Mustafa Yalçıner

 

Son birkaç yıldan bu yana, sanayi ve tarım üretimiyle ticaret hacmi büyüme oranında azalma, enflasyon oranıyla emtia fiyatlarındaki yükseliş, emekçilerin gerçek gelirlerinde düşüş gibi dünya ekonomisinde göstergelere yansıyan olumsuz gelişmeler belirli dalgalanmalarla devam etti ve ekonomide genel bir canlanma belirtisi ortaya çıkmadı. Doğrudan politik gelişmelerin yanı sıra mevcut sorunları artırıp derinleştirirken yeni sorun ve açmazlara da neden olan ve faiz oranlarını yükseltme türünden önlemlerle aşılmaya çalışılan kapitalist dünya ekonomisindeki olumsuz gelişmelerin politik yansımaları iki yanlı oldu.

Birinci olarak, “demokrasinin beşiği” olarak anılanlar da içinde dünyanın gelişmiş kapitalist ülkelerinde demokrasi ve özgürlükler giderek daha fazla kısıtlanmaya başladı. Bu gericileşme eğilimi tekeller ve emperyalizmin eğilimi olmakla birlikte günümüzde egemen burjuvazi yönetmekte zorlandıkça dikkat çekici şekilde yaşanıyor. Birkaç yıl önce İngiltere’de Başbakan Johnson seçim öncesinde geçici olsa bile parlamentoyu askıya almaya çalışmış, uygulama yüksek mahkemeden dönmüştü. Bir benzerine Fransa’da Macron teşebbüs etti, parlamentoda karşılaşacağı muhalefeti aşmak üzere emeklilik yasa tasarısını parlamentoyu by-pass ederek yasalaştırmaya yöneldi. Türkiye ve Macaristan gibi ülkelerde hükümetlere kanun hükmünde kararnamelerle yönetme yetkisi veren uygulama kapitalist ülkelere yaygınlaşma eğiliminde.

Gericileşme eğilimi çıkarılan yasaların niteliğine de yansıyor. Göçmen karşıtı yasalar genelleşiyor. Aynı şey, polisin “önleyici” gözaltılar ve gösterilere müdahale türünden yetkilerinin artırılmasına yönelik çıkarılan yasalarda da görülüyor. İngiltere, Fransa ve Almanya bu yönde adımlar attılar. İngiltere, ülkede yaygınlaşan grevler karşısında, zaten son derece sınırlı olan grev hakkının neredeyse tamamen yasaklanmasına yönelik yasal düzenlemeyi de gündemine aldı.

Bütün kapitalist ülkelerde sermaye ve hükümetlerin işçi sınıfı ve emekçi halka yönelik saldırıları artmakta, ekonomide yüzleşilen tıkanıklık ve sorunlar halkların sırtına yıkılarak aşılmaya çalışılmaktadır. Bir örnek, son 45 yılın rekoru olarak Mart 2023’te gıda ürünleri fiyatındaki yıllık artışın %19,2 olduğu İngiltere’dir. Bu ülkede, Ulusal İstatistik Bürosu ONS’nin Nisan başında yaptığı ankete göre, yetişkinlerin %51’i son iki haftada önceki iki haftaya göre daha az gıda maddesi satın aldı. Ve yüksek doğalgaz ve elektrik fiyatları nedeniyle yetişkinlerin %53’ü bu yıl eskisinden daha az yakıt harcadı ve soğuğa katlanmanın alternatif yollarını geliştirdi. Yine ailelerin yaklaşık %3’ü, yani en az 2,1 milyon kişi gıda yardımına başvurdu. Geçen Ağustos’ta çalışan nüfusun %16’sı, geçinemediği için ikinci bir işte çalışmaktaydı ve %36’sı da (yaklaşık 10 milyon kişi) ikinci bir işte çalışmayı planlıyordu. İkinci örnekse, ciddi bir saldırıyla emeklilik yaşıyla prim ödenecek gün sayısının artırılmaya uğraşıldığı Fransa’dır.

İşçi ve emekçilerin çalışma ve yaşam koşullarının kötüleştirilmesine yönelik sermaye ve hükümetlerin yaklaşım ve uygulamaları bağımlı ülkelerde ise çok daha serttir ve bu ülkelerde halk için yaşam giderek daha da zorlaşmaktadır.

Üstelik “enflasyonla mücadele” gerekçesiyle hemen her ülkede yönetimler, sıkı para politikası uygulamaya yönelerek, silah harcamaları dışında kalan harcamalarda kesintiye gittiler. Kesintiler, Rus doğalgazı alımında sınırlamaya giden Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkelerinde enerji alanında zirve yaptı. Devlet kurumlarında kaloriferler 19 dereceye ayarlandı, geceleri kapatılması zorunlu kılındı. Kamu kurumlarında ücretlerin dondurulması, zorunlu kalındığında küçük artışlarla yetinilmesi genelleştirilmeye çalışıldı. Avrupa’da, ücret artışları kabul edilmediği için yaygınlaşan ve uzayan grevlere rağmen hükümetler düşük ücret zamlarında ısrarlı. Hemen bütün ülkelerde savaş ve silahlanma harcamaları artırılırken, belediye hizmetleri, sağlık ve eğitimde kesintiler ise en yüksek düzeyde.

Ekonomideki bozulmanın politik alana yansımasının ikinci yanı ise, hemen bütün ülkelerde işçi ve emekçi kitlelerin, bazılarında ayaklanmaya dönüşme eğilimi de taşıyarak hareketlenmesi ve uzun yıllar sonra gelişmiş ülke işçilerinin öne çıktığı uzun süreli grev ve gösterilerin gündeme gelmesi ve yaygınlaşması oldu.

 

EMPERYALİSTLER ARASI MÜCADELE SERTLEŞİYOR

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması ve bir bölümünü işgal etmesinin ardından Batılı devletler Rusya’ya çok yönlü yaptırımlara yöneldiler. Avrupa’da uzayarak süren savaş, emperyalistler arası çelişkinin önemli ölçüde sertleşmesinin bir sonucu, bu sertleşmenin belirgin bir göstergesi olmasının yanı sıra yatışmasının beklenmemesi gerektiğine de işaret ediyor. Savaşın ardından konan yaptırımlar, Rusya ekonomisini sarsar ve bu ülkeyi –gerçekte batılı emperyalistlerin tercih etmeyeceği ölçüde– Çin’e doğru iterek iki ülke arasındaki ittifakı sağlamlaştırırken, NATO’nun Madrid Zirvesinde Çin’in hedefe konmasının resmileştirilmesiyle birlikte, iki bloklaşma arasında yumuşama beklentileri de kuşkulu hale geldi.

Son bir yılda emperyalistler arasındaki çelişkiler giderek sertleşti.

Ukrayna Savaşı’nın bir sonucu, Çin-Rusya ittifakı daha sıkı hale gelmeye yönelirken, savaşı kışkırtan ABD ve İngiltere, –Fransa biraz daha bağımsız davranmaya çalışsa bile– Avrupalı emperyalistleri ve diğer çok sayıdaki Avrupa ülkesini yanlarına çekerek, bir blok oluşturdular.

Ancak bu bloklaşma henüz tüm taraflar için çözülmezcesine sağlamca gerçekleşmiş olmaktan uzaktır. Örneğin, Macron’un Rusya’yı ziyaretiyle Fransa farklı bir tutum arayışı göstermişti ve hala Amerikan tutumuna yakın durmuyor. Sosyal demokratların, ABD enstitülerinin yetiştirmesi Koalisyon hükümetinin, ABD’nin dayattığı Kuzey Akımını durdurup gaz akışını keserek Ukrayna’yı silahlandırma tutumuyla Alman sanayinin görece ucuz enerji ihtiyacı çelişiyor ve giderilmiş değil. Rus işgaline kadar farklı ve dengeli bir tutum izleyen AB’nin, Çin karşıtlığına genişlemeyi zorunlu kılan Rusya karşıtı ittifakı sürdürmesi ve ABD-İngiltere ile oluşturduğu blokun kalıcı hale gelmesi de zor görünüyor. ABD buna rağmen Avrupalı emperyalistlerin kendisinin arkasında hizaya girdiği bugünkü durumu sonuna kadar kullanmaya çalışacaktır.

