Burak Bağçeci

İşçi sınıfının ekonomik, sosyal ve politik olarak ezilmesinin koşullarını içinde taşıyan kapitalizme neden rıza gösterdiği ya da ona her zaman güçlü ve somut bir karşılık vermediği, geçmişten beri farklı ideolojik pozisyonlardan tartışılmıştır. Bu tartışma zemini, bekledikleri devrimi bir türlü bulamayan küçük burjuva aydınların sınıfın devrimci rolünü inkarına, “sınıftan kaçış” teorilerine kaynaklık ettiği kadar, devrimci politik platformlar için öznel koşulların yaratılması ve devrimin hazırlanmasına yönelik çabaları da beslemiştir.

Kor Kitap’ın Marksist Araştırmalar Dizisi’nden çıkan Emeğin Rızası kitabında Nursel Tabel Arslan, AKP’nin bağımlı sınıflar üzerinde kurduğu, son yıllarda kırılmaya başlayan neoliberal hegemonyayı irdeliyor. OSTİM işçileriyle yapılan görüşmelere dayanan çalışmanın kuramsal çerçevesini ise Gramsci’nin hegemonya kuramı oluşturuyor.

LENİN, GRAMSCI VE HEGEMONYA

Gramsci’nin “sivil toplum” kavramına yüklediği anlam ve bununla ilişkili olarak “hegemonya” kuramı geçmişten beri tartışmalı kavramlar olagelmiştir. Gramsci’nin hapishane koşullarında var olan sıkı denetimi aşma kaygısıyla da beslenen yer yer muğlak terminolojisi ve çalışmalarının genel sistemsizliği, hegemonya kuramından tarihsel süreçte farklı sonuçlar çıkarılmasına katkıda bulunmuştur. Büyük bir devrimci komünist olan Gramsci’nin teorisi, sonraki avro-komünist akımların reformist tezlerine, post-Marksist ve post-yapısalcıların kültürel alana bağımsız rol atfeden üst-yapısalcı vaazlarına dayanak haline getirilmiştir. Halbuki, Gramsci’nin çalışmalarının böyle yorumlara açık kapı bırakan eksiklik ve zaafları olsa da onu toplam teorik mirasının bütünlüğü içinde okumak bizleri, hegemonya kuramının aksine proleter devrimin stratejisinin anlaşılma ve açıklanma çabasının unsurları olarak anlaşılabileceği sonucuna götürür.

Hegemonya kuramının böylesi yorumlarının hiçbir zaman değinmediği ve değinmek istemediği noktalardan birisi, hegemonyanın ilk ve tek olarak Gramsci tarafından irdelenip açıklanmadığıdır. Lenin, Rus devriminin strateji ve taktiğini belirlerken proletaryanın toplumsal hegemonyasını her zaman çıkış noktası olarak ele almıştır. Gramsci, hegemonya kuramını geliştirirken Lenin’den ilham almasına ve Hapishane Defterleri’nde doğrudan ona referans vermesine[1] rağmen hegemonya çalışmalarında Lenin’in neredeyse hiç adı geçmez. Bu elbette bilinçli bir tercihtir ve Gramsci’nin kuramının nasıl ve hangi amaçlarla çarpıtıldığını da göstermektedir.

Lenin’in toplumsal devrimde işçi sınıfının ideolojik ve politik öncülüğüne yaptığı vurgu ve bununla bağlantılı olarak ortaya koyduğu parti modeli, onun hegemonya fikriyle doğrudan bağlantılıdır. İşçi sınıfının hegemonyası, onun sınıf çıkarlarının bütün diğer ezilen ve sömürülen toplumsal tabakaların da kurtuluşunu muhteva ettiği gerçeğinin egemen fikir olmasını ve böylece toplumsal devrimde öncü rolünün somutlanmasını ifade eder. Böylece işçi sınıfı, normal koşullarda burjuvazinin yapmaya muktedir olduğu gibi, kendi sınıf çıkarlarını bütün bir toplumun çıkarları olarak formüle ederek hegemon toplumsal güç haline gelebilir. Lenin şöyle der: “Çağdaş toplumun tek tutarlı devrimci sınıfı olarak, bütün halkın tam bir demokratik devrim için mücadelesinde, bütün çalışan ve sömürülen halkın ezenlere ve sömürücülere karşı mücadelesinde [proletarya] önder olmak zorundadır. Proletarya, ancak proletaryanın hegemonyası fikrinin bilincinde olduğu ve bu fikre etki ettiği ölçüde devrimcidir. Bu görevin bilincinde olan bir proleter, köleliğe isyan etmiş bir köledir. Kendi sınıfının önderliği fikrinin bilincinde olmayan yahut bu fikri reddeden bir proleter, köle konumunun farkında olmayan bir köledir; en iyi ihtimalle, köle olarak durumunu iyileştirmek için mücadele eden, ama köleliği yıkmak için savaşmayan bir köle.”[2]

