, Komünist partisinin ve devletin yardımıyla gruplar halinde örgütlenmeleri, Sovyetler forumunda, kooperatifler forumunda ve köy kamu yaşamının bütün çalışma alanlarında kulaklara karşı mücadele etmeyi, politik ve örgütlü bir mücadele çerçevesinde mücadele etmeyi öğrenmelidirler. Köy yoksullarının parçalanmayı aşabilmesi ve onlara komünistlerin yardımıyla kendilerini proletaryanın kulaklara karşı, orta köylülüğü kazanmak için verdiği mücadelede kırda proletaryaya örgütlü destek sağlamaya yetenekli bağımsız bir politik güç olarak örgütlenme olanağı vermek, köy yoksullarının yardım alanlar grubu olmaktan çıkıp kırda proletaryanın bir dayanağı olması”[7] için gereklidir

Sovyet iktisadi kalkınmasına ilişkin izlenen taktikler, diğer ezilen sınıfların, proletaryanın ve komünistlerin yardımıyla hem kendi güçlerini geliştirmelerinin yolunu açmak hem de proletaryanın iktidardaki mevzisini sağlamlaştırabilmek için geliştirilmişlerdi. Ne var ki bu o kadar kolay bir süreç değildir. Bizzat SBKP içinde neden önce tüketim mallarının üretimine öncelik tanınmıyor diyenlerden, ağır sanayiyi geliştirelim köy kendiliğinden arkadan gelir diyenlere, önce köyde kolektifleştirmeyi bir çırpıda yapalım derken parti kongresinin ‘şimdi kolektifleştirmeye başlayabiliriz’ saptamasına itiraz edenlere kadar parti organlarında alınmış taktik kararlar üzerine dirençler de ortaya çıktı. Sosyalist inşa sadece işçi sınıfı dışındaki sınıf ve tabakalarla, eski sömürücü sınıflarla yürütülen bir sınıf mücadelesi eşliğinde değil aynı zamanda dönemsel taktiklerle buluşmayan fikirler ve bunların kitleler üzerindeki etkisi ve yansımasıyla da sürdürülen bir sınıf savaşıydı.

Öte yandan şimdi özel mülkiyet sistemini ortadan kaldırmaya aday işçi sınıfı saflarında da ortaya çıkan eğilimlerle, ortak mülkiyetin kullanımına ve tasarrufuna ilişkin bilinçsizlikle, dönemsel taktiklerin uygulanması sırasında partili fonksiyonerler arasında görülen bürokratizmle de bu mücadele sürdü. Sovyetlerin ekonomik olarak en kırılgan döneminde emek üretkenliğinin ağırlıklı olarak insan gücüne dayanması ve bir bakıma henüz meta ekonomisi, meta ticaretinin hala sürdüğü iktisadi koşullarda “herkesten yeteneğine herkese emeğine göre” ilkesinin ister istemez içerdiği biçimsel eşitlik formunun gerçek eşitlik düzeyine çıkabilmesi için elzem ve gerekli sosyalist birikimin artırılmasının sorumluluğunun hala önemli ölçüde canlı üretici güçlerin sırtında olması işçi sınıfı saflarında da sosyalist bilinçlenmenin aciliyetini ve önemini artırmıştı. Lenin işçi sınıfının sosyalist eğitiminin ve bu sınıfın hızla kültürlü bir sınıf haline gelmesinin gerekliliğini her fırsatta vurgulamıştı.

Bütün bu, başlangıçtaki olumsuz koşullara rağmen Sovyet işçi sınıfı emek gücü üretkenliğini olağanüstü düzeyde artırmayı başardı. Hafta sonu gönüllü çalışma anlamına gelen komünist cumartesiler, hücum tugayları, Stahanovist hareketin ortaya çıkması, sosyalist yarışmanın teşvik edilmesi vb. bu bilincin geliştirilmesinde ve yaygınlaştırılmasının modellerini ortaya çıkardı. 15. Kongrede halk iktisadı kavramının yerini sosyalist ekonomi kavramının almasında Sovyet işçi sınıfının kendi ülkesi için yaptığı fedakârlıkların önemi büyüktü. “Sovyet toplumunun en varlıklı toplum haline getirmesi için ülkemizde en gelişmiş kapitalist ülkelerin emek verimliliğini aşan bir emek üretkenliğine ihtiyacımız var. Başka türlü besin maddeleri ve her türlü gereksinim maddeleri bolluğu düşünülemez.” diyordu Stalin. “Ama” diye ekliyordu “Stahanov hareketinin önemi bununla bitmez. Onun önemi ayrıca sosyalizmden komünizme geçişin koşullarını hazırlamasından ibarettir. Sosyalizmin ilkesi sosyalist toplumda herkesin yeteneğine göre çalışması ve gereksinimine göre değil, toplum için harcadığı emeğe göre tüketim araçları elde etmesinden ibarettir. Bu, işçi sınıfının kültürel ve teknik düzeyinin hala yeterince yüksek olmadığı, kafa ve kol emeği arasındaki çelişkinin hala sürdüğü, emek üretkenliğinin, bir tüketim araçları bolluğu yaratmak için hala yeterince yüksek olmadığı, bundan dolayı toplumun tüketim araçlarını, toplumun üyelerinin gereksinimlerine göre değil, toplum için harcadıkları emeğe göre paylaştırmak zorunda olduğu anlamına gelir. …Bakın Stahanovistlere… cesaretle ilerliyorlar, eskimiş normları kırıyorlar ve yeni, daha yüksek normlar yaratıyorlar, çalışma verimliliğini ve ekonomi planlarını düzenliyorlar…Stahanov hareketi ülkemiz işçi sınıfının kültürel ve teknik gelişiminin ilk -gerçi henüz zayıf- ama yine de eğilimlerini içinde saklamasıyla önem kazanıyor.”[8]