Savaş, ürküttüğü Avrupa burjuvazisinin “sığınak” arayışını tahrik edip besliyor. Bunun bir örneği İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği için başvuruları, bir diğeri ise Danimarka’nın topraklarında ABD’ye askeri üsler sunmasıdır. Almanya’nın Rus saldırısının hemen ardından yıllık 70 milyarlık harcamasının yanı sıra silahlanmaya 100 milyar Euro birden ekstra ödenek ayırması ve NATO katkı payını karşılamaya başlaması sadece ittifaka verdiği önemi değil, savaş gerekçesiyle askeri harcamalarını artırarak çıkar kavgasında yer aldığının da göstergesidir. Fransa ise daha ileri bir noktada. Mart’ta “savaş ekonomisi”nden söz eden Macron, askeri harcamaları 413 milyar Euro’ya çıkarma hedefini açıkladı.

Taraf olduğu savaşta “vekil” (Ukrayna) kullansa da, Amerikan emperyalizmi, Avrupa’da kışkırtmaktan kaçınmadığı savaş yoluyla rakiplerini geriletmeye yönelen saldırgan bir güçtür.

Savaşa başvuran Rusya olmakla birlikte, ABD’nin asıl rakibi, sanayisinin yeni ve ileri teknolojiye dayanan teknik temeliyle son yıllarda hızla gelişmiş olan Çin emperyalizmidir. GSYİH’nin büyüklüğüyle neredeyse ABD’yi yakalamakta olsa bile henüz sahip olduğu askeri-sınai kompleks ve silahlanma kapasitesi bakımından Amerikan emperyalizminin oldukça gerisinde bulunan Çin, bu açığı gidermeye, Rusya’yla ittifakını da bu amaçla da kullanmaya çalışıyor. Gecikmesi durumunda Çin’le baş edemeyeceğini gören ABD ise, öncelikle Ukrayna üzerinden Rusya’ya yüklenip bu ülkeyi çökertme ya da en azından iyice zayıflatıp hareketsizleştirmeye yönelirken aynı zamanda Çin’i dayanaksız bırakma ve bu süreçte ticari ve sınai savaşlar yoluyla Çin’in ekonomik gelişmesinin önünü kesme tutumu izliyor. Tamamen başarısız olduğu da söylenemez.

Ukrayna savaşı–blöf amacıyla olsa bile– açıkça nükleer silahların masaya konması ve kullanılabileceklerinin sözünün edilmesine kadar vararak, emperyalistler arasındaki ilişkinin bir kez daha yenilenmesinin aracı ve dönüm noktası da oldu. Bu kapsamda ek olarak şunlar söylenebilir:

  1. Görünüşte Rusya NATO ile değil Ukrayna’yla savaşıyor; ancak durum örneğin Suriye’den farklı. Rusya belirgin biçimde batılıları ve NATO’yu karşısına aldı; NATOda, teknoloji, uzaydan enformasyon ve lazer güdümleme, gelişkin silah ve eğitim desteği vererek doğrudan savaşıyor ve bu savaş “Avrupa’nın ortasında” sürüyor.
  2. Ukrayna Savaşı, batının Rusya ekonomisini çökertmeye yönelik bugüne kadarki en sert ekonomik ve mali yaptırımları uygulamasına yol açarken, başta Almanya olmak üzere enerji kaynaklarını değiştirmeye zorlanan Avrupa ülkeleri bu uygulamalardan ciddi zararlar görüyor.
  3. Ukrayna’daki savaş, Almanya başta olmak üzere Avrupa burjuvazisinin yeniden konumlanmasına yol açtı. ABD Avrupalı emperyalistleri kendi etrafında toplarken, Alman emperyalizminin Gerhard Shröder tarafından temsil edilen Rusya ile daha yakın ilişkiler sürdürme eğilimi ciddi ölçüde zayıfladı.
  4. Ukrayna Savaşıyla, özellikle ABD tarafından başlatılan, AB’nin 300 milyar Euro yatırarak katıldığı –eskiden on büyük limandan sekizinin Çin bağlantılı olduğu– uluslararası nakil yolları ve tedarik zincirinde yapılmasına girişilen değişiklikler netleşti ve Avrupa ülkelerinin burjuvazilerini de peşinden sürüklemeye çalışan ABD burjuvazisi, Çin’e ilişkin tutumunu sertleştirdi. Bu kapsamda belirli ABD yatırımları Çin’den çekilmeye başlarken, Avrupalılar henüz yatırımları da dahil Çin’le olan ekonomik ilişkilerini sürdürüyor.
  5. ABD’ye yakın duran ancak Rusya ile güçlü ekonomik ve askeri bağları olan Hindistan’ın yeni konumlanmaya uyum sağlamada yaşadığı zorlukların ardından, Rusya’ya yönelik yaptırımları desteklemeyi reddederek Şangay İşbirliği Örgütü ile ilişkilerini geliştirmekte oluşu, savaşın emperyalistler arasındaki ilişkilerin yenilenmesine yol açan etkisinin önemli bir unsuru. Bugün Hindistan iki yıl öncesinden farklı bir konumda.

Hiçbir emperyalist ülkenin ABD’nin dünyanın dört bir yanına yayılmış yüzlerce askeri üssü ve sahip olduğu denetleme ve müdahale kapasitesiyle yarışma şansı yok. ABD, hala, tek başına, kendisinden sonra silahlanmaya en çok harcama yapan ilk sıradaki 10 ülkeden daha fazla harcama yapıyor. Dünyada toplam silahlanma harcamasıysa alarm verici boyutta; 2022’de artarak, toplam 2,2 trilyon dolara ulaştı. Öte yandan on yıl öncesine göre, Çin (%63) ve Hindistan’ın (%47) harcamaları yüksek oranda arttı ve bu ülkeler eksiklerini telafi etmeye yöneldi. 2022’de silaha en çok harcama yapan ilk dört ülke; geçen yıla göre %0,7’lik artış ve 877 milyar dolarla ABD, %4,2’lik artış ve 292 milyarla Çin, %9,2’lik artış ve 86,4 milyarla Rusya ve %6’lik artış ve 81,4 milyar dolarla Hindistan oldu. ABD yüksekliğine rağmen GSYİH’sının %3,4’ü olan silahlanma harcamasını rahatça sürdürebilir ve hatta artırabilir görünürken, yaptırımlarla zorlanırken GSYİH’sinin neredeyse %5’ini silahlanmaya ayıran Rusya’nın bu düzeyde silahlanmasını sürdürmede zorlanacağıysa ortada.

ABD emperyalizmi, rakiplerini erken bir hesaplaşmaya zorlama ya da diz çöktürme stratejisini, sadece Rusya’yı tahrik edip savaşa sürükleyerek ve Avrupalı emperyalistleri kendisiyle birleşmeye zorlayarak yürütmüyor. Bir diğer yönelimi, birkaç yıldır sürdürdüğü –başlangıçta Trump’la Avrupa’yı da ikincil olarak hedefine koyan–Çin’e yönelik ticaret savaşlarını, sınai alanı da kapsayarak genişletmesidir. Çip üretiminden dışlayarak Çin sanayisini zaafa uğratma politikası, nakliye ve tedarik yollarının değiştirilmesiyle birlikte Çin ekonomisi üzerinde olumsuz bir etkide bulundu. ABD Kongre Sözcüsü Pelosi’nin Tayvan ziyareti özellikle çip üretimiyle ilgili olduğu kadar, ABD emperyalizminin –Çin’i, tek Çin olarak tanımışken– yeniden arkasında olduğunu göstererek sadece sırtını sıvazladığı Tayvan’ı değil, Asya Pasifik’teki müttefiklerini de cesaretlendirme ve kararsız pozisyondaki ülkeleri, şemsiyesi altına davet etme amaçlıdır.

Nitekim Japonya, silahsızlanma politikasını terk edip hızla silahlanmaya ve Amerikan emperyalizminin bölgedeki müttefiki ve dayanağı olarak daha ileriden görevler üstlenmeye yöneldi. Fransa ile yaptığı anlaşmaya sırt çevirerek ABD ve İngiltere ile birlikte yer aldığı AUKUS paktı/anlaşmasıyla nükleer dahil silahlanmasını geliştirmeye yönelen Avustralya benzer bir pozisyonda. İttifak içinde üstlendiği rol bakımından, silahlanmaya İtalya’dan çok yatırım yapan G. Kore de ihmal edilmeyecek bir ABD müttefiki.

