Yusuf Akdağ
Merkezi devlet aygıtının yereldeki uzuvları-uzantıları olan il-ilçe yönetimleri, emniyet ve askeri kurumlar dışında kalan ve belirli yetki ve işlevleriyle yerel özgünlükleri olan belediye yönetimleriyle köy ve mahalle muhtarlarının belirleneceği seçimler 31 Mart Burjuva devlet aygıtının oligarşik-despotik özelliğinin “Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi” ile takviye edildiği, çalışma ve yetki alanları yasalarca belirlenen belediye yönetimlerine Erdoğan yönetiminin “başkanlık kararnameleri” ve kayyum uygulamalarıyla müdahalede bulunduğu koşullarda gündeme gelen bu seçimler, faaliyetleri halk kitlelerinin yaşam koşulları açısından önem taşıyan belediyelerin halk yararına belediyecilik anlayışıyla yönetilmesi politikası bakımından da önem gösteriyor.
Faşizan şeriatçı saldırılara karşı mücadeleyi güçlendirici bir yaklaşım ve tutum ihtiyacıyla da bağlı olarak “işçi sınıfı ve emekçilerden yana, demokratik, halkçı bir belediyeciliğin hangi koşullarda ve hangi sınırlar dahilinde mümkün olduğu” sorusu yeniden aktüelleşti. Devrimci-demokrat örgütlerle sosyalist parti ve bazı derneklerin sorumlu ve temsilcilerinin, 31 Mart 2024 Mart seçimlerine ittifak halinde katılma koşul ve olanaklarını değerlendirmek üzere yaptıkları toplantılarda, belediye yönetimleri ve muhtarlıklar için yapılacak seçimlere “yerelin özgünlüğü” gözetilerek gerçekleştirilecek halkçı-demokratik devrimci ittifakla girilmesi yönünde genel bir eğilim de en azından yaklaşım düzeyinde öne çıktı.[1]
Gelgelelim, “sol”daki parti ve örgütlerle otonomcu gruplar ve “yerel yönetimci” partilerin belediyelere yükledikleri işleve ilişkin görüş farklılıkları, deyiş yerindeyse yeniden uç verdi: “Toplumcu belediyecilik”, “sosyalist belediyecilik” üzerine tartışmalar yakın dönemdeki bazı belediyelerin pratikleri aracıyla kanıtlanmak üzere yeniden yoğunlaştırıldı.
Bu makale halkçı demokratik belediyecilik politikası ve anlayışının, burjuva belediyeciliğiyle temel önemdeki farklılıklarına dikkat çekmeyi ve “belediye sosyalizmi” anlayışı ve iddialarının kapitalizm gerçekliğini karartan bir saptırmadan ibaret olduğunu ortaya koymayı amaçlıyor. Bunun için önce burjuva belediyeciliğinin karakteristik özelliklerine bakmalıyız.
Burjuva Belediyeciliği Yağmacı-Rantçı Belediyeciliktir
Burjuva belediyeciliğinin başlıca özelliği her yönüyle sermaye sistemine bağlanması ve bağlı olmasıdır. Emek gücünün sömürülmesine dayanan kapitalizm, burjuva toplumsal sistemin işlerliği zemininde oluşan tüm kurumsal organların işleyiş kuralları ve koşullarını da belirler. Merkezi yönetim ile belediyeler arasındaki ilişkiler, sistemin egemen sınıf çıkarları doğrultusunda işleyişini belirleyici öncelik olarak alan yasalarca düzenlenir. Belediye yönetimlerinin sorumluluklarıyla yetkileri, bu öncelikler gözetilerek belirlenmiştir. Ancak belediyelerin sistem içindeki konumu ve işlevi, değişik ülkelerde kurumsal örgütlenmelere ve sömürülen sınıf ile emekçi kitlelerinin örgütlü mücadelesinin düzeyine bağlı olarak çeşitli farklılıklar da gösterir.
Türkiye’de belediye idaresine ilişkin yasal düzenlemeler Osmanlı’dan devralınmış; 1877’de çıkarılan ve belediye organlarını, Belediye Reisi, Belediye Meclisi ve Cemiyet-i Belediye şeklinde tarif eden Belediye Kanunu 1930’a dek yürürlükte kalmış; 1930’da yapılan yeni düzenleme, 1984’te Büyükşehir belediyelerinin kurulması yönünde yeniden değiştirilmiş; 1990 sonrasında gerçekleştirilen yeni düzenlemelerle belediye yönetimlerinin kaynak oluşturma ve kullanma olanakları genişletilmiştir.
5393 sayılı Belediye Kanunu ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu ile, belediyelerin kuruluş, görev ve yetkileri belirlenmiştir. 2005 tarih ve 5393 sayılı Belediye Kanunu ile belediyelerin merkezi iktidarla mali-idari ilişkilerinin yanı sıra “sosyal belediyecilik” alanında belediye yönetimlerine geniş yetkiler de tanımıştır. Bu yasalara bakıldığında, kâğıt üzerinde de olsa “herkes”in belediye karar ve hizmetlerine katılma, belediye faaliyetleri hakkında bilgilenme ve belediye idaresinin yardımlarından yararlanma hakkından söz edildiği görülür.[2]
Ancak burjuva belediyeciliğinin temel özelliği, bu “hizmet ve yardım kalemleri”ni rant ve kâr kaynağına dönüştürmesidir. Yatırım ve ihaleler, yardım programları buna göre planlanıp uygulanır. Hem merkezi devlet yönetiminin uygulamaları hem de burjuva belediye yönetimlerinin uygulamaları bu önceliğe ayarlıdır. 2000’li yılların başında GSMH’nin %0,5’i oranında olan ‘sosyal yardım’, örneğin 2022’de %1,7’ye yükselmiştir.[3] Uygulamanın iktidar yanlıları öncelikli olduğu kanıt gerektirmez şekilde belirgindir.[4] Kentsel dönüşüm projeleri, emekçileri kentlerin dışına sürme ve boşaltılan alanları sermayenin kullanımına açma projeleridir.
Belediyelerin özerkliği üzerine söylem dayanaksızdır. Belediyeler mali bakımdan merkezi iktidara bağlıdır ve denetimi altındadır. Merkezi hükümetin belediyelerin bütçe hazırlama süreçlerini, İçişleri Bakanlığı’nın belediye faaliyetlerini denetleme yetkisi vardır. Bütçe yardımları, İller Bankası kredi ve yardımları merkezi devlet-hükümet yönetiminin politikalarıyla bağlı olarak yandaş belediye yönetimlerine aktarılacak şekilde belirlenir ve muhalif belediye yönetimlerini cezalandırma aracı olarak kullanılır. Erdoğan yönetimi, muhalif belediye yönetimlerini mali-ekonomik ve politik olarak cezalandırarak muhalif belediye yönetimleri alanındaki halk kitlelerini de cezalandırmaktadır.
