Deniz Uztopal

III) KAPİTAL’İN 2. VE 3. CİLTLERİ VE ENGELS’İN KATKILARI

  1. A) Marx’ın 1867 ile 1883 arasında yürüttüğü ekonomik çalışmalar

Yazının birinci bölümünde belirtildiği gibi, Marx’ın 13 Ekim 1866’da Kugelmann’a gönderdiği mektupta Kapital’in 4 cildinin nasıl planlandığı yer alıyordu:

Eser büyük ihtimalle 3 ciltten oluşur artık.

Bütün eser şu bölümlerden oluşuyor:

Kitap I. Sermayenin üretim süreci,

Kitap II. Sermayenin dolaşım süreci,

Kitap III. Bir bütün olarak sürecin biçimleri,

Kitap IV. Teori tarihine katkı.

Birinci cilt ilk iki kitabı kapsamaktadır. Üçüncü kitap sanırım ikinci cildi doldurur, dördüncü ise üçüncü cildi.[1]

Kapital’in 1. cildinin yayınlandığı 1867 yılında Marx’ın planı böyledir fakat yazının birinci bölümünde açıklanan nedenlerden dolayı ilk cilt iki kitabı kapsamaz ve sermayenin üretim süreci ile dolaşım süreci planladığı gibi bir arada yayınlanamaz. 1865-1866 arası birinci cildi temize çekerek son halini vermeden önce söz konusu tüm ciltleri genel hatlarıyla bitirmiştir. 31 Temmuz 1865’de Engels’e gönderdiği mektupta Marx, “teorik bölümü (ilk 3 kitap) bitirmek için 3 bölümün yazılması” gerektiğini belirttikten sonra “ardından, tarih ve kaynaklara ayrılan dördüncü kitap olacak, bu da benim için nispi olarak en kolay bölüm olacak zira tüm sorunlar üç kitapta” çözülmüş olacak. Bu mektubun kaleme alındığı 31 Temmuz 1865’de Marx tüm bölümler “gözlerimin önünde olmadan” hiçbir şeyi yayınlamayı kabul etmiyordu, çünkü eserin tümünün “sanatsal bir bütünlüğü”, “diyalektik bütünlüğü[2] vardı. Öyle ki kitabın tüm bölümlerinin içeriği netleşmeden -illa da yazılması kast edilmiyor- ilk kitabın yayınlanması söz konusu olamazdı.

Ocak 1866’da birinci cildi (ilk iki kitabı) temize çekmeye başladığında eserinin “teorik bölümü” (ilk 3 kitap) genel hatlarıyla tamamlanmış, daha sonra da görüleceği gibi Marx, hangi konuları nerede ve nasıl işleyeceğini netleştirmiş fakat birçok bölümü olması gerektiği gibi kaleme almamıştı. Marx ilk önce ilk ikinci cilt diye tasarladığı üçüncü kitabı bitirmek istiyordu. Bunun için 1863-1865 el yazmalarında bu üç kitap üzerinde çalıştı. 4. kitap olarak tasarladığı “Artı Değer Teorileri” kendisi açısından en basit bölümdü ve tam da bu nedenden dolayı 1863’te bırakıldığı gibi kalmıştı. 1863-1865 yılları arasında diğer ciltler üzerine çalışmış olmasına rağmen bu cilt üzerinde çalışmadan Kapital’i yayınlamaya başlamayı kabul etmiş olmasının nedeni “tüm sorunların” diğer eserlerde çözülmüş olmasıydı. Dolayısıyla çok da uzun zamanını almayacağını düşünüyordu. Fakat tüm eksikliklerine rağmen 1867’de geri kalan ciltler Marx’ın gözlerinin önündeydi, zaten yayınlayabilmesinin ve diyalektik bir bütünlük taşıyan eserin zorunlu koşulu da buydu.

7 Mayıs 1867’de Engels’e gönderdiği mektupta Marx, yayıncının ikinci cildin (2. ve 3. kitap kastediliyor) en geç sonbaharda gönderilmesini istediğini belirtikten sonra “bunu yapabilmek için çok yoğun bir çalışmaya girmem lazım zira el yazılarının bitmesinden bu yana kredi ve toprak mülkiyeti bölümleri üzerine çok yeni belge yayınlandı”ğını belirtir. Fakat daha bu yeni belgeleri incelemeyen Marx, bunun da çok uzun zamana yayılacağını tahmin etmez. Zira “bu kış 3. cildin bitmesi lazım ki gelecek ilkbaharda tüm opus’dan [eser] kurtulabileyim[3] diye düşünür.

Bu hesabına göre Marx 1868 yılının başından 1870’in ortalarına kadar 2. kitabın yeni versiyonunu kaleme alır. MEGA 2’nin 2. cildinin 11. kitabını oluşturan bu el yazı, 1865 ile 1867 arasında kaleme alınan ilk yazmalarından neredeyse iki kat daha fazladır ve birçok açıdan daha geliştirilmiştir.

  1. B) Engels’in Kapital’in 2. ve 3. ciltlerini yayınlaması

Engels’in de Önsöz’de belirttiği gibi 2. kitabın esas çoğunluğunu oluşturan II. el yazmaları “yani sabit ve dolaşır sermaye, teorileri ve tüm biçimleri[4] bölümü üzerine çalışırken, diğer yandan da geçici bir süre için para dolaşımından soyutlanmış “toplumsal toplam sermayenin yeniden üretimi ve dolaşımı” konuları üzerine yoğunlaşır. Marx 3. Kitap için, bir yandan özellikle de artı-değer oranı ile kâr oranı arasındaki ilişkiler üzerine, diğer yandan da, kar oranı ile üretim maliyeti ve sermaye dolaşımı ilişkileri üzerine notlar alır. Zira 2. kitapta işlenen konuların doğurduğu yeni soruların cevabı, kendi içerisinde “sanatsal bir bütünlük” taşıyan eserin ancak 3. cildinde işlenecektir, fakat genel hatlarıyla bunları çözümlemeden de 2. cilt üzerine devam edemezdi. Eserin tümü kapitalist üretim biçiminin iç yasalarını gösterdiğinden, her bölüm birbirinin devamı ve tamamlayıcısıdır. Birinci cildin taslaklarının düzeltmesiyle uğraşırken, değer teorisiyle ilgili burjuva ekonomistlerin eleştirilerine önceden cevap verilmesini öneren Engels’e, Marx diyalektik yöntemin özünü ve tüm ciltler arasındaki bağı şu şekilde açıklar:

Metanın değeri, üretim fiyatına nasıl dönüştürülür; bu fiyatın içinde:

1) Bütün emek, ücretler biçiminde ödenmiş görünür; 2) Artı-emek ya da artı-değer, tersine, maliyet fiyatının (değişmeyen sermaye kısmının fiyatı+ücret) üstünde ve ötesinde, faiz, kâr vb. denen bir fiyat artışı biçimine bürünür.

Bu sorunun yanıtlanması:

I) Örneğin, bir günlük emek gücünün değere dönüşmesi ya da bir günlük emeğin fiyatı, önceden açıklanmalıdır. Bu, bu cildin V. bölümünde yapılıyor.

II) Gene, artı-değerin kâra ve kârın ortalama kâra dönüşmesi de önceden açıklanmış olmalıdır. Bunun için ise sermayenin dolaşım sürecinin önceden anlatılmış̧ olması gerekir; çünkü sermayenin dolaşımı vb. de burada önemli bir rol oynar. İşte bu nedenle bu konu, üçüncü kitaptan önce (İkinci cilt, ikinci ve üçüncü kitapları içeriyor) ele alınamaz. Orada, burjuva ve kaba iktisatçıların düşüncelerinin nereden geldiği, yani zihinde, bu ilişkilerin içsel bağıntılarının değil, sadece ilk bakışta görünen biçimin yansıdığı ortaya çıkacaktır. Hem yeri gelmişken; öyle olmasaydı bilime ne gerek olurdu? Tüm bu kuşkuların önünü önceden kesmeye çalışsaydım diyalektik gelişme yöntemini tümüyle altüst ederdim. Tam tersine. Bu yöntemin üstünlüğü, bu herifler için sürekli olarak tuzaklar hazırlamasıdır: bu tuzaklar, onların, eşekliklerini münasebetsiz gösterir.[5]

Bu yöntem asıl bilimsel yöntemdir fakat kullanılması zor bir yöntemdir. Her şeyden önce konunun bütünlüğüne hakim olmayı zorunlu kılar, olayların görünüşleriyle sınırlı kalmamayı ve özlerine, iç işleyişlerine nüfuz etmeyi ve işleyiş yasalarının tespit edilmesini gerektiren ve bunun üzerinden yükselen bilimsel bir yöntemdir. İşte bu yüzden “sunuş tarzının araştırma tarzından şekil olarak ayrılması gerekir. Araştırma sırasında, malzemenin tüm ayrıntılarıyla ele alınması, farklı gelişim biçimlerinin çözümlenmesi ve bunların iç bağlantısının keşfedilmesi gerekir. Gerçek hareket, ancak bu işin yapılmasından sonra, uygun şekilde betimlenebilir.[6] Burada Marx’ın yaptığı da budur, fakat iç bağların genel hatlarıyla keşfedilmesine karşın sunuş tarzının son halini vermeye zamanı yetmemiştir. İşte Engels’e kalan da bu zor iştir. Marx’ın el yazıları incelendiğinde kafasında olan her şeyin kağıt üzerine dökülmediği, çoğu zaman düzensiz, kendi aralarında düzenli bir bağ olmayan notlar olduğu ortaya çıkar. 1867’den sonra, eserin ikinci baskısı (Ocak 1872- Haziran 1873) için gereken bir buçuk yıl ve Fransızca çeviri baskının tümünün gözden geçirilmesi ve çoğu zaman tekrar yazılmasının gerektirdiği üç yıl (Şubat 1872- Ocak 1875), sınıflar mücadelesinin ulusal ve uluslararası ihtiyaçlarının gerektirdiği devasa yük dışında kalan zamanını 2. cilt için ayırır. Arkasında bıraktığı farklı tarihlerde yazılmış 7 ayrı el yazması, sermayenin dolaşım sürecini inceleme açısından yeterince malzeme sunuyordu. Fakat tüm malzeme Marx’ın bahsettiği “sanatsal bütünlüğe” hala uymuyor ve bunun da redaksiyonda yapılması gerekiyordu. 2. cilt için Engels’in yaptığı işin özü budur: Marx’ın yazılarının bütünlüğünü göstermek ve not alırken zorunlu olarak ortaya çıkan düşünceler arasındaki kopukluğu gidermek. Örneğin 1866-1870 yılında yazılmış olan ve Marx’ın notu gereği kitabın esas temelini oluşturan II. el yazmalarında yeniden üretim, onu mümkün kılan para dolaşımından soyutlanarak ele alınmıştır, fakat sorunun diyalektik bütünlüğünün ortaya konulması da bir zorunluluktur. Marx’ın bıraktığı VIII. el yazması (70 sayfa) II. el yazmasından hemen sonra kaleme alınmaya başlanmıştır. Fakat birinci kitabın ikinci baskısı, Fransızca baskının yanı sıra uluslararası sınıflar mücadelesinin ihtiyaçları -ki yaşadığı ciddi sağlık sorunlarını da eklemek lazım- devam edebilmesine engel olmuştur. Marx VIII. el yazmalarına ancak 1876 yılından itibaren, V., VI. ve VIII. el yazmalarını kaleme alırken (Ekim 1877-Temmuz 1878) dönebilmiştir. Sağlığının izin verdiği sürece de bunu bitirmeye çalışmıştır ama 1881’de Jenny’nin ölümü bu çalışmaları büyük oranda altüst etmiştir. Engels’in yayına hazırladığı ikinci kitaba bakıldığında 3. kısmın tümü, yani “toplam toplumsal sermayenin yeniden üretimi ve dolaşımı” bölümü, II. ile VIII. el yazmalarının birleştirilmesinden oluşur. Marx iki konuyu genel hatlarıyla çözümlemiştir fakat bunların “sanatsal bütünlüğünü” sağlayarak sunma işini bitirmeye zamanı yetmemiştir. Bugün birçok yerde yapıldığı gibi, el yazmalarını ham haliyle, olduğu gibi yayınlamak Marx’ın dünya görüşüne uymamaktır, oysa bu işin ancak diyalektik yönteme tamamen hakim birileri tarafından yapılmalıdır.