ABD’nin bu ataklarına Rusya’nın tepkisi Ukrayna’ya savaş açmak olurken, Çin de karşılık vermekte gecikmedi: Pelosi’nin Tayvan ziyaretini bu ülkeye gözdağı vermeye yönelik büyük bir askeri tatbikatla yanıtladı. Ekonomisi üzerinde olumsuz etkide bulunan Pandemi karşısında “sıfır tolerans” politikasını terk ettiğinde, dünya ekonomisindeki yavaşlamanın da etkisiyle başlangıçta hatta negatif büyümelere de katlanarak, ancak beklentileri aşıp bu yılın ilk çeyreğinde sanayi üretimini %3,9, ekonomisini %4,5 büyüten Çin, eski “İpek Yolu”na atıfla “Kuşak Yol” adını taktığı projesi aracılıyla yayılmacı politika uyguluyor. Ancak “İpek Yolu” Asya’yı Avrupa’ya bağlıyorken, yeni Çin projesi tüm dünyayı Çin etrafında birbirine bağlamayı öngörüyor. Myanmar darbesi bu proje ile de bağlantılıdır; Bangladeş ve Pakistan, bir bölümü ortak büyük yatırımlar ve verilen borç ve kredilerle “Yol”un güzergahında yer alıyor. ABD karşıtlığının kolaylaştırdığı 400 milyar dolarlık Çin-İran anlaşması da öyle. Türkiye ile mali ve ekonomik ilişkilerini geliştiren Çin, Suudi Arabistan’la İran’ı barıştırarak ABD’nin enerji güvenliği politikasıyla kurmaya çalıştığı “Ortadoğu NATO”sunu boşa düşürme hamlesi yaptı.

Suudi Arabistan’la ilişkileri Çin’in yayılmasının önemli bir örneği. 2016’da bu ülkeye ilk kez giden, üç yıl sonra veliaht prensi Pekin’de ağırlayan Xi, geçtiğimiz yıl sonunda yine Riyad’daydı. Çoğu uygulanmasa bile milyarlarca dolarlık anlaşmalar imzalanan ziyaretlerin geçen yılki sonuncusunda Xi, bu kez, Suudiler aracılığıyla geliştirdiği ilişkiler üzerinden Çin-Arap Ülkeleri Zirvesi ile Çin-Körfez İşbirliği Örgütü Zirvesi’ne katıldı ve yeni anlaşmalara imza attı. Şu anda Suudi petrolünün önemli bir bölümü Çin’de rafine ediliyor ve Çin’de Suudi enerji şirketi Aramco’nun milyarlarca dolarlık yatırımı bulunuyor. Bu tekel Çin’in kuzeydoğusunda ortak enerji yatırımını tamamladı ve özel sermayeli bir petrokimya grubunun hisselerinin önemli bir bölümünü satın aldı. İki ülkenin gelişen ilişkilerin iki sonucundan biri, Ukrayna Savaşının ardından özel olarak Riyad’ı ziyaret ederek petrol üretimini artırmasını talep eden Biden’ın isteğine uymayan Suudi yönetiminin Rusya ile anlaşarak üretimi kısması oldu. Suudilerin İran’la yakınlaşması olan ikincisiyse, Ortadoğu’ya ilişkin Amerikan hesaplarını sabote etme potansiyeli taşıyor. Suudi Arabistan’ın, 2017’de Hindistan’la Pakistan’ın, geçtiğimiz yıl ise İran’ın üye olduğu Şanghay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) bu yılın Mart’ında, 2017’de katılan Türkiye gibi “diyalog ortağı” olarak katılması bir üçüncüsü olarak sayılabilir.

Suudilerle geliştirilen bu ilişkiler, Çin’in “yumuşak güç” denen mali ve iktisadi gücünü siyasal güce tahvil ederek, askeri müdahale ve savaşlara başvurmadan dünyada etkisini artırması ve giderek ABD’nin aleyhine hegemonya alanlarını genişletmesinin bugünkü başlıca yöntemini belirliyor. Çin, kalkınmakta olan ülkelere desteğin IMF gibi kurumlardan değil, Çin gibi ülkelerden gelmesinin halkların yararına olduğunu propaganda ediyor! Eylül 2021’de gerçekleşen BM Genel Kurulundaki konuşmasında bir “Küresel Kalkınma Girişimi” (KKG) kurulmasını önerdi ve Çin’in “dünyanın dostu” görüntüsü verme taktiğini doruğa taşıdı. Yoksulluğun azaltılması, gıda güvenliği, kalkınma için finansman, iklim değişikliği ve yeşil kalkınma, sanayileşme ve dijital ekonomiyi destekleme taleplerini karşılama hedefiyle bağlı gösterdiği Girişim, BM’nin 2030 “sürdürülebilir kalkınma” hedeflerini gerçekleştirmesinin aracı olacaktı. Girişim etkisiz olmadı; BM Genel Sekreteriyle 100’den fazla ülke ve uluslararası kuruluş desteğini ifade etti, Çin’in kurduğu BM KKG Dostları Grubunda bugün 68 ülke bulunuyor.

Çin yönetimi, 2013’te, “Kuşak-Yol Girişimi” projesi kapsamında çeşitli ülkelere 8 trilyon dolar kredi vereceğini açıkladı. Ardından bir dizi ülkeye milyarlarca dolar hibede bulundu ve projenin altyapısı için 200 milyar dolar harcama yaptı. 2027’ye kadar proje maliyetinin 1,3 trilyonu aşacağı tahmin ediliyor. Sömürgeci emperyalist amaçları bulunmadığını ve “iyi niyeti”ni kanıtlamaya yönelik olarak, bu yıl Mart sonunda IMF ile görüşmeleri tıkanan, yoğun ilişkilere sahip olduğu, ödemeler dengesi iyice bozulmuş olan Pakistan’ın 2 milyar dolarlık kredisinin vadesini uzatarak temerrüde düşmesini önleyen Çin bu tür hamleleriyle, ABD ve IMF’nin mali ve ekonomik baskısı altındaki halklar tarafından “dost” olarak algılanmasını sağlayarak yayılmacılığını kolaylaştırıyor.

Çin son 20 yıl içinde görece geri ve bağımlı 22 ülkeye 240 milyar dolar tutarında kredi sağladı. Bu rakam başka ülkelere verdikleriyle birlikte büyüyor. Dünya Bankası’nın da içinde olduğu bir batılı grup tarafından hazırlanan rapora göre, Çin’in açtığı dış kredilerin %80’ni, 2016-2021 yılları arasında verildi. Verdiği borç ve kredilerle siyasal hedefler gütmediğini iddia etmesine rağmen, Çin %3-5 gibi yüksek oranlarla borçlandırdığı ülkeleri, eline bakar duruma düşürüyor.

Çin; 2018’de, ihraç sermaye stokunda 1.252 milyar dolarla Asya’da birinciydi. Johns Hopkins Üniversitesi’ne göre, Afrika’ya sermaye ihracında 2012’den itibaren ABD’yi geçti, mal ihracındaysa 2008’den beri önde. Kıtadaki hükümetlerin Çin’e 200 milyar dolara yakın borcu bulunuyor. Çin’in dış yatırımları ve ihracatı içinde Latin Amerika’nın payı %20’ler dolayında.

Bütün bunlar, ABD’nin rakipsiz olmadığının ve her yerde her istediğini elde edemeyeceğinin göstergesidir. Hala “tek kutuplu bir dünya”da yaşandığına ilişkin görüşler gerçeği yansıtmıyor. Dünya yıllardır “çok kutuplu” ve bu, hala pek çok konuda kendisini dayatmasına karşın ABD’nin her istediğini elde edebilmek bir yana hemen her konuda karşısına rakiplerinin dikilmesiyle kanıtlı.

Ukrayna savaşı ise, sadece Rusya’nın dış yaptırımlar, iç muhalefet ve savaş harcamaları nedeniyle sıkışmasına yol açmadı. Savaşı kışkırtan ve besleyip sürmesinin arkasındaki ana güç olan ABD de zorlanıyor. Önemli bir etken olarak, halkları arasında barış talebinin yükseldiği Avrupalı emperyalistleri uzun süre peşinde sürüklemesi zor görünmektedir. Bir diğer etken, Ukrayna’nın kayıplarının giderek artması nedeniyle savaşı yıllar boyu sürdüremeyeceğidir. Ukrayna genelkurmayı ve hükümeti cepheye asker sevkinde büyük zorluk yaşamaya başladı. Asker kaçakları artıyor ve aileler çocuklarını askere göndermeye istekli değil.

