Ali Kemal Dursun

Sendikal hareket uzun zamandır bir ‘itibar yitimi’ yaşıyor. İşçi ve emekçilerde sendikalara güven giderek azalıyor ve bu güven yitimi nedensiz değildir. Saldırılara karşı sendikaların büyük oranda işbirlikçi çizgide durmaları başlıca nedenlerden birisidir. 90’larda zincirden boşanmış gibi başlayan özelleştirme, taşeronlaştırma, esnek çalışma ve diğer neoliberal saldırılar büyük oranda hayata geçti ve sendikaların ciddi oranda üye kaybetmesine neden oldu. Son süreçte Memur-Sen ve Hak-İş’in hükümet desteğiyle üye arttırmalarını saymazsak genel olarak üye sayıları düşüyor. Ancak bu sadece madalyonun bir yüzü diğer tarafta ise itibar yitimine, işten atma tehditlerine, sendika ağalarının ‘satış’larına vb. karşın işçiler sendikalara üye olmaya da çalışıyor.

Sendikalar, işçilerin kendi aralarında iş güçlerini satmak için giriştikleri rekabete son vererek patronların karşısına birlik olarak çıkmaları ile oluştu. Bugün de sendikaların, sermayeye karşı işçileri birleştiren örgüt olma temel görevi değişmiş değil.

İşyerlerinde oluşmuş birliklerden başlayan sendikalar zamanla farklı işletmeler, işkolları ve tüm ülkeye yayılan birliklere ve nihayet uluslararası birliklere dönüştüler. İşçi sınıfının en kitlesel, yaygın ve sürekli örgütleri olan sendikalar, sınıflar arasındaki mücadelenin ilerlemesine bağlı olarak zamanla yeni işlevler kazandılar. İşçiler arasındaki rekabete son vermekle kalmayarak işçilerin daha iyi koşullarda çalışma ve yaşam için verdikleri mücadelenin sömürüye karşı mücadeleye evrilmesinin zeminini güçlendirmiş, sermayeye karşı verilen mücadelenin araçları olma özelliği kazanmışlardır.

Ancak burjuvazi işçi aristokrasisini kullanarak, sendikaların, bağımsız olma özelliklerine müdahale etmiş, sermaye partilerine yaklaşmalarını, işlevlerinden uzaklaşmalarını sağlamaya, sendikal mücadeleyi kendi eksenine almaya çalışmıştır. Burjuvazinin bu müdahalesi zaman içinde sonuç vermiş, 20. yüzyıla gelindiğinde sendikal hareket; biri çalışma koşullarını iyileştirmekle sınırlı, kapitalizmin ebediyen sürmesini esas alan reformcu-sınıf uzlaşmacı, diğeri ise sömürüyü yok ederek, sınıfsız sömürüsüz bir dünya kurma perspektifi ile hareket eden, ekonomik mücadeleyi de bu eksende ele alan sınıf sendikacılığı olmak üzere başlıca iki çizgiye bölünmüştür.

Reformcu sendika merkezlerinin uğursuz rolünü Lenin Komünist Enternasyonal’de yaptığı değerlendirmede şöyle ortaya koymuştur:

İşçi sınıfını en yoğun şekilde sömürebilmesi ve kapitalizmin çıkarları adına savaşı en aktif şekilde yürütebilmesi için, sendikalar burjuvaziye yardımcı oldular. Yalnızca, patronların en iyi ücretlere layık gördüğü uzmanlaşmış işçileri kapsayan; çok dar mesleki sınırlar içinde hareket eden, oportünist liderleri tarafından aldatılan kitlelere bütünüyle yabancı bürokratik bir aygıt tarafından zincire vurulmuş olan sendikalar, yalnızca sosyal devrim davasına ihanet etmekle kalmamış, aynı zamanda, işçilerin hayat koşullarının iyileştirilmesi uğruna örgütlemiş oldukları mücadeleye de ihanet etmişlerdir. Bu sendikalar patronlara karşı mesleki mücadele alanını terk ettiler ve bunun yerine, ne pahasına olursa olsun kapitalistlerle tatlı bir uzlaşma programı koydular.[1]

Sendikal mücadelede iki anlayış ortaya çıktıktan sonra bunların arasındaki mücadele kesilmeden devam etmiştir. Lenin’in yıllar önce eleştirdiği reformcu sendikal anlayış sosyalizmden geri dönüşten sonra sendikalara egemen olduysa da sınıf sendikacılığı çizgisi pes etmedi ve mücadele sahnesinden çekilmedi.

