Mustafa Yalçıner
Emperyalizm, üzerine çok söz edilip yaygın tartışmalar yürütülen bir olgu. Özellikle 20. yüzyılın başlangıcında tekelci burjuvazinin de sözcüleriyle dahil olduğu tartışmalar tüm dünyaya yayılmıştı. Yine öyle, ancak tartışmalar daha çok karşıtları tarafından yürütülse de, anti-emperyalist bir görüntü vermek işlerine geldiğinde işbirlikçiler ve hatta rakiplerini suçlarken bizzat emperyalistler de katılmaktadır.
Lakin artık emperyalizm, dünya halkların gözünde öylesine lanetli bir olgu ve bir suçlama nesnesi haline geldi ki, emperyalistler ve her türlü işlerini gördürmek üzere besledikleri koca bir yüksek ücretli hizmetkarlar ordusuyla ulusal ve BM, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü türünden uluslararası kurumları, üstünü örtüp görünmez kılmak üzere, aynı içerik üzerinde dönüp durmalarına karşın lanetlenmiş sözcüğü kullanmaz oldular. Ancak içerik durmaksızın kendisini dayattığı için, seçtikleri yol, genellikle aynı içeriği tersyüz edip güzelleştirmeye çalışarak, ortaya değişik kavram ve terimler atmak oluyor. Bunlardan, karşıtlık iddia eden geniş kesimlerin de kafasını karıştırıp aklını çelen en bilineni “küreselleşme”dir. Üzerinde, emperyalist burjuvazinin ideologlarının yönlendirdiği tartışma hala sürmektedir ve zamanında Kautsky’nin “ultra emperyalizm” olanağından söz açarak barışçıllaşabilir saydığı emperyalizmin hatta artık “şirin” bir “küreselleşme” olarak komünist topluma bile götüreceği iddia edilebilmiştir. Oysa, olgu ve kavram olarak tanımladığı, fazlası var eksiği yok, aynı şeydir: emperyalizm!
Emperyalizm dendiğindeyse öncelikle akla gelecek olan, onu, tekelci kapitalizm olarak, bütün yönleriyle açıklayan ve en başta bu nedenle Marksizmi geliştirip zenginleştiren Lenin’dir.
Bu makalede, döneminde Lenin’in incelediği üretim ve sermayenin yoğunlaşmasının, işkollarının ağırlıklarının da farklılaşmasıyla, sanayi ve bankalarda bugün ulaştığı noktayı ele alacağız.
EMEĞİN VE ÜRETİMİN YOĞUNLAŞMASI VE TEKELLER
Lenin “Emperyalizm” broşürüne “sanayinin olağanüstü gelişmesi ve üretimin gitgide daha büyük işletmeler içinde son derece hızlı yoğunlaşması süreci, kapitalizmin en belirleyici özelliklerinden biridir” cümlesiyle başlıyor ve 1907’de 50’in üstünde işçi çalıştıran işletmelerin büyük sayıldığı Almanya örneği üzerinden şunları söylüyor: “Toplam 3.265.623 işletmenin 30.588 tanesi, yani yalnızca %0,9’u büyük işletmedir. 14,4 milyon olan toplam işçi sayısının 5,7 milyonunu, yani %39,4’ünü çalıştırmakta; toplamı 8,8 milyon beygirgücü olan enerjinin 6 milyonunu, yani %73,3’ünü; toplamı 1,5 milyon kilovat olan elektriğin 1,2 milyonunu, yani %77,2’sini kullanmaktadır. Buna karşılık, beşten fazla işçi çalıştırmayan ve toplam işletme sayısının %97’sini meydana getiren 2.970.000 küçük işletme, toplam buhar, elektrik ve çekim gücünün yalnızca %7’sine sahiptir. On bin kadar büyük işletme, her şeydir; milyonlarca küçük işletme ise, hiçbir şey.”[1]
Ya günümüzde durum nedir?
Entelektüel piyasada, XX. yüzyıl boyunca, ikinci yarısında hızlanarak ve özellikle 1980’lerde özelleştirmeleri, 90’lardan itibaren işletmelerin ülkeler içinde ve arasında kaydırılmalarını kapsayarak neo-liberalizme yönelişle ilerleyen kapitalizmin dünya ölçeğine yayılan gelişmesine dayandırılan birçok görüş ileri sürüldü. Makale kapsamında tümünün sözünü etme olanağına sahip olmasak da, “küreselleşme” üzerine olanlarıyla bir arada bunlar arasında öne çıkanların başlıcalarının; sınıflar ve emperyalizmle halklar arasındaki karşıtlıklar yerine “kuzey-güney” ayrımı ve çelişmesinin geçirilmesi türünden sınıfsızlaştırma tahlilleriyle özellikle sanayiden koparılarak “finansallaşma”ya ve teknolojik ilerlemenin götürdüğü bildirilen “bilgi toplumu”na yapılan vurguyla kapitalizm ve işçi sınıfının niteliklerinin değiştiğinin ileri sürülmesine varıncaya dek iddialı ama kof teori ve savlar olduğu söylenebilir.
Teknolojideki ilerlemenin değişikliklere yol açtığı, yüksek teknoloji kullanan ve bilgisayar, mikrobiyoloji ve gelişmiş silah üretimi alanında yatırım yapan tekeller öne çıkarken, “online”, digital ya da “platform bankacılığı”, üretim ve pazarlamacılığı türünden yeni biçim ve yöntemlerin kullanılmakta olduğu doğrudur. Yine, özellikle 1990’ların sonu ve yeni yüzyılın başında tekellerin, işletme (tekelci şirket) bölünmeden kalır ve tersine birleşme ve yutmalarla değişik işkollarına da yayılarak büyürken, üretimin belirli bölümleri ve belirli yatırımlarını, hatta kömür madenciliğinde görüldüğü gibi bazen neredeyse işkollarına varıncaya kadar, işgücünün ucuz, hammaddelerin bol, kapitalizmin görece daha az ama yine de üretimin yüksek verimle sürdürülmesine yetecek ölçüde gelişmiş olduğu önemli bir bölümü bağımlı olan ülkelere kaydırdıkları da doğrudur. Bunlar, ulaşımı kolaylaştırmasını da kapsayarak teknikteki gelişmeyle olanaklı hale gelmiştir ve üretimin verimliliğiyle kârın maksimize edilmesi kaygısının sonucudur.
Ancak iki olgunun altı çizilmelidir. Öncelikle, kapitalizmin tek tek ülkelerde ve dünya ölçeğindeki gelişmesiyle ölçeğinin büyümesine neden olduğu yatırım ve üretimin, belirli bir dönem hızlanmış olan, gerek tek tek ülkeler içinde gelişmiş bölgelerden görece geri olanlara, gerekse uluslararası ölçekte benzer biçimde kaydırılması yeni karşılaşılan bir gelişme değildir. Ucuz emek sömürüsünün çekiciliği nedeniyle ülkelerin kendi içinde ve sermaye ihracıyla birlikte uluslararası ölçekte tanık olunan bu eğilim, kapitalist emperyalizme içkindir, giderek ölçeğinin büyümesindeyse anlaşılmayacak şey yoktur. İngilizlerin XX. yüzyılın başlarında Hindistan’da elektrik motoru üretimi yapması, Ford’un –büyük buhranla akim kalan– daha 1920’lerde Türkiye’de otomotiv üretimi yapma girişimi örnektir. Ötesinde birçok geri ülkede özellikle II. Büyük Savaş’ın ardından montaj sanayinin gelişmiş olduğu ve emperyalistlerin sömürge ve bağımlı ülkeleri genellikle belirli yatırımlarla sanayi ve tarımın belirli işkollarında uzmanlaşmaya yönelttiği bilinir. Öte yandan biçimi bir yana emek ve kapitalist üretim parçalanıp ölçeği giderek küçülen işletmelerce yapılıyor değildir ve ne yoğunlaşması ne de toplumsallaşmasındaki artış eğilimi tersine dönmüştür. Özellikle esnek çalışma yöntemleriyle birbirlerini besleyerek, sonunda (son üründe) yine birleştirilmek üzere, değişik işyerleri ve bağlı/bağımlı şirketlerce yürütülmek üzere farklı ülkelere kaydırılmasını da kapsayarak işbölümünün gelişmesiyse, üstelik emek ve üretimin toplumsallaşmasını artırırken, kapitalizmin gelişkinlik/çürüme döneminin başat eğilimi olan uluslararasılaşmasını daha ileri boyutlara taşımıştır, taşıyor. Ve işçi sınıfı hem toplamda hem de –turizm adalarını bile kapsayarak– bütün ülkelerde nicelik ve nitelik olarak büyümesini sürdürüyor.
Almanya’nın güncel rakamları bunu kanıtlamaktadır: İlk olarak, 2018’de ülkede toplam 2.600.926 işletmenin büyük kategorisindeki 11.317’i, yani %.0425’inde 250’den fazla (toplamda 4.905 bin) işçi çalışmaktadır.[2] İkinci olarak, 2020’de $4 trilyonluk GSYİH’sı ile Almanya’da sadece ilk 10 tekel 1 trilyon 215 milyar dolarlık yıllık gelir elde etmiştir, ve bu, Almanya’daki bütün gelirlerin %30.4’ü kadardır. Almanya’nın bu en büyük 10 şirketinde çalışan işçi sayısıysa 2,5 milyondan fazladır (2 milyon 530 bin) ve 10 şirkette çalışan işçilerin (33 milyon) %7,6’sı çalışmaktadır.[3] Şimdi hala on bin işletme “her şey demek” olsa bile, artık sadece ilk 10 tekel de Almanya’nın “hemen hemen her şeyi” olma payesini alabilir durumdadır.