Gelinen yerde batılı emperyalistler bakımından Ukrayna Savaşı iki yanı keskin bıçağa dönüştü. Savaş, Rusya’yı güçten düşürüyor, bu doğru! Ancak batılı ülkelerin bu ülkedeki şirketlerinin yerini Çin şirketleri almaya başladı. Hindistan ve Çin Rusya’nın enerji pazarı oldu. Çin’le dış ticareti 190 milyar dolarla rekor kıran Rusya–savaş öncesi %0,5 iken– bu ticaretin %16’sını Yuan’la yapar hale geldi. Bunlar Rusya’yı Çin’e yakınlaşmak zorunda bırakırken, sanayilerinin ihtiyacı olan ucuz enerjiden de yoksun kalan Avrupalı emperyalistleri aşırı şekilde zorlamakta, yakılıp yıkılan ve silah sıkıntısı çekmese bile asker sıkıntısı çekmeye başlayan Ukrayna’yı ise savaşı sürdüremez noktaya sürüklemektedir. Öngörülü diplomat H. Kissinger, daha geçen yıl savaşın uzamamasını ve Ukrayna’nın toprak bırakmasını da içerecek şekilde sona erdirilmesini önermişti. Biden da toprak bırakma tavizine ilişkin bir soruya, toprakların Ukraynalılara ait olduğunu ve isterlerse bir miktarını bırakabileceklerini söyleyerek cevap vermiş ve o da savaşın uzamasının kararlı bir savunucusu olma görünümü vermemeye çalışmıştı.

Ukrayna’daki savaşa dair önemli gelişmelerden bir diğeri, Çin’in ateşkes çağrısı yapması oldu. Bu çağrının akabinde Xi, Putin’i ziyarete gitti ve Zelenskyde konuyla ilgili olarak Çin’le görüşebileceğini açıkladı. ABD yönetimi ise, bu planın “Rusya’nın toprak fethinin fiilen onaylanması” anlamına geldiğini belirterek tepki gösterdi. Çin’in çağrısı Brezilya başkanı Lula tarafından da desteklendi. Lula, “ABD’nin savaşı teşvik etmeyi bırakıp barışı konuşmaya hazır olması gerektiğini” söyledi. Ukrayna’nın zorluklarının büyümesine de bağlı olarak, Rusya’ya yönelik yaptırımlar hemen sona ermeyecek olsa da bu yıl içinde savaşın sonlandırılması görüşmelerinin başlaması sürpriz olmaz. Kuşkusuz bu durumda da rakipler arası pazar mücadelesi başka biçimlerle devam edecek.

 

DÜNYA EKONOMİSİNİN GELİŞME SEYRİ

Dünya ekonomisi, özellikle Avrupa’daki durgunluğu takiben pandeminin de etkisiyle 2019 sonu ve 2020’nin başlarında girdiği krizin ardından 2021’de toparlanarak hemen bütün göstergeleriyle yükselişe geçti, ancak bu uzun süreli olmadı. 2022, dünya ve birkaçı dışta tutulursa tüm ülke ekonomilerinin gelişmesinin yavaşladığı, Avrupa ve Japonya başta olmak üzere birçok ülke ekonomisinin durgunluğa girdiği bir yıl oldu.

IMF’nin “Dünya Ekonomik Görünümü” başlıklı Nisan 2023 tarihli raporu, Ukrayna, Şili, İsveç ve Yemen, İngiltere ve Almanya dışında bütün ülkeler ve genel olarak dünyanın gayrı safi ulusal gelirinin artarak ekonomilerinin büyüdüğünü gösteriyor. Ancak IMF de 2021’de bir önceki yıla göre %6,3 olan dünya ekonomisindeki büyümenin 2022’de yavaşlayarak, %3,4’e düştüğünü kabul ediyor. Düşüş, gelişmiş ülke ekonomileri açısından daha da belirgin ve 2022’de büyüme oranı %2,7’ye geriledi. 2023 Nisan’ında ise büyüme oranı dünyada 2,8’e, gelişmiş ülkelerde 1,3’e kadar düşüyor.

Dünya Bankasının rakamları da çok farklı değil. Banka, ABD ekonomisinin büyüme hızının –büyük bir azalışla– 2021’deki %5,9 ’dan 2022’de %1,9’a düştüğünü ve 2023’te tahminen %0,5’e düşeceğini belirtiyor. Euro bölgesi ise, 5,3’ten 3,3’e düşüyor ve bölgede 2023’de büyüme beklenmiyor!

 

Sanayi ve ticaret

Hollanda Politik Ekonomi Analizleri Bürosu’nun verilerine göre, 2021’de %7,8 olan dünya sanayi üretimi büyüme oranı, üretim hala artmakla birlikte artış hızı düşerek 2022’de %3,1’e geriliyor. Artış oranındaki aynı gerilemeyi, 2021’deki %10,4’ten, 2022’de genişlemesini sürdürmekle birlikte %3,2’lik artışıyla dünya ticaret hacminin büyüme oranında da görüyoruz. Buna rağmen, negatif büyüme oranlarıyla daralan Rusya ve Doğu Avrupa ülkeleriyle İngiltere bir yana, sanayi üretimi, belirli oransal düşüşler gösterse bile, ABD (%3,4), Çin (%3,7), Euro Bölgesi (%1,4), Japonya (%0,2), Latin Amerika (%2,6) gibi dünyanın belli başlı ülke ve bölgelerinde hala artıyor.

Aynı büronun verileri, 2021’e göre 2022’de gerek dünya sanayi üretimi gerekse ticaret hacminde tanık olunan büyüme oranlarındaki gerilemenin, 2022’nin son iki çeyreği karşılaştırıldığında negatif büyümeyle daralmaya dönüştüğünü gösteriyor.2022’nin 3. çeyreğinde %1,4 olan dünya sanayi üretiminin büyüme oranı 4. çeyrekte %-0,8 olurken, ticaret hacmindeki büyüme oranı ise %1,2’den -1,9’a düşüyor.

Yıllık büyüme oranlarının hala pozitif olmayı sürdürdüğü 2022’nin son çeyreğinde dünyanın hem sanayi üretimi hem de ticaret hacminde –bir önceki çeyreğe göre– görülen negatif büyüme ya da daralma, görünen o ki devam etmiyor. 2023’ün ilk iki ayında dünya sanayi üretiminde hafif bir toparlanma ve belirli bir artış yaşanıyor: Ocak’ta %0,7 ve Şubat’ta %1,2. Bu artış doğal ki belli başlı büyük ekonomiler açısından da geçerli: Euro Bölgesi’nde (%0,6 ve %1,5), ABD’de (%0,9 ve %0,2), Çin’de (%2,5 ve %2), Japonya’da (%-4,9 ve %4,4). Ancak dalgalanmalar gösteren aylık ve üç aylık verilerle sanayinin önümüzdeki dönemdeki gelişme seyrine ilişkin kesin öngörülerde bulunulamayacağı ve belirli kestirimler için önümüzdeki aylara ilişkin göstergelere ihtiyaç olduğu da açıktır. Şimdiden söylenebilecek olan, sanayi üretiminin düşük oranlı büyümeler göstermesinin ve büyüme hızının artmayıp azalmaya devam edeceği olabilir ki, IMF tahminleri de bu yönde.

Öte yandan, 2023 başında gerek dünyada gerekse belli başlı büyük ekonomilerde sanayi üretiminde görülen hafif toparlanma eğilimine dünya ticaret hacmi açısından tanık olunmuyor. 2022’in son çeyreğinde eksi büyüme gösteren dünya ticaret hacmi bu eğilimini, Şubat’ta hafif bir yükselişe rağmen, bu yılın ilk iki ayında da eksi büyüme göstererek sürdürüyor: Ocak’ta %-2,7 ve Şubat’ta %-2,2. Bu, aynı zamanda, 2022’in son çeyreğinden başlayarak dünya sanayi üretimiyle ticaret hacminin gelişme seyri arasındaki makasın açılmakta olduğunu işaret ediyor. Tedarik zincirinde kesinti ve kırılmalara neden olarak dünya doğalgaz ve hububat ticaretini olumsuz etkileyen Ukrayna Savaşı, uluslararası nakliye yollarındaki değişiklikler ve emtia fiyatlarındaki yükselişler, makasın açılmasının etkenleri arasında sayılabilir.

 

Yüksek enflasyon oranları

Dünya son birkaç yıldır yüksek enflasyon oranlarıyla yüzleşiyor.2022 yazından itibaren oranlar giderek yükseldi ve birçok ülkede iki haneli rakamlara ulaştı. Kapitalistlerce genellikle Ukrayna Savaşına yorulan enflasyon ya da alım gücü düşen paranın değer kaybındaki artış, gerçekte, en gelişmişleri de dahil kapitalist ülkelerin artan devlet borçlanmalarının pandemide tekelleri desteklemek üzere karşılıksız para basmaya yönelmelerindeki hızlı artışla mayalandı. Hala hemen tüm kapitalist ülke piyasalarında yeni basılmış banknotlar dolaşımda. Pandeminin ardından 2021’de kapitalist ülke ekonomilerinde yaşanan canlanmanın artışını baskıladığı enflasyon oranları, ekonomide tıkanmaların görünmeye başlamasıyla birlikte, karşı etkisiyle bu tıkanmaları çoğaltıp büyüterek, bütün ülkeleri kıskacına aldı. Arjantin ve Türkiye gibi yüksek enflasyon oranlarıyla yaşayagelmiş ülkeler bir yana, ABD ve Euro bölgesinin görece istikrarlı ülkelerinde de yüksek yıllık oranlar görüldü.

