Ender Şiar Argın
Teori ve Eylem’in 37. sayısında eğitim sorununun egemen sınıflar ve AKP açısından genel olarak neyi ifade ettiğini, 2023 Eğitim Vizyonu’nun mevcut neo-liberal dönüşüm denkleminin neresine denk düştüğünü, burjuvazinin nitelikli emek gücü ihtiyacı, bilgi toplumu, insan sermayesi vb. neo-liberal kavramlaştırmaların eğitim kurumlarındaki karşılığını, eğitim vizyonundaki yansımalarını uygulamalar, içerik, müfredat vb. yanlarıyla tartışmıştık. Bu yazıda ise eğitimde bu girişimin ve mevcut haliyle eğitim sisteminin emekçi sınıfların genç kuşaklarını nasıl bir ideolojik ve kültürel yönelime, bununla birlikte nasıl bir sınıfsal pozisyona hazırladığına dair bir tartışma yürüteceğiz. Piyasacı-küresel eğitim modelinin yanında dini-muhafazakâr değerler eğitimi ısrarının AKP ve egemen sınıfların ihtiyaçları bağlamında ve özellikle ortaöğretim gençliği özelinde nasıl bir ‘çelişkili’ bağıntı taşıdığına dair tartışmayı sürdürmeye çalışacağız.
AKP EĞİTİMİ YA DA EĞİTİMDE MUHAFAZAKÂRLAŞMA
Öncelikle eğitim sisteminin muhafazakârlaşma ve dinselleştirme sürecine AKP iktidarı özelinde kısaca değinelim. AKP’nin, burjuvazinin her siyasal temsilcisinin yaptığı gibi eğitim alanını yeniden yapılandırırken, yalnızca siyasal iktidarın sahibi olarak değil; toplumsal yaşamın işleyişinde, kültürel ve ideolojik alanlarda da iktidarını kurma, buna uygun bir toplumsal yaşam tarzı inşa ederek yönetme motivasyonuyla hareket ettiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Bunu burjuvazinin her siyasal temsilcisinin başarıyla yaptığı söylenemezse de AKP’nin bu alanda hiç de küçük sayılmayacak adımlar attığı söylenebilir. Toplumsal yaşamda kendi iktidar ilişkilerini inşa etmeyi ya da başka bir deyişle ‘kültürel hegemonya’yı hedefleyen AKP, “dindar nesil” gibi bir takım ‘toplumsal’ projelerden, birçok eğitsel alanda kendi iddiasıyla ‘reform’ ve ‘devrim’ ilanından vb. yararlanarak kendi kültürel ve ideolojik formasyonunu bütün kademelerde eğitim kurumlarında egemen kılmaya çalışmıştır. Öyle ki iktidara gelir gelmez, pek çok yönden eğitimde muhafazakârlaşma uygulamalarına girişmiştir. Eğitim reformlarıyla özellikle ilköğretim ve ortaöğretim müfredatları, dünya genelinde akıllı tasarım, evrenin tekilliği, çarpıtılmış biçimiyle kuantum mekaniği, vb. ideolojik saldırılarla paralellik gösterecek biçimde çeşitli dinci-dogmacı, bilimsellikten uzak içeriklerle doldurulmuş, Adnan Oktar’ın “yaratılışçılık teorisi” bakanlık tarafından okullara ders kitabı olarak sokulmuştur. İlkokullarda Kutlu Doğum haftaları yaygınlaşmış, 19 Mayıs ve 23 Nisan gibi bayramları kutlamayan okul sayısında ciddi bir artış olmuştur. Seçmeli din dersleri zorunlu hale getirilmiş, Hz. Muhammed’in hayatı gibi dersler yeni müfredata eklenmiştir. Böyle bir eğitim projesiyle ‘mukadderatçı’ bir düşünsel bulanıklık güçlendirilmeye çalışılmış; henüz kapitalist çalışma düzenine atılmaya hazırlanan genç kitleler yoksulluğun ve sömürünün emekçi sınıflara tabi tutulan bir sınav olduğuna, sınıfsal eşitsizliğin sonucu olarak biriken sermaye ve zenginliğin ise tepedeki bir avuç ayrıcalıklı sınıfa tanrının bir lütfu olarak sunulduğuna ‘inandırılmaya’ çalışılmıştır.
Aydınlanma ve modernleşmenin çeşitli düşünsel değerlerini, rasyonel ve eleştirel düşünceyi tasfiye etmeye çalışarak, inanç-ibadet gibi dini değerlerle bu tahribatın yeri doldurulmaya çalışılmıştır. Çeşitli ‘şura’lar, ‘reformlar’ ile öne çıkan ya da öne ‘çıkartılan’ eğitimde dinselleşme-gericileşme eğilimi gittikçe eğitim kurumlarını sarmıştır. Milli ve manevi değerlere yapılan vurgular artmış, milliliğin ve muhafazakârlığın altın çağı olarak Osmanlı’ya referanslar çoğalmış, Türk-İslam sentezi olarak adlandırılan siyasal eğilimin etkisi eğitim kurumlarında egemen olmuştur. Pozitivist eğitim anlayışına saldırı yoğunlaşmış, “çocuklarımızın beynine format atılıyor” vb. söylemlerle, bilginin önemli olduğu ancak ‘hikmeti’ ve ‘ecdadı’ merkeze almayan bir bilgi öğreniminin eğitim sistemini eksik ve sakat bırakacağına dair bir eğitim anlayışı ya da çokça kullanılan bir ifadeyle ‘değerler eğitimi’ artık eğitimin temelini inşa edecek pozisyona getirilmeye çalışılmıştır. Laiklik ve bilim düşmanlığı, dogmatizm ve skolastisizm eğitimin ideolojik düzeyde yeniden yapılandırılmasının temel dayanakları olmuştur.
