Yusuf Akdağ
Ukrayna ile “nitelikli toprak elementleri anlaşması”, savaşta ABD’nin rolü ve amaçlarını alenileştiren yeni bir kanıt oldu. 30 Nisan 2025 tarihli bu anlaşma metni, Ukrayna’yı kayırıyor görünen maddelerine rağmen Ukrayna’nın ABD ile Rusya arasındaki paylaşımının belgesi niteliğindedir.
Başkanlık seçimleri kampanyası döneminde “Her şey ABD için”, “Yeniden büyük Amerika!” sloganları eşliğinde, ABD’nin sanayi üretimine ağırlık vereceğini, Ukrayna’daki savaşı bitireceğini söyleyen; NATO üyesi Batılı devletlerin bütçelerinden %2’lik ödeme yapmamaları durumunda NATO’dan çekilebileceği imasında bulunan; İran’ı, nükleer silah üretme çalışmalarına son vermez ve bu amaçlı tesislerini yok etmezse tarihinde görmediği bombardımana tabi tutmakla tehdit eden Trump, başkanlık koltuğuna oturur oturmaz vaat ve iddiaları doğrultusundaki kararnamelere imza atarak uluslararası ilişkileri sarsan uygulamalara hızlı bir giriş yaptı. Rusya-Ukrayna savaşına son verme hedefli görüşme trafiğinin başlatılması ve 184 ülkeyi kapsayan yeni gümrük vergileri ilanı hamlelerinin en dikkat çekenleri oldu. Buna, bu Mayıs ayı ortalarında, Netanyahu yönetiminde huzursuzluk nedeni olan Suudi Arabistan merkezli Ortadoğu gezisi eklendi.
Ukrayna savaşının Biden yönetiminin beceriksizliği nedeniyle başladığını, ABD’nin 350 milyar dolar kaynak aktardığını ve fakat karşılığında bir şey almadığını söyleyen Trump, bu savaşın asıl olarak Avrupalıları ilgilendirdiğini belirtmesine rağmen AB’ni hesaba katmaz bir tutumla Putin yönetimiyle doğrudan görüşmeleri başlattı. Avrupalı emperyalistleri “şoke eden” bu ‘ilk hamle’yi, ‘stratejik müttefikler’ dahil neredeyse tüm ülkeleri kapsayacak genişlikte tutulan yüksek gümrük vergileri kararnamesi izledi. Tüm ülkelerin ABD’ni soyduğunu ve AB’nin ABD’ni sömürmek için kurulduğunu ileri süren Trump ve yönetiminin sözcüleri yüksek vergi duvarlarıyla ithalatı sınırlayıp sermayeyi ülke içine çekme iddiasındalar.
Açıklama ve uygulamaların ilk adımı sarsıcıydı. Anlamlandırmalar da gecikmedi. Trump’ın imza attığı kararlarla neoliberal dönemin sona erdiği, Rusya ile barış görüşmelerinin ABD-AB ittifakına darbe vurduğu, ittifakları ve ortaklıkları sona erdirip yeni bir dönemi başlattığı ileri sürüldü. Trump uluslararası ilişkiler alanına züccaciye dükkanına dalan fil misali dalmış, dünyanın yeni bir dönem ve düzene yol almasının başlangıç fişeğini fırlatmıştı! Trump’ın kendisi de, Amerikan emperyalizminin ekonomik-askeri gücü, politikaları ve uygulamalarıyla uluslararası ilişkilerin değişimindeki etkisinden hareketle “Hem ABD’ni hem de Dünyayı yönetiyorum” diye böbürlenerek bu iddiaları fonluyor gibiydi.
Kapitalist dünya pazarındaki güç mücadelesinde İkinci Dünya Savaşı öncesinde öne çıkmaya başlayan ve savaş sonrasında bu konumunu güçlendirerek kapitalist dünya güçlerinin en önüne çıkan ABD emperyalizmi, 29 trilyon dolarlık GSMH’si; dünya toplam ticareti içindeki %18’lik payı, ABD menşeli enerji, silah, kimya-ilaç tekellerinin dünyanın en büyük uluslararası tekelleri içinde ön sıralarda yer alması, finansal işlemler alanında baskın güç olması ve NATO’yu kullanma olanağıyla dünya politikasında hala en etkili güçtür. 1 trilyona yaklaşan silahlanma ve savaş araçları harcamaları, dünyanın ikinci en çok nükleer silah sahibi olması, Batılı emperyalistleri ve Doğu Avrupa’nın işbirlikçi gerici rejimlerini NATO karargahı aracıyla politikaları yönünde harekete geçirme olanağı; İsrail, Türkiye, Suudi Arabistan aracıyla Ortadoğu’da, Japonya, Avustralya, Yeni Zelanda, G. Kore ve bir ölçüde de Hindistan üzerinden Asya’daki etki gücü ve diğer birçok ülkedeki yönetimler üzerindeki etkisi dolayısıyla da o, bir dünya gücü konumundadır.
Ancak, kapitalist emperyalizmin temel özellikteki gerçekliklerinden biri de tekelci rekabet ve etki alanları üzerine mücadeleye mahkûm oluşudur. Topraklar, hammadde kaynak ve rezervleri, ucuz işgücü alanları, deniz ve karasuları üzerine rekabet ve paylaşım kavgasının bir özelliği de, “süper güç” konumundaki bir devlet ve ülkenin, gelişmelerin belirli bir evresinde bu konumunu yitirme olasılığını da üretiyor olmasıdır. Nitekim ABD, 1,8 trilyon dolara yükselen bütçe açığı, 1,2 trilyon dolara yükselen dış ticaret açığı ve trilyona ulaşan askeri harcamaların getirdiği yükleri, bu yükü başka ülkelerin halklarına aktararak korsan rolünü sürdürmede giderek daha fazla zorlanmaktadır. Mevcut koşullarda en güçlü rakibi ise, %145’lik gümrük vergisiyle vurmaya çalıştığı Çin’dir![1] 1980’lere girilirken ekonomik büyüklüğü dünya toplamının ancak %1,5’u civarında olan Çin, 2024 itibarıyla dünya ekonomisinin %19’unu oluşturacak düzeye yükselmiştir.[2]
Çin’in bu büyük atılımı ve uluslararası alanda üretimin ana merkezlerinden biri haline gelmesi, Asya ve Afrika’da geliştirdiği ilişkiler, onun ABD yönetimi tarafından son yıllardaki tüm stratejik dış politika açıklamalarında ve ABD istihbarat raporlarında ABD için en büyük tehdit gücü olarak gösterilmesine neden oldu. Trump’ın ikinci başkanlığıyla birlikte ilan ettiği yeni ve yüksek ithalat vergisi, bu tehdide karşı “önlemler paketi”nde bir maddeden ibarettir. Restleşmenin kapsamı ve alanı ise daha geniştir.
Güç Bende Atakları!
Başkanlık seçimleri kampanyasında Ukrayna savaşını sona erdireceğini ilan eden Donald Trump’ın, yardımcılarıyla birlikte Beyaz Saray’da V. Zelenskiy’i pinpon topuna çevirirken, “sana 350 milyar dolar verdik yarısını iç ettin, savaşta milyonlarca kişinin ölümüne sebep oldun, elinde hiçbir kart yok, barış yapmak zorundasın, toprak elementlerini vereceksin, başka çaren yok!” mealindeki sözleri, burjuva diplomasisinde örneğine az rastlanır türden aşağılayıcıydı ve özellikle ABD müttefiki ülkelerin yöneticileri tarafından şaşkınlıkla karşılandı. “Ben başkan olsaydım Ukrayna savaşı çıkmazdı, Biden olduğu için Putin savaş ilan etti” söylemini başkanlık koltuğuna ikinci kez oturduktan sonra da sürdüren Trump, Rusya yöneticileriyle yüz yüze görüşmeleri hemen başlattı ve Trump’ın temsilcileri Rus temsilcilerle görüşmeleri sonrasında, daha önce de açıklamış oldukları üzere Rus nüfuslu bölgelerin Rusya’ya katılmasının referandumlarla da onaylandığını işaretle Zelenskiy’in bunu kabullenmek durumunda olduğunu belirttiler. Nadir toprak elementleri antlaşmasını dayatan ABD yönetimi, Avrupalı emperyalistlerle birlikte Ukrayna’yı savaşa sürüklemesinin nedenleri hakkında sadece ipucu vermedi, 500 milyar dolarlık “imar” planıyla savaş rantı için yıkıma zemin hazırladığını da alenileştirdi. Bir aralar ABD Kongre oturumunda ve Avrupa Parlamentosu’nda ayakta alkışlanan Zelenskiy’i ABD yardımlarını “iç eden bir hırsız” ve yüz binlerce kişinin ölümünden sorumlu gösteren Trump, Biden yönetimiyle birlikte Avrupa’nın emperyalist ve işbirlikçi güçlerini de suçlamış oluyordu. Zelenskiy önce “Git antlaşmayı imzalamaya hazır olduğunda gelirsin!” denerek neredeyse yaka-paça kapı dışarı edildi. Ardından Londra’da İngiliz sömürge politikasının mirasyedileri tarafından kucaklanarak “biz arkandayız” açıklamasıyla teskin ilacı içirildi! Ne ki İngilizlerin ve AB’nin siyaset papazlarının pay kapmada arka sıralara düşürülmelerine duydukları öfkeyle yaptıkları destek açıklamaları onu özür dilemekten kurtaramadı.[3]
Çok ani ve hızlı, kimilerince de beklenilmediği belirtilen bu ataklar, güç ilişkilerinin güç aracıyla yeniden şekillenmeye zorlanmasını işaret ediyor. Mali sermaye ve tekellerin dünya pazarları üzerine rekabetiyle bağlı istikrarsızlık ve gerginliklerin daha da arttığı, belirli alanlarda birlikte hareket etmelerine karşın eskisi türden bloklaşmaların kesin biçimler almadığı, stratejik müttefik güçler arasındaki anlaşmazlık konularına yenilerinin eklendiği bir süreçtir bu.
