Nuray Sancar

Vladimir Putin Rus ordusunun Ukrayna’yı işgalini, gerekçeleriyle birlikte 24 Şubat’ta yaptığı uzun konuşmayla ilan etti. Sözlerine, Sovyetler Birliği’nin 80’li yılların sonunda zayıf düşmesiyle ortaya çıkan gelişmeleri sıralayarak başladı. Ülkesinde, “İktidarın ve iradenin felce uğramasının tam bir degradasyon ve koma halini aldığı”nı iddia ediyor ve “kendimize olan güvenimizi bir süreliğine kaybetmemiz her şeyin bedeli oldu; güç dengesi yıkıldı” diye devam ediyordu. Putin’e göre soğuk savaş dönemi sonrasında değişen çok şey vardı ama en önemlisi Rusya’nın güvenlik sorununu derinleştirecek biçimde, “eski anlaşmaların, mutabakatların fiilen işlemeyişi”ydi. “Hegemonu, iktidardakileri hoşnut etmeyen her şey arkaik ve eskimiş ilan ediliyor. Oysa tersine onlara avantajlı görünen her şey en eksiksiz hakikat olarak servis ediliyor, ne pahasına olursa olsun en kaba yoldan ve her türlü vasıtayla bastırılıyor. Kabul etmeyenler dizleri üzerine çökertiliyor…”[1] diyordu.

Ama artık Rusya dünyadaki hegemonik haritayı ve jeopolitiği değiştirmeye gücü yeten, yeni bir “hakikat” oluşturmaya  yetkin, mevcut dünya düzeninden sorumlu güçlere kafa tutabilen bir özne olarak doğrulmaktaydı.

Bu konuşma olmasa da, gidişatın 90’lı yıllarda hukuki alanını genişleten, soğuk savaş sonrası Yeni Dünya Düzeni’nin uluslararası ilişkilere dar gelerek çoktan çözüldüğü, yerine düzen denilebilecek nizami ve hukuki bir ilişkiler ağının kurulamadığı göz önündeydi. Dünya sanki, eskinin öldüğü, yeninin daha doğamadığı bir arafta dönüp durmaktaydı. Putin eski normların kaybolmasından, ‘hegemon’un kendi çıkarlarına göre öznel normlarını dayatmasından şikayet etmekteydi ama bu nizami olmayan düzen de bir bakıma yeni düzenin ta kendisiydi. Ukrayna işgaliyle birlikte yeni bir dünya düzenine geçildiği yorumları bir hayli yapılacaktı.

Putin’in konuşmasında işaret ettiği hegemon tek bir güç odağı değildir aslında. Başta ABD olmak üzere yakın ve uzak müttefikleri, boyun eğdirdikleri, itaatkar askeri ve ticari ortakları, işbirlikçileridir.

Aynı konuşmada böyle bir bloğu istikrarsızlaştırmayı amaçlayan cümleler kurdu Putin:

Şimdi söylediklerim ABD’nin müttefiklerini de ilgilendiriyor. SSCB’nin dağılmasından sonra dünyanın yeniden paylaşılmasına fiilen başlandı; o zamana kadar ortaya çıkan uluslararası normları (bunların hayati, temel olanları İkinci Dünya Savaşı’nın sonuçları olarak kabul edilmiş ve pek çok açıdan bu savaşın sonuçlarını tahkim ediyordu) kendilerini soğuk savaşın galipleri ilan edenleri rahatsız etmeye başladı. Elbette, pratik hayatta, uluslararası ilişkilerde, bunların düzenlenmesine yönelik kurallarda, dünyadaki durumda ve bizatihi güç dengesindeki değişiklikleri hesaba katmak şarttı. Ama bunu profesyonelce, düzgün, sabırla, bütün ülkelerin menfaatlerini hesaba katarak ve onlara saygı göstererek ve kendi sorumluluklarını bilerek yapmak gerekirdi. Ama hayır; mutlak üstünlüğün verdiği sarhoşluk hali, bir tür çağdaş mutlakiyetçilik vardı, üstelik de bu, sadece kendisi için kârlı kararları hazırlayan, alan ve pazarlayanların ortak kültür ve haysiyet seviyesinin düşüklüğü ortamında ortaya çıkıyordu. Durum, başka bir senaryoya uygun gelişmeye başlıyordu.[2]

Bu cümlelerin satır aralarında kapitalist emperyalist kampa, bütün eski bağlarını kopararak katılmak için debelenen Rusya’nın bu sistemin yerleşik ev sahipleri tarafından “düzgün, sabırla, bütün ülkelerin menfaatlerini hesaba katarak” yardım görmemiş olmasına yönelik bir sitem vardır. Durum bu beklentiye uygun değil, başka türlü, “başka bir senaryoyla” gelişmişti.  

Bu başka senaryo da aslında herkesin de bildiği gibi 1990’lardaki gelişmelerin, şimdi felç ve koma halinden çıkmaya başlamış Rusya’nın güvenlik algısının süzgecinden geçerek Putin tarafından tercüme edilmiş haliydi. Ve yine aslında, bu palazlanmaya başlamış yeni emperyalistin, sözünü ettiği gelişmelere katkısı da büyüktü. Bunlara ileride değineceğiz.

Putin güç dengelerinin yıkıldığını söylemekte tabii ki haklıydı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki bir Yeni Dünya Düzeni’ni belgelemek için Yalta, Postdam ve Tahran’da bir araya gelen galip devletler arasındaki anlaşma kapitalist devletlerin kendi aralarındaki, hepsinin birden Sovyetler Birliği ile çelişkilerini yatıştırmamış, yeni biçimler almaya zorlamıştı. Bu savaşta insan ve teçhizat kaybı bakımından en büyük pay SSCB’ye aitti. (60-65 milyon civarında insan ölmüştü bunun neredeyse yarıya yakını Sovyet yurttaşıydı) Ancak Nazizme karşı savaşan halkların ve örgütlü direniş güçlerinin halk demokrasilerinin kuruluşundaki rolü ve her ülkedeki işçi sınıfının kendi devletlerini frenleyen mücadeleleri Hitler ordusunu Berlin’e kadar kovalayan Sovyetler’in bu savaştan en güçlü ülke olarak çıkmasını sağlamıştı. Yeni kurulan halk demokrasisi ülkeleri Doğu Avrupa’da Sovyetler Birliğini çevreleyerek, 2. Dünya Savaşı’ndan önce sosyalizmin ana vatanının yoksun olduğu bir güvenlik kuşağı oluşturmaktaydılar. 1949’da gerçekleşen Çin devrimi de eklendiğinde sosyalist dünyanın ağırlığı artmıştı.

Emperyalist sermaye birikimini kurallarla ve fiziki sınırlarla daraltan böyle bir tabloda çözümü ertelenmiş çelişkiler, yer yer savaşın eşiğine kadar getiren potansiyel bir gerilim kaynağı olmaya devam etti. ABD’nin başını çektiği kamp halk demokrasilerini ve SSCB’yi çökertmek için dışarıdan, bu ülkelerde palazlanan bürokratik-kapitalist kast da içeriden epey uğraştı.

Soğuk savaş içindeki güç dengelerinin tersine dönüşü Putin’in sözünü ettiği 1980’li yıllarındaki çöküşten daha öncelerine dayanır. Soğuk Savaş sonrasını takip eden ünlü “Yeni Dünya Düzeni”nin hamuru 70’li yıllardan itibaren karılmaya başlanmıştı. Bu, SB, halk demokrasileri, bağlantısızlar, BAAS ülkeleri ile, ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesi doğrultusunda siyasal bağımsızlığı tanınmış az gelişmiş veya gelişmekte olan kapitalist ülkelerin mevcut statükolarını, yeni paylaşım ve pazar alanları açmak amacıyla değiştirmeye yönelik ekonomik, sosyal, siyasi hamlelerin önünün açıldığı tarihtir. Başlıca öznesi 2. Savaştan sonra Avrupa’nın kalkınmasına el verecek kadar iktisadi olarak güçlenerek emperyalist kampın liderliğine oturmuş bulunan ABD’dir. Savaş tahribatından geçen diğerleri, konjonktürel çelişkiler bir yana bırakılırsa yeni dünya düzeninin baş oyuncusunun etrafında dizildiler. 80’ler bu sürecin kayda değer sonuçlarının alındığı halk demokrasisi ülkelerinin ve sonunda SSCB’nin yıkıldığı tarihtir.