Eğitimi, modernleşmenin, sekülerleşmenin ve sanayileşmenin dayanağı olarak değerlendiren, devlet eliyle desteklenmesi gerektiğini savunan Cumhuriyet dönemi eğitim tasarımının muhafazakâr hükümetler eliyle ve özellikle 80 darbesiyle temellerinin (daha doğrusu ideolojik temellerinin) sarsılmaya başladığını söylemek yanlış olmayacaktır. AKP, bu süreci hızlandırmak üzere önemli adımlar atmış, bu adımları atarken kendi ‘rengini’ katmayı da ihmal etmemiştir. “İlköğretim müfredatının milliyetçi-muhafazakâr, Türk-İslam sentezci bir içerikle oluşturulmasında birinci dereceden sorumlu 12 Eylül zihniyeti bu hükümet tarafından da benimsendi ve gençler okullarda, Türk’ün Türk’ten başka dostunun olmadığı, yoksulluğun bir kader olduğu, kadınların erkeklerle eşit olmadığı, aile ve toplum içinde sınıfsal, cinsel ve yaşa bağlı hiyerarşilerin bulunduğunu öğrenerek yetiştiler.”[1]
“Asım nesli”, “dindar ve kindar nesil” vb. söylemlerle AKP’nin düşlediği yeni nesil gençliğin ideolojik çerçevesi çizilmeye çalışılmış, imam hatip okulları, kuran kursları, tarikat-cemaat yurtları ve eğitim merkezleriyle gençlerin, siyasal İslamcılığın ve neo-Osmanlıcı toplumsal inşa sürecinin dayanağı olması hedeflenmiştir. AKP’nin eğitim modelinin başarısını veya başarısızlığını tartışmaya girişmeden, hedeflenen ve düşlenen toplumsal yaşama, manevi dünyanın bayraktarı olacak yeni nesle, yani ‘Asım nesli’ne ulaşılamadığını iddia edebiliriz. Bu başarısızlığın birçok faktörü olsa da, bu yazıdaki konumuz gereği biz, AKP açısından önemli bir sorun sayılabilecek bir meseleyi tartışacağız. Sermaye sınıflarının ekonomik ihtiyaçlarıyla, AKP’nin ideolojik yönelimleri arasındaki örtüşmenin tam anlamıyla sağlanamaması sorunu, eğitim alanında da AKP’nin kültürel ve politik yöneliminde birtakım tavizler vermesine neden olmuştur. Yirmi birinci yüzyılda, kapitalizmin mevcut aşamasında küresel şartlara uyum sağlayacak bir birey profili ihtiyacı, AKP’nin eğitimi dini değerlerle kültürel ve ideolojik olarak şekillendirme çabasında dönemsel olarak modernist-pozitivist eğitim anlayışına uygun düzenlemeler yapmasına yol açmıştır.
Bir parantez açarak, bu düzenlemelerden biri sayılabilecek bir örnek verelim. “Batı ancak bilim ve felsefede örnek alınmalıdır, bunun dışında bütün değerlerimiz muhafaza edilmelidir” motivasyonu, AKP’nin eğitimde bir takım konstrüktivist, yer yer pozitivist yönelimler geliştirmesine, ‘değerler eğitimi’nden tavizler vermesine neden olmuştur. Örneğin Ziya Selçuk’un o dönem başkanı olduğu Talim ve Terbiye Kurulu’nun hazırladığı 2004 ilköğretim müfredatı doğrudan neo-liberal eğitim modelinin ihtiyaçlarıyla düzenlenmiş, eğitim felsefesinde bir devrim iddiasıyla duyurulmuştu. Buna göre yeni müfredat, “Newtoncu kaba nedensellikçi, tekçi mantığa dayanan bilim anlayışının değil, rastlantısalcı, çok yönlü nedensellikçi, ilişkisel bir bilim anlayışı”nın üzerine, hatta Kuantum Mekaniği ve İzafiyet Teorisi üzerine inşa edilecekti. 2004 müfredatına göre, kuantum fiziği, kaos matematiği, evrimsel biyoloji gibi alanlarda yapılan keşifler, doğa-insan arasındaki ilişki, hepsi mevcut dünya ve düzeni anlamaya ilişkin ortak bir amacın parçasıdır. Ayrıca evrenin “salt mekanik” bir düzenek olduğuna değil, farklı koşullara uyum sağlayan hareketli-değişken bir sistem anlayışına göre bir yönelim vardır. Eski eğitim modeli acımasızca eleştirilmiş, yeni dünyayı anlayacak, yeni dünyanın bireyini yetiştirecek eğitim anlayışına işaret edilmiştir:“Mekanik benzetmelerin yerini, dinamik bir karşıtlık içine yerleştirilen akışkan, organik ve biyolojik metafor almıştır. Bunun sonucunda da beyin ve öğrenme, çatışmaların olduğu, uyumlu öğrenmenin engellendiği, öğrencinin kimliğinin ve becerilerinin saptırıldığı ve yaratıcılığının, araştırmacı ve sorgulayıcı benliğinin neredeyse yok edildiği ortam oluşmuştur.”[2]
