Bilgesu Kiper
İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin çağrısıyla bir araya gelen öğrencilerin 19 Mart’ta yıktığı polis barikatı, ülke gençliğinin biriktirdiği bütün mücadele alanlarını kullanarak sokaklara akın ettiği, büyük kamu üniversiteleri başta olmak üzere ders boykotlarının örgütlendiği on günlük bir sürecin fitili olmuştu. Her gün Saraçhane, Güvenpark gibi şehir merkezlerine akın eden milyonlar, başta üniversite gençliğinin ders boykotlarının da etkisiyle “Hükümet İstifa” talebini büyütmüş, bu talebin yanı sıra önemine vurgu yaparak “Genel Grev Genel Direniş” çağrısını güncellemişti. Gençliğin siyasal taleplerle bir araya geldiği bu on günlük süreçten toplumsal mücadeleye ilişkin pek çok sonuç çıkarıldı. Kimi üniversitelerde fiili öğrenci temsilcilikleriyle talepler etrafında mücadele eden geçici birlikler gibi yeni mücadele mevzileri kuruldu ve üniversite gençliği Mart sonrasında 1 Mayıs alanlarına da dikkat çeken bir örgütlülükle katıldı. Gelişmeler, Emek Gençliği’nin uzun bir süredir üniversitelerde mevzilenmesinin önemini bir kez daha gün yüzüne çıkardı. Ders boykotlarının geniş kesimlerin talepleriyle parçası olabileceği biçimde örgütlenmesinde, protestocu ve örgütlenmekten ziyade eylemlere katılmayı hedef alan çizginin tüketiciliğinin pratikte talepler mücadelesinin örgütlenmiş olmasıyla aşılmasında, üniversite gençliğinin toplam mücadele birikiminin eylem-gösteri ve protestolara yansıtılmasında Emek Gençliği etkili oldu.
Başta hükümet değişikliği olmak üzere siyasal talepler etrafında bir patlamanın gerçekleşmesi, “genel grev genel direniş” çağrısıyla gençlik yığınlarının yüzünü işçi sınıfının mücadelesine dönmesi, hareketin öğrenci hareketinin son yıllarda biriktirdikleriyle birleşerek büyümesi ve pek çok şehirde yaygınlaşmış olması Mart’ın gençlik mücadelesini büyüten esas yanları oldu. Patlamanın gerekçesi olan talepler varlığını koruyor. Üzerinden aylar geçerken, eylemleri tetikleyen koşullar daha da sertleşti. Gençliğin geniş yığınlar olarak itiraz ettiği ne varsa, saray yönetimi tarafından örgütleniyor. Erdoğan iktidarı, yargıdan eğitime her alanda baskı ve saldırılarını, faşizmin örgütlenmesine yönelik adımlarını devam ettiriyor. Yaz döneminde, üniversitelere yönelik saldırılar soruşturmalarla, topluluk kapatmalarla, disiplin cezalarıyla, yurttan atmalarla sürdü. Ders boykotları ve şehir meydanlarındaki gösterilerle Mart eylemleri; valilik yasağının aşılmasını gerçekleştirmiş, İstanbul’a kayyum atanması gibi hamleleri durdurmuş, gözaltı ve tutuklamaların önemli bir kısmının serbest bırakılmasını sağlamıştı. Bu yanıyla birbirinden güç alan gençlerin önemli bir süre eylem-protestoları sürdürme, boykotu örgütleme çağrıları devam etmişti. Önümüzdeki süreçte örgütlenmenin önündeki engellerin kaldırılması için baskı ve saldırılar karşısında tüm toplumsal kesimlerin tepki gösterdiği bir zeminin inşası, Mart’ın gençlik mücadelesini büyüten temel yanlarının da daha fazla açığa çıkmasını, büyümeye devam etmesini sağlayacaktır.
Mart eylemlerinde binlerce gencin ortak özlem ve taleplerle bir araya gelişi gençlik mücadelesinin büyümesini sınırlandıran birçok ezberin de değişmesini getirmişti. Ülkede ve dünyadaki gelişmelere bakarken “neler oluyor” sorusuna kendince yanıtlar veren ülke gençliğinin en azından bir bölümü Mart eylemlerinde öğrendikleriyle “ne yapmalıyım” sorusuna yanıt aramaya başlamıştı. Güncel olarak artan baskı ve saldırılar, bunun ekonomik-sosyal yansımaları “yaptım-yaptık ama olmadı” duygusunu da yüzeye çıkarıyor. Bu duygunun yığınların hareketini tayin edecek kapsamlı bir argümana dönüşmemesi için mücadelenin ilerletilebileceği noktaları ortaya koymak, geride kalan aylardan sonuçlar çıkartmak gerekiyor. Mart eylemleri, gençlik mücadelesi açısından bir kırılma noktası oldu. Kırılma, mücadele etme eğilimlerinin düzeyi açısından ne kadar tayin edici olsa da bir yöne ihtiyacı var. Yeni bir eğitim dönemine başlarken geniş yığınların “ne yapmalıyım”ı da aşıp “ne yapmalıyız”ı sorması, bu soruya verdiği cevaplardan üzerine düşeni belirleyerek hareket edebilmesi için ihtiyaç olan kırılmanın politik olarak hangi yönde ilerleyebileceğini ortaya koymak. Bunu yaparken, Mart sürecinde mücadele yöntemleri ve örgütlenmeye dair açığa çıkan kimi tartışmalara da yeniden yanıt vereceğiz.
Sınıfsal, Örgütsel, Siyasal Dinamikler ve 19 Mart Patlaması
- Sınıfsal Dinamikler
Mart eylemleri; büyük çoğunluğu okurken çalışan, barınma ve beslenme ihtiyaçlarının karşılanmasında temel sorunlar yaşayan, üniversitesinde bu sorunları çözmeye yönelik adım atmak istediğinde ilk elden atanmış rektörün soruşturmalarını, baskı ve saldırılarını karşısında bulan yoksul ailelerin çocuklarının sınıfsal reaksiyonuyla gerçekleşti. Diplomanın ifade ettiği işlevsizlik ve geleceksizlik, bugünün yaşam koşullarının gittikçe kötüleşmesiyle birleşince bu reaksiyon sokaklara aktı.
Şimşek programının kemer sıkma politikalarıyla OVP’nin ikinci yılında gelinen nokta; başta eğitim hakkı olmak üzere barınma, beslenme gibi temel hakların fiilen gasp edilmesi oldu. Kamuya ayrılan bütçenin kısılması eğitime ayrılan bütçenin de oransal olarak küçülmesine, büyük kamu üniversitelerinde eğitim alanında gerilemelere, beslenme ve barınma koşullarının kötüleşmesine neden oldu. En öncelikli ihtiyaçlar kamuda tasarruf adına görmezden gelindi. Güncel burs miktarı yetersiz. Üniversite öğrencilerinin %40’ı yarı zamanlı işlerde çalışıyor. Bir yılda 250 bin öğrenci okulu bırakıyor. Yalnızca kira artışları nedeniyle bile binlerce öğrenci okula devam edemiyor. KYK yurt kapasitesi öğrencilerin yalnızca %10’una yetiyor.
