CIPOML*

Her zamanki türden, burjuvazinin bilindik olağan yöntemlerle yönetebildiği sıradan bir süreçten geçmediğimiz ortada. Ortalama günler yaşamıyoruz.

Sıra-dışılık iki yönüyle belirgin. Birincisi, egemen burjuvazi, yönetebilmek için eskisinden giderek farklılaşan yöntemlere başvuruyor. Buna, öncelikle demokratik hak ve özgürlüklerin tırpanlanmasıyla burjuva demokrasisinin güdükleşmesinde yeni mesafeler alınmasında, parlamenter yönetim tekniklerinin “gerektiğinde” (ki oldukça sık gerekli olmaya başladı) kolaylıkla bizzat burjuvazi ve partilerince darbelenerek aşılma girişimlerinde tanık olunuyor. Ancak bundan ibaret değil; bu, aynı zamanda burjuvazinin –yıllardır biri diğerinin yerini alarak hükümet etmiş– sağlı sollu geleneksel parlamenter partilerin hızlı güç kayıplarıyla tabanlarını bir dizi yeni partiye kaptırma eğiliminde görülüyor. Ve ikincisi, eskisi gibi yönetilmeleri giderek güçleşen sömürülen kitlelerin hoşnutsuzluk ve tepkilerinin artması, ama tarihsel bir yenilgiye uğramış işçi sınıfı saflarında dağınıklık ve örgütsüzlükle birlikte kafa karışıklığı, moral bozukluğu ve kendine ve geleceğe güvensizlik sürerken, sınıfının devrimci partileri, güncel olarak, henüz işçi sınıfı ve sömürülen kitleleri –şüphesiz somut acil taleplerinden hareketle– devrim ve sosyalizm platformunda toparlamaya yönelik güçlü ve sağlam köklü adımlar atabilmiş değil. Bu, hem sınıf partilerinin pratiğinde, ama en çok da bu partiler güç toplayamazken, sağlı sollu popülist, aşırı sağ ya da faşist hareketlerin kitleleri etkileyerek etraflarında toplamaları ve hatta küçümsenmeyecek sayıda ülkede hükümetler kurmayı başarmalarında görülüyor.

Kitlelerin maddi ekonomik ve sosyal sorunlarını çözmek üzere hemen hiç girişimde bile bulunmazken, ilerici “sol” hükümetleriyle sol popülist sosyal-reformist hareketlerin –sınırlılığına karşın– yapmaya yöneldikleri hemen tek iş olan “demokrasiyi genişletme” tutumlarına rağmen burjuva demokrasisi giderek güdükleşiyor. İkiyüzlülüğü her defasında yeniden gözler önüne serilerek, sadece görece geri ya da politik düzeni anti-demokratik temelde şekillenmiş ülkelerde değil, ama “demokrasinin beşiği” denenlerde bile şurasından burasından budanarak, işlev kaybına uğruyor. Bu, yalnızca darbeler ve benzeri yöntemlerle değil, ama “halk iradesi” söylemini geçersizleştirmek üzere “teknokrat hükümetler”in gündeme gelmesi, Trump’ın oldu-bittileri, en son Birleşik Krallık Parlamentosunun Johnson Hükümeti-Kraliçe işbirliğiyle by-pass edilmesi girişimi vb. ile gerçekleşiyor.

Öte yandan öncesi bir yana, son yirmi yılda işçi sınıfı karşısındaki gerici pozisyonlarından kuşku duyulamayacak sosyal-reformist ve aşırı sağcı ya da faşist hareket ve partilerin hızlı bir biçimde gelişmesine ve bir bölümünün çeşitli ülkelerde hükümet kurmasına tanık olduk.

Sol” iddialı sosyal-reformculara örnek olarak, birbirlerinden farklılıklarına karşın ortak karakteristikleri olan düzen-içilikleri ve iyileştirmelerle kapitalizmi güzelleştirmeye dayalı reformculuklarıyla “ilerici-gelişmeci” hükümetler kuran Brezilya’da Lula ve PT’siyle Yunanistan’da Cypras ve Syriza’sı, Chavez ve Maduro’nun SVUP’u verilebilir. Bunlara, Bolivya’da E. Morales, Nikaragua’da D. Ortega, Ecvador’da Rafael Correa, Honduras’ta M. Zelaya ve kurdukları hükümetler eklenebilir.

Kurulan “sol” tandaslı reformcu hükümetleriyle, bu ülkelerden hatta bazıları kendi kıtaları ve giderek tüm dünya “solu”na örnek gösterilmişlerdir. Ancak hem başta yeniden sağın hükümet olduğu Brezilya ve Yunanistan olmak üzere önemli bir bölümü, neredeyse tümü yıpranarak eski güç ve çekiciliklerini yitirdiler. Hem de sosyal reformizmin dünyadaki örnekleri bunlardan ibaret değil. Genel bir tablo için dünyaya egemen olan emperyalist ülkelerle birlikte ele alındığında görünen, popülist olup olmadıkları önem taşımadan, “sol” iddialı sosyal-reformcu hareket/partilerin örneğin Avrupa’nın da bir gerçeği olduğudur.

Geçmişte hükümetler de kuran, Alman SPD ve Fransız SP gibi eski türden sosyal demokrat partiler, politik iflaslarını ilan edip “solculukları” hemen tümüyle törpülenerek izlemeye yöneldikleri neoliberal ve monetarist politikalarla burjuvazinin “merkez sol” partilerine dönüştüler. Sonunda SP, yüzde 7,5’luk bir seçmen desteğine gerilerken, benzer gerileme, az-çok zamana yayılsa bile, SPD için de söz konusu. Klasik sosyal demokrasinin iflası ve güç kaybının sosyal demokrat partilere dönüşen eski revizyonist partiler açısından da geçerli olduğu eklenmelidir.

Kitlelerin taleplerini savunuyor görünen, ancak, lafını etmenin ve istismarın ötesinde, her zor durumda emekçileri ortada bırakmakla kalmayıp dolaysız biçimde neoliberal politikaları savunarak bizzat uygulanmalarını üstlenen ya da uygulanmalarına güç ve destek veren sosyal demokrasinin tepki toplaması ve güç kaybetmesi herhalde tamamen normaldir.

Avrupa ülkeleri “bereketli topraklar”. Fransa ve Almanya örnekleri üzerinden yürünürse, sosyal demokrat nitelikli SP (ve sürekli müttefiki durumundaki FKP) ile SPD’nin güç kaybetmeleriyle oluşan boşluklar, Fransa’dasol popülist Melenchon’un “La France insoumise”si (Boyun Eğmeyen Fransa), Almanya’daysa Yeşiller ve Sol Parti tarafından doldurulmaya çalışıldı.

Şu anda “sol” adına Fransa’da Melenchon’un partisi ile Almanya’da Yeşiller’in yükselişte oldukları söylenebilir, ancak hem bu yükseliş, SP ve SPD’nin ciddi ölçülerle gerilemelerinin yarısını bile karşılamamaktadır, hem de bu iki parti asıl yükselenler değildir.

Fransa’da 2012 Seçimlerinde 2. Turda yüzde 51.6’le cumhurbaşkanı seçilen SP adayı, 2017’de sadece yüzde 6.4 oy alabildi. Bu, Hollande ve partisinin izlediği sömürülen yığınlarının nefretini kazanan emek düşmanı neoliberal politikaların sonucuydu. Yükselişteki yeni sosyal reformist aday Melenchon yüzde 19.6 oy toplayabildi. İlk Tur’unu Macron’la faşist eğilimli Ulusal Cephe adayı M. Le Pen’in birinci ve ikinci tamamladıkları 2017 Seçimlerinin bir diğer karakteristiği Fransa tarihinde ilk kez merkez sağ ve merkez solun cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunda yer alamayışı oldu.

1969’da aldığı yüzde 21.3’ten 2002’de yüzde 3’lük oy oranına gerileyerek siyaset sahnesinden neredeyse silinme eğilimine giren F“K”P’nin ardından, cumhurbaşkanları çıkarmış SP ile “merkez sol” ve Fransa’ya uzun yıllar hükmetmiş merkez sağ, 2017’den beri artık eski etkinliklerinden uzaklar.

SPD hala tabanını yarı yarıya da olsa koruyor ve sendikalara önemli ölçüde hakim olmakla birlikte, Almanya, Fransa’dan fazla farklı görünmüyor.

Ülke II. Dünya Savaşı’nın ardından 2017’ye kadar, muhafazakar Hıristiyan Demokrat Parti CDU ve SPD arasında zaman zaman el değiştirerek bu iki büyük parti tarafından yönetildi. Son yıllarda, bu partilerin güç kayıpları nedeniyle yeniden ancak CDU-SPD “büyük koalisyonu” tarafından yönetilebiliyor.