Lenin’in ekonomistlerle ve Menşeviklerle yaptığı polemikler de devrimde işçi sınıfının hegemonyası temelinde gelişmiştir. “Ekonomistler, politik mücadelede hegemonyanın sosyal-demokratları değil, bilakis aslında liberalleri ilgilendirdiğini düşünüyorlardı. Yeni-Iskracılar ise, demokratik devrimin etkin yönetiminin sosyal-demokratları değil, bilakis aslında demokratik burjuvaziyi ilgilendirdiğini, çünkü proletaryanın önderliğinin ve üstünlük kazanmasının devrimin kapsamanı daraltacağını sanıyorlar.”[3]

Larin ve ortakları, Rus işçilerini hegemonyayı güvence altına almaya (yani liberallere rağmen kitleleri devrime çekmeye) çabalamakla suçluyorlar.[4]

Böylece Lenin’de işçi sınıfının toplumsal devrimde ideolojik ve politik önderliği anlamında kullanılan hegemonya kavramı, Gramsci tarafından farklı kapsamlarda geliştirilmiştir. Gramsci, hegemonya kavramını rıza ve zoru birleştiren bir egemenlik biçimi olarak anlamış ve kullanmıştır.[5] Onun özel olarak yaptığı katkılar; kültürel ve ahlaki yönlere yaptığı vurgu, “duygudaş grupların zorunlu özümseme sürecini tanımlamak” ve “bağımlı sınıflar üzerinde burjuva tahakkümünü çözümleme aracı olarak kullanmak” olmuştur.[6] Gramsci’nin üst-yapısal unsurlara dikkat çekmesinde Marksist dünya görüşü için olumlu katkılar vardır, ancak Arslan’a göre Gramsci’nin kuramında üretim ilişkilerine verdiği önem literatürde göz ardı edilmiş ve bu da “…hegemonya kuramının farklı şekillerde yorumlanmasına yol açmış ve bu vurgu daha sonra Gramsci’ye ilişkin reformist okumalara dayanak oluşturmuştur. Bu okuma biçiminde hegemonyanın yalnızca ideolojik boyutu dikkate alınmış ve egemen sınıfın hegemonyasında ideolojinin rolünü vurgulaması nedeniyle Gramsci’ye ilişkin sivil toplumcu yorumlar yapılmış ve hegemonyanın bağımlı sınıfların egemen ideolojiyi içselleştirmesi yoluyla kurulduğu ileri sürülmüştür.”[7]

Bu kuramsal çerçevede, hegemonyayı zorun ve rızanın bir sentezi olarak ele alan Arslan, hegemonyanın ideolojik bir üstünlük olduğu kadar ekonomik temelleri de olduğunu vurgulayarak, nesnel koşulları ve sınıflar mücadelesini çözümlemesine dahil ederek[8] neoliberalizm çağında işçi sınıfı ve emekçiler üzerinde kurulan burjuva hegemonyanın dayanaklarını ve kurulma biçimlerini ortaya koyuyor.

NEOLİBERALİZMDE SİYASET ALANININ DÖNÜŞÜMÜ

AKP’nin, geniş işçi ve emekçi yığınları siyasal olarak kendisine yedeklemek ve sermaye birikimini güvence altına alabilmekteki başarısına geçerken, neoliberalizmin siyaset alanını ve kitlelerin siyasetle kurdukları bağı nasıl dönüştürdüğünden bahsetmekte fayda var. Kapitalizmin egemenliği koşullarında ekonomi ve siyasetin görünüşteki ayrışması, neoliberalizm çağında bilinçli olarak daha da derinleştirilmiştir. Bu hem geniş emekçi kitlelerin siyasetten koparılması hem de devletin yeni sermaye birikim rejiminin ihtiyaçlarına yanıt verebilecek şekilde yeniden düzenlenmesi olarak anlamlıdır.