Bugün dünya çapında Engels üzerinden Marksizm’in devrimci ruhuna saldıran birçok “Marxolog” Engels’in yayına hazırladığı kitapları, Marx’ın yazılarının çarpıtılması olarak değerlendiriyor. Marx’ın el yazmalarıyla yayınlanan Kapital’ler arasındaki farkları teker teker tespit ederek, yayınlanan eserin Marx’a ait olmadığını, bunların Engels’in çarpıtmaları olduğunu ileri sürüyorlar. Örneğin bu figürlerden bir olan Maximilien Rubel[7], Marx’ın Marksizm’den soyutlanmasını uzun yıllar savundu. Kuşkusuz kendisini “Marxolog” olarak tanıtan aydınların önemli bir kısmı bu kadar radikal bir şekilde karşı koymamakla birlikte, Engels’in yayına hazırladığı Kapital’lere itirazlarda bulundu. Belirtmek gerekir ki bunlar esas olarak Marx’ın uzun yıllar üzerinde çalışabildiği 2. kitaptan çok, büyük oranda 1864-1865 el yazmalarıyla sınırlı kalan 3. cildi yayına hazırlamak için yaptığı çabaya itiraz etmektedirler.[8]

Engels’in Kapital’in tüm ciltleri için yaptıklarının detaylarına geçmeden altını çizmek gerekir, Marx’ın geride bıraktığı sayısız el yazması çalışma tarzını anlamak bakımından da önem taşır. Örneğin 1863-1865 el yazmalarında Kapital’in 3 cildi genel hatlarıyla bitmiş olmasına karşın, Marx birinci cildi hazırlamak için bir buçuk yıl tekrar çalışır. Yayınlanan birinci cilt tam olarak istediği gibi olmadığı için ikinci baskı için yine bir o kadar çalışır. İkinci cilt için yaklaşık 2 yıl çalıştıktan sonra, Danielson’ın çalışmaların ilerlemesine dair sorduğu soruya 13 Haziran 1871’de cevap veren Marx, “el yazmalarının tekrar yazılmasının gerekli olduğuna karar verdim[9] der. Bunun esas nedeni toplumsal ve siyasal hayattaki değişimler, yeni olguların ortaya çıkması, yeni sorulara cevap vermek için başka kaynakların taranmasının gerekliliğidir. Üstelik düşüncesini tüm zenginlikleriyle ifade etmek konusunda Marx kendisine karşı çok serttir, bizzat kendisinin tatmin olmadığı yazılarını yayınlamaktan imtina etmesi Engels tarafından dostça ve militanca çok eleştirilmiştir. Dolayısıyla eğer koşullar izin vermiş olsaydı, Marx’ın, 3. ve 4. Cilt için bıraktığı el yazmaları üzerine uzun yıllar çalışacağı, birçok şeyi değiştireceği, eklemelerin ve çıkartmaların olacağı kesindir. Zaten 2. cilt üzerinde çalışırken, 3. ciltte işlediği konulara dair araştırmalarını tamamen bırakmış değildir. Örneğin 1875’de “Matematiksel bir bakış açısıyla artı değer oranı ve kâr oranı” başlıklı uzun bir yazı kaleme alır.[10] Engels el yazmalarının bu bölümle başladığını belirtir, fakat düşüncenin bütünlüğü açısından üretimin maliyeti ve kâr, bunun üzerinden de kâr oranının önce ortaya konması gerekir. Tarihi net olarak tespit edilmemekle birlikte “üretimin maliyeti ve kâr” konusu üzerine Marx 70’li yıllarda kimi notlar kaleme almıştır, fakat “kâr oranı” 1865’te bırakıldığı gibi kalmıştır. Marx’ın Düşüncesinin bütünlüğünü titizlikle gözeten Engels bunlardan ilk 3 bölümü oluşturur. Fakat Marx’a göre bunlardan sonra gelmesi gereken “devrin kâr oranı üzerindeki etkileri” bölümünün sadece başlığı yazılmıştır. Marx bu bölümü başka zamana bırakmış, önce çözülmesi gereken başka sorunlar üzerinde yoğunlaşmış fakat tekrar dönmeye fırsat bulamamıştır. Esas olarak çalışmanın geliştirilmesi gerektiğini düşünen Engels de, “eserin sanatsal bütünlüğü”nde eksiklik olmasını göze alarak bu bölümü tamamen kendisi yazar ve buna da açıkça Önsöz’de belirtir. İlk kısmın 5. bölümünden 4. kısmın sonuna kadar Engels dostunun bıraktığı el yazmalarına sadık kalmış, düşüncenin bütünlüğünün bozulmamasına dikkat ederek sadece bunları redakte etmiştir. Esas sorun 5. kısımda, “kârın faize ve şirket kârına bölünmesi. Faiz taşıyan sermaye” bölümünde, yani Engels’in deyimiyle “kitabın en zor konusunda” başlar. Tüm kitabın üçte birini oluşturan bu bölümde Marx’ın sadece başlangıç çalışmaları vardır, aldığı notlar esas olarak daha sonra genişletilmeyi bekleyen notlardan ibarettir. Engels bu bölümü Marx’ın yazdıklarına sadık kalarak tekrar yazmaya çalıştığını ama 3 defa denemesine rağmen Marx’ın yazılarına sadık kalamadığı için istediği sonuca varamadığını belirtir, zira bunu yapabilmenin koşulu konuya dair tüm literatürün taranmasıdır. Fakat bu yapıldığında ise konunun tekrar yazılması gerekecektir. Dolayısıyla Engels sadece düzenleme ve gereken yerlere eklemeler yapmakla yetinmeye karar verir. Engels’in açıklamaları eserin bitmemiş olmasından kaynaklanan zayıflıklara sahip olduğunu gösterir ve yazılanların özünü anlamak isteyen okurların özel bir çaba sarf etmesi gerekmektedir. Bu kısımdaki XXI’den XXIX’a kadar olan bölümler, Engels için büyük sorun teşkil etmez, fakat XXX ile XXXIII arasındaki bölümler tamamen bir ilk çalışma niteliği taşır. Marx notları alırken, çoğu yerde konu dışına çıkar ve düşüncesinin götürdüğü yere kadar notlar alır. Bunlar daha sonra farklı bölümlerde kullanılmaya yönelik hammaddelerdir ve asla yayınlanmaya yönelik değildir. Engels’e göre bu notların bu şekliyle yayınlanması Marx’ın düşüncesine sadık kalmak değil, tam tersine o çalışmaların vardığı sonuçların anlaşılmamasına neden olmaktır. Dolayısıyla burada not olarak alınan düşünceleri Engels el yazmalarının farklı bölümlerinde değerlendirir. XXXIII ile XXXV arasındaki 3 bölümde el yazmalarında “karışıklık” teşhisine neden olan bölümler büyük oranda eklemeler yapmaktan oluşur. XXXVI. bölümü ise Marx tamamen yazmıştır, Engels de sadece yazı üslubunda değiştirilmesi gereken biçimsel değişiklikler yaparak olduğu gibi yayınlar.

  1. kısım toprak rantına ayrılmıştır ve Marx bu bölümdeki notlarını elinde bulunan malzemeleri değerlendirmesine bağlı olarak kaleme almıştır. Bir giriş bölümü vardır (Bölüm XXXVII) ama ardından önce birinci ciltte incelenen “kapitalist üretim süreci”nin adeta devamı olan 3 bölüm kaleme alınır: “mutlak toprak rantı” (Bölüm XLV), “arsa rantı, madencilik rantı, toprağın fiyatı” (Bölüm XLVI), “kapitalist rantın doğuşu” (Bölüm XLVII). Bunlar yazıldıktan sonra farklılık rantı ve 3 farklı durum detaylarına kadar incelenir (XXXVIII ile XLIV. bölümler arasındaki 7 bölüm). Aşağıda daha detaylı inceleyeceğimiz diyalektik sunuş yöntemine bağlı olarak Engels bunların yerlerinin değiştirilmesi gerektiğini düşünür ve öyle de yapar. Son ve yedinci kısmı ise tamamen Marx yazmıştır fakat bir ilk taslak olmasının handikaplarını taşıyarak uzun ve çok karışık cümlelerden oluşur. Bunların daha okunur ve anlaşılır kılınması gerekir.

Engels’in yaptığı çalışmalar bundan ibarettir, siyasi olarak yapılması gereken bir çalışmadır: “Bu son cilt o kadar mükemmel, muhakemenin apaçık ve güçlü vurgularla göründüğü, üzerine söz söylenemez bir eserdir ki yayınlamayı görevim saydım. Ve el yazmaların durumu göz önünde bulundurulduğunda (sadece bir ilk karalama, çoğu zaman tamamlanmamış ve bitirmeden bırakılmış) hiç de kolay bir iş değildir…[11] Siyasi ve ideolojik nedenlerden dolayı bu işin yapılması gerekiyordu, fırsat bulabilmiş olsa ve Marx tamamlamış olabilseydi, hiç kuşkusuz bugün daha zengin, daha genişletilmiş bir eser sunulurdu. Kaldı ki Engels’in kendisi de bunu birçok yerde belirtir, fakat Kapital’in 2. ve 3. cildinin yayınlanmamış olması Marksizm hazinesi açısından büyük bir kayıp olurdu. Bitmemiş bir eserin yayına hazırlanmasının kaçınılmaz sınırlılıklarına rağmen bu işi ancak Marx’ın 50 yıllık mücadele arkadaşı, materyalist diyalektiğe hakim ve kendisinin deyimiyle, Marksizm’in “ikinci kemanı” Engels yapabilirdi. Fakat belirtmek gerekir ki bu sanatsal bütünlüğün sağlanamadığı koşullarda bile, Marx’ın kaleme aldığı hiçbir eser Marksistlere yabancı olamaz. Örneğin Marx ve Engels’in deyimiyle Kapital’in 4. cildini oluşturan, fakat Marx’ın 1863’den sonra asla üzerine dönemediği, yapmak istediği değişiklikleri yapamadığı, Engels’in hayatının son döneminde düzenlemeler yapmaya başlamasına rağmen bitiremediği “Artı değer teorileri”, Marksistler açısından önemli bir eserdir, fakat Marx’ın çalışma tarzını göz önünde bulundurarak bunu değerli bir el yazması olarak değerlendirmek gerekir. Marksistler tüm klasiklerin dünyayı değiştirmenin araçları olarak kaleme alındıklarını asla unutmadan esas önemli olanın bunların özünü anlamak olduğunu bilirler, fakat bu en çok da el yazmaları için geçerlidir.

