Yusuf Akdağ

“Tarihin sonu”, “Yeni Dünya Düzeni” ve “Küreselleşme” adlandırmalarıyla formüle edilip teorisi yapılan, savaşsız ve refaha boğulma yoluna girmiş yeni bir kapitalist dünya idi! Abartı ve çarpıtmaya dayalı kurgusal anlatı(lar), kapitalist-emperyalist dünya sistemi dışında bir başkasının mümkünsüzlüğünü tanıtlama iddiasına sahipti ve 20. yüzyıl boyunca tanık olunmuş-yaşanmış tüm olumsuzlukları sosyalizm ve Sovyetler Birliği’nin varlığıyla gerekçelendirmeye özel ve aşırı bir önem vermekteydi.

Burjuva ideologlarıyla “solcu eskisi” liberal teorisyenlere göre, sosyalizmin tasfiyesi ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla savaş nedenleri ortadan kalkmış; çelişkiler uzlaşır hale gelmiş, yeni ve barışçıl bir dünya durumu oluşmuştu! Kapitalizmin savaş ve yağmayla örülü tarihini, emperyalistler arası çelişki ve sınıf savaşlarını örtme olanaksızlığına rağmen, bu uyuşturucu anlatı ve söylem, iletişim teknolojisindeki gelişmelerden yararlanılarak uluslararası alanda yaygınlaştırıldı ve özellikle küçük ve orta burjuva aydın kesimleri arasında etkili oldu. Vietnam, Nikaragua, El Salvador, Yugoslavya, Afganistan, Irak, Suriye, Libya, Yemen gibi, örnekleri çoğaltılabilir ülkelere askeri saldırıların tümü, emperyalist kapitalist devletlerin imzasını taşımasına; kentler bombalanıp kiminde milyonlara varan katliamlar düzenlenmesine; yüzbinlerce-milyonlarca insan topraklarından kopmaya mecbur bırakılmasına rağmen, yalan üzerine oturtulmuş bu yeni düzen söylemi sürdürüldü.

Gelgelelim üç aya yaklaştı, tüm “uygar dünya”da, savaş, yeniden en çok konuşulan konudur ve alan değişikliğiyle yeni bir savaş söz konusudur. “Sahne” perdesizdir; Putin yönetimini sosyalist olarak gösterecek en küçük veri yoktur ve gerçek o ki, kapitalist-emperyalist dünya, eşitsiz ve sıçramalı gelişmeyle bağlı rekabet ve pazar kavgalarının sonuçlarıyla boğuşmaktadır. “Güçlü ordu, güçlü ülke” söylemi günümüz burjuva devlet yöneticilerinin popüler sloganlardan biridir ve Ukrayna’daki savaşı Putin’in otoriterizmiyle açıklayan burjuva propagandası, çürük patatesten de kötü durumdadır.

Biden, Johnson, Borrell ve von den Leyen, Blinken ve Austin, savaşın Batı cephesi kurmay üniformalarıyla Polonya-Ukrayna sahnesine çıktılar. Rusya’nın saldırısıyla başlayan savaş, büyük güçlerin etki alanları üzerine mali, ekonomik, diplomatik vb. araçlarla süren güç mücadelesini daha çıplak biçimleriyle açığa vurdu. Savaş, sadece işgale girişenlerin haksızlığını değil, Ukrayna’nın neo-Nazi bileşimli burjuva iktidarının Batılı emperyalistlerin güdümünde bir ülke tasarımı ve hedefini de açığa çıkardı. İşbirlikçi yönetim, Amerikan-İngiliz-Alman emperyalistlerinin etki alanlarını genişletecekleri bir mevziye yerleşirken[1], Batılı emperyalist devletler (ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, Avustralya, Danimarka, Kanada, İtalya) ile İspanya, Polonya, Romanya, Estonya, Finlandiya, Çekya, Slovenya gibi ülkelerin yönetimleri, Ukrayna burjuvazisine mali-askeri destek vererek, tank, füze, savaş uçağı, uçaksavar ve tanksavar sistemleriyle savaş mühimmatı sevk ederek ve özel savaş birlikleriyle savaşın tarafı oldular. Hemen tüm kapitalist güçleri, bulundukları mevzilerinden başlarını kuvvetle kaldırarak “biz de varız!” diye harekete geçiren bu savaş, savaşların kapitalist-emperyalist kaynağını bir kez daha açık hale getirdi. Bu kaynağa ve güncel etkenlerine daha yakından bakalım.

TEKELLEŞME VE EMPERYALİST YAĞMA SİYASETİ

Lenin, 1916 “ilk yazı”nda kaleme aldığı “Kapitalizmin Yeni ve En Yüksek Aşaması Emperyalizm”[2] adlı eserinde, Marks ve Engels’in 1870’li yıllarda işaret ettikleri sermaye yoğunlaşması ve tekelleşme olgusunun 20. yüzyıl başlarında ulaştığı düzeyi veri almış, Hobson ve Hilferding’in emperyalizm üzerine makalelerini de irdeleyerek kapitalist tekellerin ortaya çıkması ve mali sermaye oluşumuyla uluslararası alanda meydana gelen gelişmelerin genel bir tablosunu vermişti. Ayrıntılı irdelemesinde Lenin, emperyalizmi, gelişen kapitalizmin 20. yüzyılda ulaşılan en yüksek aşaması olarak niteliyor[3]; üretim ve sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesiyle tekellerin ortaya çıkmasını; banka ve sanayi sermayesinin iç içe geçerek “kaynaşması”nı, sermaye ihracının uluslararası ilişkilerde giderek artan şekilde işlevli hale gelmesi ve dünyanın büyük kapitalist güçler arasında yeniden ve yeniden paylaşılmasını, başlıca özellikleri olarak belirtiyordu.

1916’da dünyanın içinde bulunduğu ekonomik durumun ve güçler ilişkisinin bir tablosunu veren bu eserin üzerinden 106 yıl geçti. Bu zaman içinde dünya, uluslararası ölçekte etkileri olan çeşitli büyük olaylara, savaşlara ve devrimci değişimlere sahne oldu. Ancak, kapitalizmin en yüksek tarihsel aşamasını karakterize eden temel özellikleri işlevli olmaya devam etti. İki büyük dünya savaşı dahil olmak üzere uluslararası birçok gelişme ve değişim, emperyalizmin başlıca özellikleriyle etken olduğu koşullarda gerçekleşti.

Ana hatlarıyla belirtirsek, gelişme şöyle bir seyir izledi: Büyük sanayi ve sermayenin yoğunlaşması kapitalist tekeli yarattı ve tekeller, rekabeti daha yıkıcı hale getirdiler. Sanayinin olağanüstü gelişmesi ve üretimin “gitgide daha büyük işletmeler içinde son derece hızlı yoğunlaşması” sonucu ortaya çıkan tekellerin uluslararası etkinlikleri devasa boyutlara vardı. Makinenin yetkinleştirilmesi, yüksek teknoloji kullanımı; ulaşım ve iletişim olanaklarının uluslararası alanda daha ileri düzeyde genişlemesi, kartellerin ve tekel birliklerinin ekonomi üzerinde hakimiyetine güç kattı. Tekel oluşumu, eşitsiz gelişmeyi sıçramalı hale getirdi. Bir tekelin ve ona bağlı şirketler aracıyla ve nispeten küçük miktarda bir sermaye payı ile üretimin büyükçe ve genişçe kesimine egemen olması olanaklı hale geldi. Büyük işletmeler, küçük işletmelerin “sermayelerine katılarak”, onların hisse senetlerini satın alarak veya kredi vb. gibi çeşitli yöntemlerle kendilerine bağladılar. Bu gelişme süreç içinde çok büyük boyutlara vardı ve tekeller bir ülkedeki “ulusal kapitalist şirketler”i değil sadece, uluslararası alanda merkezileşen banka ve sanayi şirketlerini, hatta bütün toplumun ekonomik yaşamını etki altına alabildiler. Az sayıdaki tekelci, toplumun sanayi ve ticari işlem ve ilişkilerini denetleyecek, banka işlemleri aracıyla diğer kapitalistlerin sermaye hareketlerini kontrol edecek konuma geldi.

Başlıca ilaç-kimya, otomotiv ve enerji alanlarında olmak üzere sanayinin çeşitli dallarında faaliyet yürüten işletmeler arasında yaşanan birleşmeler sonucu pazar payı ve kârları muazzam büyüklüğe ulaşan uluslararası daha büyük tekeller oluştu. Bir örnek 150 civarında ülkede faaliyet yürüten General Motors’tur. Şirketin 2019 geliri 137 milyar dolar olup aynı yıl itibarıyla varlık toplamı 228 milyar dolardır.

