Kadir Yalçın

 

Her yeni dönem ve her kritik eşik, platformlarını yenileme çabasına giren siyasal güçlerin encamını iyice belirgin hale getiriyor. Geliştirmeye giriştiği görüş, politika ve tutumlarıyla yönelimini belirginleştirmekte olanlardan biri “Ülkemizin Uçurumdan Yuvarlanmasına İzin Vermeyeceğiz” başlıklı bir bildiri yayınlanmasını organize eden TKP.

Ne yapıyor TKP?

Süreçle ilgili olarak kurulan Meclis Komisyonu’na katılmayan İYİ Parti’nin sağdan yapmaya çalıştığını “sol”dan yapma çabasında. İYİ Parti, Zafer Partisi ile birlikte “süreç” dolayısıyla Kürt karşıtlığı propagandasıyla en başta MHP’yi suçlayıp tabanını etkileyerek güç toplamaya yönelmişken, TKP de benzerini “sol”dan etkilenen kitlelere yönelik uygulamaya çalışıyor. Saray iktidarına yönelik güvensizlik ve kuşkular kadar Lozan ve “mevcut sınırlarımız” gibi ulusal hassasiyetleri de kullanarak yapmaya çalıştığı milliyetçi solculuk.

TKP, Türkiye’de demokratik devrimin gerçekleştiği görüşünden hareketle –son dönemde Cumhuriyet birikimini savunmayı gündemine almasına rağmen– artık temel bir mücadele süreci olarak demokrasi mücadelesinin gerekli olmadığını ve sadece sosyalizm için mücadele etmenin yeteceğini savunageldi bugüne kadar. Bugün bu görüşünde bir değişiklik yok. TKP, yine demokrasi mücadelesi kapsamında olan ulusal hak eşitliği için mücadelenin de gerekli olmadığı kadar, desteklenemeyeceğini ve ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının, yani ayrılıp kendi devletini kurma hakkının “geçmişte kalan bir hak” olduğunu ve bugünkü “karşı devrimler çağında[1] artık geçersizleştiğini ileri süregeldi. Bunun genel yaklaşımından mı kaynaklandığı yoksa Türkiye’de Kürt halkının ulusal hak eşitliği mücadelesi karşısındaki inkarcı tutumunun bu genel yaklaşımını mı ürettiği sorusunun yanıtı ortada kalmak üzere, TKP, en başından bu yana Kürt ulusunun KKTH karşısında daima olumsuz bir tutum aldı. Şimdi, sadece TKP inisiyatifiyle yayınlanan “Ülkemizin Uçurumdan Yuvarlanmasına İzin Vermeyeceğiz” başlıklı bildiride değil, ama son “süreç” kapsamında, bu bildiriye gelinceye kadar, bir süredir geliştirmekte olduğu görüşlerinin yansıdığı TKP adına yayınlanan bir dizi bildiride bu yaklaşım ve tutumunu belirginleştirip yaşama geçirmenin adımlarını atıyor.

TKP, çeşitli illerde düzenlediği gösterilerde genel sekreteri ve diğer merkez yöneticilerinin fiilen diz çökerek uyguladıkları “M. Kemal önünde diz çökme” törenleriyle yakın zamanda iyice belirginleştirdikleri Cumhuriyet birikimiyle Kemalizmi sahiplenme ve beğendiği bir kısım Kemalistlerle ittifakı da artık olanca netliğiyle yaşama geçiriyor.

Tümü bir arada belirginleştirmekte olduğu “yeni” yolunda ilerlemekte olduğunu işaret ediyor.

TKP Türkiye’de faşizm tehlikesinin olmadığını, bunun abartılı bir iddia olduğunu ileri sürüyor. Faşizm tehlikesinden söz etmese bile yine de bile ülke içinde ve dışında sermayenin emperyalistlerle el ele saldırılarını geliştirdiğini söylüyor. Tehdit altında olduğunu belirttiği “Cumhuriyet mirasını” savunma amacıyla Kemalistlerle ittifak önerirken burjuva gericiliğin, saray iktidarının bu saldırıları karşısında, bırakalım bugüne kadar sadece hükümetlerle değil devletle ve kuşkusuz Saray iktidarıyla mücadele etmiş Kürt ulusal hareketiyle ittifakı aklına getirmeyi, CHP’nin yanı sıra Kürt ulusal hareketiyle, HDP/DEM’le yakınlık içinde olduklarını ileri sürerek kendi dışındaki “sol”la, sosyalistlerle ittifak kurmaya bile karşı duruyor.