AKP’nin 2004 müfredatındaki kısa süreli yönelimlerine ve eğitim anlayışına benzer değişikliklerden, iktidar ömrü boyunca bahsetmek çok mümkün değildir. Sürekli olarak değişen müfredat ve eğitim planlarıyla daha dogmatik, dinsel unsurlar kutsanmış, gelenekçi, mukadderatçı, hatta İslamcı ve milliyetçi bir gençlik neslinin harcı karıştırılmaya devam edilmiştir. Ancak bu projenin gerçekleşmesinin başından itibaren olanaksız olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Çünkü eğitim, her kültürel ve ideolojik alanın olduğu gibi sistemik ve yapısal değişimin, yani kapitalizmin değişiminin ve ihtiyaçlarının şu ya da bu şekilde etki alanında olmak zorundadır. Tekdüze, deyim yerindeyse istenildiği, tahayyül edildiği özelliklerde bireyler çıkaran ‘robotik’ bir eğitim sistemi amacı, bugüne kadar birçok iktidar partisini/burjuva fraksiyonunu heyecanlandırmış, ancak pek çoğu hüsrana uğramıştır. Birazdan, kapitalizmin ihtiyaçları bağlamında eğitimde piyasalaşma ve muhafazakârlaşmanın ne ölçüde çelişkiler yarattığını tartışacağız ancak ondan önce AKP’nin eğitimde muhafazakârlaşma ve piyasalaşma sürecini bir süredir nasıl, hangi motivasyonla yürüttüğüne bakalım.
PİYASALAŞMA VE MUHAFAZAKâRLAŞMA
Uzunca bir süredir bir tartışmanın kapsamı ‘AKP ve eğitim’ olduğunda eğitimde piyasalaşma ve muhafazakârlaşmanın birbirine paralel ilerlediği söylenir. Piyasa-istihdam mekanizmalarının eğitim kurumlarıyla işbirliği, rekabet koşullarında dinamik işgücü ihtiyacı, sermaye çevrelerinin eğitime dair tasarrufu ve doğrudan inisiyatifi vb. gibi tartışmalarla eğitim sisteminin özelleştirilme sürecine geçen yazıda değinmiş, Türkiye sermaye çevrelerinin ve AKP’nin de uzun süredir bu sürece dair önemli adımlar attığına vurgu yapmış, 2023 Vizyon Belgesi’nde (özellikle sektörel işbirliği bölümü) bu tartışmaların yansımasına da biraz değinmiştik. Burada piyasa-istihdam mekanizmaları çerçevesinde giderek neo-liberal ekonomik modelin önemli bir parçası olan eğitimde özelleştirmenin, AKP döneminde geçirdiği ideolojik dönüşümle, eğitimde muhafazakârlaşma süreciyle olan paralel yürüyüşüne bakacağız. Özellikle AKP eliyle girişilen eğitimde gericileşme ya da muhafazakârlaşma diye tarif edilen süreç ile bir yandan neo-liberal öğretilere ve bugünün kapitalist sınıflarının ihtiyaç duyduğu yeni nesil bireylere olan ihtiyaca göre şekillenen eğitim kurumları, bir yandan da AKP’nin yukarıda belirttiğimiz gibi yeni bir toplum ve kültürel hegemonya inşasının temeli olarak yeni nesil bireylere ihtiyacının dayanakları kurgulanmıştır.
Ancak kapitalizmin üretim ve yeniden üretim süreci diye tarif ettiğimiz toplumsal sistemi ve ilişkileri her gün organize etme zorunluluğu, toplumsal yaşamın her alanında olduğu gibi eğitimde de karşılık bulur. Yani eğitim alanı, ‘ideolojik’ yeniden üretim ile sınırlayabileceğimiz bir alanın ötesinde, doğrudan kapitalist üretim formasyonuna uygun vasıflı-vasıfsız emek gücü üretimiyle aynı zamanda emek gücünün ekonomik, kültürel ve ideolojik boyutlarıyla yeniden üretim sürecinin birlikte yürüdüğü bir alandır. AKP’nin üzerinde çok fazla oynama yaptığı eğitim sistemi de piyasanın emek gücü ihtiyacının yanında emek gücünün sahibinin, yani yeni nesil bireyin kültürel-ideolojik olarak inşasının ihtiyacının bir parçasıdır. Çünkü emek gücü, sermaye sınıflarının varlık nedeni olduğu kadar, onunla dolaysız ilişki içindeki devlet aygıtının, düzen partilerinin, burjuva hukuk ve mülkiyet anlayışının de varlık nedeni, kültürel-ideolojik alanın kontrolünün de varlık nedenidir. Yani burjuvazinin her siyasal temsilcisinin olduğu gibi AKP’nin de eğitim sistemi bir taraftan emek-sermaye çelişkisinin sürdürülebilirliğine, bir yandan da bu çelişkinin bir yansıması olarak toplumun kültürel-ideolojik şekillendirilmesine hizmet etmeliydi. Eğitim sistemi, bir yandan gerekli emek gücünü üretirken, bir yandan da bu emek gücünü yurttaş olarak üretmeliydi. AKP’nin eğitim sisteminin bu çerçevede şekillendiğini, piyasalaşma ve gericileşmenin eğitimin paralel yürüyen süreçleri olduğunu bu bağlamda ifade edebiliriz. Bu temelde örneğin AKP’nin eğitim sistemi tartışılırken çokça atıf yapılan “dindar ve kindar nesil” yaratma amacının da, bir taraftan da rekabetçi kapitalist dünya düzenine entegre olabilecek bir nesil amacıyla örtüştüğünü söyleyebiliriz; manevi değerlere sahip çıkan ama girişimci bir nesil, muhafazakâr ama ucuz işçi bir nesil…