Sonraki on yıl, yozlaşmış Sovyet bürokrasisi, yeni yetme otokratlar “iradenin felce uğramasının tam bir degradasyon ve koma hali”ne girmesinin ortaya çıkardığı imkanlardan yararlanarak Sovyet vatandaşlarının kolektif mülkiyetinden kalan son birikimleri de yağmalarken, Dünya Bankası destekli fonlardan geçinen Yeni Dünya Düzeni ideologları “sınıf çatışmalarının kalmadığı”, “dünyada savaşların bittiği”, “iki kutuplu dünyanın yıkıldığı ve dolayısıyla sonsuz barış döneminin başladığı” üzerine yeminli tezler yayınlamaktaydılar ki, Yugoslavya coğrafyası, milli toplulukların yerleşim sınırlarından bölünerek parçalanmasını kolaylaştıracak müdahalelere, milliyetçi kışkırtmaya, silah yığınağına sahne oldu. Halklar birbirine girmişken güya soykırımı durdurmak için “yetişen” NATO Barış Gücü tankları haritaların yeniden çizilmesine nezaret etmek üzere bu topraklara kamp kurdu.

Haritalar, özelleştirilecek devlet mülkiyetlerini, paylaşılacak yeraltı ve yer üstü kaynaklarını, kapitalist inşanın seyrini ve nihayet Trans Kafkas boru hatlarının güzergahını, Yugoslavya birliğinin milliyetçi temeldeki devletlere bölünmesinin ardında gizliyordu elbette ama NATO’nun müdahalesinin ana fikri bu trafiği sağ salim yönetmekti. Prosedür de usulüne uygun oldu: Dayton Anlaşması. Bu zirveye kadar savaş süresince ihlal edilen uluslararası hukuk, hükümsüz kalan mutabakat metinleri, anlaşmalar ve antlaşmalarla AB müktesebatının itibarını kurtarmak için savaş suçları mahkemesinde soykırımcı “Sırp kasabı Miloseviç’in” yargılanması yeterli görüldü. Uluslararası ilişkilerde yazılı veya yazısız “usul” o zamanlar hala önemliydi!

70’li yıllardan bu yana başta Latin Amerika olmak üzere birçok ülkede, operasyonal istihbarat teşkilatı CIA marifetiyle darbeler tezgahlayan, NATO’ya bağlı paramiliter kontra örgütler ile ülkelerde iç çatışmalar ve savaşlar çıkaran ABD emperyalizmi (daha az etkili olarak diğerleri de) el altından gerçekleştirilen bu müdahalelerdeki sorumluluğunu hiçbir zaman açıktan üstlenmedi. Herkesin bildiği gerçekler hukuken bir sır olarak kalmaya devam etti. Yugoslavya gibi vakalarda ise ihlalin üstü, kapitalist olağan düzenin restorasyonu, sapma ve yağmanın usullü bir çerçeveye sokulması, gidişat üzerindeki emperyalist kontrolün tesisi uğruna birkaç kurban ile örtülmüş oldu.

SSCB yıkıldıktan hemen sonraki bu operasyon YDD’nin, bütün cilalarının döküldüğü, kapitalist emperyalist sistemin rotasının açıkça belirdiği bitiş noktası olarak tanınır. Yugoslavya’nın acı tecrübesi paylaşım savaşının nasıl acımasızca ama kılıfına uydurularak sürdürüleceğinin işaretidir. Putin’in Rusya’yı iktidarın ve iradenin degradasyonu, koma hali diye tarif etmesinin gerçeklik payı olabilir. Ama Rusya’nın yöneticisi olarak şimdi şikayet ettiği dünya halinin sorumluluğunda içinden çıkıp geldiği Rus “hegemon” sınıfının ve bürokrasisinin de rolü vardır.

Putin SSCB’nin dağılmasını 20. yüzyılın en büyük felaketi olarak tarif eder. Ne var ki SSCB’yi dağıtan ve sosyalizmin revizyonunu devlet kapitalizminin tesisine kadar götüren bir sınıfın son kuşağı tarafından desteklenmektedir. Aralık 1991’de Rusya’yı birlikten çıkarmak suretiyle SSCB’nin dağıtılmasının yolunu açma hilesine başvuran Yeltsin eski SSCB halklarının iradesini de hiçe saymıştı: daha birkaç ay önce yapılan referandumda Sovyet vatandaşları “SSCB dağıtılsın mı yoksa yenilenerek devam mı etsin” sorusuna yüzde 75 oranında “devam” demişlerdi. Yurttaşlara herhangi bir birlik cumhuriyetinden, ayrılma yönünde bir karar çıkarsa, bu ülkenin SSCB’den ayrılma hakkı doğacağı önceden ilan edilmişti. Birlik cumhuriyetlerindeki “devam” oyları, Rusya SFSC’deki oranlardan daha da yüksekti (örneğin Rusya SFSC’de yüzde 70 iken Kazakistan SSC’de yüzde 99’du).[3]

Yeni Dünya Düzeni, süreçleri yorumlamaktan ziyade dramatik başlangıç ve bitiş noktalarına odaklanan analizlerde 1990’lı yıllarda SSCB’nin resmen dağılmasıyla başlatılır. Bitişi ise yine ağır bir dramatik olaya dayandırılır. New York’taki Ticaret Örgütü’nün İkiz Kuleler’ine yönelik saldırı sonrasında başlatılan ABD’nin Afganistan ve Irak işgali asılsız iddiaları, pembe rüyaları ve postmodern pılı pırtısı ve “elveda proletarya” zırvalarını da alıp kısa tarihsel ömrünü kapatmıştır.

Bu işgallerle birlikte ABD, uluslararası ilişkilerin çerçevesini ve düzenini belirleyen birkaç yüzyıllık kazanımları, mutabakatları göz göre göre ihlal etmiş ve buna bir de doktrin kılıfı uydurmuştur: Önalıcı Savaş (veya Önleyici Savaş).

Bu doktrin, sözde, ABD’nin güvenlik bağlamına yönelik tehdidin daha ortaya çıkmadan bertaraf edilmesini bir kural haline getirmekteydi. Irak gibi istikrarsız ve askeri güç bakımından ABD ile boy ölçüşemeyecek bir ülkeye, sırf ABD onu haydut devlet olarak gördüğü için saldırılmasına imkan tanıyor, içerideki muhalif güçlerin, Ortadoğulu göçmenlerin ilan edilmemiş bir OHAL düzeniyle kontrol altında tutulmasını mümkün kılıyordu. “Şüpheli şahısların” tespitini ABD Başkanına tanıyan olağanüstü hukuk kuralına göre işleyen güvenlik sisteminde polis, Bush’tan delege edilmiş bu hakkı üstlenmişti. Böylece yargı ile polis kurumu arasındaki farklar polis kurumunun genişlemesi lehine törpülendi. Bunlar sözde geçici önlemlerdi ama ABD güvenlik belgelerinde eksik olmayan “terör” faktörüne bağlı olarak kalıcılaştı.   

Önalıcı Savaş Doktrini’nin başlıca sonuçları şunlardır: Birincisi; ABD’nin haydut devlet olarak kodladığı birkaç itaatsiz devlet, işgal ve saldırının, bu emperyalistin iddiasına göre, haklılığı tartışılmaz bir biçimde hedefindeydi. İkincisi; belirli insan toplulukları (Ortadoğulular, Müslüman halklar), milliyetler ve etnik gruplar potansiyel suçlular olarak kodlanıyordu. Üçüncüsü; 16. yüzyıldan bu yana birer evrensel hukuk karinesi olarak tanınmış; uluslararası ilişkiler ile ülkelerin iç işleyişinde bu karinelere bağlı kalınacağını teyit eden sözleşme ve anlaşmaların göz göre göre askıya alındığı bir dönemi başlatmıştır. Dördüncüsü; bu usul ihlali sadece ABD’de değil dünyanın birçok ülkesinde kısmen ya da büyük ölçüde başvurulan bir yöntem olageldi. Bu bakımdan ABD bir istisna değil kendi çıkarları doğrultusunda kural tanımayan, işleyen kuralları yıkan, yeni normlar dayatan ve her şeyden önce bunu alenen yapan bir emperyalist devlettir.