Gelirleri 100 ila 500 milyar dolar arasında değişen 100 en büyük şirket günümüzde enerjiden gıdaya, ilaçtan otomobile, demir çelikten tarım ürünlerine, iletişim araçlarından kozmetik ürünlerine, uluslararası üretim ve dolaşımı denetliyor. Dünya zengini 2 bin 755 milyarderin toplam net serveti 2021 yılı itibariyle 13,1 trilyon dolara yükseldi. En zengin ilk 10 kişinin serveti, sadece son bir yıllık süreçte 402 milyar dolar daha arttı.[4]

Mütevazı aracılar” olmaktan çıkıp “belli bir ülkenin ya da birçok ülkenin hammadde kaynaklarının ve üretim araçlarının çoğunu, kapitalistlerin ve küçük patronların para sermayelerinin hemen hemen tamamını emirlerinde bulunduran[5] tekeller haline gelen bankaların ekonomideki etkinlikleri arttı. Biri ABD, dördü Çin’e ait beş büyük bankanın sermayesi 1,5 trilyon dolar civarındadır ve dünyanın en büyük 100 bankası hemen tüm dünya ekonomisi üzerinde denetim kurmuştur.[6] Banka sermayesiyle sanayi sermayesinin iç içe geçtiği bu süreçte, banka ve şirket yöneticisi “uzmanlar”, şirketlerin ve bankaların yönetim kurullarında da yer alarak kaynaşmayı fiili olarak da gerçekleştirdiler. Sanayiciler, kullandıkları sermayenin büyükçe bir kısmını bankalardaki “birikim”den sağlarken (bu bankaları sermaye sahibi kılıyor), bankalar da gitgide artan oranda sermayeyi sanayide kullanmaktaydılar. Bu ilişki, bankaları “sanayi kapitalisti haline” getirirken, banka sermayesini de (para sermaye) sanayi sermayesine dönüştürdü. Sanayi ve banka sermeyesinin bu iç içe geçmesiyle oluşan mali sermayenin ekonomideki gücü, süreç içinde giderek arttı. Mali sermaye, siyasal üst yapıda oligarşik tekelci azınlığın hakimiyeti için koşulları daha da uygun hale getirdi.

Eşitsiz gelişme, yoğunlaşma ve tekel, bir “sermaye fazlası”nın oluşumunu ve bu “fazla”nın dışarıya ihracını; zengin ve güçlü bir avuç ülke ve devletin sermaye ihracı aracıyla trilyonlarca dolar kâr sağlamasını olanaklı kıldı. Mali yönden güçlü az sayıdaki devlet, ülke içi emek sömürüsünden sağladıkları artının yanı sıra toprağın, işgücünün ve hammaddelerin daha ucuz olduğu, gelişme düzeyi bakımından daha geri ülkelere sermaye ihracıyla büyük kârlar elde ettiler. Borç ve kredi ilişkileri bağımlılığı artırdı. Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF), “Küresel Borç Monitörü” raporuna göre 2020’de tüm dünyadaki borç miktarı 281,5 trilyon dolara yükseldi. Bunun 203,7 trilyon doları “gelişmiş ekonomiler” denilen ülkelere, 77,7 trilyon doları, Hindistan, Güney Afrika, Brezilya ve Türkiye gibi “gelişmekte olan ekonomiler”in de içinde sayıldığı diğer ülkelere ait.[7] Kapitalist emperyalist yönetimler bu borçları halka fatura ediyor.[8] Yaşamakta olanlarla birlikte henüz dünyaya gelmemiş kuşaklar da borçlu kılındılar.

Kapitalist tekel, hemen tüm kapitalist ülkelerde rantiye tabakanın oluşumunu olanaklı hale getirdi. Üretime yatırılmaksızın, “yalnızca para sermayeden elde ettiği gelirle yaşayan rantiye” tabakanın asalaklığı daha ileri boyutlara vardı ve safları genişledi. Asalaklık ve çürüme arttı. Kapitalist üretimin “bütününde zaten var olan” karışıklık daha da arttı. Tarım-sanayi ilişkisi, tarımın aleyhine bir seyir izledi. Eşitsiz gelişmenin unsurları çoğaldı ve sanayinin farklı sektörleri arasındaki dengesizlik giderek arttı. Kapitalist pazarda güçler ilişkisi değişti. Büyük güçlere yenileri katıldı. Rekabet daha fazla kızıştı ve sertleşti.

GÜÇ İLİŞKİLERİNDE DEĞİŞİM; YENİDEN BÖLÜŞÜM SAVAŞI VE DEVRİMLE DOĞAN YENİ DÜNYA

Kapitalist eşitsiz gelişme, eski sömürgeci paylaşımın iskeletini bozan olgusal gelişmeleri hızla çoğalttı.

20. yüzyılın başında, gelişmesinin en yüksek aşamasına ulaşan kapitalizm, “ulusal koruyuculuk” önlemlerine rağmen, üretimin ve sermayenin siyasal-ulusal devletlerin sınırlarını aşma düzeyine varmasını sağladı. Bu yeni bir durumdu. Burjuva liberalleri çelişkilerin barışçıl yoldan çözülebileceği aşamaya gelindiğini vaaz ettiler. Onlara, Kautsky gibi eski bir Marksist de eklendi. Kapitalizmin bu yeni “ultra-emperyalist” aşamasında, savaşların göze alınamayacağı ya da gereksizleşeceğini ileri sürdü. Ancak ekonomik ve politik gelişmeler bu görüş ve iddiaları boşa çıkardı. Uluslararasılaşma ve dünya kapitalist pazarının oluşması, anonim şirketlerin, kartellerin ve tröstlerin oluşumu çelişkileri daha da keskinleştirdi. Kapitalist rekabet evrenselleşti; kriz aralıkları daraldı. Güç ilişkilerinin değişimi, dünyanın büyük güçler arasında yeniden paylaşımını gündeme getirdi.

Emperyalist büyük güçler, bağımlı kıldıkları ülkeleri de seferber ederek iki düşman kamp halinde karşı karşıya geldiler. Birinci Dünya Savaşı, Çarlık Rusya’sı başta olmak üzere üç büyük imparatorluğun yıkılması ve emperyalist kapitalizmin, zincirin en zayıf halkasında bir devrimle kırılmasıyla sonuçlandı.

Çarlık Rusya’sında önemli ayrıcalıklara sahip olan Fransız-İngiliz emperyalistleri, Avrupa gericiliğinin dayanaklarından biri ve “uluslar hapishanesi” olan Çarlığın ve yanı sıra Kerenski yönetiminin devamı için savaştılar. Ancak Ekim Devrimi, içerideki işbirlikçilerini de alaşağı ederek emperyalist kuşatmayı yardı, zinciri kırdı ve onun en zayıf halkasında açtığı özgürleşme alanında, Rusya’nın tüm halklarına yeni bir yaşamın yolunu açtı. Savaşın da etken olarak rol oynadığı gelişmeler sonucu başarıya ulaşan devrim, kapitalizmin sıçramalı ve eşitsiz gelişmesi ile sınıf mücadelesi arasındaki bağı açığa çıkardı. Çelişkilerin keskin, işçi ve emekçi mücadelesinin örgütlü gelişiminin güçlü olduğu halkalarda, zincirin koparılması mümkündü.

Devrim, işçi sınıfı ve ezilen halklara yeni bir dünyanın kapısını açtı ve Çarlığın ezdiği ulusların kendi geleceklerini özgürce belirlemelerinin koşullarını oluşturdu. Dünyanın altıda biri büyüklüğündeki bir alanda sosyalist yeni toplumun inşası için girişilen devrimci seferberlik ile yeni bir dünya durumu ortaya çıktı. Batılı emperyalistler ve Japonya, sosyalizmin inşasını başarısızlığa uğratmak için şoven milliyetçiliği kışkırtıcı politika izlediler. Bolşevikler buna, ezilen ulus ve halkların serbest iradeleriyle katılım kararı verdikleri Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ile yanıt verdi.

YENİ BÜYÜK BUNALIM VE SAVAŞ

Birbirini izleyen gelişmelerin sonuçlarından biri de kapitalist dünya sisteminin yeni bir büyük bunalıma sürüklenmesiydi. Kapitalist istikrar üzerine burjuva propagandası bir kez daha yalanlandı. Daralan kapitalist pazar, bölüşüm ilişkilerinin eskisi türden sürdürülmesini zorlaştırmaktaydı. 1929 büyük ekonomik bunalımı pazar kavgasını sertleştirdi. Yeni bir büyük savaşın koşulları giderek olgunlaştı. Avrupa kıtası, çelişkilerin en keskin yaşandığı alanların başında geliyordu. Nazi kıtalarının Avrupa ülkelerini işgaliyle başlayan savaş, kapitalist dünya düzenini bozucu güçlerin bizzat bu üretim sistemi tarafından üretildiğinin yeni kanıtı oldu. Batılı emperyalist devletlerin S. B.ni yıkma politikası devam etmekle birlikte, Hitler faşizminin Polonya, Çekoslovakya, Avusturya-Macaristan, Fransa, Belçika, Hollanda ve İngiltere dahil Avrupa’nın tümüne yönelik hegemonya politikası, anti-faşist ittifakı gündeme getirdi. Savaş yeni bir dünya durumunun ortaya çıkmasıyla sonuçlandı. Sosyalizm ve Sovyetler Birliği’nin dünya halkları ve işçi sınıfı nezdindeki prestiji arttı. İşçi sınıfı partileri güçlendiler. Doğu Avrupa ve Balkanlar’da halklar için yeni bir dönem başladı. Arnavutluk, Çin ve Doğu Avrupa halklarının emperyalist zincirin dışına çıkmalarıyla birlikte dünyanın genel durumu bir kez daha değişime uğradı.[9]

ABD’NİN HEGEMONYA STRATEJİSİ

Savaşın sonuçlarından biri de emperyalistler arası güç ilişkilerinin bir kez daha değişmesiydi. Birinci Dünya Savaşı’na katılmadan, savaşın sonuçlarından yararlanan ve İkinci Dünya Savaşı’nın kazananları arasında olan ABD, kapitalist emperyalist pazarın yeni hakim gücü konumuna yükseldi. Hitler-Mussolini kampı ve Japonya’nın yenilgisi, Amerikan emperyalizminin Almanya ve Japonya üzerinde denetim kurmasına olanak sağladı.