Kemalistlerle ittifak” derken kastettiği özellikle Kürt sorununda seküler milliyetçi çizgiye sahip bir kısım Kemalistlerle ittifak ama sosyalistlerle kopuşma! UKKTH’na saygı gösterme, Kürt ulusal hareketinin demokratik içeriğini değerlendirme ve demokratik taleplerini destekleme ihtiyacına yapılan vurgunun bu hareketin “kanatları altına girme” olduğu iddiasındaki TKP’nin 14. Kongre Raporunda yer alan “CHP’nin ya da Kürt siyasi hareketinin kanatları altında bir solla her tür özdeşlik görüntüsünden uzak durma” ve dolayısıyla kopma artık TKP’nin bir belirleyeni halinde. Hangi koşulda? İmza metnine göre, “ülkemiz uçurumdan yuvarlanma” raddelerindeyken… TKP MK’nin “Türkiye’nin Meseleleri Komisyona Havale Edilemez, TEHLİKE GİDEREK BÜYÜYOR” başlıklı açıklamasında “ülkemizi ve halkımızı felakete sürükleyen bir düzene, onun siyasetçilerine ve politikalarına itiraz ediyoruz” dendiği “felakete sürüklenme” koşullarında… Söz konusu olduğu gibi gerekli de olan, faşizme karşı, burjuva gericiliğin burjuva demokrasinin kırıntılarına dahi saldırarak ortadan kaldırmaya girişmesi karşısında bir yan yana gelişe olan ihtiyaç ama TKP ilkesellik adına böyle bir yan yana gelişi reddediyor.

Sosyalistleri dışlar ve Kürt ulusal hareketiyle bir yakınlık ve ittifakı katiyen gerekli görmezken törpülenmemiş milliyetçilikleriyle Kürt sorununda “sağlam” duran Kemalistlerle ittifakla yetiniyor TKP. Bildiri imzacılarından, AKP, Erdoğan ve Saray iktidarının olumlu herhangi bir adım atacağına haklı olarak güven duymayan çoğunlukla Kemalizme yakın duran bazı aydınları ayrı tutarsak, ittifak kurulacak Kemalistlerle kastedilenlerin örnekleri ya da temsilcilerinin zamanında Şırnak’ta tümen komutanlığı yapan emekli general Ahmet Yavuz ve üç yıl öncesine kadar Deniz Kuvvetleri İstihbarat Başkanlığı yapan emekli Tuğamiral Yalçın Özkütük olduğu anlaşılıyor. Bu tür Kemalistlerle ittifaka değer verilirken neden CHP ile ittifaka karşı durulduğu sorusunun yanıtı herhalde bellidir. Hemen her gün Kemalistliğinin altını çizen CHP yeterince “Kemalist” değil midir ya da Kemalistliğin kıstaslarını da TKP mi belirlemektedir? TKP’nin birlik ve ittifak ilkeleri olarak saydığı “emperyalizme (bu arada NATO’ya), dinci gericiliğe ve sömürü düzenine karşıtlık” açısından yaklaşıldığında CHP emperyalizm yanlısı ama A. Yavuz emperyalizm karşıtı mıdır, ikisinin arasında laikliği savunma yönüyle ne gibi bir fark vardır ve son olarak hangisi sömürü düzenine karşıdır? Zaman zaman Kemalistlik adına özelikle emekli askerlerden gelen, temelli olmayan emperyalizm ve NATO eleştirilerine rastlanır, ancak bunlar hemen bütünüyle özellikle Suriye’de ABD’nin Kürtlerle sahip olduğu ilişkilerden hareket eden ve emperyalizm ve NATO karşıtlıkları Kürt karşıtlığından ibaret olan eleştirilerdir ve kategorik olarak İsrail destekçiliği ve Erdoğan’la ilişkisi dolayısıyla Trump’ı eleştiren CHP’nin eleştirilerinden farklı değildir. Peki, bu seçicilik nedendir? CHP Kürt hareketinin desteğini sağlamadan hükümet olma şansı olmadığını bilerek, büyük ölçüde bu kaygıyla Kürt sorununa ılımlı yaklaşmakta ve genellikle üstü örtülü ittifak tutumu alırken, TKP’nin tercih nedenini sağlamak üzere A. Yavuz türünden “beğenilen” Kemalistler milliyetçiliklerinde tavizsiz ısrarcılardır. Neoliberalizm, emperyalizm ve NATO yanlılığı, sömürü karşıtlığı gibi gerekçelerle açıklanması imkanı olmayan –başka bir kısım Kemalistlerle ittifak yüceltilirken– CHP’nin Kemalist bile sayılmamasının Kürt sorunu bağlamı dışında bir nedeni görünmemektedir.