Devrimi, faaliyetini sınıflar arasındaki güç ilişkilerini doğru gözleyerek, bulunduğu mevziyi bir adım daha ilerletebilmek için uygun kararlar alarak bir plan dahilinde örgütleyerek gerçekleştiren işçi sınıfı ve partisi, inşa sürecini de aynı yöntemle gerçekleştirmeye çalıştı. Stahanovlar kendiliğinden ortaya çıkan unsurlardı ama tam da planlı iktisadi faaliyet etarfında seferber olan toplumsal hareketi yaratmışlardı. Kapitalizmin hiç kurtulamadığı iktisadi krizlerden Sovyet ekonomisini muaf tutan da Stahanov’ları doğuran plan ekonomisi olmuştu zaten. Planlı ekonomiden ilk kez söz eden Lenin’in öngörüsü doğru çıkmış; plan Sovyet iktisadi kalkınmasının olmazsa olmaz koşullarından biri olmuştu. Yüksek emek üretkenliği, ve isabetli taktiklerle 5 yıllık dönem planlarının hedeflerine başarıyla ulaşıldı. Hatta çoğu kez bu hedeflerin gerçekleştirilebilmesi için 5 yılın beklenmesi gerekmemişti. O dönem Bir İngiliz dergisi şöyle yazmıştı: “Beş yıllık planın başarıları şaşılacak olgulardır. Harkov ve Stalingrad’da traktör fabrikaları, Moskova ve Nijni Novgorod’da otomobil fabrikası, Dinyeper enerji santrali, Kuznetsk’te devasa çelik dökümhaneleri, bir Sovyet Ruhr Havzası olma yolunda ilerleyen Ural’daki makine kimya fabrikaları ağı…. Sovyet endüstrisinin iyi sulanan bir bitki gibi büyüyüp güçlendiğini kanıtlamaktadır…”[9] Bir Amerikan dergisinde ise şunlar yazılıydı: “Ülkenin görüntüsü tam anlamıyla tanımayacak ölçüde değişiyor… Bu yüzlerce yeni asfaltlanmış cadde ve meydanları, yeni evleri, yeni banliyöleri ve varoşlarda yeni fabrikalarıyla Moskova için geçerlidir. Bu aynı zamanda daha az önemli başka kentler için de geçerlidir. Bozkır ve çöl ortasında, sayıları en az elliye varan, nüfusları 50 binden 250 bine kadar olan kentler kurulmuştur… Sovyetler Birliğinde ovalarda yol gösterici olan artık, kilise kuleleri ve haçları değil, tahıl konveyörleri ve silo kulelerdir…”[10]

1933 yılında yapılan SBKP Merkez Komitesi ve MKK Ortak Plenumunda yapılan, 1928’de yürürlüğe giren birinci beş yıllık plan sonuçlarının değerlendirmesine göre, gelişmiş kapitalist ülkeler savaş öncesi durumundaki sanayi düzeylerini düşük oranlarla aşmış olmalarına rağmen Sovyetler Birliği hem savaş öncesi durumunu kat kat geçmiş hem de gelişmiş kapitalist ülkelere fark atmış durumdadır.

Basit ve ucuz devlet, “bir kopek’in bile hesabının yapıldığı tutumluluk” sayesinde Sovyetler Birliği’nde enerji santralleri, fabrikalar yükselmiş üretim araçlarının üretim hacmi artmıştı. Ama bu zenginleşme aynı zamanda işçi sınıfı, yoksul köylülük ve kent emekçilerinin refah düzeyini göz ardı eden bir birikim süreciyle oluşmamıştı. Yeni evler, kentler kurulmuş, ücretler artmış, işçi sınıfının yeniden üretiminin kültürel koşulları yükseltilmiş ve daha önemlisi mühendisler, doktorlar, mimarlar gibi yeni sistemin aydınları ve teknisyenlerini yetiştirmek için, sınıf kollarını sıvamıştı. Kadınları eve bağlayan geleneksel ve kurumsal bağlar kırılmaya başlanmış, hak ve özgürlüklerin alanı genişlemiş, gelişimlerinin önü açılan üretici güçler arasında yerlerini almışlar ve Sovyetlerde örgütlenmek ve sosyalist inşanın bir parçası olmak üzere konumlanmışlardı.

Ülkenin “sosyalizmin ekonomik esaslarının kurulacağı geniş ana caddeye” çıkabildiği bir zaman dilimiydi bu.