En büyük 10 tekelin ötesine geçilerek Avrupa ülkelerine bir göz atılırsa, büyük, orta boy ve küçük işletmelere ilişkin durum 2017’de şöyledir:
Öncelikle Avrupa’da 1907’de 50’nin üzerinde işçi çalıştıran işletmeler “büyük” olarak nitelenmekteyken, artık 250’den çok işçi çalıştıranlar büyük, 50-250 arası orta ve 0-50 işçi çalıştıranlar küçük sayılmaktadır. Ve büyüklerin toplam içindeki sayıları azalmış, Almanya’da toplam işletmelerin %0.5’i, İngiltere’de %0.3’ü, Fransa’daysa %0.1’ini oluşturmakta; ama işçilerin daha çoğunu, sırasıyla %36.8’i, %46.4’ü ve %46.6’sını çalıştırmaktadır. Büyük işletmelerin ürettikleri değer ise, Almanya’da toplam üretimin %45.4’ü, İngiltere’deyse %50.6’sıdır. Ve tersinden bütün işletmelerin Almanya’da %97.1’i, İngiltere’de %98.4’ünü (Fransa’da çok daha büyük oranını: %99.2’sini) oluşturan küçük işletmeler bu ülkelerin toplam üretimlerinin ise ancak %34’ünü üretebilmektedirler.[4]
Aynı durum ABD açısından da geçerlidir. Ekim 2020 Fortune verilerine göre, en büyük 10 Amerikan şirketinin gelirler toplamı 2,75 trilyon dolar, çalıştırdıkları işçi sayısını ise 4 milyon 876 bindir. Sadece ilk 10 tekel, Statista’nın verdiği 20,8 trilyon dolarlık ABD GSYİH’nın[5] yaklaşık yedide birini sağlamakta ve 150 milyonluk işçi nüfusunun 1/30’ini istihdam etmektedir.
Daha yakından bakıldığında, ABD’de ölçüt daha da değişiktir ve büyümüştür. Bu ülkede artık 500’den çok işçi çalıştıran işletmeler büyük sayılmakta; işletmelerin %0.1’ini oluşturmakta, toplam işçilerin %53.2’sini çalıştırmakta ve 2008’de GSYİH’nın %54’ünü üretmektedirler. Sayıları 30.7 milyon olan 500’den az işçi çalıştıran küçük ve orta işletmelerse bütün işletmelerin %99.9’unu oluşturmakta ve işçilerin %46.8’ini çalıştırmaktadır. 25 milyona yakın işletme işçi çalıştırmazken, 100’den az işçi çalıştıran işletmeler toplamın %98.2’si, 20’den az işçi çalıştıranlarsa %89’u kadardır.[6]
Çin’den örnek vermeye bile gerek yoktur.
Ancak gelirleri ve çalıştırdıkları işçi sayısı bakımından ABD ve Almanya doğumlu tekelci şirketlerle ilgili verilere Lenin’in döneminden daha büyükçe bir ihtiyat payı düşmeliyiz. Çünkü iki “ülkenin” en büyükleri en ileriden uluslararasılaşma düzeyinde şirketlerdir ve gelirlerinin önemli bir bölümünü başka ülkelerde elde ederlerken, işçilerinin önemli bir bölümü de değişik ülkelerde çalışmaktadır. Yine de veriler her iki ülkede emek ve üretimin yoğunlaşmasının ulaştığı düzey açısından bir fikir verecektir.
Ve tabii ki, emek ve üretim ileri düzeyde toplumsallaşmışken, en büyük on şirket örneğinde görüldüğü gibi, gelirler ve mülkiyet de giderek azalan sayıda elde birikmektedir.
En zengin %1’lik dilim örneğin 2019’da ABD’de toplam zenginliğin %32,4’üne sahipken, nüfusun en az gelirli %50’si ancak %2’sine sahiptir. En zengin %10’luk dilim ise, toplam zenginliğin yaklaşık %70’ine sahiptir (en zengin %1’den sonraki %9’un payı %37). Daha önemlisi, nüfusun %1’lik diliminin zenginliğinin zaman içinde çizdiği eğridir: Nüfusun en az gelirli %50’sinin toplam zenginlikler içindeki payı, sırtlarından artık daha çoğu kazanılamayacak kadar kıt kanaat geçinebildikleri ya da geçinemediklerini kanıtlamak üzere, kriz yılları bir yana, 1989’dan 2019’a %2’de sabit kalmıştır. Ancak önemli bir bölümü, “Amerikan rüyası”nın temel direği olarak üzerine efsaneler koparılan orta sınıfı oluşturduğu söylenebilecek kesimin zenginliklerden aldığı pay azalmaktadır: En alttaki %50’lik dilimin ardından gelen %40’lık dilim, 1989’da zenginliklerin %35’ine sahipken, bu oran, 2019’da %29’a gerilemiş; en zengin %1’lik dilim payını %24’ten %32’ye yükseltmiştir.[7]
SERMAYENİN YOĞUNLAŞIP MERKEZİLEŞMESİNİN BİR UNSURU OLARAK BİRLEŞMELER
Lenin yoğunlaşma sorununda “birleşmeler”e özel bir yer ayırmıştır: “… en yüksek gelişme düzeyine ulaşmış kapitalizmin çok önemli bir özelliği, birleşmedir, yani sanayinin çeşitli kollarının tek bir işletme içinde toplaşmasıdır.”[8]
Şimdi artık üniversitelerin işletme vb. fakültelerinde “mergers and acquisitions” (birleşme ve elde etme/yutma) adıyla dersler var ve birleşme ve yutma türleri incelenip nasıl en iyi başarılabilecekleri öğretiliyor. Pazar kontrolünü genişletmek üzere aynı işkolundaki şirketlerin “yatay”, yine aynı işkolunda ancak bu kez üretim zincirinde birbirini takip eden halkalarda yatırım yapmış şirketler arasında “dikey”, bankacılık ve sigortacılık gibi birbirine yakın/benzer alanlarda yatırım yapan şirketler arasında “türdeş” ve tamamen değişik alanlardaki, örneğin bankaların cam ya da maden işkolundaki şirketlerle birleşmesi/yutması örneğindeki türden “konglomera” birleşme tipleri var ve satın alma ve yutma yoluyla birleşmeler, sermayenin neredeyse günlük olağan işlemleri durumunda. Üretimin yoğunlaşmasını takip eden merkezileşme günümüzde çok daha ileri boyutlarda.
“Karteller ve tröstler[in], genellikle, bir sanayi kolundaki toplam üretimin onda yedisini ya da onda sekizini ellerinde topla”dıklarını yazan Lenin, geçen yüzyılın ilk yıllarında Rhine-Westphalien Kömür Sendikası’nın, bölgedeki kömür üretiminin %86,7’sini elinde tuttuğunu, “böylece yaratılan tekeller[in] çok yüksek kârlar sağlamakta ve dev ölçüde sanayi birimleri kurulmasına yol açmakta” olduğunu söyleyerek örnekler vermekteydi: ABD’de ünlü petrol tröstü Standard Oil Company petrol üretiminde, United States Steel Corporation yarısından fazlasını elinde tuttuğu demir-çelik üretiminde tekelleşerek yüz binlerce işçi ve hizmetli çalıştırmaktaydı.[9]
Kısa sürede petrol piyasasının %90’ndan çoğunu ele geçiren Standard Oil Company, daha 1911’de, ABD’nin, sözde “serbest piyasa” yoluyla halkının tekellerin dayatmalarından korunması için çıkarılmış “Sherman anti-tröst” yasasına hedef olarak bölünmeye zorlanmış ve Exxon, Mobil ve Chevron’ın yanı sıra bölündükleri illere göre adlar alan birçok “yavru” Standard Oil türemiş, ama Rockefeller ailesi sektörde egemenliğini sürdürmüştür. Şimdi Exxon-Mobil adıyla Rockefellerlerin enerji tekeli dünyanın en büyük tekellerinden biridir ve ABD başta olmak üzere çok sayıda ülkede rezerv alanı, rafineri ve satış istasyonlarına sahiptir; Chevron ise, 2020 “Fortune500”de gelirleriyle dünyanın 15. büyüğüdür.
Aynı şey demir-çelik işkolu açısından da geçerlidir. Amerikan devi US Steel sadece ABD değil, Almanya başta olmak üzere başka ülkelerin demir piyasalarını da elinde tutarak, uzun yıllar dünyanın en büyük şirketleri listelerinin başında yer almış, şimdiyse Nucor Corp.’ın ardından sektörün ikinci büyüğü olmaya gerilemiştir. Ancak ilki 1982’de Marathon Oil, ikincisi 1986’daTexas Oil &Gas olmak üzere iki kez farklı işkollarında satın almalar gerçekleştiren USS’in 20. yüzyılın sonlarında yatırım ve işlemlerinin ancak 1/3’ü demir-çelik işkolunda kalmıştır.
Tekelci işletmelerin gerek farklı işkollarında gerekse ucuz-emek ülkelerindeki yatırımlarıyla birleşme ve yutmalarındaki artışın bazı ülkelerde bazı işkollarını önemsizleştirmesinin örneklerinden biri demir-çelik alanındaki yatırımlarını azaltan USS ise, bir diğeri British Steel’dir. Bu işletme, yeni devlerden önce Tata, sonra da GFG Alliance tarafından yutulmuş ve İngiltere’de çelik üretimi durma noktasına gelmiştir. Bu işkolundaki gerilemenin önemli bir nedeni, birçok sanayi dalında demir-çelik kullanımının yerini alüminyum, tungsten vb. gibi yeni metallerin, alaşım ve hatta ametallerin almasıdır.
Birleşme ve yutmaların, bütün işkollarını kapsayarak, üretim araçlarının giderek daha az sayıda elde toplandığı tekelci kapitalizmin başlıca görüngülerinden oluşunu büyüyen ölçekleriyle izleyebiliyoruz.[10]
Telekomünikasyon sektörünün İngiliz menşeli tekeli Vodafone ile birçok bağlı şirkete sahip Alman Mannessmann holdingi arasında 2000’de gerçekleşen yatay birleşme herhalde tarihteki en büyüğüdür; Vodafone’a 203 milyar dolara mal olmuş, ama onu sektörde dünyanın en büyüğü yaparken Mannesmann hissedarları yeni şirkette %49,5’lik pay sahibi olmuştur.