  1. IV) Kapital’in 3 cildinin “sanatsal bütünlüğü” 
  1. A) Bilimsel soyutlama

Marx, bilimsel yönteminin ekonomi politiğe uygulanmasını 1850’li yılların başlarından itibaren somut olarak geliştirir. Kuşkusuz Hegel’in diyalektiğini Marx ve Engels epey önemsemişlerdir, fakat bunun idealist kabuğundan arındırılması gerekmektedir ama daha zor olanı bu yöntemin insanlık tarihinin ve toplumun karmaşık işleyişinin yasalarını keşfetmek için kullanılmasıdır. Marx’ın, 1850’li yılların başlarından itibaren Londra’da başladığı araştırmalarının bir sonucu olarak 1859’da Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı kitabını yayınladığına birinci bölümde değinilmişti; diyalektik yöntemin kapitalizmin iç yasalarının tanımlanması için kullanıldığı ilk eser budur. “Diyalektik gelişme yöntemini”nin[12] uygulandığı bu kitap, birçok cilt olarak tasarlansa da Marx’ın ciddi sağlık sorunlarından dolayı ancak sadece giriş bölümünde yer alır. Bundan dolayı bu yöntem kitapta tüm yönleriyle görülemez, buna karşın bu eserde Marx başvurduğu yönteme dair çok önemli ifadeler kullanır. Örneğin bilimsel çalışmalarının hareket noktasının ne olması gerektiğini bu eserde açıklamıştır :

Belirli bir ülkeyi ekonomi politik bakımından ele aldığımız zaman, nüfusunu, bunun sınıflara bölünmesini, kentlerde, köylerde, deniz kıyısında dağılımını, üretimin farklı kollarını, ihracatı ve ithalâtı, yıllık üretim ve tüketimi, metaların fiyatlarını vb. incelemekle işe başlarız.

Gerçek ve somutla, gerçek varsayımlarla işe bağlamanın doğru olduğu sanılabilir, örneğin ekonomi politikte, tüm üretimin toplumsal eyleminin temeli ve öznesi olan nüfusla işe başlamak doğru gibi görünebilir. Fakat soruna daha yakından bakınca bunun yanlış olduğu anlaşılır. Eğer örneğin onu oluşturan sınıfları göz ardı edersem, nüfus bir soyutlamadır. Bu sınıflar da eğer ücretli emek, sermaye vb. örneklerde olduğu gibi, üzerine kurulu olan unsurları göz ardı edersem boş bir kelime olur.

Bu unsurlar, değişim, işbölümü, fiyatlar vb. varsayımına dayanır. Örneğin sermaye; ücretli emek olmadan, değer, para, fiyat vb. olmadan bir hiçtir. Demek ki, incelemeye nüfusla başladığımız takdirde, bütünün kaos halinde bir görünümünü elde ederim; oysa daha kesin bir belirlemeyle, analitik olarak gittikçe basitleşen kavramlara varırım; betimlemenin somutluğundan gittikçe en basit belirlemelere varana kadar daha ince olan soyut özlere [entités abstraites] geçerim. Buradan hareket ederek, yeniden nüfusa varıncaya kadar yolu tersten kat etmek gerekir, fakat bu sefer nüfus, bir bütünün kaotik betimlemesinden çıkar, birçok belirlemelerin ve ilişkilerin zengin bir toplamı haline gelir.[13]

Bu ikinci yöntem Marx için bilimsel açıdan daha uygun olandır, zira bilimsel çalışmanın amacı bütünü oluşturan unsurların birbirinden ayrı ve bağımsız, kaos halindeki bir görünüşünü elde etmek değil, tam tersine onun birçok belirlemelerin ve ilişkilerin zengin bir toplamı olarak ortaya konulmasıdır. Marx bu “soyuttan somuta yükselme” yöntemini “analitik yöntem[14] olarak adlandırır. Marx gibi materyalist birinin somuttan değil de soyuttan başlıyor olması uzun zaman ilk kuşak Marksistlerin önemli bir kısmı tarafından anlaşılması zor bir tutum olarak algılandı.[15] Oysaki bu yöntemin hareket noktasını doğru kavrayabilmek için Marx’ın somutla ne kastettiğine bakmak gerekir. Bu yöntemi açıkladığı paragrafta, Marx somuttan ne anladığını da şu şekilde ortaya koyar:

Somut, çok sayıda belirlemelerin sentezi olduğu, yani çeşitli öğelerin birliği olduğu için somuttur. Bundan dolayı somut, gerçek hareket noktası olmasına karşın, ve devamında ilk görünümün ve betimlemenin hareket noktası olmasına karşın, düşüncede, o, bir hareket noktası olarak değil, sentez süreci olarak, sonuç olarak görünmektedir.[16]

Dolayısıyla Marx somutun hareket noktası olarak kabul edilmesini sadece bunun “çeşitli öğelerin birliği” ve “çok sayıda belirimlerin sentezi” olduğundan dolayı reddeder. Yani çeşitli boyut ve niteliklere sahip olan bu sentezin ilk anda tümünün keşfedilmesi, gelişme ve ilerleme yasalarının yani iç yasaların betimlenmesine olanak sunmaz. Bunları keşfetme, yani ekonomi politik alanında bilimsel bir çalışma yürütme süreci; her şeyden önce çözümleme yoluyla bütünlüğün kafada parçalanması, farklı oluşumların teker teker incelenmesi, özellik ve niteliklerinin tahlilinin yapılmasını zorunlu kılar. Ancak bu yapıldıktan sonra bütünü oluşturan tüm unsurlar düşünce yoluyla tekrar birleştirilir, Marx’ın deyimiyle yol tersten kat edilir ve nihayetinde öne koyulan bütün, birbirleriyle bağımsız kaos halinde duran unsurlardan değil, tam tersine iç ilişkilerin, etkilerin zengin bir toplamı olarak ortaya çıkar. Sorun olayların dış görünüşünü tasvir etmek değil, özünü ve iç yasalarını ortaya koymaktır. İşte bundan dolayı somut bir “sentez süreci”, “bir sonuç”tur, materyalistler için gerçek hareket noktası olmasına karşın bilimsel yöntem açısından varış noktasıdır, çünkü soyutlamaları zorunlu kılar. Engels “kartal, insandan çok daha uzağı görür, ama insanın gözü, şeylerde, kartalın gözünden çok daha fazlasını görür. Köpeğin burnu insana göre çok daha kesindir, ama insan için değişik şeyleri ayırmaya yarayan kokuların yüzde birini bile ayırt edemez[17] derken insanın, olayların özünü düşünce yoluyla görebilme kapasitesine, maddi dünyanın zihine tüm zenginlikleriyle yansıtılabilmesinin olanaklarına dikkat çeker.

Soyuttan somuta yükselme yöntemi en doğru bilimsel yöntemdir ve soyutlama; analiz, sentez, tümdengelim ve tümevarım gibi düşünce tarihinde başvurulan tüm yolların zenginliklerini de içerir.

Marx Kapital’in Önsöz’ünde iktisadi biçimlerin incelenmesi için ne mikroskobun ne de kimyasal ayıraçların kullanılabileceğini belirtir. Kapitalist üretim biçiminin özünün, yani işleyiş yasalarının analizi için dış görünümlerle sınırlı kalınamayacağı da açıktır. Analizin esas aracı insanın soyutlama kapasitesidir. Marx için her şeyden önce bu soyutlama gücünün ilk işi farklı görünümleri olan olguların özlerindeki ortak noktayı, yani onların birliğini oluşturan özü, biçimsel olarak değişeni değil kalıcı olanı bulmaktır. Sovyet Filozof Mark Rozenthal bilimsel soyutlamanın Marksist kavranışının 3 farklı boyutu olduğunu belirtir: 1) maddi olaylardan hareket ederek bilimsel soyutlama, fenomenlerin kendi aralarındaki birliğini, özdeşliğini tespit etmeyi amaçlar; 2) Olayların tesadüflerle açıklanması ya da dış görünümleri üzerinden betimlenmesi yerine bilimsel soyutlama yöntemi, var olabilen rastlantı ve tesadüflerin ardında gerekli ve zorunlu olanı, olayların gelişme veya ilerlemelerin gerçek belirleyici olan yasalarını tespit eder. 3) Olayların gelişmesinde zorunlu olmayanı, ikincil olanı ayrı tutarak genelleştirir.[18]

Bundan dolayı Marx için “soyuttan somuta yükselme yöntemi, düşünce için, somutu benimseme, onu düşünülmüş bir somut biçiminde yeniden üretme tarzından başka bir şey değildir. Ama burada somutun kendisinin oluşum süreci söz konusu değildir.[19] Maddi dünya insan iradesinden bağımsız olarak vardır, bilgiye ulaşmanın gerçek hareket noktasıdır, fakat bilgi teorisi olarak soyuttan somuta yükselme yöntemi, soyutlama gücü sayesinde maddi dünyayı düşünülmüş bir somut olarak yeniden üretir.

Bu yüzden Marx “sunuş tarzının araştırma tarzından şekil olarak ayrılması” gerektiğini düşünür. “Araştırma sırasında, malzemenin tüm ayrıntılarıyla ele alınması, farklı gelişim biçimlerinin çözümlenmesi ve bunların iç bağlantısının keşfedilmesi gerekir. Gerçek hareket, ancak bu işin yapılmasından sonra, uygun şekilde betimlenebilir.[20] Burada kastedilen analiz ve sentezdir, endüksiyon (tümevarım) ve dedüksiyondur (tümdengelim).

Bilgi süreci ilk anda görünen, hissedilenden ve bir bütün olarak alınan somuttan hareket ederek soyut betimlemelere, buradan da yeniden somuta gider, fakat bu sefer ikinci somut, insan açısından birincisine göre daha zengin ve kafada oluşturulmuş bir somuttur, çünkü bilimsel bilgi süreci gelişmiştir. Hareketin ilk noktasında bulunan somut ile bitiş noktasında bulunan somut bir bütündür fakat bilgi süreci açısından birincisinin bütünlüğüyle ikincisinin bütünlüğü aynı değildir. İkincisi düşünülmüş bir somut olarak çok daha zengindir, zira yeniden üretilmeden önce soyutlama sürecinden geçmiştir, bilimsel yöntemle tüm iç bağlantıları önceden keşfedilmiştir. Soyutlama sürecinde ise diyalektik yöntem somutu farklı unsurlara bölerek bunların analizini yapar, daha sonra ise bunların düşünülmüş bir sentezini yaparak bilimsel ilerleyiş sürecinde bir basamak olarak kullanır. “Analizin görevi tekil olandan genele, somuttan soyutta, ilk görünür olan veriden dolaylı olana, gerekli olmayandan gerekli olana, olguların görünür olanından yasalarına yükselmedir.[21] Fakat sentez olmadan analiz edilen olguların doğru kavranması sağlanamaz. Zira organik ile inorganik dünya aynı kimyasal maddelerden oluşur fakat bunların aynı olmadığını ancak sentez süreci belirler. Hegel etin karbon ve oksijenden oluştuğunu, fakat bunların tek başına ele alındığında eti oluşturmadığını belirtir.[22] Analiz karbon ve oksijeni tespit eder, fakat bunların sentezi yapılmadan etin et olduğu anlaşılamaz. Tersinden, analizi yapılmadan da maddenin özü ve değişim yasaları anlaşılamaz. Hegel’in Mantık kitabını inceleyen Lenin analiz ve sentezin diyalektik ilişkisini şu şekilde örneklendirir :

Irmak ve bu ırmağın damlaları. Her damlanın durumu, diğerleriyle ilişkisi, diğerleriyle bağı, hareketinin yönü; hızı, hareketinin çizgisi -düz çizgi, eğri çizgi, yuvarlak çizgi- yukarıya doğru, aşağıya doğru. Tüm hareketlerin toplamı. Hareketin farklı yönlerinin dökümü olarak kavramlar. İşte a peu pres[23] Hegel’in Mantık’ındaki evrenin tablosu -tabii ki Tanrı ve mutlak hariç.[24]