SALDIRININ BAHANESİ KORONAVİRÜS SALGINI

Burjuvazi işçi ve emekçilerin çalışmaktan başka hak talep etmediği ve çalıştıkları için kendilerine şükür ettikleri, kârlarına kâr kattıkları bir çalışma düzeni istiyor. Koronavirüs salgını onlar için adeta Allah’ın lütfu oldu. Patronların istediği ve hükümetin heybesinde hazır tuttuğu uygulamalar hızla yaşama geçirildi. Zaten tek adam yönetimi, attığı her adımda patronların çıkarını düşünen politikalar izliyor, burjuvazi için bir sömürü cenneti yaratmaya çalışıyordu. Salgın sürecinde de bu vazifesini en iyi şekilde yapmaya çalıştı; bu dönemde işçilerin lehine bir adım atmayan tek adam yönetiminin patronlar için yaptıklarını kısaca hatırlayalım.

  • Patronlar işçi ve emekçileri her saniye denetlemek ve üzerlerinde baskı oluşturmak, yaşamlarının her anını üretimi esas alacak şekilde planlamalarını sağlamak için teknolojiyi kullanarak yeni yöntemler geliştirdi. Akıllı telefonlara indirilen ve çalışanların konumlarını anlık izleme olanağı sağlayan uygulamalar çalışanlar üzerinde baskı aracı olarak kullanılıyor. Plaza çalışanlarında, posta dağıtıcılarında, belediye işçilerinde kısmen uygulanan bu sistem MESS Safe adı ile fabrikalara sokulmaya çalışılıyor. MÜSİAD ise Tekirdağ’da ilk örneğini kurmakta olduğu ‘izole üretim üsleri’ adı altındaki çalışma kamplarının yapımına girişti.
  • Bir yanda “evde kal çağrıları” yapılır, hafta sonları sokağa çıkmak yasaklanırken “çarkların dönmesi” için işçiler çalıştırıldılar. Şehirlerarası ulaşım yasaklanırken servisler işçi taşımaya devam etti. Pek çok yerde patronlar hükümetin kendilerine tanıdığı ayrıcalığı yeterli görmeyerek sokağa çıkma yasağını fiilen deldi ve işçileri kaçak olarak çalıştırdı. 20 yaş altı için sokağa çıkma yasaklanırken, gençlerin hayatının hükümet ve patronlar için bir önemi olmadığından, 18-20 yaş arası gençler çalışmaya devam etti. Yüzlerce işçi koronavirüse yakalanırken İSİG’in toparlayabildiği verilere göre Mart ayında 14 işçi, Nisan ayında 103 işçi ve Mayıs ayında 29 işçi yaşamını yitirdi.[2] Virüse yakalanan ya da hayatını kaybedenlerin sayısının, devletin açıkladığı resmi sayılardan daha fazla olduğuna dair ciddi şüpheler bulunmaktadır.
  • Sendikaların toplu sözleşme ve grev hakkı askıya alındı. Üretim söz konusu olduğunda virüsün varlığı sorun olmazken işçilerin örgütlü olarak davranmalarının önüne geçildi.
  • Sağlık çalışanları yetersiz koruyucu ekipmanla çalışmaya zorlandı. Sağlık çalışanları aralarında oluşturdukları dayanışma ve seslerini sosyal medyadan duyurmak için yürüttükleri kampanyalar sonucunda ekipmana ulaştı. Hükümet “hakkınız ödenmez” hamaseti yapıp sağlıkçıları alkışlatırken, sağlık çalışanlarının hakkını gerçekten de ödemedi. Sağlık çalışanları arasında hem performans ücretlendirmesinde hem de koruyucu malzemelere ulaşmalarında ayrımcılık yaptı.
  • İşe alımda deneme süreleri uzatıldı. Esnek ve uzaktan çalışma başta kamu olmak üzere yaygınlaştırıldı. BDDK banka ve çağrı merkezi çalışanlarının evde kamera altında, her an denetlenebilir bir şekilde çalışmasını zorunlu tuttu.
  • Ücretsiz izinlerin tek taraflı, işçi onayı olmadan uygulanması hayata geçirildi. Bu durumda olan işçiler fiilen işten atılmalarına rağmen kıdem tazminatlarını alamadılar, işsiz de sayılmadıklarından işsizlik maaşından faydalanamadılar. Hükümet bu durumdaki işçilere ödemeyi taahhüt ettiği rakamların çok altında ödeme yaparak insanları bir kez daha mağdur etti. Diğer yandan pek çok sanayi sitesinde ise patronlar, kısa çalışma ödeneğinden faydalanırken aynı zamanda işçileri çalıştırdıkları için çifte kazanç sağlamış oldular.
  • SGK burjuvazinin talepleri doğrultusunda 7 Mayıs 2020 tarihinde yayınladığı bir genelge ile Covid-19’un bulaşıcı hastalık olduğuna, iş kazası/meslek hastalığı olarak değerlendirilmeyeceğine hükmetti.
  • İşsizlik fonu sınırsız olarak yağmaya açıldı. Gerek hükümet ve burjuva muhalefet partileri, gerekse bürokrat sendikacılar her soruna önerdikleri çözüme kaynak olarak işsizlik fonunu gösterdiler. Fonun amaçları dışında kullanılması hiçbir zaman bu kadar ‘meşru’ olmamıştı.

