Yücel Demirer
Osmanlı Devleti’nin çözülme döneminde yükselen Türk milliyetçiliğinin temel amacı, dönemin Avrupalı örneklerindeki gibi bir siyasal sistemin kurulması ve bu sistemin işleyişini mümkün kılacak ve kolaylaştıracak ‘sivil toplumsal yapı’nın oluşturulmasıydı. Sonradan kurulacak Cumhuriyet’in çatısı altında devam edecek olan bu arayışın her aşamasında, modernleşme ideali ile iç içe geçmiş bir milliyetçilik anlayışı, siyasal ve toplumsal gündemi belirleyen önemli bir faktör olmuştur. Tahayyül edilen ulusal kimlik türdeş bir laiklik ve baskın bir Türklük temelinde şekillendirilirken, bu kimliğin içinde yeşereceği kurumlar modernleşme sürecine paralel bir biçimde kurgulanmıştır. Bu süreçte, güçlü ve gündelik hayatın tüm boyutlarında baskın olan bir devlet geleneğinin ebedileştirilmesi merkezi bir öneme sahip olmuştur.
Devletin korunması ve koşullara uyarlanarak ayakta tutulması ideali yanında baskın bir ‘Batıcılık’ Osmanlı Devleti’nin çözülüş ve Cumhuriyetin kuruluş dönemi milliyetçiliğinin temel karakteristiklerinin başında gelmiştir. Osmanlı Devleti’nin çözülüş dönemine denk gelen modernleşme sürecinde karşı karşıya kalınan sorunların çözüm arayışları, ‘Osmanlıcılık’, ‘İslamcılık’ ve ‘Türkçülük’ ideolojilerinden hareket eden görüşler arasındaki tartışmalar içinde gerçekleştirilmiştir. ‘Batıcılık’ ise, kendini bu akımlar içinde tanımlayan entelektüellerin dünyasında ağırlıklı bir yere sahip olmuştur. Osmanlı kimliğinden/değerlerinden vazgeçmeden Batının kültürel değerlerinin edinilmesi, bu dönemdeki tartışmaların odak noktasını oluşturmuştur.
Bu üç ideoloji arasında ‘Türkçülük’ görece daha geç bir aşamada öne çıkmıştır. Bu durum, milliyetçilik ve modernleşme arasındaki kolaylaştırıcı etkileşimin bir sonucu olmak yanında, eş zamanlı süreçte yükselen başta Arap milliyetçiliği olmak üzere dönemin yeni doğmuş komşu milliyetçi akımlarına bir yanıt olarak da düşünülmelidir. İttihat ve Terakki kurmaylığı Osmanlıcılık fikrini benimsemiş ve resmi olarak desteklemiş olsa da onların Osmanlıcılığı, Türk olmayan halkın Türkleştirilmesi çabasını içermekteydi. Bu eğilim, İttihat ve Terakki sonrası Kemalist Türkleştirme faaliyeti için de gereken zemini hazırlamıştır. Bu türden bir arka plan önünde, Osmanlı kimliğinin merkezinde duran ‘İslam’ın yerini, cumhuriyet döneminde ‘Türklük’ almıştır. İslam düzeninde mümkün olmayacak bir modernleşmenin Türklük çerçevesinde kurulacağı düşüncesi sürece rengini vermiştir. Geleneksel toplumu dönüştürme çabasının merkezine Türk ulusal kimliği yerleştirilmiş ve Cumhuriyet reformları Batı kültürel modeli esas alınarak uygulanmıştır. Tarihsel bir dönemeç bu hat üzerinden ve bahsi geçen çerçeve içerisinde hazırlanmıştır.
Cumhuriyetin kuruluşundan İkinci Dünya Savaşı’na kadar geçen sürede ‘radikal laiklik’le kol kola ilerleyen ‘milliyetçi’ bir çizgi uygulamaya konmuştur. Geç kapitalistleşen bir ülke olan Türkiye’de, modernleşme süreci otoriter reformlarla hayata geçirilmiştir. O döneme kadar çoğunlukla gayrimüslim yurttaşların faal olduğu ticaret ve üretim alanları Türklerin faaliyetine açılmıştır. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında isimleri anılmadan Türk milliyetinin parçası sayılan ve kuruluş sürecine dahil edilen Kürtler, izleyen yıllarda dinmeyen bir baskı ve asimilasyon politikasının hedefi olmuştur.
Din eksenli siyasallığın kamusal hayatta yerinin olmadığı 1940’ların ikinci yarısına kadar din odaklı parti ve oluşumlar siyaset gündeminin parçası olamamıştır. Bu dönemde İslamcıların egemen siyasal merkez ile kurabildiği sınırlı ortaklıklardan biri komünizmle mücadele hattında gerçekleştirilmiştir. Bu süreçte İslamcılık kendini ancak milliyetçilik içinde tanımlayarak siyasal alanda yer alabilmiştir. İslamcılığın millileşmesini, milliyetçi bir görünüm içinde ortaya çıkmasını gerektiren bir başka dinamik ‘modernleşme’ gündemi olmuştur. Milliyetçiliğin modernleşme sürecindeki rolü, din eksenli siyasetin de milliyetçi bir vitrin oluşturmak zorunda kalmasına neden olmuştur.
1960-1970’lerden başlayarak Türk milliyetçiliği içinde Batıcılığın baskın konumu, en azından bazı kesimler açısından değişmeye başlamıştır. Toplumsal dönüşüme ve uluslararası dinamiklere paralel olarak milliyetçi kesim içinde de farklı algı ve yaklaşımlar olgunlaşmıştır. Özellikle 1980’lerden sonra, zaman içinde karakteristik özelliklerini diğer milliyetçiliklere de yayacak olan ‘Türkçü milliyetçilik’, 12 Eylül darbecilerinin söylemi ile netleştirilen ve bir devlet ideolojisi olarak şekillendirilen ‘Atatürk milliyetçiliği’, İslamcı akım ve eğilimler ile temas üzerinden şekillenen ‘dindar milliyetçiliği’ ve günümüzde ‘ulusalcılık’ olarak tanımlanan ve kökeni sol Kemalist akımlara dayanan milliyetçi çizgi ortaya çıkmıştır.