Kapitalist dünyanın bu yeni jandarmasının başlıca hedefi, SSCB’yi yıkmak, yeni devrimlerin önünü kesmek ve dünya pazarına hakim olmaktı. SSCB’nin dünya halkları ve işçi sınıfı içinde kazandığı yüksek prestiji ve giderek genişleyen etkisini zayıflatıp, gelişme doğrultusunu tersine çevirmek üzere kapitalizmin tüm güçlerinin “birleşik bir seferberliğini” gerçekleştirmeye koyuldu. Truman Doktrini ve Marshall Planı[10], NATO’nun kuruluşu, Bağdat Paktı-CENTO[11] ve Yeşil Kuşak Projesi bu strateji kapsamında gündeme geldi. 

Savaş sonrası yirmi yıllık dönemde kapitalist ekonomik büyüme nispeten hızlı gerçekleşti. Tekeller, teknik bilimsel gelişmelerin sağladığı olanakları kullanarak eski ve bilinen hammadde kaynaklarının yanı sıra henüz açıkça keşfedilememiş kaynakları da keşfederek denetimlerine almak için kıyasıya rekabet içinde oldular. Makina ve kimya sanayinde, demiryolu ve deniz ulaşımında daha ileri adımlar atıldı. Bağımlı ülkelere sermaye ihracı arttı. Hindistan, Brezilya, G. Kore, Türkiye, Meksika gibi ülkelerde kapitalist gelişme hız kazandı. Sermaye ihracı açısından altyapının, ulaşım ve iletişimin gelişmişlik derecesi de önem taşıyordu. Üretim ve dolaşım maliyetlerinin teknolojik gelişme ile dolaysız ilişkisi, sermaye ihraç alanlarının “belirlenmesi”nde giderek artan şekilde rol oynadı. Büyük kapitalist güçlerin bağımlı ülkelerin pazarıyla yetinmeyerek birbirlerinin pazarına da sermaye ihraç etmeleri, ikinci dünya savaşı sonrası on yıllarda artış gösterdi.[12]

Savaşın yol açtığı yıkım, “yeni atılım” politikası ihtiyacını artırdı. Bir diğer etken sosyalizmin gösterdiği büyük başarı ve Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Latin Amerika’da emperyalizme karşı siyasal bağımsızlık mücadelelerinin devam etmesiydi. Arnavutluk ve Çin devrimlerinden sonra, 1959‘da Küba devrimi gerçekleşti. Cezayir’in Fransız sömürgeciliğine karşı savaşı 1962’de bağımsızlığını kazanılmasıyla sonuçlandı. Vietnam halkı, komünist partisi yöneticiliğinde 1974’te Amerikan barbar sürülerini yenilgiye uğrattı. Filistin halkı, ABD’nin Ortadoğu’daki ileri karakolu İsrail’in katliam ve topraklarını genişletme politikasına karşı mücadeleyi yükseltti. Gine Bissao, Angola ve Mozambik’te anti-sömürgeci mücadeleler devam etti.

Bu sürecin bir diğer önemli gelişmesi, Krusçevciliğin SBKP’ye hakim olmasıyla SSCB’de yaşandı. Krusçevciliğin zaferini, “komünizmin tabutuna çivi çakma” nitelemesiyle selamlayan batılı emperyalistler, kapitalist restorasyonun gerek devlet kapitalizmi olarak yukarıdan gerekse içeride oluşma olanakları giderek daha fazla yeşermekte olan küçük üretim ve özel kapitalist işletmeler aracıyla gerçekleşmesini, pazarın yeniden genişlemesi bakımından iştah kabartıcı bulurlarken, nükleer gücü, muazzam birikimi ve büyük petrol-doğalgaz kaynaklarıyla dünyanın bu en geniş coğrafyasını yöneten devletin, bir “süper rakip” haline gelmesini de hesaba katmak zorunda kaldılar. 1960’lardan 90’lara dek olan süre içinde revizyonist Sovyetler Birliği, kapitalist Batı’nın jandarması rolündeki Amerikan emperyalizmi için, Asya-Avrupa ve Ortadoğu’daki en büyük rakip güçtü.

Gelgelelim Doğu Almanya’nın Batı’ya iltihakıyla başlayıp (1989), Doğu Avrupa halk cumhuriyetlerinin yıkılması ve 1990-91’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte bu durum da değişmeye başladı. Sovyetler Birliği’nin eski ülkeleriyle Doğu Avrupa ülkelerinin ekonomisi Batılı kapitalist emperyalist ülke ve tekellere açılmış oldu. Emperyalist propaganda merkezleri bu durumu, “soğuk savaşın sona ermesi” ve “yeni dünya düzeni”nin kuruluşu olarak reklam etmelerine rağmen, pazarlar üzerine kızışan rekabet, başlıca emperyalist güçlerin daha agresif biçimleri gündeme getirmesine yol açtı. Balkan ülkeleriyle Doğu Avrupa, askeri müdahaleler dahil emperyalist girişimlere daha fazla sahne oldu. Rusya pazarına yönelik rekabet kızıştı. Rus doğal gazı ve petrolünü Avrupa’ya taşıma girişimleri hızlandı. Avrupalı emperyalistlerin Afrika ve Asya pazarlarına yönelik müdahaleleri arttı.

ABD eski başkanlarından J. Carter’in ulusal güvenlik danışmanı Zbigniew Brzezinski, 1997 yılında yayımlanan “Büyük Satranç Tahtası” adlı eserinde, dünyanın merkezi gösterdiği ABD’nin süper güç konumunu koruması için, “Rusya’nın içinde bulunduğu coğrafya”yı yanına çekmesi ve Avrupa’da hâkim bir gücün ortaya çıkmasını engellemesi gerektiğini söylüyordu.[13]

Brzezinski’nin dikkat çektiği büyük coğrafya, petrol ve doğalgaz başta olmak üzere hammadde kaynaklarıyla emperyalist büyük güçlerin ilgi odağı olan bölgeydi. George W. Bush dönemi Beyaz Saray yöneticilerinden Condoleezza Rice, 7 Ağustos 2003’te, “Fas’tan Çin sınırına kadar 22 ülkenin siyasî ve ekonomik coğrafyasının değiştirileceği”ni ilan etti.[14] Buna, daha sonra, “Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi” adı verilen somut adresli Amerikan stratejisi eklendi.

ABD bu stratejisiyle, hegemonya mücadelesinde rakip tanımadığını ilan ediyordu. 21.yüzyılı Amerikan yüzyılı ilan eden ABD, NATO’yu da kullanarak Afganistan’da başlattığı işgal savaşını yirmi yıl boyunca sürdürdü. Irak’a saldırarak bir milyon insanın ölümüne ve kültürel sosyal ve iktisadi yıkıma yol açtı. Suriye topraklarının bir bölümünü hala ABD işgali altında.

ABD ve İngiltere’nin Irak’ı işgal savaşına mesafeli duran Fransa ve Almanya Bush’un aşağılayıcı söylemine hedef olurken, dönemin Alman savunma bakanı, Almanya’nın ulusal çıkarlarının kendi sınırları dahilinde bitmediğini söyledi. Bu, Almanya’nın uluslararası güç mücadelesinde taarf olduğunun ilanıydı. Almanya, bir süre sonra Afganistan’daki NATO saldırı kuvvetlerine dahil oldu ve bazı dönemlerde bu kuvvetlerin yönetimini üstlendi. Yugoslavya’nın parçalanmasında özel rol üstlenen Alman emperyalizmi, yayılma hedefli güç politikasını alenileştirdi.

Fransa’nın dış politika stratejisi daha netti ve denebilir ki ikinci büyük savaşın ardından, ABD’nin ve NATO’nun patronajına belirli bir mesafenin de ifadesiydi. Bu mesafe, onu, Almanya ile birlikte “Avrupa Ordusu”nu oluşturma politikasına yöneltti.

