Deniz Yalnız
Gelişmekte olan burjuvazi ile soylular arasında bir sınıf uzlaşması ile sonuca bağlanan 1688 İngiliz Devrimi, toplumdaki sınıflar arasındaki ilişkilerde ciddi değişimler meydana getirmiştir. Bunlardan en önemlisi, burjuvazinin egemen sınıflar arasında yer almaya başlamasıdır. Sınıflar arasındaki bu güç dengesindeki değişiklik, toplumun her kesimini etkileyerek toplumsal bilinçte başkalaşıma sebep olmuştur. Bu köklü değişim, kaçınılmaz bir şekilde felsefeyi de etkilemiştir. George Berkeley ve öznel idealizmi tam olarak böyle bir dönemde doğmuştur. Berkeley, toplumsal değişimlerin getirdiği koşullara bağlı kalarak; felsefesiyle, mevcut yeni düzenin devamını sağlama amacı gütmüştür. Bu sebeple Berkeley, İngiltere’deki burjuva devrimi sonucu burjuvalaşan aristokrasinin ideoloğu olup; sınıfsal konumu gereği, felsefesini, sınıf çıkarlarını koruma amacında temellendirmiştir. Bu tutumuyla yol açtığı tavır, burjuvazi içerisinde gericiliği hızlandıracak, felsefi alanda “pozitivizm”in doğmasına etki edecek ve bilim sahasında idealizmin palazlanmasına sebep olacaktır.
Berkeley’in felsefesini anlamak, günümüz çağdaş idealizmlerin özünü kavramada ve bilim sahasındaki idealist saldırıların farkına varabilmek açısından oldukça önemlidir.
Oxford Üniversitesi Felsefe Profesörü Nick Bostrom tarafından 2003 yılında bir makaleyle ortaya atılan simülasyon argümanı, kamuoyuna sunulduğu günden itibaren günümüz düşünürlerini, bilim insanlarını ve Elon Musk gibi ünlü isimleri etkilemiş ve evrenin kökeniyle ilgili yeni ve farklı bir hipotez ortaya koymuştur.
Simülasyon hipotezi, içinde bulunduğumuz evrenin ve gerçekliğin, çok ileri teknolojiye sahip bir uygarlık tarafından bilgisayar simülasyonu olarak simüle edildiğini öne sürer. Nick Bostrom’a göre, tarihin çok ileri bir noktasındaki “insan üstü” bir uygarlığın sahip olduğu teknolojik güç ve işlemci gücü sayesinde bu mümkün olabilecektir ve makalesinde ortaya attığı şu üç önermeden en az birinin doğru olduğunu söyler: (1) insanlık çok üstün bir teknolojik çağa ulaşmadan yok olacaktır; (2) teknolojik olarak üst düzeylere ulaşan medeniyetlerin hiçbiri bizim evrimsel tarihimizi simüle etmekle ilgilenmeyecektir; (3) neredeyse kesinlikle bir bilgisayar simülasyonunda yaşıyoruz.[1] İnsanlığın ileride gelişmiş bir uygarlık olacağına dair ciddi bir ihtimal olduğunu göze alan Bostrom, 3. önermenin doğruluğunu ve dolayısıyla simülasyon argümanını oldukça olası bulur. Ancak makalenin geneli incelendiğinde Bostrom’un birtakım varsayımlar üzerinden simülasyon argümanını tanımladığı açıkça görülecektir. Bunlardan temel olanı, Bostrom’un tüm canlılığı simüle edilmiş beyinler olarak ele alması ve tüm argümanını ve istatistiksel hesaplamalarını bu temelde incelemiş olmasıdır. Ancak bilindiği üzere beyinlerin simüle edildiğine dair en ufak bir delil bulunmamaktadır.