Trump’ın “barışçılığı”nın kanıtlanması girişiminde, Ukrayna’nın yıkımının ranta çevrilmesi ve nadir toprak elementlerinin ele geçirilmesi başlıca yakın hedef olarak somutlanırken, Rusya’yı daha fazla etkisizleştirme tehdidi ortadan kalkmış değildir. Trump, Ukrayna’daki savaşı sona erdirme konusunda Rusya ile anlaşmaya varılamaması durumunda Rus petrolüne yaptırım ve Rusya’yı finansal olarak yıkma tehdidinde bulunurken Putin yönetimi, Ukrayna’da barışın Rusya‘nın çıkarları ve güvenlik önceliklerinin gözetilmesiyle koşullu olduğunu belirterek Kırım, Lugansk ve Donetsk bölgesinin Rusya’ya ait olduğunun kabul edilmesini, Batılı güçlerin Ukrayna’da Rusya’ya karşı cephe oluşturma politikasından vazgeçmesini, Ukrayna’nın NATO’ya alınması “projesi”nin iptalini istiyor. Henüz bir anlaşma olmamasına, karşılıklı bombardımanlar devam etmesine ve araya AB ve İngiliz savaş politikasının barikatları örülmesine rağmen, fiili durumun onaylanması ve Ukrayna’nın ‘nadir toprak elementleri’yle tahıl kaynaklarının paylaşımını içeren bir anlaşma şaşırtıcı olmayacaktır.[4]
Trump’ın ataklarına en fazla ‘bozulanlar’ AB ve İngiliz yönetimleri oldu. Onun ilk hamlesi, Avrupalı müttefiklerini önemsemez bir tutum ifadesiydi. Putin ile anlaşması, AB emperyalistleriyle İngiliz yönetimini Ukrayna rantını paylaşım masasından dışlama tehdidiyle yüz yüze bırakma olasılığıyla onları ülkelerinin halkları karşısında aşağılanmış duruma da düşürecekti. Brüksel’deki sözcülerle Alman, İngiliz ve Fransız yöneticiler, Trump’ın kendilerini umursamaz tutumu üzerine bir yandan onu bu politikasından vazgeçirme turlarına koyuldular, diğer yandan Ukrayna’nın savaş alanı olarak kalması yönündeki ısrarlarını sürdürdüler. AB, Ukrayna’nın kazanması için ne gerekiyorsa yapacak ve bu amaçla yüzlerce milyar Avroluk kaynak oluşturulacaktı. AB üyesi devletlerin yöneticileri bir yandan dışlanmamaları istemiyle Oval Ofis’ kapılarına yönelirken, diğer yandan Ukrayna’nın toprak bütünlüğü ve egemenliği için “tek yumruk olup Avrupa’nın güvenliğini sağlayacakları”nı belirterek Rusya’ya güya meydan okudular! “Birlik” üyeleri arasında kimi aykırı sesler (Macaristan ve Slovenya) çıkmasına rağmen, Almanya ve Fransa başta olmak üzere ve birlik dışından da İngiltere yöneticileri savaş hazırlığı propagandası eşliğinde Ukrayna’ya Rusya içlerini vurabilecek kapasitede füzeler dahil yardımı sürdüreceklerini açıkladılar. Rusya’nın 3 ila beş yıl içinde AB’ne saldıracağı iddiasıyla Alman Savunma Bakanıyla Genelkurmay Başkanı ve Fransız ve İngiliz yöneticilerin başını çektikleri savaşa hazırlık çağrıları otomatlaştırıldı! Macron ve İngiltere Başbakanı, Ukrayna’ya asker konuşlandırmaya hazır olduklarını söyledi. Almanya’nın yeni Başbakanı F. Merz Ukrayna’ya Taurus füzelerini vereceklerini söyledi. NATO’nun 76. kuruluş yıl dönümünü dolayısıyla Brüksel’de bir araya gelen Dışişleri Bakanları toplantısında konuşan Mark Rutte “Ortak güvenliğe yönelik gerçek tehditlerle karşı karşıyayız” iddiasında bulundu ve daha fazla silahlanma çağrısını yineledi. Ukrayna’daki savaşın küresel çatışma unsuru haline geldiğini söyleyen Rutte, Rusya’nın telekomünikasyon uydularını hedef almak üzere uzaya nükleer silahlar yerleştirme planları olmasından “endişe duyduğunu“ belirterek NATO’nun sadece kara, deniz ve havada değil “uzayda da caydırıcılık ve savunmasını güçlendirmesi gerektiğini” söylerken uzayı silahlandırdıklarını da itiraf etti.[5] İngiliz istihbaratı, Rusya’nın İngiltere’nin enerji boru hatlarına sabotaj düzenleme planlarına karşı vatandaşlarının 72 saat yetecek “hayatta kalma çantası” bulundurması gerektiği yönünde açıklama yaptı.[6] Almanya’nın yeni başbakanı F. Merz, “savunma için kaynağın 500 milyar Euro’ya çıkarılacağını” açıkladı. Alman Genelkurmay Başkanı Carsten Breuer, Rusya’nın ‘gerçek bir tehdit’ olduğunu ileri sürerek “Mesele, hazırlanmak için ne kadar zamana ihtiyaç duyduğum değil, Putin’in bize hazırlanmak için ne kadar zaman tanıyacağı. Ne kadar erken hazırlanırsak o kadar iyi olur” diyerek savaş tatbikatları başlattı.
Kuşkusuz ABD, Ukrayna’nın hammadde kaynaklarını talan etme anlaşmasıyla yıkımdan en fazla kâr sağlayan ülke olmayı hedeflemektedir[7] ve savaşın ABD ve Rusya’ya rağmen devam etmesi mümkün değildir. Sorun, bu savaş nedeniyle karşıt konumda olan emperyalist güçler arası ilişkilerin nasıl seyredeceği ve hangisinin daha fazla pay kapacağıdır.
AB, özellikle de Almanya ve Fransa ayrı ayrı ya da birlikte Rusya ile ilişkilerini bugünkü düşmanca şekliyle sürdürme ya da bundan geri basma gibi her ikisi de sorun oluşturucu ve zor ikili “seçenek”le yüz yüzedir. Rusya karşıtı politikanın ABD-Rusya anlaşmasına rağmen sürdürülmesi açmazlara sürükleyecektir. Gerek Alman büyük sermayesinin bazı temsilcilerinin Rusya ile ilişkilerin düzeltilmesini Almanya’nın yararına görmeleri, gerek Çin-Rusya, Rusya ABD ilişkilerinde “iyileşme” yönünde değişimin kendi durumlarını daha da kötüleştirici rol oynaması olasılığı bu düşmanca politikanın sürdürülmesini zorlaştırıyor. Diğer yandan ama bazı sermaye gruplarıyla hükümet ve genelkurmayın Rus karşıtı propagandasının manipülatif etkisi, savaş öncesi çizgiye geri dönüşün önemli engelidir. Fransa açısından ise yönetimin ‘oynak politikası’ farklı yaklaşımları gündeme getirebilir. Rusya karşıtı politikanın daha kararlı görünen temsilcileri olarak İngiltere ve Polonya yönetimleri açısından ise belirleyici olan ABD ve AB’nin tutumu olacaktır.