YENİDEN BÖLÜŞÜM İHTİYACI VE GÜÇ POLİTİKALARI

Büyük üretim ve yoğunlaşma; anonim şirketler, tröstler ve devlet mülkiyeti, kapitalizmin bunalımlarına çare olmadı. Birçok ülkenin GSMH’sindan çok daha büyük miktarda sermayeye hükmeden büyük uluslararası tekeller ve emperyalist devletler arası pazar mücadelesi daha da kızıştı. Ukrayna’daki savaş dolayısıyla yapılan açıklamalar, bu savaşın emperyalist büyük güç ilişkilerindeki değişimle bağını daha açık hale getirdi. ABD Genelkurmay Başkanı Milley, “Şu anda her ikisi de önemli askeri yeteneklere sahip olan ve mevcut dünya düzeninin kurallarını temelden değiştirmeyi amaçlayan iki dünya gücüyle, Çin ve Rusya ile uğraşıyoruz” diye konuşurken, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, NATO Dışişleri Bakanları Zirvesi öncesi yaptığı basın açıklamasında, Çin ve Rusya’nın “mevcut uluslararası düzeni değiştirmek” istediklerini belirterek buna karşı çıktıklarını söyledi. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov ise, “Özel askeri operasyonumuz, pervasız genişlemeye, ABD’nin ve onun altındaki diğer Batılı ülkelerin uluslararası arenada tam hegemonyasına yönelik pervasız anlayışına son vermek için tasarlandı” açıklamasında bulundu.

Bu açıklamalarda dile gelen ve emperyalist büyük güçler arası ilişkilerde gerginleşme ve çatışmaların gündeme gelmesine yol açan başlıca etken güç ilişkilerindeki değişimdir. Günümüz dünya ekonomisi birkaç büyük emperyalist kapitalist ülkenin ve bu ülkeler menşeli tekel gruplarının kontrolü altındadır: 2019 itibarıyla 21,43 trilyon dolar nominal ekonomik büyüklüğe ulaşan ABD bunların başında yer alıyor. Onu 16,86 trilyon dolar büyüklüğüyle Çin; 5,1 trilyon dolar ile Japonya; 4 trilyon dolar ile Almanya; 2,82 trilyon dolar ile İngiltere; 2,7 trilyon dolar ile Fransa; 1,99 trilyon dolarla İtalya;1,73 trilyon dolarla Kanada izliyor. 2,95 trilyon dolarla Hindistan; 1,85 trilyon dolarla Brezilya ve onları takiben birkaç başka ülke burjuvazisi, emekçilerin sömürülmesinden büyük pay alıyor.

Birkaç emperyalist ülke, toplam dünya ihracat-ithalatının büyük bir bölümünü denetiminde tutuyor: 2020 yılı itibariyle Çin 2 trilyon 591 milyar dolar, ABD 1 trilyon 431milyar; Almanya 1 trilyon 380 milyar; Rusya 331 milyar dolar tutarında ihracat yapmıştır.[15] Aynı yıl için yüksek teknoloji ürünleri ihracatında Çin 654 milyar dolarla ilk sırada yer alırken, Almanya 210 milyar dolarla ikinci, Güney Kore 193 milyar dolarla üçüncü, ABD 156 milyar dolarla dördüncü[16], Rusya 10,2 milyar dolarla 29’uncu sırada yer almıştır.[17] Amerikan dergisi Forbes’in 2021 yılı verilerine göre, dünya imalat sanayi üretiminde Çin 3 trilyon 868 milyar dolar ile ilk sıraya yer alıyor. Onu 2 trilyon 308 milyar dolar ile ABD izliyor. Japonya üç, Almanya dördüncü sırada. Rusya ise 212 milyar dolarlık imalat ile 11. sırada bulunuyor.[18] 

Bir başka veri doğrudan yabancı sermaye yatırımlarına aittir. Buna göre, 2020 yılı için ABD’ye 10,8, Çin’e -Hong Kong’la birlikte- 3,8, Hollanda’ya 2,9, İngiltere’ye 2,2 trilyon; Rusya’ya 446,7 milyar dolarlık doğrudan yabancı yatırım yapılırken; ABD dışarıya 8,1; Çin 4,3; Hollanda 3,8; İngiltere 2,1 trilyon; Rusya 379,6 milyar dolar doğrudan yatırım yapmıştır.[19]

Dünyanın en büyük ilk yüz şirketi sıralamasında bu ülkeler yine ön sıralarda yer alırlar: 2021 yılında 39 ABD, 16 Çin, 8 Japon, 5 Alman, 2 Rus firması ilk yüz arasında bulunuyordu. Şirketlerin piyasa değerine göre yapılan sıralama esas alındığında ise, en büyük 100 uluslararası şirketten 59’u ABD; 14’ü Çin damgası taşıyor. İsviçre, Hollanda ve Japonya’nın 3’er şirketi listede yer alırken, 67 milyar dolarlık piyasa değeriyle Rus şirketi Gazprom ve 40 milyar dolarla Lukoil, ilk yüz arasına girememiştir. Benzer bir durum bankacılık alanında da geçerlidir: 100 büyük banka sıralamasında Çin’in 21, ABD’nin 12, Japonya’nın 9, İngiltere’nin 6; Rusya’nın 1 bankası bulunuyor.

Bu tablonun gösterdiği şudur: ABD dünyanın en büyük ekonomisine, en büyük askeri gücüne ve ikinci en büyük nükleer silah gücüne sahiptir. Ekonomik-askeri gücü, mali, diplomatik ve politik bağlantıları ve NATO’yu yönlendirici rolü ile pazar ve etki alanları üzerine emperyalist güç mücadelesinin başını çekmektedir.

Amerikan yönetimi kısa bir süre önce, Rusya’yı yakın tehdit, Çin’i en büyük rakip olarak gördüğünü açıkladı. ABD için; Almanya, Avrupa’da egemen güç potansiyeline sahip rakip haline gelmeye adaydır ve Fransa, özellikle askeri girişimleriyle sorun oluşturucudur. O ve tüm bu diğerleri, yeniden bölüşümde daha büyük pay kapma politikası izlemektedir.

Rusya ise, Batılı emperyalistlerindoğudaki en önemli rakibi; nükleer silah sahibi bir güçtür. Gorbaçov ve Yeltsin döneminde dağıtılmış güçlerini Putin yönetiminde önemli oranda yeniden toparlayıp ekonomik gelişme potansiyelini harekete geçirmeye başlayan Rusya, revizyonist Sovyetler Birliği’nin dağılması öncesinde etki sahibi olduğu bölgeleri yeniden denetim altına alma politikası izliyor. Kafkasya, Ortadoğu, Afrika ve bazı Latin Amerika ülkelerindeki girişimleriyle Suriye ve Libya’da üstlendiği rol bu kapsamdadır. Mali ekonomik gücü bakımından diğer emperyalist ülkelere kıyasla daha geride bulunması, Rusya’yı etki alanları üzerine emperyalistler arası rekabette görece zayıf konuma düşürmekle birlikte, petrol-doğalgaz kaynakları gibi önemli rezervlere, yüksek teknolojiye ve nükleer silah gücüne sahip olmasının yanı sıra BMGK üyesi beş ülkeden biri olması, ona özel bir güç kazandırıyor.

Rusya, sadece pazarlar üzerine güç mücadelesinin taraflarından biri değildir. O aynı zamanda petrol ve doğal gaz, buğday ve diğer tahıl ürünleri, bakır, nikel, alüminyum, paladyum gibi doğal kaynakları, ürünleri ve geniş topraklarıyla göz dikilen büyük ve verimli bir pazardır. Sovyetler Birliği döneminde makinalı tarımsal üretimde kaydedilen gelişmelerin deneyimlerinden de yararlanarak gerçekleştirdiği üretimle dünya buğday üretimi ve ihracatında ön sıralarda yer alan Rusya, Çin ve Hindistan’dan sonra dünyanın üçüncü büyük buğday üreticisi ve en büyük ihracatçısıdır. Arpa, mısır, soya, ayçiçeği yağı üretimi ve ihracatında önemli pay sahibidir.