Belirli türden Kemalistleri kast ederek Kemalistlerle ittifakı olumlar ve sermaye düzeninin savunucu ve bekçileri oldukları tartışılmaz bir gerçek olmasına karşın emekli generaller örneğinde olduğu gibi, söz konusu bildiriye imzalarını isteyerek onlarla birlikte pozisyon almaktan kaçınmazken, kapitalizm ve sermaye egemenliğinin gerçek karşıtları olan ve herhalde gerek emperyalizme gerekse dinci gericiliğe karşı tartışma götürmeyecek kadar ileri mevzi ve pozisyonlara sahip sosyalistlerle yakınlık ve birliğe karşı durmasının nedenini açıkça ortaya koyuyor TKP. Sosyalistlerle güç birliği ve ittifaka karşı çıkmasının –yanına CHP’yi de ekleyerek ileri sürdüğü– gerekçesi, “kanatları altında olmak”la tanımlayarak ideolojik, en azından politik etkisi altında olmalarını ima edip aşağılama konusu yapmaya yeltendiği Kürt ulusal hareketiyle yakınlıklarıdır. A. Yavuz türünden Kemalistlerle sürekli Kemalistliğini vurgulayan CHP’yi ayrı bölmelerde kategorilendirip birincilerle ittifakı savunurken CHP’yi yanına yaklaşılmaması gereken bir güç sayması da aynı nedenle olmalıdır. CHP ile ittifaka mazhar Kemalistler arasında gerçekte emperyalizm, dinci gericilik ve hele sömürü düzeni karşıtlığı ya da yandaşlığı bakımından belki nüanslar dışında bir fark yoktur, ama TKP’nin “Kemalistleri” Kürt karşıtlıklarıyla övünürken CHP en azından iki seçim döneminde Kürt ulusal hareketinin siyasal temsilcisi HDP ve DEM partilerle yakınlık içine girmiş ve belirli örtülerle de olsa ittifak kurmuştur. Kemalistlerle ittifakı savunan TKP’nin CHP karşıtlığının nedeni de, düzeni savunması ya da emperyalizm karşısındaki diyelim ki uzlaşmacı ya da işbirlikçi tutumu ya da laikliği daha ılımlı savunması değil ama son yıllarda Kürt sorunu karşısındaki yaklaşımı ve tutumudur. CHP’nin Kürt sorunu karşısındaki tutumu şüphesiz ulusal tam hak eşitliğini savunmak olmamakla birlikte en azından Kürt ulusal hareketinin desteğini almadan hükümet kuracak bir çoğunluğa ulaşamayacağını bilmekten, dolayısıyla zorunluluktan kaynaklanan siyasal bir tutumdur, ama zaten siyaset de zorunluluklar üzerinden, onlar dikkate alınarak yapılabilir.

Sonuçta anlaşılmaktadır ki, TKP’nin ittifaklar politikasının belirleyeni şu ya da bu ilke değil ya da her şeyden çok ve önde gelerek olası ittifak güçlerinin Kürt sorununa yaklaşımları ve bu sorun karşısındaki tutumlarıdır. Ve öyle görünmektedir ki, TKP açısından ulusal sorun karşısında tutum, en az emperyalizm, dinci gericilik ve sermaye karşıtlığı kadar, hatta ittifaklarını düzenlemesine bakılırsa, onlardan daha da önemlidir ve aslında TKP’nin dördüncü ilkesi ya da “kırmızı çizgisi” durumundadır. TKP ulusal sorunda hak eşitliğini tanımamayı ilke edinmiştir ve baştan aşağı inkarcı pozisyonda olmayan herhangi siyasal güçten uzak durmaktadır.