2023 Mart’ında, enflasyon oranında geçen yıl sonuna göre belirli düşüşler yaşanmakla birlikte hala görece yüksek oranlar sona ermiş ve etkileri ortadan kalkmış değil. Şimdilik enflasyonun artış hızı yavaşlamış durumda.

Yüksek enflasyon oranlarının oluşturduğu yükün bir bölümü gelişmiş kapitalist emperyalist ülkeler tarafından kendi işçilerinin sırtına yıkılırken, önemli bir bölümü de dünya halklarının sırtına yıkılmak üzere, yabancı yatırımlar, “know-how”, dış borç, kredi ve dış ticaret açıkları yoluyla bağımlı ülkelere aktarılıyor. Bu yük aktarımı, –ardından bütün gelişmiş ülkelerin de para birimlerini dalgalanmaya bıraktığı–ABD’nin Bretton Woods Antlaşmasından çekilmesiyle uluslararası para birimi olarak dayatılmış doların altın karşılığının kaldırılarak fiyatının dalgalanmaya terk edildiği 1971’den beri artarak sürüyor.

 

Faiz artışları ve sıkı para politikası

Artık ezbere uygulanan önlem kategorisindendir; enflasyon karşısında Merkez Bankaları faizleri yükseltir ve hükümetler para politikalarını sıkılaştırır, devlet harcamalarını kısar ve kesintilere gider. IMF’nin enflasyonla yüzleşen tüm ülkelere önerisi/dayatması da budur.

2021 sonunda merkez bankaları faiz oranlarını artırmaya başladı. Sık sık tekrarlayarak bunu en son 2023 Nisanında artırdılar. En yüksek faiz 2022 Eylül’ünde %75 ile Arjantin’deydi, bu ülkede yıllık enflasyonun bu yıl Mart’ta %100’ü aşmasının ardından faiz %81’e yükseltildi ve 2 bin pesoluk yeni banknot basılması gündemde. Mart’ta sırasıyla en yüksek faiz oranları Brezilya (%13,75) ve Meksika’da (%11,25).

Faiz artırımlarına para politikalarının sıkılaştırılması ve kamusal hizmetlerde kesintiler eşlik ediyor.

Merkez Bankalarının faiz artırımlarını bütün bankalar izledi ve kredi faizleri arttı. Doğrudan bir sonuç, mortgage kredi faizlerinin artması oldu. Bu, konut fiyatlarını arttırdı, fiyatlar önce yüksek oranda arttı, giderek yavaşladı; 2022 sonunda zirve yaptıktan sonra düşüşe geçti. Yüksek mortgage faizleri konut satışlarının düşmesine neden olurken, kiralarda yüksek artışlar görüldü. Faiz artışları piyasaları durgunlaştırıcı etkide bulundu.

Faiz artışları bankaları kredi satışlarını azaltarak olumsuz etkiler ve kârlarını düşürücü etkide bulunurken, bir diğer önemli olumsuz etkisi, başta Amerikan hazine tahvilleri olmak üzere, kasalarına doldurmuş oldukları devlet tahvillerinin faizler yükseldikçe değer kaybetmesi oldu.

 

Faiz Artışları Bankaları Vurdu

2023 yılı Mart başında, ABD bankaları arasında 16. sırada olan Silicon Valley Bank (SVB), uluslararası bankacılık sistemi üzerinde sarsıcı etkilerde bulunarak iflasa sürüklendi. Aralık 2022 itibariyle toplam varlıkları 209 milyar, toplam mevduatı ise 175,4 milyar dolar olan SVP’nin batışına yol açan, MB’larının faizleri arttırmış olmalarıydı. Faiz artışları, önceden düşük faizle çok miktarda ABD devlet tahvili satın almış olan bankanın elindeki tahvillerin değerini düşürdü. Müşterilerinin birkaç saat içinde milyarlarca dolar çektiği banka, nakit ihtiyacını karşılamak için mecbur kaldığı tahvillerin satışında yüksek faiz oranları nedeniyle oluşan –varlıklarına oranla küçük sayılabilecek– 2 milyar 250 milyon dolarlık açığını kapatamadı ve battı.

İki gün sonra, daha çok kripto para üzerinde yoğunlaşan Signature Bank benzer biçimde iflasa sürüklendi ve Federal Mevduat Sigorta Kurumu (FDIC) tarafından kapatıldı. Hemen ardından bir hafta içinde hisseleri %70 değer kaybeden ve müşterilerinin hızla para çekmeye yönelmesiyle iflasından endişe edilen Kaliforniya merkezli First Republic’in kurtarılması için 11 ABD bankası bir araya gelerek, 30 milyarlık nakit desteği sağladı. Gerçekte, endişe, üçüncü bankanın da çökmesiyle bankacılık sisteminin ciddi biçimde sarsılacak olmasıydı. Hükümetin de yardımıyla Amerikan bankaları, sistemi kurtarmaya koştular. Yetmeyince, banka, “kurtarıcılar”dan JPMorgan Chase, tarafından satın alındı.

Bankacılık sistemindeki sarsıntı üzerine, finans piyasalarına güven aşılama amacıyla, Amerikan Merkez Bankası FED’le İngiltere, Japonya, Kanada, Avrupa ve İsviçre Merkez Bankaları koordineli halde, Amerikan doları akışını artırma kararı aldı. Ancak alınan bütün önlemlere rağmen, başta sanayi üretimi olmak üzere tarımsal üretim ve ticaret hacminde de büyüme oranlarının düşmesi, özellikle 2022 son çeyreğinde hem dünyada hem de belli başlı kapitalist ülkelerde bu oranların negatif olması ve bu yılın ilk aylarında da kayda değer bir büyüme gösterememesinin finans sektörüne de yansıdığı ve bu sektörün sorunlarıyla da birleşerek dünya kapitalizmini küçümsenmeyecek ölçüde olumsuz etkilediği ortada.

2022 ve ilk üç ayıyla 2023 gösteriyor ki, giderek tökezlemeleri artmakta olan uluslararası kapitalizm yalnızca en büyük metropolleri de kapsayarak enflasyonun kontrolden çıkması, fiyat artışları ve gerçek ücretlerin düşmesi nedeniyle emekçileri yoksullaştırmak ve yaşamlarını çekilmez hale getirmekle kalmıyor. Artı-değer sömürüsüne dayanan, rekabet ve kâr hırsının sürüklediği kapitalizm, aynı zamanda, ABD ve İsviçre’de belirli mali sermaye grupları ve bankaların çöküntüye uğrayıp iflaslarıyla yoluna devam edebilmektedir.

Enflasyonu kontrol altına alma, ülkeye daha fazla sermaye çekme vb. nedenlerle faizlerin yükseltilmesi, kredileri pahalandırmakta, yatırımlarla üretimin ve genel olarak ekonominin büyümesini olumsuz yönde etkiliyor; yeni sorunlarla açmazlara neden oluyor ve mevcutları ağırlaştırıyor. Bu olumsuz gelişmelere bağlı olarak, kapitalist çevrelerde faizlerin yükseltilmesinin daha ne kadar süreceği tartışması başladı ve hatta giderek ekonominin canlanması için faizlerin indirilmesi gerektiği yönünde görüşler gündeme getirildi. Burjuvazi para politikaları ve bunun bir unsuru olarak faiz oranlarıyla oynayarak sistemin açmazlarını aşmaya çalışıyor, ancak bu ne sorunsuz ne de kolay oluyor.

 

BÜYÜMENİN NİTELİĞİ

Bir örnek: Türkiye ekonomisi, resmi istatistik kurumu olan TÜİK’in verilerine göre, 2021’de yıllık olarak %11,4, 2022’nin ilk çeyreğinde %7,5, ikinci çeyreği %7,6, son çeyreğinde %3,5 olmak üzere, yıllık toplam olarak 5,6 büyüdü. IMF de aynı rakamları veriyor. Bu büyümeye sanayinin katkısı %3,3, finans ve sigortacılığın yarattığı toplam katma değerle spekülatif finansal işlemlerin payı ise %21.8.