Sovyetlerin iktisadi kalkınma öyküsü kapitalist gelişmenin durumu, savaş sonrası koşullar, kent ve kır sınıflarının yapısı, üretici güçlerin gelişkinlik düzeyi gibi ayırt edici faktörler göz önünde bulundurulduğunda, örneğin gelişmiş bir kapitalist ülkenin veya aslında herhangi bir ülkenin devrim sonrasındaki muhtemel durumuna benzemeyebilir. Sosyalist inşa üretici güçlerin somut düzeyi ve sınıflar arasındaki ilişki ve çatışmaların seyrine göre her coğrafya da farklılıklar gösterecektir. Bu yüzden işçi sınıfının ilk iktidar tecrübesinin sonuçlarını ve gösterdiklerini bir şablon olarak mutlaklaştırmaktansa, her dönemeçte izlenen yolun alınan karar ve uygulanan taktiklerin; sosyalist iktisada kazandırdığı normların toplam bir tecrübe hanesine yazılması en doğru yöntem olacaktır. Sovyet işçileri bize kapitalizmin cenderesi altında uyutulan güçlerini nasıl uyandırdıklarını, üretici güçlerin özgür gelişiminin yolunu nasıl açtıklarını, sömürücü sınıfları nasıl ve hangi yöntemlerle defettiklerini, diğer halk sınıflarını nasıl özgürleştirdiklerini kendi ülkelerinin özgül koşullarında gösterdiler. Temel olan, bu özgürleştirmenin kendisidir.

İktisadi kalkınma özgürleşmenin elzem koşullarından biriydi. İkincisi ise, kendi kaderini artık kendisinin belirlemek istediğini bir devrim yaparak deklare eden işçi sınıfının nasıl yaşanacağına karar vereceği; üretim ve bölüşüm sisteminin nasıl düzenleneceğine; toplumsal hayatın nasıl inşa edileceğine doğrudan doğruya müdahil olabileceği kurumları yaratmalarıydı. Bu kurumlar 1905 devriminden bu yana sürdürdüğü mücadelede elverişli bir araç olarak ortaya çıkmış olan Sovyet örgütleriydi.

SOVYET: GREV KOMİTELERİNDEN İKTİDAR ORGANLARINA

5 Ocak 1905’te Putilov fabrikalarında işten atılan dört işçinin geri alınması talebiyle başlayan grevde işçiler birkaç gün içinde başlangıçtaki taleplerine “8 saatlik işgünü, erkekler için 1 Ruble kadınlar için 70 kopek asgari ücret, mecburi fazla mesainin kaldırılması, fazla mesaiye iki kat ücret, sağlık koşullarının iyileştirilmesi, işçilere tıbbi yardım”[11] gibi maddeler ekleyerek çalışma koşullarının tamamen değiştirilmesini istediler. Putilov işçilerinin bu talepleri sadece kendi işletmelerinde ilgi gören talepler değildi. Kısa sürede kıvılcım Rusya’daki birçok fabrikaya yayıldı. 8 Ocak günü 176 fabrika ve atelyede 96 bin işçi greve çıkmıştı. Daha grevin ilk günü üç miting yapılmış bu mitinglere katılan binlerce işçi siyasal sloganlar da atmaya başlamışlardı. Grev bölgelerinde aralıksız süren toplantılarda işçiler genel oyla seçilen bir kurucu meclisin toplanması, Japonya ile savaşa son verilmesi, siyasal mülteci ve tutuklular için genel af, basın ve vicdan özgürlüğü, toplantı ve örgütlenme hakkı gibi başlıca siyasal taleplerde uzlaşmışlar ve bunları Çar’a sunmak üzere dilekçe haline getirmişlerdi. Ne var ki dilekçeyi bir miting kalabalığıyla Kışlık Saray’a götüren işçiler vahşi bir saldırıya maruz kaldılar. Tarihe Kanlı Pazar olarak geçen olay sırasında çok sayıda işçi öldürüldü. Ancak bu, işçi grevlerinin yayılmasını engellemeyi başaramadı. Grevler genel greve dönüştü. Sadece St. Petersburg’da grevci işçilerin sayısı 150 bine ulaşmıştı. Büyük sanayi merkezlerine, madenlere, dokuma fabrikalarına, demiryollarına, fırın ve doklara, belediye çalışanlarına, mağaza ve büro çalışanlarına kadar yayılan eylemler, Polonya ve Baltık bölgelerinden Kafkasya’ya kadar büyük bir bölgeyi kaplıyordu. Kendiliğinden başlayan grev dalgası sırasında demiryolu işçilerinin kurduğu grev komitesinin başarısız bir görüşme yaptığı işveren zorla çalıştırma kararı aldıktan sonra işçiler Panrus Demiryolu işçileri birliğini kurarak örgütlendiler.

Belli ki uzun sürecek bir grevi yönetme ihtiyacı giderek diğer iş sektörlerinde de yeni örgütlerin ortaya çıkmasına yol açtı. Çünkü Rusya’da o sıralarda grev öncesinde veya sırasında doğmuş sendikal nitelikte örgütlenmeler henüz yoktu. Birbiri peşi sıra kurulan grev komiteleri kendi işyerlerindeki grevin düzenli bir biçimde yürütülmesini, işçilerin birliğinin ve eylem sırasındaki disiplininin sağlanmasını üstlenmişlerdi. Yanı sıra fabrika komiteleri diğer fabrikaları da dolaşarak henüz grevde olmayan işçileri eyleme çağırıyorlardı. Grevin ilk günlerinde “sadece Ukrayna’da Brjansker çelik fabrikalarında, Kharkov’da lokomotif fabrikalarında, Kiev’de Güney Rusya Makine İmalatı Fabrikasında, Nikolayev tersanelerinde 30’un üzerinde işçi komitesi kurulmuştu.”[12] Bu komitelerin başlangıçta birbiriyle bağlantısı yoktu. Ancak komiteleşme girişimleri ilerleyen günlerde daha geniş birlik ve örgütlerin ihtiyaç haline gelmesiyle hedefini büyütmüştü. İşçiler artık işkolları düzeyinde de örgütlenmeye başladılar: “1905 ilkbaharında Moskova ve St. Petersburg’da ve diğer büyük kentlerde ortaya çıkan sendikaların kökeninde çoğu zaman fabrika işçileri komiteleri ve işkolları delegeleri konseyleri vardı”[13] Ancak bu daha başlangıçtı; grevler bir kentin tamamına yayıldığında çeşitli fabrikalardan seçilen delegelerle oluşturulan kent çapındaki bir grev komitesinde birleşme eğilimi ortaya çıktı ve bu eğilim giderek yayıldı. Başlangıçta tek bir eylemi yönetmeyi üstlenen, kentteki bütün işletmeleri ve fabrikaları temsil eden bu komiteler, eylem ve grevler bütün bir yıla yayıldığında neredeyse bütün bir kentte işçi inisiyatifini örgütleyecek biçimde kalıcılaştılar. Sovyet’ler, işçilerin tek tek fabrikalarda oluşturdukları grev komitelerinin delegasyon sistemiyle birleşerek şehir düzeyinde oluşturdukları eylem komiteleriydi.