Anlaşılacağı gibi ırmak ile damlalarının ayrılmasını ancak soyutlama gücü yapabilir, analiz, damlaları teker teker ve birbirleriyle ilişkisi üzerinden her yönüyle inceler; sentez ise analizin sonuçlarının genelleştirilmesi, esas ve gerekli olanların tespiti üzerinden tekrar genel olarak ırmağa döner ve daha genel niteliklerini somutlaştırır. Belirtildiği gibi sentez Marx için “çeşitli öğelerin birliğidir” ve ona ulaşabilmek için zihnin tüm somutlama gücünün bir unsuru olan endüksiyon ve dedüksiyon iyi bir şekilde kullanılmıştır. Burada söz konusu olan aslında diyalektik yöntemin farklı yönleridir. Marx’ın burada büyük bir ustalıkla kullandığı bu diyalektik yöntemin özü bir kez daha Hegel’de bulunur. Büyük Alman düşünürün “Mantık Bilimi”ni inceleyen Lenin bu yöntemi Felsefe Defterlerinde şu şekilde özetlemiştir:

“‘ … Böylelikle bilgi muhtevadan muhtevaya doğru ilerliyor. Birinci olarak bu gelişme basit betimlemelerle başlamayla, daha sonra gelenlerin her zaman daha zengin ve daha somutlaşmasıyla nitelendirilir. Çünkü sonuç kendi başlangıcını içerir ve bunun aldığı yol yeni bir betimlemeyle onu zenginleştirir. Evrensel olan temeli oluşturur; bundan dolayı gelişme birinden diğerine akma olarak ele alınmamalıdır. Mutlak yöntemde kavram kendi-diğer olanda, evrensel ise özgünleşmesinde, yargıda ve gerçekte muhafaza olur. İlerleyen belirlemenin her kertesinde, [bu yöntem] bir önceki muhtevanın tüm kütlesini yükseltir, diyalektik gelişmesiyle sadece bir şeyler kaybetmez ya da arkada bırakmaz, tam tersine kendisiyle birlikte biriktirdiği her şeyi taşır, kendisini zenginleştirir ve kendi bağrında biriktirir…’ Bu alıntı, diyalektiğin ne olduğunun bir bilançosunu iyi yapar.[25]

Marx “ustam” diye adlandırdığı Hegel’in bu yöntemini benimsemiş, onu ayakları üzerine diktikten sonra Kapital’de verimli bir şekilde kullanmıştır. Engels, Conrad Schmidt’e 1 Kasım 1891 tarihli mektubunda iki düşünürün eserleri arasında yöntem açısından şöyle bir paralellik kurar: “Marx’ta metadan sermayeye geçiş ile Hegel’de varlıktan öze nasıl geçildiğini karşılaştırdığınızda mükemmel bir paralellik elde edersiniz.[26]

Kapital’de diyalektik yöntemin nasıl uygulandığına dair tartışmalar belki Marx’ın bu eserine dair yapılan en eski tartışmalardan birisidir. Özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yoğunlaşan bu tartışmalar, 1990’lı yıllarda bir duraksama geçirmiş ve 2000’li yıllara doğru tekrar canlanarak güncelliğini korumuştur. Burada bu tartışmaların detaylarına girmeyeceğiz, fakat Marx’ın diyalektik yönteminin anlaşılması Kapital’in özünün anlaşılmasını kolaylaştıracağından[27] belli başlı Marksistlerin bu alanda yaptıkları çalışmaların bir özetini çıkartmaya çalışacağız.[28] 

  1. B) İnsanlık tarihinin en karmaşık toplumsal sisteminin bilimsel analizi: Marx’ta basitten karmaşığa, soyuttan somuta yöntemi

Kendi içerisinde bir bütünlüğü olan kapitalist sistem Marx tarafından farklı unsurlarına bölünür. Kapitalist üretim sürecinin en saf biçimi, dolaşım sürecinden soyutlanarak birinci kitapta incelenir. Dolaşım sürecinin incelenmesi ise ancak bu tamamlandıktan sonra, 2. kitapta yapılır. Bu iki kitapta analiz daha ağırlıktadır ve kapitalist üretim biçimini oluşturan tüm iç unsurlar en ufak detaylarına kadar incelenmiştir. Üçüncü kitap ise ağırlıklı olarak bunların sentezini yapar ve kapitalist üretimi bir bütün olarak ele alır. Fakat her kitap teker teker incelendiğinde de soyuttan somuta doğru adım adım yükseldiği ve her aşamada analiz ve sentezin gerçekleştiği görülür. Tüm ciltlerin iç yapısı öyle tasarlanmıştır ki, her analiz bir senteze yol açmıştır, ama bu esasen daha üstün bir analizin ön aşmasıdır. Tümü, sürekli daha da derinleşerek ilerleyen bir zincir gibidir, işte bundan dolayı Marx eserinin “sanatsal bütünlüğünden” bahseder. Marx, usta bir ressam gibi, çizmek istediği tabloda kapitalist sistemin tüm detaylarını incelemek değil, sistemin tüm gerçekliğini ortaya koyabilmek için esas ve belirleyici olanı tespit etmek ister, ikincil olanı ayrı tutar. Ne seçilen renkler, boyalar ne de gölgeler tesadüfen bir araya getirilmiştir; sonuçta bunların tümü tablonun oluşmasını sağlamış; unsurların kendi arasındaki uyum büyük sanatsal bir eser ortaya çıkarmıştır. Aradan 150 yıl geçmiş olmasına rağmen Kapital’e bir yandan hayranlık, diğer yandan nefretle bakılmasının nedeni insanlık tarihinin en karmaşık toplumsal sisteminin dinamiklerini bu kadar büyük ustalıkla çizebilmiş olmasıdır. Marx onun tüm işleyiş yasalarını berrak bir şekilde ortaya koymuş, onu tüm hareketliliği içinde göstererek nasıl hayat bulduğunu ve nasıl yok olabileceğini bilimsel olarak kanıtlamıştır. Kapital işçi ve tüm emekçi sınıflar için bir umut, burjuvazi ve diğer egemen sınıflar için de bir kabus kaynağıdır.

Marx, Kapital’de incelemesine metadan başlar. Kapitalist üretimin hücresi olan metadan başlamak önceden yürütülmüş bir soyutlamanın ürünüdür. Var olan tüm zenginliklerin “muazzam bir meta yığını” olarak görünmesi, çalışmaya metanın analiziyle başlanmasını zorunlu kılmıştır. Üstelik meta bir bütün içerisinde başka şeylere göre daha somuttur, elde tutulur ve gözle görünür olandır. Okur metanın analizinden adım adım soyutlamaya geçer, bir sonraki aşamada “kullanım değeri ve değişim değeri” incelenir. Metaya göre daha soyut olan değişim değeri de ilk anda somut bir ilişki olarak sunulur. Marx incelemesine önce somut bir hareket noktası olarak olguların sürekli görünen yönünden yani değişim değerinden başlar: bir nesnenin değişim değerin başka bir nesnenin değişim değeriyle nasıl karşılaştırılabildiğini örneklendirir. Oradan hareket ederek de soyutlamada bir adım daha ileri gidilir ve değişim değerinin “soyut insan emeğinin nesnelleşmesi” olduğu vurgulanır. Değişim değeri ile emek arasındaki bağın kurulması analizin ortaya çıkardığı sonuçların sentezinin yapılmasıdır. Bu artık bundan sonra gelecek analizlerin basamağıdır. Bu ortaya konulduktan sonra Marx tekrar değişim değerini incelemeye döner ve bu sefer soyutlama sürecinde bir adım daha atılması gerekir. Marx, zorunlu olarak değişim değeri biçiminde ortaya çıkan değer kavramını açıklarken öz ile biçim arasındaki ilişkiyi, aralarındaki diyalektik bağıntıyı inceler. Bunun için paranın ortaya çıkmasına neden olan değer biçimlerinin gelişmesi üzerinde yoğunlaşır. Buradaki analizler paranın, değerin ifade biçimi olduğu sentezine varmasını sağlar.

Marx ilk önce soyuttan (değer) hareket ederek soyutlama yoluyla somuta (değişim değeri, değerin farklı biçimleri ve para) tekrar döner. Fakat bu sefer somut, elde edilen sonuçlar sayesinde düşüncede yeniden üretilen, farklılıkların bir bütünü olan bir somuttur. Somuttan soyuta ve soyuttan da somuta ilişkisini anlama açısından Marx’ın şu vurgusu olağanüstü derecede önemlidir:

İnsan yaşamının biçimleri hakkındaki düşünceler ve dolayısıyla bunların bilimsel analizi, genel olarak, gerçek gelişmenin tersi bir yol izler. Analize, post festum (iş olup bittikten sonra) ve dolayısıyla gelişim sürecinin tamamlanmış sonuçlarıyla başlanır. Emek ürünlerine meta damgasını vuran ve dolayısıyla meta dolaşımı için gerekli olan biçimler, insanların, bu biçimlerin, onların gözünde zaten değişmezlik kazanmış olan tarihsel karakterleri hakkında değilse de içerikleri hakkında bir açıklığa ulaşmaya kalkışmasından önce, toplumsal yaşamın fiziksel biçimlerinin kararlılığını kazanmış bulunur. Bu nedenle, değer büyüklüğünün belirlenmesi için yalnızca meta fiyatlarının analizine; metaların değer olma niteliklerinin saptanması için yalnızca metaların ortak para ifadelerine başvuruldu. Ne var ki, kişisel emeğin toplumsal karakterini ve dolayısıyla tek tek işçilerin toplumsal ilişkilerini açıklığa kavuşturmak yerine nesnel olarak perdeleyen şey, metalar dünyasının işte bu tamamlanmış biçimidir: para biçimi.[29]

Analitik metodun anlaşılması açısından bu paragrafın incelenmesi önem taşıyor. Öncelikle insan yaşamının biçimlerinin bilimsel analizi, gelişim süreci içerisinde bitmiş olandan, yani gözlerin önünde olan ya da hissedilenden başlar, süreç görünüşten öze doğru farklı aşamalardan geçerek ilerler. Örneğin değer keşfi ancak gözler önünde olan meta fiyatlarının, daha doğrusu metaların fiyatlarla ifade edilişinin incelenmesiyle mümkündür. Yani somutun incelenmesiyle. Fakat söz konusu somut, sadece görünen ya da hissedilenle sınırlı tutulduğu sürece olayların gerçek özlerini “perdeler.” İşte somuttan soyuta doğru yol alan düşünce zorunlu olmayan bağlardan soyutlayarak olguların gerçek özlerini ortaya koymaya çalışır, yani “gerçek gelişmenin tersi yolunu” izler.

Sunumdan önce konuyu tüm boyutlarıyla incelemiş olan Marx, analizi esnasında zihnin soyutlama gücüyle kendi içerisinde bir bütünlüğü olan somutu farklı boyutlarına ayrıştırır, fakat tüm parçaları üzerinde değil esası, temeli oluşturanı, genel eğilimi belirleyeni incelemeye özel bir önem verir. Peki öyleyse kapitalist üretim biçiminin temel yasasını oluşturan artı-değerden değil de, Marx neden değerden başlamıştır? Bu soruya yanıt vermek için Marx’ın yönteminin bir başka özelliğine dikkat çekmek gerekir. Önce de belirtildiği gibi Kapital genel bir soyutlama olarak değerden başlar, farklı analiz ve sentezlerden geçtikten sonra değer, metada birikmiş emek olarak tanımlanır. Bu tanımlama tam da sömürü üzerinden oluşan artı-değerin, yani kapitalist üretimin temel yasasının doğru anlaşılması için gereken temeldir. Eğer değerin birikmiş emek olarak tanımlanması olmasa emeğin sömürü sürecinde oluşan artı-değerin anlaşılması da imkansızdır. Zira artı-değerin gerçek kaynağının ne olduğunun doğru anlaşılması için önce emek gücü de dahil olmak üzere metalarda biriken emeğin değerle değiştiğinin gösterilmesi gerekir. Böylelikle kapitalistlerin artı emeğe el koymak suretiyle, yani emeği sömürerek artı değer elde ettikleri ortaya koyulmuş olur. Tarihsel olarak değer yasası, artı değer yasasından önce vardır, asırlar boyunca onsuz var oldu ve hatta ondan sonra da sosyalist toplumda var olmaya devam edecektir, fakat artı değer yasasının değer yasasından ayrı, bağımsız var olması mümkün değildir. Dolayısıyla bunların tarihsel yerlerinin doğru ortaya konulması önce değer yasasından başlamayı zorunlu kılar. Diğer yandan kapitalist üretimin geliştirdiği kâr, üretim maliyeti gibi ekonomik kavramlar da değer yasasından bağımsız olarak anlaşılamazlar. Marx için burjuva zenginliğinin karışık ve somut biçimleri “değerin sonraki gelişmesidir.[30] İşte tam da bu nedenden dolayı değer yasasının önce incelenmesi ve daha da önemlisi, emekle olan bağının açıkça ortaya konulması gerekir. Bu, bir sonraki soyutlama sürecinin hareket noktasını oluşturacaktır.