Simülasyon argümanı, evrenin kökenine dair bir açıklama yöneltmesinden dolayı bilimin de sınırları içerisine dahil olmuş olur. Bu sebeple, bu konunun felsefi savunmaları olduğu gibi bilimsel kanıtları olduğunu savunanlar da bulunmakta. Bu deliller arasında en ünlü ve yaygın olanı süpersimetri konusunda çalışmalar yürüten James Gates Jr.’ın ortaya koyduğu denklemler. Bu denklemlere göre, maddenin en temel yapı taşları basit bilgisayar kodlarından oluşmakta. Ancak kendisinin katıldığı bir panelde (2016 Isaac Asimov Anma Paneli) belirttiği üzere, bu matematiksel kodların bir gerçeklik kazanabilmesi ve üzerinde durulabilmesi için süper simetri kuramının kanıtlanması gerekiyor.
İnsanlık tarihi incelendiğinde, insanlığın doğa içerisinde yer alan “şey”ler aracılığıyla çevrelerinde bulunanları açıklama girişimine girdiğini görürüz. Örneğin, evrimsel tarih içerisinde insanoğlunun alet yapma süreci göz önüne alındığında; çevresel koşulların böyle bir ihtiyacı doğurması, tarihsel birikimin etkisi ve nesiller boyu toplumsal ihtiyaçların belli bir eşiği aşması sayesinde, “alet” artık kaçınılmaz bir gereksinim haline gelmiştir. Bu sebeple insanoğlu, bu gereksinimi bir amaç doğrultusunda şekillendirmesi gerektiği fikrine sahip olup aleti yapmaya başlamıştır. Bu süreç binlerce yıl almış; rastlantı ve deneme yanılma, süreci etkilemiştir. Ancak insan aleti üretenin kendisi olduğunu artık bilmekte ve bu aletin hem bir amacı hem de bu amaca giden yolda bir araç olduğunun bilincindedir. Bu düşünce şeklini, kendisinin de içerisinde yer aldığı doğaya ve çevresindeki şeylerle olan ilişkilerine uygulamaya başlar. Bu noktada düşünce, “aleti yaratan ben isem çevremde yer alan ağaçları ya da dağları kim yaratmıştır” doğrultusuna kaymış ve farkında olmadan insan, düşünsel bir sıçrama gerçekleştirerek idealarını doğanın kendisine uygulamaya başlamıştır.
Ancak insanın bu noktada yapmış olduğu hata, bu düşüncelerin doğayı ve evreni doğru bir şekilde açıkladığını sanmasındadır. İnsanoğlu, daima var olan şeyler aracılığıyla çevresindekileri açıklamaya çalışmıştır. Eski insanlar için bu durum aletin üretilmesinden doğan yaratma ve yaratılma fikri olarak şekillenmişken, günümüzde ise bu, teknolojik gelişmeler ile doğmuş olan simülasyon “alet”lerini kullanarak evreni açıklama doğrultusunda gerçekleşmektedir. Yani, evrimleşen teknolojinin yardımıyla, evreni açıklama çabasının günümüzdeki yeni “aygıtı”, simülasyon yöntemi olmuştur. Bu sebeple, insan, evren ve doğadan yola çıkıp onu taklit ederek bir şeyler bulmuş iken; simülasyon argümanı, yeni bulunan şeyleri taklit ederek evreni tanımlamaya girişip ilişkiyi tersinden kuran bir yol izler. Buna ek olarak, simülasyon hipotezi, tarihsel gelişimi ve değişimi göz ardı eden bir tutuma sahiptir. Çünkü gelişen teknoloji, çok daha ileri bir aşamaya geldiğinde veya simülasyon yöntemlerinden daha üst bir teknoloji bulunduğunda, simülasyon hipotezi terk edilecek ve yerine daha farklı ancak yine gününün anlayışıyla uyum içerisinde olan başka bir açıklama geçecektir. Tarih içerisinde, dönüşüm kaçınılmazdır ve değişmeyen tek şey ise değişimin kendisidir. Yani simülasyon argümanı, günümüz teknoloji çağının savunusu olup, gelişimi ve değişimi göz ardı eder ve dönemin hakim ideolojisiyle anlık bir uyum içerisindedir. Bu sebeple, argümanın kendisi bilimin materyalist tutumundan bir uzaklaşmadır ve günümüzün post-pozitivist anlayışıyla uyumlu olup pozitivist ögeleri içinde barındırmaktadır. Çünkü, aynı pozitivizmde olduğu gibi simülasyon hipotezi de var olan bilginin bir bilançosunu gerçekleştirir ve bu bilgilerin içeriğini formüle etmeye çalışan bir tutum ortaya koyar.[2]
Ayrıca hipotezin değişimi reddediyor oluşu, temelinde “metafizik” yöntemi barındırdığı anlamına gelmektedir. Argümanın bu anti-diyalektik tutumu, bilimi, toplumsal gelişimden kopararak gerçeğin özünü reddeden bir tavır izler.