SPD, 1969-79 arasında yüzde 40’ın üzerinde (’72 Seçimlerinde yüzde 45.8) oyla hükümet oldu. Son hükümet döneminde (1998-2005) G. Schröder’le izlediği sömürülen kitlelerin nefretini kazanan emek düşmanı tekelci neoliberal politikalar nedeniyle 11 puan birden kaybederek, 2009’da yüzde 23’lük bir oy düzeyine geriledi.

Alman tekellerinin çıkarlarının zorunlu kıldığı hala devam eden son “büyük koalisyon” Eylül 2017 Seçimlerinde hem CDU/CSU (yüzde 9’luk düşüş) hem de SPD’ye (yüzde 5.7’lik düşüş) önceki seçime göre oy kaybettirdi.

İki “yeni” sosyal reformist parti, Sol Parti  ile Yeşiller de güç kaybettiler. Dolayısıyla Almanya’nın gerçek yükseleni bu iki sol parti değil, ama yüzde 4.7 oyla baraj altında kaldığı 2013’ün ardından ikinci kez yüzde 12.6 oy toplayan AfD (Almanya için Alternatif) oldu. Son seçimlerinin karakteristiği, aşırı sağcı ırkçı yabancı düşmanı görüşleriyle bu partinin, Almanya’nın batısında yüzde 11, doğudaki eski “Demokratik Almanya Cumhuriyeti” topraklarında yüzde 21.5’luk bir oy oranına ulaşmasıdır.

Yaz sonunda Brandenburg ve Saksonya’da, yapılan seçimlerde CDU ve koalisyon ortağı SPD ağır yenilgiler aldılar. Seçimlerin kazanını yine ırkçı AfD oldu ve ciddi oy artışlarıyla iki eyalette de ikinci parti konumuna geldi.

Fransa ve Almanya’daki gelişmelerin ortaya koyduğu tablo, sağlı sollu merkez partilerinin ciddi ölçüde güç kaybetmesi ve “merkez”in de çökmese bile, iki partili parlamenter sistemle birlikte çökme belirtileri göstererek gözden düşmekte olduğudur. Öte yandan, Fransa’da “Sarı Yelekliler” hareketi bir istisna olmak üzere, seçimlere düşük düzeyli katılımın da ortaya koyduğu gibi parlamento ve parlamenter mücadeleler gözden düşmektedir, ama parlamento-dışı mücadelelere eğilim de hala zayıftır. Öte yandan bu eğilim, özellikle bu yılın sonuna doğru patlak veren halk hareketlerinin gösterdiği gibi, bağımlı ülkelerde hızla değişmekte ve sokaklar hareketlenmektedir.

Tablo, yine, belirli yeni sosyal reformist partilerin, güç yitiren eski sosyal demokrasinin boşluğunu doldurmak üzere inisiyatif aldıklarını, ama onu ciddi bir eleştiriye tabi tutmayıp sömürülen kitlelerin yakıcı hal alan acil taleplerini net olarak savunmaya yanaşmadıklarından, belirli yüzdelerle oy alabilseler bile, istikrarlı bir yükselme trendi içine giremeyip desteklerinin dalgalandığını ve son süreçte oy kayıpları da yaşadıklarını ortaya koymaktadır. Ancak hem Fransa ve hem de Almanya’da faşizan eğilimli ırkçı milliyetçi aşırı sağcı hareketin net bir gelişme trendi içinde olduğu görülmektedir. Fransa’da bu gelişme görece yavaş gerçekleşirken Almanya’da oldukça hızlıdır.

Öte yandan, prototip olarak aldığımız Fransa ile Almanya tekil örnekler değiller. Benzer gelişmeler, örneğin İtalya’da da yaşanıyor. Eski sosyal demokrat partiler silinmiş durumdalar; 2007’de yeni kurulan merkez sol Demokratik Parti de 2018’de desteğinin yarısını kaybederken, faşist eğilimli aşırı sağcı Lig (2018’de yüzde 18) ile İtalya’nın Kardeşleri ittifakı yükseliştedir. Hükümet, yeni kurulan yine aşırı sağcı 5 Yıldız Hareketi (yüzde 31) ile Lig ortaklığında kuruldu. Lig, Avrupa Parlamentosu seçimlerinde ciddi bir atak yaptı ve 2014’teki yüzde 6’dan 2019 yüzde 40.8’e yükseldi.

Avusturya’da yine benzer bir gelişme yaşandı. 2017’deki son seçimlerde sosyal demokrat parti yüzde 26 ile 3. sıraya gerilerken, ilk iki sırayı S. Kurz’la iyice sağa kaymakta olan merkez sağ Avusturya Halk Partisi ile faşist J. Haider’in eski lideri olduğu aşırı sağcı Avusturya Özgürlük Partisi aldılar, yenilenenseçimleri yine Kurz kazandı.

Tersine örnekler olarak verilen İspanya’da sağcı hükümetin düşüşünün ardından bir azınlık hükümeti kuran İspanya Sosyalist İşçi Partisi, 2019 seçimlerinde hükümet olmasına yetecek bir ilerleme sağlayamazken, İngiltere’de 2017 seçimlerinde 10 puan birden artırarak yüzde 40’lık oy oranına yükselen İşçi Partisi, 2018 yerel seçimlerinde atağını sürdüremedi ve izlediği suya sabuna dokunmaz politikalarla anketlerde gerilemeye başlamış görünüyor. Bu ülkede Muhafazakar Parti iyice gericileşirken yeni kurulan Brexit Partisi AP seçimlerinde birinci parti oldu.

Yine de, istisna olsalar bile, Danimarka gibi tersine örnekler yok değildir. Bu ülkede örneğin sosyal demokrat parti son seçimleri kazanarak hükümet oldu; ancak bu, sağ partilerin savundukları hemen her şeyi ellerinden alarak, platformunu ciddi ölçüde gericileştirmesi sayesinde mümkün olabildi.

Yunanistan’da Syriza’nın çoğunluğu kaybetmesiyle hükümeti yeniden merkez sağcı Yeni Demokrasi Partisi kurarken, eskiden revizyonizmin egemenliği altında olan hemen bütün ülkelere ise genellikle aşırı sağın hükmettiğini ya da ikinci büyük parti durumunda olduğunu görüyoruz. Faşist eğilimleriyle aşırı sağın hükümet olduğu bu ülkelere, Ukrayna, Polonya, Macaristan, Slovenya, Çek Cumhuriyeti örnek olarak verilebilir.

*

Sosyal-reformizmin bir biçimini ve sağ kanadını temsil ettiği söylenebilecek klasik sosyal demokrat partilerin çözülmesi ve sömürülen kitleler üzerindeki etkisini yitirmekte ve işlevsizleşmekte oluşunun nedenleri açıktır. Nasıl ortaya çıkmış olurlarsa olsunlar, bu partiler, sömürülen kitleleri işbirliğine sevk edip yedekleme yönelimiyle onların değil ama burjuvazinin çıkarlarını savunup ona uygun politikalar izlediler. Öyle ki, kapitalist sistemin varlık-yokluk sorunuyla yüzleştiği devrimci yükseliş ve ayaklanma dönemlerinde bastırıcı-ezici tutumlar da aldılar. Ancak asıl olarak işlevlerini yerine getirebilmeleri, kitlelerin, hiçbir zaman gerçekleştirmeyecekleri taleplerini dillendirip beklentileriyle sömürü ve baskıdan kurtuluş umutlarını istismar ederek, onlara, iyi ambalajlanmış çekici reçeteler sunabilmelerine bağlıydı. Bu reçeteler sömürülen kitleleri tekellere yedekleyecek kadar çekici ve etkili, ama aynı zamanda düzenin sınırlarını aşma girişimlerini teşvik etmeyip bu tür yönelimlerinin önünü kesecek içerikte olmalıydı. Buldukları “çözüm”, kitlelerin kurtuluş umutlarıyla geleceğe dair beklentilerinin kapitalist sistem içinde gerçekleşebileceği hayallerini yaymak ve onları burjuvazi ve kapitalizmle uzlaşmaya yöneltmek oldu. Hartz yasalarının çıkarılması türünden “pis işleri” gerçekleştirmeye kadar vardırdığı “çözüm” ve uygulamaları, genel olarak sermaye ve kapitalizme hizmet etmekle kalmadı; sosyal demokrasi somutunda sosyal reformizm, otomatik sonucu olmamakla birlikte, yaptıkları ve yapmadıklarıyla kendisinden daha gerici burjuva akımların, örneğin faşizmin önünü açarak gelişmesine de hizmet etti.