ABD Irak’ı 1990’lardan itibaren, soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte NATO’nun işlevinin kalmadığı iddialarının yoğunlaştığı; bununla ilişkili olarak kendi etrafında toplayıp harekete geçireceği devletlerin azaldığı; AB ülkelerinin birlik içindeki bütünleşmelerini sağlayan 1993 tarihli Maastrich ve Kopenhag Kriterlerine bağlılığın hala sürdüğü bir dönemde ve daha önemlisi daha o yıllarda iki rekabetçi gücün (Çin ve Rusya) müstakbel gelişmesini sadece Brzezinski’nin değil ABD devlet cihazını yönetenlerin de gördüğü göreli bir zayıflamanın eşiğinde işgal etti. Bu ön alıcı savaşın tek gerekçesi sadece pazar ve paylaşım mücadelesinde öne geçmek, petrol kaynaklarına hemen ulaşmak değil aynı zamanda rekabetçi güçler, önünü kesecek kadar güçlenmeden parsayı toplamak, Orta ve Uzakdoğu’yu kontrol altına almaktı. Dünyanın kurulu nizamının belgeleri bu baş emperyalistin ayağına dolandığı ölçüde ihlal ve iptal edilmesi gereken kağıt parçalarından ibaret kaldı. Ortaya çıkan yeni paylaşım alanları ile eski korumacı devlet statükoları ayak bağı haline gelen gelişmekte olan ülkeler dizisi, yeni tarzda sömürgeleştirilmek üzere Dünya Ticaret Örgütü, yeniden yapılanmış DB, hedef ülkelerde kazanılmış ve restore edilmiş işbirlikçi bürokrasi IMF gibi bildik para kurumları, ibresi ABD emperyalizminin faydasına çalışan bir dizi iktisadi derecelendirme ve puanlama sistemleri, FED vb. teşkilatların elbirliğiyle kuşatıldı.

Rusya ile ABD’nin karşı karşıya gelmesinin tarihi de bu gelişmelerle yaşıttır. Birlik ülkeleri üzerindeki merkezi sorumluluğu kendi eliyle ortadan kaldıran ama onları sömürgeleştirme mecali bulamayan Rusya’nın boş bıraktığı alanda, bu yeni devletçiklerin içişlerini düzenlemek üzere tezgahlanmış renkli devrimlerle, ticaret ilişkileri ve yapabildiklerinde (Özbekistan gibi) askeri üsler kurarak nüfuz kurmaya çalışan ABD, SSCB’nin eski hinterlandında o zamanlardan kök salmaya başladı. Ukrayna başta olmak üzere Rusya’nın batı sınırındaki eski birlik ülkeleri ve doğuda Gürcistan irili ufaklı renkli devrimlere maruz kaldılar.

Kafkas bölgesinde ise Çeçenistan’a diz çöktürerek, Gürcistan-Abhazya savaşına müdahale ederek, Ermenistan-Azerbaycan gerilimlerine dahil olarak Rusya, sınır ve sinir uçlarına dizayn vermeye ve bu arada askeri bakımdan güçlenmeye çalışmaktaydı. Koma’dan çıkma eğilimi göstermeye başladığı andan itibaren dünyanın tahıl deposu Ukrayna’yı, Donbas’taki metal ve maden kaynaklarını, Kafkasya’nın petrol yataklarını, Afganistan’la tampon oluşturan Özbekistan ve Türkistan’ı, Batı’ya petrol ve gaz ihracı için kurulu boru hatlarının geçtiği ülkeleri, Karadeniz, Akdeniz ve Kuzey Denizine açılan yolları güvenceye alacak ülkeleri, ABD ile açık bir karşılaşmadan kaçınarak kendi nüfuzu altına almak veya ticaret anlaşmalarıyla bağlamak için uğraştı. Suriye savaşına belirli bir tarihten sonra sahaya çıkarak dahil olan Rusya burada da aynı kaygıyı korudu. Ne ABD ne Rusya, birbirlerinin ayaklarına dolanmak istemediler, onlar adına vekilleri, destekledikleri çeteler savaştılar.

***

Ukrayna’da Şubat’ta başlayan işgal taze emperyalist Rusya’nın mekanın eski sahibi ABD ile savaşı değil de Rusya tarafından Ukrayna’ya bir had bildirme, cezalandırma müdahalesi olarak pazarlanıyor. Hem ABD hem de Rusya bunun böyle kalması konusunda hemfikir. Nihai karşılaşmayı geciktirmek ya da olanaksızlaştırmak için Putin daha işgalin başında nükleer silah kartını masaya koymuştu.    

Yukarıda andığımız konuşmasında Putin, bu saldırının gerekçesinin Rusya’nın güvenliğinin tehdit altında olması diye açıklamış ve “başka türlü yapamazdık” demişti: “durum bizden kararlı ve derhal eylem istiyor… olanları seyredemeyiz”.

Putin’in argümanı ABD’nin Irak’a saldırdığı zamankiyle aynıydı: Önalıcı Savaş. Putin şöyle diyordu: “Sovyetler Birliği’nin geçtiğimiz yüzyıl 1940’ta ve 1941 başında savaşın başlamasını engellemek veya hiç değilse ertelemek için elinden geleni yaptığını tarihten biliyoruz. Bunun için, en son ana kadar potansiyel saldırganı provoke etmemeye çalıştı, kaçınılmaz saldırıyı geri püskürtmeye yönelik hazırlıklar için en zaruri, aşikâr eylemleri hayata geçirmedi veya erteledi. Nihayetinde atılan bütün adımlar ise felaket doğuracak şekilde gecikmişti…

Putin’in şikayet ettiği “eski anlaşmaların, mutabakatların fiilen işlemeyişi” durumu “Önalıcı Savaş” doktrininin mevzuatında ve doğasında vardır. İster komşu bir ülke olsun (Türkiye’nin Kuzey Suriye’deki müdahaleleri gibi) ister binlerce kilometre ötedeki bir ülke “benim güvenliğim için tehdit oluşturuyor” dedikten sonra akan sular duruyor bu bağlamda. Çünkü emperyalist başka türlü yapamaz! ABD’nin 25 yıl önce kurallaştırmaya başladığı kuralsızlık artık rakiplerinin elindeki bir silahtır. Rusya şikayet ettiği düzeni değiştirmek için sadece elindeki geniş, konvansiyonel ve nükleer silahlar skalasına başvurmakla kalmıyor aynı zamanda açılmış bu yolda ilerliyor. Bu, gücü gücünün yettiğini işgal için hak ilan edeceği bir düzenin kuruluşudur. Yeni bir düzenden söz edilecekse bu emperyalist boğazlaşmanın kendi sınırlayıcı bentlerini yıkarak derinleşmekte olduğunun göstergesidir. Doğaldır ki böyle bir boğazlaşmada centilmenlik hukuku olmaz.

Putin ‘40’lı yıllardaki SSCB’ye “başka türlü olamazdı” hakkını tanımadı 40’lı yıllardaki SSCB’yi de palazlanan bir emperyalistin prizmasında eğip bükerek okumaktaydı. Birlik ülkeleri halklarına Ruslaşmayı dayatmayan Lenin’i SSCB’nin yıkılmasından sorumlu tutarken Stalin’in hayaletinin ve 2. Dünya Savaşı’ndaki Sovyet zaferinin anısının arkasına sığınmayı da ihmal etmedi. Tıpkı onun gibi, Ukrayna’daki Nazizmi alaşağı etmek için harekete geçtiğini iddia ediyordu. Üstelik Stalin’den daha erkenci olduğunu iddia ediyordu. Sorun buymuş gibi. Oysa komşu bir ülkenin “egemenlik haklarını ve halklarının iradesini kırarak yapılan işgal”i meşrulaştıran Önleyici Savaşın sosyalizmle değil Putin’in ön sıralarında yer almaya çalıştığı ve “biz de bu düzenin içindeyiz” diye diğerlerine teminat verdiği kapitalist bir yöntemdir.