Bu çeşitlilikle birlikte belirginleşen ve günümüzde de etkisini sürdüren baskın bir eğilim yukarda bahsedilen milliyetçiliklerin hem Türkiye siyasal deneyimini hem de toplumsal yaşamı hegemonik bir biçimde etkilemesi olmuştur. Öte yandan İslam dini ve Türk milliyetçiliği arasındaki ilişkinin gelişimi sadece milliyetçi öbeklerin aldığı şekli değil, ülke siyasetinin güncel dinamiklerini de belirlemiştir. 12 Eylül 1980 darbesi ile resmi politika olarak ortaya çıkan ‘Türk-İslam sentezi’, izleyen yıllarda Milliyetçi Hareket, Büyük Birlik ve Adalet ve Kalkınma partileri tarafından farklı tonlarda uyarlanmıştır. Zaman içinde bu yorumlar arasındaki siyasal harmanlanmalar ile milliyetçilik, Türkiye siyaseti içindeki baskın konumunu sürdürmüştür.
Başlangıçta dinsel inanç sahiplerinin toplumsal ve siyasal yaşamda laik bir uzlaşı içinde yaşamayı kabullenmemelerinin bir sonucu olarak şekillenen dindar milliyetçiliği, özellikle Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidarını pekiştirdiği yıllardan başlayarak dönüşmeye başlamıştır. Bu dönemde din, milliyetçiliğin ikincil bir unsuru olmaktan çıkmış, merkezde konumlanmıştır. Özellikle milliyetçiliğin muhafazakâr türleri günümüzde de etkisini sürdüren bir yükselişe geçmiştir.
Bahsi geçen milliyetçilikler her ne kadar kendi aralarında ciddi bir rekabet halinde olsalar ve milliyetçi hegemonyayı elde tutmak için uzun döneme yayılmış bir mücadele sergilemiş bulunsalar da, başta Kürt meselesi olmak üzere aralarındaki hizanın hiç bozulmadığı ve son derece benzer yaklaşımlar sergiledikleri konu ve gündemler eksik olmamıştır.
Türkiye’de Milliyetçiliğin Kültürel Yüzü
Geleneksel toplumsal yapılar üzerinde kurulmuş ulus devletlerin hemen hepsinin kuruluş süreçlerinde olduğu gibi, Türkiye’de de ülke nüfusunun türdeşleştirilmesi ve Türklük çerçevesi içinde kurgulanmasında kültürel politikalar önemli bir rol oynamıştır. Bu doğrultuda din kurumsal bir şemsiye altında kontrol edilmiştir. Lozan Antlaşması’nda haklar inanç temeli üzerinden tanımlanmış, dolayısıyla gayrimüslimler dışındaki halkların hakları tamamen görmezden gelinmiştir. Kuruluş döneminde hayata geçirilen reformlar, halkların farklı kimlik ve aidiyetlerinin örtülmesi işlevini de görmüştür. Türk olmayan etnik kimlik sahiplerinin kendilerini ifade kanalları sadece siyasal alanda değil, kültürel alanda da kapatılmıştır. Üstelik bahsi geçen uygulamalar çoğunlukla bunun tam aksi yapılıyormuş gibi bir görüntü verilerek gerçekleştirilmiştir.
Türk kimliğinin ve milliyetçiliğinin inşa sürecinde 1920 ve 1930’lar özel bir yer tutmuştur. Türk milliyetçiliğinin algı çerçevesi, bütünlüklü hali Mustafa Kemal Atatürk’ün 1927 yılında, Cumhuriyet Halk Fırkası’nın İkinci Büyük Kurultayı’nda, altı gün boyunca yaptığı ve daha sonra Nutuk başlığı altında yazılı hale getirilen konuşmasında bahsedilen tarihsel mitler ve etnik simgeler üzerinden inşa edilmiştir. Bu dönemde Orta Asya’nın tarihöncesi kaynakları, başta Kürtler olmak üzere Anadolu coğrafyasının Türk olmayan Müslüman uluslarını ‘Türklük ağacının dalları’ ve parçası olarak göstermek üzere seferber edilmiştir. ‘Güneş Dil Teorisi’ ve Türk Tarih Tezleri bu dönemde üretilmiş, bu girişimlerle Türklerin de en az Avrupa ülkeleri kadar köklü bir tarihe sahip oldukları ve ulus devlet olmayı hak ettikleri tezine dayanak oluşturulması amaçlanmıştır.
Osmanlı döneminde saygın bir anlamı olmayan ‘Türk’ kavramının geliştirilmesine özel bir önem verilmiş, 1932 yılında kurulan Türk Dil Kurumu ile Türkçe’nin Arapça ve Farsça kelimelerden arındırılması amaçlanmıştır. Türk Tarih Kurumu, milli ve resmi bir tarih yazımının sağlanması amacıyla kurulmuştur. Bu kurumda Mustafa Kemal’in yakın ilgisi ve kişisel liderliği altında tarih çalışmaları yapılmıştır. Eş zamanlı süreçte Ermeni Soykırımı’nın izlerini silmek ve Kürt varlığını gölgelemek amacıyla yer isimleri sistemli bir biçimde değiştirilmiştir. Anadolu’nun demografik dönüşümü kültür politikalarıyla desteklenmiştir.
O dönemden günümüze dek, devletin siyasal manevralarının kültür üzerinden önünün açılmasına yönelik çaba ve etkinlikler devam etmiştir. Kültür alanı diğer uluslarda olduğu gibi bir ‘milli varoluş’un inşasında ve sürdürülmesinde önemli yer tutmuştur. Tarihe dayandırılan etnik/ulusal simgeler, Türklük merkeze alınarak, Türklerin tarihini destekleyecek biçimde kullanılmıştır. Bu yolla türdeş olmayan Osmanlı nüfus yapısından hareketle, türdeş bir ulusun tarifi hedeflenmiştir.
Ulusal kimliğin kuruluşu ve sürdürülmesi sürecinde kültürel ürünler önemli yer tutmuştur. Mitolojik metinlerin ideolojik kaynaklara dönüştürülmesine sıkça rastlanmıştır. Tarihsel gelenek ve metinler milli varlığın üzerinde inşa edileceği bir tarih, bir öykü sunmasının yanında, egemenliğe ve ülke toprağını sahiplenmeye meşru bir temel ve hegemonik bir çerçeve sağlamaktadır. Bu bağlamda Nevruz kutlamasının Türk milliyetçileri için çok katmanlı ve zaman içinde dönüşen bir işlevi olmuştur.