Dünya Bankası ve IMF gibi uluslararası sermaye kuruluşlarının neoliberal döneme uygun devlet reformlarıyla biçimsel, ideolojik propagandalarıyla da düşünsel anlamda siyaset, kitlelerden bağımsız, onun üstünde duran ve “profesyonel siyasetçiler” eliyle yürütülen bir alan haline getirilmiştir. “Yönetişimci devlet” modeli, işçi ve emekçilerin siyasete katılımını kısıtlamakta, onları siyasi alandan koparmaktadır.[9] Böylece emekçiler demokratik mekanizmalardan dışlanarak siyasetin alanı da sermaye lehine daraltılmıştır.[10] Ekonomi yönetimi de giderek özerkleşir ve hatta bağımsız kuruluşlara devredilir, böylece neoliberal programın uygulanmasının önündeki engeller kaldırılırken, öte yandan yürütme ve bürokrasinin rolü artar. Zaten burjuva demokrasisinin biçimselliğinin bir göstergesi olan, yasamanın kendi yaptığı yasalar üzerinde denetime sahip olmayarak yetkilerini daha baştan yürütmeye devretmesiyle karakterize parlamenter demokrasinin “güçler dengesi” iyice bozulmuş olur.

Kitlelerin siyasetten dışlanması, başta örgütlenme özgürlüğü olmak üzere siyasal hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasıyla pekiştirilir. Sendikasızlaştırma işçi sınıfının sadece ekonomik-demokratik taleplerini savunabilecek örgütlerinin yitirilmesi ve böylece artı-değer sömürüsünün artırılması bakımından önemli değildir, aynı zamanda örgütlülüklerinin gerek baskı gerekse örgütlülük karşıtı propagandayla dağıtılması, geniş işçi ve emekçi yığınların birer özne olarak hayatın akışına müdahale edebilme kapasitelerini yitirmelerini hedefler. Böylelikle toplumsal yaşamın bütün yapı ve ilişkilerinin inşa edilmesi işi politik olanın kapsamından çıkmış, dar anlamıyla devlet işlerinin yürütülme işi olarak siyaset ise kitlelerin değil ama bir elit tabakanın kitleler adına yaptığını iddia ettikleri teknik bir iş haline gelmiştir. Böylece yaşam koşullarımızı belirleyen bütün parametreler öylesine “siyasetler üstü” hale getirilmiştir ki, bir bakanın kendi politikalarına yöneltilen eleştiriler karşısında siyaset üstü davranılması gerektiğini söyleyebildiği, absürt bir duruma gelinmiştir.[11]

Bu zeminde gerek tekelci sermaye partileri gerekse liberal, post-modernist, post-yapısalcı sol akımlar, siyaseti ekonomi dışı alanlarda ve toplumsal sınıflarla ilişkisiz üretirken siyasetin belirleyeni dini, etnik, kültürel kimlikler haline getirildi. Böylelikle “Demokrasi kavramı sermaye sınıfının organik aydınları tarafından sınıfsal içeriğinden koparılıp kültürel çoğulculuğa ve seçimlerde oy vermeye indirgendi.[12]

NEOLİBERAL HEGEMONYA PROJESİ OLARAK AKP

İşçi sınıfı ve emekçilerin örgütsüzleştirilerek hem neoliberal saldırı dalgası karşısında savunmasız bırakıldığı hem de siyasetin dışına itildiği koşullar, tekelci sermayenin neoliberal çağda hegemonyasının yeniden üretildiği temeli oluşturdu. AKP, bir yandan uygulamaya soktuğu ekonomi programıyla işçi ve emekçilerin çalışma ve yaşam koşullarını sermaye birikimi lehine ağırlaştırırken aynı zamanda emekçi kitleleri kendisine yedekleyebilmeyi başarabilmesinde bu temelin açtığı boşluğun etkisi büyüktür.

Arslan’a göre 1980’den AKP iktidarı dönemine kadar olan dönem, gerek sermaye klikleri arasındaki çatışmaların çözülememesi gerekse işçi ve emekçilerin rızasının sağlanamaması gibi sebeplerle tam anlamıyla bir hegemonya kurulmakta başarısız olunmuştur.[13] Yine de belirtmekte fayda var ki AKP iktidarına gelene kadarki süreçte yaşanan ekonomik ve siyasal istikrarsızlık ve zaman zaman içine girilen çok yönlü toplumsal buhran dönemleri, burjuva hegemonyasının etki alanının ve gücünün zayıfladığı dönemler olmakla birlikte, hegemonyanın kuruluşunda başarısızlık tek başına kitlelerin mevcut düzen partilerine güvensizliği ya da çalışma ve yaşam koşullarının kötüleşmesine karşı gösterebildikleri kitlesel tepkinin varlığıyla belirlenemez.