YİNE, YENİ BİR DÜNYA DÜZENİ Mİ?

Ukrayna işgalinden hemen önce, Şubat başında Pekin Kış Olimpiyatları’nın açılışına katılmak üzere Çin’i ziyaret eden Rusya lideri Vladimir Putin ile mevkidaşı Şi Cinping’in, yaptıkları görüşmeden sonra yayınladıkları bildiride “Yeni bir döneme giren uluslararası ilişkiler ve sürdürülebilir küresel kalkınma hakkında” ortak şartlar/ilkeler belirlenmiş ve dünyaya duyurulmuştu.[4] Basının bir kısmı bu bildiriyi yeniden bir, Yeni Dünya Düzeni kuruluyor sözleriyle yayınladı. ABD’nin birbirine yakınlaşmasından endişe duyduğu Çin ve Rusya’nın, yeni bir döneme girdiğini ileri sürdükleri uluslararası ilişkiler kapsamında bulundukları ortak pozisyonunu ve işbirliği şartlarını formüle etmekteydi.

Bildiride özetle ABD’nin orta menzilli nükleer silahlar anlaşmasından çekilmesi eleştiriliyor, ABD’nin Asya-Pasifik bölgesiyle Avrupa’da kara bazlı orta ve kısa menzilli füze yerleştirme planlarından vaz geçmesi isteniyor ve NATO’nun daha fazla genişlemesine dur deniyordu. NATO “Soğuk Savaş döneminin ideolojik yaklaşımlarını terk etmeye, diğer ülkelerin egemenliğine, güvenliğine ve çıkarlarına, onların uygar, kültürel ve tarihsel motiflerinin çeşitliliğine saygı duymaya, diğer devletlerin barışçıl gelişimine tarafsız ve adil bir şekilde yaklaşmaya” davet edilmekteydi. Dünyanın düzeni hakkında ise “BM Şartı’nın amaçları ve ilkeleri de dahil olmak üzere uluslararası hukuka dayalı dünya düzenini, çok kutupluluğu teşvik etme, uluslararası ilişkilerin demokratikleşmesine katkı sunma, birlikte daha müreffeh, istikrarlı ve adil bir dünya inşa etme ve birlikte yeni bir tür uluslararası ilişkiler yaratma niyetinde olduklarını” belirtiyorlardı. Rusya ile Çin devletleri arasındaki yeni tür ilişkilerin, Soğuk Savaş döneminin askeri-politik ittifaklarından daha üstün olduğu ve İki devlet arasındaki dostluğun sınırının olmadığı, işbirliğinde yasak bölgelerin bulunmadığı iddia edilmekteydi.

Bu belge daha geçtiğimiz yıl haziranda yapılan NATO zirvesinde, üyelerin önüne, adını açıkça andığı Çin ve Rusya’yı yeni düşman olarak koyan ve kabul ettiren ABD emperyalizminin karşısında, her ikisi de giderek güçlenen iki yeni emperyalistin ittifakının hukuki belgesiydi. Rusya ve Çin haziranda oluşan NATO blokunun karşısında dünyanın yeniden iki kutuplu olduğunu ilan etmekteydiler. Bu bildiri, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmeden hemen önce arkasını güvenceye almak istediğinin de göstergesiydi.

Daha önce BM’deki veto hakkı dışında siyasi gelişmeler üzerinde fiilen özel bir nüfuzu olmayan Rusya, Ortadoğu’nun paylaşımı ve dizaynında tek aktörün artık ABD olmayacağını Suriye’deki eforuyla göstermişti. Suriye savaşının yoğunluğu azaldığında ortaya çıkan, Libya’daki iktidar krizinin sonucunu belirlemedeki rolüyle, İran’la ilişkileri aracılığıyla bölgeye dolaylı müdahil pozisyonuyla, Doğu Akdeniz’den Ege’ye ve oradan Karadeniz’e kadar uzanan su yollarındaki egemenlik sorunlarındaki taraf oluşuyla, çatışma alanlarına sürdüğü lejyoner birlikleri ve NATO ülkelerine (Türkiye’de olduğu gibi) bile pazarlayabildiği S-400 ve 300’leriyle yabana atılamayacak bir rakip olarak belirmekteydi. Rusya aynı zamanda, kısa bir süre önce “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti” diye çıkış yapan Fransa lideri Macron’un, kurulmasına diğer birlik ülkelerini ikna etmeye çalıştığı Avrupa ordusu hayali ve ABD destekli ‘Arap NATO’su projesi karşısında kendi askeri gücünün zorlanacağı karşılaşmaları ötelemek bakımından da Ukrayna’ya fazla beklemeden saldırdı.

Rusya muhtemelen Ukrayna’ya açtığı savaşta Avrupa’nın Kuzey Akım-2 boru hattına bağımlılığının yeterince tarafsızlaştırıcı olduğunu düşünmüştü. Öte yandan ABD’nin, Rusya ile eninde sonunda kapışacağı Çin arasındaki ittifakı bozma çabalarına karşın, bu iki ülke arasındaki ticaret hacmi ve bölge nüfuzunu ABD’ye karşı ancak ortak bir güçle korumak zorunda olduklarında şimdilik hemfikir olmaları Rusya için el rahatlatıcıydı. Bu iki ülkenin ittifakıyla hem ABD karşısında daha güçlü olmak isteyen Çin, hem de Çin’in ekonomik ilişkileriyle kendisininki birleştiğinde dünya ticaretinde hegemon haline geldiklerini bilen Rusya kader birliği yaptılar.[5] Çin bu ittifak yardımıyla da yakın bir gelecekte ABD’yi ekonomik olarak geride bırakacağı beklentisinde oldu. ABD’nin, önünü almak istediği muhtemel gelişmelerden biri de Çin’in Ukrayna savaşıyla birlikte Pasifik Okyanusu’na doğru genişlemek için Ukrayna savaşını bir fırsat olarak görmesiydi.

ABD hem Pasifik’i hem de Rusya çevresini kontrol altına almak için yıllardır yığınak yapıyor. Rusya’nın, kendince erken bir zamanda Ukrayna’ya girmesinin gerekçelerinden biri de zaman geçtikçe yoğunlaşacağı kesin olan kuşatmayı delme isteğiydi. 90’lı yıllardan bu yana eski SSCB hinterlandındaki ülkelere üsler kuran, Karadeniz’i bir ABD gölü haline getirecek biçimde silah ve savaş teçhizatı yığan, Rusya’nın, üzerinde miras hakkı iddia ettiği ülkelerin deniz ve hava sahalarında tatbikat yaparak gövde gösterisinde bulunan, en son Yunanistan-Dedeağaç’ta kurduğu üsle Marmara’nın güneydeki çıkışını ve Ege denizini kontrol altına alan ABD, son olarak Ukrayna’yı NATO’ya üye olması için sıkıştırmaktaydı. Bu gerçekleştiğinde, Rusya, aradaki tampon bölgenin silinmesiyle birlikte ABD ve müttefikleriyle doğrudan komşu olacaktı. Haziran’da yapılan NATO zirvesinde de zaten örgütün niteliği ve yapısı tartışılmış bir ticari ve siyasi bir örgüt olarak Doğu’ya doğru genişlemesi kararı alınmıştı. Doğu esas olarak Çin’i sonra da Rusya’yı kuşatan ülkeleri kapsama alanına almak anlamına geliyordu.