*

1. Neredeyse tüm istisnai örnekleri de geçersizleşerek ya da geçersizleşmeye yönelerek dünya ölçeğinde sosyal reformizmin klasik biçimi olan sosyal demokrasi elinde tutmuş olduğu mevzileri kaybederek gerileyip gücünü yitirmesi süreci, bazı ülkelerde güç olmaktan çıkmasına vararak, ilerlemiştir. Güç ve mevzi kaybı PT ve Syriza örneklerinde olduğu gibi yeni sosyal reformist partilere de sirayet etmiştir. Ve genel olarak bu partiler istikrarlı bir gelişme gösterememektedirler. Ancak son on yılda belirli gelişmeler göstererek kitleleri etkiledikleri de bir gerçektir.

2. Gerileme ve güç kaybı, sosyal demokrasiyle sınırlı bir eğilim değildir ve ikiyüzlülüğüyle yetersizliği görünür oldukça, burjuvazinin olağan sağcı muhafazakar partilerini de kapsayarak, henüz parlamento-dışı mücadele eğilimi gelişmemekle birlikte, genel olarak burjuva parlamenter sistem zayıflamaktadır ve parlamentarizmden kaçış eğilimleri baş göstermiştir.

3. Olağan burjuva partilerle parlamentarizmin suçlanması gelişmekte, ama devrimci sınıf partileri değil, yabancı düşmanlığının yanında sözde düzen ve kapitalizm eleştirisi yapan sağ popülist, ırkçı ve faşist burjuva parti ve akımları güç toplamaktadır.

*

Sağlı sollu –klasik sosyal demokrat biçimli sosyal reformist, liberal, muhafazakar vb.– olağan burjuva parti ve akımların güç kaybetme nedenleri ortadadır (yeni sosyal reformist partilerden güç kaybedenler de aynı nedenlerle güç kaybetmektedirler):

Kapitalist sömürü ve emperyalist talan pervasız bir azgınlıkla artarak sürmektedir. Öyle ki, sınıf işbirliğine dayalı tüm uzlaştırıcı çabaları geçersizleştirip işlevsiz kılan bir kapitalist saldırganlık, sömürülen kitleleri, giderek daha ileriden sıkboğaz etmekte ve tahammül edilemez noktalara sıkıştırmaktadır. Burjuvazinin sağcı gerici partilerinin yanı sıra uzun yıllar sahte umutlar dağıtarak emek kitlelerini hayali beklentilere sokan sosyal demokrasinin kurduğu hükümetler altında bu sahtekarlığın görünür olmasına bağlı olarak kopuş eğilimleri tamamen anlaşılır şeydir. Aynı şeyi, güçsüzleşen muhafazakarlarla sosyal demokratların merkezin az-çok sağında solunda durarak sırayla hükümetler kurageldikleri parlamenter sistemden kopma eğiliminin güçlenip yaygınlaşması bakımından da söyleyebiliriz.

Genellikle birbirlerini zayıflatma çabasındaki rakipleri tarafından deşifre edilen sağlı-sollu burjuva partilerle hükümet etmekte de olan yöneticilerinin açığa çıkan yolsuzluklarla çeşitli skandalların patlak vermesi, sömürülen kitlelerin olağan partileriyle mevcut düzene duydukları nefreti artırarak kopuş eğilimlerini hızlandırıp çoğaltmaktadır.

Kendi çıkarlarına uygun düşmediğini gördükleri koşullar oluşup geliştikçe, sağcı ve solcu partileriyle burjuva parlamentarizminin açığa çıkan ikiyüzlülüğü sömürülen kitleleri kopuşa yöneltmektedir. Bazı yeni sosyal reformistlerle ırkçı ve faşist parti ve akımların burjuva partilerle parlamentarizme yönelttikleri suçlamalar da bu kopuşu teşvik etmektedir.

Yeni tür sosyal reformist hareket ve partiler sömürülen kitlelerin taleplerini sahiplenir ya da öyle görünürken, aşırı sağcı, popülist, ırkçı ve faşist partilerin güç kazanma nedenleri de bilinmez değildir.

Bazıları sol popülist hareketler olarak da görünen yeni sosyal reformist hareket ve partiler, burjuvazi ile uzlaşma ve işbirliğini savunma ve ufukları kapitalizmle sınırlanma ortak paydalarına rağmen, sosyal demokrasi türünden klasik sosyal reformizmden farklı olarak, işçi sınıfını bölerek onun içinden değil, ama genellikle küçük burjuvazinin bir akımı olarak, sınıfın dışında gelişmiştir; ve görmezden gelmemekle birlikte, doğrudan sınıfınkilerden çok, sömürülenlerin çevreyle, silahlanmayla, barışla, göçmen sorunuyla vb. ilgili genel taleplerini, insan ve demokrasi vurgusuyla dillendirip gündem edinmekte ve sınıf mücadelesinin dolaylı görünümlerine eğilim göstermektedir.

Yolsuzluk ve skandallarının yanı sıra taleplerinin eski ve yeni biçimleriyle sosyal reformistler tarafından istismarı görünür oldukça, kitleleri bölmek için sahte düşmanlar yaratmak üzere, yanlarına örneğin göçmenlerle ilgili başkalarını da ekleyerek, aynı talepleri yeni bir görüntü altında yine yüksek sesle istismar etmesi, sağ popülizm, ırkçılık ve faşizmin kitleleri etkileyerek güç toplamasının temel nedenidir. Irkçılık ve faşizmin, sertleşen ekonomik, sosyal ve politik koşullarda sağ muhafazakar partilerden kopmaya başlayan kitlelerin taleplerinin yanında karşı karşıya kaldıkları giderek büyüyen işsizlik ve geleceğe güvensizlik gibi sorunları da istismar ederek, “alternatif”lik iddia edip güç kazanmakta oldukları bir gerçektir.

Dimitrov’un faşizmin demagojik tutumları ve aldatıcılığına ilişkin olarak söyledikleri, –günümüz koşullarında somutlanarak geliştirilmesi kuşkusuz gereklidir, ancak– popülist vb. diğerleri için de geçerlidir: “Faşizm, kitleleri en sınırsız biçimde sömürür. Ancak bunlara, en ustaca anti-kapitalist demagojilerle yaklaşır. Bunu başarmak için de emekçi halkın vahşi burjuvaziye, bankalara, tröstlere, sermaye patronlarına karşı beslediği kinden yararlanır ve ortaya atıldığı zaman, siyasal olgunluğa erişmemiş kitleleri kandıran sloganlar yayar. Bu sloganların örnekleri Almanya’da ‘Genel refah bireyin refahından daha eşsizdir’; İtalya’da ‘Devlet biçimimiz kapitalist değil, anonimdir’; Japonya’da ‘Sömürüsüz Japonya için’; ABD’de ‘Zenginliği Paylaşalım’dır. Faşizm insanları en yozlaşmış ve en sömürücü unsurların merhametine terk etmekle birlikte; onların karşısına ‘dürüst ve yozlaşmamış bir hükümet’ isteğiyle çıkar. Burjuva Demokratik hükümetlerde kitlelerin derin hayal kırıklığına uğradıklarını ileri sürerek yozlaşmayı -ikiyüzlülükle- yerden yere vurur.” (Faşizme Karşı Birleşik Cephe, sf. 138)

Bir diğer etken olarak, sağcı muhafazakar ya da sosyal demokrat hükümetlerin ırkçılık ve faşizmin yükselişi karşısında sessiz kalmanın da ötesinde, uzlaşmacı tutumlarıyla aldıkları –gerici yasalar çıkarma ve liderleriyle destekçilerini yüksek bürokraside görevlendirme türünden– önlerini açan gerici önlemlerin, bu aşırı gerici akımların güç toplamalarındaki rolü belirtilmelidir.

*

Tüm sonuçlarıyla birlikte kapitalizme ve burjuva parlamentarizmine temelden ve gerçekte karşı olan ML’lerdir. Ancak kapitalizmin yaşamaya başladıkları lanetli sonuçları sağlı sollu demagojilerinin aldatıcılığını açığa çıkardıkça sömürülen kitleler mevcut düzen partilerinden umut kesmeye ve onlardan kopmaya yöneldiklerinde, yine taleplerini başka yönlerden istismar etmekte olan popülist, ırkçı ya da faşist partilerden etkileniyorlar.