Sarı sendikacılık ne zaman ülke ve memleket sorunları gündeme gelse hükümetin ve burjuvazinin arkasında yedekleniyor. Burjuvazinin çıkarlarının tüm halkın ve işçi emekçilerin çıkarı olduğunu ifade etmek için siperde yerini alıyor. Koronavirüs salgınında da böyle oldu. İşyerlerinde “evde kal denirken niye biz çalışıyoruz” tepkisini yatıştırmak için elinden geleni yaptı. “Hastalık bu, patron ne yapsın” diyerek hak gasplarını meşru göstermeye çalıştı. Tek Gıda İş Başkanı işletmelere gönderdiği mektupta “sözleşmeydi”, “ekstra haklardı” “şimdi bunların zamanı değil” diyordu. Bu sendika bürokratlarının tutumlarının en açık ifadesi olsa da diğerlerinin tutumunun bundan pek farkı yoktu. Sendika bürokratları işçilere “yapacak bir şey yok, sessizce çalışın ve kaderinize razı olun” derken işçi ve emekçiler sorun yaşadıkça patron uygulamalarına karşı tepkilerini gösterdi.

SALDIRILAR KARŞISINDA MÜCADELE OLANAKLARI

Sendikaların ve işçi hareketinin içine itildiği dar boğazdan çıkmasının koşullarını yine hareketin kendi içinde aramak gerekir. Bugün sendikaları yeniden mücadele merkezleri olarak inşa etmede; birbirinin içine geçen ve birbirini güçlendiren, koronavirüs salgını sürecinde kapitalizmin hiç olmadığı kadar teşhir olması, krizden dolayı işçi ve emekçiler içerisinde patlama dinamiklerinin birikmesi, genç işçi sayısının fazlalığı, sendikal bürokrasinin inandırıcılığının kalmaması gibi olgular öne çıkmaktadır.[3]

Burjuvazi ve hükümeti işçi ve emekçilerin kazanılmış haklarına yönelik saldırısını artırmış durumda. Yıllardır çekmecelerinde tuttukları planları uygulamaya çalışıyorlar. Kıdem tazminatının kaldırılmasının ardından diğer saldırılar gelecektir. Sınıf mücadelesi tarihi, burjuvazinin daha fazla kâr için önündeki tüm engelleri kaldırmaya çalışacağını gösteriyor. Ancak dönemsel düşüşler yaşasa da işçi ve emekçilerin hak arama veya kazanılmış haklarını koruma mücadelesi hiç bitmedi. Günlük işçi basınını takip eden herkes işçi ve emekçilerdeki öfke birikimini rahatlıkla görebilir. Krizin getirdiği yükler, iktidarın yükü işçi ve emekçilere yıkan politikaları işçi ve emekçilerin yaşamını her geçen gün çekilmez hale getirirken, sadece kendi patronlarına karşı değil iktidara karşı da öfke birikiyor. İktidarın işçi-emekçi düşmanı yüzü işçiler tarafından daha fazla görünür olmaya başladı ve bunun sonucunda işçilerden aldığı desteği de hızla kaybediyor.