TKP’nin ulusal hak inkarcılığı öylesine ileri boyutta ve o denli biçimsel değişiklikleri bile dikkate almayacak bir düzeyde ki, Bahçeli dahi bu sorunda görünüşte esnemektedir, ama TKP’nin kitabında esnekliğe dahi yer yoktur. Bahçeli ve MHP’si ulusal hak inkarcı tutumlarının özünde bir değişiklik olmamakla birlikte, eskiden de savunuyor göründükleri “Türk-Kürt kardeşliği”ni bugün görünüşte “Türk-Kürt ittifakı” adı altında ve önce doğrudan şiddetle ezmeye dayalı olarak uygularken şimdi ise, İYİ ve Zafer partilerinin itirazlarına rağmen, Öcalan’la görüşme ve –müzakere olmadığı iddia edilen– müzakereler aracılığıyla, görünürde “barışçıl” biçimde ve yedekleme çabasıyla biçim değişikliğinden kaçınmayarak uygulamaya geçmiştir. TKP inkarcı tutumunda biçim değişikliğinden dahi uzak durmakla karakterize bir “bükülmezlik”tedir!

TKP, PKK’nin 30 kişilik silah bırakma töreninin hemen bir gün sonrasında yayınladığı 12 Temmuz tarihli açıklamanın hemen girişinde “… silahlı çatışmaların sona ermesinin olumlu bir gelişme olduğunu teyit ediyoruz ve teyit etmeye devam edeceğiz” demiş, ancak gerek o açıklamasında gerekse sonrakilerle son bildiride bu “olumluluk”u hiç açmadan ve eğer olumluluk varsa gerekleri üzerine tek söz söylemeden, önemli olanın içerik tartışması olduğunu belirterek ve Kürt ulusal hareketini, PKK ile DEM’i aralarından su sızmamacasına AKP ile MHP ile birlikte ve ittifak halinde konumlandırarak suçlamalar sıralamaya girişmiştir. Kimsenin “silahlar sussun, analar ağlamasın” talebini olumsuzlayıp çatışmaların sona ermesini olumsuzluk sayamayacak oluşu tamamen anlaşılır şeydir ve TKP de karşısında duramayıp olumlu demekten kaçamamıştır. Ama, peki, eğer “olumlu” ise neden küçücük de olsa desteklenecek bir yanı bulunmuyor ya da en azından bunu dikkate alan tutumlar geliştirilmiyor– işte bu açıklanmaya muhtaçtır! TKP, sorun Kürt sorunu olunca, niçin hiçbir olumluluğu bile desteklememektedir? Açıktır, bükülmez, esneklik kabul etmez bir ulusal hak eşitliği karşıtı şovenlikle maluldür; UKKTH’nı sadece geçmişe, geçtiğimiz yüzyılın başlarındaki Lenin’li günlere özgü sayıp miadını doldurduğu ve artık tüm ulusal hareketler emperyalistlerin kışkırtması olduğu ve emperyalistleri güçlendirdiği için geçerli olmadığı görüşündedir. Gerçekte, sosyalistlik bir yana demokratlığın, ulusal alanda siyasal demokrasi ve hak eşitliğini savunmanın ölçütü durumundaki UKKTH’na, açık ve anlaşılır deyişle ezilen ulusların ayrılıp kendi devletlerini kurma hakkına kayıtsız koşulsuz saygı gösterme zorunluluğunun “eskidiği” ve “miadını doldurduğu” içerikli görüşler yalnızca bir gerekçedir; ulusal hak eşitsizliği dayatmasının, ezen ulus milliyetçiliğinin gerekçesi. TKP UKKTH ilkesinin eskidiğini savunmakla yanlışa düşmüyor, o ezen ulus milliyetçiliğinin, şovenizmin güçlü etkisinde olduğu için eskidiğini ileri sürdüğü UKKTH’nı tanımıyor. Üstelik uzun süredir Kürt ulusal hareketinin ulusal bağımsızlık ve ayrı bir Kürt devleti kurma talebinden vazgeçerek artık talep etmekle yetinmekte olduğu kayyımlara yer olmadan kendi yerel yönetimlerini belirleme ve anadili türünden az çok siyasal kültürel hak eşitliğini bile Kürt ulusuna çok görerek yapıyor bunu. Şüphesiz nedeni olan sıkışmışlıkları bilinerek hiçbir beklenti içine girilmemelidir, ancak büyük burjuvazi “yüksek politika” yaptığı için bir dbiçimde olsa bile esneyebilmekte, ama küçük burjuvazi körün değneğini bellediği gibi dümdüz, biçimde olsun ezen ulus milliyetçiliğinden taviz vermeden yürümeyi marifet saymaktadır!

TKP’nin önemli saydığı “içerik tartışması”na gelirsek, bu açıdan durum nedir, TKP suçlamalarıyla tutumunda haklı mıdır?