Sınıfın devrimci partileri, kapitalizmin çelişkilerinin keskinleştiği ve hoşnutsuzluğu artan kitlelerin yeni arayışlara yöneldiği bu sürecin sunduğu olanaklardan neden yeterince yararlanamıyorlar, görece ciddi anlamda gelişmelerini engelleyen/sınırlayan yetersizlikleri nelerdir ve bunlar nasıl aşılabilir?

Soru, can alıcıdır.

Kapitalizmin çelişkilerinin giderek keskinleşmesi sömürülen kitleleri her yönüyle (siyasal alanda da) burjuvaziyle karşı karşıya gelmeye yönelterek, devrimin ve devrimci ML partilerin güçlenmesinin olanaklarını yaratır. Ama böyle olmuyor.

Kapitalizmin çelişmelerinin keskinleşmekte olduğu yakın geçmişte, sol adına, işçi sınıfı ve devrimci partileri değil, ama Syriza’yla Cypras ve Podemos’la Iglesias ya da Fransa’da “Boyun Eğmeyen” Melenchon, Almanya’da örneğin Lafontaine ve Yeşiller ve Latin Amerika’da bol rastlanan örnekleri kendilerini nasıl gösterip nasıl görünürlerse görünsünler, burjuvaziyle uzlaşma halinde olan ve kendisine kapitalist düzen içinde bir yer arayıp edinmeye çalışan küçük burjuvazi ve örgütleri etkili ve sürükleyici oldu. Teslim edilmelidir ki, kapitalist düzeni ve sınıf işbirliğini benimsemesine rağmen, bu tip sosyal reformizm ve niteliğini veren küçük burjuva uzlaşmacılığı, sömürülen kitlelerin kapitalizmin sonuçlarına karşı hoşnutsuzluğu ve buradan patlak veren mücadelelerde ideolojik hegemonyayı eline geçirmiş durumdadır.

Sağ popülist, ırkçı ve faşist partilerse hükümetler de kurarlarken, muhalefette oldukları ülkelerde ise istikrarlı bir gelişme içinde kitleler üzerindeki etkilerini artırıyorlar.

Soru ve bu sorunun sorulmasını dayatan gelişmelerin devrimci sınıf partilerinin durumunu ortaya koyduğu ve sorunun doğru ve gerçekçi biçimde yanıtlanmasından başlanarak, kapitalist sömürü ve zorbalıkla ikiyüzlülük çarklarına sıkıştırılmış sömürülen kitlelerin giderek belirginleşen yaşamsal arayışlarına yanıt verir duruma ilerlemek zorunda olduklarını gösterdiği tartışma götürmez.

Şüphesiz ki, sınıfın devrimci partileri arasında, kitle ilişkileri, olanak ve araçlarıyla çalışmalarının genişliği ve yaygınlığı bakımından farklılıklar var ve hepsi aynı gelişme düzeyinde değiller. Sömürülen kitlelerle daha ileri ve gelişkin ilişkilere sahip olanlar olduğu gibi, görece az olanlar da var. Gelişme yolunun tutulduğu ve bunun başarılacağından kuşku duyulmaz; ancak hareketin geneli açısından yaklaşıldığında aşılmak zorunda olunan sorunlarla yüzleşildiği bir gerçektir.

Eski düzen partileri ve parlamenter sistemin giderek işlev kaybına uğramasıyla burjuvazinin eski biçimlerle ve geleneksel akımlarıyla yönetmede daha da zorlandığı, küçük burjuvazinin de ataklarda bulunduğu, gericilik ve faşizmin gelişmekte olduğu, dolayısıyla dünyanın belirli bir farklılaşma sürecine yöneldiği günümüzde, sınıfın devrimci partileri kendi pozisyonlarından memnuniyet duyamazlar. Kendilerini yenilemeleri gerektiği açıktır, ancak devrimci partilerin kendilerini yenileme ihtiyacı ve bunun dinamikleri şüphesiz ki burjuvazininkinden farklıdır, farklı olmak zorundadır.

Sorunun, sosyalizmin tarihsel yenilgisi ve aşmak zorunda olduğumuz sonuçlarıyla ilgili olan temel bir yanını az-çok tartışmış durumdayız. Onları yinelemekle yetinemeyiz. Evet, işçi sınıfı yenilmiş, güçleri dağılmış, kendisine güveni örselenip zayıflamıştır. Ancak dün ya da yarın değil, bugün, bu koşullarda nasıl ilerleyeceğiz, sorunumuz budur.

1. İdeolojik saflık ve netliğe olan ihtiyaç tartışmasızdır.

Devrimci sınıf partilerinin ideolojik olarak esneyerek sorunların üstesinden gelebileceği ve durumlarını iyileştirip güçlendirebilecekleri ileri sürülemez. Ne sınıf işbirliği arayışına yönelebilir, ne kendi burjuvazileriyle birleşme eğilimine girip ulusallaşma yolundan yürüyerek gelişebilirler. Sorunların çözümü devrimci amaçlardan uzaklaşma ve sağ eğilimler geliştirerek düzen içi arayışlar içine girmede olamaz, ama tersine, kitlelerle birleşerek gelişip güçlenmeleri, ideolojik saflıklarını koruyarak daha da devrimcileşmelerine bağlıdır.

Her şeyden önce kapitalizmin temel ve başlıca çelişkilerinin keskinleşmesinin sağcı olduğu kadar solcu (klasik sosyal demokrasi) burjuva akım ve arayışları güçsüzleştirip geçersizleştirmesinin nedeninin burada olması, ideolojik sağlamlık ve devrimde ısrarın zorunlu olduğunu kanıtlar.

İdeolojik esnemeler ve sağa, düzen-içine kayma eğilimleri, bir dönem yükselişte olan, günümüzde ilerlemeli-gerilemeli bir görüntü veren yeni tip sosyal reformizm örneğinde olduğu gibi, ancak geçici olarak geliştirici olabilir, ama gerçekte çökerticidir; peşine düşülmesi gereken, herhangi türden gelişme ve güçlenme değil, burjuvaziyle uzlaşmaz karşıtlık içinde olan ama işçi sınıfının kurtuluş davasını güçlendirecek türden gelişmelerdir.

2. Ancak bir dizi deney olumsuzlanarak ilerlenemez. Devrimci sınıf partilerinin gelişip güçlenmelerinin argüman ve dayanakları olacak olumluluklara ihtiyaç yadsınamaz.

a) Tüm burjuva akımlara ve günümüzde özellikle sömürülen kitlelerin taleplerini istismar eden yeni tür sosyal reformizm ve faşizme karşı sağlamlık ve somut pratikten hareket eden ideolojik mücadele ve her fırsatı yüzlerindeki maskenin indirilmesi için değerlendirme

Geleneksel inanç, önyargı ve fikirlerle olduğu kadar taleplerinin istismarı ve sahte kapitalizm suçlayıcılığıyla kitleleri sürükleme yeteneği bilinen faşizm ve bir işçi akımı ve hareketi olmamakla birlikte, özellikle işçi sınıfının dağınık olduğu ve ağırlık koyamadığı günümüzde modernlik iddiası, belirli duyarlılıkları ve örgütlülüğüyle işçi sınıfı ve hareketi içinde istismar ettiği taleplerle yaydığı hayaller etkili olabilen sosyal reformizm karşısında kadroların donatılması için ideolojik politik eğitimin yaygınlaştırılması önemlidir. Aralarında çelişmeler, sürtüşme ve çatışmalar yaşanması, ikisinin de, kapitalizmi sağlamlaştırıp ömrünü uzatmayı amaçlayan ideolojik bakımdan gerici akımlar oldukları gerçeğini değiştirmez. Aşırı sağ, ırkçılık ve faşizm doğrudan tekellerin gerici akımlarıyken, sosyal reformizm, politik bakımdan değişik roller (bazen ilerici bazen gerici) oynayabilen burjuvazi ve küçük burjuvazinin bir akımıdır.

b) İdeolojik saflık ve tutumlarla yetinmeyip doğru tutumlar ve politikalar geliştirme ihtiyacı