Bu zirveden ABD, Fransa dahil NATO ülkelerini etrafına dizerek çıktı. Üyelerin ilişkilerini düzenleyen “kriterlerin” fiilen işleyemez olduğu, Brexit şokuna maruz kalmış, Polonya ve Macaristan’daki Orban’ın deyimiyle “illiberal demokrasi” ile aşınmış Avrupa Birliği ülkelerini bağlayan nosyonun az çok yıprandığı koşullarda oldu bu. Ayrıca küreselleşmenin bittiğini ilan eden Trump’ın devletlerarası sözleşmelerden çekilerek ticarete kotalar, narhlar, vergilerle muhatap olan kimi AB ülkeleri ile gerilen ilişkiler de yakın tehlike ve ortak düşman ilanı karşısında yumuşamıştı.

Ancak ABD’nin ve yancı devletlerin birliği için Ukrayna bir sınav alanı olmuştur. Avrupa Birliği devletleri Rus gazına ve ticaretine bağımlılıkları nedeniyle kısa bir süre tereddüt geçirdikleri ambargo ve yaptırımları[6] benimsemek durumunda kaldılar. Rus gazına alternatifler üzerine kafa yordular. Rusya ve Çin arasındaki uzlaşma karşılarındaki güçleri de birleştirmişti. Ne zamana kadar, hangi koşullarda devam edeceği belli olmayan, sürebilmesi için yeni dramatik tarihsel sınanmalara ihtiyacı olan ve belki de her gün yeniden kurulması gereken bu geniş spektrumlu emperyalist birliği, Rus işgali şimdilik pekiştirmişti.

ABD bölgenin en gelgitli ülkesi Türkiye’nin de içinde bulunduğu Ortadoğu ülkeleri arasındaki ihtilafları da tehdit, şantaj, dayatma ve ambargolarla çözmeye çalıştı, ülkeleri buna zorladı ve konjonktürel düşmanları birbirinin ayağına götürdü, tükürdüklerini yalamaya mecbur bıraktı (Türkiye iktidarının Rabia işaretinden vazgeçmesinde, Mısır yönetimini irrite etmemek için İhvan’ın Türkiye’deki yayınlarını yasaklamasında olduğu gibi). Türkiye’yi BAE, İsrail, Suudi Arabistan, Mısır gibi uzun vadeli hasımlarıyla aynı masaya oturturken parası ödenip de verilmeyen F-35’leri şantaj konusu yapmaya devam etti.

Ukrayna işgali emperyalistler arasındaki hegemonya için bloklaşma mücadelesinin geliyorum diyen sonucu olmuştur. Ama aynı zamanda bloklaşmanın daha güçlü kuruluşunun da gerekçesidir. Ancak daha önce de değinildiği gibi bu bloklaşma, bloklar içindeki çelişkiler ancak yeni dramatik olaylarla ötelenebildiği ve yerine yeni çelişkiler inşa edilebildiği sürece anlam taşır. Neyse ki bunun için ihtiyaç duyulan arızi çatışmalar, günübirlik çelişkiler, saflaşma alarmları sistemin doğasının bir parçasıdır. Emperyalizm başka türlü olamaz! Giderek bu günübirlik çelişkiler bloktakilerin uzun vadeli çıkarlarını da yönetir hale gelir.

Şimdiki tablo için şu söylenebilir: Ukrayna’nın işgali bu gelişme karşısında bir bloklaşma eğilimini kolaylaştırıyor. Ancak Batı kampında hem ABD’nin hem Almanya’nın fazla güçlenmesini istemeyen Fransa’nın temkinliliği; ABD’nin dayattığı yaptırımlara uymayarak Çin ile yuan üzerinden alışveriş yapmaya hazırlanan Suudi Arabistan’ın, ABD ile ticaret anlaşması olan Hindistan’ın Rusya ile mesafe koymayı reddetmesi durumun sadece Rusya için değil ABD için de o kadar kolay olmadığının göstergesi.  

Ukrayna’yı önemli kılan tabii ki onun sadece bir nüfuz alanı olması değildir. Rusya ile komşu olan Donbas bölgesi aynı zamanda bu ülkenin önemli ekonomik kaynaklarından biridir. Bu bölgede bulunan Donetsk Ukrayna topraklarının yüzde beşini oluşturmasına karşın 100 milyon ton civarındaki kömür rezervi ile GSMH’nin yüzde 20’sini sağlıyor. Ukrayna ihracatının dörtte biri bu bölgeden yapılıyor. Ayrıca Ukrayna dünyanın tahıl deposu olarak tanımlanmaktadır. Avrupa Birliği’nin başını çeken Almanya’nın, Batı yanlılarıyla Rus yanlıları arasındaki bir çatışmaya dönüşen 2014 yılındaki Maidan hareketini kışkırtmaya çalışması bu yüzdendi.

Ukrayna işgali dünya zenginliklerinin de paylaşım alanına da etkili bir giriştir. İşgalden kısa bir süre önceye kadar Rusya’yı neredeyse bu ülkeye girmeye kışkırtan, savaştan sonra da felaket senaryoları yazarak savaşın uzayacağını iddia eden ABD, düşmanını, tuzağına çekti.

Rusya buna dünden hazırdı. Konvansiyonel ve modern silahlarıyla, nükleer tehdidiyle, Çeçen savaşçıları ve paralı askerleriyle baba mirası addettiği Ukrayna’ya girdi. Kısa zaman içinde Ukrayna’nın, Rus nüfusunun yoğun olduğu doğu, Rusya’nın batı sınırında adı konulmamış bir tampon bölge oluşturdu. İşgal öncesi özerlik ilan eden Donetsk ve Luthansk bölgelerini ilk tanıyan ülke de oydu. Rusya’nın Kırım’ı ilhakından sonra Ukrayna’nın teritorial parçalanması da böylece devam etti. Bu yazı yazılırken Rusya Ukrayna’nın Karadeniz’e açılan kıyılarını kontrol altına almış bulunuyordu. Güneydeki komşu Moldova’ya girmesinin de muhtemel olduğu iddia edilmekteydi.

***

Minerva’nın baykuşunun öteceği alacakaranlık çökmediği için Ukrayna işgalinden sonra uluslararası ilişkilerin nereye evrileceğini kestirmek zor. Ancak tam 25 Şubat’tan başlayan değil, daha uzak bir geçmişten beri biriken çelişkilerin ve bu çelişkilerin çözülmeye çalışıldıkça biriktirdiği yeni çelişkilerin yeni sıcak karşılaşmaları kışkırttığını öngörmek zor değil. Dünya derinleşen bir paylaşım krizinin içinde. İkinci Dünya savaşı öncesinde olduğu gibi, emperyalizmin tahtına kimin oturacağı konusundaki azılı rekabet ya büyük çatışmaların tetikleyicisi ya da süreğen patlamaların.

“Duvara asılı silah”ın sonunda patlayacağı kesinse bu süreç başlamıştır. Mekanizmanın içleyişi sonal karşılaşmalar için tünel kazıldığını, sınır yıkıldığını, çözülemez krizlerin, kontrolsüz şiddetin ufukta olduğunu düşündürüyor. Bu süreçte üçüncü dünya savaşını telaffuz etmek zor değil. Hangi fay hatlarının ne zaman kırılacağını bilmek zor, ancak eskisi gibi devam edemeyen yeninin de kurulma sancıları çektiği “canavarlar zamanı”nı (Gramsci) teşhis etmek kolay. Dünya bu yoldan daha önce de geçti.

The Economist  yeni bir bloklaşma eğiliminin doğduğunu, bu bloklaşmanın “demokrasiler ile otokrasiler arasında” olduğunu, yeni bir soğuk savaş dönemine girildiğini kaydetti. BBC’nin metaforları ise “demir perde” ve “Yalta’ya karşı Helsinki” idi. Yalta, İkinci Dünya Savaşı’ndaki dünya düzeni anlaşması, Helsinki de AB’nin nihai senedinin imzalandığı mahaldi. 

Bazı basın organları için dünya tablosunu 2. Dünya Savaşı’ndan sonra kullanılan, siyasal liberalizmin avadanlığındaki metaforlarla izah etmek kolaylaştırıcı olsa da mevzu bu kadar kolaylığa indirgenebilir değil.