AKP eğitiminin gericileşme/piyasalaşma paradigması dindar olduğu kadar girişimci, kaderci olduğu kadar ucuz-işçi bir nesil tahayyülü ile şekilleniyor, 2023 eğitim vizyonu da bu paradigmanın güncellenmiş belgesi olarak ilan ediliyor. Ayrıca, her ülkede kapitalist işleyişin, sömürü mekanizmalarının sonuçlarını, sınıfsal eşitsizliklerin çıplaklığını örten ‘kültürel’ ve ‘ideolojik’ bir kalkana, kültürel alanda gerçek eşitsizliklerin üstünü örtmek üzere ileri sürülen farklılıkları belirginleştirn bir mekanizmaya ihtiyacı olur. Eğitimde muhafazakârlaşma sürecini bu yönüyle de değerlendirmek gerekiyor.
Bu piyasacı ve muhafazakâr eğitim paradigmasını, Ziya Selçuk’un TTK Başkanı olduğu dönemde 2004 müfredatına yönelik bayrak direği benzetmesinde görmek mümkündür. Ziya Selçuk, o zamanlar öğretim kademelerini bayrak direğine benzetmişti; “ilk ve orta öğretim, dıştan müdahalelere karşı daha dayanıklı olan direğin dayanıklı olan alt kısmına; yükseköğretim de savrulmalara karşı daha az dayanaklı olduğu için direğin üst kısmına benziyordu. Milli ve dini değerler ilk ve orta öğretimde verilecek ki böylece, küreselleşmenin olumsuz etkilerine karşı ‘kültürel direnç hatları’ kurulacaktı. Küresel değerler ise yükseköğretim kurumlarında verilecekti.”[3]
Ancak AKP’nin eğitim ile düşlediği yeni toplum modeli açısından ciddi bir sorun vardı ortada, kapitalist işleyiş yasaları. Kapitalist emperyalizmin dinamikleri, eğitim aracılığıyla sistemin işleyişi içinde muhafaza edilmek, korunmak istenen bütün ‘değerler dünyasını’ da yeniden dönüştürmenin koşullarını hazırlar. Maddi yaşamın üretimi ve yeniden üretimi denilen süreç tam da budur; kapitalist üretim ve sömürü ilişkilerinin her gün ekonomik, ideolojik ve kültürel alanda yeniden üretimi, bu yeniden üretim sürecinin parçası olarak bütün ideolojik formasyonların, düşünce ve inanç sistemlerinin, buna uygun olarak eğitim kurumlarında kutsal ve değişmez olarak örgütlenen her şeyin de yeniden üretim mekanizmalarıyla dönüştürülmesi süreci.
O zaman şu çıkarımı yapmak yanlış olmayacaktır; AKP ve tekelci sermaye güçleri acil bir ihtiyaç olarak, yeni, ‘küresel çağın bireyine’, değişen ve gelişen rekabet koşullarına ayak uyduracak ‘insan sermayesine’, kapitalist piyasa-istihdam mekanizmalarının organik bağıyla güçlenecek bir eğitim modeline vurgu yapıyor. Ancak öteki taraftan değişmeyen, durağan bir manevi değerler üretimini, kapitalist değişimin kültürel-ideolojik boyutlarından korunacak bir muhafazakâr nesli, düşlenen muhafazakâr toplumun muhafazakâr kültürünün üretimini, bu ‘küresel’ eğitim modeli karşısında ‘garanti’ altına almaya çalışıyor. Dinci-muhafazakârlığın durağan değerlerinin her gün yeniden üretilen toplumsal yaşama zerk edilmesini ve korunmasını, onunla çatışmaya girmemesini umut ediyor. Bu durum olanaksızdır, kapitalist yeniden üretimin ya da başka bir deyişle günlük yaşamın akışı içerisinde manevi-durağan değerler dayanaksız ve dayanıksızdır; toplumsal yaşamın bir aşamasında bu çatışmanın gündeme gelmemesi de mümkün değildir. AKP’nin eğitim modelinin çelişkili yapısı tam burada kendini gösteriyor, çünkü kapitalist sanayileşme süreci ve ekonomik kalkınma hedefiyle dolaysız bir ilişki içerisinde olacak toplumsal yaşamın ‘değerleri’ bu etkileşimden payını alıyor, bu dönüşümün radarına giriyor. AKP’nin eğitim ile bugüne kadar yaptığı, işte bu etkileşimde korunması gereken değerler dünyasının nihai olarak korunamayacak olmasının bilinciyle; İslam kültürü, dinsel manevi ahlak, mutlak kültürel değerler vb. alanların en azından önemli bir bölümünü ‘batı’ kültüründen muhafaza etmek, kendi hedeflediği toplumsal modele denk düştüğü, tekelci burjuvazinin toplam çıkarları ve hedefleriyle ters düşmediği oranda bu ‘çelişkili’ yapıyı sürdürmektir. Şimdi bahsettiğimiz bu çelişkili yapıya biraz daha yakından bakalım.