Açıktır ki ideolojik saflık ve netlik şarttır, olmazsa olmaz, ancak yeterli sayılamayacağı gibi, hem dönemsel (taktik) hem de özel alanlara ilişkin olarak geliştirilecek politikalar somut olması gerektiği kadar –ideolojik alanın tersine– esnek de olmalıdır. Politikanın yerine, esnetmelerden uzak durulmak zorunda olunan ideolojik ilkeler geçirilemez. Ve gerek taktiğin alanına giren genel ve dönemsel gerekse özel alanlara ilişkin devrimci politikaların somutluğu ve esnekliği, sınıflar (ülkeler, partiler vb.) arasındaki güç ilişkilerinin zaman ve koşullara göre değişken oluşu, ve stratejinin, kendi başarısını garanti altına alacak taktik uzlaşmalar, bunun için tavizler ve geri çekilmelerle gerektiğinde savaş hileleri yapılabilmesini sadece olanaklı değil ama zorunlu da kılmakta olmasından gelir. Politika ve uygulamaların ML öğretilere uygunluğu zorunludur, bu tartışma konusu edilemez, ama belirli ideolojik ilke ya da doğruların yinelenmesiyle yetinilemeyeceği de bir gerçektir. Sınıf partileri, Marksizmi tek tek ülkelere ve içinde bulunulan dönemin ve ele alınan konu, sektör, fabrika vb.’nin somut koşullarına uygulamada ustalaşmak zorundadırlar.

c) Bağımsız bir politik hareket olarak kendini ortaya koyma zorunluluğu

Kapitalizmin az-çok geliştiği bütün ülkelerde işçi sınıfı bağımsız bir sınıf partisi olarak örgütlenmeli, politik bir alternatif olarak, işçi sınıfı ve sömürülen kitleleri kendi bağımsız programı etrafında toplanmaya ve emperyalist kapitalizme karşı mücadeleye çağırmalıdır. Politik bir alternatif oluşturmadan pratik olarak düzene alternatif olma şansı yoktur.

Sınıf mücadelesinin sürdüğü koşullar farklı olduğu için taktiklerde ülkeden ülkeye farklılıkların olması kaçınılmazdır ve devrimci sınıf partilerinin politik alternatifler olarak sınıfa ve sömürülen kitlelere bağımsız örgütlenme ve mücadele çağrıları yapmaları, her durumda iktidardaki burjuvaziyi devirme çağrısı yapmakla eş anlamlı değildir.

Öte yandan bu, tek tek ülkelerde bir emperyalist müdahaleye karşı konulması ya da faşist bir diktatörlüğün kurulmasının önünün kesilmesi türünden taktik değişikliklerini zorunlu kılacak durumlarda, olağan zamanlardan farklı ittifak ya da aynı hedefe yönelik olarak güç birlikleri ve yan yana gelişlerin (belirli bir anlaşmaya dayalı olmayan destek ya da düpedüz koordineli ya da koordinesiz eylem birlikleri) gerçekleşemeyeceği anlamına gelmez. Ne ideolojik esneklik ne de işçi sınıfının bağımsız örgütlenmesi ve politik mücadelesinden vaz geçmek ya da ertelemecilik savunulabilir, ancak taktiklerde esneklik ve sınıf mücadelesinin esnek taktiklerle yürütülmesi bir zorunluluktur. Örneğin Venezuela’da, bağımsız sınıf örgütlenmesi ve mücadelesi yürütüp kendisini net olarak iktidar partisinden ayırarak, sınıf partisinin bir Amerikan müdahalesi karşısında onunla ortak tutumlar alması ya da hatta belirli somut durumlarda ittifak halinde davranmasında bir yanlışlık olamaz.

Ancak her halükarda devrimci sınıf partileri kendilerini politik bağımsızlığa sahip alternatif bir güç olarak ortaya koymak ve işçi sınıfı ve emekçi kitleler içinde kendi bayrakları altında örgütlenerek, kitleleri –başka güçlerle güç birliği ya da ittifaklar kurmuş olsun ya da olmasın– kendi devrimci mücadele platformları etrafında toplanarak mücadeleye çağırmak durumundadır.

3. Özel politikalar geliştirme ihtiyacı

Tartışmasız bir gerçek, Podemos ve Syriza gibi sosyal reformist yönelimlerin (bunlara, Chavism ve şimdi Maduro’yla, Lula ve başlarında bulundukları hareketleri de ekleyebiliriz) özellikle kendi yükseliş dönemlerinde, dar anlamda sınıfın devrimci partilerini de bir ölçüde etkilerken, asıl işçi sınıfını etkileyip kendi etraflarında toplamalarıdır. Kimi yer ve zamanlarda az kiminde çok etkiledikleri bir gerçektir. Bu, devrimci sınıf partilerinin henüz yeterince dayanıklı ve sağlam olmadığını gösterdiği gibi, gösterdiği bir başka şeyin daha altı çizilmelidir. Evet, genel olarak doğrular söyleniyor, genel tutumlar (devrimi savunma, düzene muhalif tutum alma vb.) doğru. Ancak doğru yaklaşımlar geliştirmenin, doğru ideolojik tutumlarla genel politik doğrulara sahip olmakla sınırlı bir anlama gelmediği de herhalde kesindir. Genelin yanı sıra ayrıntıda ve her alanda doğru özel politikalar geliştirmek şarttır.

Bir örnek vermek gerekirse, özellikle aşırı sağcı, ırkçı ve faşist akımların en çok istismar ederek güç toplamak üzere dayanak edindikleri göçmen sorunu ve yabancı düşmanlığını ele alalım. Sorunun, kapitalizmin çelişkilerinin sertleşmesine bağlı olarak patlak veren bölgesel vb. savaşlar ve krizleri de kapsayan ekonomik zorluklarla bağlantısı tartışma götürmez. Doğrudan kapitalizmin ve özellikle onun iç çelişkilerinin şiddetlenmesinin bir ürünü olan göçmenlik sorununun siyasal bakımdan toplumu gericileştirici etkisi tartışılamayacak olan yabancı düşmanlığının dayanağı kılındığı biliniyor. Özellikle Avrupalı sol sosyal reformcular bu sorun karşısında insancıllığa vurgu yapar ve çözüm olarak “açık sınırlar” politikasını savunurken, aşırı sağcı popülist, ırkçı ve faşistlerin sorunu başlıca ajitasyon aracı olarak kullanıp “yabancılara ölüm”e kadar vardırdıkları sloganlarıyla göçmenleri “ülkeden atma” tutumunu benimsediklerini bilen işçi sınıfı davası savunucuları ne yapmalıdır? İlkesel doğrular gözetilirken, bu doğru, herhalde biçimine önem vermeyip geniş sömürülen kitleler tarafından nasıl algılanacağıyla hiç ilgilenmeden ve ayrıntılara ilişkin fikirler geliştirmek için uğraşmaya gerek duymadan savunulmaya çalışılmayacaktır.

Ekonomik zorunluluk ya da savaş nedeniyle ekmeğini başka bir ülkede aramaya zorlanmış göçmenler dışlanamaz. Ancak ülkede gelişen işsizlik nedeniyle işini kaybetmenin eşiğine, dolayısıyla gerici-faşist içerikli yabancı düşmanı propagandanın etkisine açık hale gelmiş işçinin istismar edilmekte olan algılarıyla hislerine aldırmazlık da edilemez. Kitleler tarafından kolaylıkla anlaşılıp benimsenebilir özel devrimci politikalar geliştirme ihtiyacı tartışmasızdır. Bu başarılamadığında, bu alanı genellikle reformcu ya da faşist başka güçler ele geçireceklerdir.

İhtiyaç halinde olan özel politikaları belirlemenin reçetesi verilemez. Her somut özel durum üzerine kafa yorup alternatif özel politik biçimler oluşturma çabası içinde olmak tek geçerli yoldur. Örnekle ilgili olarak, göçmenliği savaş kışkırtıcılığının bir unsuru olarak kullanan ülkelerin –kendi yurttaşlarına tanımadığı– öncelikler ve parasız sağlık ve eğitim vb. türü özel haklar tanıdığı durumlarda, göçmenlere tanınmış olmasını dayanak göstererek ve özel vurguyla, o ülkelerin işçi ve emekçilerine bu hakları talep etmek, hem yabancı düşmanlığını bertaraf edici hem de geliştirici olabilir. Ancak herhalde asıl olarak –kapitalist kriz koşullarında tırmanan– işsizlik ve işten atmalarla güvenceli iş/çalışma konusu üzerinde durmak ve yabancı (göçmen) işçiler sorununu da bu temelde ve ona bağlayarak ele almak en doğrusudur. Sonuç olarak, buradan işsizlik ve göçmenliğin de nedeni olan kapitalizm suçlanabilir ve göçmen sorununa insancıl yaklaşan sosyal reformizmle yabancı düşmanlığı yapan ırkçılık ve faşizm, işsizliğe yol açan kapitalizmin yüzünü örtmeye çalışan savunucuları olarak deşifre edilebilir.