Nevruz Geleneğinin Tarihsel Arka Planı
Anadolu, Ortadoğu ve Asya halklarınca Nevruz, Newroz, Nooruz, Nowruz, Navrız ve benzeri pek çok farklı biçimde isimlendirilen bahar bayramı Türk halk kültüründe önemli bir yere sahiptir. Nevruz bilinen en eski Türk takvimi olan On İki Hayvanlı Türk Takvimi’nde yer almıştır. Bu takvimde on iki güneş yılı bir devreyi, her beş devre de bir çağı oluşturur. Her on iki yıllık döneme bir hayvanın ismi verilmiştir. Her mevsim üç aydan oluşur ve Nevruz zamanı yeni yılın başlangıcıdır.[1]
Doğanın uyandığı döneme denk gelen Nevruz’un Anadolu’da uzun ve zengin bir tarihi vardır. Ülkenin farklı bölgelerinde çeşitli adlarla kutlana gelmiştir ve bazen diğer kutlama ve geleneklerle ilişkilendirilmiştir. Nevruz kutlamalarının derin kökleri ve yerel özellikleri, kutlamalara verilen isimlerin farklılığından da anlaşılabilmektedir. Nevruz’un Navrız, Navruz ve Sultan Nevruz olarak kutlandığı görülmektedir. Daha az yaygınlıkta olmasına karşın kullanımda olan isimler arasında Çiğdem, Çiğdem Pilavı, Baca Pilavı ve Mart Dokuzu da yer alır.[2] Nevruz’un tarımsal bağlamı ile uyumlu olarak tematik merkezinde maddi bolluk, bereket vurgulanmıştır. Buna karşın Şiiler, Alevi ve Bektaşi toplulukları gibi kimi dini topluluklar Nevruz’a dinsel önem atfetmişlerdir.
Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca, Nevruz daha çok özel alan ile ilişkilendirilmiş ve yerel ölçekte kutlanmıştır. Nevruz kutlamalarında önemli değişiklikler gözlenmesine karşın, Türkiye’deki Nevruz kutlamalarının ritüelleri genelde dört ayrım altında tanımlanabilir: 1) Sağlık ile ilgili işlevine ilişkin inanç ve uygulamalar. 2) Bir sonraki yılın bereket ve zenginliğine ilişkin beklentiler. 3) Bu bayramın bolluk ve bereket teması ile yakından ilişkili biçimde, eş bulma üzerine olan boyutu. 4) Geleceği etkileyeceğine dair inançlar.
Öte yandan Nevruz yüzyıllar boyunca siyasal alanda etkisi olan bir gelenek olarak varlığını sürdürmüştür. Abdülhaluk Çay’a göre, II. Meşrutiyet sonrasında Nevruz Türk milliyetçiliğinin yükselişine paralel olarak siyasal alanda görünür olmuştur. Çay, iddiasını desteklemek için, Osmanlı ve Cumhuriyet döneminin önde gelen edebi isimlerinden Ömer Seyfettin imzalı 18 Mart 1914 tarihli bir gazete makalesinden bahsetmiştir. Seyfettin makalesinde Nevruz’u Türk gençliğinin ve ulusal kutlamaların kutsal bir sembolü saymıştır.[3] Çay, 1914 ve 1915 yıllarında Kastamonu ilinde yapılan Nevruz kutlamalarının da Nevruz’un kamusal alandaki görünürlüğüne erken bir örnek olarak altını çizmiştir. Nevruz kutlamalarının yerel Köroğlu gazetesinde yayınlanan haberi, kutlamalarda geçen milliyetçi konuşmalar ve şiirleri de içermiştir. Modern Türk milliyetçiliğinin yerel örgütsel kaynaklarından olan Türkocağı öncülüğünde Konya’da da yerel bir Nevruz kutlaması düzenlenmiştir. Bu kutlamalar kapsamında, Türkocağı yerel başkanı Alaaddin Tepesi’nde bir buluşma organize etmiştir. Geleneksel kıyafetler içindeki bir grup katılımcı, milli varlık ve bütünlüğe vurgu yapan şarkılar söylemişlerdir. Öğrencilerin pek çoğu milliyetçi temalara sahip şiirler okumuş ve konuşmalar yapmıştır.[4]
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecinde Nevruz’un kamusal alandaki yerine ilişkin de elde bilgi mevcuttur. Örneğin, 1921’de Sovyet Azerbaycan’ının başbakanı dönemin hükümetine Nevruz’u kutlayan bir telgraf göndermiştir. Aynı yılın 21 Mart günü, gazeteler yurttaşların piknik yaparak, alanlarda Nevruz’u kutladığını aktarmıştır. 1922’de Nevruz, yeni Ankara rejiminin liderlerinin tam kadro katılımıyla kutlanmıştır. 22 Mart 1922 tarihli Hakimiyet-i Milliye, Yeni Gün ve İkdam gazetelerinde, yurttaşların Meclis Binası önünde ve Taşhan meydanında toplandığı yazılmıştır.[5] Mustafa Kemal ve diğer liderlerin 1922 Nevruz kutlamalarını izlediğini gösteren fotoğraf, Nevruz alanındaki resmi törene tam katılım olduğunu göstermiştir.[6] Savaş koşulları bu kutlamalara ilginç detaylar eklemiştir. 1921 tarihli gazetelerde, Türk parlamento liderlerinin Yunan ordusunun yürüttüğü yeni bir saldırı nedeniyle Nevruz kutlamalarına katılamadığını belirtilmiştir.[7]
Bu siyasallaşma düzeyine yakın bir özel kutlama alışkanlığından ve ev/mahalle merkezli kutlamalardan bahsetmek de mümkündür. 23 Mart 1923 tarihli Yeni Gün gazetesinde şu ifadeler yer almıştır:
“Dün Nevruz’a tesadüf ediyordu. Hava biraz serin olmakla beraber güneşlidir. Kışın karlı ve çamurlu günlerini basık tavanlı evlerinde geçiren Ankara sakinleri Nevruz dedikleri bu güzel günü temiz hava, bol güneş alarak ve taze bir neşe içinde karşıladılar. Kadın-erkek büyük bir halk kalabalığı akın akın kırlara çıkarak hava alıp birbirlerini gördüler. Şehir haricine taşan kalabalık arasında temiz elbiseler içinde iki kız varken, mektepliler bilhassa dikkatimi çekiyordu. Mesirelere öğretmenler ile dökülen bu yavrucaklar baharı içlerinde taşıyor gibiydiler. Dün Samanpazarı Cebeci’ye kadar bütün Bendderesi ve istasyonu şehiri zapteden yollar Nevruz’u kutlamaya çıkan halk ve mektepliler ile doluydu.”[8]
Cumhuriyetin kuruluş dönemindeki önemine rağmen, 1926 sonrasında Nevruz resmi olarak kutlanmamıştır. Nevruz’un 1925’te resmi olarak kutlanmasının son bulduğunu belirten Tural, bu durumun Nevruz’un bir tabiat bayramı olmasıyla resmi bir bayramın özellikleri arasındaki uyuşmazlıktan kaynaklandığını belirtmiştir. Tural’a göre, Nevruz’la bağlantılı yüksek katılım, kendiliğindenlik ve neşe, Nevruz’un kapalı alanlardaki resmi kutlamalara uygun olmaması düşüncesini doğurmuştur.[9] Bir diğer açıklama, 1926’daki takvim değişikliğinin, “Yeni Yıl” kutlaması temellerini sarsarak Nevruz’un önem derecesini düşürmüş olduğu iddiasıdır. Bu değişiklikle birlikte, yeni yılın başlangıcı Mart ayından Ocak ayına kaymıştır.