Üniversitelilerin geleceği açısından güncel tablo iç karartıcı. Üniversite mezunu her 4 geçten 1’i işsiz kalıyor. Geniş tanımlı genç işsizliği %37 (DİSK-AR, 2025). Gençler sosyal güvenceden yoksun geçici işlerde çalışıyor. Kendi mesleğini yapanlar oldukça sınırlı. Meslek dışı düşük ücretlerle çalışma yaygınlaşıyor. [1] Saray iktidarının gençlik için hazırlamış olduğu bu tablonun temelinde sermayenin artan sömürüsü yatıyor. Kamudan tasarruf edilenler sermayenin cebine akıyor. Bunun kalıcılaşabilmesi için bir yandan emek sömürüsü ağırlaşırken, bir yandan da üniversitelere yönelik baskılar artırılıyor. Öğrenci örgütlenmeleri üzerindeki baskıların yanı sıra sansür ve denetim de yaygınlaştırılıyor. Öğrencilerin örgütsel mekanizmaları dağıtılıyor. Akademik yaptırım tehditleri artıyor. Polis ve üniversite yönetimleri birlikte çalışıyor. Geçtiğimiz dönemlerde temel ihtiyaçlarına dair taleplerle üniversite içerisinde eylem ve protestolar düzenleyen gençlerin aileleri kendini polis olarak tanıtan kişilerce aranıyor.
- Örgütsel Dinamikler: Cin Şişeden Nasıl Çıktı?
Mart eylemlerinin yalnızca İmamoğlu’nun diplomasının iptali üzerine olmadığı, eşik noktası sayılabilecek pek çok faktörün olduğu birçok kez farklı kesimlerce dile getirildi. Binlerce gencin bir araya gelip meydanları doldurması bir eşik noktasının aşılması veya patlama olarak değerlendirilmeli. Ancak gençliğin örgütlenmesi açısından; bunu yalnızca yaşam koşullarının koşulladığı, her alanda homojen biçimde ortaya çıkan ortak bir dışavurumla sınırlı görmek eksik olacaktır. Patlama, gençlik mücadelesinin son yıllarda biriktirdikleriyle birleşmiştir.
Son beş yılda Boğaziçi, İstanbul, Yıldız Teknik, ODTÜ, Hacettepe gibi büyük kamu üniversitelerinde barınma, beslenme, kütüphane, kampüs koşulları gibi sorunlar etrafında gelişen yerel eylemler, öğrenci topluluklarının, çeşitli fakülte-bölüm öğrencileri gruplarının, bazı üniversitelerde fiili öğrenci temsilciliklerinin birlikte hareket ettiği deneyimler yarattı. Boğaziçi Direnişi, Zeren Ertaş eylemleri, Maraş Depremi sonrasındaki örgütlenmeler, Filistin eylemleri, kadın cinayetlerine karşı birleşmeler, dönemsel imza kampanyaları, şenlik protestoları, CİTÖB kurulması ve aktifleştirilmesi için eylem-kampanyalar ve günlük talepler etrafında bir araya gelme deneyimleri gibi pek çok örnek, ardında, kimisi diğerlerinden daha kalıcı olan örgütlenmeler bırakmıştı. Her seferinde daha geniş katılımın sağlandığı ve tepkinin büyüdüğü çeşitli örnekler ortaya çıktı. Bunlar elbette dört başı mağrur örgütlenmeler değildi. Öğrenci örgütlerinin uzun süredir saldırı altında olduğu, öğrenci topluluklarının, öğrenci birliklerinin eski gücünün olmadığı, ÖTK’nın fiilen bir iki örnek dışında bulunmadığı veya kullanılmadığı bu dönemde birikme; eylem ve gösterilerin örgütlenmesi süreçlerinde ve bu süreçlerden çıkarılan sonuçlarla sağlandı. Örneğin Zeren Ertaş eylemleri asansör faciasının ardından art arda gelen ve ülke çapında yankı bulmuş tepkisel eylemlerdi, ancak bunlar öğrenci hareketinin eski birikimiyle (topluluk vb.) sınırlı oranda buluşmuş, yurtlarda kurulan geçici temsilcilik örnekleri dışında yeni bir şey de kurmamıştı.
19 Mart’a kadar deneyimler birikti. Bu süreç, üniversite gençliğinin yaşam koşullarını korumaya dönük mücadele refleksinin, bu koşulları reddeden, eleştiren ve değiştirmeyi hedefleyen bir reaksiyona dönüşmesini sağladı. 19 Mart, son yıllarda biriken sınıfsal, politik ve örgütsel deneyimlerin farklı üniversitelerdeki pratiklerin ve tepkilerin üst üste konarak büyümesinin, birikmesinin etkili olduğu bir kırılma noktasıdır. Bu kırılma tümüyle örgütlü bir planın veya merkezi bir örgütlülüğün sonucu olmasa da mevcut öğrenci hareketinin biriktirdikleri, uzunca bir süredir üniversitelerde mevzilenen başta gençlik örgütlerinin önemini bir kere daha göstermiş, tüm kesimlerin dahil olabileceği formüllerin önerilmesinin önü açılmıştır. Bir talebin toplumsal bir gücü ifade eder hale gelmesi, çevresindeki örgütlü güçlerin hareketi ile mümkündür. Üniversite topluluklarından fiili düzeyde kurulmuş öğrenci temsilciliklerine, en basit sosyal medya grubundan forumlara, sokak eylemlerine; hükümet istifa talebi bu şekilde büyütüldü.
- Siyasal Dinamikler
Son yıllarda üniversitelerde egemen siyaset biçimi ve öznesi büyük ölçüde burjuva muhalefet çizgisinde şekillendi. Geniş öğrenci kitlesi, AKP karşıtlığında burjuva muhalefetin politik hattıyla örtüşen bir Erdoğan karşıtlığı kampının parçası olarak görünüyordu. Üniversiteliler, anketlerde ve gençlik araştırmalarında en kalabalık AKP karşıtı toplumsal grup olarak öne çıktı. Ancak bu çizgi, çoğu zaman değişimi sandık merkezli vaatlerle sınırlandırıyor, gençliği siyasetin dışında bırakıyor ve taleplerini yalnızca seçim dönemlerinde gündeme alıyordu. Bu yaklaşım, gençliğin önemli bir kısmında siyaseten edilgenlik, dışarıda kalmışlık, temsil krizi ve temsilcisini bulma noktasında yönsüzlük eğilimlerini besledi.
19 Mart, bu tabloyu kısmen aşan bir kırılma noktası oldu. İmamoğlu’nun gözaltına alınması, gençliğin büyük oranda ortaklaştığı bir cumhurbaşkanı adayı olması ve gençlik açısından geleceği sembolize eden diploma iptali olaylarının birleşmesi, iki kritik gündeme dayanan tepkileri birleştirdi. Bu şekilde, Mart öncesinde daha baskın olan seçim ve sandık eksenli değişim motivasyonu, sokak eylemleri ve doğrudan siyasal hesaplaşma zeminine kaydı. CHP’nin başını çektiği seçime indirgenmiş bir yönetim değişikliği arayışı sarsıldı. 19 Mart eylemlerinin talebi doğrudan yönetim değişikliği oldu.
