İskender Bayhan

Türkiye tarihinin en kritik seçimlerinden birisine gidiyoruz” türünden cümleler kurmadan günlük siyasete ve yakın geleceğe dair bir şey söylenmenin neredeyse mümkün olmadığı günleri yaşıyoruz. Gerçi tek adam yönetimi ve Cumhur İttifakı’nın sözcüleri, yerin üzerine kâr ve rant hırsıyla kurulmuş bir medeniyetin, Pazarcık-Elbistan merkezli yaşanan iki büyük depremle en az 10 kentinin çöküşünün hemen ardından genel bir siyaset yapma-konuşma yasağı ilan etti. Bu fiili yasak ilanı her zamanki gibi kendileri dışında kalan bütün herkesi kapsıyor. Ama bu çıkış, burjuva muhalefetin İyi Parti (İYİP) başta olmak üzere bir iki bileşeni ve Cumhur İttifakı’nın fanatik savunucuları dışında aradığı karşılığı bulamadı. Siyaset gündemi kısa süreliğine seçimsiz olarak deprem merkezli tartışılmalara odaklanırken, bu durum çok uzun sürmedi, süremedi. Önce seçimlerin ertelenmesi yoklamaları yapıldı, gelen tepkilerin de etkisiyle istenilen nabız alınamamış olsa gerek ki, seçimlerin, yeniden Erdoğan’ın daha önce ilan ettiği 14 Mayıs ile 18 Haziran arasında bir pazar günü yapılacağı üzerine değerlendirmeler yeniden öne çıktı.

Depremle gelen büyük yıkım, seçim merkezli tartışmaları iki haftalığına ertelemiş olsa da tartışmalar deprem yıkımıyla da birleşerek yoğunlaşmış ve kritiklik düzeyi artmış olarak geri döndü. Dahası, yaşanan deprem ve büyük yıkım işçi ve emekçilerle egemen sınıflar arasındaki ve egemen sınıfların kendi aralarındaki çelişkileri/çatışmaları daha da derinleştirdi. Bu durum, sınıf çelişkileri, saflaşmaları ve mücadelesi üzerinde şekillenen temel ittifakların politik amaçları ve seçim taktiklerini daha da belirginleştirip görünür hale getirdi.

 

‘Büyük ustalık dönemi’nin bitişine doğru…

Bundan yaklaşık beş yıl önce, 2018 Mayıs’ının sonunda Erdoğan 24 Haziran seçimlerini kazanırsa 2023’e kadarki dönemin “büyük ustalık dönemi” olacağını ilan etmişti. 17 Nisan 2017’de yapılan şaibeli referandumla anayasal hale gelen tek adam tek parti düzeninin ilk seçimleriydi bu ve Erdoğan, Cumhur İttifakı’nın adayı olarak OHAL koşullarında yapılan seçimlerde Cumhurbaşkanlığını anti demokratik ve baskıcı politikalar eşliğinde %50’yi çok az bir farkla geçerek kazandı. Böylece Erdoğan’ın liderliğinde Cumhur İttifakı’nın sömürü ve baskı politikalarının daha da yoğunlaştığı, gerici-faşist bir devlet örgütlemesine yönelik bir dizi yeni yasal düzenlemelerin ve uygulamaların gerçekleştirildiği “büyük ustalık dönemi” başlamış oldu. Yapılan düzenlemelerin ayrıntısını burada sıralamaya gerek yok. Basın özgürlüğünden sosyal medyaya, sendikalar, emek ve meslek örgütlerinin yetkileri ve işleyişinden grev hakkına, rektörlük seçimlerinden toplu gösteri ve yürüyüş haklarına dair mevcut yasalarda yeterince güdük olan bir dizi hakkın daha da budanması ve devletin valilik ve kaymakamlık gibi yerel baskı kurumlarının keyfiyetine bağlı olarak fiilen kullanılamaz hale getirilmesine ilişkin atılan adımların peş peşe geldiğini vurgulamak yaşananları hatırlamak açısından yeterli olacaktır.

Öte yandan “büyük ustalık dönemi”nin geride kalan bu beş yılına, 2018’in sonbaharında patlak veren ekonomik kriz, 2020-21 yılına yayılan ve etkileri 2022’de de devam eden pandemi illetinin yarattığı yıkım ve son olarak yaşanan deprem gibi tek adam yönetiminin bütün yükünü sömürülen ve ezilen halk yığınlarının sırtına yıkan ve onlara hayatı zehir eden politikalarının damga vurduğunu söylemek abartı olmaz.