Daha yakın dönemlere gelindiğinde, 1980 ve 1990 yıllarına ait Türkçe yayınlanan önemli gazeteler tarandığında doğa-merkezli kutlamalardan söz ediliyor olsa da kamusal alanda Nevruz’un kutlandığına ilişkin bir veri mevcut değildir. Örneğin, Türkiye’de resmi ve gayri resmi kutlamaların kapsamlı bir listesinde Nevruzun yer almadığı görülmüştür.[10] Benzer biçimde, Türk Eğitim Bakanlığı’nın 1983’teki önerilen okul tatilleri listesinde Nevruz mevcut değildir.[11]
Öte yandan, Newroz’un Kürtler arasında 1990’larda yoğun bir siyasallıkla ve başarıyla kutlanmasından beri, devletin kontrol ettiği kültürel alanda ve resmi metinlerde Nevruz’un yeniden yer almaya başladığı görülmüştür. Özellikle 1995 sonrasında, bütün büyük gazetelerin 22 Mart tarihli baskılarında yerel ve genel Nevruz kutlamalarına ilişkin haberlere geniş olarak yer verdiği gözlenmektedir. Bazı fotoğraflı haberlerde valilerin şenlik ateşi üzerinden atladığı gösterilirken, bazı haberlerde de başbakanın ve diğer liderlerin Nevruz kutlamalarında yaptığı konuşmalara değinilmiştir. Bu dönemin medyası ve resmi yazışmaları incelendiğinde görüleceği gibi, Nevruz’un tanınması ve kutlanması yönünde belirgin bir değişim yaşanmıştır.
Milliyetçilik Tartışmalarında ‘Newroz’ ve ‘Nevruz’ Kutlamalarının Yeri
Önce, bu kutlamaların gelişim sürecine komşuluk eden sosyal ve siyasal dinamikler üzerinde durmak yerinde olacaktır. Tarıma dayalı üretim üzerinden şekillenen geleneksel uygarlıklarda mevsim dönümleri yalnızca Anadolu’da, Ortadoğu ve Asya’da değil, dünyanın dört bir yanında insanlık tarihi boyunca kutlanmıştır. Mevsim dönümlerinde, bolluk ve bereket getirmesi umuduyla yapılan kutlamalar, zamanla, içinde kutlandığı toplumsal ortamdaki gelişmelerle etkileşime girmiş, görece farklı gelişme süreçleri içerisinde kutlandıkları toplumsal yapının parçası olmayı sürdürmüşlerdir. Newroz ve Nevruz örneklerinde de dil-alfabe farkı nedeniyle yazılış ve söylenişte farklılıklar olsa da, tarihsel akrabalığı olan kutlamalardan bahsetmek olanaklıdır.
Bolluk ve bereket umudunu içeren mevsim dönümü kutlamaları, toplumsal hayat içerisinde beliren yeni üretim ve yaşam biçimlerine uyarlanarak dönüşmüştür. Toplumları bir arada tutan kültürün önemli bir parçası olan bu kutlamalar, tarihsel süreç içerisinde sosyal ve siyasal meseleler hakkında da görüş ve pozisyon belirtmek için işlev görmeye başlamıştır. Ortadoğu ve Asya’nın pek çok bölgesinde dargınların barışması, ortak düşmana karşı dayanışma geliştirilmesi, geleceğe yönelik umudun yeşertilmesi ve en önemlisi de kolektif bir kimlik oluşturma hedefine bağrını açan bu kutlamalar, toplumsal yapının evrimi ve tarihsel dönüşüm dinamikleri tarafından yeniden şekillendirilmiştir.
1970’lerde Kürt dili önündeki engeller ve bu bağlamda yazılı edebiyatın gelişmemiş olması o dönemde şekillenen Kürt muhalefetinin kültürel mücadele çerçevesini Newroz üzerinden şekillendirmesini beraberinde getirmiştir. Dönemin Kürt sosyal-siyasal muhalefetinin önderleri, Kürtlük bilincinin içinde ifade edildiği ve yaygınlaştırıldığı bir mecra olarak Newroz’u istihdam etmiştir. Ortak bir kimlik algısı oluşturmak ve kitleleri seferber etmek için gereken tutkal, bu gelenek ve kutlamalar üzerinden kurgulanmıştır. Değinilen tercihin şekillendiği dönemde Kürt kelimesinin en yalın kullanımının dahi önünde duran engeller hatırlandığında, bu siyasal-kültürel tercihin önemi görülecektir. Türkiyeli Kürtlerin tüm kategorilerine aynı anda seslenebilen bu kültürel mecra, kimliği görünür kılma ve ifade etme mücadelesinin başarılı ve kalıcı olmasının da nedeni olmuştur.
Buna yanıt olarak geliştirilen resmi Nevruz kutlamaları, aslında Türk milliyetçiliğinin öbekleri arasındaki etkileşimi ve resmi söylemde Kürt meselesine yönelik değişimi de yansıtmıştır. Başlangıçta Nevruz’u yalnızca Türklere ait bir gelenek olarak gösteren, Newroz’u “teröristlerin bayramı” olarak nitelendiren söylem, zamanla Kürtleri içermese de bu geleneğe sahip diğer halklara da değinmeye, bayramın Türklük dışı içeriğini vurgulamaya başlamıştır. Nevruz’un en önemli farkı kutlamanın içeriğindeki kamusal kurumların katkı düzeyi ve kutlamaların uluslararası niteliğidir. 1990’lı yılların başında o sıralarda çözülmüş olan Sovyetler Birliği’nin ardından ortaya çıkan cumhuriyetler ile geliştirilen ilişkilerde Nevruz geleneğine önemli bir rol biçilmiştir. Hâlâ etkisi süren bu yaklaşımda Nevruz’un sınırlar ötesi Türk varlığının yapıştırıcı ögesi ve Türklüğün kültürel şemsiyelerinden biri olarak işlevlendirildiği görülmektedir.