12 Temmuz tarihli açıklamasında “Devlet ile PKK arasında tarihi bir uzlaşma ilan edildiğine göre…” diyor TKP. Bu doğru, devlet ya da Saray iktidarıyla PKK arasında bir uzlaşma ilan edildi ve kimi generallerin “düşük yoğunluklu savaş” olarak tanımladığı 40 yılı aşan bir süredir süren bir çatışmaya nokta konmak istenmesinden hareketle, bu, bir “tarihi uzlaşma” olarak nitelenebilir. Evet, Saray iktidarıyla, AKP ve MHP ya da Erdoğan ve Bahçeli’yle Kürt ulusal hareketi, PKK ve DEM ya da Öcalan arasında henüz sonucuna bağlanmamış bir uzlaşma olduğu açıktır. TKP ama bu açıklamasında, Erdoğan’ın 11 Temmuz’da Kızılcahamam’daki AKP Kampındaki konuşmasında sarfettiği “Cumhur İttifakı olarak AK Parti, MHP ve DEM Parti heyetiyle bu süreci pişirerek geleceğe taşıyacağız. AK Parti, MHP ve DEM Parti olarak bu yolu beraber yürümeye karar verdik”, “Türk-Kürt-Arap tarih boyunca olduğu gibi bir araya gelip ittifak kuramıyor. Terör baronları, Türk-Kürt-Araplar üzerine kirli oyunları olanlar kazandı. İşte bu kirli oyunu bozuyoruz. Türk ile Kürt kucaklaşıyor. [Türkler, Kürtler, Araplar] ne zaman ittifak yaptık o zaman tarihi çizdik” gibi sözlerine dayanarak, önünü ardını hiç düşünmeden, girişte “uzlaşma” dediği şeyin başlıkta ve üçüncü maddeden itibaren “Genişletilmiş Halk İttifakı” adını taktığı bir “ittifak” olduğunda karar kılmıştır. Oysa herkes uzlaşmayla ittifakın ayrı şeyler olduğunu bilir. İttifaklar belirli bir uzlaşmayı gerektirir, ancak her uzlaşmanın bir ittifak olduğu ileri sürülemez. Nitekim, Erdoğan’ın konuşmasının hemen ardından DEM Parti hem eş başkanı hem sözcüsüyle böyle bir ittifakın söz konusu olmadığını açıklamıştır. DEM’in açıklamalarının ötesindeki gerçek de, böyle bir ittifakın gerçekleşmediği şeklindedir.

AKP ile MHP ve DEM parti arasında bir uzlaşma var. Ve bir de farklı niyetler var. Hatta AKP ile MHP arasında da genel bir mutabakatın yanı sıra nüansta olsa dahi niyet ve yaklaşım farkı olmadığı ileri sürülemez. Bunu aslında TKP de görüyor ve söylüyor. Daha geç tarihli ve “Türkiye’nin Meseleleri Komisyona Havale Edilemez, TEHLİKE GİDEREK BÜYÜYOR” başlıklı açıklamasında, TKP, “ülkeyi yöneten iradenin büyük laflarla ilan ettiği bir açılımdaki plansızlık ve kafa karışıklığı”nın altını çizerek, “başta iktidar olmak üzere tarafların konuya ilişkin ne dediği belli değil” demekte ve devam etmektedir: “İktidarın ısrarla ‘Terörsüz Türkiye’ başlığında ele aldığı, ancak sürecin muhatapları başta olmak üzere, herkesin farklı adlandırdığı ‘yeni çözüm süreci’nin iktidarın bütün unsurlarının uzlaştığı bir planlama ve hedef dahilinde yürümediği, bu anlamda bir devlet aklından söz edilemeyeceği ortaya çıkmıştır… PKK, DEM, İmralı, SDG/PYD açısından da bütünlüklü bir yaklaşım olmadığı görülmektedir.

Öyleyse soru şudur: Tarafları, kendi içlerinde bile “sürecin” hedef ve planlamasında anlaşamazken nasıl “geniş” bir ittifak içinde birleşmişlerdir? Yanıt açıktır ve –yarın olur mu ayrı konudur– ama böyle bir ittifak bugün yoktur ve “yarın olacak” varsayılarak politik tutum geliştirilemez. TKP ezen ulus milliyetçiliğinin iflah olmaz Kürt karşıtlığıyla olmamışı olmuş kabul etmekte, MHP desteğindeki Saray iktidarıyla Kürt ulusal hareketinin “çözelim” deyip masaya oturmalarını, henüz neyi nasıl çözecekleri muğlak olmasına rağmen, ittifak saymakta; yaklaşım ve hedeflerindeki farklılıklara karşın Kürt hareketini, “verip kurtulma” duygusuyla olmalı, AKP-MHP’ye doğru itmeye çalışmakta ve onlarla birleşmiş olduğunu ilan etmektedir.