İngiliz ve AB’nin savaş propagandacılarınca paranoya düzeyine vardırılan AB’nin Rusya’ya karşı “yüksek savaş kapasitesiyle savaşma”sı çığırtkanlığının ABD olmaksızın Rusya’ya karşı savaşma olasılığı üzerine spekülasyon gibi bir özelliği bulunuyor. Ancak ABD’siz NATO, NATO’suz AB’nin savaş kurgusu travmatik sonuçlara daha baştan mahkumdur. Trump, AB’ni, NATO harcamaları için %2 oranındaki ödemeleri yapmadıkları sürece ABD’nin Avrupa güvenliğini garanti etmeyi sürdürmeyeceği tehdidi savurunca ‘ortak AB ordusu, AB savunması’ söylemiyle toplantılar düzenleyen AB ülkeleri yöneticileri dönüp dolaşıp Trump’ın ‘insafa gelmesi’ için yapılacaklar üzerinde anlaşabileceklerini söylemeye başladılar. Ukrayna savaşı öncesi dönemde Avrupalı emperyalistler -özellikle de Almanya ve Fransa- Rusya ile önemli ilişkilere sahipti. ABD onları Rusya’dan uzaklaştırıcı politika izliyor; NATO’yu kullanarak ve Doğu Avrupa ülkelerini de yedekleyerek Rusya’yı kuşatma stratejisini sürdürüyordu. Savaş Rusya AB ilişkilerini alabora etti ve Avrupalıların tümü ABD’nin yanında sıralandılar.
Trump’ın hamle ve açıklamaları, güç mücadelesinde kural koyucu olanın gücün kendisi olduğunu bir kez daha gösterdi. Kuşkusuz ilk hamle tek hamle değildi ve ardından gelen günlerde yapılan toplantılara bu devletlerin yöneticileri de katıldılar. ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, özel temsilci Steve Witkoff ile birlikte Paris’te yapılan ve Fransa, İngiltere ve Ukrayna temsilcilerinin katıldığı toplantı sonrasında yaptığı açıklamada, Ukrayna savaşının sona erdirmek için Rusya ile görüştükleri bazı koşulları Ukrayna heyeti ve AB temsilcileriyle de tartıştıklarını belirterek Avrupalıların müzakerelere katılmasından yana olduklarını, AB’nin Rusya karşıtı yaptırımları hafifletmeyi düşünmesi gerektiğini ve eğer bir hafta içinde anlaşma durumu olmazsa aradan çekilmeyi düşüneceklerini söyledi.[8]
Büyük güçlerin büyük pay hesabına itirazın sınırlarını ve “ortaklık” kurallarını belirlemeye yönelik bu toplantılar ve benzer açıklamalarla birlikte AB yönetimlerinin savaşa hazırlık humması da bu yazı yazılırken devam ediyordu. Zelensky İstanbul’da Rusya yönetimiyle ateşkes görüşmelerine hazırlanırken onlar koşturup Ukrayna’ya gittiler.
Kuşkusuz Ukrayna’da savaşın ‘bitirilmesi’, güç ilişkilerinin giderek daha fazla gerildiği bir dönemde yenilerinin patlak vermemesini garanti etmez. ABD, Husilerle ateşkes yaparken Hint-Pakistan sınır bölgelerinde karşılıklı bombardımanlara varan savaş hali yaşandı. Hemen tüm ülkelerin silah sanayine yatırımlara ağırlık vermeye başlaması ve muazzam boyutlara varmış olmasına rağmen nükleer olanları da dahil yeni ve daha yıkıcı silah üretimi politikası, barış üzerine burjuva vaazını yalanlamaktadır. Alman Genelkurmay başkanı, Dışişleri ve Savunma Bakanları, İngiliz Başbakanı ve Dışişleri, Fransız devlet başkanı ve Polanya yöneticileri neredeyse her gün savaş hazırlığı propagandasıyla toplumu dizayn etme girişimlerini sürdürüyorlar.
ABD, İsrail’in bölgedeki konumunu güçlendirme ve İran’ı İran’a sıkıştırma -değilse vurma politikası izliyor. Trump’ın, İran’ın nükleer silah üretimi projesinden vazgeçmemesi durumunda tarihte görülmemiş şiddette bombalanacağı tehdidi eşliğinde başlayan ABD-İran ‘dolaylı’ görüşmeleri henüz sonuçlanmazken Netanyahu İran’ı bombalamakta ısrarlı. Erdoğan yönetimi, Amerikan emperyalizminin stratejik politikalarıyla uyumlu olmayı sürdürmesine rağmen, ABD ve İsrail ile Suriye ve özellikle Kürt sorunu dolayısıyla bazı sorunlar da yaşıyor.[9] İran’ın bölgedeki etkisinin kırılmasını kendi etki alanı yararına görmesine ve İran’ın nükleer silah üretmesine karşı olmasına rağmen Türk iktidarı, bölgenin İsrail yararına dizayn edilmesine karşı politika izliyor ve HTŞ aracıyla Suriye’de etkin olma çabasında.
Trump’ın, emperyalistler arası ilişkileri sarsıcı politikalarıyla AB ve İngiliz yönetimlerinin Rusya karşıtı savaş yanlısı söylem ve hazırlıkları, Çin-Rusya-İran hattında yeni girişimlere de ivme kattı. Moskova’da Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi ile görüşen Vladimir Putin, “iki ülke arasında ekonomik, kültürel ve stratejik alanlarda işbirliğinin derinleştiğini” söyledi. Xi Jinping katıldığı 9 Mayıs zafer günü kutlamaları öncesinde Rusya ile sıkı işbirliğinin önemini vurgulayan konuşmalar yaptı. Putin ile İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ın 17 Ocak’ta imzaladıkları “kapsamlı stratejik ortaklık” anlaşmasına İran ve Rusya yönetimleri farklı anlamlar yükledi. İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Kazım Garibabadi, nükleer anlaşmanın tarafları Rusya ve Çin ile uzmanlar düzeyinde teknik görüşmeler yaptıklarını; Dışişleri Bakan Yardımcılarının Pekin’de vardığı mutabakatların ardından Moskova’da İran, Rusya ve Çin arasında uzman ve teknik düzeyde verimli ve yapıcı bir toplantının gerçekleştirildiğini; uzman heyetlerin toplantıda nükleer meseleyle ilgili gelişmeleri, yaptırımların kaldırılması ve BM Güvenlik Konseyi’nin 2231 sayılı kararı konusunda görüş ve önerileri paylaştığını açıklamış ve “İran, diplomasiye olan ilkesel bağlılığı temelinde ilgili tüm taraflarla istişarelerini sürdürmektedir” demişti. Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Andrey Rudenko, bu anlaşmanın karşılıklı askeri yardımlaşmayı öngörmediğini belirterek “Bu anlaşma, İran ile askeri ittifak kurmayı ve karşılıklı askeri yardımlaşmayı öngörmüyor. Anlaşmada ancak, Rusya ve İran’ın saldırıya uğraması halinde saldırgan ülkeye askeri destek sağlamayacağını öngören bir madde var. Bu nedenle, böyle bir senaryonun gerçekleşmesi halinde Rusya, İran’a askeri destek sağlamak zorunda değil” dedi.[10]
Bu açıklama, ABD ile Rusya arasındaki ilişkilerin gözetildiğine işaret ediyor. Trump’ın Rusya ile anlaşıp Ukrayna savaşını bitirme politikasının Çin’e karşı mevzi tahkimi ihtiyacıyla bağlı hedefi gizli bile değil. Ancak Çin-Rusya ilişkilerinin Ukrayna’da Rusya ile varılacak bir anlaşma nedeniyle bozulması beklentisi isabetsizdir. Çin-Rusya ilişkilerinde kimi gerginlik unsurları olmasına rağmen, bu iki devlet stratejik önem atfettikleri ilişkilerini bozmayacak bir platformda bulunuyor. Nitekim Çin diğer yandan AB ile ekonomik alanda sadece işbirliği yapmayı değil ABD’nin ilan ettiği kararlara karşı direnme tutumunda anlaşmayı da hedefliyor ve bu yönlü girişimleri sürdürüyor. Ancak tüm bu gelişmelere rağmen henüz ne ABD ve AB’nin karşıt kutuplarda yer almaya yöneldikleri söylenebilir ne de Çin’i yalnızlaştırıp Rusya ABD işbirliğine dayanan yeni bir kamplaşmanın taşlarının döşendiği. Amiyane söylemle bu iş daha çok su götürür!
Trump’ın “Vergi Savaşı!”