Erdoğan yönetimi ve başkanlık sistemiyle birlikte merkezi iktidarın belediyeler üzerindeki yaptırım gücü artmış, görevden alma-kayyumla yönetme uygulamaları genişlemiştir. Erdoğan iktidarının bir özelliği de bütün yönetim yetkilerinin ‘tek adam yönetimi’nin elinde merkezileşmesi ve muhtarlıklara varana dek devlet aygıtıyla bağlı her alan ve “merci”nin tek adam yönetiminin hükmüne bağlanmasıdır. Belediye sınırları içindekiler de dahil olmak üzere arazi, arsa, ormanlık alan, kıyı bölgesi vb’nin merkezi yönetimin kararnameleri veya yeni yasalarla yüksek rant getirisi sağlayacak “projeler”in kapsamına alınması, bu yeni yönetim sisteminde daha da kolaylaşmıştır.[5]
Düzen partilerinin sömürülen sınıf ve baskı altındaki toplumsal kesimlere yönelik politikaları, belediye politikalarını da genel çerçevesiyle belirlemektedir. Belediye yönetimlerinin iktidar ya da muhalif sermaye partilerinin elinde olması, belediye faaliyetlerinin sermaye çıkarları gözetilerek yürütülmesi bakımından esasa ilişkin farklılık göstermez. Kent kaynaklarının rant paylaşım kaynağı olarak görülmesi, rüşvet ve yolsuzluk bu politikanın özellikleri arasındadır. Farklı olan ise, imara açma- ormanlık alan olmaktan çıkarma ve tekelci şirketlere milyarlarca liralık rant sağlayacak projelendirme politikalarının Erdoğan yönetimi altında özellikle son yirmi yıllık süreçte daha yaygın şekilde sergilenmesidir. AKP-MHP belediyeciliğinin karakteristiği, merkezi iktidarın koruması altında ya da hatta bazı yerlerde iktidar organı işlevini de üstlenerek doğayı ve kentleri daha fazla yağmaya açma, kültürel tarihsel miras ve birikimi tahrip etme, yeşil alanları ve kıyıları özel mülk alanlarına katma, otel ve gökdelen inşaatlarıyla kapama pratiğidir.
Hemen tüm belediye faaliyetleri metalaştırılmıştır. Sokaklar, yollar, köprüler, tüneller, su ve akla gelen tüm kullanım maddeleri kapitalizm ve burjuvazinin yönetiminde kâr getirici araçlara dönüştürülmüştür. İçme suyu kaynaklarıyla ormanlık alanlar rant için kapitalist işletmelere açılıyor ve tahrip ediliyor. Bazı il ve ilçelerde su ve ulaşım fiyatlarında yapılmak istenen indirimler dahi, kötü örnek oluşturacağı iddiasıyla Erdoğan yönetimi tarafından bu belediye yönetimlerini cezalandırma nedeni sayıldı. Temizlik ve çöp vergisine, “yeşil kent” giderleri adı altında yeni yükler eklendi. Burjuva partileri yönetimindeki belediyeler, bağlı şirketleriyle birlikte kapitalist işletme kurallarınca çalışırlar. Ucuz emek sömürüsü bu belediyeler ve şirketleri tarafından da gerçekleştirilir.
Belediye hizmetlerinin özelleştirilmesi ve taşeronlaştırılması, kalitesizleşmeyi, rüşvetçilik ve yolsuzluğu artırmış; “kentsel dönüşüm” gerekçeli rant sahaları oluşturulması ve giderek genişletilmesi, halk kitlelerini artan şekilde büyük zorluklarla karşı karşıya getirmiştir. Uluslararası bağlantılı tekelci sermaye şirketleri başta olmak üzere kapitalistler “yap-işlet-devret” uygulamasıyla yüz milyonlarca dolar kazanırken, hava alanları, otobanlar, tüneller, enerji işletmeleri devlet garantili yüksek oranlı geçiş tarifeleriyle kullanıcılara büyük miktarda ek yük bindirilmesini sağlıyor. Burjuva iktidarının yönetsel politikaları, belediye yönetimleri aracılığıyla halk yararına yapılabilir işleri sınırlayıcı işleve sahiptir.[6]
Ancak, kapitalist tekellerin il, ilçe ve köylerde, işçi ve emekçilerin barınma, eğitim, sağlık, ısınma, aydınlanma, ulaşım vb. alanlara ilişkin gereksinmelerini kâr ve rant kaynağına dönüştürmelerine yine de belirli bir sınır çekilebilir veya mücadelenin gelişme düzeyine bağlı olarak bu yağma engellenebilir. Demokratik halkçı belediyecilik politikası ve uygulaması bu kapsamda anlam kazanır ve gereklilik gösterir.
Demokratik Halkçı Belediye Politikasının Bazı Özellikleri
Belediye yönetimlerinin halk yararına politikalar izlemesi ve uygulamalarında emekçilerin taleplerini öncelikli alması ‘halkçı’lığının, sınırları dahilindeki sorunların belirlenmesi ve çözüm yol, yöntem ve araçlarının tespiti ve uygulamaya geçirilmesi konularında halkın doğrudan katılımının sağlanması ve geri çağırma-görevden alma ve yeni görevlendirme hakkının emekçilere ait olması ise ‘demokratik’ olmasının başlıca koşuludur. İşçi ve emekçilerin, kent yoksullarıyla tüm ezilenlerin söz ve karar sahibi olduğu, doğrudan katılıp denetimini de sağlayacağı bir belediyecilik ve yönetim anlayışı, halkçı belediyeciliğin temel önemdeki özelliğidir.
Belediyeler, gelir kaynaklarının azımsanmayacak bir bölümünü halktan “hizmet bedeli” olarak alırlar. Merkezi yönetimlerin belediyelere verdiği ya da vermeleri gereken paranın asıl kaynağı da yine yurttaşlardan alınan vergilerden oluşur. Salt bu durum dahi, belediye bütçelerinin halkın denetimine açık olmasını, elektrik, su, ekmek, ulaşım giderlerinin emekçilerin durumu gözetilerek belirlenmesini gerektirir. Kapitalist kâr hedefli üretim ve toplumsal ilişkilerin işsizlikten pahalılığa, ulaşım ve barınma giderlerinden yiyecek içecek ve giyime dek tüm yaşam gereksinimlerinin karşılanması olanak ya da olanaksızlığını belirlediği bir sistemde, ekmek fiyatından otobüs biletine, ulaşım bedellerinden elektrik, su ve gaz faturalarına birçok ürün ve “hizmet”in fiyatı, genel kapitalist piyasanın yanı sıra belediye yönetimlerinin uygulamalarıyla da bağlı olarak değişebilmektedir. Halkçı demokratik belediye anlayışı, emekçilere yüklenen bu giderlerin belediye hizmetleri kapsamında olanlarının belediyece karşılanmasını hedefler.
Sermaye egemenliğine karşı işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin, yaşam koşullarını iyileştirme ve sömürüden kurtuluş için örgütlü mücadelesine güç verecek halkçı demokratik dayanışma ve sorun çözücü güç olma anlayışının gelişmesi için, halk yaşamına ilişkin sorun ve gelişmelerin halkın kendisinin dahil olduğu ve çözücü kuvvet olarak müdahalede bulunduğu bir yaklaşım ve pratik tutumla ele alınması gerekir.
Demokratik ve halkçı belediyecilik anlayışı ve uygulamalarının merkezi devlet ve hükümet yönetimlerinin politika ve uygulamalarıyla karşı karşıya gelmesi, -pratikte de görüldüğü üzere güçlü olasılık olacağından- bu politika ancak merkezi iktidarın dayatmalarına karşı sömürülen ve ezilenlerin örgütlü gücü dayanak alınarak uygulanabilir.