Bu dönüşümün en somut ifadesi, CHP’nin çağrısını yaptığı Saraçhane ve Güvenpark gibi buluşmalarda İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin başlattığı ve tüm alana yayılan “Kurtuluş sokakta, sandıkta değil” sloganı oldu. Slogan, CHP’nin mitinglerinde geniş yankı buldu; sandığa ve ön seçime sıkışmış tartışmalara tepkiyi büyüttü. CHP’nin kendi çağrı biçimini ve pratiğini de etkileyen bu sokak iradesi, öğrencilerin üniversitelerde kurdukları birliklerin alanlara akmasıyla güçlendi. Ancak patlama anındaki bu kısmi aşma hali, burjuva muhalefetin etkisinin tümüyle kırılması anlamına gelmiyor. 19 Mart’tan sonra Özgür Özel’in çağrısıyla düzenlenen mitinglerde gençliğin yoğun katılımı dikkat çekti; birçok genç, adım atma konusunda hâlâ bu çizgiden gelecek sözü bekliyor. Daha örgütlü olanın belirleyici olacağı bu çarpışmada, bugün burjuva muhalefetin sınırları gençlik hareketini büyük oranda belirlemeye devam ediyor.
Bu nedenle, geniş yığınların yalnızca mitinglere ve çağrılara katıldığı bir pasifleşme çizgisini kırmak için, gençliğin kendi kararlarını verebildiği, fakültelerde, semtlerde, liselerde, atölyelerde politika yapabildiği alanları hedefleyerek, planlayarak örgütlemek kritik. Sokaktan anladığımız yalnızca binlerce insanın belirli bir saatte toplanması değil; her alanın eylem alanına dönüşmesi, gençliğin her yerde sözünü ve taleplerini örgütlü bir güç olarak dile getirebilmesidir. Ancak gençlik içerisindeki örgütlenme eğilimi ve arayışı, henüz etkili bir örgütlenme seferberliğine dönüşmemiştir. Büyük kitlesel protestolara ve boykot/forum vb. örgütlenme modellerine yüksek katılımlar gerçekleşmesine rağmen sol/sosyalist politik gençlik örgütlerine üye olan genç sayısı bu süreçte birkaç yüzü geçmedi.
Eylemler ve Sonuçları
- Eylem ve Örgütlenme Çizgisi, Protestoculuk, Hızlı Çözüm Arayışı
Mart eylemlerine giden süreçte gençlik mücadelesinin biriktirdiklerinin önemli bir çıktısı ders boykotları oldu. Bir hafta süren ders boykotu üniversitenin terk edildiği değil, her alanında gençliğin kendi sözünü söylediği, kendi ifadesini yarattığı, tepkisinin kalan günlerde hangi biçim ve içeriklerde devam etmesi gerektiğine birlikte karar verdiği bir nitelikte ilerletilmeye çalışıldı. Açık derslerde hem ülkenin hem üniversitenin demokratikleşmesi, her fakültenin kendine özgü gündemleri etrafında toplumsal bir bakışın gösterdikleri ve akademinin güncel sınırlılıklarını aşan tartışmalar örgütlendi. Bölüm-fakülte forumlarında ise mücadelenin geleceği ve öğrencilerin talepleri tartışıldı. Bu sürecin çıktısı, birleşmenin gerekli ve değiştirici olduğunun herkes tarafından kabul edilmesi oldu. Ancak hem boykotun hem de eylemlerin rotası çizilirken, örgütlenmeye odaklanmayan, günlük-protestocu, her gün rotasız bir yürüyüşün gerçekleştirilmesine odaklı bir çizgi de tartışmaların ana gündeminde yer aldı. Bu çizgide madalyonun bir yanı, hareketin toplam çıkarlarını düşünmeyen, yalnızca kendi örgütünün-grubunun çıkarları etrafında müdahalelerde bulunmaya çalışan dar grupçu yaklaşımlardı. Diğer yanıysa “ihtiyaç olduğunda yeniden birleşebilecek miyiz?” kaygısıyla hareket eden mücadeleci, örgütsüz gençlerdi.
Elimizdeki toplumsal gücü şimdi değerlendiremezsek bir daha toplayamayız endişesi, mücadele biçimlerine yönelik tartışmaları da doğurdu. “Hazır gücümüz varken boykotu devam ettirelim, gücümüzü toplayabiliyorken bir polis barikatı daha yıkalım, günlük sokak eylemlerinde buluşalım, pasifize olmayalım” gibi bir mantık mücadeleyi büyütme niyetinin bir parçası olsa da politik içeriği açısından oldukça tartışmalıdır. Her şeyden önce var olan gücü büyütmeye değil, nasıl tüketilebileceğine dair bir tartışmadır. Yığınların mücadelesinin pasifleşmesinden anlaşılan, geniş kesimlerin örgütlü, karar alıcı pozisyonda harekete dahiliyetini kaybetmesi, günlük-istikrarlı-hedefli bir mücadele zemininin kurulamaması veya zarar görmesi ve bu nedenlerle mücadele gücü ve yeteneğinin yitirilmesi olmalıdır. Gerçekten değiştirici bir mücadele için eylem çizgisi hareketin basit-fiziksel anlamı olan birleşip A noktasından B noktasına gitmekten çıkartılıp genişletilmeli, geniş yığınların bulundukları her alanda politik hedeflerle istikrarlı biçimde mücadeleye katıldığı bir çizgiye çekilmelidir. A noktasından B noktasına kitlesel olarak gitme, politik bir hedefi elde etme düzeyine bu şekilde yükselebilir. Bu, her eylemden önce toplanıp forum yapmak, uzun toplantılar gerçekleştirmek anlamına gelmez. Hedeflerini, örgütlenirken kullanacağı araçları en iyi şekilde belirlemiş, politik olarak safını ilan etmiş kalıcı ve istikrarlı örgütlerin buna ihtiyacı olmaz. Böyle bir örgütlülükte, bireysel istekler değil toplumsal ihtiyaçlar belirleyici olacaktır. “Ben böyle istemiyordum”, “forum kararı beni bağlamaz”, “en doğru düşünce benimkidir” ve bu minvalde tartışmalar bu düzeyde bir mücadeleciliğin parçası olamaz. Geniş kitlelerin politik olarak öğrenerek ilerlettiği bir sürecin içerisinde yer bulamaz. Bu nedenle bugün mücadeleye atılmış, elini taşın altına koymuş tüm gençlerin daha önce bunu yapmamasına neden olan politik gerekçeleri karşına almaya devam etmesi önemli, ancak yeterli değildir. Bu hesaplaşmanın safları büyütecek örgütlerde buluşma pratiğiyle birleşmesi gerekiyor. Yani birleşmek yeterli değil, örgütlenmek gerekiyor.