Donald Trump’ın “Önce Amerika” sloganıyla sürdürdüğü kampanya kapsamında “Amerika’nın Kurtuluş Günü” olarak ilan ettiği 2 Nisan 2025’te imzaladığı kararnameyle 184 ülke için temel tarife yüzde 10 olmak üzere ilan ettiği yeni gümrük vergileri sadece meslekten iktisatçıların büyük çoğunluğu tarafından değil diğer başlıca emperyalist ülkelerin yöneticileriyle Amerikan işbirlikçisi politikacılar tarafından da ticaret savaşlarını kızıştırıcı bir adım olarak nitelendi.[11] Trump, ABD imalat sanayinin Çin başta olmak üzere diğer ülkeler tarafından istismar edildiğini, kota ve sübvansiyonlardan yararlanan tekellerin haksız kazanç sağladıklarını ileri sürüyor; “Her şey Amerika İçin!” sloganıyla “Amerika’yı yeniden büyük, en büyük yapma!” vaadinde bulunuyordu.[12] ABD Dışişleri Bakanı Rubio, “Üreten bir ülke olduğumuz zamanlara geri dönmemiz gerekiyor. Bunu başarmak için de küresel ticaret düzenini sıfırlamamız gerekiyor” diyerek saldırganlığın hedefini farklı bir ifadeyle açıklamış oldu.[13]
Trump’ın yüksek oranlı vergilerle cezalandırmaya yöneldiği ülkelerin bir bölümü ABD’nin stratejik müttefiki, bazılarıysa (Bangladeş, Çin, Hindistan, Kamboçya, Kanada, Meksika Tayvan, Vietnam vd.) ABD ve Almanya başta olmak üzere Batılı emperyalist ülkeler menşeli firmaların ucuz işgücü ve verimlilik artışından yararlanarak üretim yaptıkları ülkelerdir. Kararname ilanıyla birlikte hemen hepsinden tepki açıklamaları birbirini izledi.
Trump’ın vergi kararnamesi üzerine AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, AB’nin dünyanın en büyük pazarına sahip olduğu ve direnecek gücü bulunduğunu belirterek “Çıkarlarımızı ve değerlerimizi her zaman savunacağız”, “Karşı önlemler almaya hazırız” diye efelendikten sonra, uygulamaların “kimsenin çıkarına olmadığını düşünüyoruz” ifadesiyle uzlaşı önerisinde bulundu. “Sanayi mallarında sıfıra sıfır gümrük vergisi teklif ettik. Avrupa her zaman iyi bir anlaşmaya hazırdır” açıklamasını Trump duymazdan geldi. Alman Sanayicileri Birliği’nin (BDI) “AB’nin etkili bir karşı tepki için birlik içinde hareket etmesi” çağrısı havada kaldı. Macron, Trump’ı AB ülkelerini bölmeye ve onları ABD yönetimiyle ikili anlaşmalar yapmaya zorlamaya çalışmakla suçlarken isabet kaydetmekteydi. Fransız Bakan Benjamin Haddad, ticaret savaşının kimsenin çıkarına olmadığını söyleyerek, İngiltere Ticaret Bakanı Jonathan Reynolds ulusal çıkarlarını gözeteceklerini belirterek, Avustralya Başbakanı Anthony Albanese vergileri tamamen haksız ve iki ulusun kalıcı dostluğunun ruhuna aykırı olduğunu söyleyerek, Kanada Başbakanı Mark Carney, “Hükümetim ABD gümrük vergileriyle mücadele edecek, Kanadalı işçileri ve endüstrileri koruyacak ve G7’deki en güçlü ekonomiyi inşa edecektir” açıklamasıyla ilk tepkileri dışa vurdular. İspanya Başbakanı AB’ni Çin ile ilişkileri gözden geçirmeye çağırdı. Japonya’da, Amerikan Hazine Tahvillerini azaltma ve Çin ile ticari bağları güçlendirme konusu tartışılmaya başlandı vb.[14] Bunlar türünden dış ve ABD tahvil faizlerinin yükselmesi türünden iç piyasa tepkileri üzerine 7 Nisan’da, Trump Çin dışındaki ülkelere konulan tarifeleri 90 günlüğüne erteledi.
Gelişmelerin İşaret Ettiği
ABD yönetiminin uyguladığı ekonomi politikası ve yüksek vergi oranları dünya ticaret hacmini, sermaye ve ürün dolaşımını, tedarik zincirlerinin işleyişini, ABD tahvillerine olan ilgiyi etkileyecektir. Rakip emperyalist devlet yöneticilerinin birbiri ardına karşı vergi uygulamalarına başvuracakları yönündeki açıklamaları –Çin dışta olmak üzere genellikle ABD’ne “makul oran” istemiyle başvuru sırasına girmeleri çelişkiyi ortadan kaldırmıyor– buna işaret ediyor. Emperyalist güçler arası ilişkiler bu güçler arası rekabetin sonuçlarıyla maluldür. ABD’nin İkinci Dünya Savaşı öncesinden başlayan ve 80 yılı aşkın süredir devam eden dünya kapitalizminin süper gücü olma konumu sarsılmaya başlamıştır. ABD yöneticilerinin, uluslararası durum ve ilişkilere dair son yıllardaki hemen tüm önemli açıklama ve stratejik kararlarında Çin’i en büyük ve başlıca düşman ilan etmelerinin asıl kaynağı burada yatmaktadır.[15] Çin son kırk beş yıllık süreçte kaydettiği gelişmeyle dünyanın ikinci büyük ekonomik gücü durumuna yükseldi. Trump yönetiminin saldırgan ekonomi politikası bu gelişmelerden soyutlanamaz. Onun sermayeyi “ABD’nin içine çekme” iddiasının ne denli karşılık bulacağı belirsizdir. Sermaye ve üretimin uluslararasılaşması, uluslararası büyük tekellerin ucuz emek gücü bölgelerine hücumuna yol açma eğilimiyle çatışan özellik göstermekle birlikte bu uygulamalar büyük tekellerin bir kısmını içeriye yatırım yapmaya yöneltebilir. Çin gibi ülkelerin ‘karşı vergi’ ilanlarıyla birlikte tekelci rekabetin kızışması ve sermaye hareketlerinde sektörel ve mekânsal değişimlerin görülmesi de pekâlâ mümkündür. Kapitalist rant piyasasının karışması, borsalarda düşüş, döviz ve altında hızlı fiyat oynamaları gibi hemen görülenlerin yanı sıra[16]; dünya ticaretinde daralma, üretimde yavaşlama ve ekonomide durgunluğun yaşanabileceği yönündeki itirazlar, aralarında Polonya, Tayvan, Norveç, Güney Afrika’nın da olduğu çok sayıdaki ülke hükümetlerinin daha az zarar görme yolları arayışına girmeleri, Hindistan hükümetinin, ülkesinin ucuz işgücü büyüklüğünü de kullanarak ayrıcalıklı ticari anlaşma için harekete geçmesi vb. gibi girişimler, sürecin karmaşıklığının göstergeleri arasındadır.
Emperyalist büyük güçler arası ilişkilerde yaşanan değişim ve artan gerginliğin dünyanın Ortadoğu-Ön Asya, Asya Pasifik bölgeleri başta olmak üzere hemen her tarafındaki gelişmelerin başlıca etkeni durumunda olduğu bir dönemden geçiliyor ve Trump aslında kapitalist-emperyalist sistemde güçler arası ilişkileri belirleyenin sahip olunan güç olduğunu bir kez daha –biraz da korsanca bir tarzda– ortaya koymuş oldu. Fransız Macron’un da deyiş yerindeyse ‘canı yanan’ bir emperyalist gücün mevzilerinden söylediği gibi, ABD, her diğer güçle birebir pazarlık yaparak –bu kendi gücünü dayatması demektir– ‘kazan-kazan’ yalanını açıkça çöpe atıp güçlü olan fazlasını alır politikasıyla ‘yasa’ belirlemektedir. Mali-ekonomik alanla sınırlı kalmayacak değişimin boyutları ve hangi türden konjonktürel sonuçlar doğuracağı ise ancak süreç içinde açıklık kazanabilir.