Koronavirüs salgını işçi ve emekçiler içerisindeki öfke birikimini arttıran bir etmen oldu. En gelişmiş kapitalist ülkelerde bile işçi ve emekçileri değil patronları koruyan tedbirlerin devreye sokulması, halka ise sürü bağışıklığının dayatılması, “evde kal” çağrılarına rağmen işçilerin çalıştırılması, patron, müdür vb. işyerlerine uğramazken kameralarla denetledikleri işçileri çalışmaya zorlaması, yalılarda ve lüks villalardan paylaşılan “hayat eve sığar” fotoğraf ve videoları işçilere nasıl bir dünyada yaşadıklarını gösterdi. Sınıf sezgileri ile de olsa kendileri olmadan hayatın olmadığını, hayatlarının kâr getirmediği sürece burjuvazi ve yönetenler için bir anlam ifade etmediğini anladılar. İnsanlığın kurtuluşunun, işçi sınıfının kurtuluşuna bağlı olduğu ve sınıfsız sömürüsüz bir dünya için kapitalizmin ortadan kaldırılması gerektiği fikrine varmamış olsalar da bu yönde yapılacak propagandaya kulaklarının daha açık olduğu da söylenmelidir.

Ülkemizde işçi sınıfının (işsizlerle birlikte) nicel olarak artmış olması, bu işçilerin büyük çoğunluğunun sarı sendikacılık tarafından zehirlenmemiş genç ve dinamik işçi gruplarından oluşması önemli olanaktır. Atak ve sorunlar karşısında pes etmeyen yapıları sendikaların “kokuşmuş” ortamları ile çelişmektedir. Genç işçi kitlesinin mücadeleye çekilmesi bu nedenle özellikle önemlidir. Genç işçi kesimlerini sınıf sendikacılığı temelinde örgütleyerek sendikal görevlerin içine çekmek, günü geçmiş sendika ağa ve bürokratlarının gençleri bastırmak için girişecekleri taktikleri boşa çıkarmak için özel çaba harcamak, hangi siyasi görüşten olursa olsun sendikal harekete dahil etmek belirleyici önemdedir.

Genç işçi kuşağı, başta metal fırtına olmak üzere son yılların çeşitli direniş ve eylemlerinden süzülüp gelen bir deneyim biriktirdi. Bu deneyim birikimi yeni bir sendikal mücadele anlayışının hayata geçirilmesinde ve genç işçilerin mücadelenin ön cephesinde yer alarak sınıf mücadelesinin gidişatını belirlemesinde önemli bir dayanak olacaktır. 

Diğer yandan genç işçi kuşağı Türkiye ve dünya işçi sınıfının geçmiş mücadelesinin bilgisine çok az sahiptir. Oysa mücadele ilerleyip sertleştikçe, tek tek işletme ve fabrika düzeyinden çıkıp yayılıp, sınıflar arasındaki mücadeleye evrildikçe, bu deneyimlere daha çok ihtiyaç duyacağından sınıf partisinin yürüteceği ajitasyon, ileri işçilerin eğitimi ile yayınlarının içeriğinin bu ihtiyaca göre düzenlenmesi gerektiği açıktır.