Ne sermayenin içsel eğilimi olan küreselleşme, Ukrayna işgalinin ertesi günü ilan edildiği gibi sona erdi ne de bugün Çin-Rusya ile ABD-NATO ekseninde görülen toplaşmanın fire vermeyeceğini iddia etmek mümkün.[7] Dünya da otokrasi ve demokrasi olarak ikiye bölünmüş değil.

Söz konusu olan Rusya ve Çin’in, dünya kaynakları üzerindeki kontrolünün sermaye ve meta dolaşım alanlarının genişlemesine bağlı olarak, ABD ve onun çevresinde palazlanan diğer emperyalist tekellerin sermaye birikimi için gerekli hareket hızını ön alınamaz rekabet nedeniyle kesintiye uğratmasıdır. Kesintiye uğrayan böyle bir küreselleşmedir. Yoksa bir bütün olarak sermayenin küreselleşme eğilimi başlangıcından itibaren onun hareketine içkin yasasıdır.

Öte yandan bu durum Ukrayna savaşı özelinde bir birlik hali yaratmış görünse ve ABD jeo-stratejik bloklaşmaları şu veya bu şekilde domine etmeye çalışsa da bugün kendi sistemlerini birliğe dayatmak için uğraşan Macaristan (Rusya’ya yaptırımlara karşı çıktı) ve Polonya gibi ülkelerin varlığı, Fransa’nın zorlayıcı rekabeti koşullarında Avrupa Birliği bile böyle bir kutuplaşmanın yuvası olamıyor. Ortadoğu’daki kanlı bıçaklı düşmanların bir araya gelişi de bir kutuplaşmadan ziyade ilişkilerin ticari ve karlılık oranına, siyüsi hegemonya talebine bağlı olarak kurulup bozulur bir karakter kazandığını ya da her ülke için “çok kutuplu/yönlü” kurulduğu bir zamanda yaşandığı gerçeğine işaret ediyor. Bu durumda dünyanın otokrasi ve demokrasi olarak ikiye bölündüğü söylemi de boş bir hayal olabilir. Kaldı ki kendilerini demokratik bir mihrak olarak ilan eden başta ABD ve Avrupa ülkelerinin Ortadoğu diktatörlüklerinden hallice görünen demokrasileri zaman içinde irtifa kaybetmiş bulunuyor.

Muhataplarının Rusya’yı sistem yıkıcı olarak görmemelerini isteyen Putin “biz de bu sistemin içindeyiz” demişti. ABD yetkilileri arasında, girişte alıntılanan Putin konuşmasında yer aldığını teyit eder biçimde, “Rusya’yı sisteme kazanmak için daha iyi çabalar harcayabilirdik” diye konuşanlar da oldu. Sonuçta günümüz kapitalizminde tekeller ve bunları temsil eden  devletler arasındaki çelişkilerin yoğun şiddetine rağmen sermaye bir bütün olarak dünya hakimiyeti peşinde koşar, küreselleşme gerçekte bu eğilimi ifade eder ve 16. yüzyıldan bu yana sermayenin bu eğilimi, kapitalist düzenin gemisindeki dümeni kimin tuttuğundan bağımsız olarak vardır. Dolayısıyla kutuplaşma, küreselleşme ve bloklaşma sözcükleri konjonktürü resmetmek için elverişlidirler ancak Ukrayna dönemecini anlamayı kolaylaştırmazlar.  

TİCARET SAVAŞLARINDA YENİ DURUM

Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle birlikte yağmur gibi yağan yaptırımlar, ambargolar, ülkelerin ve tekellerin Rusya ile ticaret ve yatırımın askıya alınması yönündeki adımları dünya kapitalizmi üzerinde sadece Rusya’yı ilgilendiren sonuçlar ortaya çıkarmıyor. Tahıl ve şeker krizi, tedarik malzemeleri sıkıntısı, finansal akışın bozulması, birçok ülkeyi derinden etkileyen enflasyonun tırmanması da[8] bölgesel sonuçlardan ibaret değil. Dahası mart ayı itibarıyla Rusya Merkez Bankası’nın rezervlerinin BM Merkez Konseyi Kararı olmadan G-7’lerin ‘öncelikleriyle’ dondurulması[9] esasen soğuk savaş kutuplaşmasına benzer bir biçimlenmeden ziyade emperyalist sistemin ‘en’lerinin dünya kapitalist ülkeleri adına, onlara danışmadan vekalet alabildikleri bir düzenin konturlarının belirginleştiği görülüyor. ABD bu ittifakı Irak’ta denemiş, ne NATO’nun ve BM’nin onayını alabilmişti. Şimdi ise buna gerek bile duyulmadığı görülüyor; ABD’nin Irak işgaline taşıdığı iki üç ülkeye uydurduğu isimle, ‘Uluslararası Toplum’ norm dışı, amorf paralel ‘örgüt’, kimi zaman kullanıldığı anlamıyla ‘devletler konsensusu’nun içi dolmuş görünüyor. Bu BM’den vazgeçildiği anlamına gelmiyor ancak veto hakkının iki ülke tarafından paylaşıldığı bir örgüt, bu iki ülkenin savaş halinde olduğu koşullarda her zamanki gibi işleyemez hale geleceğinden Putin’in dediği gibi “Hegemonu, iktidardakileri hoşnut etmeyen her şeyin arkaik ve eskimiş ilan edilmesiyle” birlikte eski örgütlerin, “eski anlaşmaların, mutabakatların fiilen işleme”diği bir düzen ortaya çıkmaktadır. Rusya burjuvazisi ve asalak oligarkları bu düzenin kurucu öznelerinden biridir.

 Şimdi dünyaya bir kural koymak için oluşturulan eski örgütler de bir şekilde yeniden ele alınıyor. Neoliberal kapitalizmin kural koyucusu Dünya Ticaret Örgütü’nden Rusya’yı çıkarmanın telaffuz edilmesinde olduğu gibi. Gelgelelim bu, Ukrayna krizi gelip geçtikten sonra DTÖ kuralları ve mahkemeleri artık kendisini bağlamaz olan Rus sermayesinin ve pazarının üzerindeki kontrolü kaybetmek gibi bir sonuç yaratarak ABD’nin ve G7’lerin kendi ayağına sıkması anlamına da da gelebilecektir.  

Çünkü kapitalizmin bugünkü gelişme düzeyinde dünya pazarları, sermaye dolaşım yolları ve birikim alanları arasında yalıtılmış bir ilişki değil hepsini birbirine bağlayan organik bir ilişki vardır. Hammadde kaynakları, tedarik zincirleri, hizmet ve ticaret faaliyetleri, finans hareketlerinin hepsi eşitsiz ve sıçramalı gelişime sahne olan küresel bir pazarda birbirine bağlı ve bağımlı olarak hareket ediyor. Dolayısıyla Rusya ile ticaret yapan Avrupa ülkelerinin yaptırım ve ambargolar konusunda en azından başlangıçtaki ayak sürçmesinin nedenlerinden birisi de budur. Aynı zamanda ABD tarafında yer alıyor görünen ülkeler arasındaki çıkar farklılıkları ve rekabet, birlikte yürümeyi zorlaştıran faktörler arasında. Sermaye dolaşımının önündeki bütün jeopolitik, stratejik, fiziksel ve bürokratik sınırların kendi lehlerine esnetilmesini isteyen tekellerin önceki uzlaşımı, bu uzlaşımın sınırlayıcı sonuçlarıyla yüzleştiler. Ortaya çıkan somut durum; Ukrayna’daki güncel karşılaşma, tekellerin ihtiyaçlarına uygun düşecek şekilde devletlerarası ilişkilerin kuruluşundaki ticari esneklik ihtiyacı ile yaptırımların katı gerçekliği arasındaki sıkışıklığı açık etti. Kapitalist emperyalist sistemin önüne, çözmek zorunda kaldığı krizleri ağırlaştırarak çıkaran da mali sermayenin, krizlerini çözmek için ortaya attığı her çözümün çözümsüzlüğü katlayarak yeniden üretmesidir. Bugün ortaya çıkan durum budur.