Erdoğan, Cumhur İttifakı ve başta yandaşları olmak üzere tekelci sermaye kesimleri, kendileri için ciddi bir büyüme ve zenginleşme dönemi geçirdiklerinin bilincindedir. Aynı güçler, sömürülen ve ezilen halk kitleleri açısından egemen kıldıkları yaşam ve çalışma koşullarının ise tam tersi yönde olduğunun da farkındadır. Bu farkındalık içerisinde Erdoğan ve müttefiklerinin son bir yıl içerisinde seçimleri kaybetmemek hesabıyla attığı önemli adımlardan birisi, 2022 Nisan’ında Meclis’ten geçen ve 6 Nisan’da Resmi Gazetede yayınlanan Milletvekili Seçim Kanunu ve Siyasi Partiler Kanunu’nda yapılan değişiklikler oldu. Barajı %7’ye düşüren, sandık ve seçim kurullarında yeni düzenlemelere giden, partilerin seçime girme koşullarında değişiklik yapan yeni yasa hükümleri 6 Nisan 2023 tarihi itibariyle önümüzdeki seçimlerde uygulanabilir hale gelecek. Seçimlerin 14 Mayıs’ta olması durumunda uygulanması tartışmalı olan bu değişikliklerin belli maddeleri iptal talebiyle CHP tarafından Anayasa Mahkemesi’ne götürülmesine rağmen, yüksek mahkeme bu müracaatı henüz görüşme gündemine bile almış değil. Yine bu kapsamda yapılan bir diğer önemli hamle HDP’nin AYM tarafından kapatılması davasıdır. Hazine yardımının askıya alınmasıyla devam eden süreç, HDP’yi seçimlere sokmamak üzere yürütülmektedir. AYM’nin kararı ne olursa olsun amaç açıktır; HDP’yi destekleyen Kürt halk kitleleri içerisinde küçük de olsa seçimden/sandıktan uzak durma gibi bir eğilimin etkili olmasını sağlamak.

6 Şubat’ta yaşanan depremle birlikte bu hususlara yeni unsurlar eklenmiştir. Bunlardan başta geleni, depremzedelerin KYK yurtlarına yerleştirilmesi ve yükseköğrenim kurumlarının online eğitime geçirilmesiyle, ilk kez oy kullanacak olan önemli sayıdaki genç de dahil ciddi bir öğrenci gençlik kitlesinin sandığa gitmesini ve oy kullanmasını zorlaştırma hesabıdır. Önümüzdeki seçimlerde ilk kez oy kullanacak gençlerin sayısının 6 milyon civarında olduğu ve bunun oy kullanacak toplam yurttaş sayısı içerisindeki oranının %12’ye denk düştüğü biliniyor. Dahası, bu gençlik kitlesinin büyük çoğunluğunun tek adam yönetimi ve Cumhur İttifakı’na karşı tepkili olduğu ve Erdoğan’ın karşısındaki adaya ve muhalefet partilerine oy vereceği, AKP yandaşı anket şirketlerinin bile reddedemediği bir gerçek durumunda.

Toplam olarak Erdoğan ve Cumhur İttifakı’nın seçimleri kazanmak ve iktidarını gerici-faşist bir devlet örgütlenmesiyle perçinlemek için her türlü yöntem ve aracı kullanacağına şüphe yoktur. Ancak seçimlerin önümüzdeki iki-üç ay içerisinde yapılacağı dikkate alındığında, öyle ya da böyle bu beş yıllık “büyük ustalık dönemi” tamamlanacaktır.