Belediye işlerinin tüm alanlarında halk kitleleri etkin olmalıdır. Köy, semt, mahalle, ilçe, il emekçileri oluşturacakları organlar (komite, meclis vb.) aracıyla yaşamlarıyla ilgili sorunların belirlenmesi ve çözümü süreçlerine katılmalı, önceliklerin belirlenmesi ve her kademedeki görevlilerin denetlenmesi hakkına sahip olmalıdır. Merkezi yönetim halkın yerellerde seçtiği ve görevden alınmaları gerektiğinde de görevden alarak yerlerine yenilerini getireceği yönetimleri görevden alma-kayyum atama hakkına sahip olmamalıdır. Halkın çıkarlarını, istem ve kararlarını gözetmeyen, yolsuzluğa ve rüşvete bulaşan, kayırmacılık yapanların görevden alınması ve yerlerine yenilerinin getirilmesi halkın inisiyatifinde olmalıdır.[7] Semt-mahalle, fabrika ve işyeri emekçileri, işçi ve kamu emekçisi sendikalarıyla TMMOB-TTB gibi meslek kuruluşları, gençlik ve kadın, çevre ve kültür-sanat örgütleri-dernekleri, seçimle belirlenecek temsilcileri aracıyla halk örgütlerinde bir araya gelmeli; belediye yönetimleriyle birlikte, alana ilişkin sorunların ve çözümlerinin yanı sıra belediye faaliyetlerinin de tartışıldığı toplantılar halka açık olmalı; kent ve kent halkının yaşamıyla ilişkili ve belediye yönetimlerinin görev alanına giren sorunlara ilişkin kararlar halkın onayı koşuluyla bağlı olmalıdır.
Demokratik halkçı belediye yönetimleri, belediye gelirlerinin emekçilerin daha iyi koşullarda yaşamaları amacıyla sağlık, eğitim, ulaşım, beslenme, ısınma ve barınma yardımı; halk sağlığı ve güvenliğini esas alan konut, kreş, kültür ve spor tesisleri yapımı, yeşil alan tesisi vb. için kullanmalıdır. Kadınlar, çocuklar, bakım ihtiyacı olan yaşlı ve engelliler için bakımevleri, aşevleri, çamaşırhanelerin yapımı, engellilere yaşamlarını kolaylaştırıcı hizmetler, çocuk ve gençlere kültürel-sportif etkinlikler için olanak yaratılması, suyun parasız sağlanması, ücretsiz sağlık hizmeti ve kolay ulaşılacak sağlık merkezleri açılması, halkçı yönetimlerin öncelikleri arasındadır. Belediye yönetimlerinde görev alanlar açısından da kalifiye bir işçinin ücreti ölçü alınmalı, koşulların değişimiyle bağlı olarak değişen yoksulluk sınırları üzerindeki bir ücret karşılığı çalışma esas alınmalı, belediye mevzileri bireysel yarar sağlama mevzilerine dönüştürülmemelidir.
Halkçı demokratik belediye yönetimleri ana ve çocuk sağlığı başta olmak üzere ilk kademe sağlık hizmetlerine parasız ve kolayca erişim için gerekli önlemleri almalı; çocuklar için oyun alanları ve sağlık önlemlerini de içeren kreş ve yuvalar, yaşlılar için bakımevleri açılmalı; kent ulaşımında ve yaşamında engellilerin yoksun kalmayacakları bir hizmet anlayışı geliştirilmelidir.
Kapitalist toplumsal ilişkiler içinde sömürü nesnesi olmakla kalmayıp, kapitalizm öncesi toplumsal ilişkilerin artıklarından devralınmış önyargı ve yaklaşımlarla da kuşatılan kadın cinsine yönelik baskı ve cinsiyetçi ayrımcılığa karşı, kadın-erkek eşitliğinin sağlanması hedefiyle ideolojik, sosyo-kültürel ve siyasal etkinlikler gerçekleştirmek de halkçı belediyeciliğin görevleri arasında olmalıdır. Kadınlar belediye yönetimlerinde ve bu yönetimlerin iradesine tabi oldukları emekçilerin temsili organlarında erkeklerle eşit haklara sahip olarak yer almalıdır. Çocuk ve yaşlı bakımı belediye çalışmaları-hizmetleri kapsamına alınarak kadının ev işlerinin bağlayıcı-köreltici kuşatıcılığından çıkmasına yardımcı olunmalı, kadınlar için korunma ve dayanışma mekânları oluşturulmalıdır.
Kapitalist üretim ilişkilerinin bir özelliği de insan ilişkilerinde çürüme ve yozlaşmaya yol açmasıdır. Bencillik, çıkarları için başkalarının ezilmesini kaçınılmaz sayma, mafya-çete örgütlenmelerinin tuzağına düşme, uyuşturucu kullanımı vb. çürütücü gelişmeler günümüz gençlik kitleleri içinde oldukça yaygındır. Genç kuşaklara yönelik sosyal, kültürel-eğitsel ve sportif etkinlikler için olanak sağlanması, buna yönelik gençlik merkezleri açılması, gençlerin meslek edinmelerine katkıda bulunacak kurslar verilmesi ve halk temsil organlarında yer almalarının sağlanması, burjuva yozlaştırıcı etkiye karşı önlemler kapsamında, demokratik halkçı belediye politikasınca içerilmelidir.
Burjuva belediyeciliğinin kent planlaması ve kentlerin dönüşümü politikalarında belirleyici olan daha fazla kâr ve rant sağlama güdüsüdür. İmar ruhsatları, yıkım ve yeniden yapım işleri, sokak-cadde düzenlemeleri, su, elektrik, doğalgaz, telefon hatları döşenmesi vb. kent ihtiyaçları, uluslararası ve işbirlikçi tekellerin çıkarlarına ayarlanmış şekilde, devlet-hükümet yönetimleriyle “yerel yönetimler” işbirliğinde ve çoğu kez mafya çetelerinin de işin içinde olduğu bir işleyişin kâr-rant malzemesidir. Kıyılar ve kent arazisi yağmalanmakta; su kaynaklarıyla havayı kirletici faaliyetler, betonlaştırma ve nüfus yığma devam etmektedir.
Halkçı demokratik belediyecilik kent yağmasına olanak tanımaz. Öncelikli olan emekçilerin yararı ve gereksinmeleridir. Akarsu ve denizlerin, kıyı ve ormanlık alanların, tarım arazileriyle mera ve ‘kamu arazileri’nin kâr ve rant kaynağı olarak kullanılması ve yağmasına izin verilmez. Kent planlaması, imar ve inşası, kent halkının gereksinmeleri öncelenerek ve doğanın ve beşeri yaşamın korunması gözetilerek gerçekleştirilir. İnşa plan ve uygulamaları, deprem gibi yıkıcı doğa olayları, nüfus hareketleri ve artacak nüfusa bağlı ihtiyaçlar, çevre düzeni vb. günün ve örneğin yüzyıllık gelecek dönemlerin gerekleri öngörülerek yapılır. Sanayi kuruluşlarının, maden işletmeleriyle enerji santral ve tesislerinin kent yaşamını tahrip etmesine izin verilmez ve toprağın, suyun ve havanın kirletilmesine ve yeşil alanların betonlaştırılmasına olanak tanınmaz. Temiz hava, temiz su, doğanın ve yaşam alanlarının fabrika ve kanalizasyon atıklarıyla zehirli gazların etkisinden korunması, belediye yönetimlerinin de önemli sorumlulukları arasındadır. Belediye yönetimleri deprem, su baskını, heyelan vb. doğa olaylarına karşı gerekli ve yeterli önlemlerin alınmasında, merkezi yönetim ve alt organlarıyla birlikte sorumluluk taşırlar.