Çarlık rejiminin sonradan uygulamaya yanaşmayacağı vaatlerine rağmen işçi komiteleri kendilerini dağıtmadılar. Ekim ayında grevler doruk noktasına ulaşmıştı. Lenin’in 1917 Nisanı’ndan sonra iktidar organları olarak ilan ettiği Sovyet sisteminin ilham alınmış en gelişkin halini temsil eden St. Petersburg Sovyetinin 14 Ekim toplantısında 40 büyük işyerinden 80-90 delege, ertesi gün ise 96 fabrika ve atelyeden 226 delege hazır bulunuyordu. Kendisine işçi temsilcileri konseyi adını veren bu temsili oluşum grevlerin yürütülmesini üstlenmekten siyasi her konuda tutum belirleyen bir yerel işçi parlamentosuna dönüştü. St. Petersburg modeli Rusya’nın diğer sanayi merkezleri tarafından izlenmekle kalmadı işçi grevlerine yanıt veren köylüler ve askerler de ayrı konseyler oluşturdular. Bütün Rusya halkı hem iktisadi talepleri hem de siyasi talepleri için mücadele ederken hızla örgütlenmekteydi. Bolşeviklerin çıkardığı Vperyod gazetesi ezilen ulusların da Çarlık rejimine karşı harekete geçtiğini yazıyordu.

Partinin 1905’te gerçekleşen üçüncü kongresinde Bolşevikler bir kurucu meclis kurulması talebini yükseltme kararı almışlardı. Lenin Haziran’da, “bu slogan (Kurucu Meclis) şu sloganlarla bağlantı içinde bulunmaktadır” diye yazar: “birincisi; Çarlık otokrasisinin yıkılması, ikincisi; onun yerine demokratik bir cumhuriyetin geçirilmesi, üçüncüsü; demokratik bir anayasa ile korunan halkın egemenliği, yani en üst hükümet yetkisinin tamamen halk temsilcilerinden oluşan tek bir yasama meclisinin elinde toplanması…”

Bolşevikler Rusya’da bulunan çeşitli siyasi partilere sempati duyan ya da politika ile ilgisi güçlü olmayan işçi kitleleri arasında bu sloganları tartışıyorlardı. Oscar Anweiler’e göre o sıralarda Petersburg, Odessa Baki ve Güney Rusya’daki konseylerde Menşeviklerin; Moskova, Kostroma, Tver ve Don bölgesinde ise Bolşeviklerin etkisi söz konusuydu. 1917 Şubat Devrimi’nden sonra liberal burjuvaziyle iktidarı paylaşacak olan Sosyalist devrimciler ise her yerde azınlıktaydı. Bu durum siyasi tartışmaların yapıldığı Sovyet/Konsey örgütlerinde devrimin hedefleri, çizgisi ve taktikleri bakımından işçiler arasında önemli tartışmaların yapıldığının işaretidir. Bu tartışmalar bazı kentlerde, kent Sovyetlerinin yanı sıra kurulan semt ve çevre konseyleri de düşünüldüğünde en küçük yerel birimlere kadar yayılmış durumdadır. İşçiler Çarın sözde bir ödün olarak teklif ettiği liberal Bulygin dumasına katılıp katılmamayı, kurucu meclisin nasıl kurulacağı gibi genel ve devlet yönetimine ilişkin politik sorunları ele aldıkları gibi, kendi semt ve mahallelerindeki gündelik hayata ilişkin sorunları da çözmek üzere mesai harcamakta, grev fonu oluşturmakta, kapı kapı dolaşarak bütün semt halkını harekete ve karar sürecine katılma konusunda heveslendirmeye çalışmaktadırlar. İşçi sınıfının çıkarları başlığı altına, işçilerin grev süresince ihtiyaçları, Çarlık otokrasisiyle mücadele yöntemleri, işçi ailelerinin gereksinimleri, dayanışma kurumlarının oluşturulması, örgütlenme sorunları, konseylerin günlük işleyişinin düzenlenmesi vb. hemen her şey dahil edilmişti.