Nevruz Algısındaki Dönüşümün Milliyetçi Politikalar İçindeki Yeri
Nevruz’un resmi olarak yeniden canlandırılmasının temel amacı, bu gelenekten başarıyla yararlanan Kürt siyasal muhalefetine kültürel alanda cevap vermek olmuştur. Bu doğrultuda resmi Nevruz kutlamalarında bir yandan bu geleneğin toplum üzerindeki etkisine ilişkin hegemonyanın geri alınması, diğer yandan kültürel haritanın Türk milliyetçiliğinin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden çizilmesi hedeflenmiştir.
Bu bağlamda 1990’lar başında yeniden kamusal dolaşıma sokulan Nevruz, kültürel değerlerin siyasal işlevini yansıtan önemli bir gösterge niteliği kazanmıştır. Geleneksel olarak aile odaklı ve yüz yüze ilişkiler üzerinde gerçekleşen kutlamaların ölçeği, bahsedilen siyasallaşmaya paralel olarak genişletilmiştir. Bu değişim doğrultusunda bir yandan kutlamanın biçimi değişmiş, diğer yandan bayram formatına Orta Asya’daki örneklerinde görülen kutlama detayları eklenmiştir.
Ne var ki bu yeniden uyarlama sürecinin doğrusal bir çizgide ilerlediği düşünülmemelidir. Nevruz’un, milliyetçi eksende ve devlet politikalarına uygun olarak dönüştürülüp tekrar gündeme getirilmesi, aynı zamanda Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde şiddetli çatışmaların yaşandığı bir döneme denk gelmiş ve bu ortamın dinamiklerinden etkilenmiştir. O dönemden başlayarak resmi alanda Nevruz üzerine kurulan milliyetçi söylemin gelişimi, konuya ilişkin yapılmış akademik tartışmalar üzerinden şu şekilde özetlenebilir.
Türkiye’de Nevruz’un kültür haritasındaki yerinin olgunlaştırılması ve kutlamaların kitleselleştirilmesi çabasına denk gelen resmi söylemin kuruluşunda Abdülhaluk M. Çay’ın araştırmaları özel bir yer tutmuştur. Çok sayıda baskı yapan ve konu üzerine yazılan her türden yazının hemen hepsinde referans verilen Nevruz Türk Ergenekon Bayramı başlıklı kitabının başlangıcında Çay, Türk destan ve efsanelerinde baharı karşılama törenlerinin yerini incelemiştir. Ergenekon Destanı, Azerbaycan Oğuz-oğlu Efsanesi, Türk Yaradılış Efsanesi ve Uygur Noruz Bulak Efsanesinde yer alan baharı karşılama törenlerindeki ortak motifler üzerinden Nevruz’un Türklerde varoluşu temsil ettiğine ve derin kökleri olduğuna dikkat çekmiştir.[12] Nevruz’un Türklerde bir “varoluş” ve “yeniden diriliş” günü olduğunu savunan Çay bu geleneğin sadece Türklere ait olduğunu iddia etmiştir.[13] Çay, 21 Martları Nevruz günü, kutlamayı da Nevruz Ergenekon bayramı olarak tanımlamıştır.
Kitabının “sözbaşı” başlığını verdiği önsözünde Çay’ın yazdığı şu satırlar, Kürt Newroz’una yönelik resmi yaklaşımın erken dönemlerine ışık tutacak bir içerik taşımaktadır:
“Özellikle yurt dışında Türkiye ve Türklük aleyhine faaliyet gösteren Marksist-Leninist ve bölücü unsurlar Batı kamuoyunun konuyu bilmemesinden yararlanarak Nevruzu istismar etmeye çalışmışlardır ve halen çalışmaktadırlar. Çeşitli Batı ülkelerinde yapılan toplantılarda, gösterilerde her yıl bu senaryo gereği konu tekrar tekrar gündemde tutulmaktadır. Bayramın, insanlar arasındaki sevgi, saygı ve dayanışmayı sağlayan özelliğinden bile habersiz olan bölücü çevreler insanlık dışı bir davranışla her yıl bugünü kanlı eylemlerine bir başlangıç yapmaktadırlar. Emperyalist güçlerce yaratılmak istenen sun’i bir topluma maledilmeye çalışılan Ergenekon/Nevruz bayramı Türk kültürü bünyesinden kopartılmak istenmekte ve bu konuda gayret gösterilmektedir.”[14]
- Öcal Oğuz, “Ergenekon ve Şehnameden Çalıntı Bir Tarih” başlıklı makalesinde bu kez Kürtlerin Newroz kutlamasının Türk ve Fars kültürlerinden “çalıntı” olduğunu iddia etmiştir. İzleyen satırları okumak, hem bu tezi temellendirme şekli ve hem de Türkiye’de Newroz ve Nevruz algısının geçirdiği evrimi izlemek açısından anlamlı olacaktır:
“Biz, binlerce yılda yarattığımız kültürle milli bütünlüğümüzü sağlama ve koruma gayreti içerisinde iken, bir efsaneden bir tarih ve bu tarihten de bir millet yaratmak isteyenleri görüp de şaşmamak elde değildir. Son zamanlarda yeni bir millet yaratma hevesi içte ve dışta bir hayli taraftar toplamakta, en yetkili ağızlardan dergi ve gazetelerin sütunlarına kadar birçok yerde ve zeminde bu konu konuşulmaktadır. Hele 21 Mart günü Kültür Bakanlığının Nevruz Bayramı kutlamaları ‘resmi’ kalırken, İstanbul’dan Cizre’ye uzanan çizgide eylemli – olaylı bir Kürt Bayramı’nın çılgın eğlenceleri gazete sayfalarından taşıyordu. Bu tarihlerde Türk gazeteleri, Kürtlerin tarihi, folkloru, misafirperverlikleri, yardımseverlikleri, mertlikleri, çalışkanlıkları, iyi ata binmeleri ve cirit oynamaları, konar-göçerlikleri, düğünleri, kına geceleri üzerine tefrikalar yayınladı. Tanımadığımız bu milletin hiç bilmediğimiz bu yönleri bir hayli ilgimizi çekti! İlgimizi çeken noktalardan birisi de Kürtlerin menşe efsanesi idi… Şüphesiz bu efsanedeki Dahhak ve Kava adlarını duyunca, Firdevsi’nin kaleme aldığı meşhur İran destanı Şehnameyi hatırlamamak mümkün değildir… Kürtlerle ilgili menşe efsanesinin dikkatten kaçmayacak ikinci bir noktası ise, mağarada