Kent emekçileri, oluşturacakları organlar (komite-meclis vb.) aracıyla imar ve ihale projelerinin ihtiyaçlara uygun düşüp düşmediğini denetler; emekçilerin değil de kendilerinin, yakınları ve sermaye sahiplerinin çıkarlarını önceleyen yönetimleri görevden alarak yerine yenilerini getirme yetkisini kullanırlar. Halkçı belediyecilikte özelleştirme ve taşeronlaştırmaya yer yoktur. Üretici özellikte olanları da içinde olmak üzere belediye hizmetleri belediyelerin kendileri tarafından ve halkın yardımı ve denetiminde gerçekleştirilir.
Halkçı demokratik belediyecilikte ülkenin çok uluslu gerçekliği göz önünde tutularak belediye hizmetlerinin yerine getirilmesi ve halkla ilişkilerde anadili kaynaklı sorunların yaşanmaması için önlemler alınır; görevlendirmelerde buna özen gösterilir. Dil, kültür, inanç farklılıklarını gözeten bir yaklaşım şarttır.
Gelgelelim burjuva devlet yönetiminin politikalarıyla karşıtlık gösteren bu politikanın halk yararına sonuçlar doğurması ancak sermaye ve burjuva sınıf hakimiyetine karşı birleşik örgütlü mücadelenin güç kazanmasıyla bağlı olarak halkın örgütlü katılımı sağlanarak, mahalle-semt, ilçe vb. düzeyinde şekillenmiş halk komiteleri ya da organlarının desteği ve katılımıyla gerçekleştirilebilir.
İşçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesinin ürünü ve sonuçlarından biri olarak devrimci örgütlenme ve politika kapsamında günümüze dek halk yararına demokratik belediyecilik alanında bazı sınırlı adımların atıldığı; Fatsa ve Dersim’de olduğu üzere, geçmiş dönemlerde halkın mahalle-semt komiteleri vb. örgütlenmeler aracıyla sorunların ve çözülmesinin yol ve araçlarının belirlenmesi süreçlerine katılmada kısmi başarılar kaydedildiği biliniyor. Ancak gerek bu örnekler gerek kayyum atanarak el konan belediyelerin önceki yönetimlerinden bazılarının “halkın katılımı” yönündeki çabaları, oldukça sınırlı ve denebilirse demokratik halkçı belediyecilik anlayışının yalnızca nüve göstergeleri kapsamında görülebilirler.
Kapitalizm ve Sosyalist Belediyecilik
“Küreselleşme ve yerelleşme bağlamında yaşanan süreç”te öne çıkanın “yerel dinamikler ve değerler olduğu” yönündeki bir görüş son on yıllarda yaygın kabul gördü ve belediye yönetimlerinin burjuva devlet iktidarı ve sermaye egemenliği koşullarında özerk ya da otonom kurumlar olarak işleyebileceği ve hatta sosyalist alternatif oluşturmanın yerel dayanağı olarak işlev görebileceği iddiası taşıyan çeşitli görüşler ortaya atıldı.
Burjuva belediyeciliğine alternatif gösterilen “toplumcu” belediyeciliği, “toplumsal eşitlik, dayanışma, yerinden yönetim, doğrudan demokrasi, planlamacılık ve kalkınma, şeffaflık, hesap verebilirlik ilkelerine” dayanmakla tanımlayan bu görüşler kapsamında ileri sürülen daha saptırıcı iddia ise, belediyelerin “yerel iktidar organları” olarak gösterilmesiydi. Buna, devrimci demokratların veya sosyalistlerin bazı belediyelerin yönetimine gelmesiyle belediyelerin sosyalistleştirileceği iddiası eşlik etti. 1980 öncesi Fatsa, yakın dönem Dersim Ovacık ve il merkezi, Dikili ve Kürt ulusal hareketinin politikaları doğrultusunda yönetilen bazı belediyelerin pratiği buna örnek gösterilmekteydi.
“Toplumcu belediyecilik”, “sosyal belediyecilik”, “belediye sosyalizmi”; “kamucu belediye” vb. kavramsallaştırmalarla ‘sol hareket’ saflarında popülerleştirilmeye çalışılan bu belediyeci görüş(ler)le “belediye sosyalizmi” anlayış ve iddiası kuşkusuz ilk kez bizde gündeme gelmiş ve teorisi de ilk kez Murray Boockhin ve öğretilileri tarafından yapılmış değildir. 19.yüzyılda Glaskow ve Birmingham’da bir biçimde sözü edilmiş olan “belediye sosyalizmi” görüşü, İngiliz Fabianlarıyla Rus Menşevikleri tarafından da toprakların belediyeleştirilmesi vb. aracıyla gerçekleştirilebilir gösterilmişti.[8] İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde Fransa ve İtalya’da birçok kentte onlarca belediyede yönetime gelen İtalyan ve Fransız Komünist Partileri de “toplumcu belediyecilik” politikası izlediler.[9]
Yirminci yüzyıl başlarında, Menşevikler tarafından Rusya’da da ileri sürülen ve Lenin’in “Toprağın Belediyeleştirilmesi ve Belediye Sosyalizmi” başlıklı makalesinde mahkûm ettiği görüşü, günümüzde, bazı belediyelerin halk yararına ekonomik-sosyal veya kültürel kimi girişimlerini örnek göstererek yeniden gündeme getirenlerden bazıları Marksist-Leninist dünya ve toplum görüşüne karşı olmalarına rağmen belediyeciliğe sosyalist yaklaşım adına savunmaktadır. Oysa Marx, Engels ve Lenin’in “belediye sosyalizmi” anlayışına karşı olan görüşleri oldukça nettir.