AKP’NİN EĞİTİM PARADİGMASI
Yukarıda söylemiştik, AKP’nin toplamda ‘pragmatik’ olarak tarif edilebilecek eğitim anlayışı, çatışmalı bir süreci beraberinde getiriyor. Çünkü AKP, bir taraftan kapitalistleşme ve sanayileşme sürecinin dayanağı olabilecek, nitelikli-niteliksiz iş gücü ihtiyacını kapitalist sınıfların güncel ihtiyaçları temelinde karşılayacak bir nesil, bir taraftan kapitalist modernleşmenin kültürel ve düşünsel olarak olumsuz, zararlı yönlerinden korunacak, kendi (neo-Osmanlıcı) manevi akidelerini ve yaşam tarzını koruyacak bir nesil tahayyül ediyor. Fuat Ercan, kapitalist maddi üretim sürecinin ihtiyaçlarıyla, manevi değerler ve anlamlar dünyasının üretiminin bu kesişme durumunu kültürel şizofreni olarak kavramlaştırıyor. “Kültürel şizofreni, hem maddiyatçı olduğu için küçümsenen kapitalist modernitenin parçası olma, hem de sahip olunan kültürel değerlerin kaybedileceği korkusu ile sıkı sıkıya geçmiş değerleri korumayı içeriyor.”[4]
Genç nesiller ve eğitim yardımıyla geleceğin inşası da işte böyle bir çelişkili yapının çerçevesine oturtuluyor; bir yandan maddi ve ekonomik kalkınma, muasır medeniyetler seviyesi, bir taraftan manevi ve dinsel bir kalkınma, bütün medeniyetlerin sahip olmadığı değerler formasyonunu muhafaza etme planı.
Bu kalkınma planının somut yansımaları da çeşitli reformlarda, vizyon belgelerinde vb. karşımıza çıkıyor. 2015’de MEB’in görev tanımına bir bakalım: “Okul öncesi, ilk ve orta öğretim çağındaki öğrencileri bedeni, zihni, ahlâki, manevi, sosyal ve kültürel nitelikler yönünden geliştiren ve insan haklarına dayalı toplum yapısının ve küresel düzeyde rekabet gücüne sahip ekonomik sistemin gerektirdiği bilgi ve becerilerle donatarak geleceğe hazırlayan eğitim ve öğretim programlarını tasarlamak, uygulamak, güncellemek; öğretmen ve öğrencilerin eğitim ve öğretim hizmetlerini bu çerçevede yürütmek ve denetlemek.”[5]
“Emekçi sınıfların genç kuşakları nasıl bir nesil olacak” sorusuna AKP bu eğitim anlayışıyla yanıt veriyor. Kültürel ve manevi olarak muhafazakâr değerleri özümsemiş olmalı ama bir yandan da batının ilerlemeciliğinden eksik kalmamalı, kapitalist rekabetin parçası olmalı, kendisine yatırım yapmalı ve sınıf atlama hayallerinden vazgeçmemeli. Muhafazakâr olsun ama ileri üretim tekniklerini kavrayabilsin, dindar olsun ama yapay zekâ-teknoloji alanındaki gelişmelere duyarlı olsun, İslamcı olsun ama küresel dünyaya ayak uyduracak ‘girişimci ruhunu’ korusun.
Fuat Ercan’ın şu pasajı AKP’nin eğitime ve yeni bir toplum inşasına dair yönelimini çok iyi özetliyor: “Anlamaya açıklamaya çalıştığımız süreç, bu anlamda sadece devletin içsel mimarisinin hızla dönüşümünü değil, yeni bir yaşam tarzı ve bu yaşam tarzına uygun yeni bir nesil (dindar nesil) yaratmayı hedefine koymuştur. Ama kültürel şizofreni devam ediyor. Batı kötü ama kalkınacağız, Batı kötü ama onlarla rekabet edeceğiz, Batı kötü ama daha çok üreteceğiz, Batı kötü ama teknolojilerini alacağız. Muhafaza edilmek ve korunmak istenen değerler ile kapitalizmin işleyişi arasında inanılmaz çelişkili bir durum olduğunu söylemeye gerek yok.”[6]
AKP’nin Yeni Türkiyesi’nde tahayyül ettiği yeni toplum hedefinin, toplumsal yaşamı inşa sürecinin en önemli dayanaklarından biri olarak eğitimin şekillenişinin ‘ideolojik’ boyutlarının, 2023 Eğitim Vizyonunda ‘manevi-ahlaki gelişme’ olarak formüle edilen ‘değerler üretimi’ sürecinin; çelişkili bir modelin hayalperest ideallerinden ibaret olduğunu, ideolojiler üstü olarak tarif edilmesine rağmen oldukça ideolojik bir hamle olduğunu söyleyebiliriz.