Üniversite gençliğinin ortaya koyduğu mücadele rotası, boykot, grev, direniş çizgisinin de katkısıyla, mücadele eğilimleri açısından eskiye-geriye dönüşün bu koşullarda yeniden yaşanması oldukça zor. Ancak birikimin ilerletilemediği durumda örgütlenmenin önüne geçebilecek sınıf-güç ilişkileri oluşabilir. Aynı bir halat çekme yarışması gibi, tüm devlet aygıtlarını kullanarak halatı bir ucundan çekiştiren Saray iktidarı ve dayanağı olan tekelci kapitalistler, karşılarında birlikte hareket eden örgütlü bir güç bulmadıkları koşullarda savaşı kazanırlar. Yaşam, bir mücadele alanıdır. Sonuç mücadele ile belirlenir. Bu nedenle Erdoğan iktidarının karşısında bir araya gelmek, en geniş kesimlerin antifaşist bir mücadele hattında birleşebilmesi kritik önemdedir. Ancak bu noktada en geniş kesimlerin katılımından söz ederken, tek tek insanların bir meydanda buluşmasıyla sınırlı bir tabloyu tarif etmiyoruz. Bu zaten yapıldı, ihtiyaç artık bunun ötesindedir. Hem dar grupçuluğun hem de protestocu tarzın sonuçları, geniş yığınları edilginleştiren burjuva siyaset anlayışıdır. Bunun aşılması gereklidir.
- Kalıcı Örgütlenmeler ve Zahmetli Bir Mücadelenin İhtiyacı
Gençlik mücadelesi, sokak, şehir meydanları, mitingler, hayatın akışını değiştirmeye yönelmiş örgütlü bir iradenin parçası kılınabilirse hedeflerine ulaşabilir. Bir çağrıya kulak veren ve bir araya gelen milyonlar büyük bir güçtür. Ancak faşizmin örgütlenmesine karşı mücadele, bu çağrıyı örgütleme deneyimine ulaşmış olmayı, bu binlerin ertesi gün de birbirini örgütlemesini gerektirir. Akşamları bir meydanda toplanıp, gündüz hayatın olağan akışına dönmek yeterli değildir. İş yerlerini, kampüsleri, yurtları mücadele alanına çevirmek gerekir. Sokak bunların aracı, parçası olmalıdır. Sokak, tüm toplumsal kesimleri kapsayabilecek bir mücadelenin mekânı olabildiği, mahalle mahalle, semt semt gençliğin sınıf hareketiyle birleşmesinin ve karar alma mekanizmalarının genişleyebilmesinin alanı olarak şekillenebildiği ölçüde ilerletici olacaktır. Üniversite boykotlarının gösterdiği de budur. Forumlar, forumlarda kurulan boykot komiteleri ve alınan kararların bu araçlarla inşa edilmesi, bu araçların geliştirilmesi gereklidir.
Mart eylemlerinin siyasal taleplerinin gösterdiği rota, akademik-demokratik talepleri de içeren eylem çizgisinin kalıcı-etkili-kapsayıcı örgütsel birliklerle beslenmesidir. Siyasal gündemlere müdahale etme çizgisini sürdürmek gereklidir, ancak henüz bu açıdan yolun başıdır. Bu durumu değiştirebilecek örgütsel birikimden Türkiye gençliği bir süredir uzak olsa da tarihte örnekleri bulunmaktadır. Türkiye’de 68 hareketi, bu dönemde de gençliğin gündemine gelmiş, kimi yanlarıyla Mart eylemleri ve 68 üzerine benzerlikler kurulmuştu. Ülkenin siyasal gündemine etkide bulunabilecek bir niceliğin bir araya gelmesi açısından Mart eylemleri 68’in ilerisine geçmiş olsa da, etkisini politik olarak sürdürebilecek, taşıyabilecek bir içeriğe sahip olamamıştır. Türkiye’de 68 demokratik üniversite talebiyle başlayıp bağımsız ve demokratik Türkiye talebini ileri sürerek düzeni değiştirme iddiasıyla buluşmuş, anti-emperyalist bir içerik kazanmış ve sosyalizm mücadelesine bağlanmıştır. Hareketin bu düzeyde bir politikayla buluşabilmesi, netlik kazanabilmesi için bu yönde gelişebilecek örgütlenmelerin ilerletilmesi esastır.
- Milliyetçilik Tartışmaları
Uzun süredir üniversite öğrencilerine yönelik baskı ve saldırıların bir ayağı, devletin çeşitli klikleri ve MHP’den kopan partilerin yönlendirdiği milliyetçi-faşist provokasyon grupları oldu. Taktikleri, provokatif ve bölücü çıkışlar üzerinden hareketi marjinalize etmeye çalışmak. Üniversite içindeki eylemlerde söz geçirememeleri, örgütlü bir güçten çok provokatif bir tarzın ürünü olmalarından kaynaklanıyor. Bu tür gruplardan etkilenen gençler ise çoğunlukla hızla dönüşmeye açık, fikir ve kararlarını kolayca değiştirebilecek bir kesim oluşturuyor.
19 Mart eylemleri sürecinde İstanbul’da eylemlere küfürlü slogan ve dövizlerle gelen, bayrak ve döviz taşıyan insanlara ya da örgütlü gençlere saldıran, linç girişiminde bulunan gruplar görüldü. Hacettepe öğrencilerinin boykotunda, ÖTK başkanının boykotu düzenleyen öğrencilere “terör propagandası yapıyorsunuz” diyerek küfretmesi bunun bir örneği oldu. Ancak öğrencilerin boykot sürecinde forumlar, toplantılar ve yerel buluşmalarla taleplerini netleştirmiş olması, bu provokasyonların karşılık bulmamasını sağladı. ÖTK başkanı yuhalanarak alandan uzaklaştırıldı, okul yönetiminin güvenlik birimi (ÖGB) tarafından korunmak zorunda kaldı.
Meydanlarda atılmaya çalışılan “Ne Mutlu Türk’üm Diyene”, “Polise Kalkan Eller Kırılsın” gibi sloganların gençlik mücadelesinin güncel hedef ve talepleriyle doğrudan bir bağlantısı yok. Benzer şekilde “Gençliğe Hitabe”nin veya 68’e Göktürk bayrağı göndermelerinin yan yana gelmesi gibi ilgisiz bileşimler, ideolojik karmaşa ortamının bir göstergesi. Bu refleksler, geniş kesimlerin ortak taleplerle bir araya gelmesinin önünde bölücü bir etki yaratabilir. Ancak bunlar, faşist reaksiyon potasında eritilemeyecek kadar karmaşık bileşimlerdir. Milliyetçi eğilimler, bayrak taşıma gibi kitlesel ve doğal refleksler, hareketin politik gelişiminin seyrinde ve kitleselliğinin içinde değerlendirilmelidir. Hareketin kendi kitlesi ve çizgisi egemen oldukça bu etkilenmeler de değişebilir. Bunlar net, köşeli, kalıcı değil; çoğu zaman geçişli, flu, manipüle edilebilir ama aynı hızla dönüşebilir eğilimlerdir.