2019 kamu toplu iş sözleşmesi görüşmeleri sonrasında yapılan basın toplantısında Türk-İş başkanının kameralar karşısında ağzından kaçırdığı “Uzasa işi karıştıracağız. En azından kapattım böyle” sözleri burjuvazinin sendikal bürokrasiye biçtiği rolün ifadesi idi. Burjuvazi sendika ağalarına hareketi denetim altında tutma görevi biçmiştir ve sendika bürokrasisi de bunu layıkıyla yerine getirmeye çalışmaktadır. Harekete geçen her işçi grubunun karşısında sendika ağalarını görmesi bundandır. Metal fırtınada işçiler sendika karşısında kendileri inisiyatif alarak eyleme geçmiş, direniş örgütlemiş, bütün istediklerini alamasalar da eylemi kazanımla sonuçlandırmışlardı. Ardından başta grev yasakları olmak üzere pek çok sektörde işçiler yasaları da aşarak fiilen grev ve eylem yapma yoluna girdiler. İşçi sınıfı ve sendikal hareketin içine girdiği bu yönelim mevcut sendikalara biçilen “hareketi kontrol altında tutma” işlevini rahatça yapamayacaklarını gösteriyor. Özellikle sokakta eylem ve direniş boyutuyla bugün kısmi olarak geri çekilmiş gibi görünse de işçi hareketinin öğrendiği bu deneyimlerden ilerlemesinin önünde engel yoktur. Hareket geliştikçe sendikal bürokrasinin uğursuz rolünü de devre dışı bırakacaktır.

Güçlü bir sendikal ve işçi sınıfı hareketi için sınıf sendikacılarının ve mücadeleci sendikacıların alacağı tutum, doğru bir temelde yapacakları müdahaleler belirleyici olacaktır. Koronavirüs salgını günlerindeki 1 Mayıs kutlamalarından, diğerlerinin yanı sıra çıkarılacak derslerden biri de budur. Sınıf mücadelesindeki öneminden dolayı 1 Mayıs’ın nasıl ele alınacağı, içeriğinin nasıl doldurulacağı ve kutlama için nasıl ve nerede eylem ve gösteriler yapılacağı hep tartışma konusu olmuştur. Özellikle 1 Mayıs kutlamalarının yapılacağı alan tartışması baskın olarak öne çıksa da mücadele günü olarak ele almadan, törensel geçiş haline getirmeye, oradan da hiç yapmamaya kadar geniş bir yelpazede tartışılıyor. Sınıf partisinin sendikacıları ise 1 Mayıs’ın yaygın, işyerlerinde ve yerellerde, işçi sınıfının taleplerinin ilerletilmesini sağlayan bir mücadele günü olarak kutlanması için çaba sarf ediyorlar. Bu yılın tartışmalarına koronavirüs salgını damga vurdu. Sendikal bürokrasi ve pek çok yalpalayan mücadeleci sendikacı ve çevreler koronavirüs salgını döneminde “1 Mayıs kutlamaları yapılamaz”, “sosyal medyada etkinlik yapalım” ya da “akşam balkonlarda kutlamalar yapalım” şeklinde bir yaklaşımla 1 Mayıs’ı “kazasız belasız” atlatmaya çalıştı. Sınıf sendikacıları ise diğer yöntem ve biçimleri reddetmeden “işyerlerinde üretim sürüyorsa 1 Mayıs da işyerlerinde kutlanmalıdır” kararı doğrultusunda kendi işyerlerinde hazırlıklar yaparak kutlamalar yaptılar. Aynı zamanda sınıf partisi ve sendikacıları, diğer sendikacılarla ve çeşitli sendikal platformlarda yürüttüğü tartışmalarda onları da yönlendirerek sendikal bürokrasi karşısında cesaretle öne çıkmalarını sağladılar. Bu tartışmalardan sonra 1 Mayıs salgın koşulları da dikkate alınarak işyerlerinde (kitlesel olamasa da) yaygın bir biçimde kutlandı.

SINIFTAN YANA SENDİKACILARA DÜŞEN GÖREV

Sendikaların sınıf sendikacılığı anlayışına dönüşerek gerçek sendikalar haline gelmeleri bugünden yarına olmayacağı gibi inişli çıkışlı bir seyir izleyecektir. Sendikaların ilk ortaya çıktığı zamandaki gibi işyerlerinde genel olarak sınıf içindeki ayrılıklarla mücadelenin, birlik olanaklarının öne çıkarılmasının ve bunun gerçekleşmesi için çaba harcanmasının somut olarak hayata geçirilmesi önemlidir. Bugün sınıf sendikacılarının önünde; fabrika ve işyerlerinde örgütlenmek, sınıf çizgisinin somut olarak hayata geçmesini sağlamak, diğer iş kolları ve işyerlerindeki gelişmeleri takip ederek onların örgütlenmesi için de çaba sarf etmek, sendikal birlik, platform vb. çeşitli yollarla birlik ve dayanışmayı geliştirmek olan birbirini tamamlayan görevler durmaktadır.  