Sorge’ye mektubunda Engels, “belediye sosyalizmi” anlayışının burjuva liberalizminin bir sonucu olduğunu belirtir.[10] Menşeviklerle polemiğinde Engels’in Sorge’ye mektubuna atıfta bulunan Lenin de, toprağın belediyeleştirilmesi ve beledi endüstrileşme aracıyla belediye sosyalizmi kurgusunu “son derece oportünist bir eğilim” olarak niteler ve burjuvazinin egemenliğini unuttuklarını söyler.[11]
Bu anlayışın İngiliz Fabianları’nın sosyal barış, sınıflar arası uzlaşma düşüncesiyle “kamuoyunun dikkatini iktisat ve tüm devlet düzeninin temel sorunlarından, yerel özyönetimlerin küçük sorunlarına çekmeye” çalışmalarıyla benzerliğine dikkat çeken Lenin devamla şunları söylemektedir:
“Birinci tür sorunlar alanında sınıf çelişkileri en keskin durumdadır, tam da bu alan, daha önce de söylendiği gibi, burjuvazinin sınıf olarak egemenliğinin temellerine dokunmaktadır. O nedenle, tam da bu alanda sosyalizmin kısmen gerçekleştirilmesi küçük-burjuva ütopyasının özellikle hiç şansı yoktur. Dikkatler yerel nitelikli küçük sorunlara –burjuvazinin sınıf olarak egemenliği sorununa değil, bu egemenliğin temel araçları sorununa değil, bilakis burjuvazinin ‘halkın gereksinimleri için’ ayrılmasına izin verdiği üç-beş zavallı kırıntının harcanması sorununa çekilir.”[12]
“Sınıf egemenliğinin gerçek temellerine sadece ‘beledi’ açıdan da olsa” dokundurtmayan burjuvazi, bu temellere dokunulmadığı, zenginliğinin ciddi kaynaklarına saldırılmadığı durumlarda, bugün kimilerinin naif bir iyimserlik ve yüzeysel yaklaşımla “sosyalist belediyecilik” olarak nitelediği sınırlı yerel uygulamalara tahammül gösterebilir. Bu türden beledi uygulamalar “alışılmış olanın”, yani “idare-i maslahatın” sınırları dışına çıktığında ise, burjuva devlet iktidarı derhal devreye girerek, “egemen sınıfların en önemli gelir kaynaklarını, egemenliğini güvence altına almanın temel araçlarını ilgilendiren” ve “devlet düzenine dokunan her şey”e karşı saldırıya geçer.[13]
Yeni olan, işçi sınıfı hareketi ve sosyalizmin uluslararası burjuva saldırıları ve oportünizmin türlü-çeşitli saptırmalarıyla geriye düştüğü, neoliberal uluslararası saldırganlık kapsamında gerçekleştirilen özelleştirme vb. uygulamaların yoğunlaştığı koşullarda “merkezi devletin küçülmesi” ve “yerelleştirme” söylemi eşliğinde belediyeci görüşlerin yeniden boy vermesidir. Murray Boockhin’in liberter belediyeci oportünizmine adapte edilen “özerk yerel yönetim belediyeciliği” anlayışı ve iddiası bu görüşlerin esin kaynaklarından biridir. Ovacık eski belediye başkanı Maçoğlu’nun boş hazine arazisinden yararlanarak bir tür kooperatifçilik uygulayarak ucuz gıda maddeleri temini, su ve ulaşım giderlerini düşük tutmaya çalışmasıyla Dikili’de evlere parasız su verilmesi girişimleri bu söylem ve iddiayı doğrulayıcı kanıtlar olarak gösterildi veya gösterilmeye çalışılıyor.
Anarşist-“ekososyalist” ve Marx’ın tedrisatından geçmiş olma iddiasıyla Marksizm-Leninizme karşı liberal burjuva solculuğunun temsilcilerinden biri olan Murray Bookchin’in “konfederal-komünalizm” ve “liberter belediyecilik” adı altında teorileştirdiği görüşler Türkiye’de de bir hayli alıcı bulmuştur. Ona göre, belediye yönetimleri, yetki alanlarına giren bazı işletmeleri üretimci tarzda kullanarak ve “özgür toplum örgütleri” olarak çalışacak olan “halk meclisleri”ne dayanarak yeni ve özgür bir “ekolojik komünal toplum”u inşa edebilirlerdi![14] Bookchin “İçerisinde bütün insanların (etnik kökeni ve ideolojik eğilimi ne olursa olsun) birer yurttaş olduğu belediye, liberter bir komünist toplumun hakiki arenasını oluşturur” diye yazıyordu.[15] “Yurttaş”lardan oluşacak bu “topluluklar”, maddi ihtiyaçları karşılanarak “ortak politik hedeflere ulaşma” konusunda birlikte hareket ettirilebilir, sınıfsal kimliği aşmaları sağlanabilirdi!
Boockhin bu görüşüyle sınıfsal farklılıkların üzerini örtüyor; çıkar farklılıkları ve çelişkilerin söz ve niyetler aracılığıyla işlevsiz kılınabileceğini ileri sürmüş oluyor. O ve onun görüşlerini benimseyerek yerelliğe adapte edenlerin “yerel yönetim-yerel iktidar” olanak ve gerekliliğini gerekçelendirmek üzere ileri sürdükleri başlıca argüman kapitalist gelişmenin “sınıf aşırı toplumsal hareketleri”, bütün önceki zamanlardan farklı olarak öne çıkarıp heterojen özneyi tarih yapıcı hale getirdiğidir: İddiaya bakılırsa, işçi sınıfı öncü misyonunu önemli oranda kaybetmiş; başlıca hareket ettirici etkeni ezilmişlik olan farklı kimlik öznelerinin sorunları etrafındaki hareketlenmeler öne çıkmış; ulusal, ekolojik ve toplumsal cinsiyetçi çelişkiler heterojen toplumsal muhalefet hareketlerini önemli hale getirmiştir. Buradan vardığı sonuçlardan biri, toplumsal sorunların belediyelerle devlet arasındaki gerilimden hareketle çözülebileceği ve hatta “belediye sosyalizmi” aracıyla “konfederal sosyalist yeni yönetim toplum”unun kurulabileceğidir!
Bu projeci kuramda, onu gerçekleştirecek “toplumsal güç” olarak “özerk toplum örgütleri”nin işaret edilmesi -“Halk Meclisleri” bunu simgeleyen en önemli bileşendi-, kurgunun “sol-sosyalist güçler” olarak tarif edilen ilerici, devrimci demokrat ve sosyalist aydınlarla bazı parti ve örgütler tarafından uygulanabilir görülmesine yol açtı ya da bu yöndeki öykünmelerin etkenlerinden biri oldu. “Demokratik halkçı belediyecilik” politikasının halk iradesini, halkın taleplerini esas alması; belediyelerin yönetimi ve denetiminde halk tarafından oluşturulan semt-mahalle, ilçe-il komiteleri/meclislerinin belirleyici olması; buna aykırı uygulamalar durumunda da yöneticilerin halkın kendisi tarafından görevden alınıp yerlerine uygun görülenlerin getirilmesi gibi demokratik-‘katılımcı’ anlayışı içermesi, bu görüşün kabullenilmesini kolaylaştırmaktadır.
Bu iddia ve görüşün, merkezi devlet iktidarı ve onu yerellerde temsil eden kurumsal organizasyonların varlığını ve devlet aygıtının belediye yönetimleri üzerindeki denetimi ve sonuçta politika belirleyici ve dayatıcı konumda olmasını gözetmeme gibi bir handikabı bulunuyor. Belediye yönetimlerine belirli özgünlük sağlayan yerel etkenler ve bu yönetimlerin halk kitleleriyle ilişkilerinde çeşitli devlet kurumlarından farklı konum ve işlevleri yukarıdaki iddia ve görüşleri doğrulamaz. Ovacık ve Dersim merkezde, Fatsa’da ve Dikili’de ya da başka yerlerde sosyalist belediyecilik yapıldığı iddiası ise dayanaksızdır.