2002’de tek başına iktidara gelmeyi başaran AKP’nin iktidar gücünü, dini bir araç olarak kullanmasına bağlayan çokça yorum yapılmasına rağmen, Arslan’ın da belirttiği gibi “Emeğin disipline edildiği, sermaye sınıfına tabi kılındığı bu tarihsel koşulların içinde ortaya çıkan AKP’yi bağımlı sınıfların desteklemesinde temel dinamik din faktörü olmamıştır. Adalet ve kalkınma vaadiyle bağımlı sınıfların yanı sıra egemen sınıfların onay ve desteğini alması partiyi iktidara taşımıştır. AKP’de, sınıflar arası ve sınıf-içi ilişkilerin yeniden yapılanmasını ve siyasal düzeyde tek bir program etrafında birleşmeyi sağlayan bir parti olarak hegemonya bunalımına organik çözüm olmuştur.”[14]

Bu noktada esnek ve güvencesiz çalışmanın yaygınlaştırılması, özelleştirmeler, istihdam oranlarında düşüşle birlikte yükselen işsizlik ve emek gücü piyasalarının baskılanması, eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik alanlarının piyasalaştırılması gibi tipik neoliberal politikaların yarattığı sosyal yıkım, AKP tarafından burjuva hegemonyanın güçlendirilmesinin dayanağı olabilmiştir. Emekçi kitlelerin siyasetten dışlandığı temel üzerinde AKP tabiri caizse kitleleri yoksulluğa iterken kendisinin büyüttüğü yoksulluğu sosyal yardımlar aracılığıyla sürdürülebilir kılarak rıza üretmenin dayanağı haline getirmiştir. Sosyal güvenlik alanında yapılan reformlarla işçi ve emekçiler sosyal güvencelerini kaybetmiş, güvencesizliğe mahkûm edilen emekçiler sosyal yardımlara muhtaç bırakılmıştır. Sosyal yardımlar hem yoksulluğun sürdürülebilirliğini sağlamış hem de emekçilerin AKP’ye siyasal olarak yedeklenmesini sağlamıştır. “Bu çerçevede sosyal yardımlar AKP’nin neoliberal hegemonyayı inşa sürecinde yararlandığı popülist tekniklerden biri olmuştur. AKP’nin yoksullarla İslami-muhafazakâr bir tarzda kurduğu yardım ilişkisine Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü (SYGM), Vakıflar Genel Müdürlüğü, Sağlık Bakanlığı, Sosyal Güvenlik Kurumu, sivil toplum kuruluşları, cemaatler ve yerel yönetimler aracılık etmiştir.”[15]

Öte yandan Arslan’a göre işçilere yön veren temel duygulardan birisi korkudur.[16] Sosyal güvencesizlik, geleceksizlik, borç, yedek işgücü ordusunun büyümesiyle artan işsizlik korkusu gibi faktörlerin karşısında örgütlülüklerini kaybeden işçiler, kimi zaman eylem ve direnişlere geçmekle birlikte, diğer yandan neoliberal hegemonyaya boyun eğmişlerdir.[17] İşçilerin çalışma ve yaşam koşullarının bir sonucu olarak, Marx’ın vurguladığı gibi kendilerine ve çevrelerine yabancılaşan işçiler iktidarın ve burjuvazinin ideolojik etkilerine daha da açık hale gelmektedirler.[18] Ancak Arslan’ın çalışmasının bütününde de vurguladığı gibi, hegemonya sadece ideolojik manipülasyonla açıklanamaz. “Kapitalist toplumda işçi sınıfının kendine ilişkin olumsuzluklarının üstesinden gelememesinde ve içinde bulunduğu koşullara razı olmasında sisteme içkin değer yaratma sürecinin yabancılaştırıcı etkisi de vardır. Örneğin, işçinin aldığı ücreti çalışmasının karşılığı olarak anlamlandırması ‘birilerinin anlattığı-tanımladığı bir şey değil (ideoloji ya da yanlış bilinç), bilfiil gerçekliğe ilişkin bir durum’dur. Ayrıca, bağımlı sınıfların çoğunluğunun iktidara boyun eğmesi onların içinde bulundukları durumun farkında olmamaları ya da durumu tamamen içselleştirmelerinden kaynaklanmaz. Gözetim, ödüllendirme ve cezalandırmaya dayalı bir sistem içinde boyun eğmeyi ihtiyatlılık olarak görürler.[19]