Çoğu durum, konu ve gelişmeyle ilgili benzer durumlarla karşı karşıya kalınacağından kuşku duyulamaz. Bu “açmaz” gibi görünen durumlardan, bulunacak uygun çözümler ve geliştirilecek özel politikalarla başarıyla çıkmak için kafa yorup, genel doğrularla yetinmeyerek somut/özgün arayışlar içinde olmak, yaşadığımız dönemin, Marksizmi özel konu ve alanlara uygulamada ve buradan hareketle kitlelerle bağlar geliştirmede ustalaşmayı sağlayacak bir zorunluluğudur.

Bu “açmaz” gibi görünen durumlar, üstelik içinde bulunduğumuz dönemin istisnai değil genel özelliğidir.

Kapitalizmin tırmanmakta olan saldırıları karşısında sosyal reformizm yeni biçimleriyle sadece genele değil ama her alana özgü politikalar üretiyor ve kitleleri dört bir koldan düzene bağlıyor. Milliyetçi, popülist, ırkçı, faşist hareketler de boş durmayarak çok sayıda demagojiye başvuruyor, sosyal reformistlerin çıkışsızlığından yararlanıp hem solu hem de siyasal ve sözde ekonomik düzeni kötüleyerek, benzeri başka politikalar üretip “çözümler” ileri sürerek, sömürülen kitleleri kazanıp yedeği haline getirmeye çalışıyor.

Sosyal reformizm, faşizm ve diğerleriyle, onları salt ideolojik mevziden eleştirip alternatif ideolojik çözüm (sosyalizm) önermekle başa çıkılamaz.

Her şey son derece somuttur; sosyal reformizmle faşizm ve benzeri akımlar da sadece sınıf nitelikleriyle değil, tutumlarının kanıtladığı amaçları ve hareket noktaları, üzerinden demagoji yaparak istismar ettikleri kapitalizmin sonuçlarıyla ilgili kitlelerin talepleri ve geliştirmeye yöneldikleri politika ve ileri sürdükleri “çözümler”le fazlasıyla somutturlar. Her ikisi ve benzeri akımları bu somutluklarını açık biçimde görünür kılmak amacıyla somut politik teşhir faaliyeti geliştirmek, pratik alternatifler haline gelmenin birinci dereceden bir koşuludur. Siyasi gerçekleri açıklama kampanyaları devrimci sınıf partilerinin eskimeyen silahıdır. Propaganda ve özellikle ajitasyon çalışması, yazılı ya da sözlü basmakalıp tekerlemelerden ibaret olmayıp, üzerinde uğraşılarak somut ihtiyacı karşılayacak şekilde hazırlandığında yararlı olabilir. Bu, her somut alan ve konuda araştırmaya dayalı bilgi sahibi olmayı ve buna dayanarak özel politikalar geliştirmeyi gerektirir. Böylelikle doğru olduğu kadar somut ve farklılığı algılanacak etkili bir ajitasyon yürütülebilir, işçiler “kendi” gazetelerine gönüllü muhabirlik eğilimine girer, bildiriler “hep aynı şey” denip kaldırılıp atılmak yerine dikkatlice okunup elden ele dolaşır.

Siyasi gerçeklerin açıklanması, ekonomik ve sosyal gerçeklerle ilişkileri kurulmadan yapılamaz; sonuçta siyaset ekonominin yoğunlaşmış ifadesidir. Bu, şu açıdan temel önemdedir ki, sosyal reformizm ve faşizm türü hareketlerin asıl açmazları ve kendilerinin gizledikleri –niteliklerini açığa çıkaracak– temel yönleri ekonomiyle ilgilidir. Sosyal reformistler ve popülistlerle faşistler her konuda laf yarıştırıp demagoji yapar, çözümler önerirler, ama ekonomiye ilişkin çözüm önerileri ya yoktur ya da tamamen koftur ve kapitalist içeriği bir çırpıda açığa çıkacak/çıkarılacak türdendir! Kitleleri aldatıp peşlerine takmak amacıyla sahtekarca suçluyor göründükleri kapitalizmi, kapitalist ekonomiyi savunurlar, burjuva egemenlik sisteminden başka bir tasavvurları bulunmaz. Dolayısıyla bu iki harekete yönelik teşhir özellikle ekonomik alanı kapsayarak yürütülmeli ve sosyal reformizmle faşizm ve diğer burjuva hareketlere buradan yüklenilmelidir.

Marksizm en derin gerçeğin bilgisine ya da aynı anlama gelmek üzere gerçeğin en derin bilgisine sahip olmaktır. Ancak bu yetenek emek harcamadan kazanılamaz, hem teorik hem pratik inceleme ve kafa yormayı gerektirir. Ekonomik ve siyasal teşhir çalışmasını mükemmelleştirmek ve özel politikalar geliştirerek sömürülen kitleleri etrafında toplayacak düzene alternatif etkili bir güç olunacaksa, bundan kaçınılamaz. Bu amaçla bilimsel araştırma inceleme faaliyetine, fabrikalar başta olmak üzere, çalışma alanlarından parti merkezine bilgi akışının örgütlenmesine özel önem verilmelidir.

Kadroların görevlendirilmesi de, bu iki vazgeçilmez etkinliğin yanı sıra bir diğer vazgeçilmez olan işçi sınıfı başta olmak üzere sömürülen kitleler içinde örgütlenme çalışması yürütmenin ihtiyaçlarına uygun olmalıdır: İdeolojik ve politik çalışma ve örgütün pratik yönetimi için yeter sayıda merkezi görevlendirmenin yanı sıra en iyi parti militanları kitle içinde parti çalışması yürütmek üzere öncelikle fabrikalar ve büyük işyerlerinde görevlendirilmelidir.

4. Sadece içerik değil biçim olarak da akla yatkın tutumlar geliştirme zorunluluğu

Günümüz modern dünyası kadar günümüzün işçi dünyasının da burun kıvırmayıp kolaylıkla benimseyebileceği uygun biçimleriyle uygun tutumlar geliştirilmelidir. İleri sürülecek hiçbir öneri dikkate alınmadan bir kenara atılacak hantallık ve eskimişlikte olmamalıdır. Nesnel koşullardaki farklılaşmalara bağlı olarak sömürülen kitlelerin bilinç düzeylerindeki ilerlemenin mücadele ve örgüt biçimlerinin eskimesine yol açtığı Marksizmin çok bilinen öğretilerine konu olmuş gerçeklerdendir. Örgüt ve mücadele biçimlerinde bunun gereği olan değişiklikleri şüphesiz yapılmalıdır, ancak kastedilen yalnızca bundan ibaret değişiklikler değildir. Hem genel olarak, dünyanın hem de emeğin ve üretimin maddi teknik temeliyle gerçekleşme koşullarının üstelik hızlı biçimde değiştiği açıktır. Artık kağıt kalemden çok bilgisayar ve digital ortam kullanılmakta, bilim yapay zeka dünyasına dalmakla kalmamakta, ama fabrikalarla henüz belirli bir zenginlik düzeyini gereksinse bile, evler de bu alana açılmış bulunmaktadır. Teknolojik ürünler yaşamın bir parçası olmuştur ve neredeyse hemen her işçi bir cep telefonu kullanmaktadır. “Her şeyin eskiyip değiştiği” tezi, revizyonistlerin elinde Marksizmin de eskidiği ve değişmesi gerektiğine gönderme yapan bir tezdir, ancak bundan, dünyamızın değişmeden kaldığı anlamı çıkarılamaz. Her şeyin sonsuz bir değişim içinde olduğu diyalektik materyalizmin temel bir tezidir. Örneğin –hiçbir şey  yüz yüze birebir görüşme, tartışma ve örgütlenmenin yerini alamayacak ve bundan vaz geçilemeyecek olsa bile– artık bırakalım gençleri, toplu iş sözleşmesi gibi konulara ilişkin olarak işçilerin de çeşitli programlar kullanarak cep telefonlarıyla birbirleriyle iletişim kurup aralarında tartıştıkları bir gerçek.

Kapitalizmin temel çelişkisi kuşkusuz değişmemiştir. Yıkılmaya mahkumdur; ama uzun yıllar içinde üretici güçlerin eskisinden çok hızlı geliştiği kapitalizm açıktır ki, birçok yenilenmeden de geçmiştir. Buradan çıkarılması gereken, yığınları kazanmak için “reçeteler”le ve özellikle ideolojik belirlemelerle yetinilemeyeceği, ama daima gerçeklerden hareket eden somut belirlemeler yapıp tutumlar geliştirmek gerektiğidir. Hiçbir şey bir kez belirlendiği gibi kalmamakta, ama değişmekte ve her defasında yeniden değerlendirmelere konu edilmek gerekmektedir. Hem sürekli küçük küçük değişmeleri hem de zamana bağlı büyük ve önemli değişiklikleri dikkate alarak geliştirilecek fikirlerle politikalar ve öneriler, kitlelerle birleşme açısından önem taşıyacaktır. Kitlelerle birleşmenin bu zorunlu ihtiyacı, yine inceleme, bir dizi belirleme ve değerlendirme aracılığıyla fikirler ve politikalar geliştirme ve gerekli oldukça yeni gözden geçirmelerle yenilemeler yapmak üzere uğraşmadan ulaşılabilir değildir.