Marx’ın analitik yönteminde, basitten karmaşık olana, görünüşten öze doğru ilerlerken gerekli zincirlerin ortaya konulması özel bir önem taşır. Adam Smith’in örneğin temel hatalarından birisi bunu yapmamış olmasıdır. “Adam, özünde artı-değeri çözümlediği halde, onu açıkça özgül biçimlerinden ayrı, belli bir kategori olarak sunmadığı için sonuçta artı-değeri, doğrudan daha gelişmiş biçimiyle, kârla karıştırır.[31] Anlaşıldığı gibi artı değeri keşfetmiş olması Smith’i hataya düşmekten korumamıştır. Oysa artı değerle kâr aynı şey değildir, artı değer özü oluştururken kâr onun sadece ifade biçimidir. Fakat ikisi arasındaki bu diyalektik bağın görülmesi için birinden diğerine “doğrudan” geçilmemesi gerekir, ara ve iç bağlantıları saptanmadığı sürece ikisi arasında bir eşitlik varmış gibi görünür. Marx soyuttan somuta yükselme yönteminde soyutla somut arasında doğrudan bir bağ kurmaz, birinden diğerine geçişin aşamaları vardır. Bunlar atlandığında değerin somut biçimleri (örneğin kâr, üretim maliyetleri, mutlak rant vs.) ile değer arasında bir çelişki olduğu görülür ve bunun açıklanması büyük zorluklar doğurur.

Burjuva ekonomistler değerle onun ifade biçimleri arasındaki farkları göstererek Marksist analizin sözde “tutarsızlığını” eleştirmişlerdir. Fakat görmek istemedikleri şey, Marx’ın sözkonusu somut ekonomik kategorilerle değer arasında doğrudan bir eşitlemeyi hiçbir yerde yapmadığıdır. Kapital dikkatlice okunduğunda görülecek olan şudur: Somut ekonomik kategorilerinin değer yasası üzerinden incelenmesi gerekir, değer yasasından bağımsız olarak bunlar anlaşılamaz, böyle bir teşebbüs olsa olsa şeyleri kendi özlerinden soyutlamaktan ibaret kalır. Biçim incelenmiş, fakat özü kavranmamıştır. Oysa ikisi birbirine denk düşmez ve bilimin de yapması gereken bu ikisi arasında bir ayrım yaparak işleyişin özüne ulaşmaktır.

  1. C) Kapital’in 3. cildinin “sanatsal bütünlüğü”

Kapital’in 3. cildinin ilk bölümünün girişinde Marx, eserinin tüm ciltleri arasındaki bağı şu şekilde belirtir:

Birinci kitapta, kendi başına kapitalist üretim sürecini dolaysız üretim süreci olarak gösteren görüngüler incelenmiş ve bu sürecin dışındaki koşulların tüm ikincil etkileri göz ardı edilmişti. Ne var ki sermayenin yaşam öyküsü bu dolaysız üretim sürecinden ibaret değildir. Üretim süreci gerçek dünyada, ikinci kitabın konusu olan, dolaşım süreci ile tamamlanır. Bu kitapta ve özellikle de onun üçüncü kısmında, toplumsal yeniden üretim sürecinin aracılığı olarak dolaşım sürecinin incelenmesi sırasında, kapitalist üretim sürecinin, bir bütün olarak alındığında, üretim süreci ile dolaşım sürecinin birliği olduğu görülmüştü. Bu birlik hakkında genel düşüncelerin ileri sürülmesi bu üçüncü kitabın konusu olamaz. Aksine sermayenin bir bütün olarak ele alınan hareket sürecinden doğan somut biçimlerinin ortaya çıkarılması ve gösterilmesi gerekir.[32]

Anlaşıldığı gibi birinci kitapta konu edilen kapitalist üretim süreci, gerçek hayatta onu etkileyen, fakat bu sürecin dışında olmalarından dolayı Marx’ın “ikincil etkiler” olarak adlandırdığı olaylardan soyutlanarak incelenmiştir. Kendisi de gerçek yaşamda bunun böyle olmadığını belirtir fakat geçici olarak bu süreci, ancak onlarla bir bütün oluşturduğu diğer etkenlerden bağımsız, ayrı ele alır. Marx’ın amacı bütünü bozmak değildir, ancak kapitalist üretim sürecinin en ufak detaylarına kadar incelenmesi için bunun gerekli olduğunu düşünür.

Bir atomun ya da bir organik hücrenin gerçek yaşamdan geçici olarak koparılarak laboratuvar ortamında en ufak detaylarına kadar mikroskopla incelenmesi örneğinde olduğu gibi Marx “kapitalist üretim sürecini” bütünlüğü içerisinde değil, onun soyutlama yoluyla farklı bölümlerini, üstelik en saf haliyle inceler. Bu onun gerçek yaşamdaki var olan tesadüflerden ya da ikincil ve zorunlu olmayan özelliklerinden soyutlayarak olgunun özünü keşfetme yöntemidir.

Yukarı da belirtildiği gibi Marx önce değeri incelemekle başlar, ardından artı değere geçmiştir. Artı değer oranını incelerken de sömürü oranını ele almış ikisi arasındaki bağı ortaya koymuştur. Artı değer oranının kâr oranından önce incelenmesi dikkat çekicidir. Çünkü artı değer oranı, değişen sermaye ile onun içinden çıkan artı değer üzerinden hesaplanır; fakat gerçek hayatta, üretim sürecinde değişen sermaye ile sabit sermaye aynı anda devrededirler. Marx ilk aşamada değişmez sermayeyi ikincil etken olarak sayar ve hesaba katmaz. Zira sermaye bir bütün olarak ele alındığında (değişen ve değişmez sermaye) kâr hesaplanabilir, fakat bu sefer de artı değer perdelenir, kârın altında tamamen kaybolur, ama bunun perdelenmesi de emeğin sömürü mekanizmasını gizler. Oysa kapitalist sistemin temeli emek sömürüsüdür ve diğer tüm ekonomik kategoriler bununla belirlenir. Marx’a göre burjuva ekonomistleri, başta Adam Smith değerin emeğin yanı sıra üretim araçları tarafından üretildiği illüzyonuna kapılmışlardır. Oysaki kapitalisti zenginleştiren ve üretim araçları üzerindeki mülkiyetin koşulu emek sömürüsü sayesinde artı değer üretilmesidir. Dolayısıyla artı değerin en saf biçimiyle ortaya çıkartılması, kâr oranıyla karıştırılmaması, kapitalist sistemin özünün anlaşılmasının olmazsa olmaz koşuludur. İşte bunun için “sürecin saf haliyle çözümlenmesi, ürün değerinin yalnızca değişmez sermaye değerini temsil eden kısmının tümüyle yok sayılmasını, yani değişmez sermayenin c = 0 şeklinde alınmasını gerektirir.[33] Bu soyutlamanın bütüne dair ilişkileri yansıtmadığını Marx da bilir ve hatta aynı paragrafta bunu açıkça ifade eder. Fakat bunun aynı anda değil daha sonra yapılması olayın özünün anlaşılması açısından gereklidir, kaldı ki bunların birbirlerinden soyutlanması da olgunun anlaşılmasını engellemez.

Şüphesiz, artık değer sadece, doğrudan doğruya kendisinden çıktığı ve değerindeki değişmeyi temsil ettiği sermaye kısmı ile ilişkili olmakla kalmaz, yatırılmış toplam sermaye bakımından da büyük bir iktisadi önem taşır. Bunun içindir ki bu ilişkiyi üçüncü kitapta kapsamlı şekilde inceliyoruz. Sermayenin bir kısmını emek gücüne çevirerek değerlenmesini sağlamak için, sermayenin bir başka kısmının üretim araçlarına çevrilmesi gerekir. Değişir sermayenin görevini yapabilmesi için, emek sürecinin belirli teknik koşullarına göre, uygun oranlarda değişmez sermaye yatırılması gerekir. Ne var ki, bir kimyasal süreç için imbik ve diğer kaplara ihtiyaç duyulması, çözümleme sırasında bunları yok saymamıza engel oluşturmaz. Değer yaratımının ve değer değişiminin kendi başlarına, yani saf halleriyle ele alınması ölçüsünde, üretim araçları, yani değişmez sermayenin maddi biçimleri, yalnızca, değer yaratan akıcı gücün sabitlendiği maddeyi sağlar.[34]

Artı değerin özünün ortaya konulmasından sonra Marx çalışma süresinin uzatılması ile mutlak artı değer, ardından da gerekli emek süresinin kısaltılması süreciyle oluşan nispi artı değeri inceler. Bunların analizinden sonra üretim güçlerinin gelişmesi ve basit işbirliği, manifaktür ve makineli üretim süreçlerinin tarihsel boyutlarını incelemeye geçer. Buraya kadar Marx’ın hedefi artı değerin kökeni, kaynakları ve artmasının yol ve yöntemlerinin açığa çıkarmaktır. Artı değer üretiminin koşulları açıklanmıştır, fakat bu sürecin bitmesinin yeni bir artı değer sürecinin başlangıç koşulu olduğu henüz kanıtlanmamıştır. Bu kanıt için sermaye birikimi sorununun ele alınması gerekir. Bu noktada sermaye birikimi, değer, artı değer, mutlak artı değer ve nispi artı değer kategorilerine göre daha somut bir ekonomik kategoridir. Buna rağmen birinci kitapta incelenen sermaye birikim süreci hala soyuttur, zira bu birikim için gerekli koşul olan metaların pazarda satılması ve elde edilen paranın ezici çoğunluğunun tekrar sermayeye dönüşmesi gerekir. Bu sürecin, etkili birçok faktör ve bunların geçirdikleri değişimlerle somutlaştırılması gerekecektir. Tüm bunlar ikinci ve üçüncü kitapta konu edilir, önce sermayenin dolaşım sürecinin tüm etkenlerden soyutlanarak normal bir biçimde tamamlandığı varsayılır.

Birikimin ilk koşulu, kapitalistin metalarını satmayı ve bu yolla elde ettiği paranın büyük bir kısmını yeniden sermayeye çevirmeyi başarmış olmasıdır. Aşağıda, sermayenin dolaşım sürecini normal bir biçimde tamamladığı varsayılacaktır. Bu sürecin daha yakından analizi ikinci kitapta yapılacaktır.