Çin, muazzam büyüklükteki işgücü ve verimlilik artırıcı teknoloji kullanımındaki olanaklarıyla son on yıllarda dış sermaye çekiminde ilk sıralara çıktı ve aralarında ABD tekellerinin de bulunduğu uluslararası tekellerin üretimleriyle birlikte dışarıya mal ihracında Almanya ve Japonya’nın yanı sıra söz sahibi ülkelerden biri haline geldi. Muazzam büyüklükteki ucuz işgücü ve verimlilik artışını sağlayan teknoloji kullanımındaki ilerlemesiyle; yapay zeka, akıllı telefon, elektrikli araç geliştirme başarısıyla uluslararası ticarette öne çıktı ve Kuşak-Yol Projesi türünden uluslararası alandaki ataklarıyla ABD’nin ‘en yakın ve en tehlikeli rakibi’ konumuna yükseldi.[17]
Bu durum Çin’e karşı “aşırı önlemler”in nedenleri arasındadır. %145’e varan ihracat vergisi ilanına Çin, %125 oranında vergiyle karşılık verdi.[18] Çin’in karşı hamlesinin ticarette Yuan’ın kullanım alanını genişletme, BRICS ülkeleriyle ticaretini artırma, ABD tahvilleri üzerinden baskı uygulama, Güney Kore, Tayvan gibi Asya ülkelerinin ABD ile ticaretinde zorluk oluşturacak önlemler geliştirme vb. gibi yöntem ve araçlara başvurarak sürdürmesi olasıdır. Xi Jinping, ABD’nin bu “tek taraflı zorbalığı”na karşı AB ülkeleriyle birlikte direnme çağrısında bulundu.[19] Çin temsilcisi Vang, AB Komisyonu Üyesi Sefcovic ile yaptığı video konferans sonrasında, tarafların, elektrikli araçların fiyatlandırılması görüşmelerini başlatma, otomobil sektöründe yatırım için girişimleri güçlendirme konusunda anlaştıklarını açıkladı. ABD’nin tarife politikasını eleştiren Vang, “Çin, ASEAN ve diğer ticaret ortaklarıyla iletişimi ve eşgüdümü güçlendirmeyi, karşılıklı kaygı konularını eşit diyalog ve istişarelerle ele alarak çok taraflı ticaret sistemini birlikte korumaya hazırdır” demekteydi.
Çin Ticaret Bakanlığı, Trump’ın gümrük vergileri uygulamasına karşı Dünya Ticaret Örgütü’ne (DTÖ) başvurmakla kalmadı, önce 11 Amerikan şirketini “güvenilmez kuruluşlar” listesine alarak ticari faaliyetlerini yasakladı. Ardından da, bazısı silah sanayiinde de kullanılan samaryum, gadolinyum, terbiyum, disprozyum, lutesyum, skandiyum ve itriyum gibi nadir toprak elementlerinin ABD’ye ihracatına kısıtlama getirdi.[20]
Emperyalist büyük güçler birbirlerinin pazarına mal sürümüne takoz koyarak menşei kendi ülkeleri olan sermaye grupları ve tekellerin konumunu güçlendirmeyi hedeflemektedir. Kuşkusuz sermayenin büyük oranda uluslararasılaştığı ve başlıca üretim sektörlerinde faaliyet yürüten büyük tekellerin üretimlerinin azımsanmayacak kesimini ülkeleri dışındaki ucuz işgücü ülke ve bölgelerine kaydırdıkları koşullarda, siyasi karar mercilerinin takoz koyma politikasının uzun ömürlü olması zordur. AB yönetimlerinin Trump’ı kararından vazgeçirme çabası, Çin’in AB yöneticilerine işbirliği teklifi, Meloni’nin Trump’ın Saray’ına koşturup ayrıcalık talebinde bulunması, bu zorluğun ön gün göstergeleri arasındadır. Trump “Her şey Amerika İçin!” derken yatırımlara ağırlık vereceğini ve sermayeyi ABD’ne çekmeyi hedeflediğini belirtmişti. Ancak, ABD tekellerinin özel avantajlarla mükafatlandırılarak ‘içeriye yönelmesi’ teşvik edilse ve tedarik zinciri söz konusu olduğunda en önemli üretim merkezlerinden biri olan Çin’in ihracatı bir miktar darbelense dahi, bu, uluslararası tekellerin ülke pazarlarının dar sınırları içinde kalmayı kabullenmeleri anlamı taşımayacaktır. Dışarıdan meta alımını kısıtlayıcı önlemlerin geniş şekilde uygulanmasının dünya ticaretinde kısmi bir daralmaya yol açması mümkündür ve fakat kapitalist kâr güdüsü ve pazarlar için rekabetin kaçınılmazlığı, buna meydan okumayı sürdürecektir.
İstikrarsızlık ve Gerginliklerin Arttığı ve Artacağı Bir Dönem
Gelgelelim bu hamleler sadece ekonomik, ticari ve mali gerginliklerin göstergeleri değildir. Güçler arası ilişkilerin değişimine işaret eden gelişmelerin yeni boyutlar kazandığı bir dönemden geçilmekte; pazarlar ve etki alanları üzerine rekabet daha fazla kızışırken devletler arası ilişkiler kimi yer ve alanlarda askeri biçimlerin de devreye girmesine yol açacak şekilde sertleşmektedir. 2000’lerin başından bugüne Afganistan, Irak, Libya, Suriye, Filistin, Sudan ve Somali başta olmak üzere çeşitli ülkelerde yaşanan işgal, savaş ve bağlanarak süren iç savaşlar çatışma unsurlarına yenilerini kattı. Orta Doğu savaş alanı olmaya devam ediyor. ABD ve Batılı diğer emperyalistlerin desteği ve korumasındaki İsrail, Filistin halk kitlelerinin on binlercesini katlederek işgali sürdürüp yayılma alanını genişletmenin yanı sıra, ABD’ni İran’ı vurmaya yöneltecek politikalarda ısrarını sürdürüyor ve ABD, İsrail’in bölgede ‘elinin kolunun serbest bırakılması’ hedefiyle bağlı olarak İran’ı nükleer güç olmaktan vazgeçirmeye, iç çelişkilerini de kullanarak boyun eğmeye zorluyor.[21] Netanyahu yönetimi ABD desteğinde Gazze katliamını sürdürürken İran’ın desteğindeki ve İran’ı destekleyen “direniş ekseni” olarak da nitelenen güçlere (Lübnan Hizbullah’ı, Haşdi Şabi, Husiler vb. gibi) saldırı ve suikastlarla büyük darbeler vurdu. Afganistan’da El Kaide’yi besleyip büyüten ABD türevlerini de Irak ve Suriye’de yönetimleri devirme savaşlarında çeteler olarak kullandı ve fakat ardından IŞİD’in ABD eliyle yaratılmış koşulları kullanarak Musul’u ele geçirmesi ve tarihsel-kültürel birikimi yıkmaya girişerek efendileriyle de çatışmaya girmesi üzerine Kürtlerle işbirliği politikasına yönelerek Suriye’de de üsler kurmaya girişti. Hedef Rusya ve İran’ın bölgedeki etkisini sınırlamak ve hatta yok etmekti. Amerikan emperyalizmi izlediği politikalarla uluslararası alanda gerginlik ve çatışma unsurlarının birikmesinde başlıca sorumluların ilk sırasındadır. Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi ile İsrail’in Siyonist yayılma politikası birbirini güçlendirici özelliktedir. İsrail, Filistin’i işgal politikalarına karşı çıkan Suriye yönetimini devirmek için B. Esad karşıtı terör çetelerinin mevzilerini güçlendirecek politikalar izleyen ABD ve Erdoğan yönetiminin Suriye’deki operasyonlarıyla birlikte HTŞ’nin Şam’da iktidar mevzilerine yerleşmesinin yollarını açtı. Erdoğan iktidarının izlediği Suriye politikası, İsrail’in bu hedefine ulaşmasını kolaylaştırırken, İsrail Dürzîlerle ilişkilerini ve Rojava’daki Kürt özerk yönetiminin varlığını HTŞ’nin –ve dolayısıyla da Türk devletinin– gücünü sınırlamanın aracı olarak kullanma politikası izliyor.[22]