Kısacası başlangıçta grev ve genel grevi yönetmek üzere mücadele organları olarak kurulan ve grevler devrimci bir dalgaya dönüşerek büyüdüğünde devrim organları halini alan ve 1917’de birer iktidar organı biçimine dönüşecek olan Sovyetler, kuruluşlarından itibaren hızla, pek uzak olmayan bir tarihteki biçimlenişlerine dair işaretleri rüşeym halinde bünyelerinde barındımaktaydılar.

1905 yılı boyunca o sıralar illegal koşullarda çalışan Bolşevik Partinin sloganları genel bir onay görmüştü. Petersburg Sovyetinin hazırladığı genelgede “Savaş halindeki devrimci proletarya Rus halkı sağlam temellere oturtulmuş siyasal haklardan yararlanmadıkça, proletaryanın sosyalizm mücadelesinin genişlemesi için en uygun yol olan demokratik cumhuriyet kurulmadıkça silahlarını bırakmayacaktır”[14] ifadeleri yer alıyordu.

Rejim yasalarının birçok bakımdan artık pek hükmü kalmamıştı. İşçi komiteleri ve Sovyetler grevin başlangıcında ileri sürdükleri talepleri fabrika yönetimini ele geçirdikleri yerlerde kendileri hayata geçirmişlerdi. Kurucu Meclis ise tabanda kurulmuş gibiydi. Sovyet yılın sonlarına doğru ayaklanma kararı aldığında, o zamana kadar barışçıl işçi gösterileri karşısında ürkütücü bir hamle yapmaktan çekinen Çarlık otokrasisi militarist kurumlarını harekete geçirdi. Lenin’in deyimiyle “Moskova Sovyeti’nin yönettiği”, işçi sınıfının büyük bir kahramanlık ve cesaretle kalkıştığı 1905 hareketi içinde işçiler o kadar ileri gitmişti ki kimi bölgelerde Valiyi ve polis müdürünü kovalayarak Cumhuriyeti fiilen ilan ettiler.

Bolşevik Parti’nin, çeşitli siyasi partilere sempati ya da bağlılık duyan, önemli bir kısmı çelişkili, kültürel arka planları farklı işçilerin oluşturduğu bir kitle örgütü olan Sovyetler içindeki çalışmasının niteliği, her şeyden önce partinin devrimci sürecin geçtiği aşamalara bağlı olarak belirlediği taktiklerle yükseltilmeye çalışılmıştı. Partili işçiler ve fonksiyonerler teşhir, ajtiasyon ve propaganda çalışmaları sayesinde Sovyetlerin günlük çalışmasının içeriğini, hareketin seyrini belirlemiş, bunları politikleştirmiş, devrimin seyri hakkında liberal ve küçük burjuva akımlarla kitleler önünde açık tartışmalar yürütmüşlerdi. Sovyetlerin sendikal nitelikte bir birlikten giderek bir ayaklanma organına dönüşmesi bu sayede gerçekleşebilmişti.

Lenin parti ve Sovyet organları arasındaki ilişki hakkında o zamanlar şöyle yazmıştı: “Sovyetlerin bileşimini daraltmak değil tersine genişletmek; gemici ve erat temsilcilerine, köylülere, devrimci aydınlara kucak açmaya teşvik etmek gerekir… Bu geniş ve çeşitli bileşimden korkmuyoruz, hatta bunu diliyoruz, çünkü proletaryanın ve köylü sınıfının ittifakı olmadan sosyal demokratlar ve devrimci demokratlar mücadelede yakınlaşmadan büyük Rus devriminin başarıya ulaşması olanaksızdır. Belki yanılıyorum ama…bana öyle geliyor ki İşçi Temsilcileri Konseyi, siyasal bakımdan bütün Rusya’nın geçici devrim hükümetinin bir çekirdeği olarak düşünülmeli ya da (farklı bir biçimde aynı kapıya çıkar) bir geçici devrim hükümeti yaratmalıdır. ”[15] 1905 Devriminin koşullarında Sovyetler işçi sınıfı ve köylülük içinde etkili bütün siyasi fraksiyonların yer aldığı, Bolşeviklerin de bu kesimlerle ittifak ilkeleri ve taleplerini korurken aynı zamanda kitle örgütlerinde sürdürülen ideolojik ve siyasi mücadelenin özellikleri konusunda deneyim kazandıkları zemin oldu. İşçilerin grevi yönetmek, eşgüdüm içinde bulunmak amacıyla kurdukları işçi komiteleri bir mücadele organı olmakla sınırlı hedeflerini giderek bir ayaklanma organı olmaya kadar genişletmişler ve sonra da, Lenin’in erken öngörüsünde olduğu gibi iktidar organına dönüşme potansiyelini de açığa çıkarmışlardı.

1905 Devrimi kanla bastırıldığında Sovyet örgütlenmesi önemli bir miras ve deneyim bırakmıştı. Sonraki “karanlık gericilik yıllarında” uzun süre yaralarını sarmaya ve yeniden toparlanmaya çalışan Rus işçi sınıfı ve emekçileri fırsat buldukları ilk anda yeniden grevlere çıktılar. En küçük bir grevde bile bu deneyimi hatırlayarak komiteleşmeye, grevleri yaygınlaştıracak organları oluşturmaya başladılar. Nihayet 1917 Şubat Devrimi sırasında 1905 Devriminin ünlü Petersburg Sovyeti yeniden ortaya çıktı. Onu elbette diğerleri izledi.