2022’de yüksek oranlı büyümenin görüldüğü Türkiye’de işçi ve emekçilerin düşük gelirli kesimleri açlıkla yüzleşirken, ezici çoğunluğu yoksulluk sınırı altında gelir elde edebildi. Türkiye’de halkın en az %85’i yoksulluk sınırı altında yaşıyor. Büyümenin, emeğiyle geçinenleri yoksullaştırdığı da bir gerçek: 2020 sonunda ücretlere yapılan ödemenin GSYH içindeki payı %31,9 iken, 2022’in 2. çeyreğinde %25,4’e geriledi. Enflasyondan arındırıldığında ise, gerçek ücretler, 2022’nin ikinci çeyreğinde, enflasyonun tırmanışa geçtiği 2021 Eylül’üne göre %13,5 oranında düştü.

Aynı dönemde sermayenin payı büyüdü, tekellerin kârları tavan yaptı. Bankaların kârları 2022’de %366 artış gösterdi. Ülkenin en büyük iki holdinginden Koç bir önceki yıla göre yıllık net kârını 4, Sabancı ise 3 kat artırdı.

Türkiye, gelir dağılımının giderek daha çok bozulduğu tek ülke değil. Gelir dağılımı eşitsizliği, bu boyutlarda olmasa bile, tüm kapitalist ülkeler açısından geçerli.2023’ün ilk aylarında –mutlak rakamlarla artmaya devam eden– enflasyonun artış hızındaki yavaşlamaya, enerji ve çeşitli diğer hammadde ve ürün fiyatlarındaki düşüşlere rağmen, dünyada ve tek tek ülkelerde işçi ve emekçilerin yaşam koşullarında iyileşme olmadı.

İngiltere’de gerçek ücretler, 2022 sonunda, son 20 yılın en düşük noktasına geriledi ve ONS rakamlarıyla sadece bu yılın son çeyreğinde %2,6 azaldı. Enflasyon 2023’ün ilk çeyreğinde de %10’nun altına inmedi ve gerçek ücretlerin düşüşü sürdü. Sendika Konfederasyonu TUC, gerçek ücretlerdeki gerilemenin 1977’den bu yana görülen en sert, 1945 sonraki en kötü ikinci düşüş, son iki yüzyılın ise en uzun süren ücret sıkışıklığı olduğunu açıkladı.

Almanya Federal İstatistik Ofisi’ne göre, Almanya’da gerçek ücretler 2022 yılının Aralık ayında bir önceki yılın aynı ayına göre %3,7 azaldı.

Statista’nın OECD’ye dayandırdığı rakamlarla, başlıca gelişmiş ülkelerde 2022’nin 3. çeyreğinde,2021’in aynı çeyreğine göre reel ücretler Fransa’da %0,8, Japonya %1,5, ABD %2,2, İngiltere %2,7, Almanya %4,3, İspanya %5,4 oranında geriledi. Gerçek ücretlerin düştüğü bu ülkelerde tekellerin net kârlarında büyük oranda yükselişler görüldü. Elektrik ve doğalgaz faturaları kabarır ve emekçiler ısınma zorluğuyla yüzleşirken, enerji şirketleri milyarlarca dolarlık fahiş kârlar elde ettiler. Statista’ya göre, 2022’de kârları tavan yapan tekeller arasında başı enerji ve yüksek teknoloji tekelleriyle bankalar çekiyor. 2023’ün ilk çeyreğinde ise tekeller, yıllık olarak net kârlarını, tüketim maddeleri üreten sektörlerde %47,8, genel olarak sanayi sektöründe 18,5, enerji sektöründe %12, finans ve bankacılıkta %5,3 artırdı.

 

EMEKÇİLERİN MÜCADELESİNDE YÜKSELİŞ

Alman Allianz sigortacılık tekeli, Şubat 2023’te 2022’nin 2. ve 3. çeyreğinde “iş yaşamında”, 198 ülkenin 101’inde “sivil karışıklık riski”nin arttığını, sadece son üç ayda yüzden fazla hükümet karşıtı önemli protesto gerçekleştiğini ve hükümetlere karşı protestoların yarısından çoğunun yaşamı zorlaştıran ekonomik sorunlar nedenli olduğunu açıkladı. Allianz’a göre, 2023’te protesto, grev ve ayaklanma türünden “karışıklıklar”ın artacak olmasının 5 ana etkeni var: 1) artan geçim maliyeti, 2) hükümet ve düzen kurumlarına artan güvensizlik, 3) politik kutuplaşmanın artışı, 4) aktivizmin yükselişi, 5) iklim ve çevresel endişeler.

Tam karşı pencereden bir bakış, ancak yanlış değil.

2022 dünyada işçi sınıfı ve ezilen emekçi halkların hakları için mücadeleyi yükselttiği bir yıl oldu ve bu hareketlilik 2023’te sürüyor.

2022’nin hemen başında kurucu başkan Nazarbayev’in kızlarıyla damatlarının da dolar milyarderi olduğu, yolsuzluğun kol gezdiği Kazakistan’da, zamlanan yakıt fiyatları ikiye katlanınca petrol işçilerinin grevleriyle başlayan protestolar, diğer sektörleri kapsadı ve kısa süre içinde, önceden hiç protestoların olmadığı ülkenin kuzey ve doğu eyaletlerine de yayıldı. Polisle çatışan göstericiler Almatı’da kent yönetim binasını ele geçirdi. Devlet yakıt ve temel gıda ürünlerine düzenleme getirirken, aynı gün halka ateş açmayı reddeden askerlerin yerine özel kuvvetler devreye sokuldu ve açılan ateşle çok sayıda kişi öldürüldü. OHAL ilan eden yeni Başkan Tokayev’in yardım istediği Rusya, Belarus ve Ermenistan “barış gücü” adı altında ülkeye asker gönderdi. Başkan ve Nazarbayev dönemi tüm yetkililerinin istifasını, parti ve sendika kurma hakkının tanınması ve baskıların sona erdirilerek siyasi mahkumların serbest bırakılmasını isteyen halkın ayaklanması zor aracıyla bastırıldı.

Mart sonunda ise Sri Lanka karıştı. Uzayan elektrik kesintileri, akaryakıt ve temel gıda maddeleri ithalatının kısıtlanmasıyla fiyatların aşırı yükselmesi ve petrol istasyonlarıyla marketler önünde kuyrukların artması üzerine, Sri Lanka’da, “diktatör Gota” sloganlarıyla başkanlık sarayı etrafında toplanan halk, hükümeti istifa ettirdi.

Akaryakıt ve gıda maddeleri fiyatları yükselince Haziran’da Ekvador’da başlayan gösteriler ve yerlilerin başkente inmesi karşısında OHAL ilan edildi. Eğitime ayrılan bütçenin artırılması, akaryakıt fiyatlarının düşürülmesi ve gıda ürünleri fiyatlarının kontrol altına alınması talepleriyle 18 gün süren ve biri asker 7 kişinin öldüğü gösteriler, benzin fiyatlarında %5’lik indirim ve diğer hizmetlerin iyileştirilmesi sözü verilmesiyle sona erdi.

2022’de gösterilerin olduğu bir diğer ülke Macaristan’dı. Nisan başında seçimleri kazanan ve yeni kabineyi açıklamasının ardından ülkede OHAL ilan eden Orban, AB’nin desteğini kestiği, enflasyonun ve faiz oranlarının yükseldiği ülkede vergileri de artırınca protestolar başladı. Başkentin ana meydanı göstericilerle doldu ancak gösteriler kısa sürede sona erdi.

Ülkenin yarısının şeriatçı çetelerin kontrolünde olduğu Burkina Faso’da kendileri de Fransız emperyalizminin işbirlikçisi olan askeri şefler, 2022 Ocak’ında gerçekleştirdikleri darbeyle, ülkeyi ekonomik yıkımın eşiğine getiren ve yolsuzluğa batmış başkanı devirerek yönetime el koydu. İktidardaki askeri klik eski başkanın yolsuzluklarını devralarak sürdürür, ekonomik koşullar daha da kötüleşir ve şeriatçı çetelerin saldırılarıyla halkın güvenliği sorunu derinleşirken halk 29 ve 30 Eylül’de kitlesel gösteriler gerçekleştirdi. Gösterilerin ikinci günü ordu içinde bir başka askeri klik, yeni bir darbeyle rejimi kurtarmaya yöneldi.