Donald Trump’ın Erdoğan övgüsü ve İsrail ile anlaşmasının yararları üzerine Netanyahu’yu ikna çabası, işbirlikçisi iki bölge gücünün Ortadoğu’da İran, Rusya ve Çin’in mevcut ve olası etki gücünü kırma hedefiyle dolaysızca bağlıdır. Kürt sorunu ve İsrail ile ilişkiler dolayısıyla yaşanan pürüzler olmasına ve Türk burjuva devlet yönetimi bölgede emperyal emellerle hareket ederek kimi zaman ABD’nin tepkilerine yol açmasına rağmen, ABD işbirlikçiliği ve NATO platformuna bağlılık devam ediyor. Hemen tüm devletlerin, özellikle de başlıca emperyalist ülkelerin silahlanmaya ayırdıkları büyük kaynak ve “savaşa hazırlık” söylemindeki yoğunlaşma, dünyanın toprak, nüfuz alanları ve kaynaklar olarak yeniden paylaşımına yol açabilecek yeni savaşlar olasılığını da güçlendirmektedir. Liberal hafıza silicileri bu türden gerici savaşların tarih dışına düştüğünü ileri sürerken halk kitlelerini tekelci burjuvazi ve mali sermayenin saldırganlığı karşısında örgütsüz ve silahsız bırakma gibi caniyane bir rolü üstlenmiş durumdalar. Günümüzde büyük güçler arası rekabet alanına yapay zekâ (AI) ve yarı iletkenler (çip) yeni etkinlik araçları olarak dahil olmuştur. İleri teknoloji kullanımı, etki alanlarını genişletme, rakipleri geride bırakma, değerli maden ve mineralleri potansiyel rezerv alanlarıyla birlikte ele geçirme kapitalist pazara egemen olmanın silahları arasındadır. Rusya-Ukrayna savaşının pekiştirdiği sanılan Batılı güçler ittifakının Trump kararlarıyla darbe yemesi, Çin’in hızlı büyümeyle ABD ve Avrupa’nın büyük güçlerinin ekonomik en büyük rakibi konumuna gelmesinin Asya Pasifik’te stratejik politik manevraları tetiklemesi; Irak ve Libya’nın akabinde Suriye’nin düşürülmesi ve İran’ın ‘ya bizimle anlaşırsın ya da bombardımanı göze alırsın’ tehdidiyle dize getirilmeye çalışılması işaretler arasındadır. Kuşkusuz ne ABD-Çin rekabetiyle bağlı karşıt hamlelere ilk kez tanık olunuyor ne de bu kez ciddi kırılmalara neden olan ABD-AB ilişkilerinde gerginlik üretici etkenler ilk kez ortaya çıkıyor. Daha çarpıcı farklılık belki de Trump’ın Putin ile Ukrayna’yı deyiş uygunsa masada paylaşma eğilimi göstermesi, kendini barışçıl olarak reklam etme gereksinimi duymasıdır. Emperyalist büyük güçlerin ve uluslararası tekellerin hakim olduğu dünya kapitalist sistemini ve burjuva devletleri arası ilişkileri “herkes yararına işleyen, herkesin kazandığı serbest ticaret sistemi” olarak gösteren neoliberal iktisatçılar, Trump’ı “oyun bozan deli” olarak gösterip küreselleşmeyi çelişkisizlik, rekabetin ortadan kalkması, işbirliği ve ortak kalkınma dönemi/çağı/düzeni olarak reklam etmeleri nedeniyle içine düştükleri açmazı da göstermiş oldular. Yüksek oranlı gümrük vergileri uygulamasından hangi güçlerin daha fazla yararlanacağından bağımsız olarak bu uygulamaların pazarlar üzerine rekabete aykırı bir özelliği bulunmuyor.
Gelişmelerin Anlamını Karartan Varsayımlar
Küreselleşmenin tüm ülkeleri karşılıklı bağımlılık ilişkileri içinde ve kaçınılamayacak şekilde zenginleştireceği iddiası tekelci burjuvaziye hizmet eden bir yalandan ibaretti. Trump ve ABD’li oligarkların, yüksek ithalat vergilerini sermayeyi ülkeye çekme ve “yeniden en güçlü ülke konumuna gelme!” hedefiyle gerekçelendirmesi, ABD’nin uluslararası süper güç konumunu tehdit eden potansiyel gelişmeler karşısında başvurduğu hamlelerden bağışık değildir. Trump’ın serbest ticarete dayalı uluslararası ekonomik düzeni ortadan kaldırmaya yöneldiği iddiasıyla serbest ticaret yalanını yineleyenler, mali sermaye ve tekellerin hakimiyetindeki dünya kapitalist pazarında, ilişkilerin güce bağlı değişimini kötü politikacıların hırslarıyla açıklama, mali oligarşi ve büyük sermaye yararına halk kitlelerini daha ağır koşullarda yaşamaya zorlayacak sosyal-ekonomik politikaları tercihlerle bağlı gösterme gibi yüzeysel bir bakış açısıyla maluldürler.
Trump yönetiminin ilan ettiği vergi tarifelerini “neoliberal düzenin sonu” ve “post-American (Amerika sonrası) bir çağın doğuşu” olarak niteleyenler de, “iki ya da çok kutuplu yeni bir sistemin oluşumu”na kanıt gösterenler de, Trump’ın politikalarıyla ittifakların ve ortaklıkların anlamsızlaştığı yeni bir dönemin başladığını ileri sürenler de[23], kapitalist-emperyalist sistemin karakteristik özelliklerini karartmaktadırlar.
Kapitalist sistemde güçler arası işbirliği veya birbirlerini boğazlama girişimleri çıkarlarca belirlenir. Trump gümrük vergilerinden sağlanacak kaynakla bütçe açığını bir miktar azaltma olanağı bulsa bile ilan ettiği ‘ticari savaş’ kapitalist piyasanın diğer güçleriyle ilişkileri daha fazla gerecektir. ABD pazarına ürün girişini sınırlayıcı-engelleyici vergi politikası, dışarıda üretim yapan ABD tekelleri dahil büyük uluslararası tekelleri bir yandan ABD’ne karşı baskıyı artırmaya yöneltecek diğer yandan farklı pazarlara yöneliş eğilimine güç verecektir. Sonuçta hangi büyük güç ya güçlerin avantajlı çıkacağı ise büyük oranda düşük üretim maliyetleri-üretim verimliliğiyle bağlıdır. Bugünden belli olan rekabetin kızışması ve ticari alanla sınırlı kalmayacak gerginliklerin artışıdır. Trump yönetiminin Çin ve AB’nin yanı sıra rotadan sapma eğilimi gösteren işbirlikçileriyle İran gibi hala teslim bayrağı çekmemiş olanları ekonomik olarak “batırma”, hatta askeri saldırıyla tehdit etmesi, Danimarka satmaya yanaşmadığında Grönland’ı işgal edebileceğini söylemesi, Kanada’yı ABD’nin eyaleti olmaya ‘davet etmesi’, Filistinlileri vatanlarından sürerek Gazze’yi milyarderlerin zevk-eğlence yerlerinden birine dönüştürme planını gündeme getirmesi ve Panama Kanalı’nı ABD’nin mülkü yapma isteğini dile getirmesi, güç mücadelesinin ticari alanla sınırlı kalmayabileceğinin işaretleri arasındadır.
Trump bir yandan “Biz, çok güçlüyüz. Bu ülke çok güçlü. İnsanların anladığından çok daha güçlü. Kimsenin ne olduğunu bilmediği silahlarımız var ve dünyadaki en güçlü silahlarımız hatta herkesten daha güçlü…” şeklinde tehditler savurur ve Çin’e ticari savaş ilan ederken diğer yandan “Şi, ne yapılması gerektiğini tam olarak bilen bir adam, ülkesini seviyor ve bir anlaşma yapmak isteyeceğini düşünüyorum. Bunun gerçekleşeceğini düşünüyorum. Bir noktada bir telefon görüşmesi alacağız ve her şey hazır olacak” diyerek pazar paylaşımının “barışçıl yöntemi”ni de işaret ediyor.[24] Ancak her durumda daha fazlasına el koymak ve daha fazla etkili olmak için.
Halklar Daha Ağır Yüklerle Yüz yüze
Küreselleşme ve yeni dünya düzeni olarak tarif edilen emperyalist kapitalist dünya sistemini her bir halkasındaki biçimlenmeleriyle sömürülen ve ezilenler için “refah, huzur ve güven kaynağı” olarak müjdeleyen burjuva riyakârlığı, sistemin kendi iç ilişkileri ve dinamikleri tarafından işleyiş yasalarının katı gerçeklikler halindeki ‘çıktıları’yla açıklık kazanırken, o cepheden birilerinin aynı nakaratı sürdürmesi inandırıcı olamaz. Modern revizyonizmin yönetiminde kapitalist dünyanın sömürü ağlarına bağlanan ülkelerdekiler dahil dünyanın hemen her tarafındaki halkların son on yıllarda artan şekilde yoksullaştıkları, bir milyar kadarının açlık çektiği, tüm dünya nüfusunun yarısından fazlasının toplam gelirlerinden daha fazlasına birkaç dolar milyarderinin sahip olduğu bir dünya sistemi evet var ve bu sistem her bir halkasında işsizlik, yoksulluk, açlık, yoksunluk, güvencesizlik, gerginlik ve çatışma üretmeye devam ediyor.