Öyle ki Şubat Devriminden sonra geçici hükümeti kuran liberal burjuvazi, Menşevik ve Sosyalist Devrimci ittifakına karşı işçi köylü ve asker temsilcilerinin oluşturduğu Sovyet örgütlenmeleri bu kritik dönemde hükümete aşağıdan basınç uygulayan organlara dönüşmüş ve sonra da İkili İktidar tablosunu oluşturmuşlardı. Bu hükümet kendilerinden beklenti içindeki emekçilerin taleplerini yerine getirmediği gibi 1917 Temmuzunda yürüyüş yapan işçilere saldırı emri verdiğinde Sovyet örgütüyle hükümet arasındaki her türlü bağ koptu. İktidarın Sovyet içindeki uzantısı olan Menşevik ve sosyalist Devrimci partilerin etkilediği işçiler arasındaki karşılığı, Sovyetlerde örgütlü işçilerin Bolşeviklere yakınlaşmasıydı. O sıralarda Kurucu Meclis’i bile toplamaya cesaret edemeyen Hükümeti yıkma çağrısı yapan Bolşeviklerin çağrısı geniş işçi köylü ve asker kesimlerinden kuvvetli bir yanıt alacaktı. Partinin hareket sloganı “Bütün iktidar Sovyetlere” artık bütün yurtta politik bir talep olarak yankılanır olmuştu. Böylece artık işçi köylü ve asker Sovyetleri devrimci iktidarın kurucu organları düzeyine yükselmişlerdi.

1917 Ekim Devrimi gerçekleştiği andan itibaren Sovyetler yeni devletin örgütleyici, kurucu ve yönetici organları haline geldiler. Halk Komiserleri Başkanı- Lenin imzasıyla devrimden hemen sonra yayınlanan bildiride şu ifadeler yer aldı: “Yoldaşlar, emekçi halk

“Artık devletin başında sizler, kendiniz varsınız; bunu bilin. Eğer sizler bir araya gelip devletin tüm işlerini ellerinize almazsanız başka kimse sizlere yardım edemez. Bu andan itibaren sizin kendi Sovyetleriniz tam yetkili bir devlet otoritesi ve yasama organlarıdır. Sovyetlerinizde toplanın. Onları güçlendirin, en tabandan başlayın, kimseyi beklemeyin. Devrimci yasallığı ve düzeni en sıkı biçimde kurun. Üretim ve kayıt işleri üzerinde sıkı bir denetim kurun. Üretimi sabote etme, hububat yüklü taşıtları durdurma, posta telgraf ve telefon hizmetlerini ve demiryolu şebekelerini bozup aksatmaya yönelme gibileri de dahil büyük barış davamıza, toprakları köylülere verme, ürünlerin dağıtımı ve üretimi üzerinde işçi denetimi kurma davamıza direnç gösteren tüm halkın çıkarlarına zarar veren unsurları tutuklayıp devrimci mahkemelere teslim edin.

Yoldaşlar, İşçiler, askerler, köylüler ve tüm emekçi halk

Tüm iktidarın kendi Sovyetlerinizin eline alın. Dikkatli olun bundan sonra tümüyle sizin malınız, kamu malı olan toprağı, fabrikaları, techizatı, ürünleri ve nakliye araçlarını gözünüzün bebeği gibi koruyun. Sonra zamanla köylülerin büyük çoğunluğunun rıza ve onayı ile onların ve işçilerin pratik deneyimleri ile uyum sağlayarak sağlam ve geri döndürülemez bir biçimde ileriye, sosyalizmin zaferine doğru yürüyeceğiz. Ki bu zaferimiz en uygar ülkelerin ileri işçilerinin katkılarının da damgasını taşıyacak, halklara sonsuz barış getirecek, onları her türlü baskı ve sömürüden kurtaracaktır…”[16]

Sovyetler artık işçi sınıfı demokrasisinin başlıca organlarıydılar. Parti bütün halkı, emekçileri Sovyetlerde örgütlenmeye çağırıyor, fabrikalardaki denetimden başlamak üzere yasama ve yürütme sürecine işçi ve emekçilerin katılımını sağlayarak merkezi hükümetle kitleler arasındaki organik ilişkinin güvencesini bu örgütlerin güçlendirmesinde görüyordu. “Sosyalist sistemi yaratmaya yönelik yeni, büyük ve yaratıcı görevlerine dört elle sarılması” için teşvik edilen Sovyetler; ayrıca çeşitli biçimlerde ortaya çıkmış diğer halk örgütleri olan komünler, fabrikalar, köyler, tüketim toplulukları, ikmal komiteleri ile birlikte “emeğin ve ürün bölüşümünün muhasebe ve denetiminde pratik örgütleyiciler olarak” göreve çağrılmaktaydılar. Lenin’in deyimiyle program gayet basit ve açıktı: Herkesin ekmeği olacak, herkesin sağlam bir ayakkabısı, iyi bir giyeceği, başını sokacağı bir yuvası olacaktır. Herkes dürüst bir şekilde çalışacak ama aylak sınıflara yer olmayacaktır.