Bugün ABD 1990’larda başını çektiği Yeni Dünya Düzeni’nin ve yönettiği kurumlarının lütfundan yararlanamaz durumda. 2008 krizinin sarsıntıları, ekonomik büyümesindeki gerileme, hegemonya mücadelesindeki harcamalarının oluşturduğu yük daha Trump zamanında en keskin biçimde ortaya çıkmıştı. ABD bugün en borçlu ülkelerden biridir. Kendi iç pazarını korumak, ithalata vergi koymak, yaptırım ve ambargolar, Suriye ve Afganistan’dan çekilmek bu daralma sorununu çözmedi. Trump NATO başta ittifak örgütlerindeki ödenek paylarını ödemeyen ülkeleri boşuna azarlamamıştı! Daha önce sorun olmayan ödemeler şimdi bir yük oluşturmaktaydı, kar zarar hesabının ustası eski, tüccar başkan Suriye’deki savaşın maliyetinden de yakınıyordu.

Bu arada ABD kendi iktisadi sorunlarıyla cebelleşirken, geriden ve ağırdan gelen Çin sermayesinin yayılması genişledi. ABD’nin burnunun dibindeki Latin Amerika ülkeleri dahil dünya pazarlarına yerleşmeye başlayan Çin, aynı zamanda bilişim, iletişim, tüketim malları üretimi ve pazarlaması bakımından sıçrama gösterdi. ABD’nin boşalttığı Afganistan’daki, iletkenler, yarı iletkenler, kıymetli metal ve maden kaynaklarına ‘devletlerin içişlerine karışmama’ ilkesi doğrultusunda Taliban mollalarıyla dünyanın en iyi anlaşan ülkesi olarak da ulaşma imkanı buldu.

Bu ülke şimdi de Çin’den başlayarak Avrupa’ya kadar uzanan, eski İpek Yolu’nun benzeri Kuşak-Yol projesiyle iki kıtada hem ticari hem de hegemonik alanlar yaratma girişiminde. Çin sadece ticaret yollarının ve dünya pazarlarının en kârlı hegemonu olmakla kalmadı aynı zamanda silah sanayiinde de ara kapatan hamlelerde bulundu.

Şimdi işgalin bir Putin-Zelensky veya Rusya-Ukrayna savaşı olarak devam etmesinde Rusya ve ABD de mutabık görünüyor. Beyaz Saray Sözcüsü Jen Psaki “Biden, ulusal güvenlik çıkarlarımız temelinde bir karar aldı. Daha önce de söylediğimiz gibi, uçuşa yasak bölge bizden ve NATO’dan Rus uçakları vurmayı talep edecek. Üçüncü dünya savaşına karışmakla ilgilenmiyoruz” demişti.  Rusya ise ABD Ukrayna topraklarında görünürse nükleer silah kullanacağını ilan etti.

Ne var ki ABD ve NATO ülkeleri Ukrayna’ya her türlü silah yardımında bulunmaya, Rusya’dan aldıkları S serisi füzeleri Ukrayna’ya vermeleri için Ukrayna’ya komşu ülkeleri zorlamaya devam ediyor. ABD ve NATO’nun sahaya girmeyi reddettiklerini söylemeleri sahada olmadıkları anlamına gelmiyor.

Savaş hem askeri hem ekonomik hem de siyasi veçheleriyle yol alıyor. Bu arada ortaya çıkan bir başka hamle de Rusya’nın elinden ticaret kozunu almak isteyen ABD ve AB emperyalistlerinin yeni kaynak arayışı karşısında Rusya’nın doğal gazı Ruble ile satışa çıkarması oldu. Doğalgaz üzerinden Alicengiz hesaplaşmasına dönen ekonomik yaptırımlar, Ukrayna toprakları dışındaki, ticaret sahasında süren savaşın da keskinleşeceğinin göstergesi. Birçok ülke Ruble dayatmasına uymak durumunda kaldı ve Rusya bu yöntemle, ulusal parasının değer kaybetmesinin önüne geçmiş oldu.

İkinci dünya savaşından bu yana Bretton Woods sistemi ABD dolarını hegemon para olarak ilan etmiş ve dünya ticaretine dolarla yapılması koşulu getirilmişti. Dolar bütün diğer paraların değerinin ölçüldüğü bir kerterizdi. Rusya ise daha 2008 yılında yerel parayla ticaretin sözünü etmekteydi. Bu geçişi şimdi gerçekleştirdi, gaz satışında doları devre dışı bıraktı. Çin’in de pazara Yuan şartı getirmesiyle Ukrayna savaşının en önemli sonucu “çok paralı ticaret” oldu. Kremlin Sözcüsü Dimitriy Peskov,[10] Ruble ile alışverişin nedeninin Rusya’nın doğalgaz ticaretiyle elde ettiği paralara el konulmaması için olduğunu açıklamış ve gelecekteki diğer mal satışlarında da bu sistemin uygulanmaya devam edeceğini belirtmişti.

Ukrayna işgali, görünürde bu savaşın içinde yer almayan ülkelerin özel mülkiyet ve servet konusundaki yazısız anlaşmayı da yıktıkları bir ortam yaratmıştır. Çok sayıda Rusya ve aynı zamanda bazıları İngiltere yurttaşı da olan oligarkın İngiltere bankalarındaki servetlerine el konulması, mal varlıklarının ellerinden alınması, Rusya’yı maddi olarak çökertmek için uygulanan maddi blokaj bir sermaye grubu ile diğeri arasındaki çatışmanın kapitalizmin ilkel birikim dönemindeki haraç, ganimet, el koyma, korsanlık yöntemleriyle de sürdürüldüğünü gösteriyor. Bu demek ki 2. Dünya Savaşı’nda ‘tarafsız’ İsviçre’deki banka sisteminin sermayenin geneline sağladığı güvenceye benzer bir güvencenin bankacılık sisteminde kalmadığıdır. Aynı zamanda birçok mafyatik işe bulaşmış bulunan oligarkların paralarını beyazlattığı İngiltere’nin bankaları başta olmak üzere hepsi bizatihi korsanlığın merkezindedir. Dünya finans kapitalini aynı zamanda bu mafyatik para dolaşımının beslediği yeni bir sır değildir ama olağan dışı zamanlarda neye dönüşebileceğini de göstermiştir. Özel mülkiyet güvenliği paylaşım savaşında taraf olma durumunu aşamaz! Mala mülke, kişisel servete el koyma da bu paylaşım kavgasının bir parçasıdır.

Birçok ülkede kamu malı arazilere, tesis ve kaynaklara bunların özel şahıslara devredilmesi için devlet aracılığıyla el konulduğu; iktidar muhaliflerinin maaş dondurma, mülke el koyma suretiyle cezalandırıldığı; doğanın, ormanların, derelerin, kentsel alanların rant için satışa çıkarıldığı koşulların teşvik ettiği alışkanlık özel mülkiyet çapulculuğu olmuştur. Burjuvazi yoksuldan alıp zengine verme alışkanlığını kendi hemcinslerine kadar genişletebilmiştir. Bu ortaçağ yöntemi altında, kendisini güvende hissedebilecek tek güç, muhtemel büyük çatışmanın muzafferinden başka kimse olmayacak görünüyor.

Ukrayna’dan nakledilecek tahıl başta olmak üzere çeşitli tarım ürünlerinin Karadeniz kıyılarındaki limanlardan ayrılmasına izin vermeyerek bu el koymaların rövanşını almaya çalışan Rusya da dünya çapında, kıtlık, yokluk ve yoksulluk gibi sarsıcı etkiler yaratarak sonuç almaya çalışmakla şanına layık bir emperyalistin nasıl olacağını öğrenmiş görünüyor. Yüzyılın başında haydutlukla suçladığı devletlerin adlarını, kendi haydutluğuna bakmadan, tek tek sayan ABD lideri Bush’tan bu yana, emperyalistlerin şahsında Ortaçağ haydutluğu prim kazanmış durumda.