Örneğin genel olarak ve tek tek ülkelerde kapitalist ekonomi kadar sınıflar ve sınıf ilişkileri birçok değişikliğe uğramaktadır. Bu değişiklikler şüphesiz kapitalizmin ve sınıfların, örneğin işçi sınıfının özü ve temel niteliğine ilişkin değildir, ama biçimlerle ilgili olarak devrimci çalışmayı etkilemesi kaçınılmaz bir dizi değişikliğin gerçekleşmekte olduğu da reddedilemez. Örneğin geçen yüzyılda çeşitli biçimleriyle esnek çalışma yoktur ya da istisnaidir, ama günümüzde ileri ölçüde gelişmiştir. Ek olarak çalışmanın taşeron örgütlenmesi gündeme gelmiştir. Çeşitli nedenlerle birçok fabrikanın özellikle ileri ülkelerden görece geri ama işgücünün ucuz olduğu ülkelere taşınması yoluna gidilmiş, maden çıkarma endüstrisi yine küçümsenmeyecek ölçüde bu tür ülkelere kaymış, üretimde işbölümü ve uzmanlaşma ilerlemiştir. Sınıfın örgütlenmesinde bu değişikliklerden kaynaklanacak farklılıklar dikkate alınmazlık edilemez.

5. Hiçbirini reddetmeden bütün mücadele alanlarında mücadeleyi sürdürme ve daha geniş ittifaklar ihtiyacı

20. yüzyılda da örneğin kadın ve gençlik hareketleri, zorlu barış mücadeleleri ve yaygın olarak ulusal mücadeleler yaşandı. Ancak sendikal alanda olduğu gibi politik alanda da doğrudan sınıfların karşı karşıya gelişleri sınıf mücadelesinin baskın görünümüydü ve çoğu durumda sınıf mücadelesi dendiğinde işçi sınıfıyla burjuvazinin (ve burjuva devletin) bu tür karşı karşıya gelişi akla gelirdi. Bu, en başta işçi sınıfının sendikal ve siyasal örgütlülüğünün bir sonucuydu ve bir başka alandan tetiklenen bir çatışma bile yalnızca dolaysız sınıf mücadelesine bağlanmakla kalmaz, genellikle işçi sınıfıyla burjuvazi arasındaki mücadelenin bir biçimine dönüşürdü.

Günümüzde ise, işçi sınıfının bağımsız politik hareketinin zayıflığı ve örgüt yetersizliğinin de bir sonucu olarak, zaman zaman genellikle ulusal düzeyde birleşik olmayan sendikal nitelikli kitlesel işçi mücadeleleri görülmekle birlikte daha çok yalnızca barışı değil, çevreyi, digital yasaları, yolsuzlukları vb. konu alan mücadelelere tanıklık ediyoruz. İklim değişikliğiyle ilgili son çevre eyleminde olduğu gibi bunlar uluslararası boyut dahi kazanabiliyor. Sınıfın bağımsız hareketinin zayıflığı ve örgüt eksikliğinin yanı sıra özellikle küçük burjuvazinin tepki verip inisiyatif almasıyla mücadelenin öne çıkan ve genellikle küçük burjuvazinin, kendi örgütsüz duyarlılık durumuna uygun biçimler vererek –bir dönem iyice yaygınlaşmış olan “sosyal forumlar” türünden– örgütsüzlüğün yüceltildiği “örgüt ve mücadele biçimleri” ile karşılaşıyoruz. Bunlara, yüzer-gezerliğin örgütlendiği örgütsüzlüğüyle sosyal hareket ve forumların tüm dünyadaki örneklerinde, İklim Değişikliği konulu protesto eylemlerinde, kategorik farklılıklarına rağmen, sınıfa karşı sınıf eylemleri olmamaları dolayısıyla Türkiye’de “Gezi”de, Fransa’da “Sarı Yelekliler”de tanık olduk. Farklılıkları dolayısıyla son iki örnek bir yana bırakılırsa, bu mücadeleler, genellikle ulusal ölçekte güçlü denebilecek dayanaklara sahip büyük kitlesel mücadeleler değiller, kesintilerle sürüyor ve parlayıp sönüyorlar. Ancak yine de Almanya Köln’de RWE tekelinin Hambach ormanındaki yok ediciliğine karşı tepki özellikle eyalet düzeyinde destek alarak özellikle gençliği harekete geçiren tekele karşı bir mücadeleye dönüşebiliyor. Türkiye’de Kaz Dağlarında çevreyi katleden altın madeni işletmeciliğine karşı mücadele, örgütsüzlüğüne ve parlayıp sönmesine karşın, yerelin ötesine geçip, halkın hatta hükümete karşı tepkisinin ilerleticisi olabiliyor.

İşçi sınıfı örgütlü olarak yeterli müdahalede bulunamazken küçük burjuvazinin kendi sınıf durumuna uygun müdahalelerindeki zaaflar tabii ki eleştiri konusu edilecek ve bir dizi teorisyenin bu hareketlerin hem de olumsuzlukları üzerinden örneğin “yeni tarihsel özne” olarak “yeni orta sınıf” vurgusuyla geliştirmeye giriştikleri yeni “teoriler”le mücadele edilecektir. “Sosyal forumculuk”un teori düzeyine yükseltilmesi ve ülkeler ve hatta kıtalar arasında “forumcu” taşınarak düzenlenecek forumların kitlesel olup olmadığına bakılmaksızın örgüt ve mücadele biçimi olarak yüceltilmesi, yine kuşkusuz ideolojik mücadele konusu edilecektir. Ancak bu eleştiri ihtiyacı ve özellikle söz konusu hareketlerin, –en başta sendikaların tepkilerine yol açan– sınıf mücadelesinin işçilerin doğrudan burjuvaziyle karşı karşıya geldiği, öteden beri alışılmış, bilinen biçimlerine benzememeleri, özellikle kitlesel nitelikli olanların yok sayılması ya da karşı tutum alınmasının nedeni olamaz. Yapılacak olan, şüphesiz eleştirerek, ama asıl olarak kitlesel olanlara aktif katılım yoluyla (ve en temelde başlıca zaaf kaynağı olarak sınıfın örgütlenme eksiğinin hızla giderilmesine birinci derecede önem vererek) bu mücadelelerin zayıflıklarının giderilmesi ve olabildiğince doğru çizgide gelişmelerinin sağlanmasıdır.

Nedeni açıktır: bu mücadelelerin tümü, kapitalizmin ürünüdür ve kâr hırsıyla kötülük ve haksızlıklarının sonucu olarak patlak vermektedir. Tek tek hepsi, emeğin ve üretimin giderek toplumsallaşmasıyla mülkiyetin özel kapitalist nitelikte kalmaya devam etmesi arasındaki uzlaşmaz karşıtlığın çeşitli görünümleri olarak ortaya çıkmaktadır. Çevre sorunu kapitalistlerin kâr hırsıyla çevreyi tahrip etmesinden başka bir nedenle oluşmamışken, yolsuzluklar kapitalizmin iflah olmaz bir hastalığı, digital yasalar ise yine kapitalistlerin her şeyi metalaştırarak kârlarını artırmanın bir aleti durumundadır. Dolayısıyla tüm bu alanlardaki mücadeleler, inisiyatif alanlar kim olursa olsun, nesnel olarak kapitalizmi hedef alıp zayıflatan içerikleriyle sınıf mücadelesinin birer görünümü durumundadır. Hiçbir nedenle hiçbiri yok sayılamaz ve başkalarının inisiyatifine terk edilemez. Güncel şekillenişlerinin, katılımcılarının ağırlığının sanayi işçileri olmayışı, örgütsüzlüğün teşviki ve başka zaaflarıyla küçük burjuvazinin damgasını taşıması, bunun nedeni olarak ileri sürülemez.