En büyüğü olsa bile, bu, Vodafone’nun gerçekleştirdiği tek birleşme değildir; bütün kıtalarda “işgören” tekel, satın almalar, hemen tümü bağımlılaştıran ortaklıklar ve ortak yatırımların yanında rakipleriyle yaptığı yatırım ve pazar paylaşım anlaşmalarıyla 150’den fazla ülkede faaldir. Alanının en büyüğü olan Verizon Communications ile hisselerinin %45’ine sahip olduğu 2013’teki ortak yatırımından umduğunu bulamayarak, hisselerini 130 milyar dolara ortağına satıp[11] çekildiği ABD pazarı belki de tek olumsuz atağı olan tekel7,7 ve 7,2 milyar Euro’ya yuttuğu kablolu TV operatörleri Alman Kabel Deutschland ve İspanyol ONO örneklerinde olduğu gibi, kimi ülkede sıfırdan, kiminde ortak yatırım ve birleşmeler, kiminde de ticari anlaşmalar yoluyla Avrupa pazarının hemen tamamında belirgin bir yer tutmuştur. ABD gibi, ortak yatırım yaparak girdiği ama dikiş tutturamayıp hisselerini ortağı SoftBank’a 8.9 milyar pounda satarak ayrıldığı Japonya dışında, Vodofone, satın almalarla girip 11, 5 ve 11 milyar dolarlık üç ayrı birleşmeyle ilerlediği ve şirketlerin tamamını ya da hisselerinin önemli bölümünü ele geçirdiği Hindistan, Türkiye, Singapur, Malezya, Tayland, Vietnam, Hong Kong, Myanmar, Azerbaycan… gibi ülkeleriyle Asya pazarında da küçümsenmez bir yer tutmakta, bazı ülkeler pazarını ise kontrol etmektedir ve Avustralya’da da etkindir.
Vodafone örneği üzerinden, birlik, ortaklık ve yatırımları dolayısıyla altı çizilmesi gereken ve uluslararası tekellerin ortak yönelimlerini işaret eden üç olgudan ikisi, İngiliz tekelinin rakipleriyle anlaşmalar ve işbirliği yapmaktan kaçınmayışıyla ilgilidir: İlkinde, sonradan lisans şartlarını uygun bulmayıp çekilseler de, dünyanın bir ve iki numaralı rakip telekomünikasyon tekelleri olmalarına rağmen, China Mobile ve Vodafone, sektörün hemen tüm iri kıyım tekellerinin üşüştüğü Myanmar’da 2013’te açılan ihaleye konsorsiyum kurarak ortak katılmışlardır.[12] İkincisi, Amerika ve Japonya’da yayılmak üzere, yine önemli rakiplerinden Verizon ve SoftBank’la kurduğu ortaklıkların yanı sıra, Vodafone’nun, kablolu ve uydu TV yayıncılığı ve telefon şebekesi işletmeciliği de yapan Rusya’nın en büyük operatörü bir diğer rakibi MTS ile 2008’de kurduğu stratejik ortaklığı, 2015’te, –Kırım ilhakının ardından İngiliz hükümetinin karşı tutumuna rağmen– Rusya’yla birlikte Ukrayna, Ermenistan, Özbekistan ve Türkmenistan pazarlarını da kapsamak üzere genişletmesidir.[13] Üçüncü olgu ise, Vodafone’nun yalnızca network operatörlüğüyle sınırlı kalmayıp, kablolu ve uydu TV gibi “komşu” alanları kapsayan birleşmeler yanında Safaricom’la network işlemli para transferi ve Novartis’le sağlık alanında türdeş birleşmelere de yönelmiş olmasıdır.
Tarihteki en başarılı birleşme örneklerinden biri diğeri, petrol fiyatlarının uzun süreli düşük seyretmesiyle zorlanmakta olan, aynı Standard Oil/Rockefeller kökünden gelme Exxon’la Mobil arasında 1999’da gerçekleşti ve enerji dalında bir “süper güç” oluştu.
Enerji sektörü; II. Savaş’tan 1973 Petrol Krizi’ne kadar dünya petrol piyasasının tamamına yakınını kontrol eden ve bilinen rezervlerinin %85’ini elinde bulunduran “yedi kız kardeşler”den sorulmaktaydı. Bunlardan ilki, daha 1907’de Standard Oil’in (SO) başlıca rakibi haline geldiği bir ortaklık kurarak, 2005’te tam birleşmeye giden Hollanda ve İngiliz tekellerinin birliği olarak Royal Dutch Shell’dir, 1980’lerden günümüze birçok birleşme gerçekleştirip en son 2016’da British Gas’ı satın alan[14], petrol ve gaz arama, çıkarma, rafine, deniz taşımacılığı ve dağıtımında yatırımları olan dev bir gruptur. İkincisi, Anglo İran Petrol kökünden gelen BP’dir, 1978’de Alaska’da çıkardığı petrolün rafinesi için çoğunluk hisselerini satın alarak kontrolünü ele geçirdiği Ohio SO’in ardından 1998’de petrol ve gaz dağıtımında doğu ABD pazarını tutan Amoco ile birleşti ve 2000’de Burmah-Castrol’u satın aldı.[15]
“7 kız kardeş”in üçüncü ve dördüncüsü olan Gulf Oil ve Texaco, ilki (13,3 milyar dolar) 1984’te, ikincisiyse (45 milyar dolar) 2000’de, zamanlarının en büyük birleşmeleri olarak, beşinci “kız kardeş” –Chevron adını alan– California SO ile, onu dünyanın ikinci en büyüğü yaparak birleştiler. Ancak durmayan Chevron 2005’te güneydoğu Asya’da geniş termal gaz kaynaklarına sahip Unocal’ı 18,4 milyar dolara, 2011’de Atlas Energy’i 4,3 milyar dolara ve son olarak Noble Energy’i 5 milyar dolara bünyesine katarak, ABD, Meksika Körfezi, Asya-Pasifik, Ortadoğu, Avustralya ve Kazakistan’da arama, çıkarma, rafine, taşımacılık, boru hattı inşası ve dağıtımda faal bir enerji devi haline geldi.[16]
6. “kız kardeş”, Avrupa’da Esso olarak bilinen New Jersey SO, sonra Exxon adını aldı ve sonradan Mobil adını alan 7. “kardeş” olan New York SO ile toplam 123 bin işçiye ve 2000 öncesinde günlük 2,5 milyon varil petrol üretimine sahip olacakları 250 milyar dolar tutarında bir birleşme gerçekleştirdi.
Geçmeden, enerji devleri örneği üzerinden tekeller arasındaki güç ilişkilerinin hiçbir zaman aynı kalmayıp, kamuoyu baskısından da etkilenerek alternatif enerji kaynakları arayışı ve yatırımlarının arttığı, kaynak çeşitlenmesinin de etkisiyle özellikle petrol fiyatlarının düşük seyrettiği koşullarda daha da önem kazanan yeni teknolojiyi üstelik zamanında kullanma, yeni rezervler bulma, hatalı birleşme ya da gerekli olandan kaçınma ve başarılı ya da başarısız mali dalavereler türünden birçok faktöre bağlı olarak sürekli değiştiğini söylemeliyiz.
Kaya petrol ve gazı üretiminde önde giden Chevron ve Conoco kendilerine bir avantaj sağlamış görünmektedir; ancak düşük satış fiyatları nedeniyle, sektör yayınlarında görüldüğü gibi, ABD’de enerji tekellerinin iflas dosyalarında bir artış yaşanır[17] ve bu yeni yutmaların gündemde olduğunun[18] habercisi olurken, “yeşil enerji” denen karbon emisyonu düşük yenilenebilir enerjiye ilgi ve yatırım artmakta ve kaya petrolü ve gazı da içinde olmak üzere petrol/gaza yatırım yapmış tekeller ciddi zorluklarla yüzleşmektedir. Zorluklara bir örnek, daha 2017-19 döneminde, sadece son üç yıl içinde fosil yakıt sektörüne $106.69 milyar[19] yatırım yapmış olan Bank of America’nın, sayılan nedenlerle, Goldman Sachs, Morgan Stanley, Chase, Well Fargo ve Citi’nin ardından 2020 Aralık’ında Arktik’te petrol ve gaz araştırma ve yatırımlarına fon sağlamayacağını[20] açıklamakla kalmayıp, 2050’de “0 karbon” hedefine ulaşmak üzere 2023 öncesinde karbon emisyonu açısından sağladığı finansmanları açıklayacağına söz vermiş olmasıdır.[21]
Bu ve benzeri gelişmelerin tekelleri ve birbirleriyle ilişkilerini hareketli kıldığı sektörü ve 1973’te rezervlerin %85’ini kontrol edenlerle günümüzün devleri aynı değildir. Belçika tekeli Petrofina ile “birleşen” Total (Fransa) ve 2019’da ABD enerji üretiminin %49’unu tek başına gerçekleştiren ConocoPhillips, güçlerini korumakta olan Exxon Mobil, R.D. Shell, Chevron ve BP’ye katılarak, yeni bir “6 kardeş” oluşturdular. Daha da önemlisi, karşılarında, dünya petrol ve doğalgaz fiyatını belirleyen bir kartel vardır artık: OPEC. Ve birçok devlet kendi enerji tekelleriyle kendi ülke kaynaklarını işletiyor. Saudi ARAMCO, Gazprom ve Lukoil (Rusya), Çin Ulusal Petrol Corp., İran Ulusal Petrol Şrk., PDVSA (Venezuela), Petrobras (Brezilya), Petronas (Malezya) gibi devlet tekelleri günümüzde rezervlerin %65’ini ellerinde tutuyorlar.
Tekellerin güç ve sıralamalarının değişmesinde anlaşılmayacak şey yok, ancak devletler ve devlet şirketlerinin ön almalarını nasıl yorumlamalı? Venezuela ve İran’la ilgili olarak belirli bir anti-emperyalizmin sözü edilebilse bile, hem bu anti-Amerikancılıkla sınırlı ve güdüktür ve hızla tavsamıştır, hem de Rusya ve Çin’in kendileri birer büyük emperyalisttirler. Yanlarına Katar ve Kuveyt de katılarak, Suudilerle emperyalist olmayan diğerlerinin, şirketleriyle birlikte, uluslararası tekelci kapitalist ekonominin bütünleyici parçaları oldukları ve her yönüyle bu sisteme bağlandıkları, devlet ya da özel mülk oluşları önemli olmadan söz konusu şirketlerin birer kapitalist tekel oldukları kuşkusuzdur ki, Saudi ARAMCO dünyanın en büyük 10 şirketinden biridir. Konu bir alt başlık olarak “yeni sömürgecilik” ve yenilenmiş bağımlılık ilişkileri kapsamındadır.