Dünya gençliğinde de son yıllarda benzer dinamikler görülüyor: ekonomik çıkmaz ve krizlerin yarattığı güvensizlik, yönsüzlük ve temsil boşluğu, gençlik içerisinde aşırı sağcı, milliyetçi ve şoven söylemlere zemin hazırlayabiliyor. Ancak bu etkilerin yaygınlaşmasının zemininde geleceksizlik, biriken öfke, ana akım partilerin sorunları çözme kapasitesinin bulunmaması ve yaşam koşullarındaki kötüleşme yatıyor. Türkiye’de de AKP iktidarına karşı öfkenin farklı kanallara akması, 19 Mart sürecinde bozkurt işaretleri ile sol marşlarının aynı meydanda bulunabilmesi gibi ilginç kombinasyonları mümkün kıldı.
19 Mart’ta Saraçhane’de “kim bu bozkurt işaretli gençler” sorusu çokça tartışıldı. Uzun yıllar milliyetçi ve dinci sağcılığın etkisi altında olan, Y ve Z kuşakları türünden kategorizasyonlarıyla sınıflarüstü sosyokültürel yaklaşımların revaçta olduğu ideolojik ortamda dinsel motiflerle örgütlenmiş sömürü ve zorbalığa karşı mücadeleye yönelmiş gençlik kitlesi içinde bu tür kafa karışıklıkları ve etkilenmeler tabii ki anormal değil. Karşımızda, belli kalıplara sığmayacak kadar karmaşık, geçişli ve hızlı dönüşebilen bir gençlik toplamı var. Zafer Partisi gibi örgütlerin gençlik içindeki çalışmalarıyla etkisi tabii ki göz ardı edilmemeli, ancak devletçi-faşist ya da faşizan muhalif eğilimlerin faşist bir diktatörlük inşa etmeye yönelmiş bir Saray iktidarına karşı muhalefette ne denli hareketli olmuş olursa olsun dezavantajlarının küçümsenemeyeceği de ortada. Anti-faşist mücadelede faşist ya da faşizan eğilimlerin işi herhalde zor olmalı.
Örneğin “kutsal/mukaddes devlet” imajı, özellikle öğrenci gençlik içinde yakın geçmişe kadar güçlüydü. Ancak bugün bu imaj, polis saldırılarından sınav skandallarına, sağlık sistemindeki çürümüşlükten deprem vergilerinin amacı dışında kullanılmasına kadar tanıklık edilenler dolayısıyla ciddi ölçüde tahrip olmuş durumda. Bu imaj tamamen ortadan kalkmış olmasa bile ama ciddi hasar almış halde. 19 Mart sürecinde Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu’nun “polise bir şey demeyeceğiz” tutumu, polisin saldırılarını durdurmaya dönük değil; devletin kutsallığı anlayışının pratik savunusu olarak görüldü. Şimdi yeniden “kutsal devlet” imajını ayakları üzerine dikmek örneğin Zafer Partisi’nin kolay başarabileceği şey değil.
Hem polis baskısını hem de faşist provokasyonları engellemenin yolu, taleplerin netleştirilmesi, örgütlülüğün yerelleşmesi ve alanlara etkili biçimde yansımasıdır. Devlet aygıtı egemen sınıfların baskı aracıdır; öyleyse gençliğin de egemen sınıflar üzerinde baskı kurabilecek kendi araçlarını, örgütlerini ve birliklerini inşa etmesi gerekmektedir.
- Lise Gençliği ve İşçi Gençliğin Mart Eylemlerine Katılımı
Üniversite gençliğinin biriktirerek, mücadele mevzilerini güçlendirerek elde ettiği örgütlülük, diğer gençlik kesimlerinin de üniversite gençliğini takip etmesine vesile oldu. Lise gençliğinin mücadelesi, 2016’da Karanlığa Sırtımızı Dönüyoruz eylemlerinden bu yana üniversitelileri izler bir düzeydeydi. Dönem dönem kimi liselerde özgün mücadele deneyimleri açığa çıksa bile, genel bir talep etrafında merkezileşen veya yerel özgünlükleriyle gündem olan bir örneği uzun bir süredir görmüyoruz. En temel öğrenci örgütü olan ÖTK’ların içinin boşaltılması, ardından seçimlerinin yapılmamaya başlanması lise gençliğinin mücadele birikiminin önünde önemli bir engel olarak duruyor. Lise şenliklerinin yasaklanması, kulüp faaliyetlerinin engellenmesi gibi örnekler lise gençliği açısından artık alışılmış şeyler. Mart eylemlerinde binlerce liseli de geleceği için eylemlere katıldı, üniversite boykotlarını izledi. Genellikle sosyal medya üzerinden bir araya gelen gruplar olarak eylemlere katıldı. Öğretmenleri sürgün edildikten sonra başta köklü liseler olmak üzere hızlıca “Öğretmenime dokunma” eylemlerinin başlaması Mart eylemlerinin açtığı yoldan bir ilerlemeydi. Bu süreçte Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in istifası ve eğitim sisteminin niteliğine ilişkin talepler büyüdü. Talepler mücadelesinin genişlemesi, liselileri de bu mücadelenin kalıcı özneleri haline getirebilir. Örgütlenme alanlarının zayıflığı açısından işçi/işsiz gençlik için de benzer bir değerlendirme yapılabilir. Son birkaç yıl içerisinde genç işçi ölümlerinin geçmişe oranla daha fazla tepki çektiği, çalışma ve yaşam koşullarına ilişkin taleplerin öfkeyle beraber biriktiği bir tablo hâkim. Ancak Mart eylemlerinden önce bunun açığa çıkabileceği örgütlü bir alan olmamıştı. İşçi/işsiz gençlik Mart eylemlerine mahalle arkadaşlarıyla, akrabalarıyla dahil oldu. Bunun iş yerlerine de yayılması, örgütlü hale gelmesi işçi gençliğin taleplerinin alanlarda görünür olması açısından önemli bir ihtiyaç.