Geçmişte uzman, meslekten siyasetçi ve teknokratların devlet yönetmenin karmaşık bir mekanizmayı harekete geçirmek anlamına geldiğine dair yaydıkları hurafeye karşın Sovyet iktidarı, devleti yönetmenin “herhangi bir aşçı kadın”ın bile cüret edebileceği kadar basit ve kolay” olduğunu kanıtlamaktaydı. Güvencesi ise işçi ve emekçilere tanınan geniş inisiyatifti. Bu bakımdan devrimin hemen ertesinde çıkarılan genelgede herhangi bir organa seçilen temsilciyi, kendisini seçenlerin taleplerinden uzaklaştığı anda geri çağırma hakkının tanınması önemlidir. 1918’de faaliyete başlayan Kurucu Meclisin kararlarından ilki şöyle formüle edilmiştir: “Bundan böyle Rusya işçi asker ve köylü vekilleri Sovyetleri Cumhuriyeti olarak anılacaktır. Merkezi ve yerel olarak tüm iktidar Sovyetlere aittir/ Rus Sovyet cumhuriyeti özgür ulusların özgürce birliği ilkesi üzerine Sovyet ulusal cumhuriyetleri federasyonu olarak kurulmuştur.”[17]

Bu bildirgede belirlenen amaçların gerçekleştirilebilmesi, mülk sahibi sınıfların mülksüzleştirilerek sosyalist inşanın başlatılması sürecinde işçi ve emekçilerin kendilerine ait bir iktidarın yasama ve yürütme gücü haline gelmesinden geçmektedir. Sovyet demokrasisi diğer kapitalist ülkelerdeki, yasama ve yürütmenin birbirinden ayrılığı prensibine dayalı; bu türden özel görevlerin yetkilendirilmiş bürokratlarca yürütüldüğü; ülke nüfusunun ezici çoğunluğunu oluşturan emekçilerin, bileşiminin oluşmasında, kendisinin belirlemediği adaylar için oy kullanmak dışında hiçbir rolünün olmadığı parlamenter burjuva demokrasisinin karşısına çıkmış, bir işçi sınıfı alternatifiydi. Paris Komünü’nde ilk kez uygulanan bu demokrasi kapsamında işçiler sıradan ve etkisiz seçmenlere indirgenmiyor tersine kendi devletini yönetme, yasalarını belirleme ve aynı zamanda alınan kararların yürütülmesinde yükümlülükler üstleniyordu. Böyle bir demokratik mekanizma, seçilmiş bir temsilcinin ilelebet aynı yerde kalarak bürokratlaşmasını ve devlet işinin, giderek temsil ettiği kitlelerden kopan bu kişiler sayesinde bir meslek mertebesine yeniden çıkarılmasını da önleyecekti.

İlk Sovyet Anayasası Sovyet iktidarında işçi ve emekçilerin hak ve özgürlüklerini güvenceye alan bir çerçeve içinde hazırlanmış; Ekim Devrimini yapan sınıfın kazanımlarını da belgelemiştir. Ve Lenin “en burjuva demokratik ülkeden daha demokratik bir ülke” yarattık derken son derece haklıdır. Sovyet sistemi; vekil adaylığını mal varlığı ve parasal gücün belirlediği, emekçilerin bir burjuva partiye karşı diğerini yeğlemeye zorlandığı ve kendilerini temsil eden partiler için dar süzgeçlerin kullanıldığı, iki seçim arası süreçte seçmenlerin inisiyatifine hiçbir kanalın açılmadığı burjuva demokrasisinin tarihsel miyadının dolduğunu ilan etmiştir.

Böylece kapitalizmin canlı üretici güçleri yani bilimin, teknolojinin, sanatın yaratıcısı olduğu halde bütün bunlardan uzaklaştırılan; Marx’ın deyimiyle insanlığın kendisini orada yitirdiği proletarya, her türlü insani yeteneğini körelterek inisiyatifini kıran kapitalist cenderenin yıkılması için, sahip olduğu bütün potansiyeli yoğun bir enerjiye dönüştürebileceği iktisadi ve siyasi zemini inşa etmek üzere, “kimseden yardım beklemeden” ayağa kalkabilme imkânı bulmuştu. Bir zamanlar köhnemiş bir sistemi yıkarak yeni bir düzenin ilk tuğlasını bu zemine kendi elleriyle koydu.

Dünya kapitalistlerinin, Ekim Devrimini ve bir zamanlar işçi sınıfının egemen sınıf olarak örgütlenmeye başladığı Sovyetler Birliği’nde atılmış devasa adımları unutturma ve onu tarihin bir kazası veya dünyanın olağandışı koşullarında gerçekleşmiş bir sapma olarak algılanması için harcadığı çabalara rağmen sosyalizm bütün birikimi ve başarılarıyla işçi sınıfının önünde duruyor. Sınıfın Rusya-Sovyetler Birliği’ndeki eski kuşakları örgütlenerek ayağa kalkmış, örgütsel silahlarını ve aygıtlarını yaratmış, iktidarı ele geçirmiş bütün sömürücülerin mülküne el koymuş, yeni bir devlet kurmuş ve dünya işçi sınıfının büyük desteğini görmüştü.

Sovyetler Birliği işçi sınıfının başarmak için izlediği yöntemler, onların ulusal sınırlar içinde karşılaştığı sorunlar ve “acil görevler”le baş edebilmek için önlerindeki yolu katederken not düştükleri dersler bugün de dünya işçi sınıfı için kıymetli bir kılavuz niteliğini taşıyor. Rusya’nın iktisadi koşullarının, sınıfların kendine özgü konumlanışının sosyalist inşa sürecinde özgün adımlar atılmasını gerektirmesi bu devasa tecrübenin, sadece ortaya çıktığı tarihsel koşullarla açıklanan bir gerçeklik olduğu anlamına gelmez.