çoğalma ve demircinin rehberliğinde mağaradan çıkma ve eski yurtlara dönme motifleridir. Hatırlanacağı üzere bu motifler Göktürk çağı destanlarımızdan olan Ergenekon ve Bozkurt destanlarında geçmektedir… Gerek söz konusu efsanede gerekse Şehname ve Ergenekon’da ortak olan bir motif de demircidir. Demirciliğin en eski Türk sanatlarından biri olduğu ve bu madeni ilk işleyen milletlerden birinin Türkler olduğu bugün bütün Türkologlar tarafından kabul edilmektedir… Gerek Şehname gerekse Ergenekon Destanı açıkça göstermektedir ki, Kürt olarak anılan bu dağlı göçebe aşiretlerin tarihi geçmişlerine dair ortalarda dolaştırılan rivayetler, efsaneden öte bir değer taşımamaktadır. Bu metinler ne tarihtir ne de kültür tarihine ışık tutacak durumdadır. Ergenekon’da çoğalan ve güçlenen Türkler, Göktürkler olarak tarih sahnesine çıkmış ve muazzam bir devlet kurmuşlardır. Kava’nın önderliğindeki Kürtler hangi devleti kurmuşlardır? Bu haliyle efsane Kürt diye bir milletin var olmadığını, devletlerinin de bulunmadığını göstermiyor mu?… İlmin ve ahlakın hudutları dışına çıkarak belli maksatları uğruna milletler yaratmak ve onlara düzmece tarihler ihdas etmekte mahir olan mihrakların bir tarih ve bir başlangıç olarak sunmaya çalıştıkları efsanenin de, Arap ve Fars kültürlerinin derin etkisi altında kalan konar-göçer Türk aşiretleri arasında yaşayan Ergenekon Destanı’nın Fars kültürünün etkisiyle ortaya çıkmış bir varyantından başka bir şey olmadığı açıktır.”[15]
Bahsi geçen geleneğin köklerine ilişkin milliyetçi yaklaşımlar ve “kime ait?” olduğuna ilişkin tartışmalar bunlarla da sınırlı değildir. Kemalist Atılım Birliği’nce yayınlanan, yazarı belirtilmemiş 27 sayfalık bir kitapçıkta, bu kez Türk destanları ile Newroz arasında birebir bir örtüşme olduğu iddia edilmiştir.[16] Kitapçıkta savunulan görüşe göre, Newroz’un üzerinde temellendirildiği efsane, Ergenekon, Oğuz Kağan ve Dede Korkut destanlarının bileşimi olan bir uyarlamadır. Bu kitapçıkta, Newroz’a temel olan çerçeveye benzer bir Dahhak destanı sunulduktan sonra, bahsi geçen üç Türk destanının ortak yönleri sıralanmıştır. Kürtlerden ‘Kürt Türkleri’ olarak bahsedilen metinde, Türk ulusunun gücünün destanlarının dayanıklılığından ve esnekliğinden görülebileceği ifade edilmiştir. Değinilen esneklik nedeniyle, Newroz bayramının Türklüğün gücünü gösteren bir sapma olduğu ima edilmiştir. Bu bağlamda Türk kimliğinin yapı taşı olan bu destanların, Türklüğün kolları sayılan kavimlerce benimsenip kutlanması ve bu arada Newroz’un oluşması da doğal karşılanmıştır. Metni kaleme alanlar, Demirci Kawa efsanesindeki Feridun ile Börteçine, Kawa ile Tömürdü Kağul arasında paralellik kurarak savlarını sağlamlaştırmaya gayret etmiştir.
Nevruz’un Türk milliyetçisi gündemle olan etkileşiminin izlenebileceği bir diğer mecra devlet kontrolündeki kurumlar tarafından düzenlenen akademik konferanslar olmuştur. Bu toplantılar hem merkezi ve hem de yerel düzeyde organize edilmiş olup, Türkiye’de Nevruz bilincinin yükseltilmesinde kritik bir öneme sahip olmuştur. Nevruz konferansları bir yandan değişik disiplinlerden akademisyen ve bağımsız araştırmacıları bir araya getirerek konuya ilişkin resmi söylemin oluşumuna yol açmış, diğer yandan bu toplantılarda ortaya çıkan görüşler kitap olarak yayınlanıp ücretsiz olarak dağıtılarak bilginin kitle düzeyinde yaygınlaşması sağlanmıştır. Yıllar boyunca, özellikle yerel düzeydeki resmi kutlamalarda yapılan konuşmalarda, Nevruz konferanslarından doğan kitaplardan alınan paragrafların sıkça kullanıldığı gözlenmiştir. Bu konferanslar, cumhurbaşkanı ve başbakan düzeyinde sağlanan katılımlar ile Nevruz’un yaygınlaşmasında hayli etkili olan gösterişli bir zemin oluşturmuş, ayrıca uluslararası dayanışma gösterilerine de bağrını açmıştır.
Örneğin, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu (AKDTYK) tarafından 20–22 Mart 1995 tarihleri arasında Ankara’da düzenlenen Türk Kültüründe Nevruz Uluslararası Bilgi Şöleni’nde “Türk Dili Konuşan Ülkeler Kültür Bakanlarının Nevruz (Yeni Gün) Konusundaki Ortak Bildirisi” açıklanmıştır. Ayrıca bu ülke bakanlarının yapacağı yıllık olağan toplantıların Nevruz gününe denk getirilmesi karara bağlanmıştır.
1995 yılında yapılan konferanstan üretilen kitabın editörlüğünü yapan Sadık Tural, “Karanlığa İtilen Kavramlardan Biri: Nevruz” başlıklı sunuşunda, yapılan toplantıyı kamu destekli Nevruz faaliyetini anlamamıza olanak verecek şu sözlerle tanımlamıştır: “Türk siyaset hayatı ile kültür dünyasında bir kavram ve terim bulanıklığı, bir zihniyet kirlenmesi için Nevruz’un kullanılmaya kalkılması, bizi bu konuda bir bilimsel toplantı yapmaya mecbur kılmıştır.”[17]
1996 yılında toplanan konferansta 19 uluslararası katılımcı yanında, Afganistan, Azerbaycan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Özbekistan ve Türkmenistan’dan gelen diplomatlar da konuşma yapmıştır. Bu toplantı, sarı-kırmızı-yeşil renklerinin Kürt ulusunu tanımlayışına tepki olarak özellikle bu konuya odaklanmıştır.