Sendikalardaki işbirlikçi, uzlaşmacı sendikal çizgi ve anlayışların sendika yönetimlerindeki egemenliğini kırmak ve sınıf sendikacılığı çizgisini hayata geçirmek için öncelikle fabrika ve işyerlerinde örgütlenmek önemlidir. Ayakları sağlam bir şekilde işyerlerine basmayan mücadeleci bir sendikacılık çizgisinin hayata geçmesi mümkün değildir.

Sınıf sendikacılığı temelinde mücadeleci çizgi hayata geçirildiğinde, mücadele için harekete geçme ve sendikalaşma eğiliminde olan işçi ve emekçilerin gözünü kulağını buralara diktiği pek çok örnekte görüldü. İşkoluna bakmadan çeşitli sektör ve fabrikalarda mücadele eğilimine giren çevrelere deneyim aktarmak ve somut olarak örgütlenmeleri için yardım etmek, sendikal dönüşüm için seferber edeceğimiz güçlerin birikmesi için de önemlidir.

İşçi hareketi ve sendikal hareketin tarihi ve son 1 Mayıs süreci, mücadeleci pek çok unsurun sendika bürokratlarının baskısından ve geleneksel sendikal anlayış ve temayüllerden kurtulduğunda sınıf sendikacıları ile birleşme eğilimine girdiklerini göstermiştir. Sendikal platform ve birlikler sendika bürokrasisi karşısında mücadeleci işçilerin dayanışmasını ve birliğini güçlendirirken aynı zamanda hareketin önünü açan işlevler de gördü.

SENDİKALARIN MÜCADELE ÖRGÜTLERİNE DÖNÜŞÜMÜ İÇİN

1. Sınıf mücadelesi tarihi, sendikaların emekçileri birleştirerek mücadeleye çektiği zaman çeşitli kazanımlar elde ettiğini gösteriyor. Sınıfın elinde, işçi ve emekçileri birleştirme ve mücadeleye çekme açısından sendikalar kadar kitlesel, etkili ve önemli bir araç yok gibidir. Bu nedenle sendikal mücadelenin sömürünün sınırlandırılması mücadelesi ile yetinmesi, aynı zamanda ortadan kaldırılması mücadelesine katılmamaları kabul edilemez. İşçi sınıfının iktidar mücadelesine katılmadıkları kazanımları kısmi ve geçici olacaktır. Marx sendikaların işlevini şöyle tarif etmiştir:

Sendikaların sermayenin saldırılarına karşı direniş merkezleri olarak yararlı işlevleri vardır. Güçlerini yersiz bir biçimde kullandıklarında, kısmen başarısızlığa uğrarlar. Aynı zamanda, var olan düzeni de değiştirmeye çalışacakları ve örgütlü güçlerini işçi sınıfının nihai kurtuluşu, yani ücret düzenini tamamen ortadan kaldırmak için kullanacakları yerde, bu düzenin sonuçlarına karşı bir gerilla savaşı ile yetindiklerinde ise, büsbütün başarısız olurlar.[4]

Sınıf partisinin varlığı ve etkinliği, işçi ve emekçilerin hareketinin siyasallaşması ve saflaşmasında, sendikalaşma ya da sendikal örgütlenme ve dönüşümünde, mücadeleci sınıf sendikalarının inşasında belirleyici etkenlerden biridir. Somut adımlar üzerinden yürünmesi ve mücadelenin her düzeyde desteklenmesi, mevcut sendikal yapıların ve sınıf sendikacılığını üstü örtük ya da açıktan reddeden tüm yapıların karşısında durulması ve eleştirilmesi kuşkusuz önemlidir.

Bütün uzlaşmacı, sosyal diyalogcu sendikal anlayış ve uygulamalar, her türlü ‘sol’ ya da anarşist sendikacılık tarzları sendikal mücadele ile siyasal mücadele arasındaki bağı zayıflatan çeşitli anlayış ve girişimler, sınıf sendikacılığı fikrini her türlü platformda karşılarında bulmalıdır. İşçi ve emekçilerin yaşadığı sorunların çözümü ve sendikaların sınıf sendikacılığı temelinde inşası diyalogla değil mücadele ile olacaktır. Bugün işçi ve emekçileri mücadelenin dışına iterek diyalogla ya da onların adına mücadele yürüterek sorunları çözdüğünü iddia eden anlayışlar, sınıfın çıkarlarını patronların masasına meze etmektedir. Çünkü uzlaşma, patronun çıkarlarını esas alan bir temelde örgütleniyor.