BANKALARDA YOĞUNLAŞMA VE BİRLEŞMELER
Tekelleşmeden çok tekelleşmenin ilerleyişi olarak sözü edilebilecek süreçte bankacılık/finans alanındaki gelişmeler en az sanayideki kadar baş döndürücüdür.
ABD’nin “Büyük Dörtler” denen dört bankasından en büyüğü JP Morgan Chase’tir. Chase, birleşmeler ve satın almalarla ilerleyen sektördeki tekelleşmenin gelişmesinin tipik bir örneğidir.
Bank of Manhattan’tan başlayarak ve onun kurduğu Chase National Bank’ı satın alarak kurulan Chase Manhattan Bank, 1996’da Chemical Bank tarafından satın alınmasına karşın adının kullanımı sürmüş; bu arada Chemical, 1986’da Texas Commerce Bank ve 1991’de Manufacturers Hanover gibi büyük bankalarla birleşmiştir. Banka, arada, biri 7,7 milyar dolarlık iki “küçük” yutmanın ardından JP Morgan&Co ile birleşmiştir. JP Morgan&Co ise, öncesinde Guaranty Thrust Co ile birleşmiş ve ardından P. National Corp. of L. Indiana’yı satın almıştır. Chamical/Chase Manhattan’la birleştiğinde JP Morgan Chase adını alan tekel, 2004’te, kendisi de, First Chicago Bank ve Columbus Ohio gibi bir finans tekelinin birleşmesiyle oluşmuş Bank One Corp. ile birleşmiştir. Krizden fazlasıyla olumsuz etkilendikleri için 2008’de son olarak ucuza kapatıp satın aldıklarından Bear Stearns 2007’de ABD’nin en büyük 5. yatırım bankası, Washington Mutual ise birçok bankayı yutarak büyümüş iri kıyım bir finans tekeliydi.
JP Morgan Chase, Forbes’in –satışlar + kârlılık + varlıklar + piyasa değeri ölçütlerini bir arada kullanarak düzenlediği, ilk 10’unun 8’i banka ya da finansal kuruluş olan– 2020 “Global 2000”[22] listesinde üçüncü sırada bulunuyor. Toplam varlığı (3,139 milyar dolar) 4 Türkiye’den fazla ediyor.
Mevduat bankalarının toplam mevduatları 2018 Ocak’ta 12 trilyon dolardan 2020 Haziran’da 15,4 trilyon dolara yükseldi. 2020 Ocak-Haziran arası pandemi dönemi artışı ise 2 trilyon dolarla rekor kırarak, 2/3’inden fazlası 25 büyük bankada toplandı. Aslan payını ilk üç büyük banka alıyor. Öncelik, %18’le JP. Morgan Chase’in.[23]
Varlık ve borç yönetiminden yatırım bankacılığına, ticari bankacılıktan finansal analiz ve pazarlama, her tür fonlama, tahvil ticareti ve mortgage gibi finansal işlemlerin tüm alanlarında servisleri olan Chase, ABD ve dünyanın dört bir yanında trilyonlarca dolarlık doğrudan ve dolaylı (“yavru” ve “torun” şirketler aracılığıyla) yatırımlara sahip, çok sayıda yatırımı finanse ediyor ve bunlar bankacılıktan sigortacılığa, enerjiden petrole, deniz taşımacılığından perakende ticarete sayısız sektöre yayılıyor.
1998’de zamanının en büyüğü olan Nations Bank ve 2004’te FleetBoston Financal’ı 47 milyar dolara satın alan “2. büyük” Bank of America, 2008’de ise, iflasa gittiği günlerde, ucuza kapatmak üzere, mortgage ve riskli fonların büyük oyuncusu Merrill Lynch’le 50 milyar dolarlık bir birleşmeye gitti ya da daha çok bu finans tekelini yuttu ve dünyanın en büyük finansal “hizmetlerine” sahip bankası haline geldi. ABD Savunma Bakanlığı’nın personelinin finansal işlemleri için kurduğu Community Bank’la da ortaklık kuran banka, Forbes’in 2020 “Global 2000” listesinde, 2 trilyon 620 milyar dolarlık toplam varlığıyla 8. sırada ve ABD toplam mevduatının %11’ine sahip.
Öte yandan son yıllarda Amerikan bankalarının en büyükleri bile, hızla palazlanıp büyüyen ve önemli bir bölümü devlet mülkiyetinde olan Çin bankaları karşısında küçük kalmaya başladılar. Forbes listesinde ilk iki sıra, toplam varlıkları bakımından 2017’den bu yana dünyanın en büyük bankası ve 2019’dan itibaren Forbes’in en büyük şirketler birincisi olan Industrial and Commercial Bank of China (Çin Sanayi ve Ticaret Bankası) ve tek başına bile Çin’e yakıştırılmaya çalışılan “emperyalist değil, yardımsever ülke” imajını yerle bir etmeye yetecek bir özel banka olan China Construction Bank’ın. Listedeki piyasa değerleri JP Morgan’dan düşük görünse bile, iki banka da, 177,2 ve 162,1 milyar dolar olan satışları ve 4,322 ve 3,822 milyar dolar olan toplam varlıklarıyla ona epey tepeden bakmaktadır.[24]
Üstelik Forbes 2020’nin ilk 10’undan 5’i (dördü banka, biri sigorta şirketi) Çin finans kuruluşuyken, ancak ikisi banka, biri finans şirketi, biri de Apple olmak üzere dördü ABD menşeili. Gerçi, “ikinci on”un Asyalı Toyota Motor ve Samsung hariç tümünün bu ülke menşeili olması, ABD tekellerinin yine de hala güçlü olduklarını kanıtlıyor.
Finans alanında bankalar yalnız değiller. Bu alanda, kontrol ettikleri birikmiş ve sanayi, tarım, madencilik, inşaat, taşımacılık, turizm, toptan ve perakende ticaret sektörlerine yatırılmaya hazır para sermaye ya da fonlarla, özel olarak yatırım bankaları olarak kurulmuş olanların yanında yatırım bankalarına benzeyen özellikleriyle özel bir bankacılık türü olan finansal şirketlerden çeşitli yatırım fonlarını yönetenlerle sigorta şirketlerine kadar genişçe bir yelpazenin sözü edilmelidir. Ne kadar banka ne kadar banka olmadıkları ayırt edilemez özellikleriyle bankalardan başlıca geniş bir şubeler ağına sahip olmayışları ve düşük profilli mevduat bankacılığı yapmayışlarıyla farklılaşan finans/fon şirketleri denen bu tekelci finansal yapılar, –teknolojinin finans alanına uygulanması kastedilerek finans ve teknoloji sözcüklerinin birleştirilmesiyle üretilen– “fintech” sözcüğüyle de anılıyor ve birikmiş çok büyük meblağlarda fonları yönetiyorlar.
Üretken alanlar ve bu alanlara yatırımlarından koparılarak, tekel olarak rol ve işlevleri, mali sermaye olarak sermayelerinin niteliği anlaşılmaz hale getirilen bu finans şirketleri, bankalarla birlikte, yönettikleri, sanayi, tarım ve ticarete yatırılmış fonlarıyla tekelci kapitalizmin kalbinde yer alıyor, yatırılı oldukları işletmelerinin yönetim kurullarında kişisel olarak da temsil ediliyor, karşılık olarak kendi yönetim kurullarında belli başlı büyük sınai ve diğer üretken alanların tekellerinin temsilcilerini bulundurarak, mali oligarşinin temel bir bileşenini oluşturuyorlar.
İkisi de daha çok ve özellikle yatırım bankacılığı yapan Çin’in Forbes 2020 listesinin zirvesindeki iki bankasıyla yine ilk on içindeki sigorta şirketi olan Ping An Insurance Group finansal şirketlerin örneklerindendir. ABD’den bir örnek, yine ilk 10’daki Berkshire Hathaway’dir. Dünyanın en zenginlerinden olan sahibi Warren Buffet, aynı zamanda hisselerinin %9.3’üne sahip olduğu Bank of America’nın en büyük ortağıdır[25] ve Hathaway, birçok bağlı işletme ve servisiyle, mülk ve kaza sigortacılığından elektrik, gaz vb. dağıtımı ve enerjiye, raylı taşımacılıktan finansa, imalat sanayiinden perakendecilik ve hizmetlere hemen tüm dallarda yatırımları olan ve çeşitli finans işlemleri yapan bir gruptur.[26] Forbes’in sektörünü “bankacılık ve finansal hizmetler” olarak tanımladığı Goldman and Sachs da, uluslararası yatırım bankacılığı ve akla gelebilecek finans işlemlerinin tümünü yapan işletmelerin en gelişkin örneklerinden biri. Sigortacılık ve poliçe pazarlaması, menkul değerler ticareti, yatırım yönlendirmesi ve finans danışmanlığı, döviz ve mal ticareti, varlık ve fon yönetimi ve gayrimenkul komisyonculuğu ve finansmanı, başlıca iş alanları durumunda.[27]
Bölümü bitirmeden, Lenin’in “Emperyalizm” broşüründe Hilferding’ten aktardığı bir gerçeğin bugün çok daha ileriden gerçekleştiğini eklemeliyiz: “Sınai sermayenin daima büyüyen bir parçası, onu kullanmakta olan sanayicilere ait değildir. Sanayiciler, bundan yararlanma olanağını, yalnızca, kendilerine göre sermaye sahipliğini temsil eden bankalar kanalıyla elde etmektedirler. Öte yandan, bankalar da, gitgide artan bir sermaye kısmını, sanayide tutmak zorundadır. Böylece bankalar, gittikçe artan ölçüde, birer sanayi kapitalisti haline geliyor.”[28]
Tamı tamına böyledir; hem sanayi hem de finans alanında yoğunlaşıp merkezilenen sermaye, artık mali sermaye olarak, bankaları sanayi kapitalisti, sanayicileri de bankerler haline dönüştürerek ya da finansın nerede bitip sanayiinin nerede başladığını ayırt edilemez kılarak iç içedir. Kuşkusuz birer sınai ve finansal faaliyet durmaksızın akmakta, ancak öylesine iç içe akmaktadır ki, biri olmadan diğeri gerçekleşemez olmanın yanında, finansal işlemlerle sınai üretim ayrı ayrı mekanlarda ve birbirlerinden gözle görülür farklı özellikleriyle belirirken ayırt edilebilmelerine karşın, aynı “madalyon”un ön ve arka yüzleri gibidirler.