Erdoğan, tekelci burjuvazinin kendisinin de bir parçası olduğu kliklerinin iktidarını sürdürme hayali kurduğu beşinci iktidar dönemi için “mega ustalık dönemi” gibi isimlendirmelerde bulunur mu önümüzdeki günlerde göreceğiz. Ancak “büyük ustalık dönemi”nde yaşadıklarımız bir bütün olarak şunu gösteriyor: Erdoğan’ın liderliğinde tek adam yönetimi ve Cumhur İttifakı seçimlere giden son düzlükte, bir yandan işçi sınıfı ve emekçi halk kitlelerinde umut ve beklenti yaratmak amacıyla ekonomik-sosyal alanda kimi zorunlu pratik adımlar atarken, bir yandan da dozu yükselen bir baskı süreci, siyasi tehdit ve saldırılar eşliğinde yoğunlaşan bir “devlet terörü” estirecek. Seçmen listelerinin hazırlanmasından, oy kullanma, sayım ve birleştirme işlemlerine kadar seçim-sandık oyunları ve yolsuzluklarına daha fazla sarılacak. Bunu, dış politika üzerinden savaş kışkırtıcılığı ve şoven propagandayla birleştirecek. Velhasıl bütün bunlar aracılığıyla halkı korkutup, caydıracak, din istismarı ve milliyetçilikle teslim alacak politikalarla seçimin sonuçlarını belirlemeye çalışacak.

Mevcut anlayış ve pratiğiyle Erdoğan ve kurmaylarının, saray ve Menderes düşkünlükleri dikkate alındığında, Türkiye burjuvazinin geleneksel iç çatışmalarının geçmişinden de esinlenerek, tarihe 1912 “Sopalı Seçimleri” ve 1946 “Açık Oy Gizli Sayım” seçimleri olarak geçen iki seçimin sentezi olacak bir anlayışla Demokrat Parti’nin 14 Mayıs başarısı gibi bir zafer kazanma hayalleri peşinde koştuğunu söylemek abartı olmaz.

Elbette atılan adımlar ve hesaplar tek adam yönetiminin başarılı olacağı ve sonuç alacağı anlamına gelmiyor.

Erdoğan, arkasındaki sermaye güçleri ve devlet-parti üst bürokrasisinin günümüzden 20 yıl öncesine gidip, AKP’yi iktidara getiren ekonomik ve politik koşulların en çok öne çıkan unsurlarının başında gelen 99 Gölcük Depremi ve 2001 ekonomik krizinin yarattığı mutlak yoksullaşma gibi etkenlerle günümüz koşullarının trajikomik benzerliğini akıllarına getirip getirmediklerini bilemiyoruz. Ancak nesnel koşulların Erdoğan ve Cumhur İttifakı açısından ortaya koyduğu “kader planı”, sömürülen ve ezilen halk kitleleri için uyguladıkları 20 yılı aşkın bir süreci kapsayan “kader planı”ndan daha parlak görünmüyor. Dolayısıyla bugün için bilinen ve görünen, Erdoğan ve müttefiklerinin 2023 yılını “Türkiye Yüzyılı”nın başlangıcı olarak ilan edip halktan istediği desteği almasının olanaklarının oldukça daraldığı gerçeğidir.

Buraya kadar olabildiğince özetlemeye çalıştığımız tek adam yönetimi ve Cumhur İttifakı’nın güncel politikaları ve kalan süreçte seçimlere olası müdahale biçimleri güçlü bir karşı koyuşu, mücadeleyi zorunlu kılıyor. Dahası sınıf bilinçli işçinin seçimlerde öncelikli hedefinin ne olması gerektiğini daha da net bir konuma getiriyor: Tek adam yönetimiyle Cumhur İttifakı’nın kaybetmesi ve gerici-faşist bir rejimin örgütlenmesine yönelik politikaların durdurulması. Depremin ardından ortaya çıkan tablo ve kanayan yaraların nasıl sarılacağına ilişkin Erdoğan-Bahçeli ikilisi tarafından açıklanan inşa ve ihya planları, vahşi kapitalizm yolunda kararlılıkla yürüneceğini gösterirken buna dur demenin aciliyetini de kat be kat artırıyor.

 

Kısaca Millet İttifakı’nın durumu

Dergimizin bu sayısında seçimler ve burjuva muhalefetin ittifak merkezi olarak Millet İttifakı’nın programı ve rolüne ilişkin ayrıca bir makale yer alıyor. Onun için bu yazıda Millet İttifakı’nın programı üzerinde ayrıntılı olarak durulmayacak ve özel olarak bazı hususlara değinilecektir.