Artık değeri üreten, yani karşılığı ödenmemiş emeği doğrudan doğruya işçilerden emen ve bunu metalarda sabitleyen kapitalist, gerçi, bu artık değere ilk el koyan kimsedir, ama hiçbir biçimde bunun nihai sahibi değildir. O, bunu, sonradan toplumsal üretimin bütünü içinde başka işlevleri yerine getiren kapitalistlerle, toprak sahipleriyle vb. paylaşmak zorundadır. Bundan dolayı, artık değer çeşitli parçalara bölünür. Bu parçalar çeşitli kategoriler meydana getiren kimselerin payları olur ve kâr, faiz, ticari kâr, toprak rantı vb. gibi birbirinden bağımsız biçimlere bürünür. Artık değerin bu dönüşmüş biçimleri ancak üçüncü kitapta ele alınabilecektir.[35]

Bir kez daha Marx birikim sürecini en saf biçimiyle ele alır, analitik metot açısından önemli olan, sermaye birikiminin özünün tüm yönleriyle incelenmesi ve ortaya konulmasıdır. Bu süreç bu sırayla ortaya koyulmadığı tahlilde sürecin, analiz için neden parçalandığı; kâr, faiz, ticari kâr, toprak rantı vb. birbirinden bağımsız biçimlere ayrılması anlaşılmaz olacaktır. Bütünlüğü açısından birinci kitaptaki tahlillerin ikinci ve üçüncü ciltlerdekilerle tamamlanması gerekir, fakat bu onun kendi başına, en saf haliyle ortaya konulmasına engel kesinlikle teşkil etmez. Çünkü gerçek yaşamda bu parçalanma artı değerin ne doğasını ne de birikimin kaynağı haline gelmesi için gerekli olan koşullarda değişikliğe yol açmaz, burada ortaya konulması gereken esas da budur. “Bundan dolayı, birikim sürecinin saf analizi, bunun iç mekanizmasının işleyişini gözlerden saklayan bütün görüngülerin geçici olarak yok sayılmalarını gerektirir.[36]

Sermaye birikimi sürecini incelemeye Marx en saf, en soyut biçim olan basit yeniden üretimden başlar. Ona göre üretimin somut biçimi ne olursa olsun esas olanın bir devamlılık sergilemesi gerekir. Fakat bu devamlılık ilk başta en soyut ve en saf biçimiyle ele alınır. Yani Marx basit yeniden üretim sürecinden bahsederken üretim araçlarında bir değişikliğin ve yenilenmenin olmadığını varsayar. Bu sermayenin yeni özelliklerini görme açısından bir gerekliliktir. Zira, buraya kadar emek gücünü satan işçi ve satın alan kapitalist birer birey, işçinin ücretinin ise kapitalistin cebinden çıktığı var sayılıyordu. Fakat sermaye birikimi ve yeniden üretim süreci değerlendirilirken işçi ile kapitalist arasındaki ilişki bireysel bir ilişki olmaktan çıkar artık işçi sınıfı ile kapitalist sınıf arasındaki ilişki söz konusudur. Marx burada emek gücünü satın almak için kapitalistin harcadığı değişen sermayenin (ücret) aslında kapitalistin cebinden çıkmadığını, geçmiş zamanlarda işçilerin ödenmemiş emeğinden oluştuğunu gösterir. İlk başta kapitalist bir sermaye sahibidir fakat Marx açıkça kapitalistlerin devreye soktukları ilk sermayenin kısa süre içerisinde işçilerin ürettiği artı değerle karşılandığını gösterir. Dolayısıyla aslında kapitalistin elinde bulunan sermaye yeniden üretim sürecinde işçilerin ürettiği artı değerden başka bir şey değildir. Soyut bir noktadan hareket ederek yapılan basit yeniden üretimin analizi daha somut bir noktaya ulaşır, yani kapitalistlerin özel mülkiyeti aslında işçilerin ürettiği artı değerden başka bir şey değildir. Bundan sonra Marx, bir adım daha ileri giderek genişletilmiş yeniden üretime geçer. Genişletilmiş yeniden üretim kapitalizme özgüdür ve modern toplumun analiz sürecinde somutlaştırılmasını da mümkün kılar.

Genişletilmiş yeniden üretimin analizi yeni bir ekonomik kategorinin, sermayenin organik bileşimi kategorisinin devreye girmesini gerektirmiştir. Genişletilmiş yeniden üretim sürecinde Marx sermayenin organik bileşimde, yani sabit sermaye ile değişmeyen sermaye orantısında önemli değişiklikler yaşandığını belirtir. Sermaye oranının arttığını; fakat sabit sermayede artış olurken değişmeyen sermayede nispi düşüşün gerçekleştiğini gösterir. Marx bunu göstermek için yedek sanayi ordusunun ortaya çıkması ve büyümesi, proletaryanın mutlak ve nispi yoksulluğu, sermayenin merkezileşmesi ve yoğunlaşması üzerine ayrıntılı veriler sunar. Buradan da kapitalist sistemdeki mülk edinmenin özel biçimiyle üretimin toplumsal karakteri arasındaki antagonizmayı saptar. Marx için artık çıkartılması gereken sonuç ortadadır: emekçiler kitlesini mülksüzleştiren az sayıda gaspçının “halk kitlesi tarafından mülksüzleştirilmesi”nin[37] zamanı gelmiştir.

Kapital’in ikinci kitabı sermayenin dolaşım sürecini ele alır. Bu kitapta ele alınan konular birinci kitapta yapılan analizler üzerinden işlenir. İki kitap arasındaki bağı, Marx şu şekilde kurar:

I. Kitapta kapitalist üretim süreci hem ayrı bir operasyon, hem de bir yeniden üretim süreci olarak çözümlenmişti: artık değer üretimi ve sermayenin kendisinin üretimi. Sermayenin dolaşım alanında uğradığı biçimsel ve özsel değişiklikler varsayılmış ve bunun üzerinde daha fazla durulmamıştı. Yanı sıra, bir yandan kapitalistin ürünü değerine sattığı, öte yandan süreci yeniden başlatmak ya da kesintisiz olarak sürdürmek için gerekli olan maddi üretim araçlarını dolaşım alanı içinde hazır bulduğu varsayılmıştı. Dolaşım alanı içindeki, orada üzerinde durmamız gereken tek işlem, kapitalist üretimin temel koşulu olarak emek gücü alım satımı olmuştu.[38]

Artık birinci kitaptaki tahlillerin yapılabilmesi için gerekli olan varsayımların üzerinde durulmasının zamanı gelmiştir. Sermayenin dolaşım sürecini konu eden 2. kitap 3 ayrı kısımdan oluşur ve her bölümde, işlenen konular ve biçim açısından değerlendirildiğinde yine soyuttan somuta doru bir gidiş vardır. Birinci kitapta kapitalizmin mutlak yasası olarak saptanan “artı değer” üretimi, ikinci kitabın da temelidir. Zira sermayenin dolaşımı olmadan artı değerin artması mümkün değildir. Her zaman hareket halinde olan sermayenin farklı aşama ve biçimlerden geçmesi gerekir. Birinci kitapta da aslında artı değerinin üretilmesi aşamasında bu soruna kısmen değinilmiştir, fakat Marx orada sermayenin farklı aşamalarının olduğu konusuna girmemiştir: önce para, üretim süreci için gerekli olan metaya dönüşür (sermaye-para), ikinci olarak bu metalar kapitalistin artı değer elde etmesi amacına uygun üretim sürecinde tüketilir (üretken sermaye), üçüncü aşama ise bu üretilen metaların pazarda tekrar paraya dönüşmesidir (sermaye-ürün). Sermaye art arda bu üç aşamadan geçer ve her seferinde bir önceki aşama ve biçimini yadsır. Analizinin bu aşamasında Marx artı değerin farklı oranlarda paylaşımını ele alır; söz konusu üç sermaye biçiminin kendi içerisinde bağımsız oluşunu şimdilik bir kenara bırakır (soyutlar) ve birinden diğerine geçişte bir devamlılık olduğunu varsayar, yani süreci en saf biçimiyle inceler. Oysa gerçek yaşamda süreci baltalayan birçok etken vardır. Sermaye bu üç aşamadan art arda geçmez ve dolaşımı tamamlayamaz ise emek sömürüsü sürecinde yaratılan artı değerin farklı biçimlerde (örneğin kâr biçimiyle) ortaya çıkması mümkün değildir, bundan dolayı ilk önce dolaşım süreci ile üretim süreci arasındaki bağın açıkça ortaya konması gerekir. İkinci kitabın ilk kısmında yapılan da budur. Öyle ki bu üç aşamanın ikisi (sermaye-para ve sermaye-ürün) dolaşım sürecine dahildir. Dolayısıyla dolaşım süreci ile üretim süreci birbirlerini tamamlayan bir bütündür ve sadece Marx’ın birinci kitapta yaptığı gibi zihnin soyutlama gücüyle ayrıştırılabilir.

Kitabın ikinci kısmında Marx, analizlerini biraz daha somutlaştırır ve sermaye devrinin üretim süreci üzerindeki ve değerin artışındaki etkilerini inceler. Buraya kadar Marx sermayenin farklı bölümlerinin devir hızını devreye sokmamıştı, zira bunlar aynı hızda dönmediğinden sermayenin üç aşamasının (sermaye-para; üretken sermaye; sermaye-ürün) tamamlanmasının analizinde devreye sokulmamıştı, bir kez daha saf haliyle incelenmişti. Bu gösterildikten sonra ancak somuta doğru yeni bir adım daha atılabilirdi. Marx sermayenin, dolaşımı esnasında yeni iki biçime büründüğünü gösterir. Zira dolaşım sürecinde sermayenin sabit sermaye ve döner sermaye diye iki yeni biçim aldığını belirtir. Dikkat edilirse Marx birinci kitabın 6. bölümünde “değişmeyen sermaye ve değişen sermaye” konularına değinmişti. “Sabit ile döner sermaye”, “değişmeyen ile değişen sermaye” arasında bir bağ olmasına karşın bunların birbirine karıştırılması kapitalist sömürü mekanizmasının perdelenmesine neden olur. Bundan dolayı birinci kitapta Marx üretim araçları ile emek gücünün sermayenin aynı bölümlerini oluşturmadığını belirtmek için “değişmeyen sermaye ve değişen sermaye” kavramlarını kullanmış ve artı değer üreten tek metanın emek gücü olduğunu göstermişti. Fakat yukarıda da belirtildiği gibi burada kapitalist üretimin soyutlama yoluyla saf hali incelenmişti, sermaye devrinin üç aşaması ve hız farklılığı hesaba katıldığında soyuttan somuta geçişte yeni bir adım daha atılmış ama bu da yeni ekonomik kategorilerin devreye sokulmasını zorunlu kılmıştır.

Marx’a göre “sabit sermaye” üretken sermayenin bina, alt yapı, makine ve farklı üretim araçlarını satın almak için harcanan bölümüdür. Bunlar uzun yıllar boyunca kullanılır ve satın alınırken harcanan sermayenin değeri üretilen metalara parça parça devredilir, bundan dolayı üretken sermayenin bu bölümünün tümünün “sermaye-ürün’e” dönüşmesi uzun bir dönemi kapsar. Örneğin makineleri satın almak için harcanan sermayenin amortismanı bunların yüksek maliyetinden dolayı uzun zaman alır. Döner sermaye ise emek gücü için yapılan harcamanın yanı sıra ham madde ve makinelerin çalışması için gerekli yakıt (odun, kömür, benzin, elektrik vs.) için yapılan harcamalardır. Döner sermayenin değeri üretim sürecinin tek bir devrinde olduğu gibi kapitaliste ürünler şeklinde tekrar döner. Zira hammaddeler için harcanan sermayenin değeri olduğu gibi üretilen ürünün değerine geçer, emek gücü için harcanan sermaye ise artı değer sayesinde artarak kapitaliste döner. Görüldüğü gibi “sabit sermaye” ile “döner sermaye”nin analizi de emek sömürüsünün ortaya çıkmasıyla sonuçlanır, fakat bunun olabilmesi için önceden “değişmeyen sermaye” ve “değişen sermaye” diye bir ayrıştırmanın yapılması ve emek gücünün kapitalist üretimdeki yerinin ortaya konulması gerekmektedir. Marx bunu şöyle ifade eder:

İlk bakışta açıktır ki, döner sermaye olarak emek gücüne yatırılan sermayenin özgün farklılığı üretim sürecinde yok olup giden ikincil bir tanımlamadır: zira bu tanımlamada emeğe yatırılan sermaye ile ham maddelere vb. yatırılan sermaye arasında eşitleme vardır; değişmeyen sermayenin bir bölümünü değişen sermaye ile özdeşleştiren bir sütunun, değişmeyen sermayeden farklı olarak döner sermayenin özgün farklılığı ile bir ilgisi yoktur.[39]

Marx için döner sermaye ikincildir, fakat bu onun üretim süreci ve değerin artma sürecinde hiçbir rol oynamadığı anlamına gelmez. Tam tersine, Marx döner sermayenin hızının artı değer üretimi sürecinde önemli bir rol oynadığını belirtir. Bunu kanıtlamak için artı değerin yıllık oranını örnek alır ve daha düşük bir sermayenin daha hızlı devir koşulunda daha yüksek bir sermayeyle aynı rolü oynayabileceğini örneklendirir.