Bu, sadece kredi vb. olarak para sermaye olmadan üretim gerçekleşemeyeceği için böyle değildir, ama para sermaye ancak üretken sermayeye dönüşüp yeni değer yaratarak kendisini gerçekleştirebileceği için de böyledir. Para sermaye faiz getirebilir, spekülasyonla, borsa işlemleriyle de kendisini çoğaltabilir; ancak hem maddi olarak değerlenebilmesi için sanayi (ya da hizmet) üretimine yatırılması şarttır, hem de sonuçta finansal işlem getirisi olarak faiz ve toprak, arsa ve çeşitli türden spekülasyon getirileri olarak rantlar, kârın yanı sıra, –küçük mülk ve işletme sahiplerinin kârlarının bir bölümünün de eklenmesiyle elde edilen tekel kârı bir yana– sadece ve yalnızca çeşitli işkollarıyla sanayi ve diğer üretken sektörlerde işçinin emek-gücünün bir bölümüne karşılıksız el konulmasıyla elde edilebilen artı-değerin kapitalistler arasında paylaşılmasıyla sağlanabilir. Artı-değerin bir parçası olmayan faiz ve rant gelirleri olanaksızdır; sadece çeşitli türden kredi ve sair finansal borç verme işlemleri, örneğin mortgage getirileri olarak ve üretime yatırılmadan elde edilmiş gibi görünen faiz kazançları, önünde sonunda artı-değerin parçası olarak elde edilmiş olmalıdır ki, bunun tek olanaklı olduğu alan, banka hesap defterleri ya da poliçelerle tahvillerin soyutluğu veya kağıt parçaları olarak değersizlikleri değil, başlıca, kafa ya da kol işçisiyle kapitalistin karşı karşıya geldiği somut üretim süreci olabilir. Bu nedenledir ki, banka, finans şirketleri ve yatırım fonları ne denli finans alanında dolambaçlı işlemler yapıyor olsalar ve bunlar toplam işlemlerinin ne denli yüksek oranlarını oluşturuyor olsa da, mutlaka bir noktada üretimle kesişmek ve sınai ya da hizmet yatırımlarına bağlanmak durumundadır ve zaten böyle olmaktadır.
Üretken olmayan alanlara bağlanmayan ama kazanç sağlayan tek tek finansal işlemler yok değildir; ancak bunlar, sanki hiç kimsenin sırtından elde edilmeyen ya da rakip finans grupları, fonlar veya küçük birikimlerini tahvil vb. kağıtlara yatırmış borsa vb. oyuncularının kayıplarından edinilmiş gelirler olarak, zarar eden tüccarlar örneğinde olduğu gibi, finans işlemlerinden zarar etmiş başka finans işletmelerinin sırtından sağlanamayacak ve faiz (ve sair spekülatif finans) getirilerinin birbirlerinin kazanç ve kayıplarını dengelemesinin ardından kalan toplamı olarak üretken alanlardan gelecektir. Kârın kaynağının ticarette olmayışı gibi, faizin kaynağı da finansta değil, ama üretimdedir ve artı-değerdir.
Dolayısıyla sanayi ve genel olarak üretken sektörlere rağmen ve aleyhlerine güçlenerek, tekelci kapitalizm ve özellikle iddia edildiği gibi onun belirli bir “aşamasında”, örneğin “küreselleşme” döneminde kontrolü kendi eline almış, üretimden kopuk ya da açık tanımıyla “sanayinin ve bankaların kaynaşması ya da iç içe girmesi”nin[29] değil ama başlıca finansal işlemler sürdüren bir finans sermayesinin, bir para sermayenin başat hale gelmesi ve egemenliği teorisi doğru kabul edilemez.
Bankalar ve yatırım fonlarıyla sair finans kurumları, gelir elde etmek üzere, fonlarını, gerek kredi gerekse doğrudan yatırım olarak, ticareti de kapsayarak, sanayiden tarıma, hizmetten ulaşım işletmeleriyle üretken sektörlere yatırıyor; ve şüphesiz bir yandan bu işletmelerin yatırım vb. kararlarına yön vermek, bir yandan da fonlarının getirilerini garanti altına alarak yönetmek ve denetlemek üzere temsilcilerini bu şirketlerin yönetim kurullarına yolluyorlar. Lenin’in belirttiği kişisel birlik gerçekleşiyor: “… bankalar ve büyük ticari ve sınai işletmeler arasında bir çeşit kişisel birleşmenin, hisse senetleri alımı yoluyla bir kaynaşma olayının geliştiği, bunun da sınai ve ticari işletmelerin denetim (ya da yönetim) kurullarına banka müdürlerinin geçmesiyle, ya da tersinin olmasıyla, gerçekleştiği de görülmektedir.”[30]
Örnek olarak Almanya’nın ünlü otomotiv markası Mercedes-Benz üreticisi Daimler-Benz tekelini ele alırsak… Alman yasaları uyarınca 10’u “işçi temsilcisi” olmak zorunda olan ama işçilikle alakası olmayanlar bir yana bırakıldığında; YK Başkanı, BMW ve VolksWagen eski Yürütme Kurulu başkanlığından geliyor. Bir YK üyesi, Mannesmann ve Bosch finans yöneticiliği de yapmış olan bir Emerson Electric YK üyesi ve Deutsche Bank’ın önceki YK Başkanı. Biri Deutsche Telekom YK Başkanı, biri BASF, bir diğeri Nokia İcra Kurulu Başkanı, biri eski IBM genel menajeri, biri Royal Dutch Shell, biri Amerikan e-tekeli Cisko yöneticisi. Bir diğeri ise bir Kuveytli ve trilyona varan toplam varlığıyla petrol gelirlerini yöneten bir hükümdarlık varlık fonu olan Kuveyt Yatırım Otoritesi (KIA) YK Yürütme Kurulu üyesi ve on parmağında on marifet var. Aynı zamanda bir yatırım kuruluşu olan Kuveyt Finans Merkezi CEO’su olan bu kişi[31] Ortadoğu’nun önde gelen bankalarından Birleşik Al Ahli Bankası yöneticiliği yapmış, Kuveyt Petrol Şirketi’nin İcra Kurulu’nda ve Arap Ekonomik ve Sosyal Kalkınma Fonu Başkanı. Üstelik dünyanın önde gelen finans fonlarından BlackRock Inc.’ın YK ve Bank of America’nın Küresel Danışmanlar Konseyi üyesi.
Tabii ki bu YK üyelikleri, özellikle finans şirketleri ve fonlarının ellerindeki Daimler-Benz hisselerini temsil ediyorlar. Bu hisse dağılımları ise şöyle: Çinli yatırımcı Li Shufu, yatırım fonu Tenaciou3 Prospect Investment Limited aracılığıyla Daimler-Benz’in en büyük hissedarı (%9.7). Onu, %6.8 hissesiyle KIA ve %5 hissesiyle bir Çin otomotiv tekeli olan Pekin Otomotiv Sanayi Holdingi (BAIC) takip ediyor. Japon Nissan da %1.5 hisse sahibi. Kalan hisseler, tüm dünyada %23 bireysel ve %56.7 ise kurumsal hissedarlara dağılmış halde.[32]
Mercedes-Benz’in Deustsche Bank’la Kuveyt ve Çin yatırım fonlarının çıkarlarına ters adımlar atma olanağı olmadığı, banka ve yatırım fonları tarafından sıkıca denetim altında tutulduğu ve yönetiminin de ileri düzeyde uluslararasılaştığı görülüyor.
Alman emperyalizminin önde gelen bir dayanağı olması dolayısıyla “daha Alman” görüntüsüyle Yönetim Kurulu’nda Deutsche Börse AG CEO’suyla C-Quadrat Yatırım ve And Varlık Yönetimi YK Başkanları ve Merrill Lynch eski başkanının yanı sıra aynı zamanda Siemens YK üyesi de olan Almanya eski Ekonomi, Enerji ve Dışişleri Bakanı ve Ver.di Sendikası Başkanı’na yer veren Deutsche Bank’ın durumu da çok farklı değil.
Tek başına Mercedes-Benz örneği bile göstermektedir ki, Lenin’in asalaklık belirtisi saydığı “… rantiye tabakanın, yani ‘kırptıkları kuponlarla’ yaşayan insanların, herhangi bir işletmenin çalışmasına hiçbir biçimde katılmayan insanların, meslekleri işsizlik olan insanların olağanüstü bir biçimde çoğalması”[33] günümüzde çok daha ileri düzeydedir ve yine Lenin’in “rantiye tabakasının üretimden kopuşunu daha da artırır” dediği sermaye ihracının ulaştığı seviye günümüzde geçen yüzyılla kıyaslanamaz bir büyüklük oluşturuyor. “Kupon”la tarif edilen finansal işlem unsurları olarak hisse senetleri ve tahviller, özetle, kapitalizmin asalaklık ve çürümesindeki iflah olmazlığı göstererek, çok daha yaygın olarak işlevseldir ve üretime hiç katılmaksızın büyük gelirler elde eden rantiye tabaka şüphesiz büyümüştür. Ancak bu büyümenin üretim araçlarının özel mülkiyeti tekeli üzerinde gerçekleştiği görmezden gelinemez, ve söz konusu büyümeden, kapitalizmin temel karşıtlığına dayandırılmayan bir açıklamayla, günümüzün tefeciliğinden başka bir şey olmayan tahvil ticareti ya da üretim araçlarıyla ilişkilenip üretken sermayeye dönüşmeden iş gören senet sahipliği ve finansal işlemlerden ibaret bir finans sermayesinin var ve egemen olduğu sonucu çıkarılamaz. Tahvil ya da hisse senedi sahipleri, “kuponları” ile, ancak bir bölümünü oluşturdukları sermayenin yatırıldığı alanda elde edilen artı-değerin bir bölümünün kendilerine faiz ya da kâr payı olarak dağıtılmasıyla asalaklığa devam edebilirler.