Simülasyon argümanının bu temel hatalarına ek olarak söylenmesi gereken, inanç sistemleriyle oldukça benzeşiyor olmasıdır. Hipotezin temel savunusu, tüm evreni simüle eden bir uygarlığın yani bir üst bilincin var olduğudur. Evreni simüle eden bu uygarlık, insanlık tarihi içerisinde öne sürülmüş olan “yaratıcı” kavramlarının tanım ve özelliğine oldukça benzemektedir. “Her şeyin yaratıcısı tanrıdır” ile “tüm evren üst bir bilincin simülasyonudur” önermeleri arasında akıl yürütme açısından hiçbir fark bulunmamakla birlikte; hipotez, “tanrı vardır” demenin teknolojik versiyonu halindedir. Yani simülasyon argümanı, inançların ontolojik tavrına ve apriori önermesine benzer bir tutum da sergilemektedir. Bu sebeple, simülasyon hipotezi, inanç sistemlerinden bir kopuşun savunusunu değil ancak onların teknolojiyle birlikte farklı bir dille yorumlanmasını öne sürer. Bu sebeple argüman, demode olmaya başlamış inançların değiştirilerek topluma yeniden sunulması halidir. Ayrıca tüm hayatımızın ve deneyimlerimizin bir simülasyon olduğu iddiası, dolaylı yoldan bir “kadercilik” anlayışını beraberinde getirdiği gibi; farklı bir “öteki dünya” algısını da doğurmaktadır. Simülasyon hipotezini doğru kabul eden bir kişi, yaşadığı ve yaşayacağı tüm tecrübeleri “yazgısı” olarak görebilir. Bu sebeple, kişinin alın yazısı olarak gördüğü birtakım gerçeklerle yüzleşmesine engel olurken sorumluluklardan kaçılmasına da neden olur. Buna ek olarak, tüm evrenin insan için simüle edildiği görüşü, kişilerin “özel” olduklarını ve hayatlarının bir amaç için simüle edildiği düşüncelerine sebebiyet verir. Hipotezin bu tavrı, “ben” fikrini öne çıkararak, kişiyi toplumdan soyutlayıp bireyleşmesine alan açar. Bu sebeple hipotezin, kişiyi salt özne haline getirebilmesinden dolayı; günümüz neoliberal politikalar ile uyumlu olup, dönemimizin yeni popüler savunusu durumuna gelmektedir. Berkeley’in kendi döneminde felsefesini içinde bulunduğu toplumun çıkarlarına göre düzenlemesi gibi, simülasyon hipotezi de benzer bir tavırla sunulmaktadır.