Peş peşe gelen darbelerle askeri şefler arası hesaplaşmanın yaşandığı bir diğer ülke Sudan’dır. İlk darbe Nisan 2019’da gerçekleşti. 4 ay devam ederek ayaklanmaya dönüşen gösteriler, halkın örgütlü güçlerinin uzlaşmacı sağ kanadını yanına çeken askeri şefler “karma” asker-sivil Geçici Egemenlik Konseyi ve hükümet kurarak belirli bir yatışma sağladılar. Ardından 2021 Ekim’de ikinci darbeyle gericilik iktidarını sağlamlaştırmaya yöneldi. 2023 Nisan’ında ise, darbelerin başındaki ordu şefi Burhan’la el Beşir’in milis örgütü olarak kurulup görünüşte ordunun bir parçası olarak yeniden örgütlenen Hızlı Destek Güçleri’nin komutanı Hamideti arasında iktidar savaşı patladı. Altın üretimi başta olmak üzere Sudan’ın gelir kaynaklarını paylaşamadıkları için başlayan silahlı hesaplaşma ülkeye yayıldı. Örgütlü halk güçleri, kitleleri çatışan gerici güçlere taraf olmamaya çağırdı.

2022’de ciddi bir gıda ürünleri sıkıntısı yaşayan Peru, bir başka darbenin gerçekleştiği ülke oldu. 2020’de beş gün içinde 3 devlet başkanına tanık olunan politik krizin ardından 2021’de düzenlenen seçimlerle halkın tepki oylarını alarak başkan seçilen Castillo, yürütmeyle yasama arasındaki gerginliği 7 Aralık’ta parlamentoyu feshederek çözmeye çalışmış ve olağanüstü hal ilan ettiğini açıklamıştı. Parlamento ise Castillo’yu darbecilikle suçlayarak gerçek bir darbe yaptı ve görevden alarak tutuklattı, yerine yardımcısı Boluarte’yi getirdi. Castillo “isyana teşvik” suçuyla yargılanacak. ABD destekli oligarşinin gerçekleştirdiği darbeye karşı halkı sokağa çağıran halk güçlerinin bu çağrısıyla sokakları dolduran halkın polisle çatıştığı gösterilerin bastırılması amacıyla OHAL ilan edildi.

Brezilya’da 2022 sonbaharında yapılan seçimlerin ikinci turunda, işçi sınıfı ve emekçi halkın sermaye ve faşizme karşı yükselen hareketine dayanarak yenilgiye uğratılan Bolsanaro ABD’ye kaçtı.

İran’da 2022 Eylül’ünde başlayan halk hareketini kadınlara dayatılan başlarını örtme sorunu ve saçı göründüğü için tutuklanan Mahsa Amini’nin gözaltında öldürülmesi tetikledi. Gösteriler, bütün eyaletlerle kentlere yayılarak ayaklanmaya dönüştü. Tepki düzene meydan okuyan “diktatöre ölüm!” sloganının giderek öne çıktığı güçlü sokak eylemleriyle sınırlı kalmadı; üniversite ve liselerde öğrenci ve öğretmenler boykotlar düzenlerken, petrokimya, rafineri, gıda, gaz, demir-çelik ve lastik işçileri başta olmak üzere fabrikalarında işçi konseyleri kuran işçilerin haftalar süren grevlerini kapsadı. Esnaf kepenk kapatırken kamyon şoförleri kontak kapatıp taşımayı durdurarak harekete katıldılar. Konseyler üniversitelerde de ortaya çıktı. Halk hareketi, kadınların başını örtmesi dayatması ve Mahsa’nın ölümü nedeniyle başladı; ancak dayanakları çok genişti.Batının yaptırımlarının ağırlaştırdığı kapitalist ekonominin tıkanıklıklarıyla rejimin sosyal uçurumu derinleştiren gerici ekonomi politikaları ve zorbalığı, yüksek oranlı işsizlik, sürekli artan gıda fiyatları, özelleştirmeler başta olmak üzere neoliberal reformlar ve yolsuzluklar tepkilerin nedenleri arasındaydı. İşçi ve halk hareketi karşısında uzun süre aciz kalan gerici İran rejimi, Amerikan karşıtlığını kullanarak hareketi bölme ve yatıştırma politikası izledi ve“olayların”, “ABD ve Siyonizmin finanse ettiği hainler tarafından kışkırtıldığını”, Şah taraftarlarınca yönlendirildiğini ileri sürdü. Umduğunu bulamayınca da tutuklamalarla, göstericilere yönelik silah kullanma ve idamlarla bastırmaya yöneldi.

 

Temel Bir Değişken: Metropollerde Yükselen İşçi Hareketi

Ekonomik durum kötüleşir; enflasyon artar, hayat pahalılaşır, faizlerin artırılması durgunlaştırıcı ve zaten yükselen barınma, ısınma, ulaşım giderleriyle gıda başta olmak üzere temel tüketim maddeleri fiyatlarını daha da yükseltici etkide bulunurken, gerçek ücretlerin düşmesi, uzun yıllar greve ve sokağa çıkmamış olanları da kapsayarak metropollerde işçi sınıfını hareketlendirdi. En azından yaşam standardını koruyabilme kaygısı işçilerin ayağa kalkmasının temel motivasyonunu sağlarken, Fransa’da buna, emperyalist burjuvazinin hükümet eliyle “reform” adı taktığı emeklilik yaşını ve pirim ödeme gün sayısını artırmaya yönelik saldırısına tepki eşlik etti.

2022 eylemleri, özellikle enerji fiyatlarının artışının ardından kıta Avrupa’sında, Mart’ta Portekiz’de işçi ve emeklilere ücret artışı, temel tüketim ürünleri fiyatlarının sınırlanması ve tekellere ek vergi konması talepleriyle düzenlenen büyük gösteriyle başladı. Ardından İtalya’da toplu taşıma ve perakende sektörü işçileri ücret ve dinlenme hakkı talep ederek, İspanya’da havayolu işçileri ücret ve asgari ücret artışı ve taşerona son verilmesi talepleriyle greve çıktılar.

Yaz dönemi İngiltere dahil bütün Avrupa’da havaalanlarındaki grevlerle geçti. Tatil sezonunda etkili olan grevler, grevcilerin belirli kazançlar elde etmesini sağladı.

İngiltere’de 30 yıllık bir aranın ardından, 2022 yazı başında demiryolu greviyle başlayan grevler, çok sayıda işkolunu kapsayarak, Liverpool dok, Dover liman işçileri ve stajyer doktorlarınki gibi uzun süreli olanların yanında esas olarak ayda birkaç kez tekrarlanan bir ya da ikişer günlük “uyarı grevleri” niteliğiyle yıl boyunca devam etti. 2023’te bu kez yine kısa süreli grevlerin birkaçı zamandaş kılınarak sürüyor. Enflasyon artışına rağmen son üç yıllık “sıfır zamla” tahammül sınırlarını zorlayan ücretlerin yükseltilmesi, iş yoğunluğunun azaltılması ve kontrat yenilemesine son verilmesi taleplerinin ileri sürüldüğü grevler kolaylıkla sona erdirilemeyecek görünüyor. Hükümet “enflasyonu azdıracağı” gerekçesiyle kamu işçilerinin taleplerini reddediyor ve özel sektöre de yüksek ücret artışlarını kabul etmemesi yönünde baskı yapıyor. Bu, aslında genel olarak Avrupa hükümetlerinin tutumu. Demiryolu ve sağlık işçileri sendikalarının uzun süren grevleri ardından imzaladıkları anlaşmalardan, birincisi patronun bundan sonra greve çıkılmamasını şart koşması, sağlık işçilerinin ise oylamada sendikanın kabul ettiği üç yıllık %10’nin biraz üzerindeki ücret artışını onaylamaması nedeniyle bozuldu ve grevler sürüyor.

Aralık 2022’de grevde kaybedilen işgünü sayısı 843 bine ulaştı. Bu, 997 bin işgünü kaybının olduğu Kasım 2011’den sonraki en yüksek rakam. Haziran-Aralık 2022 döneminde grevde işgünü kaybı toplamıysa 2 milyon 472 bin günle 1989’dan bu yana en yüksek seviyeye ulaştı. İşgünü kayıplarının yüzde 79’u ulaşım, depolama, bilgi ve iletişim sektörlerinde gerçekleşti.