2. Sendikalar bir yandan itibar yitirip üye kaybederken diğer yandan işçi ve emekçilerin sendikalaşma eğilimi sürekli devam etmekte. Bu çelişkinin ortadan kaldırılmasının ve sendikaların içinde bulunduğu itibar yitiminin çözümü sendikaların üye sayısının arttırılması ve mücadeleci temelde örgütlenmesinden geçiyor. Genç, dinamik ve mücadeleci işçiler sendikalara üye oldukça ve sendikaların yönetimlerine daha fazla geldikçe sendikaların dönüşümünün somut temelini oluşturacaklardır.

İşçi ve emekçiler, haklarını arasın, patronlar karşısında çıkarlarını savunsun diye sendikalara üye olmalarına rağmen sendikalara üye olmak örgütlü olmak anlamına gelmiyor. Komiteler kuran, diğer arkadaşlarını ikna eden, patronun her türlü saldırısına göğüs gererek örgütlenen işyerlerinde dahi üyelik tamamlandıktan ve sendikal yetki alınıp prosedür tamamlandıktan sonra iradelerini sendikacılara teslim ediyorlar. Bilinç ve deneyim eksikliğinden, hakim sendikal anlayıştan ya da sendika bürokrasisinin ayak oyunlarından dolayı taleplerinin ve haklarının peşini bırakıp, sendikacılara havale ettikleri her durumda, kaybeden sınıf ve sendikal hareket olmaktadır. Bu durum bürokratik sendikacılara işçileri, başta karar alma mekanizmaları olmak üzere sendikaların işleyişinin, TİS’in dışına itmelerine olanak sağlamaktadır. 

İşçi ve emekçilerin sendikaların dışına itilmesi ve sendikacılığın bir avuç profesyonelin ve giderek uzmanların işi olması karşılıklı olarak birbirini etkileyen ve koşullayan bir süreç oldu. İşyerlerinde, önce dayanışma için bir araya gelen işçiler sendikal örgütlenmenin temelini attılar. Sendikaların işyerinde kurulması işçilerin sendikaların işleyişine doğrudan müdahil olmalarını da sağladı. Bürokratik sendikacılık ise sendikayı işyerlerinden ve emekçi mahallelerinden kopararak bürolara hapsetti. Böylece işçilerin gözlerinden uzak, patronlarla iş kotarmaya çalıştı.

Koronavirüs salgını işyerlerine dayanan, gücünü işyerinden alan sendikal mücadelenin yürütülebileceğini hatta bunun zorunlu olduğunu gösterdi. Evrensel Gazetesi’nde sağlık emekçilerinin hazırladıkları dosyada bunun çeşitli örnekleri bulunuyor. Şüphesiz çalışmanın kendi muhasebesi yapıldığında öne çıkan ve eksik yanları bulunacaktır. Ancak bütün bunların dışında örnekler kimsenin bir şey yapılamaz dediği ve yapmadığı bir dönemde işyerlerinde mücadelenin mümkün olduğunu gösteriyor. Yine Evrensel Gazetesi takip edildiğinde İzmir, Gebze başta olmak üzere sanayi merkezlerinden yapılan haber ve mektuplarda, işçilerin koronavirüs salgını bahane edilerek haklarının gasp edilmesine razı olmadığı, mücadele ettiği görülebilir.