2019 yılı itibariyle 16,86 trilyon dolara ulaşan ekonomik büyüklüğüyle Çin, dünyanın ikinci en büyük ekonomik gücüdür. Almanya başta olmak üzere Avrupalı emperyalistlerin ve ABD’nin büyük sermaye şirketlerinin Çin’deki yatırımları artarken, büyük ve ucuz iş gücüne dayalı üretimin sağladığı sermaye birikimine dayanarak Çin, uluslararası üretim ve ticaretin başlıca en önemli ülkelerinden biri haline geldi. Ekonomik büyümesiyle birlikte askeri gücünü de yüksek teknoloji aracıyla geliştirip takviye eden Çin, 400 milyar dolarlık Kuşak Yol Projesi’yle Asya’dan Afrika’ya uzanan çok büyük ve geniş topraklarda bir ağ örmeye; ucuz krediler ve askeri üsler aracıyla etki alanını genişletmeye çalışıyor. Johns Hopkins Üniversitesinin Çin-Afrika Araştırma İnisiyatifinin verilerine göre, Çin hükümeti ve bankaları, Afrika ülkelerine 2000-2017 yıllarında yaklaşık 143 milyar dolar kredi verdi. Harvard Business Review verilerine göreyse Çin devleti ve devlete bağlı bankalarla diğer kuruluşlar dünyadaki 150’yi aşkın ülkeye bugüne kadar 1,5 trilyon dolar kredi verdi.[20]

Kapitalist gelişme ve emperyalist büyük devletler arası güç ilişkilerindeki değişim, sosyalizmin tasfiyesini savaşsız yeni bir dünya düzenin kuruluşuna işaret sayan burjuva propagandasını bir kez daha boşa çıkarmıştır. Krizlerin ve savaşların, istikrarsızlık ve çatışmaların eksik olmadığı sistem bir başkası değil, kapitalist emperyalist sistemdir. Ortadoğu büyük güçler arası çatışma alanlarından biri olmaya devam ediyor. Bölge, günümüze dek, ABD, Rusya, İngiliz ve Fransız emperyalistleri arasındaki rekabet sonucu çok sayıda savaşa sahne oldu. İsrail, İran, Türkiye, S. Arabistan ve Mısır gibi bölge güçlerinin, özellikle de İsrail, Türkiye ve İran egemenlerinin emperyalistler arası çelişkilerden yararlanma ve çatlaklardan sızarak pay kapma politikası, bu bölgenin gerginlik, çatışma ve savaşlara sahne olmasının etkenleri arasındadır.

Asya-Pasifik, diğer bir çatışma bölgesidir. Çin ve ABD bu bölgeye egemen olmak için rekabette öne çıkan güçlerdir. Bu rekabet; “ticaret savaşları”nı aşan daha sert yöntemleri gündeme getirmeye adaydır. Amerikan emperyalizmi, NAFTA ile Kanada ve Meksika’yı, Transatlantik Anlaşmasıyla Asya Pasifik’te daha geniş alanları denetlemeyi hedeflemekte; Doğu Asya pazarının etkin güçlerinden biri olan Japonya üzerindeki etkisini güçlendirmeye; G. Kore, Avustralya ve Yeni Zelanda’yı da kapsayan bir barikatla Çin’in önünü kesmeye çalışmaktadır.[21] Karşı hamle olarak Çin ve Rusya’nın yönlendirici gücünü oluşturdukları, Hindistan, Pakistan, Kazakistan, Özbekistan’ın da katıldıkları “Şanghay İşbirliği Örgütü” kuruldu. Çin’in düşük faizli kredi aracıyla Latin Amerika ve Afrika ülkelerinde etkisini artırması, sadece ABD için değil Fransız -Alman emperyalistleri için de güçlü yeni bir rakibin pazara girmesi demektir.

Etkinlik alanlarını genişletme politikası, 21. yüzyılın ilk yıllarından itibaren daha belirgin biçimleriyle görünür oldu. Taşeron şirketleri de kullanarak muazzam kârlar sağlayan büyük tekeller, hammaddelerin daha ucuza mal edilmesi, verimli kullanımı ve ikame ürün üretimi olanaklarını daha etkin tarzda kullandılar. Bağımlı ülkelerin tarımsal üretimi üzerinde baskı kuran emperyalist ülkeler kendi tarımsal üretimlerini artırdılar. İleri teknoloji kullanımı, ekonomilerin askerileştirilmesi ve militarizmin güç kazanması için yeni olanaklar yarattı. Uzay çalışmaları ve uydu sistemlerindeki gelişmeler, güneş-rüzgâr enerjisinin kullanımı, kaya gazı üretimi, arabalarda benzin ve mazot yerine LPG ve elektrikli akü kullanımı, toprak ve sudan enerji üretimi çalışmaları vb. emperyalist kapitalist büyük güçlerin ve tekellerin olanaklarını artırdı. Görünüşte siyasal bağımsızlığa sahip ülkelerin mali, ekonomik ve diplomatik bağımlılık koşulları daha da ağırlaştı.

Çin başta ve Hindistan, Pakistan, Bangladeş onu takiben olmak üzere, Brezilya, Türkiye, Meksika, G. Kore’nin yanı sıra Çekya gibi bazı Doğu Avrupa ülkelerinin emekçileri ucuz işgücü piyasasına daha fazla çekildiler. Bu ülkelerden dışarıya kaynak akışı arttı. Büyük sermaye tekelleri ortaklıklar kurarak ya da hisse payları aracıyla birçok ülkede daha fazla iç içe geçtiler. ABD ve Çin şirketleri her iki ülkede, Çin Avrupa ülkelerinde, Alman tekelleri Çin’de onlarca milyar dolarlık yatırım yaptı. Uluslararası tekellerin tedarik merkezi haline gelen Çin’in bol ve ucuz işgücü sömürülerek devasa kâr sağlandı. Rus enerji kaynaklarının Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkelerinin ekonomik yaşamındaki rolü arttı.

Pazarlar için rekabetin sertleşmesi, uluslararası siyasi askeri politikalara da yansıdı. ABD, stratejik silahların sınırlandırılması anlaşmasından çekildi. İki büyük nükleer güç karşılıklı olarak silahlanmaya hız verdi. Alman emperyalizmi, pazar payını genişletme politikasına paralel olarak militarist aygıtını takviye etti. Otomotiv ve savaş uçağı üretimindeki payı, petrol ürünleri ve elektrik üretimi alanında uluslararası rolü ve sömürge geçmişinden edindiği deneyimleriyle Fransa, pazar kavgasından geriye düşmediğini, eylemleriyle ortaya koydu. Son yıllarda en çok silah ithal eden ülkelerden biri olan İngiltere, gerginlik ve çatışmaları kışkırtıcı rol oynadı.

Militarizm tüm kapitalist ülkelerde güç kazandı. Silah sanayi kapitalist ekonominin güçlendirici sektörlerinden biri haline geldi. 2022 yılı ilk çeyreğinde 1 trilyon 100 milyar dolarlık kesimi NATO üyesi ülkelere ait olmak üzere, dünya genelinde askeri harcamalara ayrılan miktar 1 trilyon 900 milyar dolara yükseldi.

70’i aşkın ülkede 800 civarında askeri üssü bulunan ve kendisinden sonra gelen 7 büyük devletin toplamından daha fazla kaynağı silahlanmaya ayıran Amerikan emperyalizmi, Asya Pasifik, Ortadoğu, Afrika, Balkanlar ve Doğu Avrupa bölgesinde egemen güç olma politikası doğrultusunda artan şekilde daha ileri düzeyde silahlanırken, işbirlikçilerini de silahlanmaya teşvik etti.[22] Dünya toplam silah satışının dörtte birini elinde tutan ABD, 2017-2021 döneminde dünyadaki toplam silah ihracatının % 39’unu gerçekleştirdi. Onu %19 ile Rusya; %11 ile Fransa, onları da Çin ve Almanya izliyor.[23] Silah ithalatı 2017-2021 döneminde, Avrupa’da %19 oranında artış gösterdi. İngiltere, Norveç ve Hollanda Avrupa’nın en fazla ithalat yapan ülkeleri oldular. Katar, petro-dolarlar ve turizm gelirleriyle sağladığı muazzam olanaklardan yararlanarak silah ithalatında yüzde 227’lik bir artışla dünyanın en büyük silah ithalatçıları arasında 6. sıraya yükseldi

ABD’nin 2021 yılı için silahlanmaya ayırdığı kaynak 778 milyar dolardır. Onu, 252 milyar dolar ile Çin izliyor.  Olaf Scholz hükümeti, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısını fırsat sayarak silahlanma için 100 milyar avro ek kaynak oluşturacaklarını açıkladı. Almanya bu “özel fonla” birlikte askeri harcamalar için kaynağı 171 milyara çıkararak ABD ve Çin’den sonra silahlanmaya en çok para ayıran üçüncü ülke durumuna yükseldi. ABD’den 35 adet F-35 savaş uçağının alınması için girişimler başlatıldı ve Almanya’nın NATO ordularına mali katkısının %2’ye çıkarılması kararlaştırıldı. 73 milyar dolarla Hindistan, 61,7 milyar dolar ile Rusya ve yine 45 ila 60 milyar dolar arasında değişen miktardaki paylarıyla İngiltere, Suudi Arabistan, İsrail, Fransa, İtalya, İspanya, Hollanda, Polonya, Türkiye, Japonya ve G. Kore silahlanmaya daha fazla kaynak ayırdılar.[24]

Kullanılmaları durumunda dünya nüfusunun ve organik yaşamın denebilir ki tümüyle yıkımına yetecek miktar ve güçte nükleer silah üretilmiştir. ABD ve Rusya en fazla nükleer savaş başlığına sahip iki ülkedir. ABD ateşlenmeye hazır 1800, Rusya 1625 savaş başlığına sahipken, depolanmış savaş başlıklarıyla birlikte ABD 5550, Rusya 6255 nükleer savaş başlığını elinde tutuyor. Çin’in ise 350 nükleer başlığı bulunuyor.[25]

UKRAYNA ÜZERİNDEN EMPERYALİSTLER ARASI GÜÇ SAVAŞI

Ukrayna, önemli bir tahıl ve enerji kaynakları deposu; sosyalizm ve SSCB döneminde insa edilmiş altyapı tesisleri ve sanayi kuruluşlarıyla, kapitalist sömürü için verimli alanlardan biri ve emperyalist güçler açısından vazgeçilemeyecek stratejik bir ülkedir.