- Genel Grev Genel Direniş Çizgisi ve Sınıfa Yüzünü Dönme İhtiyacı
Mart eylemleri esnasında mücadeleye önderlik eden öğrencilerin üretimden gelen gücü de ifade ederek çağrısını yaptıkları “Genel grev genel direniş” hattı, uzun bir süre öğrenci hareketinin en popüler sloganlarından oldu. 1 Mayıs’ın örgütlenmesi sürecinde üniversite gençliğinin temel motivasyonu, kendileri dışındaki toplumsal kesimlerin mücadeleye katılmasına alan açmak için 1 Mayıs alanlarında olmaktı. Genel grev genel direniş sloganı binlerce genç tarafından benimsense bile, bu sloganın bir ajitasyon sloganı olduğu herkes tarafından anlaşılamadı. Karşılık bulmamış bir grev ilanı, kavgaya çağrılan kesimlerin çağrıyı cevapsız bırakması gibi kavranarak ele alındı. Bu tartışmalar üniversite gençliği başta olmak üzere gençliğin temel ilgisini bir süreliğine işçi sınıfına çevirmesine vesile oldu. Ancak işçi sınıfının tarihsel rolü, gençlik mücadeleye başladığında arkasında olması ve üretimden gelen gücünü kullanması gereken bir sınıf şeklinde sınırlı bir düzeyde ele alındı. Örneğin; İzBB işçilerinin direnişinde, işçi sınıfının greve çıkması muhalif bir belediyenin işçileri olması gerekçesiyle genel grev genel direniş çağrısını da yapmış kimi gençlik kesimleri tarafından desteklenmedi. ODTÜ işçilerinin yaz sürecinde gerçekleştirdiği grev ODTÜ öğrencileri tarafından desteklense de, bu desteği ortaya koymak için atılan adımlar sınırlı oldu. Bu ele alış ve tutumlar, ülke iktidarını ya AKP’nin ya da alternatifi olarak CHP’nin “malı” olabileceği şeklinde algılayıp, işçi sınıfını da saray iktidarının karşısında ama burjuva muhalefet ekseninde ya da yedeğinde mücadele etmesi gereken “dolgu maddesi” durumunda bir güce indirgemenin sonucudur. Saray iktidarının devrilmesi acil bir görevdir ve bunun için iktidara muhalif tüm kesimlerin bir arada olması gerekir. Ancak işçi sınıfının siyasal mücadelesinin büyütülmesi, hem saray iktidarını devirmenin bir gerekliliği hem de tekellerin egemenliğinin tümüyle ortadan kaldırılıp halk iktidarının gerçekleşmesi için bir zorunluluktur. Dolayısıyla burjuva düzen partilerinin öngördüğü sınırları aşan bir mücadeleye ihtiyaç vardır. İşçilerin karşısında kimlerin, nasıl konumlandığı, işçilerin sömürüsüz insanca bir yaşam mücadelesini kime karşı verdiğine bütünlüklü bakmalı ve her koşulda insanca yaşam mücadelesi büyütülmelidir. Mart süreci ve sonrasında grev konusunda işçi hareketinin somut durumu gözetilmeden açılan tartışmalar bu yanlarıyla eksik kalmıştır. İşçi sınıfının tarihsel rolü, bugünün üretim ilişkilerini yıkarken yenisini kurabilme yeteneğinden gelir. Bu yeteneğin işçi sınıfına özgü olmasının nedeni üretim sürecinde tuttuğu yer ve buradan gelen gücüdür. Bu gücün kullanıldığı her bir alan bir okuldur, büyümesi diğer toplumsal kesimlerin de taleplerini kazanabilecekleri bir zemini açar. Gençlik de işçi sınıfından apayrı, başka bir sınıf değildir. Aksine önemli bir kısmı ekonomideki konumu açısından da işçi sınıfına katılan ya da katılmakta olan, tüm temel talepleri de sınıf mücadelesinin konusu olan bir toplumsal gruptur. Sınıfın safında örgütlenmek, sınıfın çıkarları için mücadeleyi büyütecek kararlı, biriktirebilen bir örgütlenmenin parçası olmak demektir.
Çıkış Yolu ve Ne Yapmalı?
- Güç Biriktirme ve Örgütlenme İhtiyacı Devam Ediyor
“Yaptım-yaptık ama olmadı” hareketin şimdilik geri çekildiği bir süreçte, örgütlenme sürecine dahil olmuş mücadeleci gençler de dahil olmak üzere öne çıkan tartışma konularından. İlk olarak konuyla ilgili tartışma, içerisinde kendini özne olarak gören, toplumsal süreçlerin gelişimine dair sorumluluk alan bir ifade taşıyor. Bu açıdan ders çıkarmaya müsait, neyin yanlış-eksik olduğunun analizini yapıp yeniden harekete geçebilme potansiyeli barındırıyor. Geniş kesimlerin kendi hareketinden, kendi bilincinin değişiminden sonuçlar çıkarması, bunu yapmak üzere toplantılar, tartışmalar örgütlemesi, bundan sonra ne yapmalı sorusuna da cevaplar vermesini sağlayacaktır. Bu alan hala açık. İkinci olarak bu analiz oldukça erken ve acelecidir. Türkiye gençliğinin mücadele tarihi açısından Mart eylemlerine benzer örnekler sayıca azdır. Mart eylemlerinin kendisinden öncekilerden önemli bir farkı örgütsüzlüğün öne çıktığı bir dönemde gerçekleşmiş olmasıdır. Gençliğin kitle örgütlerinin, mücadele mekanizmalarının saldırılarla karşı karşıya kaldığı, bu mevzilerin gücünün azaldığı bir süreçte gençlik mücadelesi biriktirdiklerini toplayıp harekete geçmiştir. İlerlemek için gereken, güç biriktirmeye devam etmek ve başta işçi sınıfı olmak üzere mücadeleyi diğer kesimlerle birleştirmek, düzey açısından çıtayı da işçi sınıfının saflarını büyütmeye koymaktır. Saray yönetimini devirmek için henüz ne elimizdeki kitlesellik ne de kararlılık düzeyi yeterlidir. Ancak bir işaret fişeği çakılmıştır. Kırılma noktaları, ilerlenebilecek hattı da göstermektedir. Ders boykotları gençliğin ideolojik-politik eğitiminin gerçekleşmesi, geniş yığınların kendi hareketinin sonuçlarını değerlendirebilen bir pozisyon alması ihtiyacını ortaya koymuştur. Genel grev genel direniş çizgisi, sınıf mücadelesine ilginin arttığını ama henüz burjuva siyasetinden kuvvetli bir kopuşun gerçekleşmediğini, işçi sınıfının kuvvetli bir “yedek güç” olarak ele alındığını göstermiştir. Bu çizginin hareketin esas yönü olması, sınıf mücadelesinin tayin ediciliğinin kavranması ve bu eksende örgütlenmenin artması gerekmektedir. Kitlesel öğrenci buluşmaları gerçekleşmiştir, bu buluşmalar talepler mücadelesinin örgütlenmesi açısından ilerleticidir, ancak bundan sonra da mücadelenin büyüdüğü ve yeni mevzilerin oluştuğu her alanda öğrencilerin acil talepleri etrafında mücadelesini genişletmesi esas ihtiyaçtır. Siyasal taleplerin çeşitlenmesi, akademik-demokratik taleplerin örgütlenmesi, daha geniş gençlik kesimlerinin mücadeleye katılması ve mücadelesinden öğrenmesi gereklidir. Yerel dayanakların güçlenmesi gereklidir. Geniş yığınlar “Ne yapmalıyız” sorusundan kendi payına düşeni ancak örgütlü, kolektif bilince sahip, biriktiren alanlarda bulabilir.
Gençliğin öncü kesimlerinin rolü, gençlik mücadelesinin tarihsel birikimini taşıyan, bu birikimden dersler çıkaran, öğrenen ve her alanda bu dersleri yeniden mücadeleyle buluşturan bir hatta olmaktır. Yalnızca anlık çıkışlar değil, kalıcı örgütler ve mekanizmaların inşasında talepler mücadelesinin güç biriktirmesini ve bu yolla en geniş kesimlerin mücadeleye katılmasını sağlamaktır. Mart eylemlerinde de bu rolü üstlenmiştir. Bu rol, içerisinde zorunlu olarak yeniyi kuracak ideolojik-politik çizgiyi de barındırır. Bugünün çürümüş kapitalizminin karşısına sosyalizm mücadelesini koymak, eski düzenin karşısına yenisinin örgütlenmesinin zorunluluğunu çıkartmak gereklidir. Bunu gençlik içinde Erdoğan iktidarının faşizmi örgütlemesinin önüne geçme temel ve acil göreviyle birleştirebilecek olan politik gençlik örgütüdür. Bu görev, geniş yığınların birlikte yürüteceği anti-faşist, anti-emperyalist ve savaş karşıtı bir mücadele rotasıyla yerine getirilebilir.