Sosyalistler herhangi belediye yönetiminde sorumlu konuma gelebilir ve halktan yana uygulamalarda bulunabilirler. Yerel yaşam alanlarında belirli altyapı tesislerinin yapımı, yol, su, elektrik gibi zorunlu ihtiyaçlara ilişkin hizmetlerin yerine getirilmesi, atık maddelerin doğaya ve yaşama zarar vermemesinin sağlanması, kent varlıklarının; tarihsel-kültürel eser ve birikimin yararlı kullanımı ve korunması, eğitim-sağlık-barınma yardımı vb. bir dizi alanda işçi sınıfı ve emekçiler başta olmak üzere sömürülen ve ezilenler lehine hizmetleri yerine getirebilirler. Ne var ki belediye yönetimlerinin, halk desteğine sahip olmaları durumunda da kapitalist toplumsal koşullarda ve burjuva merkezi devlet iktidarının belirleyici konumda olması nedeniyle yapabilecekleri ancak sınırlı iyileştirmeler kapsamında olabilir. Buna, bu mevzilerden sermaye egemenliğine ve burjuva devlet iktidarına karşı mücadele yönünde yararlanılması eklenmelidir.
Sosyalistlerin ve halkçı devrimci demokratların belediye yönetimlerini kazanmaları, belediye olanaklarını emekçilerin yararı ve ihtiyaçları için kullanmaları ve emekçileri beledi işlerin yönetim ve denetimine katarak mücadeleyi geliştirmenin mevzileri haline getirmeleri devrim mücadelesine güç verecektir. Ancak “sosyalist belediyeler”in burjuva devlet iktidarının merkezi aygıtı altında faaliyet yürüttükleri ve bu yüzden engeller ve vetolarla her zaman karşı karşıya bulunacakları görmezden gelinemez. Belediyeleri “yerel yönetimin kaleleri” ve “yerel iktidar merkezi” gösteren yaklaşım kapitalist toplumsal ilişkileri ve burjuvazinin sınıf egemenliğinin devlet aygıtını göz ardı etmektedir.
Nesnel gerçekliklerle karşıtlık içindeki bu görüşlerden esinli ya da onlarla paralellik gösteren yaklaşımlar sol liberal ve reformist bazı parti ve grupların açıklamalarına da yansımaktadır.[16] Buna göre, “insanı, çevreyi ve doğayı odağına alan, ötekisi olmayan toplumcu bir demokrasi anlayışının inşa edilmesi” için “üretimi önceleyen planlı bir kalkınma modeli” benimsenerek “gelir adaletsizliğini asgari düzeye indirecek” ve “vergi adaletsizliğini ortadan kaldıracak” politikalar uygulanmalı ve bunun için de “kamucu, halkçı, emekten yana, kalkınmacı, bilimsel esaslara dayalı küresel bir düzen”in kurulması ihtiyacıyla bağlanmış bir belediyecilik yapılmalıdır. “Hizmetlerin nihai kullanıcıları olan farklı yaş, cinsiyet, ırk, eğitim, fiziksel özelliklere sahip, farklı mahalle ve sosyo-ekonomik çevrelerde yaşayan vatandaşlar”, “hizmetlerin üretimine daha proje aşamasında” dahil olarak ve çözüm yol yöntemlerini göstererek bunu gerçekleştirebilirler denmektedir.
Bu görüş ve iddialar, niyet ve istem kapsamında anlamsız olmamakla birlikte tarif edilen çerçevede dahi sorun çözücü değil temel belirleyici olan nesnel toplumsal durum, sorun ve çelişkileri atlamaları nedeniyle sorun oluşturucudur.
Buradaki tartışma, ortak meralardan yararlanan hayvancılıkla ve birey köylünün kendi ihtiyaçlarını toprağından sağladığı köy hayatıyla ilgili değildir. Kapitalist kentler, tecrit durumundaki ilkel köylü kabile yerleşimleriyle feodal bey ve senyörlerin kale burçlarının hükmü altındaki kapalı alanlardan farklı olarak, kapitalizmin yeniden üretim alanlarıdır. Kentler, ulusal ve uluslararası alanda çok yönlü ve boyutlu ilişkilere açıktırlar. Bu da kent sorunlarının, olanak ve olanaksızlıkların; merkezi, uluslararası, bölgesel ve yerel güç ve etkenlerin devreye girmesiyle bağlı olmasına yol açar. Sermayenin genişleyen yeniden üretiminin kent sınırlarına sığmayan ulusal ve uluslararası karakteristiği, kentleri, dolayısıyla da kent belediyelerini kapitalist sistem ve emperyalizm olgusu ve güçleriyle ilişkili kılar ve genel olarak bağımlı hale getirir.[17] Tekelcileri başta olmak üzere sermaye sahipleri ve sahipliğiyle sömürülen ve baskı altında tutulan kent emekçileri, örneğin “demokratik” olma ve “katılımcılık” adına ve gerekçeli olarak belediye politikalarında eşit konumda bulunmaz ve ekonomik alan başta olmak üzere siyasal-sosyal öncelik ve uygulamalar yönünde tercihleri farklılık gösterir. Asgari ücretle çalışan bir işçi ailesi ile kentin zengini burjuvaların “ortak değerler savunusu”nda birleşmeleri, ancak aralarındaki ekonomik-sosyal uçurumun şu ya da bu gerekçeli -örneğin dini veya milliyetçi etki- perdelenmesiyle ve o da geçici olarak mümkün olabilir.
Belediye ve kentin kapitalizm ve burjuva devletiyle bağlarını göz ardı edenler, sosyalist belediyecilik bir yana, halkçı demokratik belediyeciliği dahi gerçekleştiremezler. Sermaye egemenliği ve burjuva devlet iktidarı altında “sosyalist belediyecilik” tasavvuru bir iddiadan öteye geçmez ve bir aldanma haline de işaret eder. Kapitalist piyasa kurallarının geçerli olduğu koşullarda, belediye işletmelerinin kapitalizmin ötesine geçen ve onu geçersiz kılan bir faaliyeti mümkün olmayacaktır. Merkezi iktidar muhalifi ve halktan yana kimi uygulamaları bulunan belediye yönetimleri -örneğin Kürt kentlerindekiler- ya da Brezilya’da İşçi Partisi’nin Porto Alegre belediyesindeki bazı uygulamalarıyla Meksika Chiapas’taki Zapatistaların (EZLN) “özerk yerel yönetim politikaları”, 1871 Paris Komünü ve devrimin ürünü Kent Konseyi ile ya da Sovyetler Birliği’ndeki ‘işçi-köylü-asker sovyetleri’yle benzer nitelik ve işleve sahip değillerdir. Aksi yöndeki iddialar, esaslı bir yanılgıdan kaynaklanmıyorsa, bilinçli çarpıtma ürünüdür.
Kapitalist ekonomik sistem ulusal ve uluslararası bağlantılarıyla belediyelerin, yetki alanlarında da ekonomi ve politika üzerinde belirleyici olan asıl güç ve etmendir. Mali sermaye ve tekellerin hakimiyeti ve kapitalist uluslararasılaşma, “belediyelerin kontrolündeki kaynakların kullanılması”nı belediye yönetimlerinin inisiyatifine bırakmayacak düzeyde etkinlik gösterir. Belediyelerce gerçekleştirilecek üretici faaliyetin sonucu ürün kalitesinin iyi düzeyi ve ucuza mal edilmesi dar anlamda ve belirli sınırlar dahilinde ucuz tüketim olanağı yaratsa dahi, pazar ve rekabet koşullarının belirleyici olması nedeniyle bu durum sürdürülemez.