Kitabın 3. Kısmında ise analiz daha da somutlaşır. İkinci kitabın üç kısmı arasındaki diyalektik bağı Marx şöyle kurar:

Bu II. kitabın birinci kısmında, sermayenin kendi devresinde aldığı farklı biçimler ve bu devrenin kendisinin farklı biçimleri incelenmişti. Şimdi, I. kitapta ele alınmış olan emek-zamana, dolaşım zamanını eklemek gerekiyor.

İkinci kısımda, devre, dönemsel bir olgu olarak, yani devir olarak ele alınmıştı. Bir yandan farklı (sabit ve döner) sermaye bileşenlerinin kendilerinin biçim devrelerini nasıl farklı zaman aralıklarında ve farklı şekillerde tamamladıkları gösterilmiş, öte yandan çalışma döneminin ve dolaşım döneminin uzunluğunun farklı olmasını gerekli kılan koşullar araştırılmıştı. […] Ama birinci kısım boyunca olduğu gibi ikinci kısım boyunca da, yalnızca bireysel bir sermaye üzerinde, toplumsal sermayenin bağımsızlaşmış bir bölümünün hareketi üzerinde durulmuştu. Oysa, bireysel sermayelerin devreleri iç içe girer, birbirlerinin hem öncülleri olur hem de birbirlerini gerektirirler ve tam da bu iç içe girişleriyle, toplumsal toplam sermayenin hareketini oluştururlar. […] Şimdi, toplumsal toplam sermayenin bileşenleri olarak bireysel sermayelerin dolaşım sürecini (bütünlüğü içinde yeniden üretim sürecinin biçimi olan süreci), yani bu toplumsal toplam sermayenin dolaşım sürecini incelememiz gerekiyor.[40]

Son kısma kadar Marx bireysel sermayelerin dolaşımını ele almış, sermayelerin bir biçimden diğerine geçerken gerekli tüm koşulların olduğunu varsaymış ve değerin gerçek somut biçimi ise hesaba katılmamıştı. Fakat bireysel sermayelerin yerine toplumsal toplam sermayenin dolaşım sürecini işlerken bunların devreye sokulması zorunludur. Bunu yaparken, birinci ve ikinci kısımlarda yaptığı analizler üzerinden bireysel sermayelerin toplamının dolaşımını sosyal sermayenin bir bütününün sentezini sunar. Buradan da hareket ederek, Marx, toplumsal üretimde iki yeni ayrıştırma yapar: üretim araçlarının üretimi ve tüketim nesnelerinin üretimi. Basitten karmaşık olana doğru ilerlerken önce basit üretimden başlar ve genişletilmiş yeniden üretime ancak ondan sonra geçer. Bu iki bölüm toplam 130 sayfa civarındadır ve ilginç olan şudur ki Marx kapitalist üretimde aslında çok da gerçekçi olmayan basit üretimin analizi için neredeyse 100 sayfa ayırmıştır. Kuşkusuz yukarıda belirtildiği gibi ikinci cilt bitmiş ve Marx tarafından son şekli verilmemiştir ve şüphesiz baskıya hazırlanmış olabilseydi bu böyle kalmayacaktı, fakat Marx’ın buraya kadar izlediği metot göz önünde bulundurulduğunda aslında bunda bir terslik yoktur. Onun esas amacı burada kapitalist üretim biçiminin işleyiş yasalarını ortaya koymaktır, olayların en saf biçimde incelenmesi ise bu amaca ulaşmayı kolaylaştırır. Bu yasa bir kez keşfedildikten sonra gerçek yaşamda ortaya çıkan değişimlerin, bu değişimler üzerinde etkili olan faktörlerin neler olduğunu incelemek daha kolaydır.

Kapitalist üretim ve dolaşım süreçlerinin analizlerinden sonra Marx, Kapital’in 3. cildinde “bir bütün olarak kapitalist üretim süreci”ni konu eder. Bu ciltte analiz biraz daha somutlaşmıştır.

Buraya kadar üretim süreci ve dolaşım süreci özel uğraklar olarak ele alınmıştı.

Aksine sermayenin bir bütün olarak ele alınan hareket sürecinden doğan somut biçimlerin ortaya çıkarılması ve gösterilmesi gerekir. Sermayeler, gerçek hareketleri sırasında birbirlerinin karşısına öyle somut biçimlerde çıkar ki, bu biçimler için, sermayenin dolaysız üretim sürecindeki şekli ile dolaşım sürecindeki şekli yalnızca özel uğraklar olarak görünür. Dolayısıyla, sermayenin bu kitapta açıkladığımız şekilleri, adım adım, toplumun yüzeyinde, faklı sermayelerin birbirlerine yönelik eylemlerinde, yani rekabette ve üretimi yürütenlerin kendilerinin alışılagelmiş bilinçlerinde aldıkları biçime yaklaşır.[41]

Dolayısıyla bu üçüncü kitapta sermayenin toplumda yansıdığı biçimler, bütünlüğü içerisindeki karşıtlıklar konu edilir. Dikkat edilirse Marx, çalışmasındaki sonuçların “üretimi yürütenlerin kendilerinin alışılagelmiş bilinçlerinde aldıkları biçime” yaklaştığını söylerken amacı sürecin en ufak detaylarına kadar yansıtıldığı bir fotoğraf çekmek değildir. Sürekli hareket halindeki araştırma nesnesinin özünü ortaya çıkarmak için onu düşüncede somutlaştırmaya çalışmaktır.

Kapitalist ilişkileri gerçeğe en yakın ve yalın hallerinde açıklama sürecinin her durağında Marx hep yaptığı gibi, yeni ekonomik kategorileri devreye sokar. Fakat bu somut ekonomik kategoriler, ilk iki kitapta soyutlama yoluyla ortaya konulan ve artık analizin bir parçası haline gelen kategoriler üzerinden yükselir. Bu üçüncü kitabın amacı “sermayenin bir bütün olarak ele alınan hareket sürecinden doğan somut biçimlerin ortaya çıkarılması ve gösterilmesi” olarak belirlenmişti. İlk iki kitap kapitalist üretim ve dolaşımının yasalarını ortaya koymuştu fakat “toplumun yüzeyinde” görünen ekonomik kategoriler ile bunların ilişkilerinin sağlanması gerekiyordu. Yüzeyde görünen ve klasik ekonomi politiğin de temelini oluşturan bu ekonomik kategoriler “maliyet fiyatı”, “kâr”, “kâr oranı”, “ortalama kâr”, “üretim fiyatı”, “ticari kâr”, “faiz”, “rant” vs’dir. Marx bunlardan hareket ederek, ama bu sefer ters yönden ilerleyerek bunlar ile özleri arasında bağı kurar. Örneğin değerin arttırılmasında emeğin önemini ortaya koyan değişmeyen ve değişen sermaye, üçüncü kitapta üretim maliyeti olarak somutlaşır. Artı değer kâr biçimini alır, artı değer oranı ise kâr oranı, meta değeri ise üretim fiyatı olarak incelenir. Böylelikle öz ve biçim arasında diyalektik bir bağ kurulmuş olur. Özün önceden ortaya konulmuş olması biçimlerin analizi açısından olmazsa olmazdır, fakat bu somut biçimlerin analizinin yerini alamaz. Marx önce olguların özünü incelemiş, bunlar ortaya konulduktan sonra gerçek dünyada aldıkları somut biçimler betimlenmiştir ve ikisi arasındaki bağ sunulmuştur. Aradan 150 yıl geçmiş olmasına rağmen bilimsel niteliğinden hiç biç şey kaybetmemiş olmasının sırrı da burada yatar.

Örneğin üçüncü kitap önce maliyet fiyatı ve kâr analizinden başlar. Bu tesadüf değildir, çünkü gerçek yaşamda değişmeyen ve değişen sermayenin değerleri ve artı değer tam da bu biçimleri alırlar. Bu nedenden dolayı Marx daha önce birinci kitapta açıkladığı artı değer ile değişen sermaye üzerinden hesaplanan artı değer oranından hareket ederek, kâr oranını hesaplar. Ona göre kâr oranı artı değer oranı ile toplam sermaye üzerinden hesaplanmalıdır. İşte bundan dolayı kârın analizine geçmeden önce artı değer oranının ortaya konulması gerekmekteydi, aksi taktirde kâr oranının hesaplanması da imkansız olurdu. Üstelik kâr da ilk anda tüm somut biçimleriyle incelenmez. Marx önce kâr oranı ile artı değer oranı arasında bir eşitsizliğin olduğunu, aralarında niceliksel bir farkın olduğunu ortaya koyar. Aslında ortalama kâr ile artı değer de aynı şeyler değildir ve aralarında niteliksel bir fark da vardır. Gerçek yaşamda sermayeler arasında rekabet ve organik bileşimlerinin farklılığından kaynaklı rekabet koşullarında büyük eşitsizlikler yaşanır ve bundan dolayı ortalama kâr ile artı değerin ifade ediliş biçimleri arasında da farklar vardır. Fakat Marx ilk başta bunu göz ardı eder, çünkü her şeyden önce kârın doğasını ortaya koymak gerekir ve bu da onun en saf biçimiyle incelenmesini gerektirir. Kâr kategorisi gerçek yaşamda artı değerin özünü ve bundan dolayı kapitalistler ile işçiler arasındaki gerçek sömürü ilişkisinin özünü perdelese bile Marx analizin bu aşamasında kâr ile artı değer arasında bir eşleşme yapar:

Demek ki, şu anda karşımızda bulunan biçimiyle kâr, artık değerle aynı şeydir; tek farkı, gizemlileştirilmiş bir biçimde bulunmasıdır; ama bu biçim de, kapitalist üretim tarzının kaçınılmaz bir ürünüdür. Maliyet fiyatının görünüşteki oluşumunda değişmeyen sermaye ile değişen sermaye arasında herhangi bir fark görmek mümkün olmadığından, üretim süreci sırasında gerçekleşen değer değişiminin başlangıç noktasıdır, değişen sermaye parçasından toplam sermayeye aktarmak gerekir. Bir kutupta artık değer dönüşmüş bir biçimi olan kâr biçiminde görünür.[42]

Böylelikle Marx gerçek dünyada kârın geçirdiği süreç ne olursa olsun, özü itibariyle artı değere bağlı olduğunu göstermiş olur. Dolayısıyla kapitalistlerin zenginleşmelerinin esas kaynağının artı değer üretimi, yani emek sömürüsü olduğu ortaya konulmuş olur. Bunun anlaşılması önemlidir ve ancak bundan sonra Marx basitten karmaşığa doğru ilerler ve kâr kategorisini adım adım somutlaştırır. Buraya kadar üretim alanları ve şirketlerin büyüklüğüne göre sermayelerin organik yapılarında eşitsizliklerin olduğunu, bu dengesizliğin de sermayenin bir bütün olarak dolaşımında birçok etkisinin olduğunu bilinçli olarak göz ardı etmişti. Diğer yandan kârın doğasını ortaya koymak için bireysel sermayeyi örnek almış fakat analizin bu aşamasında tüm bireysel sermayelerin birbirleriyle ilişkisi, aralarındaki rekabet bir kenara bırakılmıştı. Fakat rekabetin etkisiyle kârın genel ortalama oranı ve maliyet fiyatının oluşum sürecinin incelenmesi esnasında Marx değer yasası ve artı değer yasasının etkilerini somutlaştırmaya girişir. Örneğin ortalama kâr oranının oluşumunda Marx, kâr oranının artı değer oranından nicel olarak farklı olduğunu göstermenin yanı sıra oluşan kâr kütlesinin de nicel olarak değişik sektörlerin ürettiği artı değer kütlesinden farklı olduğunu gösterir. Marx’a göre eğer bir sektörde üretilen artı değer, metanın satış fiyatına dair elde edilen kârla birbirine denk düşüyorsa, bu sadece tesadüfün etkisidir, çünkü sermayelerin birbirleriyle olan rekabeti bu süreci büyük oranda etkiler.