Millet İttifakı, esas olarak resmi adı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi olan ve bizim tek adam yönetimi dediğimiz yürütme gücü örgütlenmesine karşı çıkıyor ve sistemin kuvvetler ayrılığı ve parlamenter demokrasi temelinde restorasyonunu savunuyor. Bugüne kadar iki temel metin açıkladı. İlki “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” ismini taşırken, ikincisi “Ortak Politikalar Mutabakat Metni” başlığını taşıyor. Her iki metin de esas olarak egemen sınıfların iç ilişkileri ve devlet aygıtının yönetimi açısından normatif-kurallı bir yapıya geçiş vaat ediyor. Burjuvazinin demokratik olma adına tarihsel olarak en önemli vaatlerinden birisi olan ve en ileri burjuva demokrasilerinde bile gerçek anlamda kalıcı olamayan “hukuk karşısında biçimsel eşitlik” ilkesi en önemli vaadi durumda. İktisadi programı ise yerli ve yabancı tekellerin çıkarlarını sonuna kadar korumayı temel alıyor. Başta ucuz emek gücü olmak üzere yoğun sömürü politikalarını ise ucundan kıyısından birazcık olsun törpülemeyi vaat ediyor. Özcesi ekonomik ve politik açıdan kurallı, liyakatli bir sömürü düzeninin memur burjuva hükümeti olmak.

Bu haliyle Millet İttifakı’nın programı, ayrıntıda bazı küçük farklılıklar içerse de Türkiye tekelci burjuvazisinin lider örgütü TÜSİAD’ın 2021 Ekim’inde ilan ettiği “Yeni Bir Anlayışla Geleceği İnşa” programıyla tencere kapak gibi örtüşüyor.

Kısacası, burjuva demokratik cumhuriyet açısından bile oldukça güdük bir çerçeve ortaya koyabilen Millet İttifakı’nın demokratik temelde ülke yönetimine katılımları başta olmak üzere sömürülen ve ezilen halk kitlelerinin ekonomik ve politik talepleri açısından bir parmak bal çalmaktan öteye geçecek hiçbir şeyi yok desek abartmış olmayız. Daha çok Cumhur İttifakı’nın sömürülen ve ezilen halk kitleleri içerisinde yarattığı hoşnutsuzluk, tepki, umutsuzluk ve kötünün iyisine razı olma eğiliminden beslenerek, bağımlı kapitalist sömürü düzenine çekidüzen vermeyi amaçlıyorlar.

Cumhur İttifakı’nın lideri Erdoğan’ın özellikle İYİP üzerinden baskı altına alma ve içine oynama hamleleriyle sık sık karşı karşıya kalan Millet İttifakı’nın, esas olarak İYİP’ in itirazları nedeniyle bir türlü resmiyete kavuşamayan Cumhurbaşkanlığı seçimlerine tek adayla gidilmesi ve adayın kim olacağı konusundaki pazarlıkları sürüyor. Seçim takvimi kesinleşip aday müracaatı süreci sıkıştırmadan da sonuçlanacakmış gibi görünmüyor. Ancak Millet İttifakı’nın en güçlü bileşeni ve kurucu lideri durumundaki CHP ve Kemal Kılıçdaroğlu, bir süredir ilan ettiği fiili adaylığını deprem sürecindeki çıkışlarıyla daha da güçlendirmiş vaziyette. Sadece bu yönüyle bile düşünüldüğünde başta ittifakın iki ana gücü olmak üzere bileşeni durumundaki burjuva kliklerin aralarındaki çelişkilerin-gerilimlerin saklanmak istenenden daha derin olduğunu söyleyebiliriz. Çelişkilerin ve gerilimlerin derinliği kendini seçimlerden sonra daha fazla dışa vurmak üzre şimdilik uykuda tutulmaya çalışılıyor.

Mevcut güç dengelerinin tayin ettiği koşullar içerisinde Erdoğan ve Cumhur İttifakı’ndan kurtulmak için başka çare olmadığını düşünerek Millet İttifakı’nın üzerinde anlaşacağı ortak cumhurbaşkanı adayının desteklenmesi kanaatindeki Türk, Kürt, Arap bütün milliyetlerden işçilerin, emekçilerin ve gençlerin Millet İttifakı’nın sınıfsal gerçekliğini doğru kavraması ve kimi neden desteklediklerinin bilincinde olarak hareket etmesi, belli başlı açılardan güncel önem taşıyor. Bunları en özet haliyle şöyle sıralayabiliriz:

  1. Cumhur İttifakı’nın saldırıları, seçim-sandık oyunları ve yolsuzlukları karşısında uyanık ve hazırlıklı olmak, bunları püskürtecek bir örgütlülük için kendi güçlerine güvenmek.
  2. Kurtarıcı burjuva liderler peşinde koşma siyasetinin kendilerine ve memlekete bir şey kazandırmadığını kavramak, asıl kazandırıcı olacak olanın özgüvenle hareket etmek olduğunu anlamak.
  3. Seçim sonuçları ne olursa olsun, ülkenin siyasi koşulları ve güç dengeleri açısından yeni bir durumun ortaya çıkacağını, bunun da yeni bir mücadele ve örgütlenme sürecinden başka bir anlamının olmayacağını bugünden öngörmek.