Belediye tarafından gerçekleştirilecek üretimle ya da üretici-tüketici kooperatifleri aracılığıyla belediye sınırları içindeki emekçilerin bazı ihtiyaç maddelerini (örneğin fasulye-nohut-patates vs.) daha ucuza edinmelerinin sağlanması, halk yararına bir girişimi işaret etmekle birlikte üretim ilişkilerinin karakterinde, dolayısıyla da mülkiyet ilişkilerinin genel kapitalist işleyişinde değişime yol açmaz. Üretim ve tüketimin bu dar ve sınırlı alanında yapılacak olan, gerçekte yine kapitalizmin belediyeler eliyle, daha küçük ya da orta boy işletmeler halinde yeniden üretilmesidir.
“Belediye sosyalizmi” görüşü sınıf çelişkilerine örtü çeker ve “topluluk çıkarları”nı yerel sınırlar düzeyinde göstererek merkezi devlet iktidarına karşı mücadeleyi zaafa uğratır. Yerel yönetimler-özel yetkilendirmeler ne denli geniş olursa olsun sonuçta merkezi devlet iktidarına çok çeşitli bağlarla tabi kılınmışlardır. Onları “yerel iktidar dayanağı” göstermek aldatıdan ibarettir. Kapitalizmin “kapsamını genişletmeye” devam etmesi gerekçesiyle “devrimci liberter komünist hareket”in emek-sermaye çelişkisi kapsamına daraltılamayacağını ileri süren Bookchin, belediyeyi “sınıf aşırı problemlerin odak noktası” gösterir ve “liberter belediyecilik” ile devlet arasındaki gerilim ve mücadeleyi çözüm olarak işaret eder. Ona göre, beledi bölgelerde yaşayan herkes birey olarak -“birer yurttaş olarak”- genel topluluk çıkarı içinde yer alıp “karışıp” dağılacak ve akılcı-ekolojik anlayışlar “sınıfsal ve hiyerarşik çıkarların yerini alacaktır.”[18]
İşçi sınıfının kurtuluş mücadelesi, kapitalist gelişme ve sermayenin genişleyen yeniden üretiminin “merkezileşme” eğilimiyle de bağlı olarak burjuvaziye karşı mücadelenin bölünmesine karşı bir tutumu gerektirir. Ancak ulusal eşitsizlik kaynaklı sorunlar, ezilen ulusun kendi kaderini tayin hakkı kapsamında örneğin “bölgesel özerklik”i bir çözüm olarak gündeme getirebilir. Buna rağmen, ama böylesi koşullarda dahi “liberter komünalist belediyecilik” sosyalizm yönünde bir değişimi işaret etmez.
Burjuva toplum koşulları ve temel gerçekliği olan sınıf farklılıkları ve çatışmalarını muğlaklaştırıp hatta geçersiz ilan eden bu görüş, “toplumun ortak çıkarları” söyleminde ifadesini bulan burjuva liberal kurguyla da birleşir. Belediye yönetimleri, kimilerince ileri sürüldüğü gibi, burjuva devlet iktidarı altında “yerellerde belirleyici bir kurum” özelliği göstermezler. “Liberter belediyecilik”, kapitalizme içsel reformcu belediyeciliktir. “Komünalist konfederal belediyecilik” iddialı görüşlerin başlıca özelliği kapitalist merkezileşmeyi ve burjuva diktatörlüğünün sınıf karakteriyle bağlı konum ve işlevini karartmasıdır.
Belediye yönetimleri belirli sınırlar dahilinde bazı malları üretebilir, daha ucuza mal etmeleri durumunda emekçilere daha ucuza satabilir; karşılığını belediye gelirlerinden karşılayarak ulaşım, barınma, kültürel etkinlik, sağlık vb. gibi alanlarda halk yararına üretim ve hizmet görevleri yerine getirebilirler. Burjuva belediyeler yasası kapsamında belediye yönetimlerine tanınan yetkiler ve belirlenen sorumlulukları kapsamında dahi altyapı hizmetleri, sosyal yardım, eğitim-sağlık-korunma ve barınma-engelli yardımı, çevre sorunları alanında çeşitli uygulamalar, bu yönetimlerin görevleri arasında sıralanmıştır. Onlar bu “hizmetleri” kapitalist ilişkiler zemininde, kent ve kaynaklarının yağmasını da içeren rant-kâr getirici çıkar tezgâhı kapsamında görürler. Demokrat ve sosyalist belediye yönetimleri ise, tüm belediye ‘hizmetleri’ni halkın kendini yönetimi, yaşamı için daha iyi koşulların oluşturulması, örgütlü mücadelesinin gelişmesi ve ilerlemesi anlayış ve yaklaşımıyla gerçekleştirirler.
Kapitalist üretim artı-değer sömürüsüne dayalı ve kâr için üretimdir. Aşılması, “bölüşüm adaletsizliği”nin şu ya da bu oranda giderilmesiyle değil sömürü ilişkilerinin son bulmasıyla mümkün olacaktır.
Sosyalistlerin belediye yönetimini kazanmaları elbette mümkündür. Onlar hatta kimi sosyalizan pratiklere de girişebilirler. Ancak bu ne belediyelerin sosyalistleştiğini ne de sosyalizmi belirli sınırlar dahilinde de olsa gerçekleştirebileceklerini gösterir. Böylesi bir iddia ancak sömürülen sınıf ve baskı altındaki emekçi kitlelerinin iktidar için mücadelesinin ileri bir düzeyinde, denebilirse ‘ikili iktidar’ dönemlerinde, iktidarın hangi sınıf tarafından ele geçirileceğine bağlı olarak değişmek üzere nispeten karşılık bulabilir.
***
Belediye yönetimlerinin demokratik halkçı bir politika doğrultusunda şekillenmesi ve yönetim politikalarında halkın söz ve karar sahibi olması; her kademedeki görevlileri seçme ve görevden alma hakkının, köy, semt, mahalle, kasaba ve kentlerde halk komiteleri, “konseyleri” şeklinde örgütlenmiş emekçilerde olması, işçi sınıfı ve emekçilerin burjuvazi ve sermaye karşıtı mücadelesinin güç kazanmasına hizmet eder. Belediyelerin demokratik tarzda ve halkın çıkarları temelinde işleyişi; yani halk yararına bir belediyecilik politikası, sömürünün olmayacağı sosyalist toplum mücadelesine bağlandığı-katkı sağladığı oranda kurtuluş mücadelesine güç verir. Ancak, belediye yönetimleri, isterse sosyalist kimlikli olsunlar, kapitalizm bir sistem olarak varlığını sürdürdükçe ve burjuvazinin merkezi iktidarı devam ettikçe, işçi ve emekçiler için demokratik hakları garanti edemeyecekleri gibi iktisadi sömürü koşullarını da ortadan kaldıramazlar. Bu da merkezi burjuva sınıf iktidarına son verilmesi ve kapitalist sömürü koşullarının tasfiye edilmesi hedefiyle bağlı mücadelenin kararlılıkla sürdürülmesini ve kazanılmış mevzilerin bu mücadelenin geliştirilmesi yönünde kullanılmasını gerektirir. Demokratik halkçı belediye anlayışı ve sosyalistlerin belediye yönetimlerinde halk yararını gözeterek yürütecekleri politikaların başlıca özelliği, işçi ve emekçilerin ekonomik-sosyal talepleri yönünde uygulamaların yanı sıra, onların yönetim işlerine katılımını ve daha da önemli olmak üzere bu mevzilerin sermaye egemenliği ve burjuva devlet iktidarına karşı halkın mücadelesini geliştirmede bir dayanak olarak yer almasını sağlamaktır.