Sınıf mücadelesinin çeşitli görünümlerle gelişmesinin sınıfın devrimci partilerine yüklediği görevlerin başında işçi sınıfının örgütlenmesine her zamankinden fazla önem vermek olmakla birlikte şunların da altı çizilmelidir: İşin kapitalist örgütlenmesindeki farklılaşmanın taşeron işçilik ve part-time ve sınırlı süreli çalışma türünden esnek çalışma biçimlerine önem kazandırmasıyla birlikte işçi sınıfının çeşitli bölümleri arasında birlik sorunu can yakıcı hal almıştır. Bu yakıcılık, başta kamu emekçileri (memurlar) olmak üzere, ücret karşılığı işgücünü kiralayan doktor, mühendis, öğretmen, sağlıkçı gibi eski küçük burjuvazinin belirli bölümlerinden işçi sınıfına katılımların çoğalması ve hele informal emek biçimlerinin olağanüstü artışıyla büyümüştür. Bu görev, doğrudan sınıf partilerinindir ve bir bölümü işçi sınıfının iç örgütlenmesini ilgilendirse bile, bir bölümü de, belirli emek biçimlerinin hiç değilse belirli kesimleriyle şu ya da bu sendikal, ilerici ve belki devrimci politik örgütlerde toplanmış olma ihtimali dolayısıyla, güç birliği ya da ittifaklar olarak belirli birlik biçimlerini gerektirebilecektir. Ötesinde, nesnel bakımdan kapitalizmi hedef alan bu mücadelelere üstelik inisiyatif alarak katılan küçük burjuvaziyle belirli bir türden birlikten kaçınılamayacağı da ortadadır. Bu ikisi, işçi sınıfının farklı bölümleriyle küçük burjuvazi arasında da çalışmanın devrimci sınıf partilerinin görevi olduğu anlamına geldiği gibi, küçük burjuvazinin çoğu durumda düzen-içi yozlaştırıcı etkileriyle mücadelenin yanında bu nitelikli kitleleri kazanmaya yönelik ittifakların da gerekli olması demektir. Hele emperyalist müdahalelerle faşistleştirme yönelimlerinin bağımsızlık ve demokrasi talepleriyle belirli ittifak biçimlerini gündeme sokacağı da öngörülmelidir.

En başta sınıfsal planda, ama sendikal ve siyasal örgütler arasında da eskisinden daha geniş birlik biçimlerini öngörmek, öncelikle düşünce düzeyinde buna hazırlanmak her halükarda gereklidir. Burada bir temel nokta, sınıf partilerinin görece güçsüz ve başka –burjuva ve küçük burjuva vb.– siyasal örgütlenmelerin görece güçlü olduğu günümüz güç dengelerinin elverişsizliği koşullarında yedeklenme ve sürüklenme tehlikesi karşısında uyanıklık zorunluluğudur.

6. Kesintisiz ve sistemli bir günlük ajitasyon, propaganda ve örgütlenme çalışması yürütme

Güçlenip kitleselleşmenin en az sayılanlar kadar önemli bir ihtiyacı sistemli günlük çalışmadır.

Devrimci sınıf partilerinin sosyal reformizm ve sağcı popülist, ırkçı ve faşist hareketlerin istismar edip yedeklemelerinin önünü almak üzere yüzlerinin açığa çıkarılmasını da kapsayarak, sömürülen kitleleri kazanmalarının son olmazsa olmazı, kesintisiz ve sistemli bir günlük ajitasyon, propaganda ve örgütlenme çalışması yürütülmesidir.

Doğrudan, sendikal vb. bütün araçlarla kitle içinde parti çalışması yürütülmeden ve bu çalışma günlük bir çalışma olarak sürekli kılınmadan kitlelerin kazanılması olanaksızdır. Medya, okullar, ibadet mekanları, kışlalarda burjuvazi 24 saat üstelik geleneksel önyargılara sahip kitleleri etkilemekteyken, sınıfın devrimci partileri, doğruları şöyle bir ortaya koymakla yetinemezler.

Bir başka nedenle en iyi parti militanlarının kitle içinde parti çalışması yürütmek üzere öncelikle fabrikalar ve büyük işyerlerinde görevlendirilmeleri üzerinde durulmuştu. İstisnalar bir yana onlar ve çevrelerindeki militanlar, herhangi işçi ve emekçinin oturduğu evlerin birinde oturup çocuklarını aynı okullara göndererek vb. doğrudan sömürülen kitlelerin içinde yaşayıp onlarla birlikte nefes alıp verdikçe somut ajitasyon ve propaganda en doğru biçimiyle yürütülebilir olacağı gibi, kitlelerle birleşme de kolaylaşacaktır.

Etkili ve verimli ajitasyon ve propagandanın temel ihtiyacı kitlelerin acil taleplerinin doğru belirlenmesidir ki, bu, ancak sömürülen kitlelerin nabzının iyi ve doğru tutulmasıyla olanaklıdır. Kitlelerin acil ekonomik ve politik taleplerinden hareket etmeyen ve sadece soyut olarak kapitalizmin teşhiriyle sınırlı ajitasyon ve propaganda çalışmasının etkili olma olasılığı yoktur. Acil taleplerden hareket eden bir ajitasyonun, kapitalizmin yüzünü açıklayarak sorunu uygun biçimlerle iktidar sorununa bağlayan bir propagandayla tamamlanması, kitlesel mücadelelerin geliştiricisi olduğu kadar, kitleleri kazanmanın ve kitle mücadelesiyle bu mücadele içinde partinin örgütlenmesinin tek olanaklı yoludur. Devrimci sınıf partileri ancak bu yoldan güçlenip kitleselleşebilir. Bu sacayağının birbirini güçlendirerek günlük bir çalışma olarak sürekli ve sistemli kılınması, yukarıdaki maddelerde sıralanan önlemlerin hayata geçirilebilmesinin de önkoşuludur.

Kitle mücadelesinin ilerletilmesi ve içinde partinin örgütlenmesi bakımından, sömürülen kitlelerin acil taleplerinin doğru ve gerçekçi formüle edilmesi kadar, kitle mücadelesi özellikle ulusal ölçekte tek ya da birkaç talep üzerinden gelişmekle kalmayıp çeşitlendiği ve yanı sıra belirli dönemlerde bu taleplerin birbirine bağlanıp ortaklaştığı belirli mücadele platformları ihtiyaç haline geldiğinden, bu tür taktik platformların oluşturulması da önemlidir. Mücadelenin iniş-çıkışlarıyla ekonomik, sosyal, politik vb. dönemsel değişiklikler ve neden oldukları ihtiyaçlara uygun olarak kitlelerin etrafında birleşebileceği ve mücadelelerinin gelişebileceği taktik mücadele platformları, kitleleri ve onları kazanarak gelişip güçlenecek sınıf partilerini ilerletici olacaktır.

En gerçekçi acil talepler üzerinden yükselen en doğru ajitasyon ve tamamlayıcısı propagandanın dahi, sistemli biçimde ve günlük sürdürülmelerine karşın hemen sonuç vermemesi bilinir ki, istisnaları olsa bile, kuraldır. Kitleler hemen ve kolaylıkla bir doğrunun peşine takılmayacak ve kendi öz tecrübeleriyle deneyden geçirmeye ihtiyaç duyacaklardır. Bu, sosyal reformist ve ırkçı, faşist akım ve hareketlerinin yüzlerinin kitleler nezdinde açığa çıkması bakımından da geçerlidir. Kitlelerin onların ve devrimci sınıf partilerinin ortaya koyduğu görüş ve çağrıları sınamaları ve kendi deneyleriyle öğreninceye kadar belirli bir süre gerici hareketlerinin peşinden gitmeleri, eğer gerektiği gibi davranıyorlarsa, devrimci sınıf partilerin yanlış içinde olduklarını göstermeyecektir.

*

Bu yıl içinde özellikle Ekim ayında şimdilik bağımlı ülkelerde patlak veren ve çoğu ülkede kolayca siyasal amaçlar da kazanarak kapitalizmin olumsuz sonuçlarını hedef alan halk hareketlerinin nesnel karakteri kadar, örgütlü oldukları yerlerde sınıf partilerinin bu hareketler içinde tuttukları pozisyonlar da ortaya koymaktadır ki, geleceğe güven duyabiliriz.

Kapitalizm uzlaşmaz sınıf karşıtlığı üzerine kuruludur, şimdiden çürümüştür ve kendi mezar kazıcısını üretmektedir. Sınıf mücadelesi ve ürünü olarak devrimler ve proletaryanın kurtuluşu kaçınılmazdır. Devrimci sınıf partilerinin de sınıf mücadelesinin ilerleyişi içinde büyüyüp gelişeceği ve devrimleri yöneteceğinden kuşku duyulamaz.


* Uluslararası Marksist-Leninist Parti ve Örgütler Konferansı’nın (CIPOML) Haziran 2020 tarihinde yayınlanan belgesidir.