Her biri eşit önem ve değerde olan üç husus, sömürülen ve ezilen halk kitlelerinin burjuva muhalefetin merkezi durumundaki Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayını desteklemek konusunda “Erdoğan gitsin de ne olursa olsun” gibi bir kolaycılıkla yanılgıya düşmemesi ya da olabildiğince az düşmesi açısından büyük önem taşıyor.

 

Sınıf partisi ve Emek ve Özgürlük İttifakı

Mevcut koşullarda yapılacak seçimlerde işçi sınıfı başta olmak üzere sömürülen ve ezilen halk kitlelerinin çıkarlarının gereği olan bağımsız politik tutumun öncelikli ve birbiriyle bağıntılı üç ana hedefi olacaktır.

Birincisi; tek adam yönetiminin yenilmesi ve Cumhur İttifakı’nın gerici-faşist devlet örgütlenmesine yönelik politikalarının püskürtülmesi.

İkincisi; işçi sınıfının olabilecek en geniş kesimlerinin politik bilinç ve örgütlülüğünün ilerletilmesi ve bu yönde pratik adımların atılması.

Üçüncüsü; işçi sınıfının demokratik hak ve özgürlükler mücadelesinde müttefikleri olan ezilen halk kesimleriyle ortak mücadelesinin güçlendirilmesi.

Bunlar, aynı zamanda, işçi sınıfının partisinin seçimlere ilişkin pratik tutumunun da temel yönlerini oluşturuyor.

Önümüzdeki seçimlerin ve seçim çalışmalarının bu üç ana hedef açısından bazı pratik yönlerini ele alırken, farklı bir tarihsel dönemde ifade edilmiş olsa da bugün de akıldan çıkarılmaması gereken temel bir hususun altını çizmek yararlı olacaktır:

Tek bir politik özgürlük bile feodal sınıfa karşı zorlu direnişler gösterilmeden kazanılmadı. Kapitalist toplumun çeşitli sınıfları arasında bir ölüm kalım mücadelesi olmadan tek bir kapitalist ülke bile az çok özgür ve demokratik bir temel üzerinde gelişim gösteremedi.[1]

Dün olduğu gibi, bugün de burjuvazinin şu ya da bu akımından, çeşitli klik ve ittifaklarından, sömürülen ve ezilen halk kitlelerinin demokratik hak ve özgürlükleri konusunda kendiliğinden bir şekilde tutarlı ve kalıcı adımlar atmasını beklemek, en hafif deyimiyle tarihsel açıdan gerçeğin inkârı, güncel açıdan saflık, gelecek açısından ise boş hayalcilik olur.

Bu temel doğruların ışığında;

1. Tek adam yönetiminden kurtulmak isteyen kadın erkek işçiler, emekçiler ve gençler içerisinde yaygınlıkla dile getirilen eğilimlerin başında, bütün muhalefet kesimlerinin Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda Erdoğan’ın karşısına tek adayla çıkılmasının geldiğini yukarıda vurgulamıştık. Bu gerçekleştiğinde sandığa gidilip oy verilecek ve tek adamdan kurtulunacak diye düşünülüyor. Özellikle Millet İttifakı’nın emekçi halk kitlelerinin politik mücadeledeki rolünü oy vermekle sınırlayan edilgenleştirici, seçmenci burjuva propagandasının bu eğilimin güçlenmesinde büyük bir etkisi var.