Rusya-Ukrayna savaşı, büyük güçler arası pazar kavgalarının sonuçlardan biri olarak gündeme geldi ve olgusal birçok değişimin yolunu açarak uluslararası alandaki muhtemel gelişmelerin bir bölümünü öne çekti. ABD’nin Rusya’yı kuşatma ve Karadeniz bölgesini etki alanı haline getirme; Almanya başta olmak üzere AB kapitalistlerinin Ukrayna’daki kaynakları yağmalama ve Rusya’nın eski etkinlik bölgelerini yeniden denetimine alma politikaları, Ukrayna’daki savaşın başta gelen etkenleridir. NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, Ukrayna ordusunu 2014’ten beri eğittiklerini açıkladı.[26] İngiliz yönetimi, Ukrayna’ya saldırıyı provoke etmek için özel çaba gösterdi. Başbakan Johnson ve savunma bakanı savaş çığırtkanlığı yaptılar.[27] Rusya’nın rekabet gücünü kırma ve genişlemesinin önünü kesme politikası izleyen ABD ve Batılı emperyalist kapitalist güçler, Ukrayna’da yıkımı davet ettiler. NATO ve AB’nin sınırları Rusya Federasyonu’na doğru genişletildi. Karadeniz bölgesi ülkelerine Amerikan ve NATO silah sistemleri yerleştirildi. Rusya’yı Balkanlara ve Doğu Avrupa’ya müdahale edemez duruma düşürme, Ortadoğu’da etkili olmasını engelleme ve hatta ötesine geçerek Kafkasya’daki varlığını sınırlama siyaseti, Rusya’yı karşı hamlelere daha fazla yöneltti.

ABD ve Avrupalı emperyalistler, NATO ve AB, Polonya başta olmak üzere Doğu Avrupa’daki birçok devleti de kullanarak Ukrayna’da, Rusya’ya karşı sürdürdükleri alan hakimiyeti politikasını, Rus ordusunun Ukrayna’ya saldırısıyla birlikte örtüsüz hale getirdiler. Milyarlarca dolarlık ekonomik yardım, uçaksavar füzeleri, tank öldürücü silahlar, savaş mühimmatı, paralı ve gizli resmi askeri birliklerle katıldıkları bölgesel çapta bir savaştır bu.

Ukrayna üzerine Batılı emperyalistler ile Rusya’nın güç mücadelesi 2014’ten çok daha önceki tarihlerde başlamakla birlikte, son sekiz yıl, büyük güçler ile bölge gerici yönetimleri desteğindeki iç çatışmaların daha da yoğunlaştığı bir dönem oldu. ABD yönlendirmesinde ülkenin NATO ve AB’ne alınması yönündeki açıklama ve girişimler, yönetim değişikliğiyle birlikte Rus kökenli nüfusun yoğun olarak yaşadığı Donbass bölgesi halkına yönelik baskının yoğunlaştırılması ve Rusçanın yasaklanması, iç çatışmaları kızıştırdı. Bu çatışmalar sürecinde Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyetlerinin Rusya desteğinde ilan edilmesi ve bu bölge halkıyla Ukrayna yönetimi arasındaki savaşın devam etmesinin yanı sıra, Kırım’ın Rusya’ya iltihakı, gerginlikleri daha da artırdı ve Batılı emperyalistlerin kışkırtıcı politikası, savaşın önemli etkeni oldu.

Rusya’nın saldırısını, NATO ve AB güçlerini yedekleme fırsatına çeviren ABD ve başkanı Biden, Ukrayna’ya ilk posta olarak 800 uçaksavar, 9 bin tanksavar, top mermileri ve 20 milyon mühimmat sağladı.[28] Javelin ve Stinger füzeleri, roketatarlar, İHA, SİHA araçları, toplar başta olmak üzere savaş araçları transfer edildi. Slovenya S-300 füze sistemleri, Çekya savaş uçakları verdi. Polonya, NATO’nun Rusya’ya karşı ileri karakoluna dönüştürüldü. ABD Polonya’ya Patriot bataryaları, İngiltere askeri personel ve Sky Sabre füze sistemleri konuşlandırdı. Kiev yakınlarında Ukrayna ordusuyla birlikte Rusya’ya karşı savaşan Amerikalı askerlerin görüntüleri gazetelerde yer aldı. Fransız özel kuvvetlerine mensup subayların Mariupol’de kapana kısıldıkları açığa çıktı. Fransız gazetesi Le Figaro’nun muhabiri Georges Malbrunot, Fransa televizyon kanalı CNEWS’e yaptığı açıklamalarda, Fransız gönüllü savaşçılarla birlikte Ukrayna’ya gittiğini, orada, Ukrayna Silahlı Kuvvetlerinin savaş politikasına ABD’li yetkililerin komuta ettiğini gördüğünü söyledi. Malbrunot sosyal medya hesabından da İngiliz SAS birimlerinin de Amerikan Özel Kuvvetleri gibi Ukrayna’da bulunduğunu duyurdu. İngiltere Savunma Bakanlığı, SAS özel kuvvetlerinin Ukrayna’da bulunduğunu reddetmedi.

Ukrayna savaşının özgün özelliği; bir büyük emperyalist gücün, görece daha güçsüz ve küçük bir kapitalist ülkeye saldırıya geçmesi; savaşın bölgesel sınırlar dahilinde sürmesi, ancak savaşan tarafların ulusal, bölgesel güçlerle sınırlı olmamasıdır. İki emperyalist “kamp” ya da “cephe” fiili savaş halinde olmamalarına karşın, “istilacı güce karşı savaş”ın ülkenin yönetimi, Batılı emperyalist büyük güçlerin denetimi ve yönlendirmesi altında, onların sağladıkları mali ekonomik, diplomatik destek, savaş araç-gereçleri ve özel savaş birliklerinin katılımıyla takviyelidir.

Zelenskiy yönetimi ve neo-Nazi güçlerin savaş öncesi ve savaştaki politikası Amerikan-İngiliz, Fransız ve Alman emperyalistlerinin başını çektikleri NATO ve AB güçlerinin Ukrayna’yı bir ganimet alanı haline getirme politikasınca şekillendirildi. Ukrayna burjuvazisiyle Rus işgal güçleri arasındaki savaş, pazarda ABD ve Batılı emperyalistlerin mi, Rusya’nın mı etkin olacağının belirlenmesi savaşıdır. Bölünmüş durumdaki Ukrayna halkı, emperyalizm işbirlikçisi gerici hakim sınıfın yedeğine düşmeme ve işgalcilere karşı savaşma gibi zor bir sorunla karşı karşıya ve iki ateş arasındadır.Ukrayna emekçileri açısından sorun Rusya’nın saldırısının son bulması sınırlarını aşmıştır. Amerikan ve Batılı emperyalistlerin savaş politikaları ve işbirlikçi Ukrayna yönetiminin baskı ve saldırıları etkisiz kılınmadan ne demokratik siyasal özgürlükler kazanılabilir ne de yeni savaş ve saldırı olasılığı ortadan kalkar.

İŞÇİ SINIFI VE SAVAŞLARA KARŞI TUTUM

Kapitalizm; çelişki ve çatışma üreten bir sistemdir. Kapitalist eşitsiz gelişme ve rekabet, tümü de pazarda daha fazla pay ve söz sahibi olmaya çalışan kapitalist- emperyalist güçler arası ilişkilerin tayin edici yasasıdır. Belirli sanayi dalları, bazı ülkeler ve bazı tekeller diğerlerinden daha hızlı gelişme gösterirler. Tekellerin egemenliği koşullarında, “piyasanın belirleyiciliği” göreceleşir ve hangi emperyalist ülke-ya da ülkeler grubunun, hangi diğer ülke ya da ülkeleri yağmalayacağını belirleyecek olan başlıca araç, sahip olunan güç olur. Gelişmenin düzeyi, teknik bilimsel donanım (makineli üretim, sermaye birikimi ve emek verimliliği önemli unsurları oluştururlar), pazar kavgasında kimin önde olacağını belirleyici rol oynar. Birbirleriyle rekabet içindeki emperyalist güçler, pazarda “aslan payı”nı kapmak için boğazlaşmaya dek tüm araç ve yöntemleri kullanırlar. Sermaye ihracı, mali bağımlılık, askeri politikalar bunlar arasındadır. 

Burjuva devlet yönetimleri, çıkar ilişkilerinin anlaşmalar ve tavizlerle sürdürülemez hale geldiği durumlarda, halk kitlelerini ulusçuluk bayrağı altında birbirlerine karşı savaşa çağırmaktan geri durmazlar. Ve böylesi gerici ve haksız savaşlarda kentler yıkılır, sosyal-ekonomik ve kültürel birikimler tahrip olur, halk kitleleri yoksulluğa, ölüme ve sakatlanmaya sürüklenirken, kazanan şu ya da bu ülkenin egemen sömürücü sınıfları olurlar.