Genişletilmiş halk ittifakı”nın bileşenlerini iyi tanıyormuş TKP. Erdoğan’ın niyet beyanının ötesinde tamamen kendi kurgusu olan bu “ittifak”ın temellerini şöyle açıklıyor: “Onları birbirine bağlayan şey, sınırsız sömürü ve yağma konusundaki ortak çıkarları; bir başka deyişle, kapitalist piyasa ekonomisine bağlılıkları. NATO’ya bağlılıkları onları birleştiriyor. Birbirlerini inançla değil, dinin fırsatçı sömürülmesi ve mezhepçilik üzerine kurulu bir sistemle birleştiriyor. Neo-Osmanlı fantezileriyle birleşiyorlar.” Hatta 19 Mayıs tarihli açıklamasında TKP daha da ileri giderek, “ittifak”ın temelleri arasına dinselliği de katmakta ve Kürt ulusal hareketi bakımından neye, hangi ideolojik tutum, politika ve uygulamalarına dayandırarak söylediği meçhul olmakla birlikte “Çözüm sürecinin aktörlerinin yıllardır dile getirdiği gibi Türk-Kürt kardeşliğinin zemini dinsellik olarak kurgulanmıştır[2] diyor.

Kürt ulusal hareketi “süreç” dolayısıyla beklenti içine girdiği ve mücadeleci muhalif tutumlarını askıya aldığı için eleştirilmelidir, ancak iktidarla birleştiğini ve ittifak halinde olduğunu iddia etmek insafsızlıktır. Öte yandan “çözüm” ya da adı her ne ise “süreç”in Kürt burjuvazisine şimdiden olanaklar sağlamaya başladığı açıktır, ancak herhalde henüz Kürt ulusal hareketinin tek başına –ezilen ulusun burjuvazisi olarak dışlanan bir orta sınıf durumundaki– Kürt burjuvazisinin üstelik ancak büyük burjuvaziye özgü olabilecek “sınırsız sömürü ve yağması” türünden çıkarlarını savunan bir harekete dönüşmüş olduğu iddia edilemez; hareket içinde Kürt burjuvazisinin çıkarları giderek öne çıkmaya başlamakla birlikte hala ulusal hak ve taleplerin savunusu başattır  ve hareketi karakterize etmektedir. “Demokratik modernite” savunmasıyla “kapitalist modernite”ye karşı durmasına ve piyasanın belirleyiciliğini değil ama komünal birimlerle kendine yeten üretimi geliştirmeyi öne sürmesine rağmen yine de ulusal hareketin dolaylı olarak piyasa ekonomisine bağlılığı kabul edilse bile, kim piyasaya karşıdır, A. Yavuz mu? Suriye’de ABD ile ilişkilerini sürdürmektedir ve bu nedenle eleştirilmelidir, ancak gerek bu ilişkilerden hareketle “Amerikan işbirlikçisi” ve gerekse seküler tutumlarına rağmen hele dinci ve mezhepçi olarak suçlanması haksızlıktır. Üstelik “Filistin direnişinde hegemonyanın İslamcı örgütlerde olmasından hoşnut olmadığını” belirten TKP buna rağmen “Hamas’ın bugün bir direniş örgütü olduğu konusunda hiçbir tereddüt göstermez” ve “Filistin’de sürmekte olan mücadeleye ve bu dolayımla Hamas’a siyasi destek verirken[3] Kürt hareketi dün de bugün de TKP’ye kendisinin ulusal bir direniş örgütü olduğunu kabul ettirememiş ve sınırlı bir desteğini bile alamamıştır. Birinde mücadele edenler Filistinli ve hedefleri İsrail’ken, diğerinde mücadele edenlerin Kürt, yakın zamana kadar hedeflerinde Türkiye’nin oluşu, Cumhuriyetin “bölünmez bütünlüğü” yüceltisiyle bölünme fobisi ve ayrılıkçılık karşıtlığı da eklendiğinde, dinci Hamas’ı savunup siyasal destek verebilen TKP’nin, seküler Kürt ulusal hareketini her şart altında suçlaması için yeterli olmaktadır. Filistin direnişini ve Hamas’ı savunmaktadır, ama Türkiye’ye gelince sözde yoksul emekçi Kürt halkını ve çıkarlarını savunduğunu ileri sürerek Kürt ulusal talepleriyle ulusal hareketini bütünüyle karşısına almakta ve Türk şovenizmi yapmaktadır.