İşçilerin, emekçilerin gençlerin bu eğilimi, elbette ki, burjuva muhalefetin hesaplarına rağmen dikkate alınması gereken bir eğilimdir. Ancak tek adam yönetiminin geçmiş ve güncel pratiğine bakıldığında, seçim sürecinde, seçim gününde oy kullanma ve oyların sayımı da dahil olmak üzere ciddi bir mücadele ve örgütlenme tutumu içerisine girmeden sonuç almayı beklemek oldukça risklidir. Dahası, bu sürecin yeni kurtarıcılara bırakılması ve halkın rolünün sadece sandığa gidip oy vermeye indirgenmesi, demokratik haklar ve özgürlükler açısından somut bir kazanım elde etmenin yolu olamaz.

Ekonomik ve politik haklar ve özgürlüklere ilişkin acil taleplere sahip çıkmak, bu talepler etrafında birleşmek, bu birliği seçim sonrasına da taşımak için çalışmak asıl doğru yaklaşım ve tutum olacaktır. Unutmamak gerekir ki, tek adam yönetiminin bütün hamleleri boşa çıkarılıp, bütün muhalefetin destekleyeceği tek adayla seçimler kazanıldığında bile ortaya çıkacak gerçek şu olacaktır: Kendisiyle dişe diş bir mücadele verilmeden hemen hiçbir kalıcı ekonomik-politik hakkın kazanılamayacağı, kötünün iyisi yeni bir burjuva hükümet.

Ne yazık ki bu durum bir tercih değil, verili koşullardaki sınıf güç ilişkilerinin zorunlu kıldığı bir vakıadır.

2. İşçi sınıfının partisi olarak Emek Partisi (EMEP), seçimlere Emek ve Özgürlük İttifakı (EÖİ) ile birlikte parti olarak katılmak üzere çalışmalarını başlattığını ülke kamuoyu ile paylaştı. Seçim çalışmalarını, işçi sınıfı başta olmak üzere kadın-erkek bütün emekçi kesimlerin ve gençlerin bilinç ve örgütlenmesini ilerletmek için çok daha yoğun, yaygın ve etkili bir süreç olarak ele alıp yürüteceğini duyurdu. Bu kapsamda bir yandan aday belirleme çalışmalarını sürdürürken, bir yandan da sömürülen ve ezilen halk kesimlerinin seçimlerde daha örgütlü hareket etmesini teşvik eden çağrılar yapıyor.

Seçim takviminin ilan edilmesiyle birlikte geçmiş seçim çalışmalarının deneyimlerinin de ışığında fabrika ve işyerlerinde, sanayi havzalarında ve işçi-emekçi semtlerinde, okullarda, kampüslerde yaygın bir aydınlatma çalışması sürdürerek, irili ufaklı kitle toplantıları örgütleyerek ve adaylar etrafında özel çalışmalar yürüterek bu faaliyetlerini güçlendirecektir.

3. İşçi sınıfını partisinin seçimlere ilişkin tutumunun önemli bir ayağı da müttefikleriyle birlikte oluşturduğu Emek ve Özgürlük İttifakı’nın seçimlere güçlü bir şekilde katılması ve güçlü bir halk desteği almasıdır. EÖİ, daha önce açıklamış olduğu acil ekonomik ve politik talepleri içeren mücadele platformunun güncellenip zenginleştirilerek ortak seçim platformu haline getirilmesi konusunda mutabakat içindedir. Bu platform, sömürülen ve ezilen halk kitlelerinin etrafında birleşip sahipleneceği tek seçim platformudur.

EÖİ’nin mevcut bileşenleri (EMEP, EHP, HDP, SMF, TİP, TÖP) seçim çalışmalarında eylemde birlik, ajitasyonda serbestlik anlayışıyla yaygın ve etkili bir seçim kampanyası yürütülmesi ve ittifakın başta Sosyalist Güç Birliği olmak üzere yeni güçlerle daha da büyütülmesi için girişimlerini sürdürüyor. Emekten, barıştan, demokrasiden yana olan sendikalar, meslek örgütleri, aydınlar, sanatçılar ve bilim insanlarının da desteği ve katılımlarıyla güçlü bir halk ittifakının oluşması sadece seçimler için değil sonrası için de halkın ve ülkenin geleceği açısından tayin edici bir önem taşıyor.

İşçi sınıfının devrimci partisi, böyle bir ittifakın gerektirdiği adımları sabır ve kararlılıkla atmayı sosyalistlerin güncel sorumluluğu olarak görüyor.

 

[1] Lenin, V. I. (2017) Marksist Öğreti, çev. T. Ok, Kor Kitap, İstanbul, sf. 105.