Dönemin Devlet Bakanı Ayvaz Gökdemir’in toplantıyı açış konuşması, konferansın hazırlanma biçimi, ana teması, devletin bahsi geçen konulardaki yeri konusunda önemli detaylar içermektedir:
“Bir döneme geldik ki, birileri çıktı, ‘Nevruz bizim özel bayramımızdır, bize mahsus bir bayramdır,’ dediler ve bu bayramı birtakım menfi etkinliklerinin, bölücü hareketlerin, Türk Milletini, Türk Devletini rahatsız edici eylemlerin zemini olarak kutlamak istediler. Adı bayramdı, ama fiiliyatı hiç de bayrama benzemiyordu. Sonra renkler çıkardılar. Sarı, yeşil, kırmızı. Tabiat bu renklerle dolup taşıyor. Biz Türkiye’nin her tarafında, insanlarımızın üzerinde bu renkleri görüyor ve seviyorduk. Türkülerimize geçmişti, al, yeşil. Allı yeşilli, alını yeşilini toplayıp götürmek manasında pek çok türkümüz vardır. Köylü kıyafeti dediğimiz zaman da gözümüzün önünde allar, yeşiller, sarılar canlanır, dalgalanır dururdu. Fakat bu renklerimizi de bir tekele almak, inhisar etmek tavrını gördük. ‘Bu bizim özel rengimizdir,’ dediler ve bu renklerle kaldırdıkları flamayı ayyıldızlı bayrağımızın yanına rakip bir bayrak gibi koymaya teşebbüs ettiler. Bunun politik boyutları, asayişi, emniyet güçlerimizi, kolluk güçlerimizi ilgilendiren tarafları bir yana biz değerli arkadaşlarımızla dedik ki, ‘şuna bir bakalım, bakalım.”[18]
Nevruz konusundaki akademik çalışmaları “Newroz istismarı”na yanıt olarak düşünen görüşler bunlarla sınırlı kalmamıştır. Hayri Başbuğ, 1977 ve 1978 tarihli sosyalist dergilerden yaptığı alıntılar üzerinden konuyu tartışırken, şunları yazmıştır: “Doğulu gençlerimizin kafalarını bulandırmaktan başka bir mana ifade etmeyen bu tutarsız ve düzmece Nevruz tanımlarının hepsi, düşmanın birer oyunudur. Gençlerimiz bu oyunların içyüzünü kavramakta gecikmemelidirler.”[19]
Yukarıda değinildiği üzere Nevruz Anadolu’da yaşayan Türkler arasında çok katmanlı ve zengin anlamlara sahiptir. Ancak bu çoğulluğun resmi söyleme yansıyışı aşamalı bir biçimde gerçekleşmiştir. Bir yandan Newroz’un Kürt halkı içindeki saygınlık ve popülerliği, diğer yandan dönüşen siyasal konjonktür nedeniyle Nevruz’a yönelik resmi yaklaşımlarda göreli bir değişim, zaman içinde gerçekleştirilmiştir.
Nevruz’un Türk halkı için kitlesel meşruiyetini ve kucaklayıcı kapasitesini artıracak önlemler birbiriyle uyumlu bir dizi faaliyet üzerinden örülmüştür. Bu doğrultuda sınırlı da olsa atılan ilk adım, bu geleneğin tüm bölge halklarının kültürünün parçası olduğunu kabullenilmesidir. Giderek daha sık bir biçimde ‘Nevruz’ sözcüğünün Farsça Nev (yeni) ve Ruz (gün) kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiş olmasından ve Fars kültüründe de önemli bir yeri olduğundan söz edilmeye başlanmıştır. Kültür Bakanlığı’nca yayınlanmış “Nevruz / Yenigün” başlıklı bir broşürden alınmış olan izleyen paragraf bu dönüşüme örnektir:
“Orta Asya’da yaşayan Türkler, Anadolu Türkleri ve İranlıların yılbaşı olarak kabul ettikleri güne Nevruz adı verilir. Ki yeni gün anlamına gelir. Farsça Nev (yeni), Ruz (gün) kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiştir. Gece ve gündüzün eşit olduğu Milâdi 22 Mart, Rumi 9 Mart gününe rastlamaktadır. Nevruz-i Sultanî, Sultan Nevruz, Sultan Navrız, Navrız, Mart Dokuzu gibi adlarla da anılmaktadır. Nevruz İranlılara mal edilmekte ise de Oniki Hayvanlı Türk Takviminde görüldüğü üzere Türklerde de çok eskiden beri bilinmekte ve törenlerle kutlanmaktadır.”[20]
Nevruz konusunda birbiriyle benzer ama aynı olmayan bir tanımlar havuzunun varlığının kabulü, dönüşen söylemin stratejik noktalarından biridir. Bu kabul, Nevruz’un temel kaynağının Türk kültürü olduğu düşüncesinden taviz vermeden, komşu kültürlerce sonradan öğrenildiğine-edinildiğine ilişkin bir imaya açık kapı bırakmaktadır.
Sonuç Yerine
Toplumsal ve siyasal alanda sürmekte olan mücadelelerin kitlelere maledilmesi ve siyasal mesajın kitle diline tercüme edilmesi sürecinde tören ve simgelerin çok boyutlu rolleri mevcuttur. ‘Devlet’ dediğimiz kurumun, varlığını sürdürmek ve gereken toplumsal rızayı oluşturmak için simge ve törenlerden yararlanma deneyimi, devletin kendi tarihi kadar eskidir. Bu bağlamda Türkiye Cumhuriyeti deneyimi, içerdiği milliyetçi kültürel politikalar açısından önemli örneklerle doludur.
Bu makalede, milliyetçi kültür politikalarının milliyetçi siyasal yönelimler içindeki önemine değinilmiş ve konu Nevruz geleneğinin Türk milliyetçiliği içindeki dönüşümü üzerinden tartışılmıştır. Özellikle, Türkiye Cumhuriyet’inin kuruluş yıllarında kutlanmaktayken sonradan uykuya bırakılan Nevruz kutlamasının, Newroz’un Kürt kitleleri içindeki popülerliği sonrasında nasıl uyandırıldığının altı çizilmiştir. Bu süreçte devlet aklı önce Newroz’u tamamen meşruiyet alanı dışında konumlandırmayı denemiştir. Bu yönelimin sonuç vermediği ve Kürt ulusal muhalefetinin bu kutlamadan kimliğini ve mücadelesini belirginleştirmekte başarıyla yararlandığı görüldükten sonra, Newroz’a alternatif oluşturmak için Nevruz, dönüştürülerek ve son derece organize bir biçimde yeniden dolaşıma sokulmuştur.