Yok, kastedilen, bankalar (ve sair finansal kurumlar) ve rol ve önemleriyse, bu bir yenilik değildir. Lenin, henüz 20. yy’ın başında altını çizmişti: “Eskiden mütevazi birer aracı olan bankalar, bugün mali-sermaye tekelini ellerinde tutmaktadırlar. En gelişmiş kapitalist ülkelerdeki üç-beş büyük banka, sınai sermayenin ve banka sermayesinin ‘kişisel birliği’ni gerçekleştirmiş ve bütün ülkelerdeki sermaye ve gelirin en büyük bölümünü oluşturan milyarların denetimini kendi ellerinde toplamış bulunuyorlar.”[34]
YILLAR İÇİNDE DEĞİŞEN SEKTÖREL AĞIRLIKLAR
Forbes, 2017 sonunda, 50’şer yıl arayla, 1917, 1967 ve 2017’nin en büyük 50 şirketinin sektörel dağılımını veren datalar yayınladı. Tekel durumları nedeniyle ek kâr elde edebilecek olsalar bile, büyük tekellerin, yatırımlarını ağırlıklı olarak, ekonominin yönlendirici ve kârlılıkları görece yüksek sektörlerine yönlendirecekleri varsayımıyla, bu dataların, Amerikan şirketlerinin genel yönelimi ve sektörlerin ABD ekonomisindeki ağırlıkları konusunda da genel bir fikir vereceğini düşünebiliriz.
Ancak, Forbes India’nın hazırlayıp yayınladığı dataların önemli bir ayrıntıya dikkat edilerek yorumlanması gerekli. Elli yıllık aralıklarla düzenlenmiş datalar, düzenleniş yıllarındaki finansal işletmeler ve yatırımlarına ilişkin ölçütlerde farklılıklar olduğu ve bunların doğal olarak datalara yansıdığı, bunun da daha çok Forbes’in 50 ve yüzyıl öncesiyle bugünkü “tekelcilik” ve işletmelerin finansmanına yaklaşımındaki farklılıktan kaynaklandığı bilinerek kıyaslanmalıdır. Bu, dataları yayınlayan Michael Noer ve Jeff Kauflin’in düştükleri “yüzyıl öncesinin büyük şirketlerinin birçoğu tröstler (veya onların bağlı şirketleri) idi ve Wall Street’in tekelcilik arayışındaki finansörlerinin kontrolündeydiler. Bugünün listesi, tersine…”[35] şeklindeki nottan da anlaşılmaktadır.
Bu “ayrıntı”ya şu nedenle dikkat etmek şarttır ki, yüzyıl öncesinin listesinde tek bir banka ve finans şirketi bulunmaz ve elli yıl öncesinde ise yalnızca Bank of America 49. sıradan listeye girebilmişken, 2017 listesinde “finansal hizmetler” adıyla banka ve finans şirketleri sektörel dağılımın 2. sırasında yer almaktadır. Oysa 100 ve 50 yıl önce sanayiye yatırım yapmış olan banka ve finans şirketlerinin adı geçen büyük tekellerin finansörleri olduklarını hem yayımcılar düştükleri notta belirtmişlerdir ve hem de bu herkesin bildiği bir gerçektir. Örnekse 1911’de “anti-tröst” yasayla parçalanmış olan ve Rockefeller ailesince finanse edilen Standard Oil’in üç “parçası” da 1917 listesindeyken, hiçbiri listede görünmemesine rağmen, bu ailenin çok sayıda kentte ayrı adlarla First National City Bank ya da benzer isimle faal olan bankaları vardı ve SO’leri bu bankalar finanse etmekteydi. Aynı şekilde Morgan ailesi ve Morgan Fund, Manhattan Bank vb. adlarla finans şirketleri hem 100 hem de 50 yıl önce faallerdi ve kuşkusuz birçok sanayi işletmesinde yatırımlara sahiptiler, ama listelerde yoklar!
Bu “ayrıntı” göz önünde bulundurulduğunda da, büyük Amerikan tekellerinin 100 yıllık serüvenini yansıtan tablo ilginçliklerle dolu ve ilk 50’nin faal olduğu sektörlerin ciddi ölçüde değiştiği görülüyor. Hemen sadece tekeller ve mali sermaye egemenliği değişmeden kalmış, ama ilk 50’ye giren tekellerin adlarıyla kimlikleri, büyüklükleri ve sektörleri büyük bir değişimden geçmiştir. Kapitalizmin genel eğilimi, emperyalizm döneminde hız kesmemiş, tersine hızlanmıştır; tıpkı ülkeler gibi, tekeller ve işkolları (sektörler) da eşitsiz ve sıçramalarla gelişmekte, tekellerin gücü ve ilişkileriyle işkollarının ağırlığı hiçbir zaman sabit kalmamaktadır.
1917 sıralaması şirketlerin toplam varlıklarına göre ve sırasıyla üç sektör; çelik, petrol/gaz ve madencilik, şirketlerin %40’ının yatırım yaptığı sektörler. Bu üç sektörü, gıda ve telekomünikasyon izliyor. 1967’de piyasa değerlerine göre yapılan sıralamada belirgin bir değişme var; petrol/gaz %18 ile en çok yatırım alan sektör, onu, oranları azalarak sırasıyla “teknoloji şirketleri” denen elektronik/bilgisayar, uçak motoru, roket ve güdümleme sistemleri vb. savaş malzemeleri üreten şirketler, telekomünikasyon, filmcilik ve otomotiv takip ediyor. 2017’de değişim daha da büyüyor ve 50 yıl öncesinin birincisi petrol/gaz 6. sıraya gerilerken,
Forbes 2020’de dünyanın en büyük 2000 şirketinin sektörel dağılım ise şöyle: Banka ve çeşitli finansal hizmet şirketleri %21,95 ile ilk sırada ve sigorta şirketlerinin %5,55’lik payı da eklenirse sektörün payı toplam 27,5’e yükselmekte; ardından “teknoloji” şirketleri %8,05, inşaat %6,85, petrol/gaz %5,05 ile sıralanmaktadır.[36]
Finans sektörünün eskiden listelerde görünmeyişinin oluşturduğu probleme değinmiştik. Buradan, bugün birleşmeler vb. ile ağırlığı daha da artarak fazlasıyla etkili olmasında hiçbir gariplik olmayan finans sektörünün eskiden etkisiz olduğu sonucu çıkarılamaz. Listeler, bu nedenle, sözü edilen “ayrıntı” dikkate alınarak, “bütün şirketler” ve “finansal-olmayan şirketler” olarak bölünmesiyle düzenleniyor; ancak şirketleri sermayeleri finansal olan ve olmayan olarak ayırma olanaksızlığı dolayısıyla, bu da bir başka zorluğa kaynaklık ediyor.
Finans sektörü bir yana yatırım alan sektörlerde net olarak bir farklılaşma var. Atlanmaması gereken bir eğilim, her üç listede birden yer alabilen sadece 2 tekel bulunmasıdır: AT&T ve General Electric. 1917’de 1. olan US Steel örneğin, 1967’de 35., 2017’de ise 1965. sıraya gerilemiş; yüzyıl öncesinin önde gelen diğerleri ise tamamen liste dışı kalmış, küçümsenmez bir bölümü ise başka tekellerle birleşmiş ya da satın alınmıştır. Diğer bir eğilim ise, tersinden, ABD’nin en zenginlerinden Warren Buffet’in Berkshire Hathaway’i istisnasıyla, 2017’in en büyük 6 tekelinin, bırakalım 100 yıl öncesini, ancak son yirmi beş yıl içinde kurulmuş olmasıdır; bunlar sırasıyla, Apple, Alphabet (Google), Microsoft, Amazon, B. Hathaway ve Facebook’tur.
YÜKSELEN TEKELLER VE GERÇEK
Az önemli oldukları için değil, ama üzerlerinde çok durulan Apple ve Microsoft gibileri özel bir ilgiyi hak ettiklerinden “yüksek teknoloji” tanımının kapsadığı –örneğin Boing, Lockheed Martin, Airbus ve 2019’da United Technologies ile Raytheon arasındaki gerçekleşen 121 milyar dolarlık birleşmeyle kurulan Raytheon Technologies türü– gelişmiş silah üretiminde yoğunlaşmış olanları bir yana bırakırsak…
Önden gelen şirketlerin listesini yayınlayan tüm ünlü anketlerde görülen tablo, Amazon ve Facebook türü e-ticaret yapanlarla Apple örneği bilgisayar-telefon vb. üreten şirketlerin artık en önde gelen tekellerden olduklarıdır.
E-ticarete değil yüksek teknoloji kullananlara yoğunlaşırsak, sektörün öncülerinin, merdiven altları ya da garaj köşelerindeki yaratıcı çalışmaların ürünü olarak neredeyse “sıfır” sermayelerle kurulduğu hikaye edilegelmiştir. Yeni bilimsel ve teknolojik buluş ve geliştirilen uygulamalar bir sıçrama olanağını hep sunmuş ve sanayiye ya da bugün olduğu gibi “yeni sanayi dalları”na uygulanabilme yeteneğindeki software ve online alana ilişkin buluşların birbiri peşi sıra sökün eden sonrakileri değil, ama özellikle “ilk”leri birer sıçrama tahtası olarak rol oynayabilmiştir.