Bir parantez daha açarak, buradaki ‘çelişki’den kastımızın, kapitalist birikim mekanizmaları ile toplumun muhafazakârlaştırılması hamlesinin birbiriyle çeliştiğini ifade etmek olmadığını belirletelim. Hatta tam aksine, AKP’nin emekçi sınıflara ve emek-gücünün değerinin düşürülmesine yönelik sistematik saldırıları, ucuz işçilik politikası ve bu temelde sermaye çevrelerine muazzam artı-değer ve kapitalist birikim kanalları açması ile toplumsal yaşamın muhafazakârlaştırılması, sınıfsal eşitsizlikleri görünmez kılacak ideolojik-kültürel çelişkiler yaratılması arasında dolaysız bir ilişki olduğunu söyleyebiliriz. Koç Holding ile girişilen “meslek lisesi memleket meselesi” hamlesinin bu durumun somut örneklerinden biri olduğunu da hatırlatalım. Bizim burada kastettiğimiz çelişki, eğitim ve kapitalist üretim-yeniden üretim modeli arasındaki içsel/sistemik ilişkinin ve bu temelde eğitime dair tasarrufların, gericileşme ve ‘değerler eğitimi’ politikasının AKP’nin idealleriyle bugüne kadar örtüşmekte çok zorlandığına, bundan sonrasında da örtüşmesinin olanaksızlığına dair bir vurgudur. Bu durumu, eğitim politikalarının her yıl değiştirilmek, güncellenmek zorunda kalınmasından, AKP’nin neredeyse iktidarda kaldığı yıl sayısı kadar yeni eğitim sistemi denemesinden, AKP ve burjuvazinin sürekli olarak eğitime dair hoşnutsuzluklarını dile getirmesinden vb. görebiliriz.
2023 EĞİTİM VİZYONU VE İDEOLOJİK SÜREKLİLİK
Eğitim Vizyonu’nun piyasalaşma-özelleştirme ve kapitalist rekabetin ihtiyaçları açısından nasıl bir eğitim modeli önerdiğine dair birkaç alıntıyı önceki yazıda vurgulamıştık. Burada, yukarıda bahsettiğimiz AKP’nin eğitim anlayışının çelişkili yapısına denk düşecek biçimde Eğitim Vizyonu’nun öne çıkan bazı taraflarını aktaracağız.
Batılı anlamda modern eğitim anlayışının neredeyse her bölümde eleştirisini içeren belgenin toplamda ana temasının yukarıda bahsettiğimiz ‘kültürel şizofreni’ durumundan fazlası olmadığını söyleyebiliriz. “Batı kültürel kodlarıyla kötüdür, ama teknik ve girişimciliği, piyasacı eğitim modeli iyidir” ya da “onların yapay zekâsı varsa bizim de dinimiz, kültürümüz var” ayarında bir belge sunulduğu hemen her paragraftan belli oluyor.
Belirsiz bir tüketim, yabancılaşma ve üretimci anlayış eleştirisiyle, teknolojik gelişmenin insanlığın sorunlarını çözmediğine dair bir çıkarımla başlayan belge ilk bakışta bir kapitalizm eleştirisi yapıyor ve toplumcu-demokratik bir model önerecek gibi duruyor. Ancak tabii ki ortada bir kapitalizm eleştirisi değil, aksine kapitalist rekabete uygun insan gücü yetiştirme hedefi ve tüketimci, üretimci, yabancılaşmış diye tarif edilen Batı toplumlarının soyut bir kültür eleştirisinden öteye gidemiyor, çünkü teknoloji sahibi olanların, maddi zenginliğin öncüsü olanların bir kimliği yok, teknolojiye neden sahip oldukları da belirsiz.
Beceri-yetenek kazandırmayla, uyum sağlamayla, piyasa koşullarında ayakta kalmayla sınırlı olduğu iddia edilen bir modernist eğitim anlayışının eleştirisi, 2023 Eğitim Vizyonu’nun temel motivasyonlarından biri. Çünkü eleştirilen eğitim anlayışında dini, manevi değerleri, kendi kültürel değerlerini içeren bir ilerleme stratejisi yok: “2023 Eğitim Vizyonu’nun, 21’inci yüzyıla dair eğitim önerisi, 21’inci yüzyıl Talim ve Terbiye Modeli şeklindeki çift kanatlı bir okumadır. Sadece beceri kazandırmak hayatı göğüslemeye yetmemektedir. Gerekli olan insana ait evrensel, yerel, maddi, manevi, mesleki, ahlaki ve millî tüm değerleri kapsayan ve kuşatan bir olgunlaşma, gelişme, ilerleme, değişim ve ahlak güzelliğidir.”[7]
“Tek kanatlı” diye eleştirilen modernist-pozitivist eğitim modeli eleştirisi metnin bütünü açısından tekrar tekrar tartışılan meselelerden biri. Modern eğitim modelinin kanatlarından birinin olmamasının sebebi ise belgede ifade edilene göre manevi-kültürel değerler eğitiminden yoksun olması, insanı merkeze almayan ‘teknik’ bir eğitimle sınırlı olması. Elbette belgenin insan anlayışı böyle kabaca değil, afilli ve ‘çağdaş’ kavramlarla ifade ediliyor: “Nitekim modern psikoloji ve eğitim, insanı biyopsiko-sosyal bir varlık olarak açıklamaktadır. Bu yaklaşım biyolojik, psikolojik ve sosyolojik etkenleri birleştirerek bir insan tasavvuru ortaya koyan ancak, maalesef insanı yalnızca maddi/psikosomatik bir canlı olarak ele alan, insanın sadece bedensel canlılığına (vitalite) ve somatik yapısına vurgu yapan, manevi/psikospiritüel boyutunu yok sayan bir pratiğe dönüşmüştür.”[8]
“Yetiştirmek istediğimiz insan profilini ortaya koymadan ve Türkiye’nin eğitimde ihtiyacı olan paradigmayı belirlemeden ruhu, istikameti, gaye ve felsefesi olan bir evrensel pedagoji yaratmamız güçtür.”[9] Bu paragraf, bu yazıda çokça bahsettiğimiz piyasacı-muhafazakâr, çelişkili eğitim anlayışının tarifi gibi; bir taraftan Türkiye’nin eğitimde ihtiyacı olan paradigmayı belirlemek, yani kültürel kodları muhafaza eden ve maddi değer üretimine katkı sağlayacak bir eğitim modeli belirlemek ancak bir taraftan da ‘evrensel pedagoji’ yaratmak. Evrensel olana, küresel olana, yani rekabet koşullarına uyum sağlayacak olana istikameti ve gayeyi milli-manevi değerler eğitiminden sağlama çabası; hedeflenen eğitim anlayışı açısından bu ikisini birlikte yapmanın olanaksız olduğunu yukarıda tartışmıştık.