Emperyalist ve işbirlikçi burjuvazi şimdi bir kez daha, başlıca iki karşıt güç halinde, savaşın tarafı durumundadır. Barış kavramı etrafında geliştirilip sürdürülen burjuva propagandası, riyakârlıktan ibarettir. Kapitalist dünyanın 19 ve 20. yüzyılda sahne olduğu savaşlar; iki büyük dünya savaşı ve 21. yüzyılın ilk çeyreğinde yaşanan saldırı, işgal ve yağma savaşları kuşkuya yer bırakmayan kanıtlardır. Kapitalist emperyalizmin tüm tarihi, burjuva yönetimlerin savaşlara dair söyleminin, sömürü koşullarının devamını öngören “ulusal çıkarlar” sözcüklerinde saklı burjuva ve emperyalist yağma siyasetini esas aldığına tanıklık eder. Bu riyakârlığı ticarileştiren batılı emperyalist güçler, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da sömürgeciliği yeni biçimleriyle sürdürme politikasını hiçbir zaman terk etmediler. ABD, İngiliz, Fransız ve Alman emperyalistlerinin, toplamında milyonlarca insanın katledilmesine yol açan müdahaleleri, çeşitli biçimleriyle devam ediyor. Afganistan, Irak, Libya ve Suriye’de yaşananlar yakın örneklerdir. Müdahalelerin dolaysız saldırıya dönüşmediği yerlerde ise, işbirlikçi taşeronlar aracıyla halklar boyunduruk altında tutulmaktadır. Fransız emperyalizmi, Ruanda’da kısa süre içinde 800 bin insanın barbarca katledilmesinden, İngiliz emperyalizmi Irak’ta bir milyon insanın ABD-NATO güçleri tarafından katledilmesi ve kültürel-ekonomik birikimin yıkımından sorumludur.

Emperyalizmin “iktisadi temeli varlığını sürdürdüğü” sürece, emperyalistler arası ve emperyalistlerin körüklediği savaşlar kaçınılmazdır. Ukrayna’daki savaş, emperyalist-kapitalist devlet yönetimleriyle tekelci sermaye şirketlerinin uluslararası politikalarının ürünü olarak gündeme geldi ve bu ülkeler hükümetlerinin canice girişimleriyle bağlı olarak sürüyor. Rusya ve Ukrayna halkları için yıkıcı ve düşmanlaştırıcı olmakla kalmayan bu savaş, hemen tüm kapitalist ülkelerde emekçi düşmanı politikalarda yoğunlaşmaya yol açtı. Şovenizm ve militarizm güç kazandı. Emekçilerin önemli bir kesimi burjuva devlet iktidarlarının buyrukları doğrultusunda aldatıya sürüklendiler.

İşçi sınıfı ve emekçiler açısından bir savaşı kimin başlattığı değil, hangi sınıfın ne tür amaçlar için başlattığı ve yürüttüğü, savaşa karşı tutumda belirleyici kıstastır.

Her savaş bağlandığı hedeflerin niteliğine göre şekillenir, işlev görür ve anlam bulur. Haklı-haksız savaşlar ayrımını gerekli ve kaçınılmaz kılan bu bağlam diğer yandan, savaşların bir bütün olarak ortadan kalkmasını sınıfların ve sömürü koşullarının tarihten silinmesiyle koşullu hale getirir.

Marksistlerin savaşlara ilişkin politikası, her bir savaşın sınıf mücadelesi açısından ne ifade ettiği ve hangi politikalarla bağlı olarak gündeme gelip ne tür sonuçlara yol açtığı sorularıyla bağlı olarak farklılaşır. Her bir savaş, meydana geldiği tarihsel koşullarda, onu ortaya çıkaran gelişmeler ve etkenlerle bağlı olarak, insanlığın tarihsel evriminde gördüğü işlev üzerinden anlam bulur. Sömürüye karşı emekçilerin sınıf savaşları ve anti-emperyalist kurtuluş savaşları haklı; pazar paylaşımı için rekabet ürünü ve emperyalistler arası olanları başta olmak üzere toprakların ilhakı, işgal ve yağma savaşları haksız savaşlardır. Köleliğin, feodalizmin, mutlakıyetin, sömürgeciliğin ortadan kaldırılmasına yönelik savaşlar ilericiydi. İşçi sınıfı ve emekçilerin burjuvaziye ve sömürü sistemine karşı savaşları, Komün ve Ekim, Arnavutluk, Çin ve Küba halk devrimleri, ezilen bağımlı uluslar ve halkların emperyalist devletlere karşı savaşları, tarihsel olarak ilerici ve haklı savaşlardır. Cezayir’in sömürgeci Fransız emperyalistlerine, Vietnam’ın Fransız, Japon ve Amerikan işgalcilere karşı kurtuluş savaşı, işçi sınıfının burjuvaziye karşı sınıf savaşının omuzdaşıydı. Filistin halkının Siyonist barbarlığa karşı direnişi, Kürtlerin ulusal hak eşitliği mücadelesi haklı mücadelelerdir.

Ukrayna’da yaşanan savaş bunların hiçbiriyle özdeşlik göstermeyen iki kapitalist devletin dolaysızca tarafı olduğu ve fakat ABD, AB, NATO güçlerinin patlak vermesinde özel bir rol oynamakla kalmayıp ekonomik askeri destek ve kumanda edici özel birliklerle dahil oldukları, kapitalistler arası bir savaştır. Bu savaş,ezilen-ezen uluslar arası bir kurtuluş savaşı olmadığı gibi, ilk saldıranın Rusya gibi bir büyük dünya gücü olması, saldırıya uğrayan ve dolayısıyla da savunma durumundaki Ukrayna’nın burjuva yönetimine, ulusal kurtuluş savaşçısı bir güç özelliği kazandırmaz. Amerikan İngiliz kuklası Zelensky’i “özgürlük savaşçısı”, ABD ve Avrupalı emperyalist-kapitalist güçleri “özgürlük ve uygarlık değerlerinin koruyucusu”; olarak gösteren söylem, savaş olgusunu, savaş koşullarını, neden ve sonuçlarıyla tek yanlı ve gerçekleri karartıp örtme işlevlidir.

Güven içinde yaşanabilir gerçek bir barış dönemi, ancak savaşın kapitalist kaynağı ve nedenleri ortadan kaldırılarak sağlanabilir. Aksi durumda, savaşlar ve savaş üretme potansiyeli var olmaya devam eder. Sermaye, daha çok kâr için dünyayı “kazanç alanı”na dönüştürür ve hemen her tarafta “at koştururken”, emekçiler kapitalist rekabetin ve paylaşım kavgalarının kurbanı olurlar. İşçi ve emekçiler, işgale karşı mücadele ile Ukrayna burjuvazisine, neo-Nazilere ve destekçisi Batılı emperyalistlerin yağma politikasına karşı mücadeleyi birleştirme gibi zor bir sorumlulukla yüz yüzedir. İleri işçi ve emekçiler ve sosyalistler, İngiliz-Amerikan ve Batılı diğer emperyalistlere yedeklenmiş Ukrayna gericiliğinin değil bu ülkenin emekçi halk kitlelerinin direnişinin yanındadır. Rusya ordularını çekmeli; Ukrayna’ya emperyalist karışma son bulmalı, şovenist faşist dayatma ve yönlendirmeyle halk kitleleri baskı altına alınmadan ve ilerici demokrat devrimci fikirlerin serbestçe propaganda edildiği bir ortamda yapılacak irade beyanıyla emekçiler, yönetim biçimleri ve nasıl yaşayacaklarını kendileri belirlemelidir. Sömürülen sınıf ve ezilen halk kitleleri, kendileri için kölelik koşulları demek olan kapitalist emperyalist güçler arası savaşın yedeği olmayı reddetmeli, acil talepleri için mücadeleyi yükseltmeye yönelmelidirler.


[1] Batılı emperyalist parlamento ve kurumlara ve ABD Kongresi’ne seslenen Zelenskiy, “Ukrayna size minnettar. ABD’nin verdiği muazzam desteğe minnettar. Silah, mühimmat verdiniz, finansal destek verdiniz, eğittiniz. Biden’a da minnettarım, şahsen müdahil oldu olaya” diyerek, bu ülkelerin savaşın tarafı olduklarını dolaysızca açıklarken, “daha fazlasını yapmanız için çağrı yapıyorum” yakarışıyla da rollerini sürdürmelerini istedi. Bkz. https://www.hurriyet.com.tr/dunya/zelenski-abd-kongresine-seslendi-ukrayna-rusya-saldirilari-karsisinda-asla-yilmaz-42023822

[2] Lenin, eserinin Fransızca ve Almanca baskılarına yazdığı 6 Temmuz 1920 tarihli önsözde, söz konusu kitabın, 20. yüzyılın başında, uluslararası ilişkileri içinde kapitalist dünya ekonomisinin “tüm tablosunu çizme” görevini yerine getirmek üzere yazıldığını belirtiyor; dönemin dünya kapitalist ekonomi sisteminin belirgin temel özelliklerinin serimlenmesi gereğine işaret ediyordu. Lenin’in eseri, yayımlanmasından sonraki yüzyılı aşkın zaman boyunca emperyalizm, sömürgecilik, ulusal kurtuluş savaşları ve genel olarak savaş ve barış sorunlarına ilişkin irdeleme ve tartışmalarda başvurulan en önemli, hatta birincil kaynak oldu.