Burada ince bir çizgi vardır; çünkü tekel, yatırımlarını ve daha uzun süre devam edecek getirilerini gözeterek, ek yatırımlar gerektirecek buluş ve yeniliklerin “çekmeceye atılıp saklanması”na yol açan çürüme eğilimi demektir.[37] Ama öte yandan, hem tekel rekabetin mutlak olarak sonu değildir ve hem de dünya dönmeye devam eder. Bir buluş çekmeceye atılır, ikincisi, üçüncüsü atılır; fakat, çekmeceye atılmak istense bile, tekeller her şeyi çözümleyip önlemini almaya güç yetirmedikleri için sistemlerinin geriye bırakmadan edemediği incecik çatlaklarından sızıp önlenemez bir yükselişi başarabilme yeteneğinde olan, sık sık tanık olunamayacak, belirli kritik bilimsel ve teknolojik atılım dönemlerine özgü birkaçı, gerçekleşebilir ölçüde örgütlenmeyi başarıp gelişebilir. Üstelik, bir rakibin aynı ya da benzer teknolojiye, hatta daha ilerisine ulaşma olasılığı yok sayılamaz. Teknolojik üstünlük, eşitsiz ve sıçramalı gelişmenin bir unsuru ve koşuludur.
Ancak teknolojinin gücü önemli olmakla birlikte bir yere kadardır ve tek başına bu güç yetersiz kalır. Sanayiye uygulanması kolay değildir, belirli bir sermayeyi gereksinir ve bu olmazsa olmazdır; sermaye ise, biriktirilmiş yatırım fonları olarak kasalarda ya da portföylerdedir.
Kurucuları B. Gates ile P. Allen, yeni geliştirdikleri BASIC yazılımı dilinin bir versiyonunu zamanın Altair Bilgisayarları yapımcısı MITS şirketinin pazarlaması için anlaşma yapmalarının ardından Microsoft’u kurarak bugüne gelmişken, şimdi Hindistan’da birlerce yazılımcı geliştirdikleri programlarla karınlarını zor doyuruyorlar. Apple ise, 1976’da arkadaşı Wozniak’la birlikte HP’de part-time çalışmakta olan S. Jobs’un garajında kuruldu, ama garajda bir sanayi olarak gelişmedi. Üstelik sonra da bu tür çalışmalar çok yapıldı, ama yeni Apple’lar kurulamadı.
Ne Microsoft ne Apple, genişleyen bir yeniden üretimin gerçekleşebilmesi için şart olan sermaye yatırımları olmadan atılımlar gerçekleştirebildi.
Anlaşılması için iki örnek. Murat Vargı, elinde GSM operatörü bilgisiyle, Koç ve Sabancı’nın kapılarını çalıp olumlu yanıt alamayışının ardından Çukurova Holding’in “oluru”nu alıp, küçük ortak olarak, onunla ve Finli TeliaSonera ile birlikte Türkcell’i kurabildi.[38] İkincisi yakın bir örnek: BioNTech, Uğur Şahin ve Özlem Türeci tarafından kuruldu, ancak ilk elde 150 milyon Euroluk bir “katkı”nın ardından, sonuncusu Amerikan devi Pfizer’ınki olan “birleşmeler” süreciyle fazlasıyla farklılaşarak ilerleyebildi.
Önce son çeyrek yüzyılın bu yeni tekellerinin büyüme süreçlerini izleyelim.
Dev tekellerin egemen olduğu kapitalist piyasada “yutulmadan” ayakta kalıp gelişerek en büyükler arasına katılmayı başaran söz konusu yeni tekeller hızlı hamlelerle büyüdüler ve artları sıra gelen yeni şirketlere aman vermeyip çoğunu birleşme ve daha çok satın almalarla yutarak ilerliyorlar.
2019’da piyasa değeri 1 trilyon dolara ulaşan Microsoft; sırasıyla, 2007’de 6,3 milyar dolara digital pazarlama ve teknoloji tekeli Quantive’i, 2011’de 8,5 milyar dolara Skype’ı, 2014’te 7,2 milyar dolara –bir zamanlar 1 numarayken zamana ayak uyduramamış– telefon tekeli Nokia’yı, 2016’da 26,2 milyar dolara iş ve iş bulma ağı Linkedin’i ve 2018’de kullanıcılarına yeni araç ve yetenekler sunabilmek için 7,5 milyar dolara GitHub’ı satın alarak gelişti.[39]
2019 piyasa değeri 851 milyar dolar olan perakende e-ticaret tekeli Amazon’un, tümü, satışlarını hızlandırıp çeşitlendirerek birbirini tamamlamasını öngören satın almaları ise; 2009’da 1,2 milyar dolara giysi perakendecisi Zappos.com, 2014’te 970 milyon dolara video oyunları platformu Twitch, 2017’de 13,7 milyar dolara süpermarket zinciri Whole Foods ve 2018’de 1,2 milyar dolara online eczacılık şirketi Pill Pack ile 1 milyar dolara online akıllı kapı zili üretici ve pazarlamacısı Ring’i bünyesine katması oldu.
2019’daki piyasa değeri 830 milyar doları bulan bir e-tekel olan Alphabet (Google) de ne kadar adı duyulmuş on-line şirket varsa yutarak büyümeye yöneldi: 2006’da 1,7 milyar dolara YouTube, 2007’de 3,1 milyar dolara masaüstü reklamcılık yapan DoubleClick, 2012’de 12,5 milyar dolara Motorola, 2014’te 3,2 milyar dolara akıllı ev teknolojisi üreticisi Nest ve 2019’da 2,6 milyar dolara data analiz şirketi Looker.
2019’da 500 milyara varan piyasa değeriyle yine bir e-tekel olan Facebook ise, elinde akıllı telefon olan herkesin uygulamalarını kullandığı şirketleri yuttu ve sonuncusu olan WhatsApp üzerinden kullanıcılarının data bilgilerini tekelci çıkarlarının hizmetine koşmayı dayattığı kirli yollarda yürüyor: 2012’de 1 milyar dolara Instagram, 2013’te 200 milyon dolara mobil analiz şirketi Onavo, 2014’te sırasıyla, 500 milyon dolara LiveRail, 2 milyar dolara Oculus ve 22 milyar dolara WhatsApp.
Her birinin 2019 Ekim’ine kadar yuttuğu toplam şirket sayısı dudak uçuklatıcı: Alphabet 236, Microsoft 225, Apple 109, Amazon 108, Facebook 79.
Peki, bu ilerleyiş ilk ivmesini nasıl sağladı ya da sonra çok sayıda işletmeyi satın alıp kendisine bağlayan e-tekellerin kendileri satın alınmadan mı büyüdüler– Apple örneğinde bunu görelim.
Apple tabii ki “sıfırdan” Apple olmadı ve kurucuları sermaye ihtiyacıyla kıvrandılar. İki Steve, Jobs ve Wozniak, ikincisinin geliştirdiği kişisel bilgisayardan ilk ellisi için bir elektronik mağazasından sipariş aldıklarında üretime geçebilmek üzere harç-borç para topladılar, ancak böyle gidemeyeceği ortadaydı ve yeni kurdukları şirketin %30’unu 250 bin dolara Apple’ın ilk yatırımcısı olan eski Intel yöneticisi Mike Markkula’ya sattılar.[40] Ardından diğer yatırımcılar sökün etti. Örneğin Peter O. Crisp 300 bin dolar yatırarak %10’luk hisse sahibi oldu.[41]
Büyüme adımlarını finansörlerin yatırımlarıyla atmaya başlayan ve daha yolun başında yeni yatırımcılarının Steve Jobs’u dışlayıp, başına CEO olarak –Pepsi’nin CEO’su– J. Sculley’ı getirdikleri Apple, yaşadığı sallantının ardından Jobs’un dönüşüyle birlikte rakibi Bill Gates’in bile 150 milyon dolarlık yatırımını çekerken,[42] başarı sinyalleri, Apple’ın arkasında, yönettikleri fonlar öncekilerden çok daha büyük olan yatırımcıları topladı.
Günümüzde Apple’ın 8 kişilik Yönetim Kurulu’nda Başkan ve Ceo’nun yanı sıra banka ve finans şirketlerini temsilen şu kişiler bulunuyor: Aynı zamanda JP Morgan Chase, Dow Chemical ve CDW YK’larında yer alan bir kişi; Generation Inv. Manag. YK üyesi bir eski ABD Başkan Yardımcısı; General Electric ve Daimler-Benz YK üyeliği de yapmış, Uniliver ve Rockefeller Capital Management & Wayfair Inc. YK üyesi, Grameen America Başkan ve CEO’su bir kişi; Target Corp. ve Bank of America YK üyesi bir kişi; silah üreticisi Northrop Corp YK üyeliği yapmış, Chevron, Amgen Inc. ve Air Lease Corp. YK üyesi bir kişiyle ünlü fon yöneticisi BlackRock YK üyesi bir finansör.[43]
Yaklaşık olarak Başkan A. Levinson’un 4,5 milyon, CEO T. Cook’un 437 bin ve Şef yönetici J. Williams’ın 490 bin parçalık görece küçük hisselerinin yanında Apple’ın büyük hisse sahipleri ise şu üç büyük finans şirketi: 6,2 trilyon dolarlık bir varlığı yönetmekte olan, toplamın %7,8’ini oluşturan 1,3 milyar hisseye sahip Vanguard Group Inc., yaklaşık 8,67 trilyonluk bir varlığı yöneten ve toplamın %6,6’sı olan 1,11 milyar hisseye sahip BlackRock ve toplamın %5,96’sı olan 1 trilyon dolar hisseye sahip Warren Buffet’in Berkshire Hathaway’i.[44]
Kim, bu e-ticaret ve online işlemler yapanlarla yüksek teknoloji kullanan yeni tekellerin kapitalist sömürünün gerçekleştiği mali sermaye örgütleri olduğunu görmezden gelip iyilik melekleri olmasa bile sosyal dayanışma ağ ve araçları olduklarını ileri sürebilir? Ve kim e-tekeller ve diğer yenilerin banka ve fon yönetimi şirketleri de içinde olmak üzere bütün diğerlerini yaya bırakıp kendilerinden menkul bir “aşama”yı ifade ettiklerini iddia edebilir? Yüksek teknoloji ve e-ticaret tekelleri, evet, teknikteki bir yenilenmenin ürünü önde gelen tekellerdendirler ve her biri, hem de çok yoğun ve informal, küçümsenemeyecek bir yüzdesi kafa emeği olan vasıflı ve vasıfsız emek-gücü sömürüsünde uzmanlaşmış, büyük ek tekel kârlarının elde edildiği yüz binlerce işçinin istihdam edildiği merkezlerdir. Statista’nın verdiği 2020 yılı rakamlarına göre, bağlı şirketleriyle dünyanın dört bir yanında fason iş yaptırdıkları şirketlerde çalışanlar hariç olmak üzere; Amazon tam ve kısmi zamanlı 1 milyon 298 bin, geri kalanlar tam zamanlı olmak üzere, Microsoft 163 bin, Apple 147 bin, Alphabet 135.300, Facebook 58.600 işçi çalıştırmaktadır. Biçim yenilenmektedir, ancak Apple örneğinin gösterdiği gibi, öz aynı özdür: Öncelikle tümü mali sermaye şirketleridir. Yeni teknolojiye dayalı sanayiin ya da digital teknolojinin uygulandığı ticaretin temsilcileridir, ama milyarlarla asıl oynayanın Apple ya da diğerlerinin örneğin CEO’ları olduğunu sananlar yanılırlar, hisseler ve denetim bankalarla finans kurumlarındadır ve bunlar mali sermayenin kalbi olarak kalmaktadır.