3. Sendikal demokrasi işçilerin sendikaları ellerinde bulundurmasının koşuludur. İşçilerin sendika işleyişinin dışına itilmesi ve sendikacılığın profesyonel olarak yapılan bir işe dönüşmesi sendikaların işleyişine vurulan en önemli darbelerdendir. Sendikalarda, hemşehricilik, çetecilik, mafya yöntemleri, grupçuluk, herhangi bir siyasi parti yandaşlığı, hükümet yandaşlığı, sahte oy kullandırma, sahte mahkeme kararı kullanma, patronla işbirliği içinde muhalifleri tasfiye etme vb. yollarla sendikal demokrasi ayaklar altına alınmaktadır. Sendikal demokrasinin olmayışı işçilerin sendikalardan uzaklaşmasına neden olmakta, bürokrasiye boyun eğmeden girmek isteyenler de bu yöntemlerle uzak tutulmaktadır. Sendikal demokrasi için temsilcilikler başta olmak üzere tüm kurullar göstermelik değil gerçek seçimle düzenlenmeli, en alt organdan başlayarak nasıl bir sendikal hattın izleneceği vb. işçi ve emekçiler içinde tartışılmalı, bu tartışmalardan çıkan kararları uygulamak için yöneticiler seçilmelidir. Ve seçilenler görevlerini yürütemediklerinde geri çağrılacaklarını bilerek aday olmalıdır.

4. Sendikacıların ücret ve diğer harcamalarının biliniyor olması, sendikaların mali olarak işçiler tarafından denetlenebiliyor olması, sendikacıların yaşamlarının işçilerden kopuk olmaması, sendikal dönüşümün önemli bir yönüdür. Sendikaların aidatları, gelir ve harcama yetkileri sendika genel merkezlerinde ve konfederasyonda merkezileşmesinin sağladığı mali güç bu merkezlere şubeler, temsilcilik ve delegelere boyun eğdirmenin ya da onları baştan çıkarmanın aracı olarak kullanılmaktadır. Aidatları toplama ve harcama yetkisinin ve gelirin çoğunluğunun şubelere verilmesi ve ancak üstünün merkezlere aktarılması bürokrasi ile mücadele imkanlarından biridir.

Genel olarak sendikacıların maaşları ve maaşın dışında da hizmet ödeneği, kurdukları şirket, vakıf vb. yerlerden aldıkları paralar, harcırahlar, mal-mülk birikimleri üzerinden elde ettikleri gelirler pek bilinmez. Yine de bir şekilde dışarı sızdığı kadarıyla, yönetimde oldukları sendikaların üyelerinin ücretlerinden kat be kat fazla aldıkları, dudak uçuklatan boyutlarda olduğu görülüyor. Sendika kasalarının bürokratlar tarafından yağmalanmasının önüne geçebilmenin yolu sendikal örgütlenmenin değişmesi, işçi denetiminin genişlemesi ve sendikacı ücretlerinin hiç olmazsa sözleşme yaptığı sektörlerdeki işçilerin aldığı ücret ile sınırlandırılmasıdır.

Sonuç olarak;

Tek adam yönetiminin şimdiden kıdem tazminatı başta olmak üzere çeşitli saldırı hazırlıkları içinde olduğunu ve bunları hayata geçirmek için kararlı bir şekilde davranacağını, yine salgın günlerinde yapılan eylem ve etkinliklere ve biriken öfkeye bakılırsa işçi ve emekçilerin saldırıları sessizce kabul etmeyeceğini, saldırıların ve mücadelenin yükseleceği bir dönemin yaklaştığını söyleyebiliriz. Gelişmeler, mücadeleci ve gerçek sınıf sendikacılığı temelinde yapılacak müdahalelerin sendikaların değişmesi için hayati önemde olacağı bir döneme girildiğini göstermektedir. Hareketin kaderini bu müdahale belirleyecektir.


[1] Lenin, V.İ. (1997) Lenin Döneminde Komünist Enternasyonal Cilt 1, Çev. Orhan Dilber, İstanbul: Maya Kitapları, sf. 194.

[2] http://isigmeclisi.org/20422-is-cinayetlerine-issizlige-acliga-ve-salgina-karsi-direnis-ve-day

[3] Şüphesiz sınıf partisinin sendikal harekete müdahale etmek ve mücadeleci bir temelde inşa etmek için bunların dışında da olanakları var. Büyük fabrikalardaki mücadele deneyimi, işçilerin büyük organize sanayilerde toparlanması, sayıları az da olsa sendikal platformlar vb.

[4] Marx, Karl (2006) Ücret, Fiyat, Kar, Çev. Alaattin Bilgi, İstanbul: Evrensel Basım Yayın, sf. 79-80.