Antik Yunan’da Aristo ile birlikte ortaya çıkmış olan “ilk nedir” sorusuyla doğan “ilk devindirici” kavramı, inançlar tarafından tarih içerisinde her daim kullanılmıştır. Dinlere göre ilk devindirici tanrıdır. Simülasyon hipotezi ise yaratıcı olarak tanrı yerine üst uygarlığı yerleştirir ve bu sayede “akıllı tasarım” fikrinin farklı bir yorumunu da sergilemiş olur. Akıllı tasarım argümanının iddiasına benzer bir şekilde, simülasyon hipotezi de evrenin ve canlılığın çeşitliliğini açıklayan evrim teorisinin, üst bir bilinç tarafından bilinçli bir şekilde tasarlandığını (simüle edildiğini) iddia eden bir algı yaratır. Akıllı tasarım argümanı, hiçbir bilimselliği olmayan bilim dışı bir görüştür. Buna bağlı olarak, simülasyon hipotezinin dolaylı yoldan da olsa akıllı tasarım görüşünü doğuruyor olması, hipotezin kendisini bilim dışı yapmaktadır.
Bunların dışında argüman, dünyayı adeta tüm evrenin bir merkezi ve evrenin sadece dünya için “simüle edildiğini” varsayarak jeosentrik evren modelinin dolaylı yoldan felsefi savunusunu da yapmış olur. Yani simülasyon hipotezi, insan merkezli evren tasvirine bir geri adımdır. Hipotezin kendisi, bilimin en temel özelliklerinden biri olan “yanlışlanabilirlik” ilkesiyle de bir çelişki halindedir. Bilimde yer alan her türlü bilgi, argüman, önerme ve teori yanlışlanabilirdir. Ancak bu durum, simülasyon hipotezi için pek mümkün değildir. Çünkü, simülasyonun içerisinde yer aldığımız için simülasyonda olmadığımızı gösteren her türlü kanıt, evreni simüle eden uygarlık tarafından yerleştirilmiş olabilir. Bu yüzden hipotez, kendi içerisinde yanlışlanamaz olduğu gibi; hipotezi yanlışlayabilmenin tek yolu da simülasyon sahibi sistemin somut bir şekilde gösterilip gösterilememesine varır.
Simülasyon hipotezinin sunuluşu ne kadar bilimsel bir temelde görülüyor gibi olsa da hipotezin altı kazılıp deşildikçe, bilim dışı savunular ve inançlar ile bağdaşan ve hatta onların düşünsel yönlerinden de beslenen yöntemler gün yüzüne çıkmaktadır. İnançlar tarihi içerisinde yer alan argümanların teknoloji sosuyla tekrardan sunulmaya çalışılıyor olması, inanç kavramının günümüzde farklı bir yola sokulmaya gayret edilmesinden kaynaklanmaktadır. Simülasyon hipotezinin “yaradan” algısı, inançların yaratıcı kavramının farklı bir türevi halindedir.
Simülasyon görüşünün doğru sayılması, beraberinde birçok kabulün de doğru sayılması anlamına gelmektedir. Bunlardan ilki, tüm insan yaşamının, insanlık tarihinin, insanlığın günümüze kadar getirdiği tüm birikimlerin ve hatta bilimin dahi hiçe sayılıp, hepsinin bir hayal olduğunun ima edilmesidir. Bir diğeri ise, hipotezin, bizi çevreleyen tüm evrensel gerçekliğin bütününü reddetmesi, somut gerçeklikten kopması ve maddeyi aslında hiç var olmadığına kadar vardırmasıdır. Bu noktada argümanın, esas gerçekliğin ne olduğuna dair akla gelen soruya bir cevap vermesi gerekmektedir. Yani simülasyon hipotezi, evrenin kökenini, maddi gerçeklikten sıyırarak idealar temelinde açıklamaya çalışır. Simülasyon argümanının maddeyi reddeden bu tavrı, insanlık tarihi içerisinde çok ünlü bir filozof tarafından aleni bir şekilde yapılmaya çalışılmıştır.