- Dünya Gençliğinin Mücadelesinden Öğrenmeli
Türkiye gençliği artan yoksulluğun, yolsuzlukların, çürümenin, milliyetçi-şoven politikaların karşısında yalnız değil. Dünya gençliğinin birbirinden öğrenen bir ilişkisinin olması, emperyalistlerin sömürü politikalarının karşısında mücadelenin örgütlenmesinin farklı pratiklerinin anlaşılması ve farklı ülkelerin dinamikleriyle dünyadaki düzenin ele alınışının gelişmesi açısından önemli bir noktaya oturuyor. Bu koşullar savaşlar ve yoksulluğu emekçi sınıfın çocuklarına dayatan bir dünya sisteminin sonuçları, topyekun bir hareket halinde olmasa da dünyanın farklı bölgelerinde de Mart benzeri patlamalar gerçekleşti, gerçekleşiyor. Bunlardan ülke içerisindeki emekçilerle birleşen bazıları, yönetim değişikliğine varan kazanımlar elde edebiliyorlar.
Sırbistan’da yeterli önlem alınmaması nedeniyle gerçekleşen tren kazasında yaşanan ölümler sonrasında başta sorumluların hesap vermesi talebiyle binlerce genç ayaklandı. Bir yıla yayılan büyük gösteriler düzenlendi. Ülkenin genel ekonomik durumu, eğitim masrafları vb. gündemler ülkenin dört bir yanında üniversite merkezli forumlarda ve karar mekanizmalarında gündem edildi. Erken seçim başını gençliğin çektiği halk gösterilerinin bir kazanımı oldu. Başbakan ve kimi bürokratlar gençliğin baskısıyla istifa etti.
Bangladeş’te öğrenciler kamuda işe alımlarda gerçekleşen ayrımcılığın karşısında üniversitelerinde protestolara başlamış, kota değil liyakat sloganıyla başlatılan eylemler kısa sürede hükümetin istifası talebiyle merkezileşmişti. Devlet müdahalesinin çok sert olduğu, 700’den fazla kişinin devlet-polis saldırılarıyla yaşamını kaybettiği, üniversitelerin kapatıldığı, internetin kesildiği bir dönemin sonunda başbakan Hindistan’a kaçtı. Parlamento feshedildi. Geçici bir başkan belirlendi.
ABD ve Avrupa’da Filistin protestoları, kampüs işgalleri nedeniyle hakkında soruşturma açılan veya üniversite ile ilişiği kesilen öğrenci ve akademisyenler oldu. İngiltere’de öğrencilerin harç sorununa, borçlanmasına karşı yerel ve ulusal düzeyde eylemler gerçekleşti. Barınma sorununa karşı üniversite düzeyinde eylemler gerçekleşti. Fransa’da öğrenci sendikaları işçi eylemlerine destek verdi, emeklilik yaşının yükseltilmesinin karşısında başlayan protestolar sırasında lise ve üniversite boykotları düzenlendi. Almanya’da harç artışlarına karşı yerel düzeyde protestolar gerçekleşti. Seçim döneminde gençlerin yoğunlukta olduğu binlerce kişi faşist ve şoven AfD’nin yükselişine tepki olarak sokaklara çıktı.
Kenya’da sosyal medya üzerinden örgütlenmelerin çok yaygın olduğu, #RejectFinanceBill2024 etiketiyle vergi artışlarına karşı başlayan ve parlamentonun basılmasıyla doruğa çıkan protestolar, kısa sürede Uganda ve Nijerya’ya (#EndBadGovernance) sıçradı. Yolsuzluk karşıtlığı, daha iyi sosyoekonomik koşullar ve demokratik haklara dair talepler ortaklaştı.
Dünya gençliğinin enternasyonal mücadelesinin güçlenmesi, Türkiye gençliğinin bu örnekleri daha fazla izlemesi ve sonuçlar çıkarmasını sağlayabilir. Bunun gerçekleşebilmesi için bu örneklerin daha fazla gündeme getirilmesi, gençliğin birbirine pratik desteğinin de örgütlenmesi gereklidir. Bunun önemli bir örneği Filistin için gerçekleştirilen protestolardır. Mart sürecinde Alman gençliğinin kimi örgütleri gücü oranında destek mesajları göndermiş, etkinlikler, açıklamalar yapmışlardır. Ülkedeki güncel koşulları değerlendirirken hem Mart’ı hem de saray yönetiminin politikalarını özgün yönleriyle değerlendirmek ne kadar gerekli ve acil olsa da, dünyadaki durumu, emperyalizmin keskinleşen çelişkilerini kavramak ve bunun karşısında mücadeleye atılmak çok daha kalıcı, güçlü bir mücadele birikimini sağlar.
- Politik Görevler
Sömürü politikalarının gençliğin günlük yaşamına ve temel ihtiyaçlarına etkisi derinleşiyor. Türkiye’nin emperyalizme bağımlılık ilişkileri, OVP’den Maden Yasası’na kadar her alanda kendini gösteriyor. NATO üyeliği, silah sanayisine yatırımlar, dışa bağımlı üretim ve IMF patentli ekonomik programlar, kadınları sömürü cenderesinin içerisine daha fazla çeken aile on yılı programları, Türkiye’nin emperyalist sömürü sistemindeki yerine işaret ediyor. Önümüzdeki dönem gençliğin geleceğinden, yaşamından çalınanların sermayedarların cebini dolduracağı artık daha açık. Milyonlarca gencin “hükümet istifa” talebiyle bir araya geldiği bir dönemden geçtik. Ancak tek adam iktidarının yıkılması için bu talebin antiemperyalist bir mücadeleyle birleşmesi, ülkedeki tüm sömürü ilişkilerine karşı mücadelenin ilerletilmesi gerekiyor. “Milli çıkar”, “enerjide bağımsızlık” ve “Türkiye Yüzyılı” gibi söylemlerle gençlik içinde yeniden üretilmeye çalışılan milliyetçilik, kalkınmacı bir maske altında bu bağımlılığı gizlemeye hizmet ediyor. İklim Kanunu, Maden Yasası gibi düzenlemelerle ülkenin doğal kaynakları uluslararası tekelci şirketlere açılırken; orman yangınları gibi felaketlerin önü ihmaller ve sermaye lehine alınan kararlarla açılıyor. Elektrik hatlarının bakımının yapılmaması gibi basit sorumluluklar yerine getirilmezken, doğayı korumak yerine enerji tekellerine yatırım yapılıyor. Tüm bunlar, Türkiye’nin emperyalizme bağımlılığının doğrudan sonuçlarıdır. Erdoğan iktidarının bu alanlardaki saldırıları hız kazanmış durumda. Gençlikten ve geleceğinden çalınanların hangi ceplere gittiği teşhir etmeli, ekonomik-sosyal talepler etrafında bir mücadele ortaya koyarken sömürü ilişkilerine toplamda itiraz etmeli, buna alan açan talepler sivriltilmeli.