Trump’ın açıklamalarını ve ticari ilişkilerde ciddi dalgalanmaya yol açan ithalat vergisi kararlarını “müesses nizamın yıkılışı”na kanıt gösterme yarışına girenlerin yaptığı, gelişmeleri kapitalist tekeller ve emperyalist güçler arası ilişkilerin sürmekte olan biçimleri üzerinden sömürü sistemini meşrulaştırmaktır. Bu gelişmeler pahalılığı artıracak ve dünya emekçileri daha zor koşullarda yaşam savaşı vermek zorunda kalacaklardır. İşten çıkarma, düşük ücret ve ücret kesintileri dayatmasına yol açması, daha fazla yoksullaşma gibi sonuçları beklenmelidir.
Burjuva şoven milliyetçi ve gerici politika son on yıllarda daha fazla etki gücü kazandı. Sosyal ve siyasal haklar alanında işçi ve emekçilerin yararlanabildikleri ne varsa daraltılıp daha fazla biçimsel hale getirildi. İşsizlik, yoksulluk ve yoksunluğun kapitalist kaynağı gizlenerek ve emperyalistlerin başlıca sorumlusu oldukları savaşların yol açtığı katliam ve yıkımlardan kaçışlar sadece ve sadece Saddam, Esad, Erdoğan ve Putin gibi yöneticilerin baskıcı politikalarıyla bağlı gösterilerek kitleler burjuva iktidarlarıyla kapitalist parti fraksiyonlarının politikalarına adapte edilmeye çalışıldı. Avrupa’nın hemen tüm ülkelerinde güçlenen yabancı düşmanı faşizan parti ve örgütler bu politikadan yararlandılar.
Bu yeni dönem, ABD gibi emperyalist ülkelerin yönetimlerinin izledikleri politikaların da yol vermesiyle şoven milliyetçi, sağ gerici ve faşizan politikanın ve bu politikaları savunan grup ve partilerin neredeyse dünyanın her tarafında güç kazanmasına da sahne oldu. Büyük sermaye sahipleri, kapitalist ülkelerin hemen tümünde politik yönetimleri oluşturanlar arasında önceki hiçbir dönemde görülmeyen sayı ve oranda dolaysızca yer almaktadır. Mali oligarşi ve oligarklar ülke ve dünya politikalarında daha fazla söz sahibi oldular. Burjuva demokrasisi daha fazla biçimsel hale getirilip güdükleştirildi.
Bu durum ve gelişmelerin yönü, burjuva tekelci devlet yönetimlerine karşı mücadeleyi daha da önemli kılmaktadır. İşçi sınıfı başta olmak üzere halk kitleleri bu doğrultuda birleşip örgütlenmedikleri ve kendi devletlerinin yönetimlerine karşı ayağa kalkmadıkları sürece ne siyasal demokratik haklar elde edilip kullanılabilir ne de savaşlar önlenebilir. Kendi egemen sınıfına yedeklenerek hareket ettiklerinde nelere mahkûm kaldıkları Ukrayna örneğinde bir kez daha görüldü. Sermayenin çıkarlarını temel alan düzenleme ve yaptırımlar işçiler başta olmak üzere halk kitlelerini daha ağır ekonomik sosyal koşullarda yaşamaya zorluyor. Gelişmelerin hangi gerici güç ya da güçler yararına sonuçlar doğuracağından bağımsız olarak işçi ve diğer tüm emekçilerin emperyalizme, gerici savaş politikalarına karşı direnişi ve dayanışmasının güç kazanmasına ihtiyacın arttığı bir dönemden geçiliyor. Savaş ve yıkım spekülatörlerinin dayattığı vahşi dünya “düzeni”ne ve onun ürettiği kölelik türlerini içeren yaşam biçimlerine boyun eğilemez. Doğanın bağrında onun ürünlerinden de yararlanarak yaşam gereksinimlerinin üreticisi olan sınıf, yani proletarya dünyayı, onu kan-ateş ve kıyıma boğanlardan kurtaracaktır!
[1] Bu makale yazıldığında, ABD ve Çin heyetlerinin bir uzlaşı için İsviçre’de “tarife müzakereleri için toplantıları sürdürmekte oldukları” açıklandı. Trump’ın deyişiyle “dostane ama yapıcı bir şekilde tam bir yeniden başlama süreci” söz konusuydu. Ne ki işin nereye varacağına dair sonuçlar henüz görünürde değil.
[2] 2024 verilerine göre ABD 29,17, Çin 18,27, Almanya 4,71, Japonya 4,07, Hindistan 3,89, İngiltere 3,59, Fransa 3,17, İtalya 2,38, Kanada 2,21, Brezilya 2,21 trilyon dolar GSYİH’ya sahip ülkeler olarak ilk sıralarda yer aldılar. Çin imalat sektörü 2024 itibarıyla 4,16 trilyon dolarlık değer üretirken ABD ancak 2.49 trilyon dolar değerinde üretebilmiştir. ABD’nin Çin’de üretim yapan tekellerinin olması aradaki farkı açıklayıcı etkenlerden biri olmakla birlikte, aynı sorun uluslararasılaşması dolayısıyla belirli bir gelişme düzeyine ulaşan hemen tüm ülkeler açısından geçerlilik gösterir.
[3] Evrensel (2025) “Ukrayna ile ABD, nadir elementler anlaşması kapsamında mutabakat zaptı imzaladı”, https://www.evrensel.net/haber/550432/ukrayna-ile-abd-nadir-elementler-anlasmasi-kapsaminda-mutabakat-zapti-imzaladi
[4] Nitekim, Rus ve Ukrayna yöneticilerinin Türkiye’de bir araya gelmesi ve geçici ateşkesi kalıcılaştırma koşullarını görüşmeleri yönünde bir yaklaşımda anlaşılmış bulunuluyor.
[5] Evrensel (2025) “NATO: Rusya uzaya nükleer silah yerleştirebilir”, https://www.evrensel.net/haber/549923/nato-rusya-uzaya-nukleer-silah-yerlestirebilir
[6] Hürriyet (2025) “İngilizler alarma geçti! Putin’e karşı hazırlanın: 72 saatlik hayatta kalma çantası!”, https://www.hurriyet.com.tr/dunya/ingilizler-alarma-gecti-putine-karsi-hazirlanin-72-saatlik-hayatta-kalma-cantasi-42753476
[7] Rusya, St. Petersburg şehrinde Witkoff ile yapılan görüşmenin sonuçlarının gizli tutulacağını açıklarken, ABD’li kaynakların Reuters’a sızdırdığı bilgilere göre Putin ile görüşen Witkoff, Trump’a, “Savaşı sona erdirmek için en kısa yol Putin’e Ukrayna’dan talep ettiği işgal altındaki Kırım, Donetsk, Lugansk, Herson ve Zaporojye bölgelerinin resmen verilmesi olacak” dedi. ABD Başkanı Trump’ın Ukrayna Temsilcisi Keith Kellogg ise, İngiliz The Times gazetesine açıklamasında, “Bence Ukrayna savaşını sona erdirmek için İkinci Dünya Savaşı sonrasında Almanya formülü uygulanabilir. Ukrayna Berlin misali iki bölgeye ayrılarak batıda kalan topraklara garantör güç olarak Fransız ve İngiltere askeri yerleştirilebilir. Ukrayna ordusuyla Ruslar arasına yerleşecek bu birliklere ‘barış garantörü güç’ adı verilebilir” dedi.