Irak işgali ve Suriye savaşı dünyaya çok özel ve korkunç deneyimler kazandırdı. Sahaya kendi hırslarının taşıyıcısı olarak vekil çeteleri salan esas aktörler faturayı başkasına havale ettikleri cinayetler işleyerek bölgeyi iki yakası bir araya gelemez hale getirdiler. Geride istikrarsızlığın sürekli olduğu, kendi kendini yönetemez, çatışmalı ve kırılgan ülkeler bırakarak yıkacak başka düzenlere yöneldiler.

Avrupa’da, ‘uygarlığın beşiği’nde işgal edilen Ukrayna’da medeniyet cilası altında nasıl yırtıcı bir çıkar hırsının yattığı görüldü. Suriye ile Ukrayna, başlangıcı Irak işgalinde olan büyük paylaşım kavgasının zamansal olarak yakın halkalarıdır.

Bu, üretim ve pazarlama süreçleri hem bütünleşmiş hem çıkarları ayrışmış ülkeler; çıkarları ortak ama rekabetle parçalanmış tekeller; her biri birbirine muhtaç ama aynı zamanda hasım olan ve her gün yeniden kurulmazsa birbirilerini yiyecek olan iğreti bloklar kendi varlık yokluk sorunu olarak algıladıkları, ancak kapitalist emperyalist düzeneğin, dayandığı sınırları havaya uçurmadan rahata ermesinin mümkün olmadığı kendi öz be öz ve sistemik krizi, bu kadar gerilimi ya savaşla çözebilir ya da devrimle imha edilir. Gelinen nokta budur. Şimdilik emperyalistlerin birbiriyle bölgesel savaşlarda kapışarak çözmeye çalıştıkları ama asla çözülemeyen sıkışıklık her savaştan sonra katlanarak birikiyor.

Bu birikim, bu gözü dönmüş paylaşım hırsı; tarafların birbirini yediği rekabetin sonuçlarını dünya işçi sınıfına ödetmekten ve paylaştırmaktan geri kalmıyor. Gerilimin yönetilebileceği bir düzenin sınırları her zamankinden fazla zorlanıyor. Bu zorlandıkça geçen her dakika yeni Ukraynalar, Suriyeler, Iraklar demek. Çünkü sosyalizm yoksa barbarlık var. Rosa Luksemburg’un dediği gibi.


[1] Yakın Doğu Haber (2022) “Putin’in Konuşması”, https://www.ydh.com.tr/HD17137_putinin-konusmasi.html

[2] Yakın Doğu Haber, age.

[3] Altınörs, A. (2022) “SSCB’nin dağılmasından Ukrayna Savaşına Rus Oligarşisi”, Artı Gerçek, https://artigercek.com/yazarlar/alp-altinors/sscb-nin-dagitilmasindan-ukrayna-savasi-na-rus-oligarsisi

[4] Sputnik Türkiye (2022) “Putin ve Şi’den Ortak Bildiri: Çin’den Rusya’nın Güvenlik Garantileriyle İlgili İnisiyatifine Destek”, https://tr.sputniknews.com/20220204/putin-ve-siden-ortak-bildiri-cinden-rusyanin-guvenlik-garantileriyle-ilgili-inisiyatifine-destek-1053468144.html

[5] Çin ve Rusya arasındaki ticaret hacmi geçen yıl 147 milyar dolara ulaştı. Bu artış bir önceki yıla göre yüzde 36’dır. Rusya’nın Çin’e yaptığı ihracatın değeri, yarısından fazlası petrol ve gaz olmak üzere 79 milyar dolara ulaştı. Bu arada Çin’in Batıyla ticaret hacmi Rusya’dan daha fazla; 800 milyar doları aşan ticaret hacmiyle Avrupa Birliği (AB) ve 750 milyar doları aşan ticaret hacmiyle ABD’nin ticaret ortağıdır.
Rusya Merkez Bankası’nın Çin’deki rezervlerinin yarısı ya altın ya da Çin yuanı… Rusya, devasa büyüklüğüne rağmen 1,49 trilyon dolarlık milli geliriyle İtalya’nın da gerisinde (1,89 trilyon dolar) kalıyor. Bu rakam ABD için 20,9 trilyon dolar iken Çin için de yaklaşık 14,7 trilyon doları buluyor.

Sofuoğlu, Y. (2022) “4 Soruda Ukrayna Savaşında Çin – Rusya ilişkileri”, https://www.indyturk.com/node/485801/d%C3%BCnya/4-soruda-ukrayna-sava%C5%9F%C4%B1nda-%C3%A7in-rusya-ili%C5%9Fkileri

[6] İşgalden bir süre sonra Rusya’da yatırım ve pazar oluşturan bir dizi tekel bu ülkeden çekildiklerini ilan ettiler. Bunların arasında birçok tanıdık ve ‘küresel’ marka vardı. Başta Coca Cola olmak üzere Netflix, Starbuck, Microsoft, MacDonald’s, Apple, Daimler (Mercedes Benz), Jaguar Land Rover, H&M, Airbnb, Burberry, Disney, Sony, Warner Bross, Rolls-Royce, General MotorsAston Martin.

Sondakika (2022) “Markalar teker Teker Rusya’dan Çekiliyor”, https://www.sondakika.com/dunya/haber-markalar-teker-teker-rusya-dan-cekiliyor-iste-14783552/  

[7] Yıldızoğlu, E. (2022) “Bloklar, Kutuplar, ‘Soğuk Savaş’ ve Başka Şeyler”, Cumhuriyet, https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ergin-yildizoglu/bloklar-kutuplar-soguk-savas-ve-baska-seyler-1919972

[8] Atılan her adım dünya kapitalist sistemin büyük krizini de tetikliyor. Ukrayna kriziyle birlikte DTÖ Ekim 2021’de açıkladığı dünya ticaret hacminde büyüme tahminini güncelledi. 2022 yılında küresel gayri safi yurtiçi hasılada yüzde 3,1 ila 3,7 oranında bir büyüme görülecek. Bu küresel ekonomik büyümede 1.3 puanlık bir gerileme demek. Birçok ülkede temel tüketim maddelerinde enflasyon yükseliyor. (Artı Gerçek (2022) “Dünya Ticaret Örgütü: Ukrayna’daki savaş küresel ekonomileri de vuracak”,

https://artigercek.com/haberler/dunya-ticaret-orgutu-ukrayna-daki-savas-kuresel-ekonomileri-de-vuracak). Pandemi ile başlayan ekonomik sıkışma Ukrayna işgaliyle ile devam ediyor ve bu, işgalin sonuçlarını genelleştiren bir etkide bulunuyor. Birçok ülke silahlanma harcamalarına ayırdıkları payın artırması da ulusal ekonomiler için yeni yükler getirdi. Bu konu Almanya’nın silahlanmaya 100 milyar dolar ayıracağını ilan etmesiyle birlikte içerdeki muhalefetin tepkisini çekti. Hürriyet (2022) “Ukrayna Savaşının Ardından Almanya Ordusuna 100 Milyar Euro Ek Bütçe”, https://www.hurriyet.com.tr/avrupa/ukrayna-savasinin-ardindan-almanya-ordusuna-100-milyar-euro-ek-butce-ayiracak-42012338

[9] Rusya’nın Fransa’da 71, Japonya’da 58, Almanya’da 55, ABD’de 38, İngiltere’de 26, Avusturya’da 17 ve Kanada’da 16 milyar olmak üzere 284 milyar dolarlık varlığı donduruldu. (Sağlam, M. (2022) “Rusya Örneği ve Küresel Ekonomik Sistemin Çöküşü”, Kısa Dalga, https://kisadalga.net/yazar/rusya-ornegi-ve-kuresel-ekonomik-sistemin-cokusu_26576)

[10] Cumhuriyet (2022) “Rusay Doğalgazın Ardından Başka Ürünlerde de Rubleye Geçiyor”, https://www.cumhuriyet.com.tr/dunya/rusya-dogal-gazin-ardindan-baska-urunlerde-de-rubleyle-odeme-sistemine-gecmeye-hazirlaniyor-1922250