Paylaşım savaşlarının derinleşmesi, NATO zirvesinde alınan kararla üye ülkelerin askeri bütçelerinin artırılması gibi gelişmeler dünya gençliği açısından sosyal hakların, eğitim-sağlık-barınma gibi temel ihtiyaçların tırpanlanacağını gösteriyor. Bir sonraki NATO zirvesi 2026’da Temmuz ayında Türkiye’de yapılacak. NATO’nun dahil olduğu her çatışma, Türkiye’yi savaşın tarafı haline getirecek. Bu süre zarfında başta NATO olmak üzere Türkiye gençliğinin savaş örgütlerine, bağımlılığa, silahlanmaya itiraz ettiği, yerine barış mücadelesini koyduğu taleplerin öne çıkarılması dünya gençliğinin silahlanma ve savaş karşıtı mücadelesinin de büyümesine katkı sunacaktır. Üniversitelerde savaş sanayi iş birliğinin artırılması, NATO stajlarından İHA derslerine Türkiye’nin savaş yanlısı dış politikası ve üniversitelerin emperyalist savaşların araçları olmasının karşısında bir mücadele hattı örgütlenmelidir.
Saray yönetimi, 7 Ekim’den bu yana Gazze’ye ilişkin hamasi söylemlerini sürdürürken, diğer yandan soykırımın taraflarıyla silah iş birliklerini büyütüyor, silah tekelleriyle yeni anlaşmalara imza atıyor. Üniversitelerde, İsrail ile anlaşmaları bulunan şirketler kariyer fuarlarında ve teknokentlerde rahatlıkla yer buluyor. Üniversite rektörlerinin Erdoğan iktidarıyla bağı başta olmak üzere bu ikiyüzlülük, bir süredir öğrenciler açısından çok daha görünür hâle gelmiş durumda. Yeni eğitim döneminin başlamasıyla bu ilişkilerin karşısında gençlik mücadelesinin büyütülmesi, yanı başında katledilen Filistin halkıyla dayanışma gösteren, tek adam iktidarının hamasetini kabul etmeyen bir gençlik mücadelesi örgütlenmelidir.
Toplumsal muhalefete yönelik iktidar saldırıları artarak devam ediyor. CHP belediyelerine atanan kayyumlar, gözaltı ve tutuklamalar, sansür, öğrencilere yönelik disiplin soruşturmaları Mart’tan bu yana büyüyor. Bu saldırıların önemli bir ayağını, Mart eylemlerine katılan gençlere yönelik baskılar oluşturuyor. Öğrencilere Mart eylemleri gerekçe gösterilerek onlarca soruşturma açılıyor. Soruşturmalar esnasında, öğrenci topluluklarının ve eylemler sırasında mücadeleci tutumuyla bilinen gençlerin üniversite yönetimlerince hedefe konduğu pek çok örnek var. Eylemlere katılması gerekçe gösterilerek yurdundan atılan öğrenciler oldu. Tutuklu öğrencilerin serbest bırakılması nasıl ki öğrencilerin tüm mevzilerini kullanarak mücadele etmesiyle gerçekleştiyse, bu koşullarda bu soruşturmaların ağır cezalarla sonuçlanmaması veya geri çekilmesi de bu şekilde gerçekleşebilir. Muhalefete yönelik saldırıların karşısında gücümüzü ortaya koymak, soruşturmaların geri çekilmesi, ceza alan öğrencilerin cezalarının iptali, gözaltı ve tutuklamaların son bulması, kayyumların geri çekilmesi gibi talepler etrafında tüm demokrasi güçlerinin örgütlenmesini ihtiyaç olarak önümüze çıkarıyor. Bir erken seçim için dahi bu yönde bir mücadelenin büyütülmesine ihtiyaç var. Saray yönetimi, erken seçim yapılmasını istemeyecek, önüne iç cepheyi tahkim etme tartışmalarından dış politikaya uzanan gerekçelerle çıkacak, ancak kendisi için gerçekleştireceği bir seçimi örgütleyebilene kadar da vazgeçmeyecektir. Türkiye gençliği ancak sokaktaki mücadelesini daha örgütlü bir forma sokabilirse, sınıf mücadelesinin dinamikleri de bu yönde gelişirse sandık halkın çıkarları yönünde kurulabilir.
Saray yönetiminin faşizmin örgütlenmesi yolunda attığı adımlar, ancak geniş-kitlesel bir yığın hareketinin sonucuyla defedilebilir. Bu nedenle ihtiyacımız olan şey, en geniş kesimlerin tek adam iktidarı karşısında birleşmesi, bir adım daha ileri atıp işçi sınıfının mücadele programının etrafında örgütlenmesidir. Ancak bu, yalnızca Hükümet istifa talebinin ileri sürülmesi veya genel grev ajitasyonuyla gerçekleşemez. Tek adam iktidarının iç cepheyi tahkim ederken ortaya koyduğu siyasal-ekonomik programdan, dış politikadaki savaş çığırtkanı uygulamalara kadar her hamlesinin karşısında talepleri etrafında birleşmiş-örgütlü bir halk olmaya ihtiyaç var.
Kürt sorununun demokratik-barışçıl çözümü ve bu eksendeki tartışmalar gençlik mücadelesinin hedefleri açısından oldukça kritik. Erdoğan iktidarının attığı adımların karşısında güçlü bir gençlik mücadelesi ancak Türk ve Kürt gençlerinin birlikte mücadelesiyle ortaya çıkabilir. Saray iktidarının muhalefeti bölmeye yönelik politika ve uygulamalarıyla Mart eylemleri esnasında gördüğümüz ırkçı/milliyetçi sloganlar bunun önemli bir oranda önüne geçmişti. Diğer bir taraftan bölgedeki belediyelere kayyum atandığında ilgisiz kalan gençlik kesimleri de bölge gençliğinin tepkisini çekmişti. Geldiğimiz noktada gençliğin sesinin güçlenebilmesi, siyasi operasyonlara son verilmesi, muhalefete yönelik baskıların son bulması, tutuklananların serbest bırakılması, kayyumlara son verilmesi, seçilmiş belediye başkanlarının göreve iadesi, anadilde eğitim hakkı gibi taleplerin etrafında tek adam iktidarının baskı ve saldırılarının karşısında birlikte mücadelenin örgütlenmesine bağlı. Sorunun çözümünü ne saray iktidarı ne mevcut parlamenter yapı sağlayabilir. Demokratikleşme ancak ortak mücadelenin sonucu olabilir.
Gençlik mücadelesinin temel hedefi, saray yönetiminin değişmesidir. Fakat bu hedefi gerçekleştirecek mücadelenin rotası, bugünü ve geleceği gören daha geniş bir ufukla ve tekellerin egemenliğine son vermeyi amaçlayarak çizilmelidir. Sosyalizm mücadelesi, düzenin sınırlarını aşma zorunluluğunun bir sonucu, eşit ve özgür bir ülke isteyen gençlik kesimlerinin özlemini ifade eden bir rota haline gelmelidir.