Marx ve Engels daha 19. yüzyıl’da kapitalist üretim tarzının, onu kendi yıkımına götürecek iç çelişkilerini analiz etmişler dünyayı işçi sınıfı devrimlerinin beklediği sonucunu bu analizden çıkarmışlardı. Ekim Devrimi bu bilimsel tespiti doğrulayan ilk gerçekliktir. Ama sonuncusu olmamıştır, olmayacaktır da.

Sömürünün giderek arttığı, Sovyetlerin yıkılışından sonraki koşulları kendisi için nimete çevirerek yeni sermaye birikimleri yaratmak için dünya emekçilerinin alın terine ve artı değerine el koyan ve bir savaş makinasına dönüşen kapitalizm sürdüğü sürece burjuvazinin sınıf mücadelelerinden kurtulmasının imkanı olmadığı gibi, sosyalizm de bu sınıf mücadelesinin çok uzakta durmayan hedefi olmaya devam edecektir.

Sovyetler Birliği’ndeki sosyalist inşa süreci, kapitalizmin gelişmelerini kısıtladığı üretici güçlerin önünün, “insanlığın kendisinde yitirildiği proletarya”yı ayağa kaldırarak nasıl ve hangi yöntemlerle açıldığının ilk tecrübesi olarak işçi sınıfının defter-i kebirine bir kez kaydedildi. Bu tarih defterine yazılanlar kurgusal teorilerle, boş iddialarla, kafa karıştırıcı trafik lambaları dikmek suretiyle ortadan kaldırılacak hafiflikte değildir. Onu sınıf mücadelelerinin bir sonucu, ürünü olmaktan çıkaran şekilsiz ütopyaya dönüştürmek de işe yaramayacaktır. Madem ki kapitalizm kendi mezar kazıcılarını her gün yaratmak zorundadır, sosyalizm de insanlığın geleceği olmaya devam edecektir. Geçmişe dönüp bakmak, unutulanı hatırlamak gelecek için önemlidir.

Meselenin özü Lenin’in ifadeleriyle şuydu, ve hep öyle de kalmıştır: “Kapitalistin kapı dışarı edildiği ya da gerçek anlamda bir işçi denetimi sayesinde elinin kolunun bağlandığı her fabrika, sömürücü toprak sahibinin hakkından gelinip topraklarına el konulduğu her köy, ancak bundan sonra çalışan insanın yeteneklerini ortaya koyabileceği, göğsünü dimdik gerebileceği ve insan olduğunun farkına varacağı alanlar haline gelecektir… ‘Alelade insanların’, ‘alelade işçilerin’ ve yoksul köylülerin, sosyalist devrimin üzerlerine yıktığı büyük, dünya tarihi açısından gerçekten kahramanca örgütsel görevleri başarmasını olanaksız görüyorlar. Kapitalistlere ve kapitalist devlete uşaklık etmeye alışmış olanlar ‘bizsiz yapamazsınz’ diyorlar. Yalnızca ‘üst sınıflar’ın, yalnzca zenginlerin, yalnızca zengin okullarına gidenlerin devleti yönetebileceği… yolundaki o köhnemiş, saçma, vahşi ve tiksindirici önyargıyı ne pahasına olursa olsun yerle bir etmeliyiz…”[18]

[1] Karl Marx & Friedrich Engels – Komünist Parti Manifestosu, çev: Yılmaz Onay, Evrensel Basım Yayın, 6. Baskı- 2011; sf. 62

[2] Agy, sf. 71

[3] Lenin, Ekim Devrimi Dosyası, çev: Kenan Somer, Sol Yayınları-Ekim 1999 s. 341

[4] Lenin, Agy, s. 355

[5] Stalin, Eserler, Cilt 7, çev: İsmail Yarkın, İnter Yayınları-1991, s.249

[6] Stalin, Agy, s. 246

[7] Stalin, Agy. S. 267

[8] Stalin, Eserler Cilt 14, İnter Yayınları, çev: Süheyla Kaya, İsmail Yarkın, Aralık 1993, s. 47

[9] Stalin, Eserler Cilt 13, İnter Yayınları, çev: Saliha N. Kaya, İsmail Yarkın, Aralık 1992, s. 153

[10] Stalin, Eserler Cilt 13, İnter Yayınları, çev: Saliha N. Kaya, İsmail Yarkın, Aralık 1992, s. 155

[11] Lenin, 1905 Devrimi Üzerine Yazılar, çev: Ragıp Zaralı, Yöntem Yayınları, Nisan 1976, (Dijital kopya)

[12] Oscar Anweiler, Rusya’da Sovyetler, çev: Temel Keşoğlu, Ayrıntı Yayınları, Temmiz 1990, s. 70

[13] Oscar Anweiler, Agy, s. 71

[14] Oscar Anweiler, Agy, s. 95

[15] Oscar Anweiler, Oscar Anweiler, Rusya’da Sovyetler, çev: Temel Keşoğlu, Ayrıntı Yayınları, Temmiz 1990, s.122-123

(Anweiler bu Görevlerimiz İşçi Temsilcileri Konseyi” başlıklı makaleyi Lenin’in Novoja Zizn’de basılmak üzere kaleme aldığını, yazının Pravda’da 5 Kasım 1940’ta yeniden yayınlandığını not düşer.

[16] Lenin, Halkın Devlet Yönetimine Katılımı Üzerine, NK Yayınları, Nisan 2003, çev: Metin Çulhaoğlu, s. 56-57

[17] Lenin, Agy, s. 72

[18] Lenin, Agy, s. 63-71