[3] Lenin, I. V. (1992) Sosyalizm ve Savaş, çev. N. Solukçu, Beşinci Baskı, Sol Yayınları, Ankara, sf. 14.

[4] Listede ilk 5’i sırasıyla Jeff Bezos (177 milyar dolar), Elon Musk (151 milyar dolar), Bernard Arnault (150 milyar dolar), Bill Gates (124 milyar dolar) ve Mark Zuckerberg (97 milyar dolar) pay ile yer alıyor. Forbes listesine Türkiye’den giren dolar milyarderlerinin toplam serveti 2020’de 38,3 milyar dolar iken, bir yılda %39 oranındaki artışla 53,2 milyar dolara yükseldi. Salgın onların bir yılda 127 milyar TL kazanmalarını engellemedi. Listenin Türkiye bölümünün ilk sırasındaki isim ise 6,3 milyar dolarlık servetiyle Murat Ülker oldu. Bkz. https://www.bloomberght.com/dunyanin-en-zengin-10-insaninin-serveti-2021-de-ne-kadar-artti-2295748

[5]  Lenin, V. I. (1992) Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, çev. C. Süreya, 9. Baskı, Sol Yayınları, Ankara, sf. 34.

[6] Industrial and Commercial Bank of China (324 milyar dolar); China Construction Bank (272 milyar dolar); Bank of China (224 milyar dolar); Agricultural Bank of China (218 milyar dolar); JP Morgan Chase (209 milyar dolar.) Bkz. https://tr.fxssi.com/toplam-aktiflerine-gore-top-20-en-buyuk-dunya-bankasi

[7] Zengin, D. (2021) “Küresel borçlar 2020’de 281 trilyon doları aşarak rekor kırdı”, AA, https://www.aa.com.tr/tr/ekonomi/kuresel-borclar-2020de-281-trilyon-dolari-asarak-rekor-kirdi/2148409

[8] Bu borçların 1/3’ü ABD, %26’sı AB bölgesi ülkeleri, %20’si Japonya ve %6’sı Çin tarafından sağlanmıştır. Büyük ekonomik güce sahip emperyalist devletler, en güçlü rantiyecilerdir. Dilekçi, C. (2015) “Dünyada ne kadar para var?”, Fortune Turkey, https://www.fortuneturkey.com/dunyada-ne-kadar-para-var-25271/

[9] Kızıl Ordunun ve Sovyet halklarının 27 milyon insan kaybıyla ve büyük yoksunlukların üstesinden gelerek Nazi kıtalarını Berlin banliyölerine dek kovalayarak bozguna uğratması, Stalin önderliğindeki komünist yönetime ikiyüzlü burjuva övgünün ‘arş-ı ala’ya yükseltilmesine yol açtı. Avrupa başkentlerinde anıt heykeller yapılarak minnettarlık bildirimlerinde bulunuldu. Ancak burjuvazinin sosyalizm ve devrime düşmanlığı devam etti.

[10] 12 Mart 1947’de yayımlanan Truman Doktrini, komünizm karşıtı bir cephe örme hedefliydi. Dönemin Dışişleri Bakanı G. Marshall’ın adıyla anılan planla tamamlandı. ABD yönetimi, çıkardığı “Dış Yardım Kanunu” (3 Nisan 1948’de) çerçevesinde, aralarında Türkiye ve Yunanistan’ın bulunduğu 16 ülkeye (Fransa, İngiltere, Belçika, İzlanda, Portekiz, Avusturya, Danimarka, İsviçre, İtalya, Lüksemburg, İrlanda, Hollanda, Norveç ve İsveç) 6 milyar dolar yardım yaptı. Plan çerçevesinde, Türkiye ve Yunanistan’a toplam olarak 100 milyon dolar yardım yapıldı. Hedef antikomünist barikatları daha güçlü biçimde tahkim etmenin yanı sıra bu ülkeler üzerinde etkisini artırmaktı.

[11] Amerikan emperyalizmi bu hedef doğrultusunda SSCB’ye karşı bir başka adımı, Irak ve Türkiye’nin içinde yer aldığı “Bağdat Paktı”nı kurdurarak attı (24 Şubat 1955).

[12] Dünya Bankası’nın 1985 yılı raporuna göre, toplam sermaye ihracının 1979’da %86’sı, 1980’de %72’si ve 1983’te %63’ü gelişmiş “endüstrileşmiş ülkeler“e; aynı yıllar itibarıyla %22-%26 ve %27’si “gelişen ülkeler“e yapılmıştı. Bu dönemde doğrudan yabancı yatırımların büyük bölümü ABD ve Batı Avrupa’nın emperyalist ülkelerine yönelmiş; onları Brezilya, Hong Kong, Singapur, G. Kore, Tayvan, Malezya, Tayland, Filipinler, Meksika izlemişti (DB World Development Report 1985).

[13] Alpar, G. (2019) “Yeni Ütopya: Küçük Unsurlarla Büyük Teorileri Uygulamaya Çalışmak”, Stratejik Düşünce Enstitüsü, https://www.sde.org.tr/degerlendirme/sd-analiz-yeni-utopya-kucuk-unsurlarla-buyuk-teorileri-uygulamaya-calismak-analizi-10819

[14] Kapucu, D. (2021) “ABD’nin Ortadoğu Politikasına Kendi Ulusal Güvenlik Doktrinleri Ekseninde Bir Bakış”, Anadolu Akademi Sosyal Bilimler Dergisi, 3(2): 220-234, sf. 223-9.

[15] Kozanoğlu, H. (2022) “Rusya emperyalist mi?-I”, Birgün, https://www.birgun.net/haber/rusya-emperyalist-mi-i-379809

[16] Burada bir kayıt düşmeye ihtiyaç var. Japonya ve Hindistan’da ABD için elektronik parça-çip ve otomobil parçaları üretimi yapılıyor. Bunlar eklendiğinde ABD’nin payı daha da artacaktır.

[17] indexmundi.com.

[18] Kozanoğlu, age.

[19] UNCTAD (2021) “World Investment Report 2021”, https://unctad.org/system/files/official-document/wir2021_en.pdf

[20] Congar, K. (2020) “Dünyanın Çin’e toplamda 1.5 trilyon dolar borcu var, en çok borcu olan ülkeler hangileri?”, Euronews, https://tr.euronews.com/2020/06/18/dunya-ulkelerinin-cin-e-toplamda-1-5-triyon-dolar-borcu-var-hangi-ulkeler-cin-e-ne-kadar-b

[21] ABD sanayisinin ihtiyaç duyduğu mikro-elektronik parçaların önemli bir kesimi Japonya’da üretiliyor ve Hindistan’da Amerikan ekonomisi için üretim yapan özel bölgeler kurulmuştur.

[22] Kozanoğlu, H. (2022) “Rusya emperyalist mi?-2”, Birgün, https://www.birgun.net/haber/rusya-emperyalist-mi-2-380532

[23] Evrensel (2022) “SIPRI raporu: Dünyadaki silahlanma yarışında en büyük artış Avrupa’da”, https://www.evrensel.net/haber/457027/sipri-raporu-dunyadaki-silahlanma-yarisinda-en-buyuk-artis-avrupada

[24] Evrensel, age.

[25] Evrensel, age.

[26] 2014, ABD ve Alman emperyalizmi ile Polonya yöneticileri desteğindeki Batı yanlısı işbirlikçilerle neo-Nazilerin Ukrayna’da 14 bin kişinin “meydan faşist darbesi” sırasında katledilmesiyle yönetimi ele geçirdikleri tarihtir.

[27] İngiliz burjuva işçi partisinin başkanı Keir Starmar Johnson’dan geri kalmadığını göstermek üzere, “Putin rejimini felce uğratmak için yurt içinde ve yurt dışında birlik olma” çağrısında bulundu ve bunu da “demokrasinin yanında” olma ikiyüzlülüğüyle gerekçelendirdi.

  • [28]Kararlıyız, Putin çok ağır bir bedel ödeyecek. Putin’in ekonomisinin belini kırıyoruz. Tüm NATO ve AB arkamızda” diyordu Biden. Ukrayna’ya 13,6 milyar dolarlık yardım paketini imzaladığını acıkladığı gün ve saatlerde, NATO, 30 bin askerin katılımıyla Norveç’te “kış tatbikatı” başlattı. Bkz. https://www.hurriyet.com.tr/dunya/son-dakika-biden-acikladi-abdden-ukraynaya-cok-buyuk-destek-paketi-iha-ve-sihalar-da-var-42023976