[1] Aralarında Dersim, Kocaeli, Hatay’ın Defne, Samandağ ve Arsuz ilçeleri de olan çeşitli yerlerde toplantılar yapıldı. Bu toplantılara Halkevleri, TİP, TÖP, DEM, SMF, EMEP, SOL Parti, Halkevleri ve Kaldıraç dergisi temsilcileri katıldılar. (https://www.evrensel.net/haber/505364/hatay-defnede-yerel-yonetim-calistayi-halkci-belediyecilik-tartisildi)
[2] Geniş bir özet için bkz. Berkün, S. (2017) “Türkiye’de Sosyal belediyecilik Anlayışı”, Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi, 9(2), 582-589, sf. 587-594
[3] Özgenç, Ö. (2023) “Kamu kaynaklarıyla, kapı kapı seçim propagandası | AKP iktidarının anahtarı sosyal yardımlar mı?”, Medyascope, https://medyascope.tv/2023/05/26/kamu-kaynaklariyla-kapi-kapi-secim-propagandasi-akp-iktidarinin-anahtari-sosyal-yardimlar-mi/
[4] 2010-2017 döneminde Adana, Ankara, İzmir ve Mersin BŞB’lerinin yıllara göre sosyal harcamalarının belediye bütçe giderlerine oranları, ortalama olarak sırasıyla Adana %0,9, Ankara %6,6, İzmir %4,6, Mersin %3,1 olarak gerçekleşmiştir. (Karadağ, Y. ve E. A. Şahin İpek (2020) “Seçilmiş Büyükşehir Belediyelerinin Sosyal Harcamaların Düzeyini Etkileyen Faktörler bağlamında Değerlendirilmesi”, Süleyman Demirel Üniversitesi Vizyoner Dergisi, 11(26): 182-202, sf.189)
[5] İstanbul’da 3. köprü, İstanbul Havaalanı, Çanakkale Köprüsü, Kanal İstanbul projeleri bu kapsamda ilk akla gelenlerdir. “Rezerv alan belirlemesi” yetkilendirmesiyle de Erdoğan ve bürokratları yeni rant sahaları açma olanağını elde etmiş durumdadır.
[6] “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” cumhurbaşkanını bu alanda da belirleyici yetkiyle donatmıştır. Belediye yönetimleri çeşitli gerekçelerle merkezi iktidar tarafından görevden alınıp yerlerine kayyum atanabilmektedir. HDP’nin kazandığı 93 il ve ilçe belediye yönetimine Erdoğan yönetimi tarafından kayyum atanmıştır ve Erdoğan, “Teröre bulaşmış olanlar sandıktan çıkarsa, anında gereğini yapıp, kayyum tayinleriyle yolumuza devam edeceğiz” diyerek yerellerde halkın iradesinin değil ama kendi politik-askeri ve mali önceliklerinin geçerli olduğunu ve olacağını ilan etmiştir.
[7] “Yerel yönetimler” kavramınca içerilen tüm yerel yönetici organların doğrudan halk tarafından seçilmesi ve görevleri süresince denetiminin halk tarafından yapılması, demokratik bir yerel yönetim için başlıca gerekliliklerden biridir.
[8] Konu üzerine tartışmalarda ilkel köy komünlerini, Antik Yunan “şehir devletleri”ni örnek gösterenlerin yanı sıra, proletaryanın tarihteki ilk devleti olan “Paris Komünü”nü, “topluluk sosyalizmi” anlayışını doğrulamak için kanıtlayıcı örnek göstererek istismara kalkışanlar da olmuştur. Paris halkının silahlı ayaklanmayla gerçekleştirdiği devrimin ürünü ve işçi sınıfının merkezi devlet iktidarını yıkarak yerine proletaryanın iktidarını kurma hedefi olan Komün’ün gerçekleştirmeyi hedeflediği sosyalizmi, “belediye sosyalizmi”ne daraltan yaklaşımlar sorunu saptırmaktadır. Komün, toplumun her kesiminden insanların güya sınıfsal çıkarlarından arınarak içinde birleştikleri “yeni toplumsal özne”nin “yerel iktidarı”ndan temel önemdeki farklılığıyla merkezi iktidar hedefli sınıf siyasetini temsil ediyordu.
[9] İtalyan ve Fransız Komünist Partileri, faşizme karşı savaş dönemindeki tutumlarıyla kazandıkları prestijden yararlanarak belediyelerde ve parlamentoda azımsanmayacak mevziler kazandılar. Halk yararına çeşitli hizmetlere de imza attılar. Ancak politikaları süreç içinde halk kitlelerini sistemin kanalları içinde iyileştirici reformist önlemlerle avunmaya yönelten bir işlev görmeye başladı. Sermayenin ve burjuva iktidarının merkezi egemenliği koşullarında önlerindeki engellerle birlikte izledikleri uzlaşıcı politika destek yitimine ve güvensizliği yol açtı ve halk desteğini yitirmeye başladılar.
[10] Engels, F. (1996) “18 Ocak 1893 tarihli mektup”, Marx-Engels Seçme Yazışmalar-2, çev. Y. Fincancı, Sol yayınları, Ankara, sf. 278.
[11] Lenin, “Köylü Sorunu ve Sosyal-Demokrasi”, sf. 66.
[12] Lenin, V. I. (1994) Seçme Eserler: Cilt 3, çev. S. N. Kaya, Birinci Basım, İnter Yayınları, Ankara, sf. 253.
[13] Lenin, age, sf. 252-56.
[14] Boockhin, M. (2011) “Komünalist Proje”, çev. B. Sümer, https://ecotopianetwork.wordpress.com/2011/06/16/komunalist-proje-murray-bookchin/
[15] Boockhin, M. (2015) Geleceğin Devrimi, çev. İ. Yıldız, ve S. Torlak, 1. Baskı, Dipnot Yayınları, Ankara, sf. 81.
[16] Sol Parti (2024) “Artvin Kemalpaşa’da halka çağrıda bulunarak ‘yerel iktidar’ için destek istedi”, https://www.birgun.net/haber/sol-parti-artvin-kemalpasada-iktidar-halkin-olacak-497256
[17] Türkiye’deki belediyeler İller Bankası aracıyla Dünya Bankası’yla ve yine AB kurumlarıyla borç ve kredi ilişkileri içindedirler ve bu da bu belediyelerin sermaye bağımlılığını artıran işlev görmektedir.
[18] Murray, Geleceğin Devrimi, sf. 96-97