Evet, MHP desteğindeki AKP’nin, Saray iktidarının niyeti hiç de iyi değildir ve Kürt ulusal hareketinin iktidarla niyet ve fikir birliği içinde olmakla kalmayıp ortak çıkarlara da sahip olduğunu ileri sürerek ittifak kurduklarını iddia etmesi bir yana, TKP’nin iktidara, niyeti ve politikalarına yönelttiği suçlamalar yanlış değildir. Amerikancıdır, NATO’cudur, emperyalist sistem içindeki kanlı pazarlıklar ve işbirlikleri üzerine oturmakta ve tarikatların egemenliğini geliştirmektedir. “Süreci” yayılmasının bir dayanağı olarak ele almasının yanı sıra muhalefeti bölerek iktidarının ömrünü uzatma, ulusal hareketi ve DEM’i yanına çekerek Erdoğan’ın ömür boyu cumhurbaşkanlığını garanti edecek yeni bir Anayasa yapmanın aracı olarak kullanma peşindedir. Yoksa ne ulusal hak eşitliği doğrultusunda bir yaklaşımı vardır ve bu yönde küçük olsa bile adımlar atma isteğindedir ne de az-çok demokratikleşme yanlısıdır. Gerek “Kürt sorununu ben çözdüm” diye Erdoğan’a gerekse Bahçeli’ye göre, bilinmektedir ki, “Kürt sorunu yoktur, terör sorunu vardır” ve “terörü” de “terörsüz Türkiye” süreciyle çözmektedirler! Üstelik, şimdi ulusal, bölgesel ve uluslararası koşullar farklıdır, ancak ilk “çözüm süreci” dönemindeki tutum ve uygulamalarıyla Saray iktidarı niyetini ele vermiş bulunmaktadır.

Sadece Kürt sorunu değil Saray iktidarının ülkenin tüm sorunları karşısındaki niyet, tutum ve uygulamaları biliniyor ve zaten bu nedenle Kürt ve Türklerin büyük çoğunluğu, Türkiye halkı Erdoğan’a güvenmiyor, her adımına şüpheyle yaklaşıyor. Öcalan’ın Diyarbakır ve Van’da düzenlenen büyük mitinglerde okunan ilk açıklamasına bu nedenle Kürt halkı olumlu bir tepki vermedi. Nedeni Öcalan’a değil Erdoğan’a, niyeti ve tutumlarıyla yapacaklarına güven duymamaları ve dolayısıyla “sürece” de şüpheyle yaklaşmalarıydı. Şimdi, Erdoğan’a en küçük bir güven duymadıklarından ve altından mutlaka bir “çapanoğlu” çıkacağını öngördüklerinden, sadece Kürtler değil, onlardan da çok Kürt olmayanlar, önemli bir çoğunluğuyla Türkiye halkı “sürece” ve gelişmesine, bu amaçla kurulan Meclis Komisyonu’na şüphe ve kuşkuyla yaklaşıyor. Bu şüphecilikte şüphesiz ezen ulus milliyetçiliğinin de belirli bir etkisi var, ancak bundan ibaret olmadığı ve esas olarak her adımını halkı değil ama kendi dar çıkarlarını düşünerek planlayıp atan başta Erdoğan olmak üzere iktidara duyulan güvensizliğin belirleyici olduğu tartışmasızdır.

Sözü edilen güvenilmezlik ve şüphecilikle TKP’nin ilgisi şuradadır ki, o, birinci olarak, her adımına şüpheyle yaklaşılan Saray iktidarına duyulan güvensizliği, Türk kökenli halkın Türk milliyetçiliğinin etkisiyle bilinçaltlarına kazınmış “bölünme” fobisiyle Kürt karşıtlığına dayalı güvensizlik ve şüphecilikle perçinleyip iç içe geçirmeye çalışarak Saray iktidarıyla Kürt ulusal hareketini artık tek bir bütünün ittifak halinde olan ve el ele vererek ülkenin ve halkın “başına çorap örmeye” çalışan bileşenleri olarak kurgulayıp sunma çabasındadır. Ve ikinci olarak, halkın çoğunluğunun tek adam iktidarı karşısındaki güvensizlik ve şüpheciliğini, zaten kendileri hakkında var olan milliyetçi önyargıları zayıflatmaya çalışmak yerine güçlendirmek üzere Kürtlere ve Komisyon’la hangi halisane ve barışçı niyetlerle katılmış olurlarsa olsunlar Komisyona katılan muhalif partilere yayarak muhalefetin eleştirilere hedef olup zayıflaması üzerinden güç toplama peşindedir. TKP “Cumhuriyet mirasını sahiplenme” tutumuyla belirli Kemalistleri, “süreç” ve Kürt karşıtlığıyla iktidara güvensizlik içindeki aydınları ve milliyetçi etki altındaki “sol” eğilime sahip kesimleri yedekleme çabasındadır. Saray iktidarı kadar Kürt sorununa az-çok barışçıl amaç ve niyetlerle yaklaşan herkes kötüdür ve Erdoğan’la uzlaşmakta ya da onun tarafından kullanılmaktadır, ama yalnızca TKP iyi ve uzlaşmazdır!