[8] Hürriyet (2025) “Paris’te Ukrayna görüşmeleri tamamlandı: ABD’den ‘Yolumuza devam ederiz’ çıkışı”, https://www.hurriyet.com.tr/dunya/pariste-ukrayna-gorusmeleri-tamamlandi-abdden-yolumuza-devam-ederiz-cikisi-42768706
[9] Antalya Diplomasi Forumu’nda konuşan ABD’li ekonomi profesörü ve BM Sürdürülebilir Kalkınma Çözümleri Ağı Başkanı Prof. Dr. Jeffrey Sachs, eski NATO Başkomutanı Org. Wesley Clark’tan aldığı belgeyi kaynak göstererek ABD’nin beş yılda yedi savaş hedeflediğini ve Suriye operasyonunun ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında CIA tarafından 2011’de “Operation Timber Sycamore” adıyla başlatıldığını söyledi. Bu operasyonunu ayrıntılarını “Suriye’nin Sevr’i: Amerikan Koridoru”nda yazdığını söyleyen Sachs, “ABD operasyon için bir bölge cephesi kurdu. Cephenin en kilit ülkesi Türkiye’ydi. Türkiye muhalif gruplara ev sahipliği yapacaktı, sınırlarını açıp dünyanın dört bir tarafından Suriye’ye cihatçıların akmasını sağlayacaktı, topraklarında ABD’nin muhalif gruplara ‘eğitdonat’ programı uygulamasını sağlayacaktı” diyordu. (Uluslararası Politika Akademisi (2025) “Amerikalı Ünlü İktisatçı Prof. Dr. Jeffrey Sachs’ın 4. Antalya Diplomasi Forumuna Damga Vuran Konuşması”, https://politikaakademisi.org/2025/04/14/amerikali-unlu-iktisatci-prof-dr-jeffrey-sachsin-4-antalya-diplomasi-forumuna-damga-vuran-konusmasi/
[10] Evrensel (2025) “”Stratejik ortaklık” anlaşması | ‘Rusya, İran’a askeri destek sağlamak zorunda değil”,https://www.evrensel.net/haber/549409/stratejik-ortaklik-anlasmasi-rusya-irana-askeri-destek-saglamak-zorunda-degil
[11] Buna göre 9 Nisan 2025’ten itibaren geçerli olmak üzere Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkelere ortalama yüzde 20, Çin’e yüzde 34 -bu sonraki eklemelerle toplamda yüzde 145’e çıkarıldı-, Güney Kore’ye yüzde 25, Hindistan’a yüzde 26, İsrail’e yüzde 17, Japonya’ya yüzde 24, Kamboçya’ya yüzde 49, Tayvan’a yüzde 32, Singapur ve Türkiye’ye yüzde 10, Vietnam’a yüzde %46 ithalat vergisi uygulanacak. Ancak gelen tepkiler sonucu 7 Nisan günü Çin dışındakiler için 90 gün gerteleme kararı alındığı duyuruldu (Cumhuriyet (2025) “Trump vergi hamlelerini duyurdu”, https://www.cumhuriyet.com.tr/dunya/son-dakika-trump-vergi-hamlelerini-duyurdu-cin-avrupa-birligi-2315317)
[12] Beyaz Saray Sözcüsü Karoline Leavitt, gelen itirazlar karşısında, birçok ülke pazarının ABD ihracatına kapalı olduğunu ileri sürerek “2 Nisan 2025, modern Amerikan tarihinin en önemli günlerinden biri olarak kayıtlara geçecek” diyor ve ilan edilen vergilerle “bu adaletsiz durum”un değişeceğini söylüyor; “Eğer ürününüzü Amerika’da üretiyorsanız, gümrük vergisi ödemezsiniz. Bu kadar basit” diyen sözcü, sermaye sahiplerine sesleniyordu. (AA (2025) “Beyaz Saray: 2 Nisan 2025, modern Amerikan tarihinin en önemli günlerinden biri olacak”, https://www.aa.com.tr/tr/dunya/beyaz-saray-2-nisan-2025-modern-amerikan-tarihinin-en-onemli-gunlerinden-biri-olacak/3525529)
[13] Paksoy, U. (2025) “Ne umdu ne buldu”, Hürriyet, https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/yunus-paksoy/ne-umdu-ne-buldu-42756631
[14] Ancak bu ilk tepkiler, Fransız, İngiliz, Alman ve İtalyan yöneticilerin Beyaz Saray’da kabul için sıraya girmelerine engel olmadı. İtalya’nın faşist başbakanı Meloni ‘ricacı olarak’Trump’ın huzuruna çıktı. Friedrich Merz’in başında bulunduğu CDU, Meloni’nin Trump’la diyaloğunu “Avrupa için fırsat” olarak değerlendirdiklerini açıkladı.
[15] ABD yöneticileri 2015’ten itibaren Çin’i tehdit olarak görmeye başladılar. Çin’in bilgi teknolojisi, yenilenebilir enerji ve diğer ileri teknolojilerde ilerlemesini teşvik etmek üzere ilan ettiği “Made in China 2025” politikası bu tehdidin büyümekte olmasına işaret sayıldı. Çin, Kuşak ve Yol Girişimi ile Asya -Ortadoğu-Afrika hatında altyapı inşasıyla yayılmacı ilişiklere hız verince ABD karşı politikaları yoğunlaştırmaya yöneldi.
[16] İlk sarsıntılar dünya borsalarında düşüş, ABD tahvillerinin değer kaybı ve petrol fiyatlarının düşmesiyel görüldü. İki günde 6 trilyon dolar civarında değer kaybı görüldü. Apple hisseleri 600 milyar dolar zarar etti. Dünya Ticaret Örgütü, ABD-Çin arasındaki ticaretin yüzde 80 civarında azalabileceği tahmininde bulundu. Çin dışındaki ülkeler için verginin 90 gün ertelenmesi kararı bundan sonra alındı.
[17] Devlet destekli Çin firmaları, ürettikleri teknoloji ürünleri ve bunların üretimi için gerekli olan nadir toprak elementlerini çıkarma ve işleme olanaklarıyla ABD şirketleri karşısında avantajlı durumdalar. Çin silah sanayi ve enerji üretim teknolojisinde kullanılan samaryum, gadolinyum, terbiyum, disprosyum, lutesyum, skandiyum ve itriyum vb. gibi nadir toprak elementlerinin yüzde 70’e yakınını sağlayıp yüzde 90’ına yakınını işlevli hale getiriyor. Çin Ticaret bakanlığı’nın ABD’nin gümrük duvarı örme politikasına karşı etkili bir araç olarak bu ürünlerin ihracını durdurması, Çin’den ithal edilen çiplere ve nadir toprak elementlerine bağımlı ABD şirketlerinin arz ihtiyacı dolayısıyla ABD yönetimi üzerinde baskı oluşturma hedeflidir.
[18] Sonraki görüşmelerde bu oranların karşılıklı olarak düşürülmesi yönünde bir yaklaşım vardı.
[19] Hürriyet (2025) “Çin Devlet Başkanı Xi’den AB’ye çağrı”, https://www.hurriyet.com.tr/dunya/live-son-dakika-cin-devlet-baskani-xiden-abye-cagri-tek-tarafli-zorbaliga-birlikte-direnelim-42759560#post-1
[20] Cumhuriyet (2025) “Çin’den ABD’ye dev vergi misillemesi”, https://www.cumhuriyet.com.tr/ekonomi/cinden-abdye-dev-vergi-misillemesi-2315860
[21] Donald Trump, 30 Mart’ta ülke basınına yaptığı açıklamada, ABD ile anlaşmaya varmaması halinde İran’ı “daha önce hiç görmedikleri şekilde bombalayacakları” tehdidini savurmuştu. İran’ın dini otoritesi Ayetullah Ali Hamaney ise buna herhangi bir saldırıya en güçlü karşılık vereceklerini söyleyerek yanıt vermişti. Bir süre sonra ABD’nin 3 adet ağır bombardıman uçağını Hint Okyanusu’ndaki Diego Garcia askeri üssüne konuşlandırdığını açıklayan İran bunu kendi nükleer tesislerinin hedef alınmasının ‘açık göstergesi’ olarak gördüğünü ve ABD İran’ı vurmadan önce ‘önleyici saldırı’ yapılabileceğini belirttiler. İran’ın elinde 2 bin 400 mil mesafeye ulaşma kabiliyetine sahip uzun menzilli Hürremşehr füzeleri ve Şahed-136B kamikaze insansız hava araçları bulunuyor. Ancak İran’a ABD-İsrail saldırısı durumunda çok büyük yıkım yaşanabilecek, İran’ın bölünmesi dahi gündeme gelebilecektir.
[22] İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, “Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara her sabah Şam’daki başkanlık sarayında gözlerini açtığında, İsrail ordusunun kendisini Hermon’un zirvesinden izlediğini görecek” diyerek Colani yönetimini, kendilerine biat etmediğinde başına yağacak bombalarla tehdit etti. Suriye’nin güneyinde yaklaşık 40 hedefe hava saldırısı düzenlediklerini, Türkiye’nin Suriye’de askeri üs kurma ihtimalini potansiyel tehdit olarak gördüklerini ve bunu engelleyici ön saldırılar düzenlediklerini de açıkladı.
[23] Eslen, N. (2025) “Trump: Züccaciye dükkânındaki fil”, Cumhuriyet, https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/olaylar-ve-gorusler/trump-zuccaciye-dukkanindaki-fil-nejat-eslen-2317668
[24] Cumhuriyet (2025) “Ticaret savaşında yeni aşama: Gizli silahlarla gözdağı verdi”, https://www.cumhuriyet.com.tr/dunya/ticaret-savasinda-yeni-asama-gizli-silahlarla-gozdagi-verdi-2317415