Bir piskopos olan, felsefi idealizmin babası sayılan ve felsefesiyle günümüz idealizmine dahi yön veren George Berkeley, tüm felsefesini maddenin yadsınmasına, maddi ilkenin ve nesnel gerçekliğin dünyada aslında varolmadığı düşüncesi üzerine kurmuştur. Ona göre varolan tek gerçeklik bilinçtir, idealardır. Bu sebeple, materyalizmin ilerlemesinde ve gelişmesinde en büyük rol sahibi olan bilimi de karşısına almış; bilimsel buluşların teorik önemini baltalamaya çalışmıştır.
Berkeley’e göre maddenin var olabilmesinin tek sebebi, bizim duyumlarımızın bir sonucu olarak ortaya çıkmasından dolayıdır. Maddesel gerçekliği, öznenin yani ideaların yarattığını öne sürmektedir. Ona göre, madde bir hayaldir ve idealar birincil veri kabul edildikleri taktirde çelişki ortadan kalkacaktır. Nesnenin öznede yarattığı duyumları gönderen ise tanrının kendisidir. Yani Berkeley, hem maddenin özelliklerini silip atıyor hem de onun aslında hiç var olmadığına kadar vardıran absürt bir tutum izliyordu. Bu tavrı hem bilimin kendisiyle çelişiyor hem de onu karşısına alıyordu.
Simülasyon hipotezi ve Berkeley’in felsefesi incelendiğinde, birbirleri ile olan ilişki açıkça görülmektedir. Berkeley’in felsefesinde maddeyi yadsıması gibi, simülasyon hipotezi de nesnel gerçekliğin bir hayal ürünü olduğunu ima eder. Aynı Berkeley’de olduğu gibi simülasyon hipotezi de nesnenin kökenini üst bir bilince vardırır. Kısacası Berkeley’in tüm felsefesinde doğrudan takındığı tavrı, simülasyon argümanı dolaylı bir yoldan gerçekleştirir. Bu sebeple simülasyon hipotezi, bilimin materyalist tutumundan çok uzakta olup, idealizmin ta kendisine varmaktadır. Yani simülasyon hipotezi, idealist bir savunudur.
Bilime idealist saldırılar tarih boyunca gerçekleştirilmiştir. Bu saldırılar kimi zaman George Berkeley’in yaptığı gibi doğrudan yapılmış, kimi zaman ise simülasyon argümanı gibi masumane görülen açıklamalarla gerçekleşmiştir. Bu noktada toplumun, “bilim” ile “bilim-kurgu” ve “hayal” ile “gerçek” arasındaki farkı çok iyi kavraması ve bilimin materyalist tavrından taviz verilmemesi gerektiğini anlaması gerekiyor. Toplum önünde olan, popüler ve başarılı kişilerin söylemlerinin doğruyu her daim yansıtmadığının farkına varılması bu noktada önem arz ederken; bir kişinin her konuda aynı derinliği gösteremeyeceğinin iyi bir şekilde anlaşılması gerekiyor. Bu sebeple, ünlü isimlerin simülasyon hipotezini savunuyor olması, argümanın yanlışlığını değiştirmemektedir.
Bilimin işleyiş süreçlerinden biri de var olan teknolojik yöntemin araçlarını kullanması ve onlar aracılığıyla birtakım şeyleri bulmasıdır. Yani bilim, teknolojik yöntemi temel alıp, o teknolojik yöntem üzerinden şeyleri açıklamaya çalışmaz. Buna bağlı olarak, simülasyon hipotezinin tüm eksiklerini, hatalarını ve yol açtığı durumları bir kenara bırakırsak; özünde cevaplanması gereken aslında tek bir soru vardır: Var olan bir teknolojik yöntemi baz alarak, tüm nesnel gerçekliğin ve evrenin kökeninin açıklanmaya çalışılması ne derece tutarlı ve ne kadar mantıklıdır?
[1]Bostrom, N. (2003) “Are you living in a computer simulation?”, Philosophical Quarterly, vol. 53, no. 211, pp. 243‐255.
[2]Kolektif (2012) Pozitivizm, Bilim ve Düşünce Kitap Dizisi, İstanbul: Evrensel Basım Yayın, .