Gelinen noktada, özellikle son yıllarda medyanın da ciddi desteği ile kamuoyunun Nevruz’u kanıksaması yolunda önemli bir ilerleme sağlanmıştır. Ancak memurların ve öğrencilerin katılımın temel öznesi olduğu bu törenler, Newroz kadar kitleselleşmemiştir. İçinde bulunduğumuz noktada hem Kürt muhalefetinin Newroz kutlamalarının hem de resmi Nevruzun güncel siyasal mücadeleye paralel ve rekabet halindeki işlevlerini sürdürdüğünü söylemek mümkündür.
Nevruz algısının yazı boyunca örnekler üzerinden yansıtılan evrimi, milliyetçi siyasetin inşasında kültürün yerini göstermesi açısından önemlidir. Bu dönüşüm, ezelden ebede değişmez özellikleri olduğu iddia edilse de, milliyetçi söylemin, siyasal mücadelenin dinamikleri doğrultusunda kendisini koşullara uyarlama gayreti içinde olduğunu da göstermektedir. Başlangıçta “teröristlerin bayramı” olduğu savunulan Newroz ve sadece Türklere ait olduğu iddia edilen Nevruz hakkında dönüşen algı dikkat çekicidir. Üzerindeki güvenlikçi-bürokratik baskı sürse de, son yıllarda Newroz kutlamalarının devlet yöneticileri ağzından aşağılanması azalmış görünmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kültürel politikalarına şekil veren kamusal organların 1990’lardan itibaren Newroz kutlamalarını etkisizleştirmek amacıyla kurdukları söylemdeki dönüşüm; Türk milliyetçisi kültür politikalarındaki türdeş olmama halini, 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başlangıcındaki milliyetçi arayışları andıran bir dinamizmin geçerli olduğunu ve kültür politikaları alanında kıran kırana bir mücadelenin sürdüğünü göstermektedir.
KAYNAKLAR
Akbayar, Y. (1975) 1 Yılın Kılavuzu 1974, Fakülteler Matbaası, İstanbul.
Başbuğ, H. (1985) “Nevruz”, Türk Dünyası Araştırmaları, 74-102.
Çay, A. M. (1999) Nevruz: Türk Ergenekon Bayramı, Tamga Yayıncılık, Ankara.
Ergenekon Destanı ve Demirci Kava (1992) Kemalist Atılım Birliği Yayını, Ankara.
Fotoğraflarla Halk Kültürü ve Nevruz (2001) T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara.
İlkokul, Ortaokul, Lise ve Dengi Okullar Eğitici Çalışmalar Yönetmeliği (1983) Milli Eğitim Basımevi, Ankara.
Kutlu, M. M. (2000) “Anadolu’da Nevruz Kutlamalarının Ritüel Niteliği”, Uluslarası Nevruz Sempozyumu Bildirileri içinde, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 109-114.
Nevruz / Yenigün – 21 Mart (Tarihsiz) T.C. Kültür Bakanlığı yayını, Ankara.
Oğuz, Ö. M. (1992) “Ergenekon ve Şehnameden Çalıntı Bir Tarih”, Milli Folklor, Cilt 2, Sayı 14.
Seyfettin, Ö. (1914) “Türkler’in Milli Bayramı, Yeni Gün: Mart 9”, Tanin. C. 16.
Tural, M. A. (1999) “Milli Mücadele ve Atatürk Devrinde Nevruz Kutlamaları”, Türk Dünyasında Nevruz Üçüncü Uluslararası Bilgi Şöleni 18-20 Mart 1999, Elazığ içinde, E. Kılıç (haz.), Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 343-350.
Tural, S. (1995) “Karanlığa İtilen Kavramlardan Biri: Nevruz”, Türk Kültüründe Nevruz Uluslararası Bilgi Şöleni (Sempozyumu) Bildirileri (Ankara, 20-22 Mart 1995) içinde, S. Tural (ed.), Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Ankara, iv-viii.
Tural, S. ve E. Kılıç (Ed.) (1996) Nevruz ve Renkler: Türk Dünyasında Nevruz İkinci Bilgi Şöleni Bildirileri, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Ankara.
[1] Çay, A. M. (1999) Nevruz: Türk Ergenekon Bayramı, Tamga Yayıncılık, Ankara, sf. 57-66.
[2] Kutlu, M. M. (2000) “Anadolu’da Nevruz Kutlamalarının Ritüel Niteliği”, Uluslarası Nevruz Sempozyumu Bildirileri içinde, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 109-114, sf. 112.
[3] Seyfettin 1914’den aktaran Çay, Nevruz: Türk Ergenekon Bayramı, sf. 285.
[4] Çay, Nevruz: Türk Ergenekon Bayramı, sf. 286-97.
[5] Tural, M. A. (1999) “Milli Mücadele ve Atatürk Devrinde Nevruz Kutlamaları”, Türk Dünyasında Nevruz Üçüncü Uluslararası Bilgi Şöleni 18-20 Mart 1999, Elazığ içinde, E. Kılıç (haz.), Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 343-350.
[6] Fotoğraflarla Halk Kültürü ve Nevruz (2001) T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, sf. 1.
[7] Tural, “Milli Mücadele ve Atatürk Devrinde Nevruz Kutlamaları”, sf. 345.
[8] Tural, age, sf. 347-48.
[9] Tural, age, sf. 348.
[10] Akbayar, Y. (1975) 1 Yılın Kılavuzu 1974, Fakülteler Matbaası, İstanbul.
[11] İlkokul, Ortaokul, Lise ve Dengi Okullar Eğitici Çalışmalar Yönetmeliği (1983) Milli Eğitim Basımevi, Ankara.
[12] Çay, Nevruz: Türk Ergenekon Bayramı, sf. 35-53.
[13] Çay, age, sf. 53.
[14] Çay, age, sf. XVIII-XIX.
[15] Oğuz, Ö. M. (1992) “Ergenekon ve Şehnameden Çalıntı Bir Tarih”, Milli Folklor, Cilt 2, Yıl 4, Sayı 14,sf. 29-31.
[16] Ergenekon Destanı ve Demirci Kava (1992) Kemalist Atılım Birliği Yayını, Ankara.
[17] Tural, age, sf. v-vi.
[18] Tural, S. ve E. Kılıç (Ed.) (1996) Nevruz ve Renkler: Türk Dünyasında Nevruz İkinci Bilgi Şöleni Bildirileri, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Ankara, sf. 3-4.
[19] Başbuğ, H. (1985) “Nevruz”, Türk Dünyası Araştırmaları, 74-102, sf. 77.
[20] Nevruz / Yenigün – 21 Mart (Tarihsiz). T.C. Kültür Bakanlığı yayını.