Hegemonyayı bir kez inşa edilen ve sabit kalan, kadiri mutlak bir olgu olarak kavrayanlar olmakla birlikte, bunun böyle olmadığı hem çalışmada görüşülen işçilerin farklı meselelerde verdiği çelişkili yanıtlardan, hem de her şeye rağmen -henüz azınlıkta da olsa- karşı hegemonya oluşturmaya çalışan işçilerin varlığından hareketle söylenebilir. Nitekim sınıf hegemonyasının sürekli olarak yeniden üretilen ve sınıflar mücadelesinin her anını ve alanını kapsayan ve onu beslediği kadar ondan beslenen bir olgu olduğu gerçeğini hatırlamakta fayda var. Nitekim Arslan’ın da vurguladığı gibi hegemonya kısmi olarak kurulabileceği gibi mücadeleden azade olmak bir yana doğrudan ona tabidir.[20] Arslan’ın çalışmasından çıkardığı sonuç şöyledir: “…işçilerin çoğunun neoliberal hegemonyaya zorlamanın gölgesinde pasif rıza gösterdiğidir. Ancak tümüyle boyun eğen/pasif rıza gösteren ya da koşullara teslim olan bir işçi tipinden söz etmek mümkün değildir. Ayrıca pasif rıza gösterenler her zaman/an eylemlilik haline geçebilir.”[21]

Kitapta, kendisiyle görüşme yapılan bir işçininsöylediği gibi:

“…Bu sorunları yaratan şeyi yok etmemiz lazım. […] Bunun yolu devrimden geçiyor. Devrimin öncüsü işçi sınıfı olacak; ideolojik ve pratik anlamda. Bu yönde bir umudum mutlaka var” (Çalışmada görüşülen 1. İşçi).[22]


[1] Arslan, T.N. (2021), Emeğin Rızası: Neoliberal Hegemonya ve İşçi Sınıfı, Kor Kitap, İstanbul, sf. 33.

[2] Lenin, V., Reformism in the Russian Social-Democratic Movement

https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1911/sep/14.htm

[3] Lenin, V. (1994) [1905], Demokratik Devrimde Sosyal Demokrasinin İki Taktiği, çev. S.N. Kaya ve İ. Yarkın, 1. Baskı, İnter Yayınları, Ankara, sf. 126.

[4]Lenin, V., Reformism in the Russian Social-Democratic Movement

https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1911/sep/14.htm

[5] Arslan, T.N. (2021), Emeğin Rızası: Neoliberal Hegemonya ve İşçi Sınıfı, Kor Kitap, İstanbul, sf. 3

.[6] Ransome’den aktaran Arslan, Emeğin Rızası: Neoliberal Hegemonya ve İşçi Sınıfı, Kor Kitap, İstanbul, sf. 33-34.

[7] Arslan, age, sf. 37.

[8] Arslan, age, sf. 42.

[9] Yıldız, S., Yönetişim neyin kısaltması?

https://ozgurlukdunyasi.org/arsiv/265-sayi-168/705-yonetisim-neyin-kisaltmasi

[10] Arslan, T.N. (2021), Emeğin Rızası: Neoliberal Hegemonya ve İşçi Sınıfı, Kor Kitap, İstanbul, sf. 232.

[11]Sputnik (2021) “Sağlık Bakanı Koca, Erdoğan’a teşekkür etti: Küresel salgın ile mücadele siyaset üstü bir konudur”

https://tr.sputniknews.com/turkiye/202104071044215604-saglik-bakani-koca-erdogana-tesekkur-etti-kuresel-salgin-ile-mucadele-siyaset-ustu-bir-konudur/

[12] Arslan, age, sf. 239.

[13] Arslan, age, sf. 261.

[14] Arslan, age, sf. 261

[15] Arslan, age, sf. 205.

[16] Arslan, age, sf. 261.

[17] Arslan, age, sf. 262.

[18] Arslan, age, sf. 262.

[19] Arslan, age, sf. 266.

[20] Arslan, age, sf. 272.

[21] Arslan, age, sf. 272.

[22] Aktaran Arslan, age, sf. 274.