TKP Kürt ve “süreç” karşıtlığı yaparak amaçlarına ulaşabilir mi? TKP’nin organize ettiği “Ülkemizin uçurumdan yuvarlanmasına izin vermeyeceğiz” başlıklı son bildiriye TKP’liler ve A. Yavuz türü Kemalistlerin yanı sıra Saray iktidarına en küçük bir güven beslemeyen, niyetlerinden ve onun inisiyatifinde ilerleme görüntüsündeki “sürecin” başarısı ve işe yararlığından kuşku duyan birçok aydın da imza atmıştır. Ancak “kısa günün kârı” hiçbir zaman yetmemiştir ve bol laf çevirerek TKP’nin yapmaya çalıştığı gibi “lafla peynir-ekmek gemisi” hiç yürümemiştir! Hem gerçek hem de halkın ihtiyaçları önünde sonunda kendisini dayatır.

Saray iktidarı ve AKP ile MHP hangi niyet ve hesaplarla ne yapmaya çalışırlarsa çalışsınlar, işçi ve emekçilerle gençlere, gazeteci vb. aydınlara ve yükselişteki toplumsal muhalefete yönelik saldırılarının yanı sıra Kürt Hareketi üzerinden yaptıkları hesaplar da lafla geçersizleştirilemez, ancak mücadele yoluyla püskürtülebilir. Sarayın saldırganlığı ve Kürt ulusal hareketini de yedekleyerek bir faşist diktatörlük kurma niyet ve girişimleri, nesnel olarak iktidarın karşısında olan herkesi dağıtarak, kimini Saray’ın yanına iterek ve saldırganlığından zarar gören en geniş kesimleri birleştirmeye çalışma yerine çeşitli “püsküller” takıp sosyalist saydıklarından bile uzak durarak alt edilemez. Hayalen iktidarla aynılaştırılarak değil, ama örneğin Saray’ın kayyım politikasının Kürt ulusal hareketini de hedef aldığını ve Kürt sorununun ancak ülkenin demokratikleşmesi mücadelesi kapsamında çözüm yoluna girebileceğini bilerek ve Saray’a doğru itmek yerine Kürt halkının taleplerini de kapsayan demokratik taleplerden hareket eden bir mücadele içinde –ve tıpkı mücadele potansiyeli taşıyan Kemalistlerle ilgili yapılması gerektiği gibi– onunla da birleşmeye yönelik bir tutum ve politika izleyerek, Saray’ın, halk düşmanlığı ortada olan niyet ve amaçlarının üstesinden gelinebilir.

 

[1] Okuyan, R. Çakır’a artık UKKTH’nın geçerli olmayışını gerekçelendirirken laf kalabalığına getirip, UKKTH gibi, çağımızın da “emperyalizm ve proleter çağı” olduğunu geçersiz ilan ederek “karşı devrimler çağında” bulunduğumuzu ileri sürüyor. Olasılıkla sehven öyle konuşmuştur, ama dervişin fikri neyse zikri de odur! Bkz. Okuyan K. (2025) “TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan Medyascope’ta: PKK ve Öcalan Hakkında Ne Düşünüyor?”, https://www.youtube.com/watch?v=of-dkkx5Vyw

[2] Bkz. “Terörsüz Türkiye” İddiası ve “Sömürüsüz Türkiye” Kavgamız  19 Mayıs 2025 tarihli TKP MK Açıklaması

[3] Bkz. TKP (2024) 14. Kongre Siyasi Raporu, Bölüm B, Madde 6; https://www.tkp.org.tr/temel-metinler/kongre-konferans-metinleri/turkiye-komunist-partisi-14-kongre-siyasi-raporu/