Almanya’da 2022’de enerji fiyatlarının artışını hedef alan gösteri yürüyüşlerinin ardından 2023 Mart’ında hizmet işkolunda örgütlü sendika olan Ver.di’nin çağrısıyla 6 eyalette yapılan grev 2.5 milyon emekçiyi ilgilendiriyor ve sendika önerilen %5’lik artışa karşı %10,5 ücret artışı ve aylık 500 Euro daha fazla ücret talep ediyor. Grev “uyarı” niteliğindeydi, görüşmelerde sonuç alınamazsa grev oylamasına gidilecekti. “Uyarı grevi”, havayolu ve tren ve otobüs seferlerini de ciddi ölçüde etkileyerek Nisan’da 48 saatlik grev olarak tekrarlandı. Ver.di ile ortak grevler düzenleyen Demiryolları ve Taşımacılık Sendikası EVG’nin Mayıs ortasındaki 50 saatlik greviyse ulaşımı felç etti.

Eylül’de Fransa’da, hükümetin “emeklilik reformu” hazırlıklarının gölgesinde enerji, eğitim ve demiryolu işçilerinin katıldıkları grevlerde eğitimle ulaşım aksar ve rafineri kapasitesinin %60’ı devre dışı kalırken, iki sendika Total Energiesile uzlaşmasına karşın, %10 olan enflasyon kadar artışta ısrar eden CGT ve işçi çoğunluğu anlaşmaya uymayarak grevi sürdürdü. Üstelik greve, Amerikan Exxon Mobil işçileri de katıldı. Akaryakıt istasyonlarında yakıt sıkıntısı baş göstermesi üzerine hükümet, anlaşmaya rağmen devam eden grevi yasadışı ilan ederek, iki akaryakıt deposuna el koydu. Rafinerilerdeki grevin 4. Haftasında, Ekim’de, hükümet rafinerilerde belirli işçilerin “zorunlu çalışması” kararı aldı, sendikaların çağrısıyla ise 300 bin işçinin katıldığı çok sayıda işkolunda greve gidildi ve birçok kentte gösteri düzenlendi.

2022 sonunda başlayarak 2023’te devam eden Fransa işçilerinin “emeklilik reformu”na karşı mücadelesi ise, işçi sınıfının Avrupa’ya “dönüşü” olarak niteleniyor. Eylül-Ekim grevleri sürecinde tekellerin emeklilik fonlarına göz diktiği Fransa’da canlı ve kitlesel bir işçi hareketine tanık oluyoruz. Hükümetin emeklilik yaşını 2 yıl artırmak istemesi karşısında üst üste grevler düzenleyen milyonlarca işçi kentlerin sokaklarıyla meydanlarını dolduruyor. Anketlere göre halkın üçte ikisi değişikliğe karşı. 2023 yılı Ocak ayında düzenlenen iki büyük grev tüm sendikaların ortak çağrısıyla başladı ve devlet memurlarıyla işçiler yaygın olarak greve çıktı. Okullar kapandı, otobüs ve trenler çalışmadı. Mart ortasında, ülke 1995’ten bu yana en büyük grev ve gösterilerle sarsılırken, tasarı Senato’da kabul edildi. Karşı oyların yüksek olduğu Meclis’teki oylama öncesinde, hükümet Meclis’i by-pass edip yasayı yürürlüğe koymayı kararlaştırınca Paris işçi ve emekçileri sokağa döküldü.

Mart boyunca süren çöp toplama işçilerinin grevi nedeniyle sokaklarda binlerce ton çöp birikti ve gösterilerde birçok kentte çöp kutularından barikatlar ateşe verildi. Nantes ve Rennes’de bazı yollar barikatlarla trafiğe kapatıldı. Paris ve Lyon’da polis halka göz yaşartıcı gaz ve tazyikli suyla müdahale etti. Sanayi, demiryolu, gaz ve elektrik işçilerinin greve katılması, ulaşım, kamu hizmetleri ve enerji üretiminde büyük aksamalara neden oldu. Petrol rafinerilerinden tedarik durdu, çok sayıda okul kapandı, pek çok tren ve metro hattı çalışmadı. Grevci işçiler sanayi bölgelerine giden yolları araçlarıyla trafiğe kapattılar. Paris’teki iki havaalanında bazı uçuşlar iptal edildi.

Bütün bunlara rağmen hükümet uzlaşmaya yanaşmıyor. Ancak işçiler ve uzun yıllar sonra ilk kez tabandan gelen baskıyla en liberalinin de katılımıyla birlikte yasa tasarısına karşı çıkarak grev ve gösterilerin devamından yana tutum alan sendikalar geri çekilmedi ve grev ve gösteriler yatışacak gibi görünmüyor.

ABD işçi sınıfı da birkaç yıldır hareketli ve bu eğilim giderek artıyor. ABD Çalışma Bakanlığı, 2022’de ABD’deki grevci işçi sayısını, önceki yıla göre %50 artışla 120 binden fazla olarak veriyor. Bir üniversitenin “ilr.cornell.edu” adlı emek eylemlerini izleme/araştırma sitesinin 2022 Raporu ise, ABD’de 224 bin işçinin katıldığı 117 grev ve 4.447.588 grev günü bildiriyor. Buna göre, 2022’de, önceki yıla göre grev sayısı %52 ve grevci işçi sayısı %60 arttı. En çok grev (toplamın 1/3’inden çoğu) Starbucks gibi konaklama ve yiyecek hizmetleri sektöründe gerçekleşti. Ancak işyerlerinin küçüklüğü nedeniyle grevci işçi sayısı toplamın %3’ü kadar. Grevcilerin çoğunluğu (%60’ı) eğitim sektöründe ve grevlerin önemli bir bölümü (%32’si) sendikasız işyerlerinde gerçekleşti. 2022’deki grevlerde iş durdurma süresi görece kısaydı ve %46’sı bir gün ya da daha az sürdü, 2/3’si 5 gün tamamlanmadan bitti. İşçiler ücretlerin artırılmasını, sağlık hizmetlerinin iyileştirilmesini ve birkaç kişinin işinin bir kişiye yaptırılmasına son verilmesini istiyorlardı.

2023’teki grevlerde ise, eğitim işkolunda özellikle üniversiteler öne çıkıyor; UPS Kargo işçilerinden Hollywood yazar ve çalışanlarına, Caterpillar işçilerinden Starbucks çalışanlarına, taşıma ve maden işçilerinden eğitimcilere kadar farklı sektörlerde ya grev örgütleniyor ya da işçilerin grev eğilimi güçlü. Ocak başıyla Nisan sonu arasında 138 işyerinde grev ve direniş türünden 99 işçi eylemi oldu ve bunlar Starbucks, hastaneler, medya, taşımacılık, üniversiteler ve hizmet sektörünün çeşitli kollarında gerçekleşti.

Çin’de ise, resmi İşçi Sendikaları Federasyonu’nun dışında sendikal örgütlenme yasak, örgütlenme ve greve çıkma girişimlerine izin verilmiyor. Buna rağmen bu ülkede oluşturulan işçi komiteleri aracılığıyla grevler düzenleniyor. Son örnek, bu yıl 20 Nisan’da başlayarak bir hafta süren ülkenin en büyük gıda dağıtım platformlarından olan Meituan’da çalışan dağıtımcı kuryelerin kötüleşen çalışma koşulları ve düşük ücretlere karşı düzenlediği grevdi. Guangdong eyaletinin Shanwei ve birkaç kentinde daha kentinde yüzlerce kurye iş bıraktı.

2022 Kasım’ındaki daha büyük ölçekli örnek ise, Apple’ın ana taşeronu Tayvan firması Foxconn’un Zhengzhou fabrikasındaki direnişti. Fabrikada, 200 binden fazla işçi çalışıyor, günde yaklaşık 500 bin iphone üretiliyor. Direnişten bir ay önce tesisten 30.9 milyar poundluk ihracat gerçekleşti. Pandemi önlemlerine karşı gösterilerle birleşen fabrikadaki direniş, eski covidli işçilerle aynı mekanda çalışmaya ve yatmaya zorlanan ve söz verilen ek ödemelerini alamayan yeni işçilerin polisle çatışmayı da kapsayan protestolarıyla başlayıp yayıldı. Direniş sırasında fabrikadaki üretim bantlarının 1/3’ü durdu. Çin yönetimi bunun üzerine emekli askeri personeli “üretime yardımcı olmaya” çağırmaktan kaçınmadı.

***

Bütün bu olgu ve gelişmeler, tek tek ülkelerde ve uluslararası alanda işçi ve emekçilerin zor koşullarla karşı karşıya olduğunu, ancak koşulları değiştirmek için mücadele eğiliminin giderek güç kazandığını gösteriyor. Bu da her bir ülkede ileri işçi ve emekçilere, sınıf partileriyle mücadeleci sendikacılar ve emekçilerin mücadelesine bağlanmış olan ilerici aydınlara daha azimli bir çalışma sorumluluğu yüklüyor.