Maliyet fiyatının oluşmasının analizini bitirdikten sonra Marx 3. kısımda kâr oranının düşme eğilimini inceler. Bu kısım Kapital’in birinci kitabında incelenen kapitalist birikimin genel yasası (bölüm 23) ve kapitalist üretimin tarihsel eğilimi (bölüm 24) bölümlerini daha da somut hale getirir. Kapital’in üçüncü kitabında işlenen diğer kısımlarında da buraya kadar kabul edilen varsayımlar aşama aşama tekrar masaya yatırılır ve gerçek hayata adım adım daha fazla yaklaşılır. Örneğin dördüncü (meta sermaye ile para sermaye meta ticareti sermayesiyle para ticareti sermayesine dönüşmesi -Ticaret sermayesi) ve besinci kısma (Kârın Faiz ile girişimci kazancına bölünmesi. Faiz getiren sermaye) kadar Marx üretimin ve dolaşımın aslında gerçek somut dünyasında meta-sermaye ve sermaye-paranın tek bir sanayi sermayesi olarak devreye girmediğini, gerçekte ticaret sermayesi ve faiz getiren sermaye olarak özgün biçimlerde de var olduğunu göz ardı etmişti. Bu kârın en saf biçimde incelenmesi için gerekliydi, fakat bunlar bir kez ortaya konulduktan sonra somutlaştırma sürecinde bir adım daha atılabilirdi.

Marx’ın, izlediği yöntem ve analiz seyri bakımından tüm ciltlerin el yazmalarını bitirmeden hiç bir şey yayınlamak istememesi tesadüfi değildir. 1865’de tüm ciltlerin el yazmaları en genel hatlarıyla bittikten, Marx’ın kafasındaki plan tamamen netleştikten sonra önce yazdığı bölümlere tekrar tekrar dönmesi analiz sırasında önce bilinçli olarak ihmal edilen, sonradan derinleştirilen faktörlerle birlikte ortaya çıkan toplam tabloyu okura eksiksiz sunma isteğinden kaynaklanıyordu.

O somutlaştırmanın her aşamasında hayatın gerçekleriyle analizlerini karşılaştırır, kapitalizmin ilerlemesi; örneğin ABD ve Rusya’da kapitalizmin gelişme biçimleri, yaşanan ekonomik kriz ve ortaya çıkan yeni olgular ışığında tüm tahlillerini sürekli gözden geçirmekten kaçınmaz. Böylece Marx kapitalizmin toplam tablosunu temel ve değişken etkenlerle birlikte yapmaya çalışır. Ancak 19. yüzyılın son çeyreğinde gelişmeye başlayan emperyalist aşama Kapital’de görülmez. Çünkü Marx gözlerinin önünde cereyan eden, somut ve gerçek gelişmelerden hareket ederek onları analiz etmiştir. “İnsan yaşamının biçimleri hakkındaki düşünceler ve dolayısıyla bunların bilimsel analizi, genel olarak, gerçek gelişmenin tersi bir yol izler. Analize, post festum (olay olup bittikten sonra) ve dolayısıyla gelişim sürecinin tamamlanmış sonuçlarıyla başlanır.[43] Öyleyse Marx’tan da gelişim süreci tamamlanmamış bir toplumsal olgunun analizini beklemek idealizme düşmek anlamına gelir.

Fakat Kapital’in 2 bin sayfalık analizi söz konusu toplumsal üretimin nasıl ilerlediğini ve geliştiğini somut bir şekilde gösterir. Bu analizlerin içerdiği özü anlayarak, Marx’ın kullandığı diyalektik yöntemi kavrayarak kapitalizmin emperyalizm aşamasını ancak Lenin teşhis ve analiz edebilmiştir.

[1] Karl Marx-Friedrich Engels, Lettres sur Le Capital, Paris, Editions sociales, 1964, sf. 154.

[2] Lettres sur Le Capital, age, sf. 148.

[3] Karl Marx-Friedrich Engels, Correspondances [Mektuplaşmalar], cilt VIII, Paris, Editions sociales, 1981, sf 375.

[4] Kapital, 2. Cilt’te hemen hemen 2. kısmın tümü: 8. ve 17. bölümler.

[5] Lettres sur Capital, age, sf. 169-170. Vurgular bize ait.

[6] Almanca 2. Baskıya son söz. Kapital. Cilt 1. Yordam yayın, sf. 28.

[7] Maximilien Rubel, Marx Critique du Marxisme, [Marksizm’in eleştirmeni olarak Marx] Payot, 1974.

[8] Michael Heinrich, «L’édition Engelsienne du Livre III du Capital et Le Manuscrit Original de Marx », traduction Actuel Marx, [Kapital’in III kitabının Engels yayını ve Marx’ın orijinal el yazıları] n°22, 1997, sf. 179-194. – Aynı yazarın son yazıları da aynı eğilim taşıyor. Ce qu’est Le Capital de Marx [Marx’ın Kapital’i nedir ?], Paris, Editions Sociales, 2017.

[9] Karl Marx-Friedrich Engels, Correspondances [Mektuplaşamalar], cilt XI, Paris, Editions Sociales, 1985, sf 210.

[10] Engels bu yazıyı, Samuel Moore sayesinde deşifre ettikten sonra 3. cildin 3 bölümü olarak kullanır.

[11] Engels’in Danielson’a 4 Temmuz 1889 tarihli gönderdiği mektubu. Lettres sur Le Capital, age, sf. 364.

[12] Lettres sur Capital, age, sf. 170.

[13] Karl Marx, Critique a la Critique de L’economie Politique, Paris, Editions sociales, 1957, sf. 165-166. Vurgular bize ait.

[14] Karl Marx, “Notes marginales pour le “Traite d’economie politique” d’Adolphe Wagner, In Capital, vol. 2, Paris, Editions Sociales, 1976. sf. 473.

[15] Engels’in hayatının son yıllarında Kapital’in 2 ve 3 ciltlerini yayına hazırlarken farklı ülkelerdeki Marksistlere tarihsel materyalizmi üzerine yazdığı mektuplar yanlış anlamalara, Marx’ın görüşünün karikatürize edilmesine karşı yürüttüğü mücadelenin en somut örneğidir.

[16] Karl Marx, Critique à la Critique de L’économie Politique, Paris, Editions Sociales, 1957, sf. 166. Vurgular bana ait.

[17] Friedrich Engels, Doğanın Diyalektiği, Ankara, Sol yayınlar, 1992, Sf. 191 [çevirmen Arif Gelen]

[18] Mark Rosenthal, “Les problemes de la dialectique dans Le Capital de Marx”, Paris/Moscou, Editions sociales-Editions en langues etrangeres, 1959, sf. 304-305.

[19] Karl Marx, Critique a la critique de l’economie politique, Paris, Editions sociales, 1957, sf. 166.

[20] Almanca 2. Baskıya son söz. Kapital. Cilt 1. Yordam yayın, sf. 28. Vurgu vize ait.

[21] Mark Rosenthal, age, sf 412.

[22] Aktaran Rosenthal, age, sf. 413.

[23] Orijinal metinde Fransızca : “Yaklaşık olarak”

[24] Lenin, Oeuvres Completes, volume 38 : Cahiers Philosophiques, Paris/Moscou, Editions sociales/Editions du Progres, 1973, sf. 139.

[25] Age, sf. 219.

[26] Lettres sur Le Capital, sf. 382.

[27]Hegel’in tüm Mantık’ını derinlemesine incelemeden ve anlamadan Marx’ın ‘Kapital’ini, özellikle de birinci bölümünü tamamen anlayamayız. Dolayısıyla hiçbir Marksist Marx’tan yarım asır sonra onu anlamamıştır.” Lenin, Oeuvres completes, volume 38: Cahiers philosophiques, Paris/Moscou, Editions sociales/Editions du progres, 1973, sf. 170. Lenin’in Kapital’i nasıl incelediğini işlerken bu sözlerin anlamı üzerine tekrar döneceğiz.

[28] Bu bölümde faydalandığımız eserler şunlardır: Frederich Engels, Pour comprendre “Le Capital”, Paris, Bureau d’editions, 1936 ; Lenin, Oeuvres completes, volume 38 : Cahiers philosophiques, Paris/Moscou, Editions sociales/Editions du progres, 1973 ; Mark Rosenthal, “Les problemes de la dialectique dans Le Capital de Marx”, Paris/Moscou, Editions sociales-Editions en langues etrangeres, 1959 ; Evald İlienkov, “La dialectique de l’abstrait et du concret dans “Le Capital” de Marx, in Recherches internationale a la lumiere du marxisme, n° 33-34, 1962. Sf. 99-158, Aydın Çubukçu, Mantık ve Diyalektik, İstanbul, Evrensel Basım yayın, 1998 (4. Baskı) ; A. Leontiev, Marx’s Capital. An aid to the study of Political economy, New York, İnternational Publishers, 1946 ; Georges Cogniot, Actualite du “Capital”. La Necessite sociale et l’action humaine, Paris, Editions sociales, 1948.

[29] Karl Marx, Kapital, cilt 1. Yordam yayın, sf. 85. Vurgular bize ait.

[30] Lettres sur le Capital, age, sf. 96.

[31] Karl Marx, Artı Değer Teorileri, Birinci kitap, Ankara, Sol yayınlar, 1998, sf. 82. [Çeviren : Yurdakul Findancı]

[32] Karl Marx, Capital, livre III, Paris, Editions sociales, 1976, sf. 45.

[33] Karl Marx, Kapital. Birinci Kitap, Yordam Kitap, sf. 214.

[34] Age, sf. 215.

[35] Age, sf. 545.

[36] Age, sf. 546.

[37] Age, sf. 730.

[38] Karl Marx, Kapital. İkinci kitap, Yordam Kitap, 2012, sf. 338. (çeviri gözden geçirildi)

[39] Karl Marx, Le Capital, Livre II, Paris, Editions, sociales, 1977, sf. 195. Vurgular bize ait.

[40] Karl Marx, Kapital, ikinci kitap, yordam yayınlar, sf. 338-340. Vurgular bize ait.

[41] Karl Marx, Kapital, Üçüncü Kitap, Sol yayınlar, sf. 31-32. Vurgular bize ait.

[42] Karl Marx, Kapital, Üçüncü cilt, Ankara, Sol Yayınlar, 1997 (üçüncü baskı), sf. 39. (Çeviren :Alaattin Bilgi)

[43] Karl Marx, Kapital, cilt 1. Yordam yayın, sf. 85. Vurgular bize ait.