[1] Lenin, V.I. (2009) Emperyalizm, çev. C. Süreya, 12. Baskı, Sol Yayınları, Ankara, sf. 19-20.
[2] Statista (2021) “Total number of enterprises in the non-financial business economy in Germany in 2018”, https://www.statista.com/statistics/502426/germany-number-of-enterprises-by-employment-size-class/
[3] Statista (2021) “Largest companies in Germany based on revenue in 2020”, https://www.statista.com/statistics/1218876/largest-germany-based-companies-revenue/
[4] Eurostat (2018) “How many people work in small enterprises?” https://ec.europa.eu/eurostat/web/products-eurostat-news/-/WDN-20180627-1
[5] Statista (2021) “Gross domestic product (GDP) of the United States at current prices from 1985 to 2025”, https://www.statista.com/statistics/263591/gross-domestic-product-gdp-of-the-united-states/
[6] SBE Council (2021) “Facts & Data on Small Business and Entrepreneurship”, https://sbecouncil.org/about-us/facts-and-data/
[7] Statista (2019) “The Top 10 Percent Own 70 Percent of U.S. Wealth”, https://www.statista.com/chart/19635/wealth-distribution-percentiles-in-the-us/
[8] Lenin, age, sf. 21.
[9] Lenin, age, sf. 27
[10] Birleşme ve yutmaların doğrudan bir sonucu büyüme ve tekel kârlarındaki artışken, bir diğeri işten çıkarmalardır.
[11] Lewis, M. (2021) “Examples of the Most Successful Company Mergers and Acquisitions of All Time”, https://dealroom.net/blog/successful-acquisition-examples
[12] Reuters (2013) “Vodafone and China Mobile pull out of Myanmar race”, https://www.reuters.com/article/us-vodafone-chinamobile-myanmar-idUSBRE94U0FT20130531
[13] Middleton, J. (2008) “Vodafone takes brand into Russia, CIS”, https://telecoms.com/4974/vodafone-takes-brand-into-russia-cis/ ve Kunle, M. (2015) “Vodafone Expands Partnership with Mobile TeleSystems in Ukraine”, WSJ, https://www.wsj.com/articles/vodafone-expands-partnership-with-mobile-telesystems-in-ukraine-1445013306
[14] Shell (t.y.) “About Us”, https://www.shell.com/about-us/our-heritage/our-company-history.html
[15] BP (t.y.) “Late century – 1971-1999”, https://www.bp.com/en/global/corporate/who-we-are/our-history/late-century.html
[16] Chevron (t.y.) “see where we’ve been and where we’re going”, https://www.chevron.com/about/history
[17] Rich, G. (2020) “This Could Be The Year’s Biggest Oil And Gas Takeover”, https://www.investors.com/news/oil-prices-merger-opportunities-reprot-conocophillips-concho-us-shale/
[18] Seidman, D. (2019) “Bank of America Continues to Prop Up the Fossil Fuel Industry”, https://truthout.org/articles/bank-of-america-continues-propping-up-the-fossil-fuel-industry/
[19] Seidman, Bank of America Continues…
[20] Pygas, M. (2020) “Bank of America Pledges Not to Finance Oil and Gas Exploration In the Arctic”,
https://www.greenmatters.com/p/bank-of-america-oil-and-gas-exploration
[21] Bank of America (2021) “Bank of America Announces Actions to Achieve Net Zero Greenhouse Gas Emissions before 2050”, https://newsroom.bankofamerica.com/content/newsroom/press-releases/2021/02/bank-of-america-announces-actions-to-achieve-net-zero-greenhouse.html
[22] Murphy, A., E. Haverstock, A. Gara, C. Helman, N. Vardi (2021) “Global 2000: How The World’s Biggest Public Companies Endured The Pandemic”, https://www.forbes.com/global2000/#6ae1082e335d
[23] https://www.cnbc.com/2020/06/21/banks-have-grown-by-2-trillion-in-deposits-since-coronavirus-first-hit.html
[24] Murphy vd., Global 2000
[25] Seidman, “Bank of America Continues…”
[26] Forbes (2021) “Berkshire Hathaway (BRK.B)”, https://www.forbes.com/companies/berkshire-hathaway/?list=global2000/
[27] Forbes (2021) “Goldman Sachs”, https://www.forbes.com/companies/goldman-sachs/
[28] Hilferding aktaran Lenin, age, sf. 55.
[29] “Üretimin yoğunlaşması, bunun sonucu olarak, tekeller; sanayinin ve bankaların kaynaşması ya da iç içe girmesi –işte mali sermayenin oluşum tarihi ve bu kavramın özü.” (Lenin, age, sf. 54) demişti Lenin, Hilferding’in eksik tanımını tamamlarken. Hala kavramın ne özü ne de içeriği değişmiştir, ama açıktır ki, kaynaşma ve iç içe girme çok daha ilerlemiştir.
[30] Lenin, age, sf. 47.
[31] Daimler (2021), “Bader M. Al Saad”, https://www.daimler.com/company/corporate-governance/supervisory-board/al-saad.html
[32] Daimler (2021), “Overview of Daimler shareholders”, https://www.daimler.com/investors/share/shareholder-structure/
[33] Lenin, age, sf. 113.
[34] Lenin, age, sf. 139.
[35] Noer, M., J. Kauflin (2017) “America’s Top 50 Companies (1917-2017)”,
https://www.forbesindia.com/article/forbes-100th-anniversary/americas-top-50-companies-(19172017)/48533/1
[36] Tucker, H. (2020) “Global 2000 Highlights: Inside The Numbers Of The World’s Largest Public Companies”, https://www.forbes.com/sites/hanktucker/2020/05/13/global-2000-highlights-inside-the-numbers-of-the-worlds-largest-public-companies/
[37] Lenin üzerinde durmuştu: “… bütün tekeller gibi, kapitalist tekel de şaşmaz bir biçimde bir durgunluk ve çürüme eğilimine yolaçar. Tekel fiyatlarının, geçici olarak bile sabit tutulması, bir noktaya kadar, ilerlemede ki itici ögeleri yokeder, bunun sonucu olarak da bütün ilerlemeleri frenler. Ayrıca, teknik ilerlemeyi yapay olarak frenleme yolunda ekonomik birtakım olanaklar da doğurur. Bir örnek verelim: Amerika’da, Owens adında biri, şişe yapımında devrim yapacak bir makine icat etmişti. Alman şişe fabrikatörleri karteli, Owens’in patentini satın aldı; ama kullanacağı yerde çekmeceye atıp sakladı.” Ancak tekel rekabeti ve gelişme ve değişimleri mutlak olarak önleyemez diye de eklemişti: “Elbette, bir tekel, kapitalist rejimde, dünya pazarındaki rekabeti tümüyle ya da uzun bir süre için ortadan kaldıramaz. Kuşku yok ki, üretim giderlerini azaltma ve uygulanan teknik düzeltme işlemleriyle kârı artırma olanağı, birtakım değişikliklere yolaçmaktadır.” (Lenin, age, sf. 111-112)
[38] Munyar, M. (2020), “Allah’tan Turkcell Holding bünyesinde hiç yer almadık”, https://www.dunya.com/kose-yazisi/allahtan-turkcell-holding-bunyesinde-hic-yer-almadik/473286
[39] “The big five” (büyük beşler) olarak anılan “teknoloji şirketleri”nin en büyük beşinin satın almaları hakkındaki bilgiler için bkz. Jones, K. (2019) “The Big Five: Largest Acquisitions by Tech Company”, https://www.visualcapitalist.com/the-big-five-largest-acquisitions-by-tech-company/
[40] Celebrity Net (2020), “Mike Markkula Net Worth”, https://www.celebritynetworth.com/richest-businessmen/ceos/mike-markkula-net-worth/
[41] Fandom (t.y.) “Peter O. Crisp”, https://apple.fandom.com/wiki/Peter_O._Crisp#Career
[42] Weinberger, M. (2017) “This is why Steve Jobs got fired from Apple — and how he came back to save
the company”, https://www.businessinsider.com/steve-jobs-apple-fired-returned-2017-7?r=US&IR=T#by-that-august-jobs-had-already-started-to-shake-things-up-he-brought-in-a-new-board-and-made-peace-with-long-time-rival-bill-gates-the-microsoft-chairman-made-a-live-streamed-appearance-at-the-macworld-conference-to-announce-a-150-million-investment-in-apple-to-boos-from-the-audience-16
[43] Apple (t.y.) “Apple Leadership”, https://www.apple.com/leadership/
[44] Reiff, N. (2021) “Top Apple Shareholders”, https://www.investopedia.com/articles/markets/120115/top-5-apple-shareholders.asp