Modern eğitim-pozitivist eğitim anlayışının hemen her yönüyle, kurumlarıyla (PISA vb.) tek kanatla uçmaya çalıştığını iddia eden 2023 Eğitim Vizyonu, eğitim sisteminin çift kanatla uçabilmesinin yolunu ilan etmiş oluyor böylece; “Düşünce, duygu ve eylemi” birleştiren bir eğitim modeli. ‘Batı’nın kültürü kötü ama teknolojisi iyi’ anlayışına uygun biçimde modern eğitimin bilgi ve teknik bakımdan örnek alınması gerektiği de belirtiliyor: “Nihayetinde modern eğitim, bizim çift kanatlı paradigmamızın çoğunlukla tek kanadı konusunda araç, gereç ve bilgiler sağlamaktadır.”[10]
Çok fazla alıntıya boğmamak ve tekrara düşmemek için burada bir sonuca varabiliriz artık. 2023 Eğitim Vizyonu, yazı boyunca tartıştığımız ve yıllardır bir süreklilik içeren AKP’nin eğitim anlayışının sonuçlarından ve aynı temelde organize edilmesinden başka bir şey değil. Belge, emekçi sınıfların genç kuşaklarına, insan anlayışında eleştirilen modern eğitim modelinin özcü, manevi-dini bir kültür ve insan anlayışıyla güçlendirilmesi gerektiği iddiası bakımından ‘ideolojik’; bunun yanında batının küresel, rekabetçi, ilerlemeci değerlerini içeren, maddi-teknik üretimin kapitalist üretim temelinde koşullarını hazırlamaya çalışan teknolojist-üretimci organizasyonu bakımından ‘ekonomik’ bir pozisyon çizen eğitim anlayışının karşılığıdır.
NASIL BİR SINIFSAL GELECEK?
“Oysa bütün okul kademelerinde öğrenenin bireysel farklılıklarını gözeten bir amaçyapı-davranış ilişkisi hedeflenmelidir. Bu hedef doğrultusunda insanlığın ürettiği ortak değerler ile yeniçağ becerilerini birlikte içselleştiren bir öğrenen; kendisine, ailesine ve ülkesine daha yararlı olacaktır. Söz konusu yararı her türlü öğrenme yaşantısında bilgi ve katma değer üretme bilinci ve insanın hayrı merkezli bir bakış açısı olduğunda artacaktır. Bu gerçekten yola çıkarak iradesi gelişmiş, doğal merakını koruyan ve öğrenmenin kendisini, bir ödül olarak gören öğrenenler yetiştirmek, 2023 Eğitim Vizyonu’nun temel hedefleri arasındadır.”[11]
Yazı boyunca incelememizden aslında bir yere daha varıyoruz. 2023 Eğitim Vizyonu ile AKP ve egemen sınıflar ortaöğretim gençliğine nasıl bir sınıfsal gelecek çiziyor? Yukarıdaki alıntı, AKP ve burjuvazinin önümüzdeki dönem eğitimdeki sınıfsal ve ideolojik hedeflerini açıklar niteliktedir. Ortaöğretim kurumlarının çeşitli düzeylerinde ve kademelerinde farklılık gösterecek bu hedefin aslında ortaklaştığı bir profil var; yirmi birinci yüzyıl becerilerine odaklı teknik eğitimi ve manevi değerler eğitimini özümsemiş bir gençlik; girişimci, işçi ve muhafazakâr bir gençlik. Piyasacı, dini ve teknik bir eğitim modeli ve 2023 Eğitim Vizyonu ile ortaöğretim gençliğine, ait oldukları sosyal sınıflarının durumuna göre gidecekleri okullarda, kazandıkları niteliklere göre piyasa-istihdam mekanizmalarını, sömürü ilişkilerini ya da işsizliği deneyimlemeleri, bunu yaparken de Türk toplumunun kültürel-manevi değerlerini özümseyerek kapitalist sanayileşmenin olumsuz etkilerine karşı -gerici-milliyetçi- ideolojik beslenmeyle yetinmeleri dışında çok fazla seçenek sunulmuyor.
Özelleştirme ve sektörel işbirliği yoluyla liseler arası eşitsizliklerin derinleşmesinden dolayı, farklı yönleriyle değerlendirebileceğimiz “nasıl bir nesil” sorusunun ideolojik ve sınıfsal boyutlarını aşağı yukarı şu özelliklerle tarif edebiliriz;
* Milli-manevi kültür öğretimi ile ideolojik-kültürel savunma hattının dayanağı olarak muhafazakar ve dindar,
* Toplumsal eşitsizliklerin kaynağını ‘bireyin’ kendi tercihleriyle açıklayacak, neoliberal ekonominin dayanakları olarak amaç-ideal odaklı bireyci ve idealist,
* Beceri-tasarım odaklı eğitim adı altında kapitalist sömürü ilişkilerinin dayanağı olarak ucuz işçi ve işsiz,
* Emperyalizm ve rekabet koşullarına uyum sağlayacak, esnek-nitelikli iş gücü olarak girişimci ve piyasacı,
* Sınıf atlama hayallerinin önüne geçmemek adına, devlet bürokrasisinin ve egemenlik ilişkilerinin sürdürücüsü olarak -az sayıda- bürokrat ve teknokrat…
Tekrara düşmek pahasına, AKP’nin önerdiği yeni ortaöğretim eğitim sisteminin, eğitimde uzunca bir süredir yönelinen piyasacı-gerici modelin biraz daha güncellenmiş sürümünden fazlası olmadığını söyleyelim.
Toparlarken şu noktayı da belirtmek gerekiyor ki; AKP’nin dindar ve girişimci nesil projesinin başarılı olamamasına dair burjuva ideologlarının ve hükümet sözcülerinin şikâyetleri, hayıflanmaları artıyor. Çünkü üniversite gençliğini bir kenara bırakalım, tamamen AKP’nin eğitim modelleriyle yetişen bugünün ortaöğretim gençliğinin yönelimleri bile; AKP’nin düşlediği gençlik profiline, dinci-mukaddesatçı yaşam tarzına, yekpare bir ideolojik formasyona gençliğin önemli bölümünü kazanamadığını, ‘dindar nesil’ projesinin, imam hatip liseleri dahil dinci-gerici kuşatma altındaki gençlik kesimlerinde gittikçe daha fazla sorgulandığını ve kabul edilmediğini gösteriyor. Öte yandan kapitalizmin dünya ölçeğinde girdiği çıkmaz sokağın, özel olarak Türkiye’de ekonomik kriz, artan gelir-servet (dolayısıyla fırsat) eşitsizliği ve yoksullaşmanın, emekçi sınıfların genç kuşaklarında (yine özel olarak ortaöğretim gençliğinde) gittikçe derinleşen gelecek kaygısını, üniversiteden beklentilerin ‘hayallerden gerçeklere’ doğru yaklaşılmasını, piyasacı-girişimci ideal ve hayallerin sorgulanmasını da tırmandırdığını belirtmek gerekiyor.
Egemen sınıflar ve AKP’nin kendi muhafazakâr teknokratlarını, yapay zekâ uzmanlarını, program yazıcılarını, girişimcilerini ve milyonlarcasıyla işçisini, ‘Asım nesli’ olacak çalışkan bir emekçi gençliği, işsiz kalsa da şükretmeyi bilen dindar bir gençliği yetiştirmek üzere attığı bu ciddi adımların sonuçlarını ilerleyen zamanlarda daha açık ve somut olarak göreceğiz.
[1] Sancar, N. (2012) “AKP’nin gençlik projesi: Dindar nesil”, Özgürlük Dünyası, Sayı: 227, sf. 70.
[2] İnal, K. (2006) “Neoliberal Eğitim ve Yeni İlköğretim Müfredatının Eleştirisi”, Praxis, 14, www.praksis.org/wp-content/uploads/2013/04/014-Inal.pdf (Erişim Tarihi: 13.02.2020)
[3] İnal, Neoliberal Eğitim ve Yeni İlköğretim Müfredatının Eleştirisi
[4] Ercan, F. (2015) “Yeni Türkiye Pragmatik Neslini Yaratırken”, Kemal İnal, Nuray Sancar ve Ulaş Başar Gezgin (der.), Marka Takva Tuğra içinde, İstanbul: Evrensel Basım Yayın, sf. 437.
[5] Ortaöğretim Mevzuatı (2015), sf. 65, http://ogm.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2015_04/16103627_mevzuatktabia5.pdf (Erişim Tarihi: 23.02.2019)
[6] Ercan, Yeni Türkiye Pragmatik Neslini Yaratırken,sf. 454.
[7] 2023 Eğitim Vizyonu, sf. 15.
[8] 2023 Eğitim Vizyonu, sf. 15.
[9] 2023 Eğitim Vizyonu, sf. 15.
[10] 2023 Eğitim Vizyonu, sf. 17.
[11] 2023 Eğitim Vizyonu, sf. 22.